Ana Sayfa Blog Sayfa 95

Filler de birbirlerine isimleriyle sesleniyor

Daha önce insanların fillere çeşitli isimler verdiğine şahit oluyorduk. Ancak yeni bir araştırma, fillerin de birbirlerine isimleriyle seslendiğini gösterdi.

Fillerin kullandığı sesler bize insanların konuşması kadar net gelmiyor. Bu sesler daha çok iletişim kurulmak istenen fili tanımlayan alçak gürlemeler gibi.

İsim kullanan tek insan dışı tür

Araştırma bulguları, fillerin birbirlerine isimleriyle hitap eden ilk insan dışı canlılar olduğunu gösteriyor. Daha önce yunuslar ve papağanlarda da farklı hitap biçimleri kullanıldığına rastlanmıştı ancak bunlar alıcının çağrısını taklit etme üzerine kuruluydu.

Coloardo State Üniversitesi’nin Save the Elephants kuruluşundan araştırmanın baş yazarı Michael Pardo, “Yunuslar ve papağanlar da muhataplarının imza sesini taklit ederek birbirine bir nevi ‘isim’ ile sesleniyor. Ancak filler, birbirlerine hitap etmek için alıcının çağrılarını taklit etmek yerine insan isimlerinin işleyişine benzer bir yöntem kullanıyor” dedi.

Pardo, araştırması kapsamında Kuzey Kenya’nın Samburu ekosisteminde ve Güney Kenya’nın Amboseli Ulusal Parkı’nda 600’ün üzerinde fil çağrısı kaydetti.

Biz filleri trompet benzeri çağrılarıyla tanısak da filler, insan kulağının algılayamadığı düşük frekanslı seslerle de iletişim kuruyor. 1 ila 20 Hertz arasındaki bu çağrılar, 10 kilometreye kadar duyulabiliyor.

Araştırmacılar 119 filin çağrıları için bir makine öğrenme algoritması kullandı. Sesler sırasında hangi fillerin sürüden ayrıldığı veya hangi filin sürüye yaklaştığı gözlemlendi. İsimlerini duyan fillerin ses kaynağına doğru hareket ettiği veya ses çıkararak yanıt verdiği tespit edildi.

Soyut düşünce yeteneğinin bir göstergesi

Filler birbirleriyle selamlaşırken veya yırtıcı hayvanlarla karşılaşınca da farklı sesler çıkarıyor. Ancak bu sesler, ‘isim’ çağrılarından ayrışıyor.

Araştırmacılara göre üstün bir bilişsel yetenek olan bu özellik, fillerin soyut düşünce yeteneğine sahip olduğunu gösteriyor.

Filler de insanlar gibi aile birimleri, sosyal gruplar ve daha geniş bir klan yapısı içinde yaşamlarını sürdürüyor. Bu da insanların karmaşık sosyal ağlarıyla benzerlik gösteriyor. Araştırmacılar, insanlar ve filler arasındaki benzer sosyal ihtiyaçların bireyleri ayırt etmek için çeşitli ses etiketlemelerinin gelişimine yol açmış olabileceğini düşünüyor.

Pardo, keşiflerin insan diline özgü olduğunu düşündüğümüz şeyler ile diğer hayvan iletişim sistemlerinde bulunanlar arasındaki çizgiyi bulanıklaştırdığını söylüyor.

‣ Asya filleri cenaze töreni düzenliyor, ölülerini gömüyor

Mikroplastikler üreme sağlığını da tehdit ediyor

Çin’de bir grup araştırmacı, 40 erkekten aldığı meni örneklerinden tümünde mikroplastiklere rastladı. Bu rastlantı, mikroplastikler ve üreme sağlığı ilişkisine dair soruları da beraberinde getirdi.

Büyük plastik atıkların parçalanmayla ortaya çıkan ve genellikle boyutu beş milimetreden küçük olan plastik parçaları mikroplastik olarak adlandırılıyor. Diğer plastikler gibi mikroplastikler de esneklik ve dayanıklılık için kullanılan pigmentler, antimikrobiyaller, UV stabilizatörleri ve alev geciktiriciler gibi kimyasallar içeriyor.

Mikroplastikler daha önce Everest‘in zirvesinde, okyanusların derinliklerinde, canlıların beyin hücrelerinde, gıdalarda, anne sütünde, plasentada, kanda, spermde ve diğer birçok yerde tespit edilmişti.

Mikroplastikler her yerde: Köpek ve insan testislerinde de tespit edildi
İnsan eli değmemiş yeryüzü katmanlarında mikroplastik bulundu
Serumlarda da mikroplastik tespit edildi
Yaşayan insanların akciğerlerinde ilk kez mikroplastik görüldü
Mikroplastik ilk kez insan kanında tespit edildi

Ancak daha önce spermler üzerinde yapılan çalışmaların hiçbirinde test edilen tüm örneklerde mikroplastiklere rastlanmamıştı. Çin‘de yapılan daha eski bir araştırmada sperm örneklerinde mikroplastiklere rastlama oranı yüzde 50’yken İtalya‘daki bir araştırmada ise yüzde 60’tı.

Sekiz tür mikroplastik tespit edildi

Qindao Üniversitesi’nden araştırmacılar, evlilik öncesi sağlık taramasından geçen 40 sağlıklı erkekten sperm örneği aldı. Sperm örneklerinin tamamında mikroplastiklere rastlandı. Bulgular, mikroplastiklerin ne kadar yaygın hale geldiğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Meni örneklerinde sekiz farklı plastik türü tespit edildi. Bu türlerden en yaygını ambalajlarda kullanılan polistiren olurken plastik torbalardan çıkan polietilen ve PVC en yaygın türler arasındaydı.

Mikroplastikler artıyor, sperm sayıları düşüyor

Son yıllarda doğurganlık üzerine yapılan araştırmalar önemli bir gerçeği gün yüzüne çıkardı: Erkeklerin sperm sayısı sürekli olarak azalıyor. Hem de giderek daha hızlı şekilde…

2018’de yapılan bir araştırmaya göre, erkeklerin sperm sayısı, elli yıl öncesine göre neredeyse yarı yarıya azaldı. Bu düşüş eğilimi, 1963 yılından bu yana yıllık olarak yüzde 1,6 oranında devam ediyordu. Ancak 2000 yılından beri düşüş oranı yüzde 2,6’ya yükseldi.

Araştırmanın yazarlarından Hagai Levine, azalan sperm sayısının çevresel ve yaşam tarzına bağlı faktörlerle açıklanabileceğini söylüyor. Kötü beselenme, hareketsizlik, stres ve alkol kullanımı gibi alışkanlıkların sperm sayısını ve doğurganlığı azalttığı biliniyor.

Ancak bu faktörler azalan doğurganlığı açıklamakta yetersiz kalıyor. Bu durumda çevresel faktörlerin de dikkate alınması gerekiyor.

Plastik kirliliği sperm kalitesini düşürüyor olabilir mi?

2023 yılında gerçekleştirilen bir meta analiz, 25 araştırmayı inceleyerek belirli pestisit türlerine maruz kalan erkeklerin sperm yoğunluklarının önemli ölçüde düştüğünü buldu. İlaçlarda, havada ve plastiklerde bulunan kimyasallar da benzer şekilde doğurganlığı azaltıyor.

Bu bulgular, erkek doğurganlığı ile mikroplastikler arasındaki ilişkiyi anlamak için faydalı olabilir.

Araştırmanın yazarlarından Ning Li, The Guardian‘a “Fareler üzerinde yapılan çalışmalar, canlı sperm sayısında önemli bir düşüş ve sperm şekil bozukluklarında da artış olduğunu gösteriyor. Bu da mikroplastiklerin erkek üreme sağlığı için kronik ve kümülatif bir risk oluşturabileceğini gösteriyor” şeklinde bir açıklama yaptı.

Mikroplastiklerin insan sağlığına etkileri konusunda hala bilinmezlikler olsa da havada bulunan mikroplastiklerin solunum yolu hastalıklarına yol açtığı biliniyor. Hormonal sistemini bozduğu bilinen BPA’lar da kalp-damar hastalıkları veya Tip-2 diyabet gibi kronik rahatsızlıkları tetikliyor.

Araştırma bulguları, spermlerde tespit edilen mikroplastiklerin de benzer bir etkiyle üreme sisteminde hasara yol açabileceğini gösteriyor.

‘Mikroplastikler insan vücudunda genetik bozukluklara yol açıyor’
Yeşil ipuçları: Mikroplastik maruziyetini azaltmanın 7 yolu

Araştırma: Ozon tabakasına zarar veren gazlar beklenenden hızlı azalıyor

Bilim insanları, zararlı gazların atmosferik seviyelerinin, maddelerin aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmasıyla tahminlerden beş yıl önce zirveye ulaştığını söylüyor.

Nature Climate Change dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma atmosferdeki zararlı gazların beklenenden daha hızlı bir şekilde azaldığını ortaya koydu. Araştırmada yer alan bilim insanları, ozon tabakasını korumaya yönelik uluslararası çabaların “büyük bir küresel başarı” olduğunu söyledi.

1987’de imzalanan Montreal Protokolü, özellikle soğutma, iklimlendirme ve aerosol spreylerde bulunan ozon tabakasını incelten maddeleri aşamalı olarak ortadan kaldırmayı amaçlıyordu.

Yapılan araştırma, ozon tabakasına zarar veren gazlar olan hidrokloroflorokarbonların (HCFC’ler) atmosferik seviyelerinin 2021 yılında, tahminlerden beş yıl önce zirveye ulaştığını ortaya koydu.

‣ BM: Ozon tabakasında 35 yıl sonra iyileşme gözlendi, on yıllar içinde normale dönebilir
Kaynak: Nature.com – Zararlı gazların pik noktasını gösterir grafikler.

AFP’nin aktardığına göre; çalışmanın başyazarı Bristol Üniversitesi‘nden Luke Western, araştırmaya ilişkin şu değerlendirmede bulundu:

“Bu büyük bir küresel başarı oldu. İşlerin doğru yönde ilerlediğini görüyoruz.”

En zararlı CFC’lerin kullanımı, Dünya‘daki yaşamı Güneş‘ten gelen zararlı ultraviyole ışınlarından koruyan kalkan olan ozon tabakasını korumak amacıyla 2010 yılına kadar aşamalı olarak durduruldu.

Bunların yerini alan HCFC kimyasallarının ise 2040 yılına kadar ortadan kaldırılması bekleniyor.

Nature Climate Change dergisinde yayınlanan çalışmada, Gelişmiş Küresel Atmosferik Gazlar Deneyi ve ABD Ulusal Atmosfer ve Okyanus İdaresi‘nden alınan veriler kullanılarak bu kirleticilerin atmosferdeki seviyeleri incelendi.

Western, HCFC’lerdeki keskin düşüşü Montreal Protokolü’nün etkisinin yanı sıra daha sıkı ulusal düzenlemelere ve endüstrinin bu kirleticilerin yasaklanacağı beklentisiyle yaptığı değişime bağladı.

Western, “Çevre politikası açısından, bu çevre anlaşmalarının uygun şekilde yürürlüğe girmesi ve uygun şekilde takip edilmesi halinde işe yarayabileceğine dair bir iyimserlik var” dedi.

Hem CFC’ler hem de HCFC’ler aynı zamanda güçlü sera gazları arasında bulunuyor, yani bu gazların azaltılmaları küresel ısınmaya karşı mücadeleye de yardımcı oluyor.

Western, CFC’lerin atmosferde yüzlerce yıl kalabildiğini, HCFC’lerin ise yaklaşık yirmi yıllık bir ömre sahip olduğunu söyledi.

Artık üretimde olmasalar bile, bu ürünlerin geçmişteki kullanımının ozonu yıllarca etkilemeye devam edeceği belirtiliyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı 2023 yılında, ozon tabakasının 1980’lerde deliğin ilk kez tespit edilmesinden önceki seviyelere geri dönmesinin kırk yıl alabileceğini tahmin etmiştir.

Yeşilüzümlüler alarm verdi: Fethiye’nin suyu ve Muğla Arısı tehlikede

MuğlaFethiye’nin Yeşilüzümlü Mahallesi’nde yapılması planlanan Krom Konsantre Tesisine karşı bölge halkının itirazları devam ediyor.

Muğla Dağ Taş Aş Bizim Platformu, Yeşilüzümlü yeşil kalsın diye “Yeşilüzümlü halkı Krom Eleme Tesisi istemiyor! Fethiye’nin suyu ve Muğla Arısı tehlikede” başlıklı bir imza kampanyası başlattı.

Karagedik’teki krom eleme tesisinin büyütülerek Yeşilüzümlü Havzası’na taşınması planlanıyor. Proje tanıtım dosyasında belirtilene göre işletme alanı 9,85 hektar olacak.

Proje alanının Yeşilüzümlü, İncirköy, Koruköy, Kızılbel, Nif’ten Çenger’e, Karacaören’e ve Gökçeovacık’a kadar uzandığını söyleyen Dağ Taş Aş Bizim Platformu, “Sahile indikçe ise Fethiye Körfezi’ni besleyen en önemli derelerin bulunduğu Çiftlik, Kargı, Yanıklar mahallelerini ve buralardan geçen derelerin su kalitesini doğrudan etkileyecek nitelikte bir alana IV. Grup Maden İşletme Ruhsatı verilmiş” dedi.

Yeşilüzümlü ÇED alanı

‘Yeşilüzümlü yeşil kalsın, Fethiye nefes alsın’

İmza kampanyasını başlatan Dağ Taş Aş Bizim Platformu, “Fethiye’mizin her köşesi ayrı bir cennet” diyerek maden işletme tesisinin mevcut işlerine, geçim kaynaklarına ve doğal zenginliklerine zarar vereceğini söyledi.

Fethiye, alternatif tarım ve turizm faaliyetleriyle zengin bir ekosisteme ve kültüre sahip. Bölgede Tarım ve Orman Bakanlığı da balıyla ünlü olan Muğla Arısı için kapsamlı projeler yürütüyor. Fethiye topraklarında aynı zamanda zeytin, bağ inciri gibi bölge ekosistemine ait birçok tarım ürünü ve tıbbi aromatik bitkiler de yetiştiriliyor.

Projenin yalnızca Yeşilüzümlü Havası’nı değil, tüm Fethiye’yi olumsuz etkileyeceğini vurgulayan Dağ Taş Aş Bizim Platformu, “Ormanları kesip toprağı, havayı, suyu kirleterek yerin altını oyarak değil, zaten sahip olduğumuz değerleri daha ileriye götürerek kalkınmak istiyoruz” dedi.

Yeşilüzümlü halkı, havzanın madenle değil, tarımla, turizmle, temiz havasıyla, organik gıdasıyla, doğa turizmiyle gelişmesini istiyor.

Fethiye’de krom tesisine onay verilen bilirkişi raporu eksik çıktı

Tarladan madenlere çocuk işçiliği

Bugün Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), çocuk işçiliğine dikkat çekmek için 2022 yılında 12 Haziran‘ı Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü ilan etti.

Bu yıl aynı zamanda Birleşmiş Milletler’in çocuk işçiliği ile mücadele etmek için kabul ettiği 182 No’lu Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimleri Sözleşmesi’nin 25’inci yılı olduğu için günün teması “Taahhütlerimizi yerine getirelim: Çocuk işçiliğine son” olarak belirlendi.

160 milyon çocuk işçi var

Son yıllarda dünyanın birçok bölgesinde yaşanan çatışmalar ve COVID-19 pandemisinin birçok aileyi yoksulluğa sürüklemesiyle milyonlarca çocuk daha çocuk işçiliğine zorlandı.

Küresel olarak çocuk işçilerin sayısının 160 milyon olduğu tahmin ediliyor ki bu sayı, dünya çapında her on çocuktan birinin çocuk işçi olduğu anlamına geliyor.

72 milyon çocuk işçinin çalıştırıldığı Afrika kıtasında bu oran beşte bire yükseliyor. Asya ve Pasifik bölgelerinde ise tüm çocukların yüzde 7’si, yani 62 milyon çocuk çalıştırılıyor.

Amerika kıtasında 11 milyon, Avrupa ve Orta Asya’da 6 milyon, Arap yarımadasında ise 1 milyon çocuk işçi bulunduğu tahmin ediliyor.

Tarladan madenlere çocuk işçiliği

Birleşmiş Milletler’in hazırladığı bir rapora göre çocuk işçilerin yüzde 70’i tarım sektöründe çalıştırılırken yüzde 19,7’si servis sektöründe, yüzde 10,3’ü ise sanayi sektöründe çalışıyor.

ABD Çalışma Departmanı‘nın 2022 yılında yayımlanan Çocuk İşçiliği veya Zorla Çalıştırma Yoluyla Üretilen Mallar Listesi raporuna göre çocuk işçiler genellikle küresel tedarik zincirlerinin en alt noktasında ve ürünlerini satın alan tüketicilerin görüş alanından uzakta çalışıyorlar.

78 ülke ve bölgeden 159 ürünü kapsayan rapora göre çocuk işçiler meyvelerden elektronik aletlere, kıyafetlerden kömüre birçok üründe çocuk işçilerin rolünü gözler önüne seriyor.

Rapora göre 24 ülkede çocuk işçilerin çoğu altın madenlerinde çalıştırılıyor. Şeker kamışı, kahve, tütün ve pamuk üretimi de çocukların en çok çalıştırıldığı alanlardan.

Türkiye’de ise çocuk işçilerin narenciye, pamuk, fındık, yer fıstığı, şeker kamışı üretiminden ayakkabı ve mobilya sektörüne çeşitli alanlarda çalıştırıldığını gösteriyor.

160 milyon çocuk işçinin 79 milyonu ‘zararlı işler’ olarak tanımlanan doğası ve koşulları gereği çocukların sağlığına, güvenliğine veya ahlakına zarar vermesi muhtemel işlerde çalıştırılıyor.

Türkiye’nin çocuk işçileri

TÜİK verilerine göre çocuk işçiler, 2022 yılında Türkiye nüfusunun yüzde 26,5’ini oluşturdu. 22 milyon 578 bin 378 çocuk işçinin yüzde 51,3’ünü erkek çocuklarken yüzde 48,7 ise kız çocuğuydu.

Çalışan çocukların çalıştırılma motivasyonları içinde ilk sırada hane halkının ekonomik faaliyetlerine yardımcı olmak geliyor. Daha sonra ise iş öğrenme, hane halkı gelirine katkıda bulunma ve kendi ihtiyaçlarını karşılama motivasyonları geliyor.

Bu sayılar, ortalaması yüzde 18,1 olan Avrupa Birliği üye ülkelerinin üzerinde kaldı.

Türkiye’de 720 bin çocuk işçi var
Türkiye’nin ‘çocuk işçi’ karnesi: Sayıları 2 milyona dayandı, çalıştırılırken ölüyorlar

11 yılda 689 çocuk çalışırken hayatını kaybetti

İşçi Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi (İSİG)’nin verilerine göre 2013 yılından beri Türkiye’de en az 689 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. Bu çocukların yüzde 56’sı tarım, yüzde 11’i inşaat sektöründe çalışırken yüzde 7’si de metal ve konaklama sektöründe çalışıyordu.

İSİG’ göre bu ölümlerin ve çocuk işçiliğinin önüne geçmek için tüm çocuklar için nitelikli eğitim imkanı sağlanması gerektiğini vurgulayarak çocuk emeği ile ilgili verilerin şeffaf bir şekilde paylaşılması gerekiyor.

‘Çocukların yeri eğitim kurumları’

Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü kapsamında bir açıklama yapan CHP Malatya milletvekili Veli Ağbaba, Türkiye’deki çocuk yoksulluğuna dikkat çekerek artan yoksulluğun çocuk işçiliğinin önünü açtığını vurguladı.

Ağbaba, Mesleki Eğitim Merkezleri‘nin ucuz emek sömürüsü merkezi olduğunu ifade ederek “mesleki eğitim adı altında çocuk işçiliği devlet eliyle özendiriliyor” dedi.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ise “Çocuklarımızın yeri tekstil, sanayi vb. çalışma ortamları değil, eğitim kurumlarıdır. Onların ucuz işgücü olarak görülmesine, bedenlerinin ve emeklerinin sömürülmesine karşıyız” şeklinde bir açıklama paylaştı.

Dem Parti Mardin milletvekili Beritan Güneş Altın, Türkiye’deki çocuk işçiliği sorunun çözümüne yönelik tedbirlerin alınması için TBMM‘ye bir meclis araştırması açılmasını teklif etti.

Araştırma teklifinde Türkiye’de giderek artan çocuk işçiliğine, MESEM’deki emek sömürünse ve AKP iktidarı boyunca giderek artan çocuk işçi cinayetlerine dikkat çeken Altın, ‘çocukların fiziksel çocukların fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen; eğitim, sağlık, oyun ve hatta yaşam haklarını ellerinden alan çocukların işçileştirilmesine karşı topyekun bir mücadele yürütülmesi gerçeği karşımızdadır’ dedi.

Son üç günde üç çocuk işçi hayatını kaybetti
Rapor: AKP’li yıllarda ‘en az’ 888 çocuk işçi çalışırken hayatını kaybetti

İkizköylüler Akbelen duruşması için dayanışma ve destek bekliyor

Muğla‘nın Milas ilçesine bağlı İkizköy sakinleri Akbelen Ormanı’nın kesim izninin uzatılmasına karşı açtıkları iptal davasının Muğla 1’inci İdare Mahkemesi‘nde yarın görülecek duruşmasına katılım çağrısı yaptı.

Çektiği videoyla sesini duyurmaya çalışan İkizköy Muhtarı Nejla Işık, Akbelen için 5 yıldır mücadele ettiklerini hatırlattı. 24 Temmuz 2023’te tüm direnişe rağmen Akbelen Ormanı’nın kesildiğini anımsatan Işık, eylemler sürecinde kendilerine uygulanan baskıları hatırlatarak buna rağmen mücadeleyi bırakmadıklarını söyledi.

İkizköy halkı da üç yıldır yaşadıkları talanı anlatarak, “Devlet, halkın değil, şirketlerin yanında. Hak mı adalet mi” diye sorarak, ormanlarını ve hayatlarını korumaya çalıştıklarını hatırlattı, destek istedi.

Av. Sarıca: Başvuru hukuksuz

Davanın avukatlarından İpek Sarıca ise orman kesim izninin 28 Aralık 2021’de bittiğini hatırlattı. Yürütmeyi durdurma iptal edilmesi kararlarının yapılacak işlemin geriye dönük zararlarını önlemek için alındığını kaydeden Sarıca, şu bilgileri verdi:

“İznin bitiş tarihinden önce Orman Bölge Müdürlüğü‘ne başvuru yapılması gerekiyor. Fakat bu izin ile ilgili yürütmeyi durdurma kararı varken, şirket kesim için başvuru yapmış. Müdürlük ise başvuruyu alıyor ve işlem yapmadan askıda bekletiyor. Başvuru konusu hukuksuz bir işlem ve bu işleme dayanarak kesim iznini uzatma kararı veriliyor. O kararla Akbelen Ormanı katledildi ve eko-kırım suçu işlendi. Duruşmada bu iznin iptal edilmesini isteyeceğiz. Doğaya, geleceğe ne kadar saygı duyulduğu bu duruşmada belli olacak. Bu hukuksuzluğa karşı hep birlikte olmak gerekiyor.”

Hayvan hakları savunucuları Beşiktaş’da taşlı saldırıya uğradı

Kamuoyunda büyük tepki toplamasına rağmen TBMM gündemine getirilmesi
planlanan köpeklere yönelik tecrit ve katliam odaklı yasa tasarısına karşı 23
Mayıs’tan bu yana İstanbul Beşiktaş İskele Meydanı’nında nöbet tutan Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, eylemlerinin 20’nci gününde saldırıya uğradı.

Tehdit ve  provokasyonlar karşısında yılmayacaklarını belirten İnisiyatif, “Sokaktayım Yanındayım” eylemlerine daha güçlü bir sesle devam edeceklerini açıkladı.

İnisiyatif üyeleri, sokakta yaşayan köpeklerin kitlesel bir şekilde toplatılmasını, geçici bakımevlerine kapatılmasını ve sahiplenilmedikleri takdirde 30 gün içinde öldürülmesini öngören yasa tasarısına karşı İstanbul’ın dışında  Ankara, Alanya ve Antalya’da “Sokaktayım Yanındayım” sloganıyla direniş sürdürüyor.

İnisiyatif’in paylaştığı açıklamaya göre; her gün 18:30-20:00 saatleri arasında nöbet alanında basın açıklaması okuyan ve halkı bilgilendiren ekip, eylem sırasında uzaktan gelen bir kişinin bağırarak kendilerine doğru yaklaştığını gördü.

El kol hareketleri yaparak çevresindekileri galeyana getirip destek toplamaya çalışan saldırgan nöbet alanına girip “sokakta köpek istemiyoruz” diye defalarca
bağırdı. Basın açıklamasına devam edildiği sırada, dövizleri sabitlemek için kullanılan iki büyük taşı eline alıp eylemcilere atmak için havaya kaldıran kişi, taşları eylemcilerin yakınlarına fırlattıktan sonra kuduz gerçekleriyle ilgili posteri yırtmaya başladı ve afişler üzerinde tepindi.

İkinci kez taşları eline alan saldırgan, eylemi izleyenlerden birinin müdahalesiyli durdurulurken, günlerdir eylemcilerin tam karşısında konumlanmış olan polis ekipleri, ancak bu bu noktada müdahale edip saldırganı uzaklaştırdı.

‘Saldırı ve tehdit’ten değil, ‘hakaret ve mala zarar verme’den işlem

Hayvan hakları savunucuları, yaşadıkları sözlü ve fiziksel saldırının ardından Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne giderek, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi avukatlarının desteğiyle şüpheli hakkında şikayette bulundu.

Alanda can güvenlikleri olmadığı için saldırganın tutuklu yargılanmasını talep eden aktivistler, etraftaki taşların şüpheli tarafından silah olarak kullanıldığını, şahsın halkı kin ve düşmanlığa tahrik edecek şekilde provokatif söylemler ve eylemlerde bulunduğunu belirtti.

İfadeleri sırasında; şiddeti, şiddet tehdidi ve psikolojik şiddeti de kapsayacak şekilde 6284 sayılı kanun kapsamında saldırgan hakkında uzaklaştırma talep eden aktivistlerin bu isteği tutanağa kaydedilmedi.

Suç isnadı ise; fiziksel bir yaralama olmadığı gerekçesiyle emniyet görevlileri tarafından “saldırı ve tehdit” olarak değil, “hakaret ve mala zarar verme” olarak tutanağa geçirildi.

Yaralama fiilinin teşebbüs aşamasında kalmış olsa dahi cezai yaptırıma tabi olduğunu belirten eylemciler, beyanlarının tutanağa tam olarak yansıtılmadığını belirtti.

Hayvanlar gibi hak savunucuları da şiddet faillerinin hedefinde

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi’nden Ebru Elgöç, saldırının ardından ilçe emniyet müdürlüğü önünde yaptıkları açıklamada, iktidar ve ortaklarının toplumu ikiye bölerek birbirine düşmanlaştırdığını, pek çok örnekte görüldüğü gibi şiddetin hem hayvanlara hem de aktivistlere yöneltildiğini, böyle bir nefret ortamında kimsenin can güvenliğinin olmadığını söyledi.

“Bunu bize yapan kişi, hayvanlara da sokakta aynı şekilde davranıyordur, zarar
veriyordur,” diyen Elgöç, “Şiddet ve öfke dolu bu insanın toplumdan bir an önce
uzaklaştırılmasını istiyoruz. Daha fazla kutuplaştırılmak istemiyoruz. Buradan iktidara ve ortaklarına da sesleniyoruz: Bu bölünmeyi bir an önce durdurun” çağrısında bulundu.

Sosyal medya hesaplarından bugün yaptıkları yazılı açıklamayla, son yıllarda şiddeti ve sıklığı gittikçe artan şekilde hayvanlar ile birlikte hayvan hakları savunucularının da hedef konduğunun altını çizen İnisiyatif, “eşit, adil ve yaşanabilir bir dünya için hayvan hakları” şiarıyla eylemlerine daha güçlü bir şekilde devam edeceklerini beyan etti:

“İktidarın ve hayvan düşmanı mafyalaşmış grupların kışkırtmalarından cesaret alan bu şiddet failleri bizi umutsuzluğa düşüremeyecek, çaresizliğe sürükleyemeyecek, korkutamayacak. Tıpkı bizim gibi hayvanların da en temel haklarından biri olan özgürce yaşama hakkı için nöbet ve eylemlerimizi sürdürecek, ‘Toplayamazsın, hapsedemezsin, öldüremezsin’ demeye devam edeceğiz. Çünkü bu ülkede, hayvana yönelik şiddet suçları hakkında iletilen binlerce şikayet başvurusu yıllardır ‘keyfi’ kararlar ile ‘kovuşturmaya yer yoktur’ ibaresiyle Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından geçiştiriliyor, failler yargılanmıyor. Yargılanan hayvan katillerinin neredeyse tamamı da yatarı olmayan, paraya çevrilebilen ve indirim uygulanabilen göstermelik hapis cezalarıyla serbest bırakılarak iktidar ve sessiz muhalefet tarafından aramıza salınıyor.

“Failleri koruyan bu adaletsizlik ve cezasızlık sistemi, dün resmi prosedürlere uyarak Urfa’daki ölüm kampı barınaklardan 30 köpeği kurtaran hayvan hakları savunucusu Buket Özgünlü’ye tutuklama kararı çıkarırken, bugün de halk ile birlikte barışçıl bir nöbet eylemi yürüten bizi hedef alıyor. Tüm yaşam savunucularını bu çarpık düzene, artan toplumsal şiddete ve kutuplaşmaya karşı ses çıkarmaya, nöbet ve eylemlerimizde yanımızda olmaya ve daha kalabalık bir şekilde, dayanışma içinde gerçek faillere karşı direnmeye çağırıyoruz.

Sokaklar hepimizin.”

 

Halilağa’da son durum: Revize ÇED raporu eksik, usulsüz ve tutarsız

Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi (2009/7)‘nin revize ÇED projesine verilen ‘ÇED olumlu’ kararının iptali için açılan davanın duruşması 10 Haziran’da görüldü.

Duruşmaya davacı kurumlar ve bireysel davacıların yanı sıra gözlemci olarak ruhsat alanı yakınlarındaki Hacıbekirler ve Yanıklar köylüleri ile Çanakkale, Edremit ve Çan’dan gelen vatandaşlar da katıldı.

Proje için 27 Haziran 2021‘de Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın verdiği ‘ÇED olumlu’ kararına dava açılmış ve kazanılmıştı. Ancak şirket, 2009/7 sayılı genelgeyle ‘revize ÇED raporu’ hazırlayarak ÇED sürecini halkın katılımı süreçleri olmadan İnceleme Değerlendirme Komisyonu Toplantısı ile başlattı.

Dava sürecinde bilirkişi incelemesi ve revize ÇED raporu da davacıların lehine sonuçlandı ancak mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkmadı.

‣ ÇED kararı öncesi çağrı: Halilağa Bakır Madeni Projesini istemiyoruz
‣ Cengiz Holding’e Halilağa’da geçit verilmedi: Hiçbir maden projesi Kaz Dağları’ndan daha değerli değil
Halilağa’da Cengiz Holding’in bakır madenine verilen ÇED olumlu kararı iptal!

Bilirkişi raporu: Revize ÇED raporu eksik

Bilirkişi raporuna göre ÇED raporunda orman ekosistemine verilecek hasar değerlendirilmedi, kar-zarar hesabı hatalı yapıldı, projenin proses su kaynakları ve derivasyon kanalları ÇED dışında tutuldu.

Ayrıca projenin yerleşim yerlerine çok yakın planlandığı için çevre ve insan sağlığı için riskli olduğunu, bölgedeki yeraltı ve yüzey sularının rejimini değiştireceğini ve bölgedeki orman ekosisteminin yok edilmesiyle iklim değişikliğine etki edeceğini belirtildi.

Kazdağları’nda Cengiz Holding’in projesine bilirkişi raporu: ‘ÇED olumlu kararı’ uygun değil
‣ Halilağa bakır madeni davasında bilirkişi keşfi protestolar eşliğinde yapıldı
Kazdağları’nda Halilağa madeni için bilirkişi ‘kamu yararı yok’ dedi 

Davacılar: Revize ÇED raporu usulsüz

Davada TEMA Vakfı avukatı Ömer Aykul, revize ÇED raporunun ruhsat değişikliği ve alan ilavesi için yapıldığını, bu yüzden ilk ÇED raporu ile aynı kapsamda olmadığını belirtti.

Kapsam farklılığı nedeniyle bu raporun revize ÇED olarak kabul edilemeyeceğini ve raporun 2009/7 sayılı genelge kapsamında değerlendirilemeyeceğini söyleyen Aykul, yalnızca bu sebebin bile dosyanın reddi için yeterli olduğunu vurguladı.

Bireysel davacıların ve Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği ve Ayvalık Tabiat Derneği’nin avukatlığını üstlenen Av. Cem Altıparmak ve Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nden Süheyla Doğan da revize ÇED’in usulsüz olduğunu vurguladı.

Su kaynakları ve küçük ağaçlar ÇED sürecinden kaçırıldı

Yıllık 5 milyon metreküplük su ihtiyacını karşılamak için bölgedeki su kaynakları da proje için kullanılacak ve proses suyu, Hacibekirler-1 ve Hacıbekirler-2 göletleri ile Kocabaş Çayı‘ndan sağlanacak. Bu kaynaklar, şirketin DSİ ile yaptığı bir protokol gereği ‘ÇED kapsam dışı kararı’ ile ÇED süreçlerinden kaçırıldı.

Süleyha Doğan, bilirkişi görüşü doğrultusunda kullanılacak su kaynakları için kapsam dışı kararının ÇED yönetmeliğinin 25. Maddesine aykırı olduğunu söyledi.

Projenin 580 hektarlık ÇED alanının 513 hektarında kızılçam, karaçam ve meşe ormanları bulunuyor. Ancak maki ağaççıkları ve çalılardan oluşan alanda ağaç sayısı, 8 cm çapından küçük ağaçlar olmadan hesaplandı.

Av. Aykul, ormanın kereste olarak görülmesi ve orman katlinin olumlu bir şey olarak sunan ÇED raporunu eleştirdi.

Orman alanının yanında tarım alanları ve meralar da projeden zarar göreceği için bölgedeki tarım ve hayvancılık faaliyetleri son bulacak. Çanakkale, halihazırda Türkiye’de ormansızlaşmanın en yaygın olduğu illerden biri. Bölgedeki ormansızlaşma iklim değişikliği için de kritik öneme sahip.

Proje yalnızca yakın çevresine değil, bir bütün olan Kazdağları ekosistemine de zarar verecek. Halilağa Bakır Madeni, Kazdağı Milli Parkı’na 19 km mesafede açılmak isteniyor.

‣ Cengiz Holding, mahkeme kararıyla iptal edilen proje için Kazdağı’nda ağaç kesimine başladı
Cengiz Holding’in Halilağa bakır madeni alanında ağaç kesimleri sürüyor
Cengiz Holding, davası süren projesi için Kazdağları’nda ağaç kesimine başladı

Hacıosmanoğlu: Hesaplar tutmuyor

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği adına konuşan maden yüksek mühendisi Esenay Hacıosmanoğlu “Bakır madeninin işletilmesinde bakır rezerv alanınına baktığımızda atık depolama tesisi ile rezerv alanının birleştiğini görüyoruz. Rezerv alanında gölet yapılıyor. Bunun için MAPEG’den izin almanız gerekir. Şirket kasıtlı olarak rezerv alanlarını gizlemek istiyor” diyerek projenin mevzuata uygun olmadığına dikkat çekti.

Hacıosmanoğlu, bölgedeki görünür rezervin 17 milyon ton olduğunu ancak işletilecek rezervin 90 milyon olduğunu söyleyerek projenin altın varlığının gizlendiğini açıkladı.

Atık depolama hacminin de 56 milyon metreküp olması gerekirken 22 milyon metreküp olarak belirtildiğini söyleyen Hacıosmanoğlu ÇED projesi ile işletme projesinin hesaplarının tutmadığını vurguladı.

Rehabilitasyon planı yeterli değil

ÇED raporuna göre proje kapsamında yapılacak rehabilitasyon, ÇED alanını eski haline getirmeyecek.

Bilirkişi raporuna atıfta bulunan Doğan, rehabilitasyonda 10 cm bitkisel toprak serileceğinin yazdığını ancak bunun bölgeyi eski haline getirmek için yetersiz olduğunu söyledi.

Doğan, “Proje, imzacısı olduğumuzu Uluslararası İklim Değişikliği Sözleşmesi ve Paris Anlaşması‘na aykırıdır. Ormansızlaşma ve tarım alanlarının yok olması ile karbon yutak alanımızın yok olacaktır. Türkiye’nin 2053’teki net sıfır hedefine uygun değildir” dedi.

Su kaynakları azalıyor

Çan Çevre Derneği avukatı Ümran Aydın, Kocabaşı Çayı’ndan alınacak suyun ÇED raporuna dahil edilmemesini eleştirdi ve Kocabaşı’ndan zaten Çanakkale Seramik Fabrikası, 2 termik santral ve Çan Belediyesi su çektiği için çayın eskisi gibi akmadığını söyledi:

“Suyumuz olmadan yaşayamayız, bu proje kamu düzenini bozacaktır ve kabul edilmemelidir. Atık suyu ile bölgeyi kirletecekler geri dönüşsüz vereceği zararlar ile insanları göçe zorlayacaklar kamu yararı bunun neresindedir.”

Vatandaş DSİ’yi göreve çağırıyor: Cengiz’e verecek bir damla suyumuz yok!

Revize ÇED raporu entegre bir şekilde hazırlanmadı

Madene su sağlayacak Hacibekirler-1 ve Hacıbekirler-2 Göletleri ile Kocabaş Çayı Sulama Yapısı, Terfi İstasyonu ve İletim Hattı İnşaatı projeleri de Halilağa Bakır Madeni projesi ile entegre projeler olmasına karşın revize ÇED raporu entegre bir şekilde hazırlanmadı.

TEMA avukatı Aykul ve Çan avukatı Aydın, proje yakınındaki Çan Biga fay hattına dikkat çekerek olası bir deprem durumunda yaşanacak felakete de ÇED raporunda yer verilmediğini söyledi.

Aydın, bölgede bir deprem olursa Hacıbekirler Köyü’ndeki atık sahasının bölge için büyük bir tehdit olacağını vurguladı ve ÇED raporunun bu durumu da göz önünde bulundurarak entegre bir şekilde hazırlanmasını istedi.

İliç gibi olmasın

Proje kapsamında yapılacak olan patlamalar, 55 köyün içme suyunu sağlayan Kocabaş Çayı ile Halilağa, Hacıbekirler ve Muratlar köylerini tehdit ediyor. Patlamaların su kaynağı üzerinde bir ocak gölü oluşturması ve cevher içermeyen atıkların asit maden drenajı oluşturması bekleniyor.

Zenginleştirme kapsamında oluşacak atıklar da atık barajında birikecek. Ancak atık barajının Hacıbekirler Köyü merkezine 730 metre, köy sınırına ise 400 metre mesafede bulunması köylüleri barajdan yayılan kimyasallara maruz kalma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.

Erzincan’da yaşanan İliç felaketini ve Şebinkarahisar’da atık barajının yıkılmasını örnek gösteren davacılar, yerleşim alanlarına yakın bir alanda bu tür bir projeye izin verilmesini istemiyor.

Mahkeme kararının birkaç hafta içinde açıklanması bekleniyor.

Solar3GW raporu: Güneş enerjisi sektöründe istihdam artışı için istikrarlı yatırım şart

‘Türkiye’de her yıl güneşte 3 GW kurulu güç’ misyonuyla yola çıkan düşünce kuruluşu Solar3GW, Türkiye Güneş Enerjisi Sektöründe İstihdam” raporunu açıkladı.  Bugün İstanbul’da düzenlenen toplantıda tanıtılan raporda, yenilenebilir enerji kaynakları içinde en fazla büyüme potansiyeline sahip olan güneş enerjisinde istihdam inceleniyor.

Toplantının açılış konuşmasını yapan Solar3GW Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Bahadır Turhan, güneş enerjisi sektörünün hem elektrik üretimi hem de genel olarak sektörün değer zincirinde yarattığı istihdam potansiyeliyle enerji dönüşümüne liderlik eden stratejik önemde bir kaynak olduğunu belirtti.

Turhan, yenilenebilir enerjiye geçiş hızlandıkça güneş, hidroelektrik ve rüzgar arasındaki kurulu güç ve buna bağlı olarak istihdam rekabetinin artacağının altını çizdi. Raporu hazırlayan Genel Sekreter Özge Özeke ise sektörün büyümesi ve gelişmesiyle birlikte yetişmiş iş gücüne ihtiyacın da arttığını vurguladı.

‘Yatırım engelleri kalkınca istihdam artacak’

Solar3GW Genel Sekreteri Özge Özeke.

Raporda, 2023 itibarıyla güneş enerjisi sektörünün yaklaşık 37 bin kişiye istihdam sağladığı  belirtiliyor. Bu sayının, kamu, dağıtım şirketleri, belediyeler ve alt yükleniciler tarafında çalışanlar da eklendiğinde, en az yüzde 10-15 daha fazla olacağı tahmin ediliyor.

Türkiye’de şimdiye kadar sektörel iş gücünün yetişmesinde itici güç, lisanssız elektrik üretim projeleri oldu. Bu projeler, 2019 öncesi ticari motivasyonla hayata geçirilen yatırımlar iken, 2019 sonrasında öztüketim odaklı, ağırlıklı olarak ticari ve endüstriyel segmentte gerçekleştirilen projeler olarak nitelik değiştirdi.

Çalışmada, güneş enerjisi sektörünün yıldan yıla tutarlı gelişiminin sağlanmasının, yatırımların önündeki engellerin kaldırılmasına bağlı olduğu belirtiliyor. Yatırım hedeflerinin belli bir hızda gerçekleşmesiyle iş gücünün devamlılığı sağlanacağı ve niteliğinin de gelişip korunacağı vurgulanıyor.

Konutlarda güneş enerjisi kullanımına özellikle dikkat çekilerek Türkiye’nin konut segmenti uygulamalarında yüksek potansiyeli olduğu ancak bu segment desteklenmediği için gelişme gösteremediği ifade ediliyor. Bununla birlikte raporda, ‘Konut kaynaklı istihdamın artışı, dağıtık üretimin önemli bir parametresi olarak MW başına olan istihdamı da yükseltecek’ ifadesine yer veriliyor.

Güneş enerjisi sektörü nitelikli iş gücü istiyor

Raporda dünyada en fazla kurulum ve bakım iş kollarında işe alımlarda güçlük yaşandığı ve ilk sebebinin sektör odaklı bilgi birikimi eksikliği olduğu belirtiliyor; Türkiye’de güneş enerjisi sektörü istihdamında, teknik uzmanlık ve yenilikçi teknolojilere adaptasyonun önemine dikkat çekiliyor.

Rapora göre, halihazırdaki iş gücü nicelik olarak yeterli ancak nitelik olarak ihtiyacı karşılamıyor. Bazı güneş enerjisi projelerinin sıradan ve sadece fiziki montaj gerektiren kurulumlar olarak ele alınması, nitelik sorunun önde gelen sebepleri arasında. Ayrıca bir sertifikasyon olmaması, kurulumlarda çalışacak kişilerin seçiminde finansman sorunları yaşanması, kimi dar bütçeli projelerde iş yetkinliği ve tecrübe aranmaması diğer sebepler.

Yine rapora göre üniversiteler de nitelikli eleman sorununa yeterince çözüm olmuyor; son yıllarda açılan yükseköğretim programları yetersiz olduğundan, kurulumlarda, ön ve yan hizmetlerde görev alacak nitelikli ara ve teknik elemanlar yetiştirilmiyor. Ayrıca meslek liselerine olan ilginin azalmasıyla sektörün bel kemiği olan ara eleman açısından istihdam sorununun yaşandığı, istihdam edilse dahi yetkinlik yönünden eksiklikler göze çarpıyor.

Fosil yakıtlardaki işgücü ‘yeniden yeteneklendirme’ ile güneşe yarayacak

Çalışmada, güneş enerjisi sektörü iş gücündeki sorunların, kamu-sivil toplum kuruluşları-özel sektör iş birliği ile giderilebileceği vurgulanıyor. Bunun için güneş enerjisine bakış açısının değişmesi, bu kaynağın iklim değişikliğiyle mücadeledeki ve enerji dönüşümündeki önemli rolünün göz önünde bulundurulması gerekiyor.

Yusuf Bahadır Turhan.

Sektörün önde gelen şirketleri kamuyla işbirliği halinde hazırlayacakları eğitim ve yeteneklendirme programları ile nitelikli iş gücünü yetiştirmekte katkı sağlayabilir. Raporda, nitelikli iş gücü kadar ‘yeniden yeteneklendirme’nin (reskilling) de güneş enerjisi sektörü istihdamında önemli rol oynayacağı ifade ediliyor. Yapılan araştırmalara göre fosil yakıt alanında çalışan birçok işçi, güneş enerjisi sektöründeki iş gücü boşluğunu doldurabilmek için gerekli uzmanlaşma ve yeteneğe sahip. Bu alanda çalışan işçiler, kısa süreli yeniden yeteneklendirme eğitimleri ile temiz enerji iş gücünü çeşitlendirebilecek hale getirilebilir.

Raporun tamamına buradan  ulaşabilirsiniz

Dünyada güneş enerjisi istihdamı

Dünyada güneş enerjisi alanında hali hazırdaki ve öngörülen istihdama ilişkin rakamlar şöyle:

  • 2023’te tüm enerji sektöründe öngörülen istihdam 67 milyon
  • 2022 itibarıyla yenilenebilir enerji sektöründe 13,7 milyon kişi çalışıyor. En büyük pay, 4,9 milyon kişiyle güneş enerjisi sektörüne ait. Hidroelektirikte 2,5 milyon, bioyakıtlarda 2,5 milyon ve rüzgarda 1,4 milyon kişi istihdam ediliyor. Geri kalan kısım ise jeotermal, atık vb. alanlarda çalışıyor
  • Mevcut devlet politikalarının devamı halinde, 2030 yılında güneş enerjisindeki iş gücü toplamda 5,1 milyon kişi olacak
  • Net sıfır emisyon hedefine ulaşılması halinde iş gücü 6,6 milyon kişi olacak
  • Yenilenebilir kaynaklar içinde en yüksek istihdam oranı Çin’de. Güneş enerjisi sektörünün yüzde 56’sı, rüzgar sektörünün yüzde 49’u ve hidroelektrik sektörünün yüzde 35’i Çin’de istihdam ediliyor
  • Güneş enerjisi sektöründe, nitelikli iş gücünün az olması nedeniyle ücretler, petrol, gaz ve nükleer enerji sektörlerine kıyasla daha düşük. Ücretlerdeki fark nedeniyle sektörler arasında geçiş çok yavaş ilerliyor.

 

 

Türkiye 12 aylık kaynağını 7 ayda tüketerek limitini aştı

Türkiye’nin limit aşım günü bu yıl 11 Haziran tarihine denk geldi. Bu tarih, geçen yıla göre kaynaklarımızı 11 gün daha erken tükettiğimizi gösteriyor.

Küresel Ayak İzi Ağı (GFN), her yıl ülkelerin kaynaklarını ve tüketimini baz alarak her ülkenin limit aşım gününü belirliyor.

Bu yıl dünyanın limit aşım günü 1 Ağustos’a denk geliyor. Türkiye ise kaynaklarını dünya ortalamasından daha hızlı tüketiyor.

Türkiye’nin bu yılki kaynak tüketimi Çin, Portekiz, Yunanistan, İspanya ve Norveç’in de aralarında bulunduğu 61 ülkenin kaynak tüketiminden daha düşüktü. Ancak İran, Arjantin, Brazilya, Tayland ve Azerbaycan gibi ülkelerin tüketimini aştı.

GFN’nin hesaplarına göre Türkiye’nin tüketimi için her yıl 2,1 dünyanın kaynağına ihtiyaç duyuluyor. Yani önümüzde iki seçenek var: Ya kendimize yeni bir dünya daha bulacağız ya da tüketimimizi azaltacağız.

Türkiye doğal kaynaklarını dünya ortalamasından 32 gün önce tüketti
Bu yılki biyolojik kaynaklarını tüketen Almanya’nın üç gezegene ihtiyacı var

Limit aşım gününü ertelemek için emisyonları azaltmamız gerekiyor

Birleşmiş Milletler Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’ne göre 2030’a kadar emisyonları 2010 yılına oranla yüzde 43 düşürebilmek için limit aşım gününü küresel olarak 19 gün daha ertelememiz gerekiyor. Aksi takdirde iklim hedeflerine ulaşmamız mümkün olmayacak.

Yaklaşık 50 ülkenin ise aşım günü bulunmuyor, yani bu ülkeler her yıl biyokapasitelerini aşmayacak şekilde tüketim yapıyor.

Bu yıl limitimizi bir gün daha erken aşıyoruz