Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

‘Kurtar halkımı Musa’

0

Yazının başlığı bana ait değil. William Faulkner’in bir romanın adı. Belki romanın da değil, öykü kitaplarından birinin adı. Bu kitabı defalarca yayımlamış, önce öykü olarak adlandırmış, sonunda roman olduğuna karar vermiş.

Musa nasıl bir insandı? Bir insan olarak Musa üzerinde düşünmek, korkularını, kendisi için daha uygun olduğunu düşündüğü çok sade çoban yaşamını anlamaya çalışmak ve dağda çobanlık yaparken nasıl bir arayış içinde olduğunu ve akıl yürüttüğünü düşünmek ilginç olabilir. Bu tür düşünmeyi Muhammed için pek yapmıyoruz. Oysa yapılabilir; bütün İslam tarihi boyunca, bütün zamanlarda yaşam tarzı ve bir insan olarak davranışları/ görüşleri ve duyguları üzerine pek çok söz söylenmiş zaten. Oysa artık bu tür sözlere nerdeyse bir tabu gibi yaklaşılıyor. Bütün İslam tarihi boyunca hem kendisi ve öğretisi hem de daha genel olarak İslam’ın nasıl kavranması gerektiği ve bu düşünce ya da inanç ile nasıl ilgilenilmesi gerektiği hakkında inanılmaz bir tartışma geliştirilmiş. Bu alanda çok geniş bir literatür oluşturulmuş. İslam tarihi bütünüyle bu tartışmaların metinleri olarak da okunabilir.

Sufilikten gospel’e

Bu konuya daha fazla girmeden şimdilik şu kadarı söylenebilir: İslamiyet ile ilgili düşünceyi/ felsefeyi ve toplumsal yaşamın/ bireysel yaşamın pek çok boyutunu kapsayan tartışmayı en çok açanlar ve geliştirenler, olgunlaştıranlar İslam’ın Ortodoks yorumundan değil de Sufi yorumundan yana olanlar tarafından gerçekleştirilmiş. Endülüs’te doruğa ulaştığını düşünebileceğimiz Sufi öğreti veya tarz/ yaşam biçimi, bir yandan doğaya ve insanlığın kendi deneyimlerinden oluşan mitolojinin belleğine diğer yandan da felsefeden/ varlıktan başlayarak en temel kavramlarına bakıştaki soyutluğa doğru olağanüstü bir incelme/ rafinasyon geliştirmiş.

Belki bu nedenle adını bildiğimiz İslam ulularının çoğu Sufi geleneğinden geliyor. Bu, bütün İslam alemi; Endülüs’ten ve Kuzey Afrika’dan, Mısır’dan, İran’ın eski kültürüyle incelikle harmanlanmış ve Orta Asya’ya, Hindistan’a kadar yayılan coğrafya için de doğru. Aynı şey, Anadolu’da da geçerli: Yunus Emre’den, Hacı Bektaş’tan, kentli Mevlana’dan başlayarak, bugüne/ Aşık Veysel’e gelene kadar, Anadolu’daki bütün bilgeler/ halk kahramanları bu geleneğin çeşitlenen devamlılığını oluşturuyor.

Ama tekrar Musa’ya dönelim: Musa’yı ilginç kılan nedir acaba, dünyanın bütün halklarının gözünde? Neden Musa, kölelikten özgürlüğe geçme mücadelesi içindeki Afro-Amerikalılar için ilginç bir figürdü? Afro-Amerikalılar kiliseyi ve kilise korolarını Avro-Amerikalılardan oldukça farklı bir biçimde kullanıyor. Koro aynı zamanda, bir “jazz session” gibi de işlev görüyor, belki dünyevi olandan uzaklaşmak ve kendi iç dünyasına ulaşmak için de… Bazen de, sokaklarda ve meydanlardaki protestolarda, ilahilerle/ gospel’lerle yürüyorlar.

Faulkner’in “Kurtar Halkımı Musa” kitabına bir önsöz yazmış olan Necla Aytür, şöyle diyor:

“Afrikalı köleler, kendilerini Mısır’da firavunun esareti altında yaşayan Eski Ahid Musevileriyle özdeşleştirirler. Bu bölümde, tanrının Musevi halkı Mısır’dan çıkarmakla görevlendirdiği Musa’ya söylediği sözler yer alır:

İn aşağı Musa
Git Mısır ülkesine
De ki koca Firavun’a
Bıraksın halkımı özgür.”

Bu, kuşkusuz bir özgürlük talebidir. Ama herkes için bir özgürlük talebidir. Hem Mısır’da köle olan (ama köleliğe de iyice alışmış ve bunun dışında bir yaşam düşünemeyen) Museviler, hem Afro-Amerikalılar hem de belki firavun için bir özgürlük talebidir.

*

Firavun’dan kurtulmanın yolları

Yukarıda yazdıklarımı, elbette, 31 Mart yerel yönetim seçimleri ertesinde, düşüncesiyle ve eylemiyle kendi kendini tutsak etmiş olan bütün halkları, balkonlardan yapılan konuşmaları veya parti merkezinden yapılan açıklamaları gözlemleyerek/ dikkate alarak düşünüyorum. Ve yukarıda saydığım bunca ad ya da kurumsal statü içinde en çok ilgilendiğim figür de firavun.

Gerçekten firavun da kendi düşüncesine, tutkusuna ve ihtirasına, o boş olduğu pek çok kişi tarafından kolayca görülebilen/ anlaşılan kibir ve azametine tutsak düşmüş olabilir mi? Onu bu kadar bönleştiren ve iktidarını korumak için şiddet ve kötülük dolu hale gelen ve yüreğini taşlaştıran davranışlarını, bir çeşit kendi kendini köleleştireme olarak görebilir miyiz?

Her şey henüz belirsiz. Belki yine, Bülent Bilmez’in analizindeki (Artı Gerçek/ Bilmez Hocadan Tarih Tersleri dizisi) “şafaklardan” birine ulaştık ve bundan önceki altı sökmeyen şafak gibi bu defa da şafak sökmeyecek, ama daha da kötüsü, her defasında kaybedilen nice değerli can ve ruh, yine mi bir katliama uğrayacak? İnsanların ruhu ölecek, toplumların ruhu örselenecek ve canlar kaybolacak? Ülke bir bocalamaya, ama daha da kötüsü şiddet ve ölüm sarmalında, kendine ve çevresine zarar veren, dağı-taşı eriten ve havayı zehirleyen, bitkileri ve ormanı kurutan ve yakan bir aşamaya gelmiş mi olacak?

Benjamin Netanyahu, bunu Gazze’de uyguluyor. Putin de Ukrayna’da uyguluyor. Dünyanın sayılamayacak kadar çok mikro-savaş alanında pek çok despot ya da savaş kahramanı asker general/ politikacı-diplomat stratejist de kendi geleceklerini böylece kurabileceklerini ve garantileyebileceklerini düşünüyor.  Bunlara yenileri eklenir mi? Kentleri ve doğası yağmalanmış ve ölmekte olan TC, bir iç ve/veya dış savaş serüveni içinde gelecek arayışına yönelebilir mi?

Bu tür gelişmeler karşısında, kanımca Musa’nın yapabileceği çok fazla bir şey kalmamış oluyor. Musa nasıl çıkarsın Mısır’dan halkını? Bunun için, halkının kendi özgürlüğüne kendisinin karar vermiş olması gerekiyor. Barışçı bir özgürlük. “Gezi”ci bir özgürlük…

*

Tekrar Faulkner’e dönecek olursak, Aytür’ün sözleriyle, avcı aynı zamanda erdemli bir insandır: “hem başka insanlarla hem de vahşi hayvanların temsil ettiği vahşi doğayla ilişkilerini evrensel değerlere göre yürütür.” Bu tür erdemli bir avcı daha tanımıştık Akira Kurosava’nın Mançurya’sında: Dersu Uzala. Dersu da, ormanda yaşayan ve ormanın bütün doğasının şairi gibi davranabilen bir avcı ve avdı.

İnsan firavun gibi değil de her koşulda ve her zaman erdemli Faulkner’in McCaslin’i ya da hem av hem de avcı olabileceğini bilen bir bilgelikle davranabilen Kurosava’nın Dersu’su gibi, özveriyle yaşayabilir. Nasıl karşı durabileceğinin yolunu bulacağımız umudu korumak zorundayız.

Hiç olmazsa bu kadarını Musa’ya ve Musa’yı ilginç bulan dünya halklarına karşı borçlu sayılırız…

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.