Ana Sayfa Blog Sayfa 19

Prof. Dr. Fuat Keyman vefat etti

Siyaset bilimci, yazar Prof. Dr. Fuat Keyman, 65 yaşında hayatını kaybetti.

Bilim Akademisi üyesi, Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve uluslararası ilişkiler profesörü olan Keyman aynı zamanda İstanbul Politikalar Merkezi‘nin de yöneticisiydi.

Uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi alanında Türkiye’nin önde gelen isimlerinden olan Keyman, bir süredir kanser tedavisi görüyordu.

Fuat Keyman, demokratikleşme, küreselleşme, uluslararası ilişkiler, Türkiye-AB ilişkileri, Türk dış politikası ve sivil toplum gelişimi konularındaki uzmanlığıyla biliniyordu. Akil İnsanlar Heyeti üyesi olarak ‘Çözüm Sürecinde’ de görev almıştı.

Fuat Keyman kimdir?

Prof. Dr. Fuat Keyman, yüksek lisansını Orta Doğu Teknik Üniversitesi‘nde tamamladı. 1991 yılında Carleton Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler ve karşılaştırmalı politika alanında doktorasını aldı.

Akademik kariyerine 1994 yılında Bilkent Üniversitesi‘nde başlayan Keyman, 2002 yılına kadar burada siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümünde ders verdi. Ardından 2002-2010 yılları arasında Koç Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler bölümünde görev yaptı.

Fuat Keyman, son olarak Sabancı Üniversitesi’nde rektör yardımcılığı görevini yürütüyordu ve uluslararası ilişkiler alanında dersler veriyordu.

Türkiye akademisinin saygın isimlerinden biri olan Keyman, küreselleşme, demokrasi, modernleşme ve Türkiye’nin dış politikası üzerine yaptığı analizlerle ulusal ve uluslararası platformlarda tanınan bir akademisyendi. Akademik başarılarıyla pek çok ödül kazandı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında aktif rol oynayarak toplumsal ve siyasal meseleler üzerine fikirlerini paylaştı.

Yaşamı boyunca pek çok öğrenci yetiştirirken, uluslararası düzeyde birçok konferansta yer aldı.

Muğla’nın altı ilçesinde orman yangını

Muğla‘nın Kavaklıdere, Köyceğiz, Ortaca ve Dalaman ilçelerinde dün gece orman yangını çıktı.

Sabaha karşı ise Gökova ve Milas’ta da yangın başladı.

Yangınların, bölgede etkili olan fırtına şeklindeki aşırı rüzgar nedeniyle devrilen ormanların içindeki elektrik hatlarından dolayı çıktığı düşünülüyor.

Dalaman’da yangın saatlerdir sürüyor

Muğla Valisi İdris Akbıyık, Dalaman’daki yangını kontrol altına almaya çalıştıklarını söylerken, “Yangın, çok geniş bir alanda. Yüksek bir rüzgar var. Bu da maalesef mücadeleyi zorlaştırıyor. Şu ana kadar iki hanede 11 vatandaşımızı tahliye ettik.” dedi.

Dalaman’da dün akşam saatlerinde başlayan orman yangını gece boyunca devam etti. Günün ilk ışıklarıyla beraber söndürme çalışmaları hem havadan hem de karadan sürüyor.

Kavaklıdere ve Köyceğiz’de alevler söndürülürken Ortaca’nın Okçular mahallesi ile Dalaman’ın Taşbaşı Elcik mahallelerinde çıkan yangınlar şiddetli rüzgarın etkisiyle kısa sürede büyüdü.

Yangında bir ev ve ahır tamamen yanarken, alevlerin şimdilik ulaşım yerlerini tehdit etmediği öğrenildi.

Alevler yerleşim yerlerine sıçradı.

İhbar üzerine bölgeye arazözler, itfaiye ekipleri ile çok sayıda yangın söndürme işçisi sevk edildi.

Dalaman Belediye Başkanı acil hava desteği istedi

Ortaca’ya bağlı Okçular Mahallesi’nde yangının gece saatlerinde kısmen kontrol altına alındığı duyuruldu.

Yangın bölgesinde şiddetli rüzgarın devam ettiğini belirten Dalaman Belediye Başkanı dün gece yangın sırasında yetkililere seslenerek, “Çok acil hava desteğine ihtiyacımız var. Yoksa yangın daha da büyüyecek. Çok şiddetli rüzgar var, yangının durma şansı yok” çağrısı yapmıştı.

Durmuş özellikle çevre mahallelerde traktörü, su tankeri bulunan vatandaşların da yardım için Taşbaşı Mahallesi’ne gelmesini istemişti.

Muğla Valisi İdris Akbıyık ise kentte devam eden orman yangınını kontrol altına almaya çalıştıklarını söyledi:

“En büyük yangın Dalaman’da. Tüm ekiplerimiz burada. Orman Bölge Müdürlüğümüzün kara araçları, itfaiye, arazöz, iş makineleri Büyükşehir Belediyemizin, tüm civar belediyelerimiz, AFAD kriz merkezimiz toplandı, başında bir vali yardımcımız var.”

Akbıyık, emniyet ve jandarmanın arazöz ve itfaiyelerinin de bölgede olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:

“Yangını kontrol altına almaya çalışıyoruz. Yangın, çok geniş bir alanda. Yüksek bir rüzgar var. Bu da maalesef mücadeleyi zorlaştırıyor. Şu ana kadar iki hanede 11 vatandaşımızı tahliye ettik. Eski bir, iki yanan yapı var. Allah’a şükür, can güvenliğiyle ilgili şimdilik bir sıkıntı yok. Taşbaşı Mahallesi’nde diğer haneleri de tahliye edebiliriz. Yangının durumuna göre hareket edeceğiz.”

Yangına 49 arazöz 15 su ikmal aracı 5 dozer ve 288 orman personeli kararan müdahale ediyor. Sabah gün doğumuyla birlikte 6 uçak ve 1 helikopter havadan söndürme çalışmalarına başladı. Bölgede şiddetli rüzgarın etkisi söndürme çalışmalarını zorlaştırıyor.

Gökova Körfezi yanıyor

Muğla Gökova Körfezi Turnalı mevkiinde çıkan orman yangını söndürme çalışmaları da devam ediyor.

Sarp arazinin de bulunduğu yangın bölgesinde 23 arazöz 6 su ikmal aracı 2 dozer ve 131 orman personeli karadan müdahale ederken, 5 helikopter ve 1 uçak havadan söndürme çalışmalarına katılıyor. Burada da şiddetli rüzgar etkili oluyor.

Muğla İl Jandarma Komutanlığı olay yeri inceleme ekiplerinin de bölgeye sevk edildiği öğrenilirken, bölgede yanıcı bir maddenin olup olmadığı da araştırılacak.

Yapılan ilk incelemelerde yangının gece etkili olan fırtınada ağaçların enerji hatları üzerine devrilmesinin ardından başladığı ifade edildi. Çevre sakinlerinin ifadelerini de dikkate alan jandarma ve itfaiye ekipleri ağaç devrilen bölgelerde çalışmalarını yoğunlaştırdı.

‘Bütçe görüşmelerinin temel gündemi okul yemeği olmalı’

Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu, 2024 Çalıştay Raporu’nu yayımladı.

Raporda, bütçe takviminin başlatıldığı şu günlerde, bütçenin en önemli maddesinin okul yemeği için kaynak ayrılmasını ve çocuklarla gençlerin okullarda temiz suya erişiminin sağlanması olması gerektiği vurgulandı.

Kamu tasarruf genelgesinin yayınlanması ile birlikte tasarruf gerekçesiyle taşımalı eğitimde uzun yıllardır süren ikili eğitim gören öğrencilerin okul yemeği uygulaması kaldırılmıştı.  Deprem bölgesinde okul öncesi ile sınırlı olan okul yemeği uygulaması ise 2024-2025 eğitim öğretim yılı başından itibaren okullarda uygulanmıyor.

Çalıştay’ın sonuç raporunda okul yemeği için kaynak ayrılmasının tercihten öte eğitim hakkının gereği olduğuna dikkat çekildi; okul yemeğinin sağlıklı beslenmenin, genel sağlığın, çocukların ruh sağlığı ve iyilik durumunun ayrılmaz bir parçası; okullaşmada ve okul terkinin önlenmesinde en etkili kamusal önlem olmasının yanı sıra akademik başarı için de en başat tedbir olduğu kaydedildi.

Beslenme yetersizliği çeşitli sağlık ve davranış sorunları yaratıyor

Yetersiz beslenmenin çocuklar üzerindeki etkisi ise şöyle ifade edildii:

“Yetersiz beslenme çocuklarda düşük enerji seviyeleri ve genel umutsuzluk hali yaratabilir. Çocuklar açlık, yetersiz beslenme nedeniyle depresyon belirtileri yaşayabilir. Düşük serotonin seviyeleri depresyon ve kaygıya neden olabilir. Serotonin eksikliği yaşayan çocuklar sosyal etkileşimlerde zorlanır, uyum problemleri yaşar. Balık, muz,süt ürünleri ve fındık gibi besinler serotonin üretimini destekleyen gıdalardır.

Beslenme yetersizliği, özellikle Omega 3 yağ asitleri ve çinko gibi mikrobesin eksiklikleri, dikkat eksikliğine, davranış bozukluğuna, hiperaktivite bozukluğuna neden olabilir. Dürtüsellik, saldırganlık gibi sorunları tetikleyebilir. Çinko eksikliği davranışsal ve sosyal uyumsuzluklara yol açabilir. Duygusal çekilme ve sosyal izolasyon özellikle yetersiz B vitamini ve magnezyum ile ilişkilendirilmektedir.”

Kanunlara yazılıyor ama uygulanmıyor

Okul yemeği programı; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 6, 24 ve 27. maddeleri ile düzenleniyor. İmza altına alınan maddelerde, çocukların sağlıklı gelişim haklarını güvence altına almak, çocukların sağlıklı beslenme ve sağlık hizmetlerine erişim hakkını sağlama, ayrım gözetmeme, çocuğun yüksek yararı ilkesi, yaşama ve gelişme hakkı ve katılım hakkı ilkesi esas alınıyor.

Türkiye, BM Ekonomik Sosyal Kültürel Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşmesi‘ni (12. Madde 2 A fıkrası: Çocuğun Sağlıklı Bir Şekilde Gelişmesini Sağlamak) 2003 yılında imzaladı ve 2006’de onayladı. Ekonomik, sosyal ve kültürel hakların korunmasını ve geliştirilmesini amaçlayan sözleşme yeterli yaşam standardı ve gıda hakkını içeriyor, devletlerin bu hakları sağlama yükümlülüğünü belirtiyor.

Ayrıca, Milli Eğitim Temel Kanunu, Çocuk Koruma Kanunu, Umumi Hıfzısıhha Kanunu ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu okul yemeğinin sosyal devletin temel sorumluluğu olduğunu vurguluyor.

Anayasa’da okul yemeğinin devletin temel sorumluluğu olduğunu açıkça belirten çok net bir genel çerçeve çizilirken, okul yemeği programının, dezavantajlı bölgelerden ve okul öncesi eğitimden başlayıp yaygınlaştırılarak tüm çocuklara okul yemeği sağlanacağı konusu, Sağlık Bakanlığı sağlıklı beslenme programları kapsamında, 11. Kalkınma Planı’nda (2019-2023), 2023 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Planı’nda, 2023 Eğitim Vizyon Belgesi’nde, Milli Eğitim Bakanlığı Stratejik Planı’nda (2015-2019), Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı’nda (2018-2023) düzenleniyor.

Tüm bu belgelerde okullarda ücretsiz bir öğün yemek sağlanacağına ilişkin taahhütler bulunuyor.

20. Eğitim Şurası‘nda da MEB’de bu konuya dair bir hedef konmuş ve karar
alınmıştı.

Dünyada okul yemeği veren ülkeler

 

Dünya genelinde 418 milyon çocuk okul yemeğine ulaşabiliyor. Japonya’da 20. yüzyılın ilk yıllarından, Norveç’te 1890’lı yıllardan, Şili ve Hindistan’da 1920’li yıllardan, İsveç’te 1937, ABD’de 1939, Brezilya’da 1955, Kenya’da 1980, El Salvador’da 1984, Pakistan’da 1994’ten bugüne 100’ü aşkın ülkede okul yemeği programları uygulanıyor. 

Temiz suya erişim de çocukların kamusal hakkı

Okul yemeği ile birlikte temiz suya erişimin de tüm çocukların kamusal hakkı olduğu kaydedilen raporda, sağlıklı bir bireyin günde ortalama 2- 2,5 litre arasında su içmesi gerekirken, okullarda içme suyuna erişim, kontrol-izleme sistemleri bulunmadığı, suya bulaşması olası toksik kirletici sayısı çok fazla olduğu kaydedildi.

Koalisyon, bunun önüne geçilmesi için okul su sistemleri ve toksik kimyasal maddeleri tutma kapasitesine sahip arıtma/filtreleme sistemleri kurulması, çocukların temiz içilebilir suya erişimini sağlayacak uygunlukta belirlenecek noktalara su sebilleri ve çeşmeler yapılması gerektiğini vurguladı.

Talepler

Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu’nun iktidar bloğundan talepleri şöyle:

  • Okul yemeği lütuf değil tüm çocukların, gençlerin kamusal hakkıdır. Okul yemeği kamusal haktır ve okul yemeği programlarını uygulamak sosyal devlet ilkesinin gereğidir. Kamu eliyle, kamu kaynaklarıyla okul öncesinden yükseköğretime tüm öğrenciler için okul yemeği programları bir an önce hayata geçirilmelidir.
  •  Çocukların sağlıklı beslenmesinin sağlanması “bütçe yetersizliği” meselesi olarak değil, sosyal devletin yerine getirmesi gereken öncelikli kamusal görev olarak görülmelidir. Bütçe görüşmelerinin ana gündemlerinden biri okul yemeği olmalı, okul yemeği için yeterli bütçe ayrılmalıdır.
  • Türkiye, Uluslararası Okul Yemeği Koalisyonu’nun katılımcı ülkelerinden biri olmalı; bu üyelikten kaynaklı olarak gerekli kamusal yükümlüklerini yerine getirmelidir.
  • MEB’e bağlı bir Beslenme Genel Müdürlüğü (illerde olacak şekilde) birimi oluşturulmalı, yeterli sayıda beslenme ile ilgili gıda mühendisi, beslenme ve diyet uzmanı, hekim, aşçı ve mutfak personellerinin kadrolu, güvenceli istihdamı sağlanmalıdır.
    Yapılacak tüm çalışmalar sağlık ve beslenme mevzuatına uygun olarak yürütülmelidir.
  • Fiziki mekân açısından uygun okullarda acilen yemekhane mekanları oluşturulmalı; fiziki mekanı uygun olmayan okullarda ise il ve ilçe bazında uygun yerleşim noktalarında merkezi mutfaklar oluşturulmalı; okullara bu noktalardan uygun taşıma araçlarıyla okul yemeği ulaştırılmalıdır.
  •  Okullarda ve illerde kurulacak merkezi mutfaklarda verilecek hizmet bir kamu görevi olarak görülmeli; okul yemeği programı MEB’e bağlı olarak kurulacak olan Beslenme Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmelidir.
  • Okul yemeği programlarında topraktan sofraya uzanan süreçte ekolojik bir bakış açısı esas alınmalı; bu amaçla yerelde agroekolojik üretim yapan küçük üreticiler ve kooperatifler (toprak onarımı, çiftçilerin kalkınması, su varlıklarının kirlenmesinin önlenmesi, biyoçeşitliliğin korunması, kamusal faydalar) desteklenmelidir.
  •  Okullarda çocukların suya erişimini sağlayacak uygunlukta sebil ve çeşmeler oluşturulmalıdır.
  • Ülkemizdeki içme suyu varlıklarındaki toksik kimyasal madde içeriğine dair bir kirlilik haritası çıkarılmalı; su kirliliğinin yoğun olduğu bölgelerde kısa vadede okullara toksik kimyasalları tutacak filtrasyon sistemleri kurulmalı; uzun vadede de yerel yönetimler ve ilgili kamu kurumlarının işbirliği ile benzeri sistemler tüm iller bazında oluşturulmalıdır.
  •  Türkiye’deki su varlıklarının kirletilmesinin önlenmesi Sağlık Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre- Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile yerel yönetimler tarafından etkin ve titiz bir şekilde takip edilmeli; Türkiye’deki yeraltı yerüstü su varlıklarında izlemesi yapılan toksik kimyasal maddelerde uluslararası akademik literatürde ve uluslararası sağlık ve gıda güvenliği alanında çalışan kurumlarda belirtilen etken maddelerin tamamının dikkate alınarak güncellenmesi sağlanmalı; eksik olan PFAS, pestisitlerin tamamı gibi çocuk sağlığını tehdit eden toksik kimyasalların kontrol ve izleme faaliyetleri yapılmalıdır.
  • Okul yemeği programları ve sağlıklı suya erişim uygulamaları okul aile birlikleri, meslek örgütleri, sendikalar, DKÖ’lerin denetimine açılmalı; yalnızca valilik kontrolünde değil, beslenme genel müdürlükleri kapsamında da olması sağlanmalıdır.
  • İlgili kamu kurumlarının gıda ve su alanında yürüttüğü kontrol, denetim ve izleme faaliyetlerinden elde edilen sonuçlar ve yapılan çalışmalar kamuoyu ile düzenli bir şekilde şeffaf olarak paylaşılmalıdır.
  • Okullarda sağlıklı beslenme dersi, zorunlu dersler arasında yer almalı; Sağlık Bilgisi ve Hayat Bilgisi gibi derslerde su ve beslenme temel bir ünite olarak yer almalıdır. Ayrıca su ve beslenme konusu okul rehberlik hizmetlerinin ve sınıf rehberliğinin temel bir parçası olmalıdır. Velilere yönelik olarak beslenme konusunda bilgilendirme çalışmaları yapılmalı; okul yemeği programlarının gerekliliği, yaratacağı faydalar ve çeşitli ülkelerde var olan deneyimler hakkında bilgilendirici yayınlar yapılmalıdır.

Koalisyon, Türkiye’de tüm okullarda ayrımsız, amasız, fakatsız şekilde sağlıklı su ve yemek sağlanmasını, bunun yanında Türkiye’nin Uluslararası Yemek Koalisyonuna katılarak taahhütte bulunmasını talep etti.

 

Türkiye’nin doğal tek fıstık çamı ormanına şimdi de mermer ocağı girişimi

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İzmir‘in Bergama ilçesinde, fıstık çamları ile kaplı olan ve antik kentlerin bulunduğu Kozak Yaylası‘nda mermer ocağı açılması için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci başlattığını duyurdu.

Kozak Yaylası, UNESCO‘nun Dünya Kültür Mirası Koruma Bölgesi‘nde bulunuyor. Bölgenin ‘oksijen deposu’ olarak tanımlanan yayla, dünyanın önde gelen, Türkiye’nin ise tek doğal fıstık çamı ormanına ev sahipliği yapıyor.

Proje alanı Yukarıcuma Mahallesi’ne 2,19, Terzihaliller Mahallesi’nde ise 1,26 kilometre uzaklıkta bulunuyor. 5 milyon 414 bin TL’lik proje kapsamında bölgede “kesme sistemi” ile üretim yapılacak.

Yeraltı kaynakları açısından zengin olduğu için maden aramalarının sık sık yapıldığı Kozak’ta 17 köyde, toplam 10 bin kişi yaşıyor.

Yeşil NoktaMaden şirketlerinden Kozak Yaylası’na rahat yok
Yeşil NoktaKozak Yaylasında Altın Madenlerinin ÇED raporlarına iptal
Yeşil NoktaBergama yine ayakta: Kozak Yaylası’na çevre yolu diye maden yolu yapıyorlar
Yeşil NoktaKozak Yaylası’nda yine maden tehdidi: Antik kent ve fıstıkların ortasında dinamitli granit ocağı kurulacak
Yeşil NoktaKozak Yaylası’na RES projesi: Kuşların göç rotasını tehdit ediyor

Günde 2 milyon tonun üzerinde su kullanılacak

Proje tanıtım dosyasına göre, Eğinka Granit Madencilik’in açmak istediği mermer ocağı için belirlenen ruhsat sahası  96.18 hektar. Bunun 24.75 hektarlık ÇED alanında yılda toplamda 3 bin 500 metreküp (9 bin 450 ton) blok mermer üretimi yapılması planlanıyor.

Orman vasfındaki 24,75 hektarlık proje alanında, 14,7 hektarlık açık işletme alanı, 6,9 hektarlık pasa alanı, 1,04 hektarlık bitkisel toprak depolama alanı, 1,11 hektarlık şantiye alanı ve 1,02 hektarlık stok alanının yer alacak. .

Şirketler, bu tür maden aramaları ve kömür ocakları için ÇED olumlu kararı almak istedikleri alanları, yönetmeliğin açıklarından yararlanarak 25 hektarın altında tutarak başvuru yapıyor. Yönetmeliğe göre, 25 hektar ve üzerindeki sahalar için ÇED süreci yürütülmek zorunda.

Böylece projenin kalanını ÇED sürecinden kaçırmak ve daha sonra “genişletme”, “ek tesisler” gibi başvurularla çalışma yapılacak alanı büyütmek mümkün oluyor.

Kozak’taki proje sahası “İzmir-Manisa 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı”na göre ormanlık olarak işaretlenmiş sahada. En yakın eve ise 290 metre mesafede. Fıstık çamlarıyla kaplı alandaki projenin ömrü 106 yıl olarak belirlenmiş.

Tel kesme ve sayalama işlemleri ile mermer çıkarılmak istenen sahada günde 77 bin 880 litre ayda ise 2 milyon tonun üzerinde su kullanılacak.

Proje dosyasında ÇED Yönetmeliği Ek-V listesi kapsamında; milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, biyogenetik rezerv alanları, biyosfer rezervi, doğal sit ve anıtlar, arkeolojik, tarihi kültürel sitler, özel çevre koruma alanları vb. alanların ÇED alanı içinde bulunmadığı öne sürülüyor. Ayrıca faaliyet alanı ve yakınlarında, proje kapsamında yapılacak faaliyetlerden etkilenmesi söz konusu olabilecek olan ve bir yerleşim biriminin (il, ilçe, mahalle/köy) içme- kullanma sulama suyunun sağlandığı herhangi bir tesis ve kaynak bulunmadığı da iddia ediliyor.

Kozak Yaylası’nda daha önce de taş ocakları açılmak istenmiş, bakanlıkça, yaylanın potansiyel sit alanı olması gerekçesiyle ÇED iptal kararları verilmişti.

 

 

Avrupa’daki su varlıklarının üçte biri kimyasallarla kirletilmiş durumda

Avrupa Çevre Ajansı (EEA), kıtadaki yüzey sularının yalnızca üçte birinin sağlıklı durumda olduğunu açıkladı.

Ajansın yayımladığı yeni raporda, Avrupa’nın nehirleri, gölleri ve kıyı suları ve bunların desteklediği ekosistemlerin kimyasallardan ciddi şekilde etkilendiği uyarısı yapıldı.

Kömür santrallerinden kaynaklanan hava kirliliği ve tarımdan kaynaklanan pestisitler ise başlıca etkenler. İklim değişikliği, suyun aşırı kullanımı ve yaşam alanlarının bozulması da diğer başlıca tehditler arasında yer alıyor

Ajans yetkilileri, hızlı önlemler alınmazsa, topraklarının yüzde 20’si nüfusun yüzde 30’unun her yıl su stresi yaşadığı Avrupa’da tatlı su kaynaklarının dayanıklılığını ve sürdürülebilirliğini iyileştirmek için önlemler alınmazsa, su güvenliği konusunda ciddi zorluklarla karşı karşıya kalınabileceği uyarısı yaptı.

EEA yönetici direktörü Leena Ylä-Mononen, “Avrupa sularının sağlığı iyi değil. Aksine, Avrupa’nın su güvenliğini tehdit eden benzeri görülmemiş bir dizi zorlukla karşı karşıya” dedi.

Önceki gün yayımlanan ‘Avrupa’nın 2024 Su Durumu’ raporunda, yaşamları, ekosistemleri ve ekonomiyi korumak için daha iyi sel riski yönetimine ihtiyaç duyulduğu vurgulanıyor .

Su kalitesini iyileştirmek için son tarihler ​​kaçırıldı

AB’nin Su Çerçeve Direktifi‘ne göre, kıtadaki nehirler , göller, geçiş suları, kıyı suları ve yeraltı sularının 2015 yılına kadar ‘iyi kimyasal statüye’ ulaşması gerekiyordu. Ancak 2010’dan bu yana çok az ilerleme kaydedildi ve Avrupa’nın yüzey su kütlelerinin sadece yüzde 29 yüzde 2021’e kadar iyi bir kimyasal statüye ulaştı, yani aşırı kirlenmedi. Toplam su varlıklarının sadece yüzde yüzde 37’si de “iyi veya yüksek” ekolojik statüye ulaşabildi.

İyileşmedeki yavaş ilerlemenin kısmen sorumluları civa gibi uzun ömürlü kirleticiler. Uzmanlar bunlar olmadan yüzey sularının yüzde 80’inin “iyi duruma” gelebileceğini söylüyor.

Bu durum kıtanın sulak alanları ve buralarda yaşayan türler için kötü bir haber.

Avrupa’nın içme suyunun üçte ikisini sağlayan yeraltı suyu kaynakları ise biraz daha iyi durumda: Şu anda yüzde 77’si “iyi” kimyasal durumda ve rapora dahil edilen 19 AB ülkesinde (ve Norveç‘te) yüzde 91’inde sürdürülebilir miktarlar bulunuyor.

Pestisit kullanımını yarı yarıya azaltma çağrısı

Raporda üye devletlere 2030 yılına kadar besin maddesi kayıplarını ve pestisit kullanımını yarı yarıya azaltma çağrısında bulunuluyor. Ayrıca , su tutulumunu artırmak ve yoğun yağışların ‘akışını yavaşlatmak’ için taşkınlarla mücadele amacıyla, nehirlerin serbest akışını desteklemek, barajları ve kanalları kaldırmak gibi  doğa temelli çözümlerin kullanılması öneriliyor .

İklim değişikliğinin hava düzenlerini bozduğuna ve su kaynakları üzerinde baskı oluşturduğuna vurgu yapılarak ülke liderlerinin kenntsel su yönetimi uygulamalarını da acilen uyarlaması gerektiği uyarısında bulunuluyor.

Önerilerden biri de suyun fiyatının artırılması. Böylece sistem iyileştirmelerine yönelik yatırımların finansmanının artacağı, kaynağın daha bilinçli kullanılmasının teşvik edebileceği belirtiliyor.

 

İklim ve ekoloji örgütlerinden ortak mesaj: Açık Radyo açık kalsın

Açık Radyo’nun Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) kararıyla karasal yayın lisansının iptal edilmesi dinleyiciler, vatandaşlar, milletvekilleri, sanatçılar ve çok sayıda hak savunucusunun yanı sıra iklim ve ekoloji örgütlerinin de tepkisini çekti.

“Türkiye’nin en köklü, bağımsız ve kapsayıcı medya kuruluşlarından biri olan Açık Radyo’ya ilişkin yayın iptalinin yalnızca bir medya organının kapatılması değil, iklim krizi, ekoloji, doğa ve biyolojik çeşitlilik gibi kritik konulara dikkat çeken seslerin susturulması anlamına da geldiğini belirten örgütler, karardan dönülmesini ve radyonun yayınına devam etmesini talep etti.

Yayımlanan ortak bildiride şunlar denildi:

Türkiye’de çevre ve iklim  farkındalığı kazandırmaya öncülük eden, dinleyicileriyle dayanışma ruhunun en güzel örneklerinden biri olan  Açık Radyo, 30 yıldır sivil toplum kuruluşlarının, çevre aktivistlerinin ve doğa savunucularının en güçlü seslerinden biri olmuştur.

Açık Radyo, yayın hayatında bugüne kadar tarafsızlık, kapsayıcılık ve bağımsızlık ilkelerini temel alarak  tüm kesimlere mikrofonlarını açmış; dezavantajlı grupların ve tehlike altındaki canlıların sesi olmuştur. Türkiye’de ekoloji ve iklim mücadelesinden bahsedilecekse Açık Radyo’nun bu mücadelenin ön saflarında yer aldığı ve yer almaya devam etmesi  gerektiği tartışma götürmez bir gerçektir.

Toplumsal adalet, çevre ve iklim adaleti adına savunuculuk yapan bir medya organının kapatılması, ifade özgürlüğüne yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu karar, sadece radyo yayınlarını değil, Türkiye’de iklim kriziyle mücadele eden ve doğayı koruma çalışmaları yürüten sivil toplumun geleceğini de tehlikeye atmaktadır.”

‘İklimin, doğanın, yaşam hakkının savunucusu olan sesi savunuyoruz’

Açık Radyo’nun Türkiye’de çevre mücadelesinin mihenk taşlarından biri olduğuna dikkat çeken örgütler, onun sesinin kısılmasının, toplumsal cinsiyet eşitliği, çevre, halk sağlığı ve insan hakları gibi pek çok konuda yıllardır süregelen tüm çabaları zayıflatmak anlamına geleceğine vurgu yaptı: .

“İklimin, doğanın, tehlike altındaki canlıların, dezavantajlı grupların ve yaşam hakkının savunucusu olan bu sesi savunuyoruz. RTÜK’ün aldığı bu karardan bir an önce dönülmesini ve Açık Radyo’nun bağımsız yayın hayatına kaldığı yerden devam etmesini talep ediyoruz.

17 Ekim 2024 Perşembe günü saat 11.30’dan itibaren aşağıda imzası yer alan kuruluşlar olarak 24 saat süreyle kendi mecralarımızda yukarıdaki talebimizi dile getireceğiz.

Tüm Açık Radyo destekçilerini bu sesi yaygınlaştırmaya davet ediyoruz. Açık Radyo Açık Kalsın”

İmzalayan Kurumlar:

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Çevre Hukuku Ağı
Greenpeace Türkiye
Ekosfer
Hukuk, Doğa ve Toplum Vakfı – HUDOTO
İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği (İDPAD)
Mekanda Adalet Derneği
Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA)
TEMA Vakfı
Türetim Ekonomisi Derneği
Yeşil Düşünce Derneği
YUVA
Yuvam Dünya Derneği
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)
350 Türkiye

Araştırma: Yunusların nefesinde ilk kez mikroplastik bulundu

Deniz memelilerinin nefes almak için su yüzüne çıktıklarında zararlı kirleticileri soluduklarını kanıtlayan araştırmada yunusların nefesinde ilk kez mikroplastik bulundu.

Ön bulguları Plos One dergisinde yayımlanan ABD’li araştırma ekibi, solunan plastiklerin hayvanların akciğerleri üzerindeki etkileri olabileceğini düşünüyor.

Bilim insanları, çalışma kapsamında iki bölgede şişe burunlu yunusların dışarı verdiği hava örneklerini topladı: Florida‘daki Sarasota Koyu, kentsel bir haliç ve kırsal bir bölge olan Louisiana‘daki Barataria Koyu. Araştırmanın sonunda 11 şişe burunlu yunusun dışarı verdiği nefeste mikroplastikler bulundu. Bu da araştırmacıların solunan tekrar plastiklerin havaya karıştığını düşünmelerine yol açtı.

Yeşil NoktaMikroplastikler her yerde: Köpek ve insan testislerinde de tespit edildi
Yeşil NoktaAraştırma: Mikroplastik yiyen planktonlar, nanoplastik olarak sucul ortama geri veriyor
Yeşil NoktaZehirli lastik tozun okyanusa yolculuğu: En kötü mikroplastik kirliliği olabilir
Yeşil Nokta‘Balinalar her gün milyonlarca mikroplastik yutuyor’
Yeşil NoktaHollanda’daki çiftlik hayvanlarının etinde, sütünde ve kanında mikroplastik tespit edildi
Yeşil NoktaOkyanuslardaki mikroplastikler yeni bir salgına yol açabilir
Yeşil Noktaİncelenen 50 deniz canlısının hepsinin bağırsağından mikroplastik çıktı

Guardian’ın aktardığına göre, yunus nefesi örneklerinde bulunan mikroplastiklerin çoğu, özellikle sıcak yıkamalarda büyük miktarda parçacık bırakan , giysi yapımında kullanılan yaygın bir polimer olan polyester olarak tespit edildi.

Yaban hayatında araştırma çok az

Güney Karolina‘daki Charleston Üniversitesi’nden halk sağlığı uzmanı ve çalışmanın ortak yazarı Leslie Hart, “İnsanların  mikroplastik solumasıyla ilgili çalışmalar da çok eski değil, ancak yaban hayatında çok az çalışma yapıldı. Yunusların akciğer kapasitelerinin çok daha büyük olması ve derin nefesler almaları, onların insanlara göre daha yüksek dozda mikroplastiklere maruz kaldıkları anlamına gelebilir” dedi.

Dünya çapında, insanlar ve yaban hayatı, mikroplastikler olarak bilinen küçük plastik kirliliği parçacıklarına havada, suda ve yiyeceklerde maruz kalıyor. Çalışmalar, mikroplastiklerin kentleşme veya gelişmeye bakılmaksızın, Everest Dağı gibi bozulmamış yerlere bile yayıldığını gösteriyor. Bu tür küçük parçacıkların rüzgarla taşınması, her yeri kirletmelerinde en önemli faktör. .

Yeşil Noktaİnsan eli değmemiş yeryüzü katmanlarında mikroplastik bulundu
Yeşil NoktaMikroplastikler bulutlarda: Bulut suyunda litre başına 6,7 ila 13,9 tane mikroplastik tespit edildi
Yeşil NoktaYeryüzünün her yerine tonlarca mikroplastik partikül yağıyor
Yeşil NoktaAntarktika’nın yeni yağmış karında ilk kez mikroplastik tespit edildi

Mikroplastiklere başlıca maruz kalma yolları yutma ve soluma. İnsanlar üzerinde yapılan çalışmalar, plastik solumanın akciğer iltihabına ve diğer solunum sorunlarına yol açabileceğini gösteriyor. .

Hart, yunusların mikroplastiklere nasıl maruz kaldığını yeni yeni anlamaya başladıklarını, çalıştıkları iki  lokasyondan kırsal olanında dışarı verilen nefeste mikroplastik bulunmasının, mikroplastiklerin hava yoluyla taşınmış olma ihtimalini doğruladığını söyledi.

Araştırmacılar, özellikle Barataria Körfezi bölgesindeki yunuslar üzerindeki potansiyel etki konusunda endişeliydi çünkü balinaların akciğer sağlığı, 2010 yılında Deepwater Horizon petrol sızıntısı felaketi nedeniyle zaten kötüleşmişti .

Hart, “Bunun sorunları daha da kötüleştirme potansiyeli var” dedi.

Araştırma sırasında onaylanmış bir yakala/bırak yöntemi kullanıldı ve yunusların nefes deliklerinin üzerine bir petri kabı tutarak hayvanların dışarı verdikleri nefes örneklendi.

Türkiye, kömürden elektrik üretiminde Avrupa rekorunu kırdı

Türkiye, 2024’ün ilk dokuz ayının sekizinde, Avrupa‘nın en büyük kömür yakıtlı elektrik üreticisi oldu.

Enerji düşünce kuruluşu Ember‘a göre, Türkiye’de ocak-eylül döneminde kömürden rekor seviyede; 88 teravat saat (TWh) elektrik üretildi. Bu, 2023’teki aynı döneme göre yüzde 2 daha fazla.

Söz konusu üretim, aynı zamanda Avrupa’da ikinci sırada bulunan ve kömürden 69 TWh elektrik üreten Almanya‘dan yüzde 28, 65 TWh üreten Polonya‘dan da yüzde 36 daha çok.

Emisyonlarda da rekor kırıldı

Kömür yakıtlı santrallerden kaynaklanan emisyonlar da 2024’te şimdiye kadarki en yüksek seviyelerine ulaştı ve 88,4 milyon ton CO2 oldu. Bu da geçen yılın aynı aylarına göre, atmosfere 1.5 milyon ton daha fazla CO2 saldığımızı anlamına geliyor.

Ember’in son raporuna göre, diğer Avrupa ülkelerinin çoğunda kömür yakıtlı üretim ve emisyonlar azalırken, Türkiye’nin bölgedeki emisyonlardaki payı da bu yıl şimdiye kadar yüzde 19’un biraz üzerine çıkarak rekor kırdı.

Yeşil NoktaTürkiye’de kömürden elektrik üretimi düşse de emisyonlar azalmıyor

Kuzey Avrupa‘daki enerji sistemlerinin gelecekte elektrik üretiminde kömür kullanımını daha da azaltması beklenirken, Türkiye’nin böyle devam etmesi halinde Avrupa’daki liderliğinin daha da pekişmesi ve Güney Avrupa‘yı bölgede önemli bir kömür kullanım merkezi haline getirebileceği öngörülüyor.

Ember verilerine göre, Almanya’da kömür kaynaklı emisyonlar 71,5 milyon ton CO2, Polonya’da ise 67 milyon ton olarak gerçekleşti. Bu değerler, her iki ülke için ocak-eylül döneminde kaydedilen en düşük seviye.

Yeşil NoktaTürkiye yenilenebilir enerjide geride kaldı, çok daha yüksek hedefler mümkün
Yeşil NoktaAvrupa’da kömürden elektrik üretimi kaynaklı hava kirliliğinde Türkiye ilk üçte
Yeşil NoktaEmber: Türkiye’nin elektrik üretimi için kömür ithalatı 2022’de iki katına ulaştı
Yeşil NoktaTürkiye, elektrik için kömür üretiminde Dünya’nın ‘ters yönünde’: Üretim iki puan arttı

Toplam üretimdeki pay düşse de yıl sonuna doğru kömür kullanımı artacak

Öte yandan ilk dokuz ayda kömürün Türkiye’nin toplam elektrik üretimindeki payı, hidroelektrik ve güneş santrallerinden gelen daha yüksek üretim nedeniyle 2023’teki yüzde 37’den yüzde 35’e düştü.

Yeşil NoktaTürkiye’nin çıkmazı: ‘Yenilenebilir’ de kömürden elektrik üretimi de ‘rekor kırıyor’
Yeşil NoktaAnaliz: Türkiye’de rüzgar ve güneş ile elektrik üretmek kömürden çok daha ucuz

Bu durum enerji şirketlerinin temiz enerji kaynaklarından üretim yapmalarına olanak tanısa da önümüzdeki kış aylarında hem hidroelektrik hem de güneş enerjisi üretimi yıllık bazda en düşük seviyelerine düşecek. Bu durum da tedarikçileri talebi karşılamak için yıl sonuna doğru kömür kullanımını tekrar artırmaya zorlayacak.

Kömür ithalatının rolü

Yurt içi kömür arzının talebe göre sürekli olarak yetersiz kalması nedeniyle, kömür ihtiyacının yaklaşık yüzde 40’ını karşılamak için kömür ithal etmek zorunda kalan Türkiye’nin Kpler gemi takip verilerine göre, 2024’ün ilk dokuz ayındaki toplam ithalatı 16,7 milyon ton oldu.

Bu toplam, 2023’ün aynı aylarına göre yüzde 5 daha az, ancak enerji şirketlerinin talebinin zirve yapması öncesinde stok yapmalarıyla birlikte yılın son aylarında hacimlerin tırmanmasının da muhtemel olduğu belirtiliyor.

Türkiye’nin en büyük kömür tedarikçisi, yüzde 70 ile Rusya. Onu Kolombiya, Avustralya ve ABD takip ediyor.

Avrupa ülkelerinin tersine yolculuk

Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 35’inin kömürden karşılarken, Almanya’da bu oran yüzde 20, Avrupa’nın ortalaması yüzde 13.

Polonya’da ise kömürün payı halen yüzde 56. Ancak bu ülkede kömürden elektrik üretimi 2022’de yüzde 74’e yakındı ve enerji şirketleri giderek büyüyen ölçekte yenilenebilir enerjiye yöneldikçe bu pay giderek düşme eğilimi gösteriyor.

Yeşil NoktaPolonya kömürden uzaklaşmak için nükleer enerjiye geçiyor
Yeşil NoktaPolonya’nın kömür bölgesi, kömürden tamamen çıkıyor

Buna karşılık Ember, Türkiye’nin elektrik için kömüre olan bağımlılığının artmaya devam edeceğini öngörüyor. Bu beklentinin göstergelerinden en önemlisi de ülkenin toplam elektrik talebinin, elektrik şirketlerinin temiz kaynakları artırabilme hızından daha hızlı artmayı sürdürmesi.

Bu yılın ilk dokuz ayında elektrik talebi 2023’ün aynı aylarına göre yüzde 5 arttı. Avrupa genelindeki büyüme yüzde 2,4, Polonya’daki büyüme yüzde 3 ve Almanya’daki büyüme ise yüzde 0,4 oldu.

Uzun vadede Türkiye’nin elektrik talebi artışı da benzer ülkelerinin çok daha üzerinde gerçekleşti ve 2019’dan bu yana yüzde 13,3 arttı. Bu oran Avrupa’da aynı dönemde elektrik talebindeki yüzde 1,7’lik, Almanya’da ise yüzde 8,2’lik daralmayla keskin bir tezat oluşturuyor.

Ülkede ihracata dayalı imalat ekonomisindeki büyümenin devam etmesi, enerji şirketlerinin ucuz enerji kaynakları geliştirmeye devam etmesi yönündeki baskıyı sürdürecek gibi görünse de özel sektörünün yüksek dış borcu yüzünden şirketler harcamalarını kontrol altında tutması ihtimaller dahilinde. Bu, yakın vadede elektrik üretim sistemlerinde yalnızca sınırlı iyileştirmeler görülebileceği anlamına gelebilir.

Türkiye’nin Paris Anlaşması’na imza atmasına rağmen, kömürden çıkışa yönelik herhangi bir planı bulunmuyor. Aksine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı‘nın Orta Vadeli Programı’nda “temiz kömür” üretiminin artırılarak devam edeceği belirtiliyor. İklim zirvelerinde sunulan ‘Ulusal Katkı Beyanları’na bakılırsa da 2053’te hedeflenen “net sıfır”a ulaşması neredeyse imkansız.

Yeşil Nokta[COP28] Türkiye iklim değişikliği performansında dokuz sıra geriye düştü
Yeşil NoktaKömür ve gaz kurulu gücünü artırmayı planlayan Türkiye karbon nötr hedefine nasıl ulaşabilir?
Yeşil Nokta‘Sunulan Ulusal Katkı Beyanı ile Türkiye’nin 2053’te net sıfıra ulaşması imkansız hale geldi’

 

Genç aktivistlerin ‘Değişimin İklimi: İklimathon’ kampı için başvurular başladı

Genç iklim aktivistlerinin kurduğu İklim Öncüleri, çocuk ve gençlerin akranlar arası dayanışmayla iklim değişikliği ve ekolojik sorunların çözümüne ilişkin hayallerini, fikirlerini ve potansiyellerini harekete geçirecek bir proje başlattı.

“Değişimin İklimi: İklimathon’ adını taşıyan etkinlik kapsamında, 17-27 yaş grubundaki gençlerin dünyadaki değişime öncülük eden bireyler olmaları ve geleceklerini ilgilendiren tüm meselelerde yetkin bireyler olarak kendilerini ifade etmeleri ve fikirlerini geliştirmelerine yönelik fırsatlar tanınacak.

Bu sayede, iklim ve ekoloji alanında geleceğin liderlerinin bugünden yetiştirilerek hayatın her alanında söz almalarının sağlanması ve değişime öncülük eden bireylerin sayısının artırılması hedefleniyor. 

Üç hafta sürecek kampta alınacak eğitimler şöyle: 

  • Sosyal Girişimcilik
  • Sivil Toplum
  • Proje Yönetimi
  • Sunum Teknikleri
  • Evrensel Haklar ve Çoklu Krizlerde Problem Tanımlama ve Çözüm Geliştirme

Kampta uzmanlarla bir araya gelinecek, mentörlerle buluşulacak. 

Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle hayata geçirilecek bir tür “ideathon” olan etkinliğe son başvuru tarihi 31 Ekim 2024. 

Seçilen projeler hayata geçirilmek üzere pek çok destekten de faydalanacak. 

Takvim şu şekilde:  

  • 4-15 Kasım Eğitimler ve Mentorlukler (Zoom)
  • 16-17 Kasım Sunumlar (Zoom)
  • 23 Kasım Final Günü (Hibrit)

Başvuru için 14-27 yaş grubunda olunması gerekiyor. Etkinliğe bireysel ya da 2-4 kişilik ekiplerle başvurulabiliyor. Program, mesai (iş, okul vb,) saatleri dışında, hafta sonu ağırlıklı olarak hafta içi akşam saatlerinde de gerçekleştirilecek.

Başvuru formunu buradan doldurabilirsiniz.

Perşembe’de Yaylama Dokunma-Madene Hayır’ mitingi kutlama şenliğine dönüştü

Ordu‘nun Korgan ilçesi sınırlarında, Aybastı Perşembe Yaylası’nı da olumsuz etkileyecek maden işletmesinin ön çalışması olan maden arama sondajının yargı yoluyla iptali, protesto mitingini şenliğe çevirdi.

“Yaylama Dokunma-Madene Hayır” mitingini organize eden Korgan Aybastı Kabataş Yaylalarını Koruma Platformu, halkın eylemle  yaylalarında maden çalışması istemediklerini bir kez daha vurguladığını belirtti.

Halkın hem alanlarda hem de yargı alanında mücadelesi sonucu sondaj çalışmasıyla ilgili Ordu İdare Mahkemesi’nce “yürütmeyi durdurma” kararı verilmişti. Davanın avukatı Haluk Türkmen, gerekçeyle ilgili “Sondaj ile arama çalışmalarının ÇED gerektirdiği, sondajın meralara ve mendereslere zararı olacağının idarece de kabul edildiği, tahsis kararı değişikliği yapılmadığı, Mera Kurul Kararı öncesi teknik ekibin eksik oluşturulduğu, kurumlardan izin alınmadığı mahkeme kararında belirtilmektedir” demişti.

Yeşil NoktaOrdulular kazandı: Yaylalarda maden sondajının yürütmesi durduruldu
Yeşil NoktaOrdululardan 13 Ekim’de miting çağrısı: Yaylalarımıza dokunma!

Perşembe Yaylası’ndaki ‘Er Meydanı’nda 13 Ekim’de yapılan mitinge yaklaşık 5 bin kişi katıldı.

Mitingde konuşma yapan madene karşı mücadele eden sivil toplum örgütü temsilcileri, belediye başkanları ve uzmanlar, bölgede  artan vahşi madencilik faaliyetlerinin, doğa ve insan yaşamı üzerinde telafisi güç tahribatlara neden olacağını vurgularken, binlerce katılımcı da doğayı koruma kararlılığını ifade etti.

Derneğin Yürütme Kurulu, mitingin değerlendirmesini yaptığı toplantıda, halkın madene olan karşı duruşunun bir kez daha kanıtlandığına dikkat çekti:

“13 Ekim 2024 Pazar günü Perşembe Yaylası’nda yapılmayanı başardık. Geleneksel güreş şenlikleri dışında yaylaların yok edilmesine karşı yapılan bir mitinge tanık olduk” diyen Korgan Aybastı Kabataş Yaylalarını Koruma Platformu sözcüsü Yüksel Dere, madene karşı mücadele sürecine de değinerek, “Korgan yaylarında yapılmak istenen sondaj çalışmaları sonrası açılacak maden işletmesiyle Korgan yaylaları, tamamen yok edilecek, Perşembe Yaylası’nın olumsuz etkilenecekti” dedi.

Dere, platformun birbirine benzemeyen pek çok insanın ilk kez ortak bir amaç için bir araya geldiğini anlattı:

“Madene hayır diyenlerle her kesimle görüşmeler yapıp benzemezlerin bir arada mücadele etmesi için gerekli çalışmaları yürüttük. Katılanlarla beraber üç kez maden sondaj çalışması yapılan yere giderek çalışmayı durdurduk. Mücadelemizin sembolü çadırımızı kurup nöbet tuttuk. Müdahil olanlarla İdare Mahkemesine açtığımız dava sonucu haklılığımız onaylandı ve yürütmeyi durdurma kararı verildi. Vatan toprağını korumak için mücadele ettik, ediyoruz.”

Mitinge gelenlere ve destek verenlere de tek tek teşekkür eden dernek yöneticileri, “Maden sondajının sonlandırılmasının, ruhsatın iptal ettirilmesi mücadelesinin neresinde olduğuna bakılmaksızın içinde olarak büyütülerek devam edeceğini, ayrılmaların değil birleşmelerin kazanacağını bir kez daha vurgularız” dedi.