Ana Sayfa Blog Sayfa 917

Yeni Zelanda yeni iklim politikasını açıkladı: Elektrikli araçlar ve yenilenebilir enerji benimsenecek

Yeni Zelanda, fosil yakıtları aşamalı olarak kullanımdan kaldırmaya ve emisyonları azaltmaya yönelik yeni iklim eylem planını açıkladı.

Planda elektrikli araçların kullanımını yaygınlaştırmak, hidrojeni alternatif enerji kaynağı olarak benimsemek, hayvancılık kaynaklı emisyonları azaltmak gibi hedefler yer alıyor.

Başbakan Jacinda Ardern, yeni politikanın finansmanı için başlangıçta dört yıl içinde 2,9 milyar NZD (2,6 milyar dolar) tahsis edileceğini açıkladı.

Plan, 1,5 derece hedefini sağlamak için Yeni Zelanda’nın salabileceği sera gazı miktarına bir üst sınır getirerek, önümüzdeki 15 yıl için iklim eyleminin yönünü belirliyor.

Projelerin finansmanı, emisyon ticaretinden elde edilen (belirli işletmelerden yaydıkları sera gazları için ücret alınıyor) gelirle oluşturulan 4,5 milyar dolarlık İklim Acil Müdahale Fonu‘ndan sağlanacak.

Doğamız bizim ekonomimiz

Ardern yaptığı açıklamada, “Bugün, düşük emisyonlu bir geleceğe geçişimizde önemli bir gün.Hepimiz deniz seviyesinin yükselmesi ve bunun Yeni Zelanda’daki etkisiyle ilgili son raporları gördük. İklim değişikliği sorununu düzeltmek için çok geç olana kadar erteleyemeyiz” dedi.

Hükümet, ülkenin küresel sera gazı emisyonlarına çok küçük bir katkıda bulunmasına rağmen, Yeni Zelanda’nın küresel ısımayı 1,5 derecede sınırlandırmak konusunda üzerine düşeni yapması gerektiğini söylüyor.

Öte yandan Yeni Zelanda’daki emisyonlar 1990 ile 2018 arasında yüzde 57 artarak tüm sanayileşmiş ülkeler arasında ikinci en büyük artışı göstermişti. Nüfusu beş milyona yakın olan Yeni Zelanda, kişi başına emisyonun en yüksek olduğu ülkelerden biri.

İklim değişikliği bakanı James Shaw, planın daha fazla insanın elektrikli araç satın alabileceğini, kasaba ve şehirlerin daha iyi ulaşım altyapısına sahip olacağını, en yüksek emisyonlu varlıkların temiz enerjiye geçeceğini, çiftçilerin büyüyeceğini ve iklime etkili olacak şekilde  haneler için daha uygun fiyatlı ısıtma seçenekleri olacağını ifade etti.

Önlemler aynı zamanda ülkenin doğasını korumayı ve ticaretteki yeşil itibarını korumayı amaçlıyor. Maliye Bakanı Grant Robertson, “Doğamız,  bizim ekonomimiz. ‘Temiz, yeşil’ markamız hiç bu kadar önemli olmamıştı.” diyerek bunun altını çizdi.

Hükümetin açıkladığı iklim politikasının ana başlıkları şöyle oldu:

  • Ulaşım: 2035 yılına kadar ülkenin hafif araç (otobüs, kamyonet vb) varlığının en az yüzde 30’unun elektrikli olmasını hedefleyen plan, taşımacılığı karbondan arındırma çabalarını hızlandıracak: daha iyi bisiklet yolları ve yürüyüş yolları ve daha sık trenlerle toplu taşımayı iyileştirmeyi hafif araçların toplam seyahat ettiği kilometreyi 2035 yılına kadar %20 oranında azaltacağını söylüyor.Ulaştırma bakanı Michael Woodplanın bu bölümüne 1,2 milyar dolardan fazla tahsis edildiğini söyledi.
  • Ayrıca düşük ve orta gelirli hanelerin, daha uygun fiyata elektrikli otomobil edinmesini sağlayacak bir sistemin denenmesine başlanacak. Sistem, uygun ailelerin araçlarını takas etmeleri, tamir edilen elektrikli araçların uygun fiyata satılması gibi yööntemlerin önünü açacak.
  • Çöplerin azaltılması: Hanelerin 2030 yılına kadar gıda atığı toplama erişimi artırılarak çöp sahasına giden atıklar azaltılacak.
  • Yeşil enerji: Yeni düşük ve orta sıcaklıklı kömür kazanları yasaklanacak ve 2037 yılına kadar mevcut olanlar aşamalı olarak kaldırılacak. Dört yıllık bütçenin 650 milyon dolarlık büyük yatırımlarından biri endüstrinin karbondan arındırılmasına ve daha temiz enerji seçeneklerine geçişin hızlandırılmasına yönelik olacak.

  • Emisyon azaltmak için ar-ge çalışmaları: Tarımda sera gazlarının azaltılmasına yardımcı olacak ürünlerin araştırılması ve geliştirilmesini hızlandıracak bir Tarımsal Emisyonlar İklim Eylemi Merkezi kurulacak. Yeni Zelanda’nın ekonomisi büyük ölçüde tarıma ve metan emisyonlarıyla küresel ısınmaya büyük katkıda bulunan inek ve koyunlara dayanıyor.
  • Karbon yutak alanlarını artırmak için daha fazla ağaç dikmeye yatırım yapılacak.
  • Hidrojen yol haritası: Açık deniz rüzgar enerjisinin düzenlenmesini de içeren kapsamlı bir enerji stratejisi geliştirmek için fonlar tahsis edilecek. Bir hidrojen yol haritası çıkarılacak, böylece  gelişmekte olan yeşil hidrojen sektörüne, hükümetin hidrojen için ekonomik olarak sürdürülebilir bir pazara giden yolu nasıl destekleyeceği konusunda netlik sağlanacak.

Paris’in ünlü bulvarı Champs-Elysées, 2024 Olimpiyatları öncesinde ‘yeşil dönüşüme’ giriyor

Fransa‘nın başkenti Paris‘in belediye başkanı Anne Hidalgo, 2024’te gerçekleşecek Olimpiyatlara ev sahipliği yapacak şehrin ikonik Champs-Elysées Bulvarı‘nın yenileme çalışmalarını duyurdu.

Fransa’da şimdiye kadar düzenlenen en büyük etkinlik olacak 2024 Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları, 26 Temmuz-11 Ağustos 2024 tarihleri ​​arasında gerçekleştirilecek.

Hidalgo‘nun ilk yardımcısı Emmanuel Grégoire, “dönüşümün resmi lansmanını” 11 Mayıs Çarşamba günü yaptı ve çalışmaların birkaç hafta içinde başlayacağını söyledi.

Çalışmalar kapsamında ünlü bulvarın yeşillendirilmesi, araç trafiğinin ve gürültüsünün azaltılması ve yaya yollarının genişletilmesi planlanıyor. İki aşamada gerçekleşecek projenin ilk aşaması 2022 baharı ile 2023 yılı sonu arasında gerçekleştirilecek.

Bu süre zarfında mimar Philippe Chiambaretta ve ajansı PCA-STREAM tarafından tasarlanan proje dahilinde kaldırımlar, elektrik direkleri ve sokak bankları onarılacak ve ünlü Place de l’Etoile‘de araçlara ayrılan alan azaltılacak.

Bulvarı saran bahçelere ek ağaç, çalı ve bitki eklenecek, bulvarın ana caddesini başındaki Arc de Triomphe (Zafer Anıtı) anıtını çevreleyen yaya yolu genişletilecek. Fakat trafik akışını korumak için  meydanda hala 7 ila 8 şerit olacak.

Turistlerin uğrak noktası olan Champs Elysees Caddesi‘nin yukarı kısmındaki teraslar, bölgenin “kimliğini ve kişiliğini korumaya” çalışacağını belirten Belçikalı tasarımcı Ramy Fischler tarafından yeniden tasarlanacak.

İlk aşaması 2024’e kadar tamamlanacak projenin ikinci aşamasının ise 2030 yılına kadar sürmesi bekleniyor.

Belediye Başkanı Hidalgo, projenin otomobiller için alanın azaltılmasını içereceğini, çünkü “geleceğin şehrini bu şekilde tasavvur etmemiz gerektiğini” söyledi.

Bulvarın yenilenmesi projesi, kentin Tuileries‘den Arc de Triomphe‘a ve La Défense‘e uzanan ana eksende doğudan batıya yenilenmesi, ağaç dikme ve trafiği azaltma vaadiyle gerçekleşecek büyük Paris projesinin bir parçası olacak.

Belediye Ocak 2021’de, 2030 yılına kadar Paris’in mevcut karbon emisyonlarını neredeyse yarıya indirmeyi hedefleyen, daha fazla yeşil alan ve daha az trafik vadeden 300 milyon dolarlık bir planı onaylamıştı.

200 ticari, kültürel, ticari ve ekonomik aktörü bir araya getiren Champs-Elysées Komitesi ile ortaklaşa açıklanan bu proje sayesinde, sosyalist belediye meclisi 2021’in başlarında verilen sözü yerine getirmiş olacak.

Paris, haftalar içinde başlayacak çalışmalara 26 milyon Euro harcayacak.

 

 

Mars’a ışık tutması beklenen Salda Gölü bataklığa döndü

Mars’taki yaşam izine ışık tutması beklenen Salda Gölü’ndeki sular son üç yıldır çekiliyor. Salda Gölü Koruma Derneği tarafından yapılan açıklamalara göre; geçen kış bölgede yoğun kar yağışı görülmesine rağmen su seviyesinde yükselme yaşanmadı. Gölün suyunun çekildiği bazı yerler dağdan gelen sularla birlikte bataklık izlenimi verdi.

Dernek tarafından yapılan açıklamada kuyu sondajlarının, gölün etrafındaki sulama göletlerinin ve kuraklığın göldeki suyun azalmasına sebep olduğu belirtildi. Burdur‘da bulunan Salda Gölü’nün son hali ise kameralara böyle yansıdı:

‘Bölgenin doğal yapısı bozuldu’

Salda Gölü Koruma Derneği’nin açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

“Salda Gölü’nün derelerinin önüne sulama göletlerinin yapılması sonucu göl suyu seviyesinde çekilme oldu. Salda dünya mirasıdır. Salda Gölü için tam koruma istiyoruz.

Kayadibi göleti DSİ tarafından inşa edilen göletin yapılmaması için Aralık 2016’da çevreciler davacı oldu. 2017, 2018 yıllarında baraj yapıldı. Şubat 2019’da Danıştay’ın barajın yapılmaması kararıyla kesinleşerek dava süreci bitti.

Salda göleti, 2014’te ÇED muafiyeti verilen proje 20 Mayıs 2021’de iptal edildi. Gölet ihalesi, bilimsel raporlardan önce yapılan ve inşa edilen bu hatalı projede kamu kaynakları yanlış şekilde harcanmış, devlet zarara uğratılmıştır.

Salda Gölü’nü besleyen tek düzgün su kaynağı olan Düden Çayı’na Salda göleti yapılmak istenmiş, yarım kalmıştır. Kayadibi göletindeki durum ise çok daha kötüdür. Kayadibi barajı kuruyan derelerin önüne yapılmış taş, beton yığınıdır. Bölgenin doğal yapısı bozulmuştur.”

Öte yandan 5 Haziran Dünya Çevre Günü‘nde Burdur‘da başlayacak çalıştayda, Salda Gölü ve çevresinde bugüne kadar yapılan tüm bilimsel çalışmalar ve bilimsel bulguların ortak bir platformda paylaşılması amaçlanıyor.

İlgili haber: Burdur Gölü’nün olağanüstü kirli hikayesi

‘Dünya’dan Mars’a bir pencere: Salda ve Burdur Gölleri’

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca, Mars’taki Jezero Krateri‘ndeki eski göle benzerliğiyle dikkati çeken Salda Gölü’nün dünü, bugünü ve geleceği, 5-7 Haziran’da Burdur’da düzenlenecek “Dünya’dan Mars’a bir pencere: Salda ve Burdur Gölleri” çalıştayında ele alınacak.

AA’dan Yıldız Nevin Gündoğmuş’un aktardığına göre; Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğünden alınan bilgiye göre, Bakanlık, Salda Gölü’nün ekosistemi ve jeolojik önemi dolayısıyla korumaya ve insan baskısını azaltmaya yönelik bir dizi çalışma başlattı.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ev sahipliğinde, Burdur Valiliği, Burdur Belediyesi, Yeşilova Belediyesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Pamukkale Üniversitesi, Mehmet Akif Üniversitesi, Jeoloji Mühendisleri Odası, Sedimantoloji Çalışma Grubu, Jeolojik Mirası Koruma Derneği, Doğa Araştırmaları Derneği ve diğer paydaşların katılımıyla yapılacak çalıştay, 5 Haziran Dünya Çevre Günü‘nde başlayacak, 7 Haziran’a kadar devam edecek.

Çalıştaya, NASA‘da Mars’a ilişkin bilimsel çalışmalar gerçekleştiren bilim insanlarının da çevrim içi katılması planlanıyor.

Salda’nın dünü, çamur banyoları; bugünü, bataklık

Mart 2021’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘na bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü ‘Salda Gölü ziyaretçi taşıma kapasitesinin belirlenmesi’ çalışması sonuçlarına göre yılda 1.5 milyon olan ziyaretçi sayısının 570 bine düşürüleceği duyurulmuştu.

Bakanlık tarafından 1 Ağustos 2020’den itibaren dumansız hava sahası ilan edilen ve çevresinde sigara içilmesinin yasaklandığı Salda Gölü halk plajı sahiline nargilelerle girilmişti.

Ekolojik olarak oldukça hassas bir yapıda olan Salda Gölü bayram tatilinde gelen ziyaretçi yoğunluğunu kaldıramamıştı ve bazı bölümlerinde sular 50 metre çekilirken kıyılarda ise balçık oluşmuştu.

Ancak Temmuz 2021’de bayram tatilinde sigara içmenin ve çamur banyosu yapmanın yasaklandığı Salda Gölü’ne gelen ziyaretçilerden nargile içenler oldu. Halk plajına gelen yüzlerce ziyaretçi çamur banyosu yaptı.

Mayıs 2021’de Burdur Yeşilova‘da yer alan ve eşsiz bir güzelliği bulunan Salda Gölü‘nde Millet Bahçesi projesinin inşaatına tam karantina dönemine girilmesiyle birlikte hız verilmişti.

Salda Gölü’nün son durumunu, yapım çalışmaları süren Millet Bahçesi’ni ve bungalov evleri ANKA görüntülemiş, gölün Millet Bahçesi yapılan bölümündeki beyaz renkli kumların renginin değiştiği, Milli Park kıyılarındaki kumların ise doğal rengini koruduğu görülmüştü.

Bakanlık Salda Gölü’ndeki renk değişiminin ‘polenlerden kaynaklandığını’ iddia etmişti. Haziran 2021’de ise kanalizasyon atıklarının Salda Gölü’ne karıştığı iddiası üzerine bölgede inceleme yapan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdür Yardımcısı, atık karışmasının mümkün olmadığını, gölü ineklerin kirlettiğini öne sürmüştü.

Son olarak geçen ay Salda Gölü‘nün Kayadibi-Doğanbaba arasında kalan, İl Özel İdare‘ye ait misafirhane ve plajın bulunduğu alanında kepçelerle su kuyusu kazılmış ve valilik, inceleme başlatmıştı. Salda Gölü Koruma Derneği Başkanı Gazi Osman Şakar, göl bölgesine çivi bile çakılmayacağının belirtilmesine rağmen kenarında kepçelerle kuyu kazılıp, kanal açıldığını söylemişti.

Şakar, Kayadibi Mahallesi ile Doğanbaba köyü arasında yer alan, tadilat yapılarak turizme açılan eski orman binasına, Karaoluk pınarının suyunun bir kısmının taşındığını kaydetmişti.

İklim Krizi: İtalya’nın en uzun nehri Po kuruyor, tarım alanlarını deniz suyu basıyor

İtalya‘nın en uzun nehri olan Po Nehri‘nin geniş bölümlerinde su seviyesi şimdiye dek rastlanmamış oranda düştü. Nehrin geniş kesimleri kumla kaplanmış plaja dönüşürken, İkinci Dünya Savaşı‘ndan kalma bir tank ile bir ortaçağ kasabasının sular altındaki kalıntıları da ortaya çıktı.

Po Nehri Bölgeler Arası Topluluğu(AIPO) başkanı Alessio Picarelli, Boretto‘daki bir izleme istasyonundan, Po’nun sıfır gösterge yüksekliğinin 2,9 metrenin altında, yani mevsimsel ortalamanın çok altında olduğunu gösteren sonuçlar aldıklarını açıkladı.

Po Nehri, ülkenin kuzeybatısındaki karlı Alpler‘den doğudaki Po Deltası‘na yaklaşık 650 km akıyor ve ardından Adriyatik Denizi‘ne dökülüyor. Akış yolu boyunca da büyük bir su yolu olarak çiftçilerin nesiller boyu üretim yaptığı kuzey İtalya’nın geniş verimli ovalarını besliyor. İtalya’nın “ekmek sepeti” olarak adlandırılan, ekinlerle kaplı bu düzlükler, ülkenin GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 40’ını sağlıyor.

Rebecca Ann Hughes

Ancak son dönemde Po Nehri’nin normalde hayat veren suları, susuzluğun yanı sıra beklenmedik bir tehdit haline gelmiş durumda. Nehirdeki düşük su seviyeleri, deniz suyunun da yukarı doğru geri çekilmesine neden oluyor.

Euronews‘in aktardığına göre, bölge parkını koruyan konsorsiyumun yöneticisi Giancarlo Mantovani, bunun ciddi bir tehdit olduğunu, nehir suyunun azalmasıyla oluşan boşluğun deniz suyuyla dolduğunu ve bazı bölgelerde akıntıya karşı suyun geri aktığını anlatıyor. Bölgedeki çiftçiler için bu, toprağa sızan ve ekinlere zarar veren tuzlu su anlamına geliyor.

Mantovani, “Hendeklerin ve su yollarının kuruması, buradaki biyolojik çeşitlilik için ciddi bir sorun” diyor.

İklim değişikliğinin sonucu

AIPO’nun normalde yalnızca ağustos ayında ölçebileceği rekor düşüklükteki su seviyeleri, kısmen kuzey İtalya’nın çektiği yağış eksikliğinin bir sonucu. Mantovani, “Normalde bir veya iki haftada bir yağmur yağması gerekir, ama üç aydır yağmur yağmıyor” diye konuşuyor.

Geçen kış bölgenin aldığı kar yağışı da mevsimsel ortalamanın yüzde 50 altında gerçekleşti. Bu, 20 yılın en düşük seviyesi. Nehri beslemek için rezervuar görevi gören Alpler‘in buzulları da her yıl küçülüyor. Po Nehri’nin doğduğu, Fransa sınırına yakın bir dağ olan Monte Viso’da, permafrost eriyor ve kayaların parçalanmasına neden oluyor.

İklim değişikliğine bağlı bu sonuçlar, ısınan gezegenin İtalya’nın verimli tarım alanlarını ve besin açısından zengin Delta’sını tuzlu bir çorak araziye dönüştürebileceği ve yüz binlerce geçim kaynağını riske atabileceği konusunda şimdiden sert bir uyarı niteliğinde. Mantovani, “Bu, 360 derecelik bir felaket” diyor.

Tarımsal üretimin yüzde 30’undan fazlasını tehdit ediyor

SeanShot/Getty Images/iStockphoto

Uzmanlar ise Po Nehri’ni sömürülecek büyük bir rezervuar olarak görmek yerine, ekolojik bir sistem olarak su yolunun acilen korunması ve muhafaza edilmesi çağrısında bulunuyorlar. Çiftçiler şu anda mahsulleri sulamak için su fıskiyeleri kullanıyor ve bu da buharlaşma yoluyla büyük miktarda su kaybına neden oluyor. Bunun yerine, ulusal bir çevre derneği olan Legambiente, damlama sulama yapılmasını, Coldiretti de tarımsal kullanım için nehir suyu yerine yağmur suyunun kullanılmasını öneriyor.

Delta’da, denizden tuzlu su akışını önlemek için nehrin kollarına iki bariyer yerleştirildi. Mantovani, “Bu engeller deniz suyunun yönünü değiştirmemize ve dağlardan gelen tatlı su kapkalrile rezervler oluşturmamıza izin veriyor” diyor.

 

Latmos’taki RES’ler Meclis’e taşındı: Araştırma Komisyonu kurulsun

Aydın’ın Söke ilçesinde bulunan Latmos diye de bilinen Beşparmak Dağları’nda Rüzgar Enerji Santralleri (RES) projeleri yapılması için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinin başlatıldığı bildirildi. Çeşitli ekoloji örgütleri tarafından yapılan çağrılar ise Latmos’un mili park olması yönünde.Ayrıca 12 Mayıs’ta gerçekleştirilen ÇED toplantısına Beşparmak Dağları köylüleri bal ve çam fıstığı getirdi ve şirket temsilcilerine ikram ederek ağaçların kesilmesi durumunda arıcılığın biteceğini anlatarak tutanak tuttular.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül, Latmos dağlarının da yer aldığı milli parkın 33 kilometrelik alanına yapılması planlanan rüzgar enerji santralleri ile Dilek Yarımadası Milli Parkı’ndaki büyük bir alan için jeotermal arama ruhsatı başvurusu iddialarını Meclis’e taşıdı.

Bülbül, Muğla’dan Aydın’a kadar uzanan 33 kilometrekarelik geniş bir alanda 125 MW kapasiteli 30 adet rüzgâr enerji türbininden oluşacak santrallerin inşaatları için Meclis’te araştırma komisyonu kurulmasını talep ederek komisyon önergesini Meclis Başkanlığına sundu.

Bülbül önergesinde, “İlgili alan tabiatına müdahale edilmemiş yaşam alanlarını kapsamaktadır. Sadece santral alanı değil, inşaatı alanlarında faaliyet gösterecek tırların geçmesi için de yollar açılacak ve zaten Latmos Dağı’nın büyük bir kısmı maden sahaları ile tahrip edilmişken diğer kısmı da bu proje ile geriye dönüşü mümkün olmayan zararlar alacaktır” dedi.

Araştırma Komisyonu talebi

Anayasa’nın “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmünü hatırlatan Bülbül, “Bölge halkının huzur ve güvenliklerini tehdit eden ilgili projelerin; toplumsal ve çevresel etkilerinin araştırılması Anayasa’nın devlete verdiği yükümlülüğün bir gereğidir. Bu nedenle Latmos Dağı’nda yapılmak istenen RES projesi hakkında bölge halkının talepleri ve projelerin bölgeye kısa ve uzun vadede vereceği zararların tespit edilerek süreçlerin incelenebilmesi, bölge halkının anayasal haklarının teminat altına alınmasının sağlanması ve vatandaşların ihtiyaçlarının karşılanması için çalışmalar hazırlaması amacıyla araştırma komisyonu kurulmalıdır” ifadelerini kullandı.

Dilek yarımadası ve JES

CHP’li Bülbül, Aydın’ın Söke ilçesindeki Büyük Menderes Deltası’nda ulusal ve uluslararası birçok sözleşme ile korunan Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın tam ortasından başlayarak çok büyük bir alan için jeotermal arama ruhsatı başvurusu yapıldığı iddialarını da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’a sordu.

Bakan Kurum’un yanıtlaması istemiyle soru önergesi veren Bülbül, “Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın tam ortasından başlayarak çok büyük bir alan için jeotermal arama ruhsatı başvurusu yapılmış mıdır? Başvuru yapıldıysa ne kadarlık bir alan için başvuru yapılmıştır? Başvurunun akıbeti nedir?” dedi.

Ne olmuştu?

Aydın Ses Gazetesi’nden Kazım Yörükce’nin haberine göre; Almanya’nın en büyük rüzgâr türbini üreticisi Enercon‘un Beşparmak Dağları‘nda Latmos bölgesinde kurmak istediği 30 rüzgar türbininden oluşacak RES projesine köylüler geçit vermedi.

Bölgede yoğun bir şekilde çam fıstığı ve bal üreticiliği yapan köylüler, sonuçta düşünülen RES projesinin en önemli geçim kaynakları arıcılığa ve küner üretimine büyük darbe vuracağını belirterek projeye kesinlikle karşı olduklarını belirttiler.

Finlandiya ve İsveç, NATO üyeliği için bu hafta başvuracak: Ne anlama geliyor?

200 yıllık ‘tarafsızlık’ statüsünü, Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgalinin ardından bozma kararı alan Finlandiya ve İsveç, NATO‘ya katılma yolunda büyük adımlar atıyor. İki ülke de, en geç bu hafta içinde üyelik başvurusunu yapacağını açıkladı.

Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ve Başbakan Sanna Marin dün düzenledikleri ortak basın toplantısında ülkenin ‘tarihi’ politika değişikliğini duyurdu. Başbakan Marin, bu adımın “Finlandiya’da gelecekteki herhangi bir savaştan kaçınmak için atıldığını” söyledi. 

İsveç’te iktidardaki Sosyal Demokrat Parti de, 15 Mayıs’taki parti toplantısından çıkan karara göre, NATO üyeliğine başvuru yapılmasını desteklediğini, Finlandiae ile ortak başvuruda bulunacağını açıkladı. Dışişleri Bakanı Ann Linde şöyle dedi:

“Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bir bütün olarak İsveç ve Avrupa’nın güvenlik durumunu kötüleştirdi.”

NATO nedir, üyelerin tepkileri ne oldu?

Açılımı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü olan ve 28 Avrupa devleti, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada olmak üzere 30 üye devletin oluşturduğu bir askeri ittifak olan NATO, 1949’da ABD öncülüğünde esasen dönemin komünist rejimi Sovyetler Birliği’ne (SSCB) karşı toplu güvenlik sağlamak için kuruldu.

Kuruluşundan itibaren NATO’nun temel amacı, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı müttefikleri tarafından Batı Avrupa’nın olası bir işgaline karşı müttefiklerin askeri tepkisini birleştirmek ve güçlendirmekti.

Rusya’nın yaklaşık üç aydır devam eden Ukrayna işgaline devlet başkanı Vladimir Putin‘in sık sık öne sürdüğü gerekçelerden biri, “NATO’nun genişleyerek Rusya’yı tehdit etmesi” oldu.

Fakat iki ülkenin daha NATO’ya katılma kararı, Putin’in, NATO’yu Rusya sınırlarından geri itmeyi amaçlayan Ukrayna saldırısının ters teperek, ittifakı daha da büyüttüğü ve sağlamlaştırdığı şeklinde yorumlanıyor.

ABD Başkanı Joe Biden, Cuma günü hem Niinistö hem de Andersson ile ortak bir telefon görüşmesi yaptı. Beyaz Saray‘dan yapılan açıklamaya göre, “Biden, NATO’nun Açık Kapı politikasına, Finlandiya ve İsveç’in kendi geleceklerine, dış politika ve güvenlik düzenlemelerine karar verme hakkına verdiği desteğin altını çizdi” denildi.

NATO dışişleri bakanları, Finlandiya ve İsveç’in katılma hamlelerini değerlendirmek üzere Pazar günü Berlin‘de bir araya geldi.

Toplantıya katılan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “Finlandiya ve İsveç’i ittifaka dahil etmek için güçlü bir fikir birliği olduğunu” söyledi.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ile birlikte video bağlantısı aracılığıyla medyaya seslenen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’nun en yakın ortakları olduğunu söyleyerek ve üyelik kararlarını “tarihi” olduğunu belirtti: “Onların NATO üyeliği ortak güvenliğimizi artıracak.”

NATO Genel Sekreter Yardımcısı Mircea Geoana, müttefiklerin başvuruları olumlu karşılamalarını beklediğini söyledi.

Türkiye’den veto sinyali

İttifaktaki önde gelen ülkelerin çoğu Finlandiya ve İsveç’in üyelik isteğini olumlu karşılarken  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu ülkeleri “teröre yataklık etmekle” suçladı ve üyeliklerine olumsuz baktıklarını söyledi.

Ülkelerin NATO’ya katılabilmesi için 30 üyenin hepsinin onayını alması gerekiyor. Bütün ülkelerin olduğu gibi Türkiye’nin de veto hakkı bulunuyor.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu dünkü zirvede, Erdoğan’ın açıklamalarını destekleyerek “Türk halkının büyük çoğunluğu PKK, YPG terör örgütüne destek veren ülkelerin üyeliğine karşı ve bizden bu üyeliği engellememizi istiyorlar” açıklamasını yaptı.

Çavuşoğlu, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik hedeflerini, “teröristleri desteklemeyi bırakmaları ve ihracat yasaklarını kaldırmaları” halinde  destekleyebileceğini söyledi.

Türkiye uzun süredir başta İsveç olmak üzere İskandinav ülkelerini Kürt gruplarını ve Fethullah Gülen‘in destekçilerini barındırmakla suçluyor.

İsveç, Türkiye’den gelen büyük bir göçmen topluluğuna sahip ve İsveç’teki  göçmenlerin çoğunluğunu siyasi sığınma hakkı verilen Kürt vatandaşlar oluşturuyor.

İsveç hükümeti, bu açıklamalara cevaben diplomatlardan oluşan bir heyeti Türkiye’ye göndermeye karar verdiğini açıkladı.

Finlandiya Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto da gazetecilere verdiği demeçte, “Bu maddeye çözüm bulacağımızdan eminim” derken Cumhurbaşkanı Niinisto da “Şu anda ihtiyacımız olan çok net bir cevap, gündeme getirdiği sorunlar hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yeni bir görüşme yapmaya hazırım” şeklinde konuştu.

Stoltenberg de “Türkiye’nin endişelerini çözme konusundaki güvenini” dile getirerek “Üyelik meselelerinde nasıl hareket edileceğine dair ortak bir zemin, fikir birliği bulabileceğimizden eminim.” açıklamasını yaptı.

Rusya için ne anlama geliyor?

Dünkü zirvede Stoltenberg şunları söyledi:

“Rusya, Ukrayna’daki stratejik hedeflerine ulaşamıyor. Putin, Ukrayna’nın yenilmesini, NATO’nun düşmesini ve Avrupa ile Kuzey Amerika’nın bölünmesini istiyor. Ancak Ukrayna ayakta, NATO her zamankinden daha güçlü, Avrupa ve Kuzey Amerika sağlam bir şekilde birleşmiş durumda. Ukrayna bu savaşı kazanabilir.”

Özellikle komşusu Finlandiya’nın NATO’ya katılması, Rusya için Batı sınırının genişlemesi olarak yorumlanabilir.

Finlandiya, 1340 kilometrelik sınırla Rusya ile en uzun sınırı paylaşan Avrupa Birliği ülkesi. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana tarafsızlığı benimseyen ülke, Ukrayna’nın işgaline kadar Rusya ile olumsuz bir ilişki yaşamamıştı.

Fotoğraf: AP

Finlandiya Cumhurbaşkanı Niinistö, Vladimir Putin’le bir telefon görüşmesi yaparak NATO’ya katılma hamlesini resmen bildirdiğinde Kremlin’den şu cevabı aldı:

“Geleneksel askeri tarafsızlık politikasını terk etmesi, Finlandiya’nın güvenliğine yönelik herhangi bir tehdit olmadığı için bir hata olur. Ülkenin dış politikasında yapılacak böyle bir değişiklik, uzun yıllardır iyi komşuluk ve ortaklık ruhuyla inşa edilen ve karşılıklı yarar sağlayan Rusya-Finlandiya ilişkilerini olumsuz etkileyebilir.”

2012’den beri Finlandiya’nın cumhurbaşkanı olan Niinistö, Putin ile düzenli diyalog içinde olan birkaç Batılı liderden biri.

Üye olmaları ne anlama gelecek?

Bir ülke NATO’ya katılmak istediğinde, üye ülkeler talebi değerlendirir ve adayı üyelik müzakerelerine başlamak için davet edip etmemeye karar verir.

Adayların, ittifakın ordu ve güvenlik standartlarını karşılaması için bazı reformlardan geçmesi gerekebilir. Fakat Finlandiya ve İsveç yıllardır NATO ile işbirliği yaptığı için teknik tartışmaların sorunsuz geçmesi bekleniyor.

Rusya ile uzun kara sınırı bulunan Finlandiya, halihazırda gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYH) yaklaşık yüzde 2’sini savunmaya harcıyor. Ordusunda 23 bin 800 etkin ve 216 bin yedek personeli bulunan Finlandiya’nın 600 topçu silahı ve 100 ana muharebe tankı var. İskandinav ülkesi, yılda 20 bin asker yetiştiriyor.

View of the room

Nato’nun kuzey kanadı güçlenmiş olacak: Cenevre Güvenlik Politikaları Merkezi (GCSP) Başkanı Thomas Greminger, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma olasılığının “iki ucu keskin bıçak” olduğunu söyledi. İki ülkenin katılması durumunda NATO’nun kuzey kanadının güçleneceğini söyleyen Greminger, Finlandiya ve İsveç’in birliğe deniz ve hava desteği getirebileceğinin de altını çizdi.

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Aslan, Finlandiya ve İsveç’in  üye olması durumunda, ittifakın askeri operasyonlar bölgesine bu ülke topraklarının da dahil edileceği yeni bir acil eylem planı olacağını hatırlattı.

Rusya “karşı önlem” alacak: Greminger, katkılarının yanında, iki ülkenin ülkelerin isteklerinin bir çeşit “Soğuk Savaş 2.0” başlatabileceğini söyledi.

İki ülkenin askeri güçlerinin bir kısmını acil müdahale gücü için NATO’ya tahsis etmesi gerektiğine dikkati çeken Aslan da, NATO’nun savunma bölgesinin Kuzey Kutup sınırlarına ulaşarak Ruslarla olası gerilimleri artıracağını, Rusya’nın da bunun sonucu olarak Baltıklar ve Kutuplar boyunca “karşı önlemler” alacağını belirtti.

Yeşiller karşı çıkıyor

İsveç ve Finlandiya’da Yeşiller ve sol partiler, NATO üyeliğine karşı çıkıyor.

İsveç meclisindeki 349 koltuktan 16’sına sahip bulunan Yeşiller Partisinin Sözcüsü Marta Stenevi, Finlandiya NATO üyesi olmaya karar verse bile İsveç’in bundan kaçınması gerektiğini vurguladı.

Uluslararası Barış Bürosu İcra Direktörü Alman aktivist Reiner Braun,  verdiği bir röportajda, Finlandiya’nın NATO’ya üye olmasının, Baltık ülkelerinin sınırına daha çok nükleer silah getireceği uyarısında bulundu ve “Her iki tarafta da insanlar acı çekecek” dedi.

Fakat iki ülkede de NATO üyeliğine dair yapılan anketlere göre, NATO üyeliğini destekleyenlerin daha fazla olduğunu ortaya koyuyor.

 

Almanya’nın en kalabalık eyaleti Kuzey Ren Vesfalya’ya Yeşiller damgası

Almanya‘da yaklaşık 18 milyon nüfusuyla ülkenin en kalabalık eyaleti olan  Kuzey Ren Vestfalya‘da (NRW) eyalet parlamentosu seçimleri yapıldı.  Resmi olmayan ilk sonuçlara göre seçimi halen iktidarda olan Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) yüzde 35 oy oranıyla önde tamamladı. Oyların yüzde 27,5’ni alan Sosyal Demokrat Parti (SPD), eyaletteki şimdiye dek en kötü sonucu olarak ikinci sırada yer alırken, Yeşiller Partisi 2017 seçimine göre oylarını üç kat artırarak yüzde 18,2 oyla seçimin en kazançlı partisi oldu. Sol Parti yüzde 2,1 oyla beklendiği gibi meclis dışında kaldı.

FDP kılpayı, AfD oy kaybetti

Mevcut hükümette koalisyon ortağı olarak yer alan Hür Demokrat Parti (FDP) ise ilk belirlemelere göre yüzde 5 oy oranıyla barajı kıl payı geçti. Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) de geçen seçime göre oy kaybederek, yüzde 5,6 oranında oy topladı. AfD, 2017 yılındaki seçimlerde oyların yüzde 7,4’ünü almıştı.

Oylarını geçen seçime göre yaklaşık üç katı artıran Yeşiller ise 18,5 oranında oy aldı. Böylece Yeşiller NRW’deki en iyi sonucu elde ederek, bu seçimlerin belirleyici partisi olarak öne çıktı.

Altı Türkiye kökenli kadın Meclis’te

Seçim sonucunda Yeşiller listesinden aday olan Türkiye kökenli adaylar Berivan Aymaz, Gönül Eğlence, İlayda Bostancıeri, Dilek Engin ve Meral Thoms milletvekili seçildi.

İlk sonuçlara göre SPD’den de Volkan Baran, Serdar Yüksel ve İbrahim Yetim yeniden milletvekili seçildiler. SPD’den Tülay Durdu, dördüncü milletvekili olarak ilk kez Meclis’e girdi.

13 milyon seçmeniyle “küçük federal meclis seçimi” olarak nitelenen NRW seçiminin sonuçları, SPD, Yeşiller ve FDP’den oluşan Federal Hükümet için, özellikle de başbakan SPD’li Olaf Scholz için “kötü not” olarak yorumlanıyor.

Yeşiller kilit parti konumunda

DW’nin aktardığına göre, mevcut koalisyonun küçük ortağı FDP’nin uğradığı oy kaybı, eyaletteki koalisyonun da sonunu getirdi. CDU ve FDP’nin çıkardığı milletvekillerinin sayıları iki partinin yeniden hükümeti kurmasına yetmiyor.

En güçlü koalisyon olasılığı seçimin galipleri CDU ile Yeşiller’in kuracağı bir hükümet. Bu gerçekleşirse, SPD eyaleti olarak bilinen NRW’de bir ilk olacak. İkinci bir olasılık ise federal düzeyde olduğu gibi SPD, Yeşiller ve FDP’den oluşacak üçlü koalisyon. CDU ile SPD’nin oluşturacağı “büyük koalisyon”a ise şans verilmiyor.

Lange: İklim dostu bir politika olmalı

Federal Yeşiller Partisi başkanı Ricarda Lange, hükümetin NRW’ye dahil olması durumunda iklim dostu ve sosyal bir döngüde ilerlemek istediklerini söyledi. ZDF web sitesine konuşan Lange, “Hükümetin nihai olarak kiminle kurulacağı, iklim açısından nötr bir dijital geleceğin önünü kimin açabileceğine bağlı. Makul kiralar da önemli” dedi. Lange, sonuçların ardından şunları söyledi:

“Bence bu sonuç, insanların, sorunlara  güncel cevaplarımız olduğunu düşündüklerini gösteriyor. Seçmenler, Rus fosil yakıtlarından olabildiğince çabuk kurtulmanın ve bunun değişim zamanlarında güvenlikle ilgili olduğunu anladılar. Artık Yeşil siyaset ile gerçek siyasi değişimi hayal edebilecekler.”

Scholz SDP’ye oy kaybettirdi

Seçimde eyaleti ilgilendiren konulardan çok Almanya çapındaki konular ile Rusya‘nın Ukrayna‘ya saldırısının etkili olduğu belirtiliyor ve SPD’nin yenilgisinin sorumlusu olarak Federal Başbakan Olaf Scholz gösteriliyor. Bunun sebebi olarak da Scholz’un Ukrayna’ya ağır silah gönderme konusundaki çok çekimser tutumu ifade ediliyor.

En fazla oyu alan CDU’nun Başbakan adayı Hendrik Wüst, geçen yılın ekim ayından bu yana eyalet başbakanı olarak görev yapıyor. 2017 yılında eyalet parlamentosu seçimlerini kazanan CDU, Hür Demokrat Parti (FDP) ile Armin Laschet liderliğinde koalisyon hükümeti kurmuştu. Wüst, CDU’dan Angela Merkel’in yerine başbakan adayı olduğu için istifa eden Laschet’ten sonra NWR Başbakanlığına getirilmişti.

Ancak Wüst liderliğindeki CDU’nun aldığı oy tek başına hükümeti kurması için yeterli değil. Resmi sonuçların açıklanmasının ardından Almanya’da “Sondaj görüşmeleri” olarak adlandırılan, siyasi partilerle koalisyon müzakereleri öncesindeki ön görüşmelere başlanacak.

Federal hükümetin ortakları SPD ve FDP’nin eyaletteki oy kaybı ve Yeşiller Partisi’nin büyük oy artışının Yeşiller’in ana koalisyondaki konumunu da epeyce güçlendireceği belirtiliyor. Üç hafta önce yapılan Schleswig Holstein eyaletindeki seçimlerde de SPD ve FDP büyük oy kaybına uğramış, CDU ile Yeşiller oylarını artırmıştı.

Almanya siyasetini belirleme gücüne sahip

Köln, Bonn, Düsseldorf, Essen ve Dortmund gibi büyük şehirlere ev sahipliği yapan Kuzey Ren Vestfalya eyaleti  20 milyona dayanan nüfusuyla Almanya siyaseti açısından da önemli bir ağırlığa sahip. Bu nedenle NRW seçimleri “Küçük genel seçimler” olarak da adlandırılıyor. Eyalet parlamentosunda 181 milletvekili görev yapıyor. Burada iktidarı oluşturan parti veya partiler, Federal Parlamento’da alınan kararları onaylayan son merci olan Eyaletler Meclisi’ndeki yapıyı da önemli ölçüde belirleyebiliyor.

18 yaş üzeri yaklaşık 13,2 milyon seçmenin bulunduğu eyalette 29 parti seçime katıldı. Mektupla da oy kullanılabildiği için bir çok seçmen sandığa gitmeden, oy pusulalarını postayla yolladı.

İlk çeyrekte işsizlik arttı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2022’inin ilk çeyreğine ait işgücü istatistiklerini paylaştı. Buna göre; Ocak ile Mart arası işsizlik oranı 0,1 puanlık artışla yüzde 11,4’e yükseldi. İşsiz sayısı bir önceki çeyreğe göre 50 bin kişi artarak üç milyon 845 bin kişi oldu.

Verileri kadın ve erkek üzerinden hesaplayan TÜİK’e göre; işsizlik oranı erkeklerde yüzde 10,2 iken kadınlarda yüzde 13,7 olarak tahmin edildi.

İstihdam edilenlerin sayısı 2022’in ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre 188 bin kişi artarak 29 milyon 964 bin kişi, istihdam oranı ise 0,1 puanlık artış ile yüzde 46,6 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 64,0 iken kadınlarda yüzde 29,5 olarak gerçekleşti.

İşgücü bu dönemde bir önceki çeyreğe göre 238 bin kişi artarak 33 milyon 809 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,2 puanlık artış ile yüzde 52,6 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 71,3, kadınlarda ise yüzde 34,2 oldu.

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki çeyreğe göre 0,3 puanlık azalış ile yüzde 21,1 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 18,5, kadınlarda ise yüzde 26,0 olarak tahmin edildi.

Tarımda istihdam edilenlerin sayısı 139 bin kişi azaldı

Mevsim etkisinden arındırılmış istihdam edilenlerin sayısı 2022’nin ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre tarım sektöründe 139 bin kişi, inşaat sektöründe 36 bin kişi azadı. Sanayi sektöründe ise 70 bin kişi, hizmet sektöründe 292 bin kişi arttı. İstihdam edilenlerin yüzde 16,1’i tarım, yüzde 21,8’i sanayi, yüzde 5,8’i inşaat, yüzde 56,3’ü ise hizmet sektöründe yer aldı.

Çalışma süresi arttı

İstihdam edilenlerden referans döneminde işbaşında olanların, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi bu dönemde bir önceki çeyreğe göre 0,6 saat artarak 45,2 saat olarak gerçekleşti.

Atıl işgücü oranı yüzde 22,6 oldu

Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı 2022’nin ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre değişim göstermeyerek yüzde 22,6 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 15,6 iken potansiyel işgücü ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 18,8 olarak tahmin edildi.

Avrupa kuş gribi ile boğuşuyor

Yılbaşından bu yana özellikle Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi kuş gribi ile boğuşuyor. Fransa’da artık itlaf ekipleri tavuk ve ördek yetiştiricilerinin ihbarlarına yetişemiyor. Mart ayından bu yana çiftçilere kuş gribine yakalanan kanatlılarını öldürmek için kümeslerin havalandırma sistemlerinin kapatılarak kuşların sıcak çarpmasıyla ölmesinin sağlanması bile öneriliyor. Bu yöntemin önerildiği çiftçilerden Christian Drouin bu yöntemle öldürdüğü 18 binden fazla tavuğunu gömerken Fransız Haber Ajansı’na ‘yaptıklarıma inanamadım’ demiş…

Halk arasında kuş gribi olarak adlandırılan avian influenza (A1) evcil ve yabani kanatlı hayvanların çoğunluğunda solunum ve sindirim sistemine ait belirtilerle birlikte yüksek oranda bulaşma ve ölümle seyreden, insanlardaki gribe benzer bir hastalık… Kanatlılarda influenza A virüsleri yüksek patojeniteli (HPAI) ve düşük patojeniteli (LPAI) diye iki büyük gruba ayrılıyor. HPAI’ler ciddi hastalık oluşturuyor, kanatlılar için %100 ölümcül olan HPAI’lerin H5 ile H7 alt tipleri var. Fransa’da görülen de son derece patojenik olan H5N1 suşu…

Aşı çözüm olacak mı?

Aralık 2021’den bu yana bu salgının yayılmasını önlemek için Avrupa’da; büyük bölümü Fransa’da olmak üzere 16 milyondan fazla kümes hayvanı öldürüldü. Bunun maliyeti 150 milyon Euro’yu aşarken, diğer taraftan da başta tavuk eti olmak üzere gıda fiyatlarının önemli ölçüde artışına da neden oldu. Şimdi, çiftçilerin ve alım güçleri etkilenen tüketicilerin çaresizliği karşısında, Fransa, Hollanda ve diğer etkilenen Avrupa ülkeleri, uzun zamandır tartışılan bir çözüme yönelik araştırmalara yeniden başladılar: Evcil kanatlıları aşılamak. Hollandalı bilim adamları şimdiden tavuk aşısı denemelerine başladılar. Önümüzdeki günlerde güneybatı Fransa’da, araştırmacılar ördekleri yeni geliştirilen bir aşı ile aşılamaya başlayacak.

Gelecek ekim ayında ise salgının etkisindeki ülkeler Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü çatısı altında, aşılanmış kümes hayvanlarının nakliyesinin önündeki uluslararası engellerin nasıl azaltılacağını tartışmak üzere bir araya gelecekler. Çünkü çok sayıda ülke aşılanmış da olsa salgının etkisindeki ülkelerden kanatlı ithalatı yasaklamış durumda… ABD ise tamamen ‘bekle-gör’ politikası uyguluyor. Aşı geliştirme ve uygulamanın maliyeti gibi ticari nedenlerle şimdilik kanatlıları aşılamayan ABD, hastalanan kanatlıların öldürülmesini yeterli olduğunu düşünüyor. Ayrıca bazı veteriner ve virologlar da aşılamanın salgınları tamamen durdurabileceğinden kuşkulu.  Hatta bazı araştırmacılar, dikkatli bir şekilde yapılmazsa, aşılamanın H5N1’in doğal yaşamdaki kuşlardaki suşlarla karışmaya devam etmesini önlemeyeceğine ve insanlar arasında da yayılma riski taşıyacağından endişe bile duyuyorlar.

St Jude hastanesinden virolog Richard Webby gibi bazı uzmanlara göre ise aşılama ‘gerçekten büyük bir fark yaratma kapasitesine sahip’. 2017 yılında Çin’de evcil kanatlılara uygulanan aşıların bu ülkedeki salgının etkisini gözle görülür bir şekilde azalttığını unutmayalım. O yıl bu ülkede kümes hayvanlarının insanlara yayılabilen bir H7N9 suşuna rastlanmıştı.  Ancak şunu da unutmamak gerek; o dönemde Çin’de yaşanan salgın H7N9 suşu ileydi, şu anda Avrupa’da yaşanan salgın ise H5N1 suşu ile oldu. H5N1 virüs suşu aşılarla kontrol edilmesi zor olabilir, çünkü ördekler de dahil olmak üzere birçok kanatlı türünü enfekte edebiliyor, oysa H7N9 temel olarak tavuklarda görülüyor.

Gerek aşı geliştirmenin ve uygulamanın maliyeti, gerekse aşılama ile salgının kontrol altına alınıp alınmayacağının tartışmalı olması nedeniyle şimdilik aşılama başta ABD olmak üzere bazı ülkelerde son çare olarak görülse de, bu yıl Avrupa’da yaşanan salgın bu son çarenin uygulanması gereğini gösteriyor. Avrupa’da virüsün yol açtığı yıkım ve milyonlarca kuşun öldürülmesi, bunun maliyeti ve lojistiği yapılan ekonomik hesabı değiştiriyor ve artık aşılamanın gerekliliğini ortaya çıkarıyor olabilir. Araştırmacılar, uzun dönemde, H5N1 ile yaşamanın sadece aşıları değil, aynı zamanda yoğun Avrupa kümes hayvanı yetiştiriciliği ve tüketiminin de yeniden yapılandırılmasını gerektirebileceğini söylüyor.

Tüm bu tartışmalar Avrupa ülkelerinde ‘tek sağlık’ yaklaşımı kapsamında yapılıyor. Aşı geliştirme ve aşılama çalışmaları çeşitli kuruluşlara bağlı veteriner, halk sağlığı uzmanları ve virologlar tarafından ortak olarak yürütülüyor. Kümes hayvanı yetiştiriciliğinin yeniden düzenlenmesi, hayvan refahı gibi konularda salgının kontrol altına alınmasının hemen ardından gündeme taşınacak. Şimdilik insanlara sıçrama gibi bir tehdit yok. Şu anda insanları etkileyen boyutu gıda güvencesi açısından; salgından etkilenen ülkelerde tavuk fiyatlarında yükselmeler görülüyor.

Türkiye’de durum

Ülkemize gelince; son birkaç aydır kapımıza dayanan kuş gribi tehdidine rağmen ülkemizde en ufak bir hareket yok. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın web sayfasında, Veteriner Hizmetleri bölümünde bugün itibarıyla 2017 yılında bakanlık Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı iken hazırlanmış bir ‘avian influenza acil eylem planı’ duruyor. Beş yıl öncesine ait 214 sayfalık planda polisiye önlemlere ve öldürmeye ağırlık verilmiş. Aşılama 214 sayfalık raporda 1.5 sayfa olarak yer bulabilmiş, o da kolayca tahmin edilebileceği gibi bugün yapılan başta aşılama olmak üzere tartışmalarının çok uzağında…

Her an ülkemize sıçrayabilecek bir kuş gribi tehdidi altındayız. Kuş gribinin pençesindeki başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerindeki gelişme ve tartışmaları yakından izleyerek tek sağlık yaklaşımıyla Sağlık, Tarım ve Orman ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlıklarının uzmanlarının bir araya gelmesi ile başta aşılama olmak üzere bir an önce yeni bir eylem planı oluşturmalıyız.

Yoksa yarın çok geç olabilir.

 

 

Van Gölü’nün sınırları değişiyor: Yağışlar da yeterli olmadı

Son yıllarda ülkeyi ve bölgeyi etkileyen küresel ısınma ve buna bağlı kuraklığın etkileri sürüyor. Dünyanın en büyük sodalı gölü, Türkiye‘nin de en büyük gölü olma özelliği taşıyan Van Gölü‘nde de kuraklığa bağlı olarak çekilmeler meydana geldi. Bu yıl kar yağışı ve yağmurların artması, Van Gölü’nün su seviyesine etki etmedi.

İlgili haber: [Yeşil Gazete Doğu’da-1] Van’ın ‘deniz’ine kavuşma savaşı

DHA’nın aktardığına göre; Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Akkuş, göldeki çekilmenin uzun yıllarda meydana geldiğini, 50 sene önce göl kıyısındaki sulak alanların bugün karaya çıktığını ve Van Gölü’nün haritasının kısmen değiştiğini belirtip “Bu yıl bölge iyi yağış aldı, bu sevindirici fakat Van Gölü’ne, su seviyesinin yükselmesine gözle görülür katkısı yok. Van Gölü’ndeki çekilme uzun yıllar sonucunda ortaya çıkmış bir hadisenin sonucu” dedi.

‘Buharlaşma fazla, su girdisi az’

Yağışların çok sevindirici olduğunu vurgulayan Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Akkuş, “Son aylarda Van Gölü Havzası’nın yağışlı geçmesiyle beraber insanların hep sordukları soru kışın yağan karların ve bu mevsimde yağan yağmurun göl su seviyesine etkisinin ne olduğu yönünde. Hava sıcaklığı mevsim normallerinde hatta altında seyrediyor ve yağışlı bir dönem geçiriyoruz. Bu bizim için sevindirici fakat bunun Van Gölü’nün su seviyesinin yükselmesine gözle görülür bir katkısı yok çünkü Van Gölü’ndeki çekilme uzun yıllar sonucunda ortaya çıkmış bir hadisenin sonucu yani uzun yıllar boyunca yağış az gerçekleşti. Yaz ayları da sıcak geçti. Bu nedenle buharlaşma fazla oldu, göle su girdisi az oldu ve Van Gölü’nün çekildiğini görüyoruz” dedi.

İlgili haber: Van Gölü buharlaşıyor!

Akkuş Van Gölü’nün eski seviyesine ulaşması için 5-10 yıl yağışlı periyod geçirilmesi gerektiğini ifade ederek “Fakat önümüzdeki yıllara ilişkin tahminler küresel ısınma ile beraber sıcaklıkların daha da artacağı yönünde. Umut ediyoruz ki kış aylarında havzaya bol yağış düşer ve ilkbahar aylarında da yine yağmur yağışlarıyla beraber Van Gölü eski seviyesine kavuşur” diye konuştu.

İlgili haber: Van Gölü’nde suların çekilmesiyle mikrobiyalitler ortaya çıktı

Uydu görüntüleri şekil değişikliğini gösterdi

Van Gölü’ndeki çekilmenin özellikle kıyı kesimlerde sığ olan alanların karaya çıkmasına neden olduğunu da belirten Dr. Akkuş, bunun da Van Gölü’nün şeklinde kısmi değişikliklere neden olduğunu söyledi.

Göllerdeki değişimlerin uzun yıllar sürdüğünü belirten Akkuş, özellikle son üç beş yıldır gölde çok hızlı değişimin olduğunu belirtti.

İlgili haber: Van Gölü’ndeki kuraklık uydu görüntülerine yansıdı: Böyle devam ederse bizi ciddi bir kriz bekliyor

‘Karasu Çayı’nın altı kilometrekarelik alanı kara parçası haline geldi’

Van Gölü’nün 1970 ile 2021 yılları arasındaki değişimiyle ilgili Akkuş, “1970’li yıllara gidersek eğer o günden bugüne olan süreci değerlendirdiğimizde aslında göl kenarındaki bazı sulak alanların özellikle tamamen ortadan kalktığını görüyoruz. 1970’li yıllarda haritada su olarak görülen yerler bugün tamamen bir kara parçasına dönüşmüş şekilde” dedi. Akkuş 1970 ile 2021 arasında Karasu Çayı’nda gerçekleşen değişimi şöyle anlattı:

“1970’e ait Landsat uydu görüntülerini incelediğimiz zaman Van Gölü’ne dökülen Karasu Çayı‘ndan beş ila altı kilometrekarelik alanın tamamen suyla kaplı olduğunu görüyoruz fakat 2021’inin uydu görüntülerine baktığımızda Karasu Çayı’nın altı kilometrekarelik alanı kara parçası haline gelmiş. Geçmişteki ve şimdiki uydu görüntülerini karşılaştırdığımız zaman Van Gölü’nün özellikle kenar kesimindeki küçük koyların akarsularla derelerin buluştuğu yerdeki su altındaki alanların karaya çıktığını görüyoruz. Bu da Van Gölü’nün şeklinin kısmen değiştiğini işaret ediyor.”

Van Gölü’nün sınırlarının değişeceğinin sinyalleri aslında daha önce verilmişti.  Gölde yaşanan kuraklık gölün sınırlarını tehdit etmiş ve suların geçen sene iki kilometreye kadar çekildiği gölde Edremit, Erciş ve Muradiye ilçelerindeki kıyılarında eski iskele, kale, tarihi kalıntılar ve mikrobiyalitler ortaya çıkmıştı.

İlgili haber: Van Gölü’nde kuraklık: Gölün sınırları yeniden çizilebilir

Canlı popülasyonu ve ekolojik yaşam olumsuz etkilendi

Küresel iklim değişikliğine bağlı artan sıcaklıklar ve yağışlardaki azalma nedeniyle Van Gölü‘nde yaşanan çekilme, havzadaki canlı popülasyonunu ve ekolojik yaşam alanlarını uzun zamandır olumsuz etkiliyor.

Geçen sene sonunda Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Alaeddinoğlu, toprağın yeteri kadar beslenmemesi nedeniyle bugün mevcut olan içme ve kullanma sularının önemli bir kısmının yakın gelecekte seviye düşmelerine bağlı azalacağına işaret etmişti. Alaeddinoğlu, gölün sınırlarının yeniden çizilmeye ihtiyacı olabileceğini söylemiş şu uyarılarda bulunmuştu:

Bu azalma havzada su sorununa neden olacak. Bunun önüne geçmek için havzada su yönetimine ihtiyaç var. Bütün kentin, paydaşların, halkın tamamının da sürece dahil edileceği su kullanımının büyük ölçüde yönetileceği bir alan yönetimine ihtiyaç var. Aksi takdirde özellikle 2030 ve sonrası için birçok alanın suyla çok zorlu bir imtihanı olacak.”

İlgili haber: Van Gölü’ne milyonlarca lira harcanan arıtma tesislerinden kanalizasyon akıyor

Van Gölü’nün kuşları…

Gölde yaşanan iklim krizine bağlı kuraklık nedeniyle Eylül 2021’de yaşam alanları daralan kuşlar, akarsu ile gölün buluştuğu Gölağzı ve Çelebibağ sulak alanlarına göç etmek zorunda kaldı.

Göçmen kuşların Kuzey Afrika‘dan İran‘a uzanan yolculuğunda en önemli konaklama merkezlerinden Van Gölü Havzası, sulak alanlarıyla çok sayıda türden binlerce kuşu bünyesinde barındırıyor.

İlgili haber: Van Gölü Havzası’ndaki kuraklık kuşların yaşam alanlarını daralttı

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Biyoloji Bölümü Zooloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özdemir Adızel, “Kuraklık ve hızlı buharlaşma sonucu göl ve gölü besleyen kaynaklar daralıyor. Gölde yaz sıcaklarının da etkisiyle daralma yaşanıyor. Bu nedenle kuşların barındığı kıyılar ve delta bölgeleri hızla küçülüyor. Bu durum kuşları daha dar alanlarda yaşamaya zorluyor” demişti.

Adızel de gölün korunmasının şart olduğunu söylemiş “Başta kirlilik olmak üzere gölün çok hassasiyetle korunması gerekiyor. Göle veya gölü besleyen su kaynaklarına karışan bütün kirlilik kaynakları son yönetmeliklere göre acilen güncellenmelidir”  şeklinde konuşmuştu.