Ana Sayfa Blog Sayfa 798

Kadını güçlendirmek iklim etkilerini azaltabilir

Yazan: Roya Rahmani

Yeşil Gazete için çeviren: Ece İldem

*

İklim değişikliğinin en kötü etkilerini azaltmak için kadınların miras ve mülk haklarını sınırlayan ayrımcı yasaları ve kültürel uygulamaları ortadan kaldırmamız gerekiyor.

Kadınların arazi ve diğer varlıklara sahibi olmasını engellemek onları iklim şoklarına karşı daha savunmasız bırakıyor. Kadınların savunmasızlığının herkesi etkileyecek bir kelebek etkisi oluşturacaktır.

Birleşmiş Milletler rakamları iklim değişikliği nedeniyle yerlerinden olanların %80’inin kadın olduğunu gösteriyor, bu veriler kadınların arazi üzerinde eşit mülkiyet, kullanım ve kontrolden mahrum bırakıldığı gerçeğini de destekler nitelikte.

Varlıklar

Dünya genelinde 400 milyon kadının çalışma alanı tarım, Dünya’nın yediği yiyeceklerin büyük çoğunluğunu kadınlar üretiyor. Sahra Altı Afrika ve Asya’ya bakıldığında kadınların %60 ile %80 arasında tarımda iş gücü olduğunu görüyoruz. Bunlara ek olarak dünya çapında kadınlar toprakların %20’sine sahip, 90’dan fazla ülkede kadın çiftçiler toprak sahibi olma konusunda eşit haklara sahip değil.

Toprağa sahip olmak, zenginlik getirmesinin yanında sosyal ve ekonomik istikrar sağlıyor. Çiftçiliğin geçim ve gıda kaynağı olduğu özellikle Küresel Güney’de, toprağa erişiminin olması hayatta kalmanın, statünün ve sürdürülebilir gelişmenin önemli bir parçası.

Diğer bir değişle, topraksız olmak kadınların krediye erişimini zorlaştırırken, yoksulluğunda en bariz göstergesi.

2020 yılında yayımlanan Equality Now’un cinsiyet temelli yasa incelemesi gösteriyor ki neredeyse ülkelerin %40’ında kadınların mülkiyet haklarında en az bir kısıt bulunuyor.

189 ülkeden 36’sı dul erkekler ile dul kadınlara aynı miras hakkını tanımazken, 39 ülkede kız çocuklarının mirasta erkek çocuklarına eşit hakkı yok.

Adalet

Çoğu ülkede kadınların mülkiyet haklarındaki mahrumiyeti; evlilik, boşanma ve miras dahil olmak üzere hayatımızın mahrem yönlerini yöneten aile yasaları gibi dini ve kültürel pratiklerdeki cinsiyet ayrımına dayanıyor.

Bunun bir örneği, eşlerin ve kızların mirasta eşit haklara sahip olmadığı ve muadili bir erkeğin haklarının ancak yarısına sahip olabildikleri Şeriat yasalarıyla belirlenen statü kodlarına sahip Müslüman ülkelerde görülebilir.

Dul kalan kadınlar özellikle mirasa erişimlerini engelleyen yasalara ve zararlı kültürel uygulamalara maruz kalıyorlar. Bu durum kadınların eşlerinin servetlerinden yalnızca bir parçaya sahip olmalarına neden oluyor ya da kadınları evlerinden, topraklarından ayrılmaya zorlayarak, onları yoksulluğa sürüklüyor:

Bu reformların güvence altına alınması, ekosistemler için daha fazla koruma sağlamasının yanında kadınların yoksulluk döngüsünün kırılmasına, kadınların ailelerine ve topluma fayda sağlamalarına yardımcı olacaktır.”

BM’nin verilerine göre dünya genelinde 10 dul kadından biri mutlak yoksulluk şartlarında yaşıyor, buna iklim kaynaklı felaketler sebebiyle dul kalan kadınlar da dahil.

Yasa koruması ve adalete erişim olmadığı sürece kadınların mülkiyet haklarını koruma becerisi kaybettiği eşinin ailesiyle arasının nasıl olduğuna ve topluluğu tabularına mahkum kalacaktır.

Sömürü

Aile içindeki anlaşmazlıkların çözümü arabuluculuğa bağlı ve yiyeceği sosyal damga ile maliyet düşünüldüğünde miras konusunda kendisine yapılan haksızlığa kadının itirazı da nadir oluyor. .

Eşit olmayan miras yasalarının kaldırılma girişimleri; dini doktrinle çeliştiği, kültürel kimliği tehdit ettiği ve aile ile toplumu istikrarsızlaştıracağı gerekçesiyle ısrarla reddediliyor.

Gerçekten bu tür argümanlar, dine ve kültüre bağlı olan aile yasalarının ne kadar köklü ve değişime dirençli olduğunu kanıtlar nitelikte.

Eşit mirastan mahrum bırakılma kadınların karar verme güçlerini, ekonomik bağımsızlıklarını ve parasal beklentilerini baltalıyor, onları evsizliğe, sömürüye, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalmaya mahkum ediyor.

Tüm bunlar kadınların iklim değişikliğine karşı savunmasız olmasına, iklimle ilgili kayıplarının artmasına ve kaynak çatışmalarının ortasında kalmalarına sebep oluyor.

Başa Çıkma

Özellikle Küresel Güney’deki en aşırı hava koşullarında yaşayan kadınlar ve kız çocukları şiddetli kuraklık ve sel gibi yükselen sıcaklıklardan kaynaklanan tehlikelerden farklı şekillerde zarar görüyor.

Araştırmalara göre kadınların iklimle ilgili bir felaket sırasında ya da sonrasında ölüm veya yaralanma riski; cinsel ve aile içi şiddet, insan kaçakçılığı ve doğum sırasında ölüm veya yaralanma riskinden 14 kat daha fazla.

Göçe mecbur kalmış kadınların cinsel ve üreme sağlığı dahil olmak üzere sağlık hizmetlerine erişimi ise genellikle zor hatta imkansız.

Tüm bu etkilere etkin bir sosyal veya mali güvenlik ağı olmadan yüzleşmek korkunç olacak. İklim krizi ve zorunlu göçün sebep olduğu ekonomik sıkıntılar insanlığı yoksulluğa itiyor.

Ailelerin evliliği mali yükü azaltmak ve kızlarını cinsel şiddetten korumak için bir başa çıkma mekanizması olarak gördüğü toplumlarda kız çocuklarının çalışmak ya da evlendirilmek için okuldan alınma oranları artıyor.

Marjinalize etmek

İklim değişikliğinin kadınlara ve kız çocuklarına başka bir etkisi de toplulukta sorumlu olarak görüldükleri yiyecek toplama, üretme, su toplama, yemek pişirme, yakıt sağlama işlerinin zorlaşması.

Kıt kaynakları elde etmek için daha fazla seyahat etmek zorunda kalmaları kadınların eğitim veya gelir yaratma gibi üretken faaliyetlere harcayabilecekleri değerli zamanlarını çalıyor.

Kaynağa erişmek için artan seyahat süresi cinsel şiddet riskini de arttırıyor. Yapılan araştırmaya göre Sudan’ın Batı Darfur bölgesindeki kliniklerde tedavi gören tecavüz vakalarının %82’sinde kadınlar saldırıya su ve yakacak odun toplama gibi günlük işlerini yaparken uğruyor. Kurbanların neredeyse üçte biri birden çok kez tecavüze uğramış.

Doğal kaynakların birincil kullanıcıları ve iklim buhranında istatistiksel olarak en fazla zarar gören kadınlar, çevre yönetimi ve karar alma süreçlerinde de önemli bir role sahip olmalı. Buna rağmen rutin olarak bu alanlardan dışlanıyor ve marjinalleştiriliyorlar. “

Katılım

Toplumsal cinsiyet eşitliği hedeflerinin, çevresel yönetimin merkezinde olması gerekiyor.  Özellikle yerel düzeyde, kadınlar başa çıkma stratejileri geliştirmek ve iklimle ilgili zorlukların üstesinden gelmek için çalışıyor. İklime uyum sağlama konusunda kadınlar gereken bilgi ve uzmanlığa sahip son derece becerikli ve yenilikçiler.

Aile hukukundaki eksiklikleri gidermek için dini, kültürü ve geleneği ne olursa olsun dünyanın dört bir yanından feminist örgütleri bir araya gelerek hükümetlere aileleriyle ilgili tüm konularda kanun çerçevesinde kadın erkek eşitliğini sağlama çağrısı yapan Aile Hukukunda Eşitlik için Küresel Kampanya’yı başlattı.

Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü (IDLO)’nün iklim adaleti sağlanmasına ilişkin 2022 tarihli raporunda üç temel unsurdan bahsediyor; “kadınları ve kız çocuklarını çevresel haklarını talep etmeleri”, “kadınların toprak ve diğer doğal kaynaklar üzerindeki haklarını geliştirmeyi ve karar alma politikalarına aktif olarak katılmaları” ve “feminist iklim eylemi için düzenleyici çerçevelerini kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi.”

Bu reformların güvence altına alınması ekosistemler için koruma sağlanması dahil olmak üzere, kadınların yoksulluk döngüsünün kırılmasına, ailelerine ve topluma fayda sağlamasına yardımcı olacaktır. Buna örnek olarak, kadınların doğal kaynak yönetimine katılımın daha iyi kaynak yönetimi ve koruma sağladığı görülmekte.

Sürdürme

Sürdürülebilir Kalkınma Üst Düzey Siyasi Forumu, Birleşmiş Milletler’e 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi’ne yönelik taahhütleri ve ilerlemelerini gözden geçirmek için yıllık fırsatlar sunuyor.

2022’de cinsiyet eşitliğine ilişkin 5 numaralı hedef ve karada yaşama ilişkin 15 numaralı hedef değerlendirmek üzere seçildi. Bu iki hedef sürdürülebilir kalkınmanın ayrılmaz bir parçası olarak toplum tarafından kabul edilmiş durumda.

Cinsiyet eşitliği çoğu ülkenin anayasasında kutsal kabul edilse de, üzücü bir şekilde taahhütler her zaman yasal ve politik çerçevelere çevrilmiyor. Yasalar adil olsa bile köklü ataerkil sosyal normlar genellikle zayıf uygulamalara yol açıyor.

Yasaların ve politikaların kadınların farklı ihtiyaçlarına, kırılganlıklarına ve değişim aracıları olarak katkılarına hitap etmesi hayati önem taşımaktadır. Yaşamın her alanında kadınlara yasalarla eşit hakları güvence altına alınmadıkça ve karar alma süreçlerinde eşit katılımcılar olarak var olmadıkça hükümet eylemleri mevcut cinsiyet eşitsizliklerini sürdürecek ve kadınların değişen iklime uyum sağlama yeteneklerini düşürecektir.

Makalenin İngilizce orijinali

 

Kızılbük’te hukuksuz inşaatı sürdüren şirket ve devlet yetkilileri hakkında suç duyurusu

MUĞLA – Muğla Çevre Platformu (MUÇEP), mahkeme kararına rağmen Marmaris Kızılbük’te Milli Park’ı ve deniz kıyısını işgal ederek sürdürdükleri inşaatı devam ettiren Sinpaş GYO, Kızılbük GYO ve Optimum şirket yetkilileri ve bu suçu göz ardı eden bakanlık, valilik, güvenlik mensuplarıyla ilgili suç duyurusunda bulundu.

Marmaris Adliyesi’ne 17 Ağustos’ta verilen dilekçelerde Muğla Valisi, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü yetkilileri, Marmaris Milli Parklar Müdürlüğü yetkilileri, görevini kötüye kullanan kolluk görevlileri hakkında ‘Anayasayı ihlal ve görevi kötüye kullanma‘ suçlarından; mühür sökme suçunu işleyen Sinpaş ve inşaatı yürüten firma yetkilileri hakkında ‘nitelikli dolandırıcılık ve kıyı kanunu yasaklarını ihlal’den ivedilikle etkin bir soruşturma yapılarak, kamu davası açılması yönünde iddianame düzenlenmesi talep edildi.

Suç duyurusunda bulunduktan sonra, inşaat alanında nöbete başlayan Marmaris Kent Konseyi’nin direniş alanına giderek destek veren çevreciler basın açıklamasında, Sinpaş ve Kızılbük GYO hukukun üstünde midir?
Değilse bu şirketlerin hukuksuzluğuna neden izin veriliyor?” diye sordu.

Sinpaş GYO’nun doğal sit alanındaki otel ve konut projesine verilen ‘ÇED gerekli değildir’ kararı, 4 Ağustos’ta mahkeme tarafından iptal edilmişti. Kararın iptalinin ardından mühürlenen inşaat alanında çalışmaların sürdüğünü gören Marmaris Kent Konseyi bunun üzerine nöbet tutmaya başlamış ve bir haftada iki kez gözaltına alınmışlardı.

Aynı dilekçeleri bugün Datça Adliyesi’ne de teslim eden MUÇEP Datça Meclisi, ardından orman yangınları ile ilgili basın açıklaması da yaptı.

2022 yılında sadece Muğla’da 5 bin hektar ormanlık alanın yandığı, yangınlarla kaybedilenin sadece birkaç ağaç ya da ev olmadığını; nehirleri, verimli toprakları, yaşam alanlarını kaybeden canlıları ile bütün bir ekosistem olduğu belirtilen açıklamada, yangınlardan zarar gören insanların zararlarının tazmin edilmesi ile birlikte ormanlık alanların bir an önce iyileştirilmesi ve ormansızlaştırma politikalarına son verilmesi istendi.

“Dünyadaki her şeyi, doğayı, nehirleri, ormanı, dağı, taşı, havayı, kıyılarımızı, denizimizi, her türlü canlıyı, envai çeşit ortak doğal varlığımızı satılacak mal gibi görenler, iklim krizinin (ve neden olduğu felaketlerin) bütün maliyetini, yine yönetilenlerin, sömürülenlerin, en alttaki sınıfların, baldırı çıplakların sırtına yükleyerek sıyrılmaya çalışıyorlar. Dünyayı doymak bilmez kendini ayrıcalıklı sanan bir zümrenin doğaya ve topluma aşırı müdahaleleriyle kaybediyoruz!

Krize son verebiliriz! İklim Krizine karşı İklim Adaleti ile kaybettiğimiz nehirlerimizin, dağlarımızın, verimli topraklarımızın, ormanlarımızın, solunacak havamızın, içilecek suyumuzun kurtarılması pekala mümkün!”

Gümüşlük’te tekneler halatlarını Myndos Antik Kenti’nin kalıntılarına bağlıyor

MUĞLA- Bodrum’un Gümüşlük beldesinde, Tavşan Adası yakınlarındaki koyda M.Ö 5’inci yüzyıldan kalma Myndos Antik Kenti’nin deniz altındaki kalıntıları, teknelerin serbestçe dolaşması ve demirleyebilmesi nedeniyle tahrip oluyor.

Myndos Antik Kenti’nin yayılım alanı 1’inci derece arkeolojik sit alanı olmasına rağmen su altındaki metrelerce genişlikteki tarihi taşlar üstünde herhangi bir koruma yok.

Bölge sakinleriyle konuşan ve taşlara bağlı teknelerin görüntüsünü paylaşan gazeteci Şebnem Arsu, alanda koruma olmadığı ve teknelere izin verildiği için sahil güvenliğin bir yaptırım uygulamadığın vurguluyor.

Tavşan Adası ve Gümüşlük arasında uzanan antik kentin bir kısmı hala su altında bulunuyor.

Geçen yıl bölgede suların çekilmesiyle ada ve koy arasında uzanan Kral Yolu gözle görünür hale gelmişti. Dört bin yıllık kentin arkeolojik kazı çalışmaları sırasında gerçekleştirilen jeoradar çalışmalarında büyük çaplı bir tiyatro, tapınaklar, şehrin kuzey kapısına ait iki  kulenin temelleri, sütunlu yollar,  hamam ve Bizans çağına ait kiliselerin kalıntıları tespit edilmişti.

Öte yandan Myndos Antik Kenti’nin tamamı Haziran’da Muğla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun Haziran ayındaki tartışmalı kararıyla sondaj ve yapılaşma tehlikesiyle karşı karşıya.

Arkeologlar ve çevreciler, korunması zorunlu olan arkelojik sit alanında sondaj gibi çalışmalara izin verilen ve derecesi 3’e düşürülerek yapılaşmaya açılmak istendiğini belirtirken, Muğla BB Başkanı Osman Gürün, karara karşı hukuki mücadele başlattıklarını açıklamıştı.

 

 

Soru önergesine cevap: Akkuyu ve Sinop NGS projeleri yeşil dönüşümün bir parçası

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni‘nin Sinop Nükleer Güç Santrali projesine ilişkin verdiği soru önergesine yanıt verdi.

Çepni, 31 Mayıs’ta verdiği önergesinde, projenin inşasındaki firma anlaşmalarını ve enerji politikalarına dair sorular yöneltmişti.

Bakanlık’tan 10 Ağustos’ta verilen yanıtta, nükleer enerjinin Türkiye enerji politikasındaki yerine dair şu ifadeler yer aldı:

Yeşil enerji dönüşümü için CO2 emisyonlarının azaltılması noktasında bağlayıcı niteliği bulunan Paris Anlaşması ile dünya genelinde net sıfır karbon salımının hedeflendiği göz önüne alındığında, işletme sırasında karbon salımı yapmaması sebebiyle Nükleer santraller yeşil enerji dönüşümünün önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu bağlamda ülkemizin sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirebilmesi için 2053 Net Sıfır Karbon Emisyon Hedefi doğrultusunda hareket etmesi yönünde enerji portföyümüze nükleer santrallerin eklenmesi önemli bir adımdır.

Projeye devam edilecek: Teklifleri değerlendiriyoruz

Çepni’nin “Sinop NGS Projesi’nden çekilen Japon Mitsubishi Heavy Industries firması ile görüşmeler devam etmekte midir? Proje için görüşülen başka hangi Japon firmaları vardır? Projenin inşası ve işletmesi için hangi ülkeler ile hangi uluslararası ya da yerli firmalarla ortaklık için görüşmeler yapılmaktadır?” sorularına Bakanlık şu cevabı verdi:

Akkuyu NGS‘nin yanında Sinop NGS projesinin de bayata geçirilmesine yönelik çalışmalar devam etmektedir. Bu kapsamda, Japonya dâhil nükleer endüstri sahibi diğer ülkeler ile karşılıklı bilgi alışverişi ve iş birliğine yönelik
görüşmeler devam etmekte olup, uygun olabilecek teklifler değerlendirmeye alınmaktadır. Konuya ilişkin somut adımlar atıldıkça gerekli bilgilendirmeler kamuoyuyla paylaşılmaktadır.”

‣ Sinop’ta nükleer santral davası: Nükleeri değil, yaşamı savun

Çepni’nin projede yer alan Türk girişimi nükleer firması EUAS International ICC‘ye dair yönelttiği “Türkiye’de değil de 50 milyon dolar sermaye ile Jersey Adaları’nda kurulmasının gerekçesi nedir? Nükleer Düzenleme Kurumu tarafından nükleer santraller hakkında herhangi bir konuda yetkilendirilmeyen; nükleer santral kurulması atık yönetimi gibi konularda teknik donanım, altyapı ve bilgiye haiz olmayan bir şirkete neden 2021 yılı Sayıştay raporuna göre 2020 yılı şubat sonuna kadar 43 milyon 493 hin dolar sermaye aktarılmıştır? Şirketin, SNGS Projesinde sadece ÇED için kullanılan bir şirket olduğu, ödenen hu rakamlar büyük kamu zararı oluşturduğu iddialarına ilişkin açıklamanız olacak mıdır?” sorularını yanıtlamayan Bakanlık, şunları söyledi:

“Japonya Hükümeti ile imzalanan Hükümetlerarası anlaşma kapsamında yürütülecek flzibilite çalışmalarına yönelik Japon Konsorsiyumu’nun Hollanda’da şirket kurmasına mukabil Jersey Adaları’nda EUAS Intemational ICC şirketi kurulmuştur.

EUAŞ proje ilerledikçe yetkinliğini artırmaktadır

Bakanlığın yanıtı şöyle devam etti:

“EUAS International ICC’nin görev alanı yalnızca Sinop NGS Projesinin ÇED süreci olmayıp, görev tanımı 2018/11968 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında; ””Uluslararası anlaşmalar çerçevesinde belirlenen faaliyetleri ile uluslararası anlaşmalar öncesinde yurt içinde yapılması gerektiği Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca belirlenen faaliyetleri yerine getirmek ve yurt dışında elektrik enerjisi üretimi ve ticareti ile yakıt ve atık yönetimine yönelik faaliyetleri yerine getirmek’ olarak belirlenmiştir.

EUAS International ICC, teknoloji tedarikçisi ülkelerin yanı sıra teknik konularda Türk ve yabancı uzmanlarla işbirliği içinde çalışarak yetkinlik kazanmış bir şirketin. 7 yıldır faaliyetlerine devam eden bu şirketimiz projeler ilerledikçe yetkinliğnii daha da artırmaktadır. Bu çerçevede Smop NGS Projesi’ne ilişkin tüm lisanslama çalışmalarına yönelik saba çalışmalarım (Çevresel, Demografik, Sismisite, Hidrojeolojik, Jeolojik, Jeofizik, Geoteknik,Meteorolojik ve Oşinografik) yerli ve yabancı uzmanlarla
birlikte yapmıştır.”

 

Göç yolculuğundaki leyleği okla vurdular

‘Birkaç gün önce vurulmuş olabilir’

Kütükçü ise, okun saplandığı bölgede hayati organ bulunmadığını, ancak mutlaka okun çıkarılması gerektiğini söyledi:

“Uçma kaslarını etkilemeyecek bir nokta ancak o bölgede hava keseleri var. Uzun süreli uçuş yapan kuşlar için hava kesesi önemli bir rol oynuyor. Hava kesesi delindiyse akciğerlerinde enfeksiyon gelişme riski var. Leylekler termal hava akımlarını kullanarak uçuyorlar. Belli noktalarda kanat çırpıyorlar. Leylek vurulduğu noktadan bir şekilde havalanıp termal hava ile uzun mesafe kat etmiş olabilir. Bu şekilde beslenemez ve sıvı alamaz. O yüzden çok eski bir vaka değil. Birkaç gün olabilir. Bu şekilde hayatta kalması güç. O hayvana müdahale edilip okun yerinden çıkarılması gerekiyor ki tedavi sürecinin ardından göçüne devam edebilsin”

 

Hayvanın Türkiye’de vurulma olasılığının yüksek olduğunu kaydeden Kütükçü, amacın avcılık olabileceğini kaydetti: 

“Termal hava ile uçan kuşlar kısa sürede yüzlerce kilometre gelebiliyorlar. Tabii okun elde edilip, nerede üretildiğini ve ülkemizde satışı var mı diye bakarsak vurulma noktası hakkında bilgi edinebiliriz. Bunu yapan kişi tesadüf şekilde yapmamış. Gayet bilinçli bir şekilde vurulmuş. Muhtemelen hayvan oku uçarken alttan almış. Bu oku atan kişi avcılık amaçlı ok kullanan biri olarak gözüküyor. Bu Türkiye’de olduysa oktaki parmak izinden kriminal inceleme yapılabilir. Bu da bir seri katil gibi değerlendirilmesi lazım. Göç eden ve avcılıkla alakası olmayan bir kuşun vurulması, hayvanın acı çektiği ve yaşam refahının düştüğü bir durum. Hayatta kalmış fakat bu ne kadar sürecek. Güçsüz kaldığı zaman bir yerde düşecek. İnsanlarla denk gelmezse sokak köpekleri parçalayabilir. Bulunmazsa büyük ihtimalle bir haftalık şansı var. Susuzluk çok önemli bir faktör. Buna dayanma süresi bir hafta.”

‘Beni görebiliyorsan, ağla: Elbe’de ‘açlık taşları’ ortaya çıktı

Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği nedeniyle yaşanan ağır kuraklık başta Avrupa olmak üzere dünyayı kasıp kavuruyor.  Kıtanın neredeyse bütün büyük nehirleri ve göllerinde su seviyeleri alarm düzeyinde düştü, ülke yöneticileri ardı ardına vatandaşlarına suyu ve elektriği tasarruflu kullanmaları yolunda tavsiyelerde bulunuyor; yasaklamalar getiriyor.

Çek Cumhuriyeti’nden başlayıp Almanya’dan geçen ve Orta Avrupa’nın en büyük nehirlerinden olan Elbe’de de su seviyesi olağanüstü düştü. Kıtanın eski yerleşimcileri tarafından göllerde ve nehirlerde tarihi kuraklıkları anmak ve gelecek nesilleri uyarmak için kullanılan ‘Açlık taşları’ olarak bilinen oymalı kayalar ortaya çıktı.

İtalya’da kuraklık OHAL’i ilan edildi

Taşlardan birinin üzerinde, 1616 tarihinde kazınmış, “Beni görebiliyorsan, ağla” yazısı yer alıyor. Açlık taşları en son 2018’deki kuraklık sırasında görülmüştü.

Çek Cumhuriyeti’nin Decin Kenti’ndeki açlık taşlarının, nehir sularının çekildiği dönemlerde kazındığı biliniyor. Taşlarda 1417, 1616, 1707, 1746, 1790, 1800, 1811, 1830, 1842, 1868, 1892, 1893, 1921, 1947 ve 1959 tarihleri kazılı. Ancak bir taşın üzerinde 1616 yılında yazıldığı düşünülen Almanca “Wenn du mich siehst, dann weine” yani “Beni görürsen ağla” cümlesi, gelecek nesiller için dramatik bir uyarı özelliği taşıyor.

Hollanda hükümeti kuraklık nedeniyle su kıtlığı ilan etti
Dünya kavruluyor: Tokyo 36, Bağdat 50 dereceyi gördü, Birleşik Krallık kuraklık önlemi alıyor
Fransa’da kuraklık futbolu vurdu: ‘Savana benzeyen sahada nasıl oynayacaklar?’

‘Durum daha da kötüleşecek’

2013 yılında taşlar üzerinde çalışmalar yapan Çek araştırmacılar, yazıların kuraklık konusunda uyarmak için kazındığı konusunda fikir birliğine vardı. En son 2018’de görülen açlık taşları, bu yıl kuraklık krizi nedeniyle yeniden ortaya çıksa da su seviyesinin bu yılın da altında olduğu belirlendi.

Avrupa Komisyonu Ortak Araştırma Merkezi’nden (EC-JRC) kıdemli araştırmacı Andrea Toreti geçen hafta yaptığı bilgilendirme toplantısında, mevcut kuraklığın son 500 yılın en kötüsü olabileceği konusunda uyarmıştı.  Merkezin tahminlerine göre, şiddetli kuraklığın Avrupa’da daha da kötüleşeceği ve potansiyel olarak kıtanın yüzde 47’sine ulaşacağı belirtildi. Andrea Toret şunları söyledi:

“Olayı (bu yılki kuraklık) tam olarak analiz etmedik çünkü hâlâ devam ediyor, ancak deneyimlerime dayanarak bunun belki de 2018’den daha aşırı olduğunu düşünüyorum. Sadece bir fikir vermek için 2018 kuraklığı o kadar aşırıydı ki en azından son 500 yıl geriye dönüp baktığımızda 2018 kuraklığına benzer başka bir olay yoktu, ancak bu yıl gerçekten 2018’den daha kötü olduğunu düşünüyorum.”

Adana’dan sonra Gana: Batı Afrika nasıl plastik içinde boğuluyor?

Londra‘dan yola çıkan çöplerin Adana‘da son bulan yolculuğunu haberleştiren Kit Chellel, meslektaşı Ekow Dontoh ile Coca-Cola, Unilever, Danone gibi büyük şirketlerin Gana‘da yarattığı plastik çöp çıkmazını yazdı.

Halkın dörtte birinin yoksulluk içinde yaşadığı ve plastik kullanımının hayati olduğu Gana’da, sulara ulaşan veya yasadışı çöplüklerde yakılarak havayı kirleten plastik çöpler ve Coca-Cola, Unilever, Nestle, gibi büyük kuruluşların dahil olduğu Özel Sektör Gana Geri Dönüşüm Girişimi (GRIPE) anlatıldığı haber, özetle şöyle oldu:

“Sevin ya da sevmeyin, plastik, nüfusun dörtte birinin yoksulluk içinde yaşadığı ve birçok vatandaşın hastalık riskine girmeden musluklarından gelen suyla yemek yiyemediği 32 milyonluk bir ülke olan Gana’da bir ölüm kalım meselesidir. Plastik şişeler  hayati bir temiz içme suyu kaynağıdır, ancak çok az resmi atık toplama olduğundan aynı zamanda tehlikeli bir kirlilik kaynağıdır. Accra’daki her kaldırımda atılmış konteynerler var. Şehrin sahillerinde  yanan yığınlar kumları kirletiyor.

Gecekondu sakinleri barakalarını örtmek için plastik kullanırken, çocuklar uçurtma yapmak için rüzgarın savurduğu artıkları kullanıyor. Accra’nın kanalizasyonları çöplerle, özellikle de plastik şişelerle o kadar tıkanmış ki, her yağmur mevsiminde su basıyor.

GRIPE 2017 yılında, bölgenin en büyük şirketlerinin kendi çözümlerini üretmek için Gana Sanayicileri Derneği aracılığıyla  yaptığı toplantıların sonucunda “tüketim sonrası plastik atıkların çevre üzerindeki etkilerini azaltan geri dönüşüm ve ikinci yaşam çözümlerini uygulama” misyonuyla ortaya çıktı.

GRIPE’nin ilk faaliyetleri arasında, kullanılmış plastiğin inşaat malzemesine dönüştürülüp dönüştürülmeyeceğini araştırmak ve Ganalıların atıklarını uzman geri dönüşümcülere satabilecekleri pop-up geri alım etkinlikleri düzenlemek vardı.

GRIPE üyeleri arasındaki Kasım 2017 tarihli orijinal sözleşme, özel sektörün Gana’da atık toplamaya yapabileceği “muazzam” katkıyı tanıdı. Ayrıca plastik ambalajın eşsiz faydalarını da övüldü: “hafif, kolay şekillendirilmiş, güçlü … uygun fiyatlı.”

Gana’da gerçekleşen gerçek geri dönüşüm miktarı ısrarla düşük kaldı. Güvenilir veriler yetersiz olsa da, Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan 2020 raporuna göre Gana’da plastiğin yüzde 0,1’inden daha azı geri dönüştürülüyor.

Raporun yazarları GRIPE’nin “aktif bir sosyal medya varlığına” sahip olduğunu ancak “şimdiye kadar çok az yüksek etkili sonuçlar elde edildiğini” belirtiyor.

Yoksullukla mücadelede de etkisiz

GRIPE’nin temel hedeflerinden biri , Gana’nın çöplerinin yarısından fazlasını toplayan kayıt dışı işçilere gelir sağlayarak yoksulluğu azaltmaktı. Ancak geri dönüşüm pazarını güçlendirmede olduğu kadar yoksullukla mücadelede de etkisiz oldu.

Grubun reklam maskotu ‘Litta Teyze’, bir GRIPE reklamında şişe toplayanlar için “çok para” vaat ederken başka birinde de atılan plastiğe “hazine” olarak atıfta bulunuyor. Öte yandan GRIPE’ın kendisi bir alıcı değil: Çöp toplayıcılar parayı, geri dönüşüm ortaklarından alıyor.

Gana’da çöp toplayıcıların çoğu yaşlı kadınlar; her gün sekiz saat veya daha fazlasını kirli ve yorucu plastik temizleme işini yaparak geçiriyorlar. Kentsel atık depolama alanlarında çocuklar, yığınlarda satacak çöp arıyor.

Toplumun en yoksul insanlarına dayanan ve onları gerektiği şekilde ödüllendirmeyen her hizmet, sömürmektir. Bir çöp toplayıcısı 300 Gana cedisi, yani yaklaşık 40 dolar karşılığında bütün bir ay boyunca çalışabilir. Bununla nasıl yaşanır?

Avrupa’ya plastik taşınması mantıksız, ancak yerel tesisler de yapılmıyor

En görünür GRIPE girişimlerinden biri, Accra çevresindeki Total benzin istasyonlarına konan geri dönüşüm toplama konteynırları.

Aralık ayında Bloomberg Green, elektronik izleyicileri iki şişeye yerleştirdi ve bunları bu GRIPE konteynırlarına yerleştirdi. İkisi de haftalarca kıpırdamadı.

Ocak ayının sonlarında biri karayoluyla seyahat etmeye başladı, sonra ortadan kayboldu. Diğeri ise öylece kaldı. Mart ayında muhabirler benzin istasyonunu ziyaret ettiler ve geri dönüşüm noktasının dolup taşmış olduğunu ve petrol varilleriyle kapatıldığını gördüler. İzleyici koyulan şişe hala içindeydi.

Çöp kutularını yönetmesi gereken geri dönüşüm firmasının yöneticisi Prens Agbata, telefonla ulaşıldığında, “finansman zorlukları” olduğunu söyledi; GRIPE, şişeleri toplamak için herhangi bir mali teşvik teklif etmediğini söyledi. Buna göre, finansman, Coca-Cola’nın Voltic birimi olan Total tarafından ve kendi şirketi tarafından sağlanıyordu ve açıkça azalmıştı.

Agbata, her durumda, Gana’da PET’i yeni şişelere geri dönüştürebilecek tek bir tesis olmadığını ve bu nedenle yerel olarak satış yapmanın zor olduğunu açıkladı. Aldığının çoğunu Avrupa’ya ihraç edilirken gerisi “düşürülerek”, şişe olmayan bir şeye dönüştürülüyor.

Gayri safi yurtiçi hasılası Nestle’nin yıllık satışından daha az olan Gana için çok uluslu şirketlerin plastik kirliliğini temizleme konusunda başı çekmesine izin vermek mantıklı görünebilir. Ancak şirketlerin bu girişime ayırdıkları fon, herhangi bir gerçek ilerlemeyi neredeyse imkansız kılıyor.

GRIPE’yi oluşturan 2017 tarihli sözleşmede, her üyenin mali katkısı, her yıl yalnızca 45.000 Gana Cedisi yani yaklaşık 5 bin 800 doları olarak belirlendi. Üstelik Nestle, evraklarda açıklanmayan nedenlerle daha da az ödeyecekti: yaklaşık 1.850 dolar.

Bu rakamları bir bağlama oturtmak gerekirse, GRIPE, Unilever’in 7,5 milyar dolarlık yıllık pazarlama bütçesinin %0,0001’inden daha azına mal oluyor.

Gana’dan Avrupa’ya şişeleri geri dönüşüm için göndermek, plastik devlerinin de  kabul ettiği gibi, zaman ve paraya mal olması ve daha büyük bir karbon ayak izi bırakması nedeniyle ideal olmaktan uzak. Coca-Cola’nın halkla ilişkilerden sorumlu başkan yardımcısı Clement Ugorji, Forbes ile 2020’de yaptığı bir röportajda, “Afrika’dan plastik ve ambalaj atıklarının ihracatı sürdürülebilir değil” dedi: “Kıtada toplama, geri dönüşüm ve yeniden kullanım için yerel kapasiteye ihtiyacımız var.”

Ancak plastik geri dönüşüm tesisleri ucuz değil ve GRIPE üyelerinin şimdiye kadar yapmaya isteksiz oldukları bir ön yatırım gerektiriyor.

Şirketler, plastiğin yasaklanması yerine ‘geri dönüşüm’den para kazanmak istiyor

GRIPE , dünyanın diğer bölgelerindeki hükümet politikalarını etkiledi. Filipin Geri Dönüşüm ve Malzeme Sürdürülebilirliği İttifakı (PARMS), tek kullanımlık plastik poşetlere ilişkin yasayı aksine çevirterek atık toplamaya daha fazla odaklanmaya zorladı. Reuters’in bildirdiğine göre, üyelerinden biri olan Unilever, yeni mevzuatın yasakları içermemesini sağlamak için etkili bir Filipinli senatörle de lobi yaptı. PARMS’ın diğer üyeleri Coca-Cola ve Nestle.

Plastik lobisi büyük ve zorludur sayısız etkili endüstrinin canavarı. Petrol lobisini (plastik, fosil yakıtlardan üretilir), içecek devlerini, market devlerini ve hatta sigara lobisini (sigara izmaritleri plastik içerir) kapsar. Dahil olan şirketlerin çeşitliliği göz önüne alındığında, dağıtıldığı her yerde mesajları dikkate değer ölçüde tutarlı olmuştur: “Geri dönüşüm işe yarar ve çevre dostudur (realitede tam aksidir); sürdürülebilirlik önlemleri gönüllü olmalıdır; plastiği yasaklamak işe yaramaz…”

Bir çevre STK’sı olan Changing Markets’ın kampanya yöneticisi George Harding-Rolls’a göre, plastik kirlilk için tüketicileri suçlamak onlarca yıllık bir numara.

“Farklı bağlamlara çekerek oyalama taktiği.”

Sloganı birlikte bir fark yaratabiliriz” olan Temiz Avrupa Ağı  ambalaj sektörü  ticaret organizasyonu Pack2Go tarafından oluşturuldu. ExxonMobil, Shell, Dow, PepsiCo ve Procter & Gamble gibi kimyasal ve plastik ürün şirketlerini temsil eden Plastik Atığı Sonlandırma İttifakı, “atık yönetimi okuryazarlığını geliştirmek” için projeler yürütüyor.

Harding-Rolls’a göre, bu tür kuruluşlar krizin ölçeğini ve onu düzeltmek için gerçekten neyin gerekli olduğunu inkar ediyor. “Sistemik bir sorun olduğunu kabul ediyorsanız, sistemik çözümlere ihtiyacınız var.”

Gana’da plastiğin yasaklanmaması: En büyük başarılarımızdan biri

Accra’daki boşaltılmamış geri dönüşüm konteynırları ve Jamestown’daki terk edilmiş bir  geri alım merkezi hakkındaki sorulara yanıt veren GRIPE temsilcileri, sözleşmeyle ilgili veya lojistik sorunlar olduğunu ancak her iki projenin de devam ettiğini söyledi.

GRIPE tarafından gerçekleştirilen somut ilerleme veya bunun eksikliği hakkında soru sorulduğunda, başkan Basil Ampofo (Unilever’de düzenleyici işler müdürü) yanıt vermeden önce bir an düşündü.

“Gana’da plastiklerin yasaklanmadığı gerçeği, bence bu bizim en büyük başarılarımızdan biri.”

Size benziyoruz

Gana Çevre Koruma Ajansı‘nda yetkili Kwabena Biritwum, büyük yasadışı çöp sahalarında ve taşan belediye tesislerinde yakından gördüğü plastik sorunu hakkında kendi bakış açısına sahip.

Biritwum, GRIPE veya çalışmaları hakkında fazla bir şey bilmediğini, ancak şirketlerin söylediklerine göre değil yaptıklarına göre değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Peki e yapıyorlar” “Pek bir şey yapmıyorlar ,” diye yanıtladı.

Biritwum’a göre plastik çöplükler, özensiz davranışların değil, yoksulluk ve uygun barınma eksikliğinin bir sonucu

“Gana değişiyor” diyor ve GRIPE üyeleri gibi çokuluslu şirketlerin ‘tüketim kültürlerini rahatlıkla yayabildiği Avrupa ve Amerika’dan ‘ithal edilen alışkanlıklarla değiştiğini söylüyoruz: “Daha fazla kullan-at toplumuna dönüşüyoruz. Daha çok sizin gibi oluyoruz.”

 

Tüm buzullar eridiğinde…

Video-animasyon: Defne SARIÖZ

*

Küresel iklim değişikliğinin yarattığı sonuçları her geçen gün daha şiddetli olarak deneyimliyoruz. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) uyarıları dikkate alınmadığı taktirde, bizi çok daha zor günler bekliyor. IPCC, 2100 yılına kadar Grönland ve Antartika’daki buzullar eridiği taktirde deniz seviyesinin 6-7 metre yükselebileceğini ifade ediyor.

Tüm buzullar eridiğinde ise deniz ve okyanuslar 60 ila 80 metre yükselecek. Bu, Türkiye’nin bazı illeri de dahil olmak üzere dünyanın bir çok kentinin tamamen suların altında kalması demek.

Ancak henüz çok geç değil. Eğer hızla harekete geçer ve gerekli adımları atarsak, felaketi önleyebiliriz.

 

İkizdere’de maden için köklerinden sökülüp atılmış ağaçlar böyle görüntülendi

RİZE – İkizdere Çevre Derneği, Eskencidere Vadisi‘nde halkın yılardır süren itirazları, davalar ve bilirkişi raporuna rağmen Cengiz Holding‘in ısrarını sürdürdüğü taş ocağındaki yıkıma dair yeni görüntüler paylaştı.

Dernek, köklerinden sökülüp gövdeleri kesilerek İkizdere’nin girişine atılan ağaçları gösterdiği paylaşımında Bakanlıklara seslendi:

“İkizdere’de yapılan doğa katliamı artık sınırları aşmış durumda. Bu görüntüler bugün çekildi. Bunun adı doğadan intikam almak!Biz bu duruma başka bir isim koyamadık! Neden? Uyarıyoruz! Doğanın intikamı daha acı olur’  Yapmayın bu doğa katliamını durdurun!”

https://twitter.com/ikizdere_icder/status/1560534818743631872?s=20&t=3KOwi6gpB69xYaebIbjUlg

İkizdereliler Cengiz Holding’in taş ocağı projesine karşı yıllardır direnişini sürdürüyor.

Söz konusu projeye “Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) gerekli değildir” kararına karşı açılan dava için hazırlanan bilirkişi raporunda projenin usulsüz olduğu ve yapımının uygun olmadığı belirtilmişti.

‣ SES Yılın Kadınları Ödülü İkizdereli kadınlara…
‣ İkizdere’de hafriyat kamyonlarının önünde oturma eylemi: Yeter!

Davaya ilişkin en son duruşma 3 Ağustos’ta görülmüş, köylüleri avukatı Yakup Okumuşoğlu doğa ve yaban hayatında tahribatlara neden olacağının belirtildiği raporun bilirkişi kök raporu olduğuna ancak daha sonra yargı sürecinde bu rapora müdahaleler yapıldığını Yeşil Gazete’ye anlatmıştı:

“Mahkeme kök raporu beğenmemiş olacak ki bilirkişilerden ek rapor alınmasını istedi. Aynı bilirkişilere ek rapora gitti.

Bu kez ek raporda bilirkişiler daha önce söylediklerinin tam tersini söyledi. Birtakım raporlar sunulmuş. O raporlara göre ‘burada yapılacak olan taş ocağı faaliyetinin herhangi bir çevresel zararı yok’. O rapor doğrultusunda da Rize İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma talebimizi reddetti ve bugün de bizi duruşmaya çağırdı.

‣ Doğa yıkımının sürdüğü İkizdere’de hafriyat kamyonunun freni patladı: İki işçi hayatını kaybetti
‣ Cengiz Holding’in İkizdere’deki yıkımı yeniden gözler önüne serildi

Bilirkişi kök raporunda bilirkişi heyeti, Cengiz Holding’in taş ocağı projesine dair daha önce şu tespitleri yapmıştı:

  • Heyelana duyarlılık ve izleme çalışmalarına ilişkin yeterli çalışma yapılmadığı; kazı çalışmalarının yamaç stabilitesini olumsuz yönde etkilemesinin olası olduğu,  beşeri heyelan olaylarının yaşanabileceği,
  • Çalışmalar dolayısıyla meydana gelen tozlanma nedeniyle köy halkının geçim kaynağı olan çay yetiştiriciliğinin olumsuz etkileneceğini,  taş ocağı bölgesinde toplam 163 adet büyükbaş ve 953 adet faal arılı kovan bulunduğunu,  tozlanma nedeni ile döllenemeyen çiçeklerde nektar miktarındaki azalma o yıl balın verimini etkileyebileceği gibi, sonraki yıllarda çiçek popülasyonlarında azalmaya neden olacağını,
  • Çok geniş bir alanda çalışma yapılacağı, her gün patlatma yapılacağı ve kamyon trafiği de göz önüne alındığında toz indirgeme sisteminin yetersiz olacağı, bu kadar fazla miktarda oluşabilecek tozun indirgenmesinin fiili durumda çok zor ve maliyetli olacağı,
  • Ne 30 metrelik dere koruma bandı ne de 6 metrelik şev üst kotu taahhütlerine uyulmadığı, dere yatağının yol çalışmaları başta çıkan hafriyat atıkları dökülerek daraltıldığı, yüzey kazısı ile yürütülecek taş ocağı faaliyetinin doğaya yeniden kazandırma planı uygulamalarına kadar bölgenin doğal görünümünü bozacağı ve özellikle üst bitkisel toprak ve yapılan kazılar sonucu zeminin su tutma kapasitesinin değişeceği ve yağış-akış-sızma dengesinin bozulacağı,
  • ocağın işletilmesi sırasında su kaynaklarının görebileceği zararlar ve bu kaynakların korunmasına yönelik alan özelinde alınacak tedbirlere değinilmediği, taşkın değerlendirmeleri yapılmadığı,
  • 20’nin üzerinde yapraklı ağaç türünün de bulunduğu yöre halkının yaşam alanı ve geçim kaynağı konumundaki  orman alanını tahrip edeceği ve bu durumun yöre halkı açısından yaşam alanları yönüyle kabul edilemez olacağı.

Lviv görüşmesi: ‘Zaporijya’da verilecek bir hasar, intihar olur’

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya‘nın işgali sonrası yaşanan gelişmeleri değerlendirmek için dün Ukrayna’nın Lviv kentinde bir araya geldi.

Görüşmede, İstanbul‘da imzalanan tahıl koidoru anlaşmasının yanı sıra Rusya’nın kontrolündeki güney Ukrayna’daki Avrupa’nın en büyük nükleer tesisi Zaporijya çevresinde çıkan çatışmalara da değinildi.

Erdoğan, “Yeni bir Çernobil felaketi istemiyoruz” derken Guterres de “Zaporijya’da verilecek herhangi bir hasar inithar olur” ifadelerini kullandı.

“Endişeliyiz. Başka bir Çernobil istemiyoruz,” diyen Erdoğan, Rusya’nın işgalinin başlamasından bu yana Zelenskiy ile yaptığı ilk yüz yüze görüşmede Ukrayna liderine Ankara‘nın sıkı bir müttefiki olduğuna dair de güvence verdi.

Guterres, Zaporijya’daki tesisteki durum hakkında “ciddi endişe” duyduğunu belirterek Zaporijya’yı tamamen sivil bir altyapı olarak yeniden kurmak ve bölgenin güvenliğini sağlamak için acilen anlaşmak gerektiğini söyledi:

“Nükleer santralin fiziksel bütünlüğünü, emniyetini veya güvenliğini tehlikeye atabilecek her türlü eylemden kaçınmak için sağduyu hakim olmalı. Askeri teçhizat ve personel tesisten çekilmelidir. Bölgeye daha fazla kuvvet veya ekipman yerleştirilmesinden kaçınılmalıdır. Bölgenin silahsızlandırılması gerekiyor.

Olduğu gibi söylemeliyiz:  Zaporijya’ya gelebilecek herhangi bir potansiyel zarar, intihardır.”

Fotoğraf: Dimitar Dilkoff / AFP

Guterres ayrıca BM’nin, Kiev‘den Zaporijya Nükleer Santrali’ne yapılacak herhangi bir Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) misyonunu destekleyecek lojistik ve güvenlik kapasitesine sahip olduklarını dile getirdi.

Avrupa’nın en büyük nükleer santrali olan Zaporijya, Rusya tarafındanMart ayında işgal edilmiş;  Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) Başkanı Rafael Grossi, santraldeki durumla ilgili yeterli bilgiye sahip olmadıklarını açıklayarak ‘durumun kontrolden çıktığını ve nükleer güvenliğin her ilkesinin ihlal edildiğini’ söylemiş ve denetlenmesi için çağrıda bulunmuştu.

Tesis geçen ay birkaç gün içinde iki kez vurulmuş, Ukrayna ve Rusya, her iki saldırıdan da birbirini suçlamıştı.