Ana Sayfa Blog Sayfa 111

NOAA uyardı: Bu kasırga sezonu on yılların en kötüsü olabilir

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA), 2024 kasırga sezonunun son yirmi yılın en kötü sezonlarından biri olabileceğini açıkladı. Hükümet meteorologları, 17 ila 25 tropikal fırtına ve bunlardan 8 ila 13’ünün kasırgaya dönüşebileceğini, ayrıca 4 ila 7 büyük kasırga beklediklerini belirtti. Bu tahmin, ajansın Mayıs ayında yaptığı en iddialı tahmin olarak kayda geçti.

Washington Post‘a konuşan NOAA Yöneticisi Rick Spinrad, “Bu sezon olağanüstü bir sezon olacak gibi görünüyor,” dedi. NOAA’nın öngörüsüne göre tropikal faaliyetler, rekor sayıda fırtınanın görüldüğü 2005 yılını bile geçebilir. O yıl, tropikal Atlantik Okyanusu‘ndaki sıcak sular nedeniyle aktif bir kasırga sezonu beklentisi vardı, ancak sezon 28 fırtına ve 7 büyük kasırga ile tüm beklentileri aşmıştı. Bu kasırgalar arasında Katrina Kasırgası da bulunuyordu.

NOAA’nın baş kasırga sezonu tahmincisi Matthew Rosencrans, tropikal Atlantik sularının şu anda 19 yıl öncesine göre “dramatik” bir şekilde daha sıcak olduğunu ve bu suların tipik bir Ağustos ayında olduğu kadar sıcak olduğunu belirtti. Yeni araştırmalar, kasırgaların kıyıya yaklaştıkça üç kat daha hızlı şiddetlendiğini gösteriyor.

kasırga
Atlantik Okyanusu’nun birçok tropikal fırtına ve kasırganın oluştuğu “ana gelişim bölgesi”nde okyanus sıcaklığı rekor seviyelerde. (Brian McNoldy)

İklim değişikliği, kasırga riskinin artmasının büyük bir nedeni olarak görülüyor. Atmosferde biriken insan kaynaklı sera gazları, gezegeni ısıtarak bu tür hava olaylarının daha şiddetli hale gelmesine neden oluyor. NOAA’nın tahminine göre, bu yıl tropikal Atlantik’te kasırga faaliyetlerini artırabilecek doğal bir değişim de bekleniyor. El Niño iklim modelinden La Niña‘ya geçişin, kasırga sezonunun en yoğun döneminde gerçekleşeceği öngörülüyor.

Çok sayıda fırtına ve kasırga bekleniyor

Colorado Eyalet Üniversitesi‘nin geçen ay yayımladığı bir tahmin, 20’den fazla tropikal fırtına ve beş büyük kasırga olabileceğini öngörüyordu. İngiltere Meteoroloji Ofisi ise 22 tropikal fırtına bekliyor. En ürkütücü tahmin ise Pennsylvania Üniversitesi‘nden geldi; bilim insanları 33 isimlendirilmiş fırtına beklediklerini açıkladı.

[İklim Krizi] Atlantik’te 2024 kasırga sezonu ‘aşırı’ hareketli geçecek
İklim krizi, kasırgaların şiddetini artırıyor: Mega kasırgalara ‘Kategori 6’ gerekli

NOAA ve Federal Acil Durum Yönetim Ajansı (FEMA) yetkilileri, kasırga sezonuna hazırlık yapılması gerektiği konusunda uyarılarda bulundu. Vatandaşların tahliye güzergahlarını, tıbbi ihtiyaçlarını ve hatta evcil hayvanlarının güvenliğini göz önünde bulundurarak plan yapmaları gerektiği belirtildi. NOAA, “Kasırga ortaya çıktığında beklemek için zamanınız olmayabilir, bu yüzden hazırlıklı olmalısınız,” dedi.

Küresel ısınma ve diğer atmosferik koşullar, kasırgaların hızla şiddetlenmesine neden olabilir, bu yüzden hazırlıklı olmak hayati önem taşıyor. NOAA’nın tahminleri, bu yılın kasırga sezonunun uzun yıllar unutulmayacak derecede şiddetli geçebileceğine işaret ediyor.

Alaskalı gençler, fosil yakıt projesi nedeniyle eyalet yönetimine dava açıyor

Sekiz Alaskalı genç, ABD‘nin en hızlı ısınan eyaleti olan Alaska yönetimine, yeni ve büyük bir fosil yakıt projesinin eyalet anayasal haklarını ihlal ettiği iddiasıyla dava açıyor .

Davada, devlete ait Alaska Gasline Development Corporation‘ın, eyaletin sera gazı emisyonlarını onlarca yıl boyunca kabaca üç katına çıkaracak 38,7 milyar dolarlık bir gaz ihracat projesi önerdiği belirtiliyor.

Alaska LNG Projesi, eyaletin kuzey tarafında bir gaz arıtma tesisi, 800 millik bir boru hattı ve Kenai Yarımadası‘nda gazı Asya‘ya ihracat için hazırlayacak sıvılaştırma tesisinin inşasını içeriyor.

[Y]out davacıları, bölge halkının projeden kaynaklanacak iklim zararlarına karşı benzersiz bir şekilde savunmasız ve orantısız bir şekilde etkileneceğini söylüyor.

Daha önce açılan iklim davaları mahkemelerce reddedildi

Eyalet yönetimi, 2014 yılında, bilim insanlarının yaşanabilir bir gelecek sağlamak için fosil yakıt çıkarımının hızla durdurulması gerektiği konusunda uyarılarına rağmen, söz konusu projeyi tamamlamak için birçok eyalet yasasını değiştiren yeni bir yasa çıkarmıştı.

2019 yılında söz konusu yasaya karşı 16 genç dava açmış, Başsavcı Yardımcısı Anna Jay, yargıçları alt mahkemenin iddiaları reddeden kararını onaylamaya çağırarak, Alaska gençliği tarafından dile getirilen iklim değişikliği sorunlarının hükümetin siyasi organları tarafından ele alınması gerektiğini söylemişti.

Hukuk firması Oil Children’s Trust grubunca da devletin gençleri iklim değişikliğinden korumaya yönelik tedbirleri almadığını gerekçesiyle, 2011 yılında açılan dava da başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Yaşları 11 ile 22 arasında değişen sekiz yeni davacı, yasanın ve buna bağlı mevzuatın Alaska anayasasının iki maddesini ihlal ettiğini ileri sürüyor: “Şimdiki ve gelecek nesiller” için doğal kaynakların korunması hakkı ile yaşam, özgürlük ve mülkiyete ilişkin hükümet ihlallerinden korunma hakkı.

Şirket yöneticisi: Biz yapmazsak başkası yapacak

22 yaşındaki baş davacı ve Iñupiaq kabilesinin bir üyesi olan Summer Sagoonick, “Bu projenin getireceği iklim değişikliğinin hızlanması, toprağın sağladığı ve kültürüme getireceği şeyleri etkileyecektir. Haklarımı korumak için mahkemelere güveniyorum” diyor.

Ofisinin davayı dikkatle inceleyeceğini belirten Alaska Başsavcısı Treg Taylor ise bunun “yanlış yönlendirilmiş bir çaba” olduğu kanısında.

“Görünüşte bunun, sözde çevre güvenliği gerekçesine dayanarak Alaska’nın doğal gaz rezervlerinin gelişimini engelleme girişimi olduğunu görebiliriz” diyen başsavcı, eyalette  ‘temiz yakıt” olduğunu iddia ettiği gaz sıkıntısı yaşandığını öne sürerek, eğer devlet gaz üretmezse, muhtemelen “çevreyi korumaya yönelik katı standartlar olmadan” başka bir yerin üreteceğini söyledi.

Alaska Gasline Development Corporation’dan Tim Fitzpatrick de projeyi savunarak, “Alaska mevzuatı, AGDC, eyaletimiz için sağladığı önemli çevresel, ekonomik ve enerji güvenliği faydaları nedeniyle North Slope doğal gazının ticarileştirilmesine izin verdi. Projemiz, ‘açık ve bol faydaları nedeniyle birbirini takip eden iki yönetim tarafından yapılan yoğun çevresel incelemelere dayanıyor” dedi.

Geçen yıl genç Montanalılar adına büyük bir iklim zaferi kazanan kar amacı gütmeyen  Our Children’s Trust tarafından açılan dava dosyasında ise küresel ısınmanın halihazırda genç Alaskalıların “doğal gelişimlerine müdahale ederek, kültürel geleneklerini ve kimliklerini bozarak ve güvendikleri doğal kaynaklara erişimlerini sınırlayarak” olumsuz etki yarattığı belirtiliyor.

ABD’de gençler küresel iklim değişikliğine karşı hukuk mücadelesini kazandı

Gençlerin şikayet listesinde, “halkın yediği balıkların ve diğer türlerin iklim değişikliği nedeniyle öldüğüne, daha sık ve şiddetli çıkan yangınların evlerini tehdit ettiğine ve onları  dumandan kaynaklanan tehlikeli kirliliğe maruz bıraktığına” dikkat çekiliyor ve bu etkilerin özellikle Alaska yerlisi gençler için özellikle sert olduğuna dikkat çekiliyor.

Bunlara, iklim kaynaklı su baskını, hızlı permafrost erimesi ve şiddetli kıyı erozyonuna karşı savunmasız olan Unalakleet köyünde yaşayan Sagoonick’in de dahil olduğunu belirten gençler, “İklim değişikliği nedeniyle geçimimizi sağlama yeteneğimiz halihazırda zarar görüyor” diyor.

‣ Genç iklim aktivistleri ABD Yüksek Mahkemesi’ne açtıkları davada strateji değiştirdi
‣ AİHM’den üç iklim davası kararı: Büyük bir başarı
‣ İrlanda’da iklim aktivistleri hükümete karşı açtığı davayı kazandı
‣ Montanalı genç aktivistlerin açtığı ABD’nin ilk iklim davası bugün görülüyor

İklim davaları artıyor

Davacılardan dördü, aynı zamanda Alaska’ya karşı 2017 yılında Our Children’s Trust’ın eyaletin fosil yakıtları teşvik etmesinin meydan okuyanların eyalet anayasal haklarını ihlal ettiğini öne süren davasının bir parçasıydı.

2022’de Alaska yüksek mahkemesi bu davayı 3-2’lik bir kararla reddetmiş; ancak muhalif iki yargıç, Alaska anayasası kapsamında, eyalet anayasasında yer alan haklar söz konusu olduğunda “yaşanabilir bir iklim hakkının” “tartışmasız asgari düzeyde” olduğunu söylemişti.

‣ İklim aktivisti gençlerin Türkiye’ye açtığı dava incelenmeden reddedildi
‣ Yüzyılın iklim davasına 2 milyon Fransızdan destek
‣ İlk ‘küresel’ iklim davası: Alman yargıçlar Peru’da
‣ 12 İtalya vatandaşı enerji devi Eni’ye iklim davası açıyor
‣ Araştırma: İklim davaları, fosil yakıt şirketlerinin hisse fiyatlarını düşürüyor

Alaska Eyaleti, şirket ve şirketin başkanı Frank Richards‘a yönelik olarak açılan davada, gençler mahkemenin devletin projeye devam etmesini yasaklayan bir karar çıkarmasını ve fosil yakıt altyapısının davacıların anayasal haklarını ihlal ettiğini kabul ederek emsal teşkil etmesini sağlamak istiyor.

Our Children’s Trust’ın ayrıca Hawaii‘nin ( haziran ayında duruşması görülecek ) yanı sıra Florida, Utah ve Virginia‘da da açtıkları ve duruşma bekleyen eyalet davaları bulunuyor. Geçen pazartesi günü de Kaliforniya gençliği adına federal hükümete karşı değiştirilmiş bir şikayet yapıldı.

Bu ay bir federal temyiz mahkemesi ise Biden yönetiminin Our Children’s Trust’ın açtığı önemli bir federal davanın düşürülmesi talebini kabul etmişti.

Çorum Alpagut’ta direnen maden işçileri kazandı

Alpagut madeninde çalışan ve sendikal hakları için direnen işçiler, 15 gün yeraltında sürdürdükleri direnişin sonunda kazanımlarını elde etti.

Çorum’un Dodurga ilçesindeki Alpagut’ta ODAŞ Grubu‘na bağlı Yel Enerji Elektrik Üretim Sanayi A.Ş. işçileri, DİSK/Dev. Maden-Sen‘e üye oldukları için altı ay ücretsiz izne çıkarılmak istendi ve işçiler bunun üzerine yeraltına inerek direniş başlattı. Altı ay ücretsiz izni kabul etmeyen işçiler, işlerini geri alıncaya kadar çıkmayacaklarını ve sonuna kadar direneceklerini ifade etmişti.

Maden işçilerinden Ferhat Kara, dün rahatsızlanarak hastaneye kaldırılmıştı. İşçiler, “Arkadaşlarımızın başına gelen her zarardan ODAŞ Yel Enerji A.Ş. yetkilileri sorumludur, tek tek hesabını sormak Dev. Maden-Sen olarak boynumuzun borcudur” mesajını paylaştı.

Yaklaşık 150 kişinin çalıştığı işyerinde, çalışanlar çıplak ücret dışında hiçbir yan hak almadan, kendi imkanlarıyla işyerine gelip gitmek zorunda kalıyor. Şirket yetkililerinden temel haklarını talep eden işçiler, herhangi bir olumlu yanıt alamıyor. Dev.Maden-Sen sendikasına üye olan işçiler, Çalışma Bakanlığı‘ndan olumlu yetki belgesi aldıktan sonra, işverenin mahkemeye itirazı ile karşılaştı ve süreç uzatıldı. Bu süreçte sendikalı işçilere yönelik baskılar arttı.

Çorum’da maden işçileri, sendika hakkı için yeraltına inerek direniş başlattı

Altı ay ücretsiz izne çıkarılmaya karşı çıkan işçiler yeraltına indi ve işlerini geri alıncaya kadar çıkmayıp direneceklerini belirtti. Bölgeden alınan haberlere göre jandarmanın işçi ailelerini madene almadığı belirtilirken direnen işçiler, “İşletme, arkadaşlarımıza yemek indirmemize izin vermiyor. Eğer bu tavır devam ederse, eylem işletmenin zoruyla açlık grevine dönüşecek” dedi.

15 gün süren direnişin ardından işçiler nihayet, kazanımlarını elde etti. Dev.Maden-Sen’in X üzerinden duyurduğu mesajda “Direnişin kazanımla sonuçlanması için dayanışmada bulunan emek ve demokrasi güçlerine ve dostlarımıza teşekkürler” ifadeleri yer aldı.

Adalılar oturma eylemi başlattı: Minibüsünü al da git

Türkiye’nin tek yaya bölgesi ve Sit alanı olan İstanbul’un Prens Adaları‘nda dün minibüs seferlerinin başlatılmasına Adalılar büyük tepki gösterdi. Oturma eylemi başlatan ada halkı, minibüslerin geri çekilmesini istiyor.

‘Trafik terörü’ne teslim edilen Adalar’da şimdi de minibüs dönemi!
‣ Adalar Sivil İnisiyatifi’nden minibüs tepkisi: ‘Yürünebilir Adalar istiyoruz’

Büyükadalılar, hali hazırda akülü araçların işgali altındaki adada, bir de minibüs seferlerinin başlatılacağının duyurulması üzerine imza kampanyası başlatmış, topladıkları 3 bin imzayı İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘ne ulaştırmıştı. Ancak halkın talebi karşılık görmedi.

Vardiyalar halinde her gün nöbet

Adaların dar sokaklarına uygun olmayan minibüslere karşı direnmek için Arabacılar Meydanı’nda başlatılan nöbet vardiyalar halinde, haftanın yedi günü sürecek.

“Çocuklarımızın, gelecek kuşakların geleceğini, ‘son İstanbul’ olan Adaları koruyacağız” diyen Büyükadalılar, başlattıkları nöbete tüm Adalıları ve İstanbulluları bekliyor.

Çizer Tolunay: Çizimlerimi geri çekiyorum, yerim Ada halkının yanıdır

Bu arada, çizer Tarık Tolunay, İETT‘nin talebi üzerine minibüslerin üzerinde kullanılmak için yaptığı çizimleri geri çekti. “Özür diliyorum” başlıklı paylaşımında Tolunay şunları söyledi:

“Geçtiğimiz haftalarda İETT, adalar için kullanılacak minibüsleri için görsel düzenleme konusunda benden yardım istemişti. Aşağıda gördüğünüz çizimleri hazırlayarak kendilerine iletmiştim. Bugün çok da ayrıntılarına hakim olmadığım adalarda ulaşım konusunda ada halkının tepkisini öğrenmiş bulunuyorum. Çizimlerimin araçlarda kullanımının durdurulması konusunda İETT yetkililerine bildirimimi yaptım. Yerim ada halkının yanıdır.”

Resim

‘Samandağ’a kurulan beton santrali çevre ve halk sağlığını hiçe sayıyor’

Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinde büyük tahribata uğrayan Hatay‘ın , Samandağ ilçesine bağlı Atatürk ve Yeşilada mahalleleri arasında yapımı süren hazır beton üretim santrali inşaatı, kanun ve yönetmeliklere aykırı olarak ve bölge halkının itirazları ve tepkilerine rağmen bitmek üzere.

Konuyu Meclis gündemine taşıyan Emek Partisi (EMEP) Antep Milletvekili Sevda Karaca, santral için 90 metreküp/saat için “ÇED gerekli değil” raporu alındığını  belirterek, “Ancak eşik değer 100 metre küp/saat için alınan karardan sonra kaçak şekilde 360 metreküp/saat santral kurulmuştur” dedi.

Karaca, santralin kurulduğu alanın da imar planında ‘konut alanı’ olarak işaretlendiğini ve İmar Kanunu’na aykırı olmasına rağmen ruhsat verildiğini söyledi.

Karaca şunlara dikkat çekti:

“Santral aynı zamanda üretim sırasında kullanılan alternatif yakıtlar sonucu açığa çıkan gaz ve tozlar mevcut potansiyel yerüstü ve yeraltı su kaynaklarını kirlettiğinden bu kaynakların içme ve tarımsal sulama suyu olarak kullanılmasını ve tarımsal faaliyetleri olumsuz yönde etkileyecektir. Santral yoğun su tükettiği için sulak alan olan Asi Nehri eski yatağını kurutacaktır. Avusturya’dan ve Ege Üniversitesi’nden bilim insanlarının raporlarına göre nesli tükenmekte olan benekli kaplumbağanın son yaşam alanı olan ve araştırmaların devam ettiği canlı bir ekosistem olan eski Asi Nehri yatağı içindeki endemik canlılar ölecektir. Aynı şekilde zeytinlik, narenciye, seracılık, Samandağ biberi, maydanoz gibi bitkilerin üretimini yapan ülkemizin önemli gıda havzası olan Asi Nehri ovası büyük zarar görecektir.”

‘inşaat rantı için bütün canlılar yok sayılıyor”

“Mevcut yapıyla tarım alanı, sanayi tesisleri, sulak alanlar, konutlar, meskenler, eğitim kurumları aynı havzada bulunmaktadır” diyen Karaca, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’ye şu soruları yöneltti:

  • Söz konusu Hazır Beton Santrali mevzuata uygun bir şekilde mi yapılmaktadır? 90 metreküp/saat için alınan raporlar 360 metreküp/saatlik bir tesis inşa edildiği bilgileri doğru mudur? Bakanlığınız bu konuda denetim yapmış mıdır?
  • Beton santralinin yapıldığı alanın imar planı nedir? Konut olduğu ifade edilen alan için ruhsat verenler hakkında Bakanlığınız bir işlem başlatacak mıdır?
  • Okula ve işyerlerine çok yakın bir yerde inşa edilen bu santralin öğrenciler ve bölgede bulunan diğer kişilerin sağlıklarına olası etkisi değerlendirilmiş midir? Oluşacak sağlık sorunlarının önlenmesi mümkün müdür? Bu konuda Bakanlığınızın nasıl çalışmaları bulunmaktadır?
  • Su yatağını kurutması, endemik türleri yok etmesi ve tarım üretimini bitirmesi risklerini barındıran bu santral için ÇED raporu neden alınmamıştır? Santralin çevreye olası etkileri nasıl ölçülmektedir?

Yeşil Gazete duyurmuştu: Dervişcemal Köyü’ndeki mermer ocağı Meclis’e taşındı

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, Yeşil Gazete‘nin duyurduğu Tunceli’nin Hozat ilçesine bağlı Dervişcemal Köyü’nde planlanan mermer ocağı projesinin olası zararlarını TBMM gündemine taşıdı.

Hozat’ta Alevilerin türbesine ve meraya taş ocağı projesi
Dersimliler GES değil, yaşam alanlarının korunmasını istiyor
Dersim’de kurulacak maden ocağı Meclis gündeminde

Projenin bölgenin kültürel, dini ve ekolojik dokusunu ciddi şekilde etkileyecek potansiyele sahip olduğunu belirten Rızvanoğlu, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı’na sorular yöneltti.

Rızvanoğlu, Dervişcemal Köyü ve çevresindeki köylerde yaşayan halkın kültürel ve dini inançlarına zarar verme potansiyeli bulunan projeye ilişkin endişelerini dile getirdi. Projenin, Alevi vatandaşlar tarafından kutsal kabul edilen Dervişcemal Türbesi’ne çok yakın olduğunu ve bu türbeye zarar verebileceğini belirten DEVA milletvekili,  “Tunceli’nin Hozat ilçesine bağlı Dervişcemal Köyü’nde planlanan mermer ocağı projesi, bölgenin kültürel, dini ve ekolojik dokusunu ciddi şekilde etkileyecek potansiyele sahiptir. Bu proje, sadece doğal kaynaklara değil, aynı zamanda yerel halkın yaşam tarzına ve inanç merkezlerine de zarar verme tehlikesi içermektedir” dedi.

‘Bölge halkının itirazlarına rağmen, ısrar neden?’

Rızvanoğlu, projenin yerleşim yerlerine ve inanç merkezine olan yakınlığına değinerek, “Projeye yaklaşık dört yüz metre mesafede bulunan Dervişcemal Türbesi, bölgedeki Alevi vatandaşların inancının önemli bir simgesi ve kutsal kabul edilen mekanıdır. Projenin bu türbeye zarar verebilecek olması, Alevi toplumu üzerinde derin endişelere yol açmaktadır” şeklinde konuştu.

Ayrıca, projenin bölgedeki hayvancılık ve arıcılık faaliyetlerini olumsuz etkileyeceğini, doğal yaşamı ve biyoçeşitliliği tehdit edeceğini ve yeraltı kaynakları ile içme suyu kaynaklarının korunması gerektiğini vurguladı.

Rızvanoğlu, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı’na şu soruları yöneltti:

  • Bölge halkının karşı durduğu projenin ısrarla yapılmak istenmesinin gerekçesi nedir?
  • Projenin Dervişcemal Köyü ve çevresindeki köylerde yaşayan halkın kültürel ve dini inançlarına zarar verme potansiyeli bulunmakta. Bu konuda alınacak önlemler nelerdir?
  • Proje, bölgedeki hayvancılık ve arıcılık faaliyetlerini de olumsuz etkileyecektir. Bu faaliyetler için hangi önleyici ve koruyucu tedbirler alınması planlanmaktadır?
  • Projenin çevresel etkileri üzerine yapılmış bir çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) raporu var mıdır? Varsa, bu raporda hangi çevresel riskler ve etkiler belirtilmektedir? Raporun sonuçlarına göre alınacak önlemler nelerdir?
  • Projenin yeraltı kaynaklarına, içme sularına ve çevreye olası etkileri konusunda detaylı bir değerlendirme yapılmış mıdır? Bu değerlendirmenin sonuçları nelerdir?
  • Proje, bölgedeki ekonomik ve sosyal dengeleri etkileme riski taşımaktadır. Yerel halkın geçim kaynaklarını nasıl etkileyeceği üzerine bir analiz yapılmış mıdır?

TMMOB uyarıyor: ‘Gıda güvenliğinden tasarruf olmaz!’

TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu, 17 Mayıs 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Tasarruf Tedbirleriyle İlgili 2024/7 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi” hakkında önemli uyarılarda bulundu. Genelge, kamu kurum ve kuruluşlarının harcamalarında tasarrufa gidilmesini öngörüyor ve bu kapsamda personel alımına yönelik ciddi kısıtlamalar getiriyor.

Genelge kapsamında, kamuya sadece emekli olan personel yerine yeni personel alınacak. Bu durum, özellikle gıda güvenliği alanında zaten yetersiz olan denetimlerin daha da aksayacağı endişesini doğuruyor. Gıda Mühendisleri Odası, gıda güvenliğinin sağlanmasında ciddi sıkıntılar yaşandığını ve bu sıkıntıların temel nedeninin yetersiz ve etkin olmayan kamu denetimleri olduğunu vurguladı.

Tarım ve Orman Bakanlığı kayıtlarına göre yaklaşık 7 bin 500 gıda denetçisi görev yapıyor. Ancak, denetçi sayısının saha denetimleri için yeterli olup olmadığı konusunda net bir bilgi bulunmuyor. Bakanlık verilerine göre, 343 bin satış yeri, 282 bin toplu tüketim yeri ve 96 bin üretim yeri olmak üzere toplam 721 bin işletmenin her yıl risk durumuna göre birden fazla denetlenmesi gerekiyor. Bu sayıya kayıt dışı ve kaçak işletmeler dahil değil.

Gıda güvenliği ve halk sağlığı öncelik olmalı

TMMOB Gıda Mühendisleri Odası, yaklaşık 721 bin kayıtlı ve kayıtdışı işletmenin sadece 7 bin 500 denetçi tarafından düzenli ve etkin denetlenmesinin mümkün olmadığını belirtti. Nüfus artışı ve yeni işletmelerin açılmasıyla birlikte gıda güvenliği ve halk sağlığının büyük bir risk altına gireceğini ifade etti.

Bakanlık yöneticilerinin de gıda güvenliği konusundaki risklerin farkında olduğunu belirten Oda, tasarruf tedbirleri kapsamında gıda denetçisi sayısının artırılmayacağını veya kısıtlı şekilde artacağını söyleyerek, “Gıda güvenliği ve halk sağlığı tasarruf konusu dahi olamaz” dedi.

İklim krizi gıda güvenliğini tehdit eden bitki pandemilerinin yayılımını kolaylaştırıyor
Gıda krizi neoliberal sistemle derinleşti
WEP: Her yıl üretilen gıdaların üçte biri ya israf ediliyor ya da kayboluyor

Mevcut koşullarda bile yetersiz olan gıda denetiminin, tasarruf tedbirleriyle daha da zayıflayacağını belirten Gıda Mühendisleri Odası, insan sağlığının ekonomik tasarruf uğruna göz ardı edilemeyeceğini vurguladı. Bu nedenle, Tarım ve Orman Bakanlığı başta olmak üzere kamu kurumlarında gıda mühendislerinin istihdam sayısının artırılması gerektiğini belirtti.

Yerel yönetimlerin de ruhsat denetim mekanizmasında gıda mühendislerinin görev yapmasını sağlaması gerektiğine dikkat çekildi. TMMOB Gıda Mühendisleri Odası, kamuda ve yerelde görev alan tüm idarecileri gıda güvenliği ve halk sağlığı konusunda sorumluluk almaya davet etti. “Halk sağlığı ve sağlıklı yaşam hakkı, kamuda tasarruf adı altında tehlikeye atılamaz” ifadeleriyle uyarıda bulundu.

İliç Maden Kazası Araştırma Komisyonu: Kitle hareketleri habersiz gelmez

TBMM İliç Maden Kazası Araştırma Komisyonu, Erzincan‘ın İliç ilçesindeki maden ocağında yaşanan kazanın ardından çalışmalarını sürdürüyor. AKP Antalya Milletvekili Atay Uslu başkanlığında toplanan komisyon, kazanın tüm yönleriyle araştırılması ve benzer kazaların önlenmesi amacıyla önemli kararlar alacak.

İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer Ündül, madenlerdeki kitle hareketlerinin habersiz gelmeyeceğini ve İliç’teki maden ocağında da yeraltı radarlarının bulunduğunu belirtti. Ündül, “Önlem alınabilecek kadar zaman tanır bize. Burada da jeoradar verileri var” dedi.

Doç. Dr. Cüneyt Atilla Öztürk ise yığın liç yöntemiyle gerçekleştirilen madencilikte dünyada şimdiye kadar yalnızca iki kazanın meydana geldiğini, bunlardan birinin Kosta Rika‘da, diğerinin ise İliç‘te yaşandığını ifade etti.

Araştırma Komisyonu’nun İliç’teki incelemesi sonlandı: Bakanlıklar topu taca attı
Faciadan 3 ay sonra Araştırma Komisyonu İliç’te: Yeraltı sularımızı etkiliyor mu, etkilemiyor mu?
Çevre Bakanlığı’ndan İliç itirafı: Denetim boşluğunu yeni fark ettik, şirket kendini denetlemeli!

‘Siyanürün yerine koyulabilecek bir malzeme yok’

Komisyonun açılış konuşmasını yapan Uslu, 13 Şubat’ta meydana gelen kaza sonrası bölgede gerekli tedbirlerin alındığını ve arama çalışmalarının devam ettiğini belirtti. Komisyonun hedefleri arasında kazadaki ihmal süreçlerini ortaya çıkarmak ve güvenilir madencilik politikaları oluşturmak yer alıyor.

İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Kumral, kazanın ardından bölgeye giderek incelemelere başladıklarını ve 10 milyon ton civarında toprak kayması meydana geldiğini tespit ettiklerini söyledi. Doç. Dr. Mustafa Özer ise dünyada altının yüzde 84’ünün siyanürle çıkarıldığını ve siyanürün teknik anlamda yerine konulabilecek bir malzeme olmadığını belirtti.

Doç. Dr. Cüneyt Atilla Öztürk, İliç’teki maden kazasında toplam 5 milyon 900 bin metreküp malzemenin kaydığını ve bunun suya doygun seviyeye gelmiş toprak nedeniyle meydana geldiğini vurguladı. Öztürk, mühendislerin tecrübe ve yeterliliklerine dikkat edilmesi gerektiğini ifade etti.

Öztürk, yığının suya doygun seviyeye geldiğini ve bu nedenle toprak kaymasının meydana geldiğini vurgulayarak, “Daha önce vana kapatılsaydı, 48 saat, 24 saat önce vana kapatılsaydı yine heyelan meydana gelirdi ama 9 kişi ölmezdi” diye konuştu.

Prof. Dr. İrfan Yolcubal ise yer altı suyuyla kayan toprağın bağlantısının kesilmesi gerektiğini belirterek, Devlet Su İşleri‘nin bu konuda çalışma yaptığını söyledi. Komisyonun bundan sonraki süreçte farklı altın maden sahalarında incelemeler yapacağı da açıklandı.

Komisyon Başkanı Atay Uslu, “Komisyon olarak hedeflerimiz, İliç’te meydana gelen maden kazasındaki ihmal süreçlerini ortaya çıkarmak ve bu tür kazaların önlenmesi için gerekli adımları belirlemek. Güvenilir ve sürdürülebilir bir altın madenciliği politikası oluşturmak” dedi. Uslu, çalışma takvimine komisyon üyelerinin istişareyle karar vereceğini ve farklı altın maden ocaklarında incelemeler yapmayı planladıklarını belirtti.

Toplantıda, akademisyenlerin yanı sıra sektör temsilcileri, meslek odaları ve sivil toplum örgütleri de dinlendi. Komisyon, hazırlayacağı raporla yasama ve yürütme organlarının yapacağı çalışmalara kaynak teşkil etmeyi amaçlıyor.

[İklim Masası] Emisyon Ticaret Sistemi’ne inanç arttıkça, destek de yükseliyor

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu‘nun Türkiye’deki Emisyon Ticaret Sistemi hazırlıklarının durumunu ele aldığı yazısını yayımlıyoruz.

*

Türkiye’de 2015 yılından bu yana kurulması beklenen Emisyon Ticaret Sistemi’ne (ETS) yönelik hazırlıklar, Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın (SKDM) 2026 yılı başında devreye girecek olması nedeniyle hız kazandı.

SKDM’nin devreye girmesiyle birlikte, AB’ye yüksek emisyonlu ürünler ihraç eden ülkelerin kendi karbon fiyatlandırma politikaları yoksa, gömülü emisyonlar AB sınırında fiyatlandırılacak. Böylelikle bu ödemeler, ihraç eden ülkenin değil, AB’nin kasasına girmiş olacak. Bu nedenle Türkiye de SKDM devreye girmeden önce kendi ETS’sini kurmak ve buradan elde edilecek geliri kendi sınırları içinde tutmak istiyor.

Öte yandan, vergilere kıyasla yeni bir fiyatlandırma aracı olan ETS’nin başarısı, biraz da toplum tarafından ne ölçüde desteklendiğine bağlı. Bu nedenle regüle edilecek firmaların görüş ve tercihlerini öğrenmek, ETS’yi en etkin uygulanabileceği şekilde tasarlamak, önem taşıyor. Bu konuda yapılan bir çalışmaya göre şirketler, sistemin mümkün olduğunca net olmasını ve belirsizliklerin asgaride tutulmasını önemsiyor. Sistemin etkinliğine olan inanç arttıkça, ETS’yi destekleme oranı da yükseliyor. Halihazırda ‘‘yeşil’’ uygulamaları bulunan şirketlerin ise ETS’ye verdiği destek daha yüksek.

‘Yeşil’ uygulamaları olan şirketlerin Emisyon Ticaret Sistemi’ne desteği daha fazla

Firmaların ETS hakkındaki görüşlerini öğrenmek ve ne gibi niteliklere sahip bir ETS’yi tercih ettiklerini araştırmak için yapılan bir saha araştırmasında; yeşil uygulamaları bulunan ve bu uygulamaların rekabet gücünü artırdığına inanan firmaların ETS’ye verdikleri desteği de daha yüksek olduğu tespit edildi.

Yazarları arasında bulunduğum ve Tübitak 1001 programı tarafından desteklenen çalışma, aralarında İstanbul, Kocaeli, Bursa ve Gaziantep’in de bulunduğu 13 sanayi ilinde faaliyet gösteren 404 firmanın üst düzey yöneticileriyle yüz yüze görüşmelere dayanıyor. Firmalar; cam, çimento, demir-çelik, enerji, kağıt ve karton, metal ve seramik gibi enerji-yoğun ve dolayısıyla emisyonu yüksek sektörlerden rastgele örneklendi. Başka bir ifadeyle, görüşülen firmalar, Avrupa Birliği’nin ETS’sinde yer alan sektör yapısıyla da uyumlu.

Çalışmanın ilk aşamasında, firmaların ETS’ye verdikleri desteği etkileyen faktörler incelendi. Bu inceleme, karbon ayak izini hesaplayan veya hesaplatan firmaların ETS’ye verdiği desteğin de daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca ETS’nin etkin bir politika aracı olduğuna duyulan inanç arttıkça, şirketlerin sisteme desteği de yükseliyor.

İşletmelerin ‘‘yeşil uygulama pratikleri endeksi’’ de, ETS’ye verilen desteği artıran faktörler arasında yer alıyor. Firmaların anket sorularına verdikleri yanıtlara dayanılarak oluşturulan bu endeks, firma bünyesinde gerçekleştirilen, atık yönetimi, yeşil etiket, yeşil ofis, enerji tasarrufu gibi uygulamaları dikkate alıyor. Birçok firma, bu gibi uygulamaların, toplumdaki itibarlarını veya sektördeki rekabet güçlerini olumlu etkilediğine inanıyor.

[İklim Masası] Türkiye’de Emisyon Ticaret Sistemi ölü doğabilir
‘AB’in 2040’da emisyonları yüzde 90 azaltma hedefi gerçekçi ama yetersiz’
Avrupa Birliği karbon emisyonlarını 14 yılda yüzde 22 azalttı
‘Türkiye net sıfır hedefi için elektrik sisteminin esnekliğini artırmalı’

Firmalar ETS’de belirsizlik istemiyor

Emisyon Ticaret Sistemi’ni farklı şekillerde tasarlamak mümkün. Bu çalışmada ayrıca şirketlere, ne tür bir ETS’yi tercih edilecekleri de soruldu. Elde edilen bulgular, firmaların bu yeni sisteme temkinli yaklaştıklarını ve belirsizliklerin mümkün olduğunca asgariye indirilmesini istediklerini gösteriyor.

Kirletici firmalara belirli bir seviyeye kadar kirletim kotası veya izni veren ETS’nin tasarlanmasındaki önemli unsurlardan biri, bu kirletim kotasının belirlenmesi. Kotalar, işletmelerin geçmiş emisyon hacmi baz alınarak belirlenebildiği gibi, tüm işletmeler için eşit bir değer de belirlenebiliyor. Hükümet tarafından işletmelere yıllık olarak verilen bu kotalar, bu çalışma özelinde bir yıl veya üç yıl içerisinde kullanılma seçeneği ile firmalara sunuldu. Gerçekte bu süre daha uzun da tutulabiliyor; fakat süre ne kadar uzarsa, sistemin etkinliği de o kadar azalabilir.

Sistem, ayrıca, kotasını aşan işletmelere kota satın alma hakkı veriyor. Kota alım miktarının serbest bırakıldığı bir ETS tasarımı mümkün olduğu gibi, bu satın alma hakkını kotanın yarısı veya dörtte biri ile sınırlandırmak da mümkün. Kotaların alınıp satıldığı fiyat ise serbest piyasada belirlenebildiği gibi, devletin tavan ve taban fiyat koyma imkanı da var.

Nasıl bir ETS tasarımı tercih edecekleri sorulan firma yöneticilerinin temel kaygısının, sistemdeki belirsizlikleri asgariye indirmek olduğu görülüyor. Firmalar ayrıca kendilerine tahsis edilen emisyon kotaları belirlenirken geçmiş yıllardaki emisyon miktarlarının esas alınmasını, kullanmadıkları kotanın kullanım süresinin üç yıl olmasını ve kota alım miktarının serbest bırakılmasını tercih ediyorlar. Kota fiyatının serbest piyasada belirlenmesi istenirken, aşırı fiyat dalgalanmalarını önlemek için devlet tarafından taban ve tavan fiyatlarının belirlenmesi de olumlu karşılanıyor.

Firmalar, başarılı ETS uygulamaları hakkında bilgilendirilmeli

ETS’nin etkin olduğunu düşünen firmaların sisteme olan desteğinin artması, oldukça önemli bir bulgu olarak dikkat çekiyor. Bu nedenle pilot dönemde ETS tarafından regüle edilecek firmaları, başka ülkelerde uygulanan ve başarılı sonuçlar veren ETS uygulamaları konusunda sürekli bilgilendirmek, ETS’ye verilen desteği artıracaktır.

ETS’nin pilot döneminde, firmaların desteğini kazanacak şekilde tasarlanması da önem taşıyor. İklim değişikliği ile mücadelede zamana karşı verilen yarış çok önemli olmakla birlikte, firmaların ETS’yi benimseyerek regüle edilmeleri de sistemin etkinliği açısından belirleyici olabilecek önemde. Bu nedenle, firmalar ETS’yi tamamen özümseyene kadar emisyon azaltımı için karbon vergisi uygulamak; pilot dönemde ise ETS’nin zayıf yanlarını ve aksaklıklarını tespit ederek sistemi geliştirmek, uzun vadede daha faydalı olabilir.

Emisyon Ticaret Sistemi

Örneğin, firmalara tahsis edilecek emisyon kotalarını belirlerken geçmişteki emisyon kotalarını esas almak, küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırma hedefi için çok yetersiz kalabilir. Benzer şekilde, kota kullanım süresini bir yılla sınırlandırmak yerine üç seneye yaymak, firmaların emisyon azaltımı için gereken teknolojilere yatırım yapmasını geciktirebilir. Buna karşın, parçası oldukları bu yeni sistemi anlamaları ve ona göre hareket etmeleri, sonraki yıllarda ETS’nin etkinliğini artırabilir.

Neticede etkin bir şekilde işleyen ETS, hem AB’nin 2050’ye kadar iklim-nötr olabilmesi için gerekli düzenlemeleri içeren Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum sağlamak hem de Paris Anlaşması’nın 6. maddesinin teşvik ettiği küresel karbon piyasalarının bir parçası olabilmek için çok önemli bir araç. Paris Anlaşması’nın 6. Maddesi ülkeleri, ulusal katkı beyanlarını maliyet etkin bir şekilde hayata geçirebilmeleri için küresel karbon ticaretine teşvik ediyor. Ayrıca bu ticareti yalnızca ülkeler ile sınırlamak yerine şirketler ve bireyler bazında da uygulanmasına izin veriyor. Tüm bu gelişmeler, ileride çok daha fazla konuşulacak karbon piyasaları açısından iyi tasarlanmış bir ETS’nin önemini ortaya koyuyor. Bu çerçevede, karayolu ulaşımı gibi bazı kirletici sektörleri kapsamakta zorlanan ETS’ye ilave olarak karbon vergisinin de uygulamada kalması doğru olur.

Ortak kaynakların mülkiyet hakkını tanımlamak gerekiyor

ETS, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin iklim değişikliği ile etkin bir şekilde mücadele edebilmek için dikkat çektiği ekonomik araçlardan biri. İklim krizine neden olan sera gazlarının azaltımında kullanılabilecek ekonomik araçlar arasından belki de en etkin olanı. Kirletici firmalara belirli bir seviyeye kadar kirletim kotası veren bu sistem, kotasını aşan ve kotasının altında kalan firmalar arasında kota alım-satımını sağlayan bir piyasa oluşturuyor.

1960 yılında çevre kirliliğinin çözümü hakkında bugün çok ünlenmiş bir makale yazan Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Ronald H. Coase; atmosfer, nehirler ve denizler gibi ortak kaynakların mülkiyet hakkının iyi tanımlanması ile bir piyasa oluşacağını ve bu piyasada maliyet-fayda prensiplerine göre hareket eden ekonomik aktörlerin de maliyetlerini asgariye indireceğini savunmuştu.

Çeşitli ülkelerde çevre sorunları ile mücadele için alınıp satılabilen kirlilik izinleri tasarlanmasına ilham olan bu öneri, Coase Teoremi olarak biliniyor. İlk olarak ABD’de farklı gazlar için uygulanan kirlilik izinleri, daha sonra Kyoto Protokolü ile uluslararası karbon ticaretine zemin oluşturdu.

Küresel Karbon Bütçesi: Türkiye küresel karbon emisyonlarında 15’inci sırada
İklim krizini daha ‘gerçek’ yapan tanım: Karbon emisyonlarını ‘kirlilik’ olarak yeniden adlandırmak
Dünyada karbon emisyonlarını dengelemeye yetecek kadar ağaç yok, asla olmayacak

İlk Emisyon Ticaret Sistemi AB’de 2005’ten beri devrede

Firmaların karbon emisyonlarını regüle eden ilk ETS, Avrupa Birliği’nde 2005 yılında kuruldu ve 2005-2007 yılları arasındaki birinci fazda pilot dönem olarak uygulandı; 2008’den bu yana ise fazlar halinde uygulanmaya devam ediyor.

Kyoto Protokolü’nün aksine Paris Anlaşması ise sadece gelişmiş ülkelerin değil, tüm ülkelerin kendi kapasiteleri doğrultusunda azaltım politikaları benimsemesini öngörüyor ve sıcaklık artışının ancak bu sayede 1,5°C-2°C ile sınırlandırılabileceğini belirtiyor. Ülkeler de bu doğrultuda kendi azaltım hedeflerini içeren Ulusal Katkı Beyanları’nı hazırlıyorlar.

Her ülkenin beyanını beş yılda bir revize etmesi ve bir önceki döneme kıyasla daha yüksek azaltım hedefi belirlemesi gerekiyor. Bu hedeflere ulaşmak ise ancak sera gazı azaltım politikalarını etkin bir şekilde uygulayarak mümkün. Bu nedenle dünya genelinde ETS ve karbon vergisinden meydana gelen karbon fiyatlandırma politikalarını uygulayan ülkelerin sayısı da yıldan yıla artıyor.

Dünya Bankası’nın her yıl yayınladığı ‘‘State and Trend of Carbon Pricing’’ başlıklı rapora göre, 2023 yılında karbon vergisi (38) ve ETS’yi (37) içeren 75 karbon fiyatlandırma politikası, çeşitli ülkelerde uygulanmaktaydı. Bu fiyatlandırma politikalarından elde edilen gelir ise 2023 yılı itibariyle yaklaşık 95 milyar dolar gibi rekor bir seviyeye ulaştı. Türkiye’nin yanı sıra Şili, Malezya, Vietnam ve Taylan gibi ülkelerde de ETS’nin kurulması ve uygulanması için hazırlıklar devam ediyor.

ETS hazırlıkları, SKDM nedeniyle hız kazandı

Türkiye aslında ETS kurma hazırlıklarına hem Paris Anlaşması’ndan hem de Avrupa Yeşil Mutabakatı’ndan önce başlamıştı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2011 yılında yayımladığı ve 2011-2023 yıllarını kapsayan İklim Değişikliği Aksiyon Planı, sera gazı emisyonlarını kontrol altına almak için öncelikli hedefleri ve alanları belirliyordu. ET’nin kurulması ve bu sistemin küresel ve bölgesel ETS’lere bağlanmasına da önemli bir uygulama olarak vurgu yapılıyordu.

Ne var ki 2015 yılına kadar kurulması beklenen ETS, ilk olarak 2018 yılına ertelendi ancak bu tarihte de kurulamadı. AB’nin Yeşil Mutabakat gereğince hazırladığı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın (SKDM) AB ile dış ticaret ilişkisi içindeki ülkelere 2026 yılından itibaren uygulanacağının duyurulması ise ETS çalışmalarına yeniden hız kazandırdı.

SKDM’ye göre eğer AB’ye yüksek emisyonlu ürünler ihraç eden ülkelerin kendi karbon fiyatlandırma politikaları yoksa, bu gömülü emisyonlar AB sınırlarında SKDM vasıtasıyla fiyatlandırılacak. AB böylelikle hem karbon kaçaklarını önlemeyi hem de kendi rekabet gücünü artırmayı hedefliyor. Özellikle karbon kaçaklarının önlenmesi ile bu politikanın Paris Anlaşması hedeflerine de katkıda bulunacağı aşikar. Nitekim üretimin AB’den karbon fiyatlandırmasının olmadığı ülkelere kayması, emisyon azaltım hedeflerinin de tutturulamaması anlamına gelir. Emisyonların azalmak yerine yer değiştirmesi ile atmosferdeki sera gazı stoklarında bir değişiklik olmaz ve iklim değişikliği sorunu aynen devam eder. Bu nedenle AB, aksiyon almayan ülkelere de SKDM aracılığıyla uyarıda bulunmuş oluyor.

Diğer yandan, iklim değişikliği dahil çevre sorunları ile mücadelede başvurulan fiyatlandırma politikaları eğer toplum tarafından desteklenmiyorsa, uygulamaları zor olabiliyor. Bu nedenle politika yapıcılar tarafından önerilen ancak toplum desteği bulunmadığı için uygulanamayan fiyatlandırma politikaları da bulunuyor. Bunlardan belki de en dikkat çekeni, ‘Sarı Yelekliler’ olarak bilinen ve Fransa’da akaryakıt vergilerinin artırılması önerisini protesto eden gösterilerdi. Fransız politika yapıcılar, iklim değişikliği ile mücadeleyi hızlandırmak için akaryakıt vergilerinin artırılmasını önermiş, ancak toplumdan gelen şiddetli tepki nedeniyle bu öneriyi rafa kaldırmak durumunda kalmışlardı.

ETS, vergilere kıyasla çok yeni ve tecrübe isteyen bir fiyatlandırma aracı olduğu için, regüle edilecek firmaların görüşlerini ve tercihlerini öğrenmek, sistemin daha kolay benimsenmesini ve etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayabilir.

Kaynak Makale: ‘Küresel İklim Değişikliği ve Emisyon Ticareti: Yeşil Ekonomi Tasarımına Önermeler’ Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Zahide Eylem Gevrek

‘Ekosistemlerin çöküşü gelecek on yılın en büyük risklerinden biri’

Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) Doğa Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem, 2024 yılı Küresel Riskler Algı Araştırması’na göre, önümüzdeki on yılın en büyük beş küresel riskinden birinin “biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistemlerin çöküşü” olduğunu belirtti.

Biyoçeşitliliğin kara, deniz ve diğer sucul ekosistemlerde yaşayan canlı organizmalar arasındaki farklılaşmayı ifade ettiğini belirten Dr. Kalem, tüm dünyada biyoçeşitliliğin hızla azaldığını vurguladı. AA’ya konuşan Kalem, “Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) hazırladığı 2024 Küresel Riskler Algı Araştırması’na göre, önümüzdeki on yıl için öngörülen ilk beş küresel riskten dördü doğayla ilgili. Bunlardan biri de üçüncü sırada yer alan Biyoçeşitlilik Kaybı ve Ekosistemlerin Çöküşü” dedi.

Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Paneli’nin 2019’da yayımladığı rapora göre, mevcut durumda devam edilirse, yakın gelecekte bir milyona yakın bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. WWF’in yayımladığı Yaşayan Gezegen Raporu da son elli yıl içinde omurgalı tür popülasyonlarının yüzde 69 azaldığını ortaya koydu. Küresel ölçekte en büyük düşüş yüzde 83 ile tatlı su habitatlarındaki türlerde gözlendi. Habitat kaybı, iklim değişikliği, kirlilik, aşırı doğal kaynak tüketimi ve yasa dışı avlanma gibi insan faaliyetleri biyoçeşitliliği ciddi şekilde tehdit ediyor.

Türkiye’deki biyoçeşitliliğin korunması için alınması gereken tedbirler konusunda da değerlendirmelerde bulunan Dr. Kalem, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi‘ne (BÇS) taraf ülkelerin 2022’de yapılan 15. Taraflar Konferansı’nda kabul ettikleri 2030 Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi’ni hatırlatarak, Ulusal Biyoçeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planları‘nın (UBSEP) bu hedeflere göre revize edilmesinin önemine dikkat çekti.

Dünyadaki genel eğilime paralel olarak Türkiye’de de ekolojik ayak izinin büyüdüğünü ve biyoçeşitliliğin azaldığını belirten Dr. Kalem, Türkiye Üreyen Kuş Atlası veri değerlendirmesine göre, sulak alanlara bağımlı türler arasında yer alan yaz ördeği, kadife ördek ve telli turnanın artık Türkiye’de yuvalamadığını söyledi. Ancak, Amasya’da bir çift telli turnanın 2021 ve 2024 yıllarında yuvalamasının umut verici bir gelişme olduğunu ekledi.

Altyapı olarak ekosistemler: İklim direncine yönelik yeni bir yol
Birleşik Krallık ormanlarında 50 yıl içinde ‘feci bir ekosistem çöküşü’ yaşanabilir

Dr. Kalem, dünya genelinde en fazla tehdit altında olan yeşil deniz kaplumbağasının “kritik tehlikede” statüsünden “tehdide yakın” statüsüne alındığını ve Türkiye’deki koruma çalışmalarının olumlu sonuçlar verdiğini belirtti. “Samandağ, Kazanlı, Alata ve Davultepe kumsallarında yeşil deniz kaplumbağalarının yuva sayılarında artış kaydediliyor” dedi. Ancak, bu kaplumbağaların yaşam alanlarının hızla kaybedildiğini ve koruma çalışmalarına hız verilmesi gerektiğini vurguladı.

Mersin balıkları ise yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Türkiye sularında yaşayan ve nesli tükenmek üzere olan bu türlerin korunması için acil önlemler alınması gerekiyor. Dr. Kalem, Yeşilırmak ve Sakarya nehirlerinde yalnızca birkaç türün varlığını sürdürebildiğini belirtti.

WWF-Türkiye internet sitesinden deniz kaplumbağalarının yuvalama kumsallarında nasıl davranılması gerektiğini öğrenebileceğini kaydeden Dr. Kalem, “Yaz tatili yaklaşırken Akdeniz kıyılarında deniz kaplumbağalarını rahatsız eden davranışlarda bulunan kişileri uyararak, bu canlıların kumsallarımızda nesillerini sürdürmesine yardımcı olabiliriz” dedi.