Ana Sayfa Blog Sayfa 923

İsrail askerleri El Cezire muhabiri Şirin Ebu Akile’yi öldürdü

El Cezire kanalı, muhabiri Şirin Ebu Akile’nin Batı Şeria‘nın Cenin kentinde İsrail birlikleri tarafından düzenlenen bir saldırıda açılan ateş sonucu hayatını kaybettiğini açıkladı.

Katar merkezli haber kuruluşu yaptığı açıklamada, Ebu Akile’nin İsrailli askerler tarafından “kasten” ve “soğukkanlı bir şekilde” öldürüldüğünü bildirdi. Reuters‘a göre olay sırasında Ali Samodi adlı bir muhabir daha yaralandı.

İsrail ordusunun Cenin Mülteci Kampı’na düzenlediği operasyonu takip eden Ebu Akile ile aynı araçta seyahat eden muhabir Shatha Hanaysha İsrail ordusunun öldürmek için ateş ettiğini söyledi. Hanaysha, “Hepimiz yelek ve kask takıyorduk” derken “Dört gazeteciydik. Filistinliler herhangi bir çatışmaya girmedi ya da ateş açmadı” diye konuştu.

15 yıldır İsrail-Filistin çatışmalarını takip ediyordu

51 yaşındaki Ebu Akile, uzun yıllardır İsrail-Filistin gerilimini takip eden tanınmış bir gazeteciydi. 1997’de El Cezire ekibine katılan ve sahadan bildiren ilk gazetecilerden birisi oldu. 15 yıldır İsrail-Filistin çatışmalarını takip ediyordu.

Guardian‘a konuşan Filistin lideri Mahmud Abbas, gazetecinin ölümünden İsrail birliklerinin sorumlu olduğunu söyledi. İsrail ordusu ise askerlerin bölgede çalışan gazetecileri hedeflediği iddialarını reddetti, çatışma sırasında “silahlı Filistinli saldırganlar tarafından vuruldukları ihtimalini” değerlendirdiklerini belirtti. Filistinli yetkililerle birlikte bir soruşturma başlatmayı teklif eden İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid, “Gazetecilerin çatışma bölgelerinde korunması çok önemli. Yaşanan bu olayda doğrulara ulaşmak hepimizin sorumluluğu” dedi.

Katar Dışişleri Bakanı Yardımcısı Lolwah al-Khater ise Ebu Akile’nin basın yeleği giyiyor ve kask takıyor olmasına rağmen “yüzünden vurulduğunu” açıkladı.

İsrail birliklerinin Nisan’dan beri Batı Şeria’da düzenledikleri askeri operasyonları ve bölgede yaşanan çatışmalar sırasında 17 İsrailli ve iki Ukraynalı, en az da 26 Filistinlinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.

Müzik yasağına tepki büyüyor: Pandemiyi bahane edip yaşam tarzı dayatmak bilim dışıdır

İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, Covid-19 bahane edilerek konan gece 12.00 sonrası müzik yasağını, ‘yaz mevsimi ve turizm hareketliliği’ sebebiyle bir saat uzattığını duyurdu.

Valiliklere gönderilen açıklamaya göre “Kolluk birimlerince yapılacak olan denetimlerde işletmenin canlı müzik izni olup olmadığı, belirlenen saat aralığı dışında müzik yayını yapılıp yapılmadığı gibi hususlara özellikle bakılacak.”

Pandemi tedbirlerinin çoğunun kaldırılmasına rağmen müzik yasağının devam etmesi sıkça eleştiriliyor, bilimsel dayanağı olmayan yasağın “hayat tarzına müdahele” olduğu yorumu yapılıyordu.

Türk Tabipleri Birliği (TTB), bu sabah müzik yasağına şu sözlerle tepki gösterdi:
“Kapalı ortamda maske takmamak SARS-CoV-2 bulaşını önemli ölçüde artırmaktadır; ancak saat 01.00’den sonra müzikli ortamda bulaş riskinin arttığı yönünde bilimsel bir veri yoktur. Salgın bilimsel gerçeklikle yönetilir, pandemiyi bahane edip yaşam tarzı dayatmak bilim dışıdır.”

Yaşam tarzına müdahele suçu

Türkiye İşçi Partisi Sözcüsü Sera Kadıgil, eylem ve festival yasaklarını da kapsayan bir soru önergesiyle konuyu Meclis gündemine taşıdı.
 yanıtlaması talebiyle verdiği soru önergesinde Kadıgil, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy‘a şu soruyu sordu:
“Müzik yasağını bir saat esneterek kalıcı hale getirmekle, hükümet olarak getirdiğiniz yasakların kamu sağlığı ve güvenliğiyle ilgili değil yaşam tarzına müdahale olduğu ve TCK madde 115’e göre suç oluşturduğuna yönelik değerlendirmeleriniz nedir?”
Kadıgil, Adana‘daki eylem yasağına ve Eskişehir‘de müzik festivalini de engelleyen yasaklara da değindi.
İlgili haber: Eskişehir’de 15 gün tüm etkinlikler yasak, gerekçe; genel asayişin korunması

Pandemi bitti, genelge keyfiliği bitmedi

Yasağın kaldırılmaması vatandaşlardan, sanatçılardan, siyasilerden tepki topladı.

Müzisyen Aylin Aslım, “Lütûf buyurmuşlar” yorumunu yaparken, Duman grubu da “Müzik neden yasak” diye sordu.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Volkan Aslan sosyal medya hesabından şu değerlendirmede bulundu:

“İçişleri Bakanlığı müzik yayın saatlerini genelge ile belirleyemez. Bakanlığın bu konu ile ilgili çıkarmış olduğu genelgelerin tamamı hukuka aykırı. Pandemi neredeyse bitiyor olmasına rağmen genelge keyfiliği bitmedi. Pandeminin bu mirasını hızlı bir şekilde reddetmekte en büyük pay yargıya düşüyor. Zira TBMM‘nin umrunda değil.

Ancak iki yıldır özellikle kanunilik ilkesi ile ilgili yöneltilen eleştiriler yargıda cevap bulmadı, yüksek mahkemelerimiz pandemi tedbirlerinin kanuniliğini değerlendiren doğru düzgün “bir” karar dahi vermedi. Demek ki bu sorun yüksek yargının da umrunda değil…”

Dalga geçer gibi

CHP milletvekili Ali Mahir Başarır, “Çok büyük iş! Acaba hangi “bilimsel” veri bu karara sebep oldu” derken, DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Helün Fırat da şu açıklamada bulundu: “Hükümet dalga geçer gibi bir karar aldı, gerekenin yapılmasını ve yasakların tamamen kaldırılmasını talep ediyor, müziğe ve hayata özgürlük istiyoruz.”

İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Bahadır Erdem, “Milletin aklıyla alay ediyorsunuz ya sandıkta büyük kaybedeceksiniz!” ifadeleriyle tepki gösterirken CHP milletvekili Veli Ağbaba da “Herhalde korona virüsün AKP varyantı, gece yarısı 1’den sonra ve sadece müzisyenler aracılığıyla bulaşıyor(!) Sanata düşmanlığa kılıf buluyorlar” yorumunu yaptı.

CHP milletvekillerinden Gülizar Biçer Karaca da durumu “Yasakçı zihniyetten muhteşem ‘normalleşme’ hamlesi” diye değerlendirdi.

Marmara Denizi’nde denizkestanesi avcılığı yasaklandı

Aşırı kirlilik ve iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkan müsilaj sorununun devam ettiği Marmara Denizi’nde, ekosistemin en önemli deniz canlılarından biri olarak gösterilen denizkestanelerinin avcılığı yeniden yasaklandı.

Uzak Doğu‘ya ihraç edilen denizkestanelerinin popülasyonu, aşırı avcılık yüzünden risk altına girmişti.

İlgili haber: Aşırı balıkçılık faaliyetlerinin son kurbanı: Denizkestaneleri

Yasaklama kararı, Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nce, 9 Mayıs 2022 tarihli Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürü Dr. Mustafa Altuğ Atalay imzasıyla duyuruldu.

15 Mayıs’ta başlayacak

Marmara Denizi Eylem Planı (MDEP) kapsamında alınan kararda şöyle denildi:

“Marmara Denizi’nde meydana gelen müsilaj patlaması için hazırlanan MDEP kapsamında bakanlığımız sorumluluğunda yer alan eylemlere ilişkin çalışmalar titizlikle yürütülmektedir. Marmara Denizi’nde yürütülen balıkçılık faaliyetlerinin ekosistem temelli yapılması ve koruma alanlarının genişletilmesi de bakanlığımız sorumluluğundaki eylemler arasında yer almaktadır. Bu kapsamda Marmara Denizi’ndeki balıkçılık faaliyetlerinin ekosistem temelli devamının sağlanması amacıyla, Marmara Denizi ile İstanbul ve Çanakkale boğazlarında 15 Mayıs 2022 tarihinden itibaren, ticari amaçlı denizkestanesi avcılığı ve toplayıcılığı yasaklanmıştır.”

Yasak kararı İçişleri Bakanlığı’na bağlı Marmara Denizi’ne kıyısı olan, Sahil Güvenlik ve Jandarma Genel komutanlıkları, Emniyet Genel Müdürlüğü ile Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı tüm il müdürlükleri ve Türkiye su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği ile Deniz Ürünleri Avcılığı Üreticileri Merkez Birliği’ne bildirildi.

Bolu’nun Ayman Yaylası’nda ‘ÇED gerekli değil’ kararına iptal

Bolu‘nun Seben ilçesinde, Devlet Su İşleri‘nce (DSİ) ‘Taşlıyayla Göleti ve Sulaması Projesi’ kapsamında Ayman Yaylası’na kurulmak istenen taş ocağı için valiliğin ‘ÇED gerekli değildir’ kararı, mahkeme tarafından iptal edildi.

Valilik ‘ÇED gerekli değil’ demişti

Projeye esas olan ocağın 550 metre güneybatısında yer alan ve hayvancılık faaliyeti için yararlanılan Ayman Yaylası’nda yaşayanlar ise taş ocağına karşı çıktı. Bölgede ağaçların kesildiğini belirten köylüler, inşaatın durdurulması ve ÇED raporu alınması gerekliliği gerekçesiyle dava açtı. Bolu Valiliği de bölgedeki çalışmalar için ÇED raporunun gerekli olmadığı yönünde karar verdi.

Köylüler bu kez valiliğin verdiği ‘ÇED gerekli değildir’ raporunun iptali için dava açtı. Bolu İdare Mahkemesi‘nde görülen davada karar verildi. Kararda, bölgede yapılacak patlama çalışmalarının yerleşim yerlerine zarar verebileceği ve yakındaki yüksek gerilim hattı ile hayvancılık alanlarının etki altında kalacağı göz önünde bulunduruldu. Ayrıca alanda sondaj çalışmasının yapılmadığı, büyük çukur oluşmasına neden olunacağı ile depolama alanının yetersiz olduğu da anlaşıldığını kaydeden mahkeme heyeti, projenin uygun ve yeterli olmadığı sonucuna vardı.

Açıklanan nedenlerle ‘ÇED gerekli değildir’ kararının iptaline hükmedildi.

AB’nin doğal gaz faturası 250 milyar Euro daha yükselecek

Avrupa Birliği’nin (AB) mevcut gaz kullanımı planları, yüksek gaz fiyatları nedeniyle 2030’da AB’nin enerji faturasına 250 milyar Euro daha eklenebilir. Ember ve Global Witness tarafından yapılan yeni analize göre, Avrupa Komisyonu’nun gaz kullanımını azaltmaya yönelik REPowerEU politikası kapmasındaki tekliflerine göre de Komisyon’un orijinal tahminlerinin üzerinde 203 milyar Euro’luk bir artış görecek.

Analizde, Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan orijinal maliyet tahminleri karşılaştırılarak, gaz talebi için farklı senaryolar altında AB gaz ithalatının ve üretiminin maliyetini hesaplandı. AB’nin “Fit for 55”politika paketi kapsamında planlanan gaz kullanım seviyeleri, mevcut piyasa gaz fiyatı tahminlerine göre 2030’da doğal gaz için en az 42 milyar Euro daha fazla harcanacağını gösteriyordu, ancak bugünkü yüksek fiyatlar devam ederse bu, 250 milyar € gibi şaşırtıcı bir rakama yükseliyor.

‘Fosil gaz kumarı, kaybedilen bir bahis’

Ayrıca,  Avrupa Komisyonu’nun REPowerEU stratejisi kıtanın Rus gazı ithalatını azaltmayı amaçlarken, hala gaza yüksek bağımlılığı nedeniyle Avrupa tahmini 2030 fiyatlarında 34 milyar Euro’luk veya bugünün gaz fiyatlarıyla 203 milyar Euro’luk bir fatura artışına maruz kalacak gibi görünüyor.

Bunun yerine, 2030 için ortak STK enerji senaryosunda olduğu gibi rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjiyi ve enerji tasarrufunu AB’nin enerji stratejisinin merkezine yerleştirmek, 2030 yılında enerji harcamasını tahmini fiyatlarıyla en az 21 milyar Euro ya da bugünün fiyatıyla 123 milyar Euro tasarruf sağlayarak önemli ölçüde azaltabilir.

Ember’in kıdemli analisti Sarah Brown, konuyla ilgili “Fosil gaz üzerinde kumar oynamak, kaybedilen bir bahistir. Yüksek ve değişken gaz fiyatları kalıcı olacak ve AB’ye çok pahalıya mal olacak. Para, tüm Avrupalılara istikrarlı, temiz ve uygun fiyatlı enerji getirebilecek bir geçişe harcansa çok daha iyi olur” diyor.

Analiz, doğal gaz fiyatındaki minimum değişikliklerin bile büyük maliyet etkileri olduğunu gösteriyor. Her 1 €/MWh ek gaz kullanımı, AB’ye 3 milyar €’luk bir faturaya denk geliyor. Mart ayında tek bir günde 2030 fiyatı 2,34€/MWh artarak ekonomik riskin ölçeğini ve gerçekliğini vurgulamış durumda.

Global Witness’ın kıdemli doğal gaz kampanyacısı Tara Connolly‘nin değerlendirmesi de şöyle:

On yıllardır fosil gaza aşırı bağımlılık, Avrupa’yı değişken fiyatlara karşı inanılmaz derecede savunmasız hale getirirken Putin‘i güçlendirdi. Analizimiz şimdi Komisyon’un tüketicilere gaza güvenmeye devam etmenin maliyetini büyük ölçüde hafife aldığını gösteriyor. Doğal gazdan hızlı bir çıkış yapmalarını sağlamak için mevcut gaz piyasası tekliflerini sil baştan yenilemesi gerekiyor. AB’nin derin gaz bağımlılığını sona erdirmek insanları fiyat artışlarından koruyor ve iklim kriziyle savaşmamıza yardım ediyor.”

Her iki kurum da AB’yi yenilenebilir enerji ve enerji tasarruflarını artırarak tüm fosil yakıtlardan temiz geçişi hızlandırmaya çağırıyor. Bunun da AB’nin 2030 yenilenebilir enerji hedefini en az %50’ye ve enerji tasarrufu hedefini %45’e çıkarmayı içermesi gerekiyor.

Okyanuslar, ‘hafızasını’ kaybediyor

İklimin değişmesi, dünyanın sularında yalnızca okyanusun sıcaklığında değil, yapısında, akıntılarında ve hatta renginde de anormalliklere yol açıyor.

Bu değişikliklerle okyanusun genellikle istikrarlı ortamı daha tahmin edilemez ve düzensiz hale geliyor, bilim insanları bazı açılardan bu fenomenin ‘okyanusun hafızasını kaybetmesine’ benzediğini söylüyor.

Kaliforniya‘daki Farallon Enstitüsü‘nden araştırmacılar, okyanusların üstünü kaplayan yüzeye yakın ilk 50 metresindeki üst kastmanın sıcaklıklarını inceledi.

Bu katman, okyanusun derinliklerindeki ortam ve atmosfer arasındaki termal değişimleri dengeliyor ve okyanus ortamının tutarlılığını artırmanın yanı sıra, aşırı hava ve ısı olaylarını tespit etmemizi sağlıyor. MLD denilen bu üst katman bu yüzden “okyanusun hafızası” olarak adlandırılıyor.

Bu katmanın inceldiğini tespit eden ekip, okyanustan bu katmana daha çok su karışacağını ve bu ‘hafıza’ etkisinin, yüzyılın geri kalanında küresel olarak azalacağını tespit etti.

İklim araştırmacısı Hui Shi tarafından yönetilen araştırmanın makalesinde, “Okyanus hafızası, iklim sisteminde hava durumu ölçeklerinin ötesinde önemli bir tahmin edilebilirlik kaynağıdır. Azaltılmış okyanus hafızası, deniz yüzeyi termal koşullarının tutarlılığına dayalı tahminlerinin daha kısa periyodlarla yapılacağı anlamına geliyor” denildi.

Bu, iklim krizi kaynaklı aşırı olayları ve aferleri tahmin etmek ve deniz kaynaklarını yönetmek için henüz öngörülemeyen zorluklara yol açabilir.

Deniz canlılarını da etkileyecek

Bu durumun, okyanusun termal atalet kapasitesini düşürmesi ve üst okyanusu rastgele sıcaklık anormalliklerine karşı daha duyarlı hale getirmesi bekleniyor.

Bunun deniz yaban hayatı için ne anlama geldiği belirsiz, ancak araştırmacılar, bazı türlerin kolay adapte olabileceğini fakat “popülasyonlar üzerinde önemli etkilerin muhtemel” olduğunu söylüyor.

Başka bir notta, okyanus hafızasındaki düşüşün, bilim insanlarının yaklaşan okyanus dinamiklerini tahmin etmelerini önemli ölçüde zorlaştıracağı vurgulanıyor. Bu, musonları, denizlerdeki aşırı ısı dalgalarını ve aşırı hava dönemlerini tespit etme yeteneğimizi sınırlayacak.

Aşırı hava koşullarının gelecekte daha sık olacağı tahmin edildiğinden, okyanus sıcaklığı, yağış seviyeleri ve atmosferik anormallikleri doğru şekilde ölçmek daha önemli hale geliyor.

Ancak okyanus hafızasını kaybederse,ekosistem yönetimi ve denizlerdeki tehlikeye ilişkin hazırlıkları yapamama riskimiz var.

Nisan yağışları yüzde 57 azaldı

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğü Nisan 2022 Alansal Yağış Değerlendirmesi verilerine göre;  1991-2020 dönemi uzun yıllar nisan ayı ortalama yağış miktarı metrekareye 57,5 kilogram olarak hesaplandı.

Geçen yıl nisanda, metrekareye 30,7 kilogram yağış düştü. Bu sene aynı dönemdeki yağış miktarı ise 24,5 kilogramda kaldı. Yağışlarda normaline göre yüzde 57, geçen yıl nisan ayına göre ise yüzde 20 azalma yaşandı.

İlgili haber:İklim değişikliği aşırı hava olaylarını tetikliyor

AA’dan Yıldız Nevin Gündoğmuş’un aktardığına göre; tüm bölgeler normalinin altında yağış aldı. Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yüzde 50’nin üzerinde azalma meydana geldi.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi, geçen ay metrekareye düşen 10,7 kilogram yağışla en az yağış kaydedilen bölge oldu.

İlgili haber:Aşırı hava olayları Türkiye’nin normali haline gelecek

Yağışlarda Batı Karadeniz, Trakya‘nın kuzeyi, Trabzon, Giresun, Samsun çevrelerinde artış, yurdun orta ve güney kesimlerinde azalma kaydedildi. Azalma oranının Muğla çevreleri, Antalya‘nın batısı, Orta ve Doğu Akdeniz, İç Anadolu‘nun iç kesimleri, Güneydoğu Anadolu’nun tamamına yakınında, Sivas, Malatya ve Tunceli çevrelerinde ise yer yer yüzde 80’in üzerine çıktığı görüldü.

Mersin son 90 yılın en düşük nisan yağışını aldı

İl genelinde ise metrekareye düşen en fazla yağış 74 kilogram ile Tekirdağ‘da, en az yağış 2,6 kilogram ile Mersin‘de kaydedildi. Mersin son 90 yılın en düşük nisan yağışını aldı. Uzun yıllar yağış ortalamasına göre en fazla azalma ise yüzde 94 ile Kilis‘te gözlendi.

İlgili haber: 2021’de Türkiye genelinde yağışlar son 20 yılın en düşük seviyesinde kaldı

Yağışlı gün sayısı nisan ayında Türkiye genelinde ortalama 6,6 gün olarak gerçekleşti. Marmara Bölgesi‘nin kuzeyi, Batı Karadeniz, Ordu, Giresun, Samsun çevrelerinde 15 günün üzerinde yağışlı gün görülürken, Orta Akdeniz, Konya, Karaman, Şanlıurfa, ve Mardin çevrelerinde bir güne kadar düştü.

Bölgelere göre nisan ayı yağışları

Marmara Bölgesi’nde nisan ayı yağışı metrekareye 49,6 kilogram olarak hesaplandı. Uzun yıllar ortalaması 51,9 kilogram, geçen yıl nisan ayı yağışı 60,2 kilogram oldu. Bölgeye düşen yağışlar, uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 4, geçen yıl nisan ayına göre yüzde 18 azaldı.

İlgili haber: Tarım sezonunun iki aylık döneminde yağışlar yüzde 29 azaldı

Ege Bölgesi‘nin nisan ayı yağışı metrekareye 21,1 kilogram, uzun yıllar ortalaması 54 kilogram ve geçen yıl nisan ayı yağışı 36,1 kilogram olarak kaydedildi. Bölgenin nisan ayı yağışlarında normaline göre yüzde 61, geçen yıl nisan ayına göre yüzde 42 azalma oldu.

İlgili haber:Beklenen yağışlar olmazsa yaz aylarında Bodrum’da su sıkıntısı yaşanabilir

Yağışlar, Akdeniz Bölgesi‘nde de nisanda metrekareye 13 kilogram, uzun yıllar ortalaması 53,5 kilogram, geçen yılın aynı döneminde ise 24,9 kilogram oldu. Yağışlar, normaline göre yüzde 76, geçen yılın nisan ayına göre yüzde 48 azalma gösterdi. Bölge son 32 yılın en düşük nisan yağışını aldı.

İlgili haber:Kişi başına düşen su miktarı gittikçe azalıyor

İç Anadolu Bölgesi’nin nisan yağışlarında metrekareye normale göre yüzde 71, geçen yıl nisan ayı yağışlarına göre ise yüzde 53 azalma yaşandı. Buna göre bölgede nisan ayı yağışı metrekareye 13 kilogram, uzun yıllar ortalaması 45,5 kilogram ve 2021 Nisan ayı yağışı ise 27,6 kilogram olarak kayıtlara geçti.

Karadeniz Bölgesi‘nin nisan ayı yağışı ise metrekareye 40,8 kilogram, uzun yıllar ortalaması 56,2 kilogram ve geçen yıl nisan ayı yağışı 48,8 kilogram olarak hesaplandı. Yağışlarda normaline göre yüzde 27, geçen nisan ayı yağışlarına göre yüzde 16 azalma gerçekleşti.

İlgili haber:Tuz Gölü, yüzde 65 oranında çekildi

Doğu Anadolu Bölgesi‘nde bu yıl nisan ayı yağışı 27,7 kilogram, uzun yıllar nisan ayı yağış ortalaması 74,3 kilogram ve geçen yılın nisan ayı yağışı 18,5 kilogram olarak kaydedildi. Yağışlarda normaline göre yüzde 63 azalma, 2021 Nisan ayı yağışlarına göre yüzde 50 artış yaşandı.

İlgili haber:Güneydoğu’da ekili arazilerin yüzde 70’i kurudu

Güneydoğu Anadolu Bölgesi‘nde nisan ayında metrekareye düşen yağış miktarı 10,7 kilogram, normali 62,4 kilogram ve geçen yıl nisan ayı yağışı 7,1 kilogram olarak gerçekleşti. Yağışlarda normaline göre yüzde 83 azalma, 2021 Nisan yağışlarına göre yüzde 51 artış kaydedildi.

Küresel ısınma mercanları vurmaya devam ediyor: Büyük Resif’in yüzde 91’i ağardı

Avusturalya‘da bilim insanlarının son raporuna göre bu yıl Büyük Set Resifi‘ndeki mercanların yüzde 91’i ağardı.

Bu, resif üzerinde son yedi yılda dördüncü ve 1998’den beri altıncı kitlesel ağarma olayı.

İklim değişikliğinin neden olduğu yükselen okyanus sıcaklıkları, mercan ağarmasının başlıca nedeni. Okyanus sıcaklıklarının yükselmesi ve denizlerdeki ısı dalgaları, mercan ağarma olaylarını daha sık ve şiddetli hale getiriyor ve Resif’in doğal iyileşme süreçleri buna ayak uyduramıyor.

Nisan 2022’nin başına kadar okyanuz, yaz boyunca ısı biriktirmeye devam etti ve Büyük Set Resifi boyunca termal stresi artıran üç farklı ısı dalgasına sebep oldu. Ortalamanın üzerindeki su sıcaklıkları, Cape Tribulation ve Whitsundays arasındaki 2.300 km’lik resif sistemi boyunca mercan ağarmasına neden oldu. Torres Boğazı ile resifin güney ucu arasındaki havadan incelenen 719 resiften 654’ü bundan etkilendi.

Mercan ağarması nedir?

Stres altındayken mercanlar, dokularında yaşayan mikroskobik algleri dışarı atarlar. Bu algler olmadan mercanların dokuları şeffaflaşır, beyaz iskeletleri açığa çıkar. Ağarmış mercanlar ölmemiştir, ancak daha çok açlık ve hastalık riski altındadır, üremeleri de kötü etkilenir.

Yüksek su sıcaklıkları uzun süre devam ederse (sekiz hafta veya daha fazla) alglerden ve dolayısıyla besin kaynaklarından yoksun olan mercanlar açlıktan ölmeye başlar.

İlgili haber: Aşırı yüzey sıcaklığı okyanusların yeni ‘normal’i

Ağarma, mercanlar stres altındayken meydana gelir. Yaz aylarında Büyük Resif’teki mercan ağarmasının birincil nedeni, artan su sıcaklıklarından ve artan UV radyasyonundan kaynaklanan ısı stresidir. Sadece dört hafta boyunca sadece bir santigrat derecelik bir sıcaklık artış, ağarmayı tetikleyebilir.

Mercanın ağarması bir stres tepkisidir, doğal bir süreç olsa da, büyük ölçekli deniz ısı dalgaları, çok sayıda mercanın geniş bir alanda ciddi şekilde ağardığı kitlesel mercan ağarma olayları yaratır. Bu olaylar da yüksek seviyelerde mercan ölümlerine sebep olur.

Ağarmış mercanlar ancak sıcaklıklar düşer ve koşullar normale dönerse kurtulabilir.

Avustralya Deniz Koruma Derneği‘nden Lissa Schindler, raporun bulgusunun “yıkıcı” bir haber olduğunu söyledi.

Schindler, “Daha fazla bulut örtüsü ve yağmurun olduğu bir La Niña yılı, resifimizin iyileşmesine yardımcı olacak bir rahatlama sağlamalıydı” dedi ve  2030’a kadar emisyon azaltma hedeflerini hızlandırma çağrısında bulundu.

Great Barrier Reef Marine Park Authority ve CSIRO ile birlikte raporu yazan Avustralya Deniz Bilimleri Enstitüsü‘nden araştırmacısı Dr. Britta Schaffelke de, iklim değişikliği de dahil olmak üzere artan baskılar karşısında resifin iyiye gitmediğini ve bunu izlemenin sinir bozucu olduğunu söylüyor:

“Biz yalnızca verileri sağlıyoruz. Bu bir eylem değil. Umarım, bu veriler insanların doğru kararlar almasına yardımcı olur.”

İyi haber ise, ilk bulguların bu toplu ağarmanın düşük bir ölüm oranı ile sonuçlanacağını göstermesi. Veriler, 2016’da ciddi toplu ölümlere neden olan toplu ağarmaya benzer olmayacağını söylüyor.

İlgili haber: Büyük Set Resifi’ndeki mercanların yarısı iklim krizi yüzünden yok oldu

Geçtiğimiz yirmi yılda Büyük Resif’te birçok toplu mercan ağarması yaşandı.  2016 ve 2017’de eşi görülmemiş şekilde üst üste görülen toplu ağarma olayı, Resif’in üçte ikisini toplu olarak etkiledi ve büyük kayıplara neden oldu.

Grubun baş bilim insanı David Wachenfeld, mevcut gidişatın dünya resiflerini çok kötü etkilediğini söylüyor:

“Nasıl yapacağımızı bildiğimiz her şeyi uygularsak ve elimizden geldiğince hızlı ve iddialı bir şekilde yaparsak, dünyanın en azından bazı mercan resiflerini koruma şansımız var.”

Kadın mücadelesinden çıkan bir başyapıt: İstanbul Sözleşmesi çok yaşasın!

İstanbul Sözleşmesi’ne atılan ilk imzanın yıl dönümünde Eşitlik İçin Kadın (EŞİK) Platformu tarafından bugüne kadar Sözleşme’ye ilişkin yaşananlara ilişkin bir açıklama yapılarak İstanbul Sözleşmesi kutlandı.

20 Mart 2021’de  Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine dair yayımlanan Cumhurbaşkanı kararına yıl boyunca sivil toplum kuruluşları, kadın hakları örgütleri, siyasi partiler, barolar ve pek çok kadın tarafından yüzlerce dava açılmıştı.

İlgili haber: İstanbul Sözleşmesi davası görüldü, savcı fesih kararının iptalini istedi

İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararıyla çıkılmasına karşı yürütmenin durdurulması ve kararın iptali talebiyle açılan davalar 28 Nisan’da Ankara’da Danıştay 10. Dairesinde görüşüldü.

İlgili haber: İstanbul Sözleşmesi davaları görülüyor: Bu sözleşmeden yalnızca şiddet failleri rahatsızlık duyar

Öte yandan bu hafta TBMM Genel Kurulu’na gelecek kadına karşı şiddetle mücadele konusunda değişiklikler getiren “Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi“ne  ilişkin kadınlar nöbette. Kadınlar, dün “Gözümüz Meclis’te, nöbetteyiz!” açıklaması yaptı.

İlgili haber: Kanun teklifine karşı kadınlar nöbette: Sorun yasalarda değil, yasalara dokunma uygula!

Eşitlik İçin Kadın (EŞİK) Platformu, yayımladığı açıklamada “Medeni Yasa’ya, Ceza Yasası’na, 6284’e dokunmayın, çocuk istismarı faillerine affı tekrar önümüze getirmeyin!” dedi.

İlgili haber: Berrin Sönmez: Aileyi koruma dendiğinde erkeğin konforundan bahsediliyor

‘İstanbul Sözleşmesi çok yaşasın’

EŞİK’in İstanbul Sözleşmesi’ne kadar geçen süreci anlattığı ve ‘başyapıt’ nitelendirmesiyle kutladığı sözleşmeye ilişkin açıklamanın tamamı ise şöyle:

“Bugün 11 Mayıs. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan ve Türkiye tarafından ilk imzacı olarak imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nin 11’inci yıl dönümünde, ‘Nice Yaşlara‘ diyoruz. Küresel mücadelemizin en büyük eseri sayılabilecek bir sözleşme, enternasyonal bir başyapıt; İstanbul Sözleşmesi çok yaşasın!

19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece Cumhurbaşkanı’nın tek başına aldığı bir Karar’la ve meclis iradesi yok sayılarak, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini öğrendik. Tek adam tarafından verilen hukuka aykırı bu karara itiraz etmek için yurdun dört bir yanında sokaklara döküldük. Bu kararın, Anayasa’ya, uluslararası sözleşmeler hukukuna aykırılığını ve ‘yok hükmünde’ olduğunu dile getirdik. Verilen kararın hukuksuzluğunun tespiti için Danıştay‘da 200’ü aşkın sivil toplum kuruluşu tarafından iptal davaları açıldı.

Geçtiğimiz yıl Sözleşme’nin 11 Mayıs 2011’de imzaya açılmasının 10’uncu yıldönümünde EŞİK’in çağrısıyla binlerce kadın Twitter’da gün boyu ülke gündemi listesinde 2 ve 3. sıralarda yer alarak Sözleşme’ye sahip çıktı. Yedi bölgeden, çeşitli illerden kadınlar çektikleri videolarla ‘Ben İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyorum, ya sen?‘ sorusuyla başka kentlerdeki kadınlara seslenerek birbirlerine pas verdiler. Bu zincir sayesinde, kentten kente, kadından kadına canlı bağlar kuruldu.

#İstanbulSözleşmesi10Yaşında ve #Vazgeçmiyoruz etiketleri ile 100 binin üzerinde paylaşım yapıldı.  Sosyal medyada yapılan ama sosyal medya sanallığını aşan bu eylem sırasında ve sonrasında neredeyse ülkede İstanbul Sözleşmesi’nin adının anılmadığı bir yerleşim yeri kalmadı. Dağlara taşlara #İstanbulSözleşmesiYaşatır yazıldı.

Kadın ve LGBTİ+ örgütleri 19 Haziran 2021’de ‘İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz’ diyerek İstanbul Maltepe Mitingi’nde buluştu. Ardından Tüm yıl boyunca EŞİK olarak her türlü mecrayı kullanarak, tüm topluma, şiddet ve ayrımcılığın hedefindeki kimsenin can güvenliğinin ve şiddetsiz bir yaşam hakkının kalmadığını, hayatlarımızın tamamen erkeklerin kontrolüne verildiği bir toplum yaratılmak istendiğini anlatmaya çalıştık. Öte yandan temel insan hakları ile ilgili sözleşmelerden tek bir Cumhurbaşkanlığı kararı ile çıkılamayacağının ve bunun hukuken yok hükmünde bir girişim olduğunun altını çizdik. Bu hukuksuz girişimin sadece kadınlarla ilgili olarak değil, genel olarak ülkenin geleceği ile ilgili son derece tehlikeli bir sürecin önünü açacağını vurguladık.

EŞİK’li kadınlar olarak, 24 Haziran 2021 günü Danıştay’a giderek bir an önce yürütmeyi durdurma kararı vermesi için ek dilekçe verdik ve bir basın açıklaması ile sesimizi Danıştay’a duyurmaya çalıştık. Yürütmeyi durdurma talebimiz bir oy farkla reddedildiğinde, Danıştay 10. Dairesi yargıçlarını Yürütmeyi Durdurma Kararı vermeye çağırdığımız 30 Haziran 2021 tarihli Cesaret Zamanı bildirisini yayınladık.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının yargılanması

Danıştay, iptal davalarını esastan görüşmeye başladı. EŞİK olarak yaptığımız çağrı üzerine Türkiye’nin her köşesindeki 73 Baro’dan kadın avukatların katılımı ile 28 Nisan Perşembe günü İstanbul Sözleşmesi’ni savunduk. Bazı anlar, bazı savunmalar, bazı yargılamalar asla unutulmaz. İlk duruşmanın yapıldığı 28 Nisan 2022 tarihi böyle unutulmaz bir gün olarak takvimlerde yerini aldı. Yüzyıllar geçse de sonuç ne olursa olsun her anı ve dakikası ile tarihsel olan İstanbul Sözleşmesi Davası hafızalarda bâki kalacak.

28 Nisan’da yaklaşık bin avukatın, baroların, kadın örgütlerinin ve aktivistlerin katılımı ile Danıştay tarihinde bir ilk gerçekleşti. İçeri girmek isteyen kadınların kapıda polis şiddetine maruz kaldığı, buna rağmen merdivenlerde bile oturabilecek yer kalmayan büyük konferans salonunda ilk duruşma yapıldı. Duruşma salonunda her yerden, her siyasi görüşten, her toplumsal kesimden yapılan hukuki ve politik değerlendirmeler aynı yerde birleşti, bütün yollar İstanbul Sözleşmesi’nin haklılığına, yaşam için önemine çıktı.

Yürütmeyi Sözleşme’den çekilmeye yönelten gece yarısı dürtüsü nedir, diye soruldu? Bu idari işlemde hiçbir kamu yararı olmadığı vurgulandı. Zira halen Sözleşme’nin 44 ülke tarafından imzalanmış ve 35 ülke açısından onaylanmış olduğuna; kadınlar ve LGBTİ+lar açısından hayati güvence oluşuna; Sözleşme’den çekilme ile birlikte yaşanan toplumsal infiale; toplumun büyük bir kesiminin bu sözleşmeyi desteklediğine dair birçok tarihsel itiraz ve soru bir bir sıralandı. Daha önce Cumhurbaşkanlığı kararının hukuka aykırı olduğu ve kararın iptal edilmesi gerektiği yönünde görüş bildiren Danıştay Başsavcısı aynı şekilde mütalaa verdi. Ve Danıştay’ın nihai kararını beklemek üzere duruşma sona erdirildi.

On birinci yıldönümünü kutladığımız İstanbul Sözleşmesi; kadınların, LGBTİ+ların, yaşlıların, mültecilerin, engellilerin ve diğer tüm dezavantajlı grupların haklarının ve hayatlarının teminatıdır. Bir varlık kavgası olan bu davanın, karardan geri dönülene kadar ulusal ve uluslararası alanda her türlü hukuki mücadelesini vereceğimizin sözünü bir kez daha bildiriyoruz. Hepimiz 7 Haziran 2022 tarihindeki ikinci Danıştay duruşmasına hazırlanıyoruz. Tüm kamuoyu ve basının desteğini bekliyoruz. Haklıyız ve hukuka aykırı çıkış işleminin iptal edilmesini bekliyoruz.

Tekrar hatırlatıyoruz: 6251 sayılı onay kanunu yürürlükte olduğu sürece İstanbul Sözleşmesi, bir yasa olarak yürürlüktedir.

Uygulayın!”

Tarım arazisi üzerine OSB: Bu bize reva mı?

Balıkesir‘in Bandırma ilçesinde birinci sınıf tarım arazileri üzerine Metal İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (OSB) inşaatı başladı. Vatandaşlar OSB inşaatı için gerçekleştirilen faaliyetlere tepki gösterdi.

Kuzey Ormanları Savunması tarafından “Sanayi işgaline son verin” ifadeleriyle paylaşılan görüntülerde iş makinalarıyla alanın kazıldığı görülüyor.

Sözcü’den Halil Ataş’ın aktardığına göre; konuyla ilgili açıklama yapan Güney Marmara Dayanışma (GMD) grubu üyesi Erol Yıldız, Balıkesir-Çanakkale 1/100000 Çevre Düzeni Planı dayanak yapılarak, Bandırma-Erdek körfezinde, genişleme sahasıyla birlikte tarım arazilerini de içine alarak 40 milyon metrekareye ulaşacağı söylenen bölgede Metal İhtisas OSB kurulmak isteniyor. Bölgedeki, Türkiye ortalamasının iki katı verimlilikteki tarım arazileri, başka yer yokmuş gibi sanayi alanı olarak yok ediliyor” dedi.

Buğday, arpa, ay çiçek ekilen ve yüz yıllardır bölge köylüsü tarafından tarım yapılan bu verimli toprakların iş makineleri sokularak, ekili alanlarda dahil yok edildiğini belirten Yıldız, şunları söyledi:

“Marmara Ana Metal’in Metal İhtisas Organize Sanayi Bölgesi  başlangıç olarak belirlediği iki bin 200 dönümlük alanda, kamulaştırma sürecini başlattı. Köylülerin kamulaştırma bedeline itiraz davaları devam ediyor. Yine köylüler tarafından yürütmeyi durdurma davası açıldı. Davada bilirkişi atandı, süreç devam ediyor.

Kamulaştırma bedelleri 20-45 TL/ metrekare olarak belirlendi. Sanayi parseline dönüştürülecek olan tarlalar, sanayiciye dönümü 1 milyon TL gibi rakamlara pazarlanmakta.”

Yıldız, “Gıdaya, buğdaya, ekmeğe ulaşımın bu denli zorlaştığı bir dönemde; yüzyıllardır bölgenin gıda ihtiyacını karşılayan bu toprakların, başka yer yokmuş gibi sanayiye kurban edilmesi, ulusal ölçekte sorunlara yol açacak. Bilinmelidir ki, söz konusu bölgeye kuş uçuşu 5 km. dahi olmayan, Gönen Taş Tepe diye tabir edilen Bandırma Organize Sanayi Bölgesi var. Genişleme sahası ve tarım dışı zemini nedeniyle kesinlikle daha uygun bir yer” ifadelerini kullandı.

 Erol Yıldız “Ülkenin en verimli tarım arazileri, başka yer yokmuş gibi sanayi alanı olarak yok ediliyor” dedi.

Beyköy Köyü’nde çiftçilik yapan Berna, topraklarını kimseye isteyerek satmadıklarını, kamulaştırıldığını ve sonrasında birinci sınıf tarım arazilerine altıncı sınıf olarak rapor alındığını söyledi.

Saliha isimli bir çiftçi ise “Çocuklarımızı bu topraklarda yetiştirmeye hakkımız yok mu?” diye sordu ve şöyle devam etti:

“Haklarımız niye elimizden alınıyor? Bu bize reva mı? Verimli topraklara sanayi kurulmasın. Niye çiftçiliğimiz elimizden alınıyor?”

Kuzey Ormanları Savunması tarafından yapılan açıklamada ise ‘mücadeleye devam’ mesajı verildi:

“Ormanlarımız, meralarımız, derelerimiz, göllerimiz, topraklarımız ve denizimiz sanayi yağmasından kurtarılana kadar omuz omuza mücadeleye devam.”