Ana Sayfa Blog Sayfa 149

‘Kurtar halkımı Musa’

Yazının başlığı bana ait değil. William Faulkner’in bir romanın adı. Belki romanın da değil, öykü kitaplarından birinin adı. Bu kitabı defalarca yayımlamış, önce öykü olarak adlandırmış, sonunda roman olduğuna karar vermiş.

Musa nasıl bir insandı? Bir insan olarak Musa üzerinde düşünmek, korkularını, kendisi için daha uygun olduğunu düşündüğü çok sade çoban yaşamını anlamaya çalışmak ve dağda çobanlık yaparken nasıl bir arayış içinde olduğunu ve akıl yürüttüğünü düşünmek ilginç olabilir. Bu tür düşünmeyi Muhammed için pek yapmıyoruz. Oysa yapılabilir; bütün İslam tarihi boyunca, bütün zamanlarda yaşam tarzı ve bir insan olarak davranışları/ görüşleri ve duyguları üzerine pek çok söz söylenmiş zaten. Oysa artık bu tür sözlere nerdeyse bir tabu gibi yaklaşılıyor. Bütün İslam tarihi boyunca hem kendisi ve öğretisi hem de daha genel olarak İslam’ın nasıl kavranması gerektiği ve bu düşünce ya da inanç ile nasıl ilgilenilmesi gerektiği hakkında inanılmaz bir tartışma geliştirilmiş. Bu alanda çok geniş bir literatür oluşturulmuş. İslam tarihi bütünüyle bu tartışmaların metinleri olarak da okunabilir.

Sufilikten gospel’e

Bu konuya daha fazla girmeden şimdilik şu kadarı söylenebilir: İslamiyet ile ilgili düşünceyi/ felsefeyi ve toplumsal yaşamın/ bireysel yaşamın pek çok boyutunu kapsayan tartışmayı en çok açanlar ve geliştirenler, olgunlaştıranlar İslam’ın Ortodoks yorumundan değil de Sufi yorumundan yana olanlar tarafından gerçekleştirilmiş. Endülüs’te doruğa ulaştığını düşünebileceğimiz Sufi öğreti veya tarz/ yaşam biçimi, bir yandan doğaya ve insanlığın kendi deneyimlerinden oluşan mitolojinin belleğine diğer yandan da felsefeden/ varlıktan başlayarak en temel kavramlarına bakıştaki soyutluğa doğru olağanüstü bir incelme/ rafinasyon geliştirmiş.

Belki bu nedenle adını bildiğimiz İslam ulularının çoğu Sufi geleneğinden geliyor. Bu, bütün İslam alemi; Endülüs’ten ve Kuzey Afrika’dan, Mısır’dan, İran’ın eski kültürüyle incelikle harmanlanmış ve Orta Asya’ya, Hindistan’a kadar yayılan coğrafya için de doğru. Aynı şey, Anadolu’da da geçerli: Yunus Emre’den, Hacı Bektaş’tan, kentli Mevlana’dan başlayarak, bugüne/ Aşık Veysel’e gelene kadar, Anadolu’daki bütün bilgeler/ halk kahramanları bu geleneğin çeşitlenen devamlılığını oluşturuyor.

Ama tekrar Musa’ya dönelim: Musa’yı ilginç kılan nedir acaba, dünyanın bütün halklarının gözünde? Neden Musa, kölelikten özgürlüğe geçme mücadelesi içindeki Afro-Amerikalılar için ilginç bir figürdü? Afro-Amerikalılar kiliseyi ve kilise korolarını Avro-Amerikalılardan oldukça farklı bir biçimde kullanıyor. Koro aynı zamanda, bir “jazz session” gibi de işlev görüyor, belki dünyevi olandan uzaklaşmak ve kendi iç dünyasına ulaşmak için de… Bazen de, sokaklarda ve meydanlardaki protestolarda, ilahilerle/ gospel’lerle yürüyorlar.

Faulkner’in “Kurtar Halkımı Musa” kitabına bir önsöz yazmış olan Necla Aytür, şöyle diyor:

“Afrikalı köleler, kendilerini Mısır’da firavunun esareti altında yaşayan Eski Ahid Musevileriyle özdeşleştirirler. Bu bölümde, tanrının Musevi halkı Mısır’dan çıkarmakla görevlendirdiği Musa’ya söylediği sözler yer alır:

İn aşağı Musa
Git Mısır ülkesine
De ki koca Firavun’a
Bıraksın halkımı özgür.”

Bu, kuşkusuz bir özgürlük talebidir. Ama herkes için bir özgürlük talebidir. Hem Mısır’da köle olan (ama köleliğe de iyice alışmış ve bunun dışında bir yaşam düşünemeyen) Museviler, hem Afro-Amerikalılar hem de belki firavun için bir özgürlük talebidir.

*

Firavun’dan kurtulmanın yolları

Yukarıda yazdıklarımı, elbette, 31 Mart yerel yönetim seçimleri ertesinde, düşüncesiyle ve eylemiyle kendi kendini tutsak etmiş olan bütün halkları, balkonlardan yapılan konuşmaları veya parti merkezinden yapılan açıklamaları gözlemleyerek/ dikkate alarak düşünüyorum. Ve yukarıda saydığım bunca ad ya da kurumsal statü içinde en çok ilgilendiğim figür de firavun.

Gerçekten firavun da kendi düşüncesine, tutkusuna ve ihtirasına, o boş olduğu pek çok kişi tarafından kolayca görülebilen/ anlaşılan kibir ve azametine tutsak düşmüş olabilir mi? Onu bu kadar bönleştiren ve iktidarını korumak için şiddet ve kötülük dolu hale gelen ve yüreğini taşlaştıran davranışlarını, bir çeşit kendi kendini köleleştireme olarak görebilir miyiz?

Her şey henüz belirsiz. Belki yine, Bülent Bilmez’in analizindeki (Artı Gerçek/ Bilmez Hocadan Tarih Tersleri dizisi) “şafaklardan” birine ulaştık ve bundan önceki altı sökmeyen şafak gibi bu defa da şafak sökmeyecek, ama daha da kötüsü, her defasında kaybedilen nice değerli can ve ruh, yine mi bir katliama uğrayacak? İnsanların ruhu ölecek, toplumların ruhu örselenecek ve canlar kaybolacak? Ülke bir bocalamaya, ama daha da kötüsü şiddet ve ölüm sarmalında, kendine ve çevresine zarar veren, dağı-taşı eriten ve havayı zehirleyen, bitkileri ve ormanı kurutan ve yakan bir aşamaya gelmiş mi olacak?

Benjamin Netanyahu, bunu Gazze’de uyguluyor. Putin de Ukrayna’da uyguluyor. Dünyanın sayılamayacak kadar çok mikro-savaş alanında pek çok despot ya da savaş kahramanı asker general/ politikacı-diplomat stratejist de kendi geleceklerini böylece kurabileceklerini ve garantileyebileceklerini düşünüyor.  Bunlara yenileri eklenir mi? Kentleri ve doğası yağmalanmış ve ölmekte olan TC, bir iç ve/veya dış savaş serüveni içinde gelecek arayışına yönelebilir mi?

Bu tür gelişmeler karşısında, kanımca Musa’nın yapabileceği çok fazla bir şey kalmamış oluyor. Musa nasıl çıkarsın Mısır’dan halkını? Bunun için, halkının kendi özgürlüğüne kendisinin karar vermiş olması gerekiyor. Barışçı bir özgürlük. “Gezi”ci bir özgürlük…

*

Tekrar Faulkner’e dönecek olursak, Aytür’ün sözleriyle, avcı aynı zamanda erdemli bir insandır: “hem başka insanlarla hem de vahşi hayvanların temsil ettiği vahşi doğayla ilişkilerini evrensel değerlere göre yürütür.” Bu tür erdemli bir avcı daha tanımıştık Akira Kurosava’nın Mançurya’sında: Dersu Uzala. Dersu da, ormanda yaşayan ve ormanın bütün doğasının şairi gibi davranabilen bir avcı ve avdı.

İnsan firavun gibi değil de her koşulda ve her zaman erdemli Faulkner’in McCaslin’i ya da hem av hem de avcı olabileceğini bilen bir bilgelikle davranabilen Kurosava’nın Dersu’su gibi, özveriyle yaşayabilir. Nasıl karşı durabileceğinin yolunu bulacağımız umudu korumak zorundayız.

Hiç olmazsa bu kadarını Musa’ya ve Musa’yı ilginç bulan dünya halklarına karşı borçlu sayılırız…

Ekolojik bir manifesto: Gül İle Bülbül Cumhuriyeti

Mealen söylüyorum Jean-Jacques Rousseau “Adamın biri bir toprak parçasını çitle çevirip burası benim dediğinde ve diğerleri de buna karşı çıkmadığında hapı yuttuğumuzun resmi oluşmuştur” demişti. Zaman içinde yuttuğumuz hapın en yüksek dozu ise ulus-devlet oldu. Öldürücü olmasa da felç edici bir doz. Öldürücü doz ise teknokapitalizmden gelecek bu gidişle. Tabii aklımızı başımıza devşirmez ve yitirdiğimiz duygu ve diğerkamlığımızı geri kazanmazsak. Antroposenik kibre yenik düşmeyip, ruhumuzu çağın şeytanına satmazsak!

Sorgulanan insanmerkezcilik

Bugünlerde elime bir kitap geçti. Kitap, Ömer Faruk‘un Yeniinsan Yayınevi‘nden çıkan ve ekolojik bir manifesto niteliğindeki Gül İle Bülbül Cumhuriyeti kitabı. Beni kitabı okumaya teşvik edense, isminin yanında, Can Batukan’ın yazdığı önsözden alınan ve kitabın arka kapağına not olarak düşülen cümleler oldu:  “Yazar, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100., Gezi Parkı Şenliği’nin 10. yılında yeni bir başlangıç önerisinde bulunuyor: Hareketli ve hareketsiz canlı türlerinin yanı sıra toprağı, kayaları, havayı, nehirleri ve denizleri de kapsayan yeni bir toplumsallık üzerine düşünmeye davet ediyor.”

Yeni materyalizm üzerine okumalar yaptığım şu sıralar bu cümlelerle karşılaşmak çok hoşuma gitti. Yeni materyalizm kavramı çerçevesinde her nesnenin, hem etkilenme hem de etki etme açısından bütünden ayrı düşünülemeyeceği tartışmaları çok heyecan verici. Bu bağlamda bazı ülkelerde nehirlerin akma hakkı ve canlı varlık olarak tanınıp yaşamaları için hukuki statü kazanması ve bunun anayasal güvenceye alınması da çok güzel gelişmeler.

Kitaba dönecek olursak, Ömer Faruk, kitabın başlarında Deleuze ve Guattari’nin insanmerkezcilik eleştirilerine yer verdikten sonra, Achille Mbembe’nin “canlılar demokrasisi” kavramı üzerinde duruyor. Devamla, Aldo Leopold’un toprağı ve diğer tüm canlı-cansız  varlığı dahil eden topluluk anlayışından bahsediyor. Bu benim aklıma, Henry David Thoreau‘nun her nesnenin kendine içkin bir değeri olduğu ve insanın bu nesnelere bir değer biçemeyeceği temelli savunusunu getirdi. Ömer Faruk’un kitapta yeryüzü ve dünya ayrımı yapması çok dikkatimi çekti. Yeryüzü ona göre, daha saf ve yapaylaştırılmamış bir haldeyken, dünya insan eliyle şekillendirilmiş bir durumu temsil ediyor. Ve bu anlamda yeryüzü merkezli bir bakış açısını önemli buluyor. Bu arada yeryüzü merkezliliği ekoloji felsefesi tarihinde ilk ortaya atan ve Paris Komünü’nün öncülerinden olan Elisiee Reclus‘u anmadan geçmeyelim.

İmgeler ve hayallerin yeniden canlanması

Kitabın işleviyle ilgili Can Batukan’ın şu sözleri çok can alıcı: “Okuyacağınız metin cesaret üzerine kuruludur. Ancak bu, Foucault‘nun sözünü ettiği “doğruyu söyleme” cesareti değil, hayali olanı ya da imgesel olanı bize bir hakikat olarak sunabilme cesaretidir.” [1]

Ömer Faruk’un bu çıkışı, dünya ve özellikle de Türkiye siyasi hayatının güdükleştiği, günübirlik ve bir sıkışmışlık içinde dar kapsamlı politik kararlar alındığı, imgelerimizin basitliğe hapsedildiği, hayallerimizin yok sayıldığı şu zamanda çok önem kazanıyor. Gelin Ömer Faruk’un, Abdüllgaffar el Hayati‘ye atıfla yaptığı ve üzerine çok düşüneceğimiz  şu çağrıyla bitirelim.

” Tahakküm doğayla başlar, kadınla sürer, çocukla diğer nesillere aktarılır. Gül ile bülbülü ilk yok eden ve bu yok edilişe susarak ortak olan ilk kişi ilk suçludur. Fail ve sessiz kalanın beraberliği ise “ilk suç ortaklığı” örgütlenmesidir. Ardından kötülüğün toplumsallaşması, normalleşmesi ve kendisini ‘iyi’ olarak sunması gelir. Bu yüzden Gül İle Bülbül Cumhuriyeti adı altında bir araya gelmeye razı olmak hem bu suçu kabul etmek hem de dünyayı yeryüzüne iade etme açısından mutlaka alınması gereken bir yeni başlangıç adımıdır.” [2]

Bu sınırlı alanda kitaba ancak bu kadar yer verebildim. Ömer Faruk’un ufuk açıcı metnini, gezegeni, insanı, bitkileri, hayvanları ve canlı-cansız tüm nesneleri başka bir yerden ele almak için mutlaka okuyun derim.

*

[1]Ömer Faruk, Gül İle Bülbül Cumhuriyeti, syf.11, Yeniinsan Yayınevi 2023
[2] Ömer Faruk, Gül İle Bülbül Cumhuriyeti, syf.69, Yeniinsan Yayınevi 2023

‘Çevre yanlısı’ davranışların önündeki bilişsel kısıtlar üzerine… – Seda Aksümer

“Çevre yanlısı” davranışlardaki niyet-eylem arasındaki boşluklar iktisat, psikoloji ve sosyoloji alanında açıklanmaya çalışılsa da yetersiz kalıyor. Bu yetersizlikleri nereden anlıyoruz? Çoğu çevre yanlısı davranış değişmiyor, istenilen davranışlar sürdürülebilir olmuyor ve çevreye dair geliştirilen kamu politikaları “politik uğraşılardan” öteye geçemiyor. Bu noktada iklim krizi, atık ayırma sorunu, plastik kullanımı, enerji ve su tasarrufu gibi çevre sorunlarının davranışsal boyutta tespit edilmesi için davranışsal iktisadın bulguları bir katalizör görevi görüyor.

Peki davranışsal iktisadın alametifarikası nedir? Anaakım iktisadın homo economicus (rasyonel insan) tanımının karşısında homo sapiensi (sınırlı rasyonel insan) tanımlayan davranışsal iktisat, bireylerin tam anlamıyla rasyonel olamayacak kadar bilişsel kısıtlarının tüm karar alma süreçlerinde belirleyici olduğunu iddia eder. Davranışsal iktisat, homo sapiensi “gerçekçi insan” olarak kabul ederken, davranışın önündeki engellerin açıklanmasında psikoloji bilimiyle dirsek temasında bulunur.

Hızlı ve yavaş düşünürken neler oluyor?

Nobel Ekonomi Ödülü kazanan, psikolog Daniel Kahneman, homo sapiensin ikili (dual) düşünce sistemine sahip olduğunu ve kararlarımızın hangi zihinsel mekanizmada daha etkin olduğunu ortaya koymuştur. “Hızlı ve Yavaş Düşünme” (Thinking Fast and Slow) kitabında insan zihninin nasıl çalıştığına dair karışıklığı ortadan kaldırarak, oldukça basit bir şekilde zihnin dual sistemini kategorize etmiştir. Dolayısıyla hızlı ve yavaş düşündüğümüzde bu düşünce sisteminin hangisinin karar verme sürecinde işlerlik kazandığı, davranışların açıklanmasında ve iyileştirilmesinde önemli bir işlevsellik kazanmaktadır. Buna göre Sistem 1’ e ait düşünce mekanizmasında; otomatik, sezgisel, zahmetsiz ve duygusal kararlar alınırken Sistem 2’ ye ait düşünce mekanizmasında; kontrollü, zahmetli, yavaş ve çıkarımsal kararlar alırız. Söz konusu bu düşünce sistemlerini anlamak için yaşam pratiğimizdeki karşılıklarına bakmak gerekir.

Günlük hayatımızda sürekli kararlar alıp tercihlerde bulunur ve bunların meydana getirdiği sonuçlar ile hem bireysel hem de toplumsal alanda mücadele ederiz. Beynimiz her defasında tekrarlayan konularla ilgili çoğunlukla karar vermez ve refleksifdir. Bir ulaşım aracı seçmek, hangi yemeği yiyeceğini belirlemek, bisiklet sürmek, çöp atmak ya da karanlıkta bir odadan diğer odaya geçmek… Hepsinde Sistem 1 düşünce mekanizması belirleyicidir ve alışkanlıklarımızın bir çıktısı olarak görülür. Diğer taraftan aldığımız finansal kararlar, hangi üniversitede okuyacağımızı seçerken ya da araba kullanmayı ilk öğrendiğimizde Sistem 2 mekanizması işlerlik kazanır. Dolayısıyla günlük eylemlerimizin çoğunda otomatik ve hızlı kararlar aldığımızı söylemek mümkün.

‘Statüko yanlılığı’nın konforu

Bu düşünce sisteminin ayrıştırılması ile “Neden bazı insanlar çevre yanlısı davranırken bazıları öyle değildir?” sorusu davranışsal iktisadın bulguları ile anlaşılır hale gelir. Alışkanlıklara sahip olmanın avantajı ile hareket eden homo sapiens değişime dirençli, belirsizlik ve risk altında karar verirken eylemsizdir. Bu duruma statüko yanlılığı adı verilir. Örneğin; enerji ve su tasarrufu yapma konusunda çoğumuz için mevcut durum daha az zahmetlidir. Diyelim ki evimizde enerji tasarrufu yapmak ile ilgili en ufak bir çabamız yok ve site yönetimi bir karar alıyor. Tüm dairelerin enerji tasarrufu yapması konusunda teşvik edici ve cesaretlendirici bir program başlatılıyor. Verilen enerji tasarruflu ampuller, enerji verimli cihazlar hatta apartman sakinlerini bilgilendirme süreçleri işe yarıyor mu dersiniz? Hayır, çünkü çoğumuz için mevcut sistemde kalmak daha az riskli ve konforlu. Bu sebeple yeni bir aksiyon almak bizleri risk almaya, daha fazla çaba göstermeye dirençli hale getiriyor. Söz konusu bu bilişsel kısıt kayıptan kaçınma eğilimi ile yakından ilişkilidir. Bu psikolojik fenomen, insanların kayıp hissinin kazanç hissinden çok daha güçlü ve karar alma süreçlerinde belirleyici olduğunu iddia eder.

Kayıp hissinden yola çıkarak; neden sürdürülebilir ve sorumlu tüketim anlayışını hayatlarımıza kanalize edemiyoruz? Çünkü yeşil etiketli bir ürüne ödeyeceğimiz parayı kayıp olarak görüyoruz ve bunun sürdürülebilirliğe faydası bizler için uzak gelecekte belirsiz olarak algılanıyor. Ya da sürdürülebilir seyahat tercihleri, katı atık ayırma ve geri dönüşüm davranışlarımız neden iyileşmiyor? Bu davranışların ekosisteme etkisi direkt olarak hissedilmese de aslında yakın geleceğimizin tehdit altında olması bizim için kayıp olarak görülmüyor. Ve bu kararları alırken çoğunlukla otomatik, hatta ezbere davranıyoruz. Oysaki hanelerde, okullarda hastanelerde, parklarda hatta insanın temas ettiği her alanda tüm çevresel davranışlar ileriye dönük olarak katastrofik etkilere yol açabilecek kadar güçlüdür.

Tüm bu davranışsal ve psikolojik faktörler bir araya gelince neden bazı insanların diğerlerinden fazla çevre yanlısı davranışlar gösterdiği daha anlaşılır olmaktadır. Sonuç olarak iktisadın bir alt disiplini olarak kabul gören davranışsal iktisat, neyi farklı yapıyor da onunla alakalı diğer bilimlerden ve alt disiplinlerden ayrılıyor? Öncelikle söz konusu bilişsel kısıtların tespitini yapıyor sonrasında bu davranışlar hangi kanallar ile değiştirilebilir sorusuna yanıt arıyor. Hem akademide hem özel sektörde hem de kamu politikalarında arzu edilen davranışın nasıl gerçek davranışa dönüşeceğine dair kanıtlar bu sorulara yanıt niteliğindedir.

Diyarbakır’da petrol arama sahasında sızıntı: Petrol Kamışlı Çayı’na aktı

Video haber: Şirvan GÖRER

*

Diyarbakır‘ın Hazro ilçesine bağlı bağlı kırsal İncekavak mahallesinde, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) petrol arama faaliyeti yaptığı sahada, petrol boru hattında dün akşam saatlerinde sızıntı meydana geldi.

Sızan petrol, Silvan ilçesinden de geçen Kamışlı Çayı’na karıştı. Şirket yetkililerince sahada onarım ve temizleme çalışmaları başlatıldı. Petrolün Dicle Nehri’ne ve çevreye yayılmaması için set oluşturuldu. Ekiplerin bölgedeki temizlik çalışmaları sürüyor.

‘İş makinesi petrol boru hattına zarar verdi’

TPAO’dan konuyla ilgili yazılı açıklama yapıldı. Açıklamada, bölgedeki özel bir su hattı projesi çalışması sırasında yapılan kazıda iş makinesinin boru hattına zarar verdiği belirtilerek, şöyle denildi:

“Diyarbakır’ın Hazro İlçesi ile Çaytepe (Katin) Köyü arasında gerçekleştirilen özel bir su hattı projesi kapsamında yapılan kazı çalışmaları esnasında, iş makinelerinin petrol hattına zarar vermesi sonucunda bir sızıntı meydana gelmiştir.

Hızlı bir şekilde harekete geçilmiş olup, petrol akışı derhal kesilmiş ve sızan petrolün çevreye yayılmasını engellemek amacıyla üç farklı noktada hendekler açılarak petrol toplanmıştır. Toplanan petrol, tankerler aracılığıyla üretim istasyonlarına nakledilmekte ve çevreye herhangi bir zarar vermesi önlenmektedir.

Dereye sızan petrolün kontrol altına alınması için Çevre ve İş Güvenliği ekiplerimiz tarafından gerekli önlemler alınmış ve temizlik çalışmaları hızla devam etmektedir. Çevre temizliğinin en geç üç gün içerisinde tamamlanması planlanmaktadır. Bu süreçte çevre hassasiyeti ve kamu güvenliği en üst düzeyde tutulmakta olup sızan petrol için gerekli önlemlerin alındığını belirtmek isteriz.”

‘Hayvanları Koruma Kanunu yetersiz, hayvanlar mal statüsünden çıkarılmalı’

DEM Parti Tunceli Milletvekili Ayten Kordu‘nun gündeme getirdiği ve Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı‘ya yönelttiği sorular, sokak hayvanlarının korunmasına yönelik mevcut yasal düzenlemelerin yetersizliğini ve bu alanda yapılması gereken acil düzenlemeleri içeriyor. Önergede, mevcut 5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasası‘nın, hayvan hakları ve refahı konusunda çağın gerisinde kaldığı ve hayvanları yeterince koruyamadığı vurgulanıyor.

Milletvekili Ayten Kordu, parlamentoya sunduğu yazılı soru önergesiyle, sokak hayvanlarının yaşam koşullarının iyileştirilmesi için atılacak adımları sorguluyor. Kordu’nun önergesi, hayvanların mal statüsünden çıkarılarak canlı bireyler olarak tanınması, kötü muamele ve istismara karşı etkin cezaların konulması, deney malzemesi olarak kullanılmalarının yasaklanması ve eğlence amaçlı sergilenmelerinin önüne geçilmesi gibi önemli başlıkları içeriyor.

hayvan hakları yasası

Kordu, ayrıca Türkiye genelindeki ruhsatlı ve ruhsatsız bakımevlerinin durumunu, bakımevi kurmayan belediyelere uygulanan yaptırımları ve veteriner hekim istihdamını da soru önergesine dahil ediyor. Bu sorular, sokak hayvanlarına yönelik işkence vakaları ve bu vakalara karşı alınan önlemlerle birlikte, sokak hayvanlarının sağlık ve barınma ihtiyaçlarının nasıl karşılandığını detaylı bir şekilde sorguluyor.

‘Hayvanları Koruma Kanunu, sokakta yaşan canları korumak için yetersiz’
[4 Nisan Dünya Sokakta Yaşayan Hayvanlar Günü] ‘Şiddet ve zulüm son bulsun’
Doğanın Çocukları’ndan belediyelere uyarı: ‘Hayvan düşmanı politikalara geçit yok’

Milletvekili Kordu’nun önergesi, hayvan haklarının korunması ve iyileştirilmesi adına mevcut yasal çerçevenin güncellenmesi gerektiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Sorular, sadece mevcut sorunları değil, aynı zamanda olası çözüm yollarını da gündeme getiriyor.

Özellikle sokak hayvanlarının korunması, kısırlaştırma programlarının uygulanması ve hayvanlara yönelik şiddetin önlenmesi konuları, önergenin öne çıkan başlıkları arasında yer alıyor.

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı tarafından Anayasa’nın 98’inci ve TBMM İçtüzüğünün 96’ncı ve 99’uncu maddeleri gereğince yazılı olarak cevaplandırılması istenen sorular şunlar:

  1. Sokak hayvanlarının korunmasına yönelik mevcut yapısal sorunların çözülmesine yönelik yasal bir düzenleme ile ilgili bir planlamanız var mıdır?
  2. Türkiye genelinde hayvanları için yeterli olanaklara sahip ruhsatlı kamu ve özel olmak üzere kaç bakımevi bulunmaktadır? Ruhsatsız ve yeterli olanaklara sahip olmayan kaç bakımevi bulunmaktadır?
  3. Bakımevi kurmayan belediyelerle ilgili herhangi bir yaptırım uygulanmış mıdır? Gerekli yasal sorumluluklarını yerine getirmeyen belediyeler ve kurumlarla ilgili nasıl bir yaptırım uygulanmaktadır?
  4. Bakımevi olmayan belediyeler aşılama ve bakım süreçlerini nerede ve nasıl yapılmaktadır?
  5. Başta sokak hayvanları olmak üzere hayvan refahı koşullarının etkin bir şekilde sağlanması amacıyla Türkiye genelinde kaç veteriner hekim istihdam edilmektedir?
  6. Alanında yetkin sivil toplum örgütleri ve tüm paydaşlar süreçlere ve çözümlere dahil edilmekte midir?
  7. Bakımevleri kurulması için yeterli bütçe ayrılmış mıdır?
  8. Barınaklarda olmayan sokak hayvan popülasyonu için herhangi bir kısırlaştırma planlamanız var mı?
  9. Son 5 yılda sokak hayvanlarına yönelik kaç işkence vakası yaşanmıştır? İşkence yapanlardan kaçına yönelik cezai işlem yapılmıştır?
  10. Dersim’de her geçen gün sayısı artan sokak hayvanlarına ilişkin bir çalışmanız var mıdır?

Tekirdağ’daki yangında on işçi dumandan etkilendi

Tekirdağ‘ın Ergene ilçesi Çerkezköy karayolu üzerinde bulaşık süngeri ve bez üretimi yapan bir fabrikada çıkan yangın, itfaiye ekiplerinin yoğun çabasıyla kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Yangının nedeni henüz belirlenemese de, fabrikada çalışan on işçi dumandan etkilendi ve sağlık ekiplerinin ilk müdahalesinin ardından hastaneye kaldırıldı.

Tekirdağ

Yangın öğle saatlerinde başladı ve kısa sürede fabrikanın büyük bir bölümünü etkisi altına aldı. İtfaiye ekipleri yangını söndürmek için çaba sarf ederken, fabrika içerisinde zaman zaman patlamalar meydana geldi. Durumun ciddiyeti üzerine çevre ilçelerden de takviye ekipler sevk edildi. Yangın nedeniyle fabrikada bulunan diğer işçiler ise evlerine gönderildi.

Fabrikada meydana gelen patlamalar ve yangının hızla yayılması, itfaiye ekiplerinin işini zorlaştırdı. Dumandan etkilenen işçilerin sağlık durumu hakkında detaylı bilgi verilmezken, yaralıların tedavi altına alındığı ve sağlık durumlarının takip edildiği belirtildi.

Tekirdağ

İtfaiye ekipleri, yangını kontrol altına alabilmek için yoğun bir mücadele veriyor. Ekiplerin çalışmaları devam ederken, yangının nedenine ilişkin soruşturma da başlatıldı.

‘Av ganimeti’ ticaretini sürdürmek isteyen Botsvana’dan Almanya’ya tehdit: 20 bin fil göndeririz

Güney Afrika ülkesi Botsvana‘nın Cumhurbaşkanı, koruma konusundaki bir anlaşmazlık nedeniyle 20 bin fili Almanya’ya göndermekle tehdit etti.

Bu yılın başlarında Almanya Çevre Bakanlığı hayvanlardan elde edilen “av ganimetlerinin” ithalatına daha sıkı sınırlamalar getirilmesini önermişti.

Botsvana Cumhurbaşkanı Mokgweetsi Masisi, Alman medyasına yaptığı açıklamada bunun ülkesindeki insanları yoksullaştırmaktan başka bir işe yaramayacağını söyledi. Masisi, koruma çabaları sonucunda fil sayılarında patlama yaşandığını ve avlanmanın filleri kontrol altında tutmaya yardımcı olduğunu öne sürdü.

Fil sürülerinin mülklere zarar verdiğini, ekinlerini yediğini ve bölge sakinlerini ezdiğini söyleyen Masisi, Alman Bild gazetesine verdiği demeçte “Almanlar, sizin bize önerdiğiniz şekilde hayvanlarla birlikte yaşamalı. Bu şaka değil” dedi.

Botsvana

Botsvana İngiltere’yi de tehdit etti

Botsvana, 130 bin fil ile dünya fil nüfusunun yaklaşık üçte birini barındırıyor.

Ülke, daha önce komşu Angola‘ya 8 bin fil vermiş ve nüfusu azaltmak için Mozambik‘e de yüzlerce fil vermeyi teklif etmişti.

“Almanya’ya da böyle bir hediye sunmak isteriz” diyen Masisi, ‘hayır’ cevabını kabul etmeyeceğini söyledi.

Botsvana Yaban Hayatı Bakanı Dumezweni Mthimkhulu da geçen ay, İngiltere Parlamentosu’nun “av ganimeti” ithalatının yasaklanmasını destekleyecek yeni bir tasarıyı görüşmeye başlaması üzerine İngiliz halkının “fillerle birlikte yaşamanın tadına varabilmesi” için Londra’daki Hyde Park’a 10 bin fil göndermekle tehdit etmişti

BBC‘nin aktardığına göre, Botsvana ve diğer Güney Afrika ülkeleri, bir hayvanı vurma izni için binlerce dolar ödeyen ve daha sonra kafasını ya da derisini ülkelerine götüren Batılı zenginlerden büyük gelir sağlıyor. Ülke yetkilileri, bu paranın koruma çabalarına ve yerel halka yardım etmek için kullanıldığını, böylece kaçak hayvan avına fazla yönelmediklerini söylüyor.

Botsvana

Hayvan hakları grupları ise bu uygulamanın zalimce olduğunu ve yasaklanması gerektiğini savunuyor.

Botsvana’nın vahşi yaşamından sorumlu bakan, “Bazı bölgelerde bu hayvanların sayısı insanlardan daha fazla. Yollarına çıkan çocukları öldürüyorlar. Çiftçilerin mahsullerini çiğneyip yiyorlar ve Afrikalıları aç bırakıyorlar” diye konuştu.

Güney Afrika’da gergedan cinayetleri: Nesli tükenmekte olan 499 gergedan katledildi
Yaban keçileri istilasındaki küçük İtalya adası, ‘sahiplendirme kampanyası’ başlattı

Filleri köpek maması yapmayı da düşünmüşlerdi

Humane Society International‘ın 2021 raporuna göre Almanya, Avrupa Birliği’nin en büyük Afrika fili ve genel olarak “av ganimeti” ithalatçısı.

Botsvana bu uygulamayı 2014 yılında yasaklamış, ancak yerel halkın baskısıyla 2019’da kısıtlamaları kaldırmıştı. Ülkede artık yıllık avlanma kotaları düzenleniyor ve bunun lisanslı olduğu ve sıkı bir şekilde kontrol edildiği iddia ediliyor.

Daha önce de fillerin evcil hayvan maması olarak kullanılması düşünülmüştü.

Berlin’deki çevre bakanlığı sözcüsü AFP‘ye yaptığı açıklamada Botsvana’nın konuyla ilgili olarak Almanya’ya herhangi bir kaygı iletmediğini söyledi. Sözcü, “Biyolojik çeşitlilik kaybı endişe verici ve av ganimeti ithalatının sürdürülebilir ve yasal olmasını sağlamak için elimizden geleni yapmak gibi bir sorumluluğumuz var” dedi.

Avustralya, Fransa ve Belçika av ganimeti ticaretini yasaklayan ülkeler arasında.

Botsvana’nın yanı sıra  komşuları Zimbabve ve Namibya ülkelerindeki çok sayıdaki filden para kazanabilmek için fildişi stoklarını satmasına izin verilmesi gerektiğini savunuyor.

Doğu Afrika‘daki diğer ülkeler ve hayvan hakları grupları ise, kaçak avcılığı teşvik edeceği gerekçesiyle buna karşı çıkıyor.

TÜİK açıkladı: Türkiye’de motorlu taşıt kullanımı yüzde 5 arttı

Türkiye İstatistik Kurumu‘nun (TÜİK) bugün (5 Nisan 2024’te) yayımladığı 2022 Taşıt-Kilometre İstatistikleri, Türkiye’de taşıt kullanımındaki artışı ortaya koyuyor.

2022 yılında trafiğe kayıtlı motorlu kara taşıtlarının toplamda 343 milyar 917 milyon kilometre yol kat ettiği belirtilirken, trafiğe kayıtlı motorlu kara taşıtları sayısında bir önceki yıla göre yüzde 5’lik bir artış olduğu görülüyor.

TÜİK taşıt kullanımı

Bu artış, toplam taşıt-kilometre bakımından yüzde 4,3’lük bir yükselişe işaret ediyor. Taşıt türlerine özel olarak bakıldığında; motosikletlerde yüzde 10,6, otomobillerde yüzde 4,1, kamyonetlerde yüzde 3,9, kamyonlarda yüzde 3,7, minibüslerde ise yüzde 0,5’lik artışlar dikkat çekerken, otobüslerin sayısında yüzde 0,2’lik bir düşüş yaşandı.

TÜİK taşıt kullanımı

Taşıt-km ise otomobillerde yüzde 7, motosikletlerde yüzde 4,9, otobüslerde yüzde 3,6, kamyonlarda yüzde 3 artarken; kamyonetlerde yüzde 0,8 ve minibüslerde yüzde 0,2 azaldı.

Rapora göre, otomobiller toplam taşıt-kilometrenin yüzde 55,7’sini, kamyonetler yüzde 20,4’ünü, kamyonlar yüzde 12,4’ünü oluşturuyor. Bu dağılım, bireysel taşıt kullanımının yanı sıra ticari amaçlı taşıt kullanımının da arttığını gösteriyor.

Motosikletlerin yüzde 4,4, minibüslerin yüzde 4 ve otobüslerin ise yüzde 3,2’lik paylarıyla, özellikle kentsel hareketlilikteki çeşitlilik ve bu taşıtların kat ettiği mesafelerin önemi vurgulanıyor.

TÜİK taşıt kullanımı

Dizel yakıtlı otomobillerin yüzde 48,4’lük bir payla öne çıkması, LPG kullanımının yüzde 30,5 ve benzinin ise yüzde 21,1 oranında olduğu Türkiye’deki yakıt tercihlerindeki çeşitliliği ortaya koyuyor. Bu durum, enerji politikaları ve çevresel sürdürülebilirlik açısından önemli bir gösterge niteliğinde.

TÜİK taşıt kullanımı

Yaş gruplarına göre katedilen kilometrelerin analizi, en fazla mesafenin yüzde 37 oranıyla 12 yaş ve üzeri taşıtlar tarafından kat edildiğini belirtiyor. Bu oran, Türkiye’deki taşıt filosunun yaş profili ve yenilenme ihtiyacı konusunda dikkat çekici bilgiler sunuyor. Genç taşıtların daha az mesafe kat etmesi, yeni taşıt alımlarının ve çevre dostu araçlara geçişin önemini vurguluyor.

TÜİK 2023 raporu: Tüm eğitim düzeylerinde kadınların maaşı erkeklerden daha az
[İklim Masası] Kentsel ulaşım, iklim krizine dirençli hale getirilmeli
WRI: 2053 ‘sıfır emisyon hedefi’ne giden yol sürdürülebilir kent içi ulaşımdan geçiyor

TÜİK verilerine göre taşıt kullanımı iklim krizini körüklüyor

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan verilere göre, Türkiye’de motorlu kara taşıtlarının kullanımındaki artış, seragazı emisyonlarındaki değişimlerle de doğrudan ilişkili. TÜİK’in seragazı emisyon envanteri verileri, 2021 yılında Türkiye’nin toplam seragazı emisyonunun CO2 eşdeğeri olarak 564,4 milyon ton olduğunu gösteriyor.

Bu miktar, 2020 yılında toplam seragazı emisyonlarının 80 bin 680 kiloton CO2 eşdeğerini oluşturan ulaştırma kaynaklı emisyonların, 2021 yılında 91 bin 200 kiloton CO2 eşdeğerine yükseldiğini ortaya koyuyor.

TÜİK

1990 yılında ulaştırma kaynaklı emisyonların toplam seragazı emisyonları içindeki payı yüzde 12,8 iken, 2021 yılında bu oran yüzde 16,2’ye çıktı. Bu artış, ulaştırma sektörünün, ülkenin toplam seragazı emisyonlarındaki payının giderek arttığını ve iklim krizi üzerindeki etkisinin büyüdüğünü gösteriyor.

Ulaştırmadan kaynaklanan CO2 emisyonlarının dağılımına bakıldığında ise yüzde 94,8’lik bir kısmının karayollarından kaynaklandığı görülüyor. Havayolu taşımacılığı yüzde 3,1, denizyolu yüzde 1,2, demiryolu ise sadece yüzde 0,4 ile takip ediyor. Kalan yüzde 0,4’lük payı da diğer ulaştırma türleri oluşturuyor.

Yaban keçileri istilasındaki küçük İtalya adası, ‘sahiplendirme kampanyası’ başlattı

İtalya‘nın uzak bölgesindeki bir adanın belediye başkanı, adadaki yaban keçilerinin sayısının artması üzerine keçileri sahiplendirme kampanyası başlattı.

Sicilya Adası’nın kuzeyinde yer alan Eolie Adaları‘ndan Alicudi‘nin Belediye Başkanı Riccardo Gullo, sayım yapılmasının ardından keçilerin nüfusunun 100 kişilik ada nüfusundan altı kat daha fazla olduğunu görünce bu fikrin aklına geldiğini söyledi.

Dağ keçileri  yaklaşık 20 yıl önce bir çiftçi tarafından adaya getirildi. Çiftçi onları serbest bırakınca çoğalmaya başladılar ve kasabayı adeta ele geçirdiler. Şu sıralarda Alicudi’de yıllardır yaşayan hayvanlar, zamanlarının çoğunu volkanik adanın zorlu dağları ve yamaçlarında geçiriyor. Ancak nüfusları arttıkça, bahçelere ve tarım alanlarına zarar vermeye başladılar. İnsanların yaşam alanlarına da girmeye başlayan hayvanların, bahçe  duvarlarını yıkıp evlere girdikleri de oldu.

Gezgin hayvanlar olarak bilinen keçiler önlerine çıkan yapraklar ve meyvelerle besleniyor, dolayısıyla kontrol altına alınmazlarsa bitki örtüsüne zarar verebiliyorlar.

“Bir keçi sahiplenin” kampanyasına başvurular 10 Nisan’a kadar yapılabilecek. Başvuru sahiplerinin taleplerini yerel makamlara e-postayla göndermeleri ve talebin resmileşmesi için yaklaşık 17 dolar damga ücreti ödemeleri gerekiyor.

Kampanya , yerli sürü idare edilebilir bir sürüye (ideal olarak yaklaşık 100) düşene kadar devam edecek. Keçileri alan kişilere hayvanları yakalayıp adadan çıkarmak için 15 gün verilecek.

CNN‘e konuşan Gullo, daha şimdiden keçileri sahiplendirme başvrurusunda bulunanlar olduğunu söyledi: “Kampanyayı ilk duyurduğumuzdan bu yana düzinelerce kişiden başvuru aldık. Vulcano Adası’ndaki bir çiftçi de birkaç keçi alacak. Çok sevilen ricotta peynirinden yapıyor.”

Vulcano, Alucindi ile birlikte Eolie Takımadalarını oluşturan yedi adadan biri. Takımada UNESCO kültür mirası olarak belirlenmiş bir yer.

Belediye başkanı, keçi etinden burger yapan işletmelerin başvurmasına ise sıcak bakmıyor: “İdeal olarak, insanların hayvanları yemek yerine evcilleştirmeye çalıştıklarını görmek isteriz.”

WWF’in iklim yarışmasında Türkiye’den üç finalist: Antalya, İstanbul ve Kadıköy

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından düzenlenen ve yerel yönetimleri iklim açısından güvenli bir geleceğe yönlendirmeyi amaçlayan Tek Dünya Kentleri Yarışması‘nda Türkiye‘den üç belediye; Antalya, İstanbul ve Kadıköy, ulusal finalist olarak seçildi.

Dünya nüfusunun yüzde 55’ini, Türkiye nüfusunun ise yüzde 77’sini barındıran kentler, aynı zamanda sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 70’inden sorumlu. İklim kriziyle mücadelede ve biyolojik çeşitliliğin korunmasında kentlerin oynadığı rol büyük. Bu bağlamda, WWF’in Tek Dünya Kentleri Yarışması, yerel yönetimleri iklim açısından güvenli bir geleceğe yönlendirmeyi amaçlıyor.

2023 – 2024 döneminde dünya genelinden 350’den fazla yerel yönetim, aralarında Antalya, İstanbul ve Kadıköy’ün de bulunduğu bu yarışmada küresel iklim öncüsü olmak için yarışıyor.

Türkiye’den yarışmaya katılan Antalya, İstanbul ve Kadıköy belediyeleri, iklim kriziyle mücadele konusunda iddialı hedefler ve geniş eylem planları ile ön plana çıktı. Antalya, İstanbul ve Kadıköy’ün 2030 yılına yönelik emisyon azaltım hedefleri, enerji kullanımının azaltılması, ulaşımın karbonsuzlaştırılması ve atık yönetimi gibi alanlarda somut adımlar içeriyor.

WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Müdürü Tanyeli Sabuncu, kentlerin emisyon azaltımı konusunda kritik bir role sahip olduğunu vurguluyor. Sabuncu, kentsel dönüşüm süreçlerinde enerji tüketimi düşük binalar, etkin toplu taşıma sistemleri ve akıllı şehir planlaması ile emisyonların azaltılabileceğini belirtiyor.

Antalya, İstanbul ve Kadıköy, Tek Dünya Kentleri Yarışması’nda Türkiye’yi uluslararası alanda temsil ediyor. Yarışma, kentlerin iklim değişikliğiyle mücadeledeki yenilikçi çözümlerini ve sürdürülebilir uygulamalarını küresel bir platformda sergilemelerine olanak tanıyor.

Türkiye’nin ulusal finalistleri, iklim değişikliğiyle mücadelede yerel düzeyde attıkları adımlarla sadece kendi kentlerini değil, uluslararası toplumu da ileriye taşıyorlar. Bu kentler, diğer belediyelere de ilham kaynağı olmayı hedefliyor. İklim krizinin üstesinden gelmek için tüm toplumsal aktörlerin katkısı büyük önem taşıyor. WWF-Türkiye ve finalist belediyelerin bu yöndeki çabaları, küresel iklim hedeflerine ulaşmada önemli bir adım olarak görülüyor.

WWF

Antalya 2050’ye kadar karbon nötr olmayı hedefliyor

“2013’ten beri Avrupa Belediye Başkanları Sözleşmesi’ne (Covenant of Mayors) üye olan Antalya Büyükşehir Belediyesi, Başkanlar Sözleşmesi’ndeki beyanını güncelleyerek Antalya’nın 2030 yılı yüzde 40 emisyon azaltımı, 2050 yılında karbon nötr hedefini taahhüt etti.

Bu kapsamda Antalya; 2021 yılında Sürdürülebilir Enerji Eylem Planı (SEEP)’ı, 2022 yılında da Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı (SECAP)’ı hazırladı. Peyzaj, tarım, ulaşım, enerji yönetimi, atık yönetimi, çevre sağlığı, su yönetimi, deniz kirliliği ve kontrolü, çevre eğitim ve bilinçlendirme gibi birçok alanda örnek uygulamaları kent genelinde yürütmeye ve yaygınlaştırmaya devam eden Antalya, hazırlanan eylem planları ile kentin iklim krizine dirençli bir kent olması için atılacak somut adımlarını ve yol haritasını belirledi.

Antalya ayrıca İklim Dostu Kuruluş Belgesi‘ni alan ilk belediye oldu; 2022 yılında hizmet binasını karbon nötr konumuna getirerek, Türk Standartları Enstitüsü’nden (TSE) ‘İklim Dostu Kuruluş’ belgesi almaya hak kazanan ilk belediye oldu. 2023 yılında da Su ve Atıksu İdaresi olan ASAT da nötr karbon hedefini gerçekleştirerek, İklim Dostu Kuruluş Belgesini almaya hak kazandı.

Karbon Nötr Antalya hedefinde ilerleyen Belediye bu yolda gösterdiği performans ile dünyanın önde gelen şehir iklimi raporlama platformu CDP puanlamasında 2022 yılına göre puan artışı en yüksek şehir oldu.
Çevre ve iklim değişikliği konularında yaptığı başarılı çalışmalardan dolayı ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlardan 20 çevre hizmet ödülü aldı.

Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü çalışmalar arasında şu projeler yer alıyor;

  • 17 Güneş Enerji Santrali, 4 Biyokütle ve 1 atık ısıdan enerji üretim tesisi olmak üzere toplam 53 MWp kurulu güce sahip 22 yenilenebilir enerji üretim tesisi,
  • Güneş enerjisi santralinden elde edilen enerjinin kamu binalarında kullanılması, tarım ve çiftçilere yenilenebilir enerji desteği sağlanması, kapalı devre sulama sistemleri,
  • Deniz kirliliği ve kontrolünde yürüttüğü birçok proje yanında, Türkiye’de ilk olan Elektronik Gemi Denetim Sistemi ile 7/24 gemi kaynaklı kirliliklerin önlenmesi,
  • Salım azaltımını sağlayan çevre dostu ulaşım için akıllı kavşak sistemlerinin artırılması, raylı sistemlerin yaygınlaştırılması, ulaşım modlarının entegrasyonu, enerji verimi yüksek toplu ulaşım araçlarının kullanılması, bisiklet yollarının arttırılması,
  • Enerji verimliliği ve su tasarrufu sağlayan iklim değişikliğine uyumlu kurakçıl peyzaj çalışmaları, binalarda enerji verimliliği etüt çalışmaları,
  • Çevreye duyarlı bir kent bilinci oluşturmada çevre eğitimi ve paydaş katılımında büyük önem taşıyan “Çevre Eğitim ve İnovasyon Merkezi”; iklim değişikliği ile mücadelede yenilenebilir enerji sektörünün yaygınlaştırılması ve desteklenmesi için “Güneş Enerjisi Okulu (Solar School).”

WWF

İstanbul’un İklim Değişikliği Eylem Planı hazır

Yaklaşık 20 milyona dayanan nüfusuyla bir mega kent olan İstanbul “Adil, Yeşil, Yaratıcı Şehir ve Mutlu İstanbullu ” vizyonu ile çalışmalarına devam ediyor. İstanbul, Türkiye’den C40 Kentleri İklim Liderleri Ağına üye tek şehir olarak  “Deadline 2020” taahhüdünü imzaladı ve 2050’de karbon nötr ve dirençli şehir olma hedefini beyan ederek İstanbul İklim Değişikliği Eylem Planı’nı hazırladı.

Şehrin iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama kapasitesini artırma, yeşil ekonomi konusunda ivme kazandırma vizyonunu içeren bu plan, uzun vadede 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmayı hedefliyor.

Eylemlerin hayata geçirilmesine yönelik çalışmaları şeffaf, katılımcı ve kapsayıcılık ilkesinde yürütmek adına “İklim İzleme Raporu” kamuoyuyla her yıl paylaşılıyor.

İstanbul sera gazı emisyon envanterinde en büyük paya sahip olan sabit enerji sektörü göz önünde bulundurularak, İstanbul Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı hazırlandı ve 2024 yılının Mart ayında kamuoyu ile paylaşıldı. Söz konusu planda yenilenebilir enerjiye geçiş ve enerji verimliliği konularına odaklanıldı.

2021 yılında Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası Yeşil Şehirler Ağı‘na üye olan İstanbul, Yeşil Şehir Eylem Planının hazırlanması çalışmalarını sürdürüyor. Yeşil Şehir Eylem Planı, çevresel kaliteyi ve şehrin dayanıklılığını artırmak için su, enerji, atık altyapısı, ulaşım sistemi, binalar ve yeşil alanlarda iyileştirme ve geliştirmeye yönelik projeler ile sosyal politika eylemlerini içeriyor.

WWF-Türkiye’den yerel seçimlerde ‘iklim dostu kentler’ çağrısı
Kadıköy Belediyesi ‘zehirsiz kentler’ için taahhüt veren ilk ilçe belediyesi oldu

Kadıköy Belediyesi sera gazı salımlarını yüzde 40 azaltacak

2012 yılından beri Belediye Başkanları Küresel İklim ve Enerji Sözleşmesi (Global Covenant of Mayors for Climate and Energy – GCoM) üyesi olan Kadıköy Belediyesi‘nin, bu taahhüdü doğrultusunda hazırladığı ve Paris İklim Anlaşması ile gündeme gelen yeni hedeflere uyumlu olacak şekilde güncellediği Sürdürülebilir Enerji ve İklim Değişikliği Stratejisi ve Eylem Planı bulunuyor. Buna göre Belediye 2030 yılına kadar ilçe sera gazı salımlarını yüzde 40 oranında azaltmayı hedeflemekte.

Bunun yanı sıra, 2018 yılında hazırlanan Kadıköy Belediyesi Sürdürülebilir Enerji Eylem Planı karbonun depolanması ve tutulması, enerji talebinin azaltılması, lokal gıda üretimine olanak sağlanması gibi uygulamaları içeriyor. Belediye, GCoM kapsamında iklim değişikliği ile mücadelede yürüttüğü sera gazı azaltım çalışmaları ile uluslararası başarı rozetine layık görüldü.

Azaltım faaliyetlerine eşgüdümlü ve bütüncül bir bakış açısıyla hazırlanan Kadıköy Belediyesi İklim Adaptasyon Eylem Planı’nında ise hissedilen iklim değişikliği etkilerinin hafifletilmesi ve kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi hedeflenmekte. İklime değişikliğine uyum yaklaşımı ile yüksek ve ani değişen sıcaklıkların yönetimi, su kaynaklarının yönetimi, sel ve taşkınların azaltılması gibi eylemlerin üzerinde duruluyor.