“Çevre yanlısı” davranışlardaki niyet-eylem arasındaki boşluklar iktisat, psikoloji ve sosyoloji alanında açıklanmaya çalışılsa da yetersiz kalıyor. Bu yetersizlikleri nereden anlıyoruz? Çoğu çevre yanlısı davranış değişmiyor, istenilen davranışlar sürdürülebilir olmuyor ve çevreye dair geliştirilen kamu politikaları “politik uğraşılardan” öteye geçemiyor. Bu noktada iklim krizi, atık ayırma sorunu, plastik kullanımı, enerji ve su tasarrufu gibi çevre sorunlarının davranışsal boyutta tespit edilmesi için davranışsal iktisadın bulguları bir katalizör görevi görüyor.
Peki davranışsal iktisadın alametifarikası nedir? Anaakım iktisadın homo economicus (rasyonel insan) tanımının karşısında homo sapiensi (sınırlı rasyonel insan) tanımlayan davranışsal iktisat, bireylerin tam anlamıyla rasyonel olamayacak kadar bilişsel kısıtlarının tüm karar alma süreçlerinde belirleyici olduğunu iddia eder. Davranışsal iktisat, homo sapiensi “gerçekçi insan” olarak kabul ederken, davranışın önündeki engellerin açıklanmasında psikoloji bilimiyle dirsek temasında bulunur.
Hızlı ve yavaş düşünürken neler oluyor?
Nobel Ekonomi Ödülü kazanan, psikolog Daniel Kahneman, homo sapiensin ikili (dual) düşünce sistemine sahip olduğunu ve kararlarımızın hangi zihinsel mekanizmada daha etkin olduğunu ortaya koymuştur. “Hızlı ve Yavaş Düşünme” (Thinking Fast and Slow) kitabında insan zihninin nasıl çalıştığına dair karışıklığı ortadan kaldırarak, oldukça basit bir şekilde zihnin dual sistemini kategorize etmiştir. Dolayısıyla hızlı ve yavaş düşündüğümüzde bu düşünce sisteminin hangisinin karar verme sürecinde işlerlik kazandığı, davranışların açıklanmasında ve iyileştirilmesinde önemli bir işlevsellik kazanmaktadır. Buna göre Sistem 1’ e ait düşünce mekanizmasında; otomatik, sezgisel, zahmetsiz ve duygusal kararlar alınırken Sistem 2’ ye ait düşünce mekanizmasında; kontrollü, zahmetli, yavaş ve çıkarımsal kararlar alırız. Söz konusu bu düşünce sistemlerini anlamak için yaşam pratiğimizdeki karşılıklarına bakmak gerekir.
Günlük hayatımızda sürekli kararlar alıp tercihlerde bulunur ve bunların meydana getirdiği sonuçlar ile hem bireysel hem de toplumsal alanda mücadele ederiz. Beynimiz her defasında tekrarlayan konularla ilgili çoğunlukla karar vermez ve refleksifdir. Bir ulaşım aracı seçmek, hangi yemeği yiyeceğini belirlemek, bisiklet sürmek, çöp atmak ya da karanlıkta bir odadan diğer odaya geçmek… Hepsinde Sistem 1 düşünce mekanizması belirleyicidir ve alışkanlıklarımızın bir çıktısı olarak görülür. Diğer taraftan aldığımız finansal kararlar, hangi üniversitede okuyacağımızı seçerken ya da araba kullanmayı ilk öğrendiğimizde Sistem 2 mekanizması işlerlik kazanır. Dolayısıyla günlük eylemlerimizin çoğunda otomatik ve hızlı kararlar aldığımızı söylemek mümkün.
‘Statüko yanlılığı’nın konforu
Bu düşünce sisteminin ayrıştırılması ile “Neden bazı insanlar çevre yanlısı davranırken bazıları öyle değildir?” sorusu davranışsal iktisadın bulguları ile anlaşılır hale gelir. Alışkanlıklara sahip olmanın avantajı ile hareket eden homo sapiens değişime dirençli, belirsizlik ve risk altında karar verirken eylemsizdir. Bu duruma statüko yanlılığı adı verilir. Örneğin; enerji ve su tasarrufu yapma konusunda çoğumuz için mevcut durum daha az zahmetlidir. Diyelim ki evimizde enerji tasarrufu yapmak ile ilgili en ufak bir çabamız yok ve site yönetimi bir karar alıyor. Tüm dairelerin enerji tasarrufu yapması konusunda teşvik edici ve cesaretlendirici bir program başlatılıyor. Verilen enerji tasarruflu ampuller, enerji verimli cihazlar hatta apartman sakinlerini bilgilendirme süreçleri işe yarıyor mu dersiniz? Hayır, çünkü çoğumuz için mevcut sistemde kalmak daha az riskli ve konforlu. Bu sebeple yeni bir aksiyon almak bizleri risk almaya, daha fazla çaba göstermeye dirençli hale getiriyor. Söz konusu bu bilişsel kısıt kayıptan kaçınma eğilimi ile yakından ilişkilidir. Bu psikolojik fenomen, insanların kayıp hissinin kazanç hissinden çok daha güçlü ve karar alma süreçlerinde belirleyici olduğunu iddia eder.
Kayıp hissinden yola çıkarak; neden sürdürülebilir ve sorumlu tüketim anlayışını hayatlarımıza kanalize edemiyoruz? Çünkü yeşil etiketli bir ürüne ödeyeceğimiz parayı kayıp olarak görüyoruz ve bunun sürdürülebilirliğe faydası bizler için uzak gelecekte belirsiz olarak algılanıyor. Ya da sürdürülebilir seyahat tercihleri, katı atık ayırma ve geri dönüşüm davranışlarımız neden iyileşmiyor? Bu davranışların ekosisteme etkisi direkt olarak hissedilmese de aslında yakın geleceğimizin tehdit altında olması bizim için kayıp olarak görülmüyor. Ve bu kararları alırken çoğunlukla otomatik, hatta ezbere davranıyoruz. Oysaki hanelerde, okullarda hastanelerde, parklarda hatta insanın temas ettiği her alanda tüm çevresel davranışlar ileriye dönük olarak katastrofik etkilere yol açabilecek kadar güçlüdür.
Tüm bu davranışsal ve psikolojik faktörler bir araya gelince neden bazı insanların diğerlerinden fazla çevre yanlısı davranışlar gösterdiği daha anlaşılır olmaktadır. Sonuç olarak iktisadın bir alt disiplini olarak kabul gören davranışsal iktisat, neyi farklı yapıyor da onunla alakalı diğer bilimlerden ve alt disiplinlerden ayrılıyor? Öncelikle söz konusu bilişsel kısıtların tespitini yapıyor sonrasında bu davranışlar hangi kanallar ile değiştirilebilir sorusuna yanıt arıyor. Hem akademide hem özel sektörde hem de kamu politikalarında arzu edilen davranışın nasıl gerçek davranışa dönüşeceğine dair kanıtlar bu sorulara yanıt niteliğindedir.