Altın madenciliğinde kapasite artırımı: Fatsa’nın geleceği kararmasın!

‘Köylüler zehirli suyla üretim yapıyor, bahçe suluyor ve doğal olarak yeraltı sularını da kirletmiş oluyor. Bu tarımsal ürünler ülkenin ve dünyanın dört bir yanına gidiyor. Herkes kendi sorunu çözsün zamanı değil artık.  Fatsa’nın meselesi hepimizin meselesidir.’

Akgün İlhan ile gazeteci Dilek Dindar Sudan Gelen programı için Açık Radyo’da buluştu. Türkiye‘yi ve dünyayı delik deşik eden metalik madencilik konusunun ele alındığı programda Dindar, yerlisi olduğu Fatsa’da yapılan altın madenciliği çalışmalarını ve bunun gerek doğa gerekse toplum üzerindeki olumsuz etkilerini anlattı. (Programın kaydını dinlemek için tıklayınız http://acikradyo.com.tr/podcast/219959)

Aİ: Artı TV’de geçtiğimiz Eylül ayında yayınlanan Emek ve Hayat adlı programınızda Fatsa’dan etkileyici görüntülerin yer aldığı  kısa bir belgesel vardı. Fatsa’da altın madenciliği ne zaman başladı ve bu çalışmalar bir direnişle karşılaştı mı?

DD: Bizim Fatsa’daki hikayemiz yaklaşık 5 yıl önce 2013’te ÇED raporunun kabul edilmesinin ardından başladı. O günden bu yana madencilik devam ediyor. Maalesef o dönemde durumun vahimliği pek anlaşılmamıştı ve bilinmiyordu. Yani bölgede altın madeninin ve siyanürle altın aramanın nasıl bir etkisi olacak, bu durum ne yaratacak, bunun nasıl sonuçları olacak bir çok insan bilmiyordu. Bölgede yaşayan üreticiler Bergama‘da aynı süreçten geçen arkadaşlarla buluşunca ve oraya gidince meselenin nasıl sonuç doğurduğunu görerek Fatsa’ya döndüler. Yani bir bakıma kendi geleceklerini Bergama’da görmüş oldular. İşte o noktada bir muhalefet başladı. Köylüler bu madeni yapılmamasını istedi. Zaman zaman jandarma ile karşı karşıya geldiler, Karadeniz’de ve birçok yerde olduğu gibi. Civar köyler buna oldukça ciddi tepkiler verdi. Hatta dönem dönem mitingler yapıldı. Ancak insanlar ne Türkiye genelinde ne de bölgede kendilerini yeterince anlatamadılar. Çünkü metalik madencilik gerçeğini bilen çok azdı. Daha da önemlisi madenin etrafındaki köyler madene 5-10 km uzağız diye düşünerek kendi başlarına bir şey gelmez sandılar. Öyle ya devlet buna nasıl izin verirdi? Bölgede büyük oranda göçmen topluluğu yaşıyor ve devlete son derece bağlı insanların olduğu bir coğrafyadan bahsediyoruz. Topraklarının sularının zehirleneceğine ve devletin buna izin vereceğine ihtimal bile vermediler. Ta ki bugüne kadar…

Aİ: Bu tip projeleri istihdam sağlıyor ve bölgenin gelişmesine faydası olacak diyerek cazip kılmaya çalışıyorlar. İnsanlar da oğlu kızı iş buşacak diye düşünüp projeye destek bile olabiliyor. Fatsa’da da oldu mu benzer şeyler?

DD: Tabii, çocuklarını madende istihdam etmek isteyenler oldu. İstihdam edilenler de madende geçici süreyle güvenlik ve benzeri niteliksiz işlerde çalıştırıldı. Bir işçiyi işten çıkardığınız zaman nasıl işsiz ve aşsız kalıyorsa, bir çiftçinin elinden toprağını suyunu aldığınızda o da işsiz kalıyor. Ben buna da değindim yaptığım kısa filmde.

Aİ: Evet, sonra ellerinden toprağı ve suyu alınmış köylüler göçe mecbur kalıp kentin yoksulları haline geliyorlar.

DD: Evet. Bir de bu benimle, benim mahallemle ilgili değil, benim başıma bir şey gelmez yanılgısı var. Bu insanları da suçlayamıyorsunuz. Çünkü bu bir insana yapılabilir mi? „Ben bu ülkenin yurttaşıyım, bana bu nasıl yapabilir?“ diyerek isyan ediyor ve durumu anlamakta zorlanıyorlar.

Aİ: Anlaşılır bir tepki aslında. Tabii bizler bu toplumsal-ekolojik mücadelenin içinde pek çok olayı gördüğümüz için artık her şeyi yapabilirler diye düşünüyoruz ama köydeki toprağında aşında olan insan için bunu bir anda kavramak çok zor. Peki, maden alanında yaşanan çevre katliamı ne boyutlarda?

 DD: Şimdi madenin bulunduğu yerin birinci etabı bitti. İlkin küçük bir alanda, devlete ait bir ormanlık alanda başladı. Sonra fındık bahçelerini de içinde aldı. Artık madenin bulunduğu alanda sadece madenin kendisi değil etrafında da tahribat büyümüş durumda. Şimdi de maden şirketi kapasite artırımına gidiyor. Tablo korkunç. Karadeniz’de yeşilin her tonunu görürsünüz. Kahverengi görme ihtimaliniz yoktur. Maalesef bahsettiğimiz bölge tamamen kahverenginin tonlarına bürünmüş durumda. Altın madeni işleten firma ve bazı bilim insanları madencilik bitince toprağın tekrar yeşillendirip tarım arazisine dönüştürüleceğini söylüyor. Oysa 1980‘lerde siyanürle yapılan altın madenlerinin üzerinde bir ot bile bitmediğini  gördük.

Aİ: Elbette, madenciliğin olduğu yerde başka hiçbir faaliyet yapılamaz ki. Ortamda canlılık kalmıyor. 10 ya da 15 senelik bir madenciliğin sonunda elimize bir enkaz veriliyor. Fatsa’da maden tükenince geriye kalan katledilmiş toprakta ne tarım ne turizm yapılabilecek. Fındıkçılık ne durumda Fatsa’da şimdilerde?

DD: Ben de Fatsalıyım ve bir fındık üreticisiyim. Son yıllarda küllenme ile başımız dertte. Son 5 yıldır fındıkta ciddi boyutlarda küllenme sorunu var. Yani aslında fındığın çürümesine neden olan bir sorundan bahsediyoruz. Şimdi bu gerçekten doğrudan madenle ilgili midir, değil midir, ya da sular kirlendi de ondan mı gerçekleşmektedir bilemiyoruz. Mevcut madenin etrafındaki Çötelek ve Şenyurt köylerinde yapılan sondaj çalışmalarında suda ağır metaller bulundu. Mesela olması gereken değerden kat be kat yüksek alüminyum çıktı sularda. Bunu en iyi köylüler biliyor. Kendi bahçelerinden topladıkları fındıkları yemiyorlar. Ancak bu fındıklar başka yerlere satılıyor. Köylüler artık suyu bırakın içmemeyi temizlik için bile kullanmıyor. Merkezden tankerlerle su getiriliyor kullanma suyu olarak bile.

Aİ: Yani insanlar gözünün önündeki suyu kullanamıyorlar. İnsanın başına gelebilecek en korkunç bela bu herhalde. Suyundan uzaklaştırmak.

DD: Köylüler zehirli suyla üretim yapıyor, bahçe suluyor ve doğal olarak yeraltı sularını da kirletmiş oluyor. Bu tarımsal ürünler ülkenin ve dünyanın dört bir yanına gidiyor. Ve her ne hikmetse kimse yahu burada ne oluyor, bu sular niye kirlendi diye sormuyor. Bu duruma dair hiç bir araştırma yok. Konuştuğum köylüler ölüme terk edildiklerini düşünüyor.

Aİ: Fatsa gözden çıkarılmış bölge gibi yani. Tabii madenciliğin olduğu yerler aslında gözden çıkarılmış bölgeler. Ve burada yaşayan kırsal kesim de gözden çıkarılmış. Bu sadece Fatsa için değil Bergama, Kaz Dağları ve Cerattepe gibi yerler için de öyle. Bu yüzden birlikte mücadele etmek şart. Çünkü dev şirketler ve onun arkasında şirketleri destekleyen bir devlet var. Böyle bir işbirliğine tek başına bir köy veya birkaç köy nasıl karşı çıkabilir ki? İşte bu yüzden birlikte mücadele elzem.

DD:  Kesinlikle! Öncelikle o coğrafyada yaşayan insanların sesine kulak vermek lazım. Onlar ne söylüyor ve dertleri nedir bir anlamak lazım. Herkes kendi sorunu çözsün zamanı değil artık.  Fatsa’nın meselesi hepimizin meselesidir. Fatsa‘da şu anda siyasi görüş, dil, din, ırk farklılıklarına bakılmaksızın aynı dertten musdarip insanlar bir aradalar. Çünkü madenin kapasite artırma hamlesiyle birlikte binlerce dönümün daha madene kurban edilmesinden bahsediyoruz.

Aİ: Yani bu belayi en azından arkamızda bıraktık diye bir durum da yok. Önümüzde daha büyük bir bela duruyor.

DD: Evet ve yeni alanlar oldukça geniş. Yani şu anki madenin bulunduğu yer Fatsa sınırında ve o sınırın etrafını tamamen kaplamayı hedefliyorlar. O civardaki o bölgedeki köylerin tamamını kapsayacak bir alan bu. 14 yıllığına şirkete verilecek olan bu alan yeni maden sahası olarak ilan edilecek eğer durduramazsak.

Aİ: 14 yıl burayı geri dönüşü olmaz şekilde yok etmek için yeterli bir süre maalesef.  

DD: Evet öyle. Bu bölgede aslında sadece fındık üreticiliği değil, bal ve daha pek çok farklı üretim alanları var. Dolayısıyla her türlü üretici çok tedirgin şu anda. Bu tedirginlik yanyana duruşu da beraberinde getirdi. Şimdi bir platform ve dernek oluşturuluyor. Her kesimden insan bir arada olacak. Türkiye’deki benzer madencilik deneyimlerini inceliyorlar. Geçtiğimiz günlerde aslında iptal edilmemiş olsaydı ayın 12’sinde Kazdağları‘ndaki mitingde olacaklardı. Böyle genişleyen ve birleşen bir hareket ve oluşum var Fatsa’da. Bugün Bergama’da, Burhaniye‘de, Kazdağları‘nda Artvin’de hemen her noktada ya da Munzur‘da benzer dertleri yaşayan, yaşam alanları, suları ve toprakları ellerinden alınan insanların birbirine dokunup o mücadeleyi birlikte vermeye ihtiyacı var. Ve tabii ki sadece bölgede yaşayan insanlara değil, meslek odalarına, sendikalara, siyasi partilere ve bilim insanlarına da çok iş düşüyor. Bu insanların ve bu toprakların hayatı tehlikede. Her birimiz yaşamın yeniden yeşerebilmesi birlikte mücadele etmeliyiz. Aksi takdirde madenin, barajın, HES’in ve benzer projelerin altında hep birlikte kalacağız. Bunun kaçarı yok.

Aİ: Evet. Birlikte batacağız ya da birlikte çıkacağız. Buna rağmen bu sanki sadece kırsaldaki yereldeki insanların sorumluluğuymuş gibi algılanıyor. Oysa bu herkesin meselesi. Peki, biz kentliler ne yapmalıyız? Nasıl parçası olacağız bu mücadelenin?

DD: Şimdi öyle bir atmosferin içindeyiz ki sadece enflasyon konuşuluyor televizyonlarda. Yahu biz bir tarım ülkesiyiz. Bu topraklar hepimizin. Burada üretilenler hepimizin. Yaşayabilmek için o coğrafyadaki köylünün sesine ihtiyacımız var. Bu topraklar, bu su, bu hava hepimizin. Hani, kentliler olarak bizim omuzlarımıza yüklenen yük de bu. Bir şekilde köylünün toprak emekçisinin sesini gündemde tutmamız gerekiyor. Bununla ilgili kamuoyu baskısı oluşturmak için her şeyi yapmamız gerekiyor.

Sudan Gelen programının dökümünü yaparak bu röportajın metne çevrilmesine emek sunan Sabancı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler / Barış ve Çatışma Çalışmaları Yüksek Lisans öğrencisi ve İstanbul Politikalar Merkezi stajyeri sevgili Bişenk Ergin’e çok teşekkür ederiz.

(Yeşil Gazete)

Akgün İlhan
Akgün İlhanhttps://akgunilhan.blogspot.com
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı’nı 1996’da bitirdi. Önce Hacettepe Üniversitesi Eğitim Programları bölümünde (2002) ve sonra İsveç Enstitüsü bursu ile Lund Üniversitesi Uluslararası Çevre Bilimi (2005) ana bilim dalında yüksek lisanslarını tamamladı. UNESCO Su Bilimleri Bölümü’nde (Paris) tüm dünyada 100’den fazla büyük nehir havzasını kapsayan su yönetimine halk katılımı temalı “Çevre, Yaşam ve Politika için Hidroloji”(HELP) adlı bir projeyi yürüttü. 2005’te Barselona Otonom Üniversitesi (UAB) Çevre Bilimleri ve Teknolojileri Enstitüsü’nde (ICTA) Politik Ekoloji dalında başladığı doktorasını Katalan Hükümeti bursu ile tamamladı (2010). Aynı dönemde (2005-2008) Avrupa Birliği fonlu Bütünleşik Sürdürülebilirlik Değerlendirme Yöntem ve Araçları (MATISSE) adlı projede araştırma görevlisi olarak çalıştı. İspanya’da Eco-union adlı STK’da profesyonellere yönelik eğitim programları da veren Akgün (2006-2009), 2012-2018 arasında da Su Hakkı Kampanyası’nda (İstanbul) çalıştı. Çeşitli dergi ve kitaplarda yazıları olan Akgün, ”Yeni Bir Su Politikasına Doğru: Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler” (2011) adlı kitabın yazarıdır. Ayrıca Açık Radyo’da önce Su Hakkı’nı (2012-2018) hazırlayıp sunmuştur. 2018 yılından bu yana ise Sudan Gelen adlı programın yapımcısıdır. Akgün ayrıca 2016 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü’nde ”Çevre ve Turizm” ile ”Sosyal ve Çevresel Perspektiflerden Sürdürülebilirlik” adlı lisans dersleri vermektedir. Akgün aynı zamanda 2019-2020 Mercator-İPM Araştırmacısı olarak Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde çalışmaktadır.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Batı Karadeniz Çevre Gönüllüleri Platformu kuruldu

Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen,...

‘Yurttaş İnisiyatifi’, ekokırımın suç sayılması için açılan davaya destek bekliyor

Ekokırımın suç olarak yasalaşması için Ankara 4. İdare Mahkemesi'nde yurttaşların açtığı davanın duruşması 5 Aralık'ta, saat 11.00'da görülecek.

Cengiz Holding’i protesto edenlere ‘Halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ten soruşturma

Eti Bakır A.Ş.'nin Eskişehir-Alpagut'ta açmak istediği siyanürlü altın madenini protesto edenlere açılan soruşturmada aktivistler 'halkı galeyena getirmek'le suçlanıyor.

Plastik Anlaşması Zirvesi’ne fosil yakıt ve kimya lobicisi yağdı

Busan'daki BM görüşmelerinde en büyük grubu oluşturan plastik lobisi, üretimin kısıtlanmaması ve atık yönetimine odaklanılması için bastırıyor.

Cengiz Holding’in Kazdağları’ndaki feldspat ocağı projesinin yürütmesi durduruldu

Bayramiç-Yanıklar Köyü'nde açılmak istenen feldspat ocağına verilen 'ÇED Gereksiz' kararı yargıdan döndü. Gerekçe, ÇED kararı hukuksuz ve uygulanması telafisi güç sonuçlar doğurur.

EN ÇOK OKUNANLAR