Ana Sayfa Blog Sayfa 756

Küba, eşcinsel evliliği de kapsayan yeni Aile Yasası’na ‘evet’ dedi

Küba‘da Pazar günü gerçekleştirilen referandumda halk, eşcinsel çiftlerin evlenmesi ve evlat edinmesini yasallaştıran yeni aile hukuku yasasını kabul etti.

Seçmenlerin yaklaşık yüzde 66,9’u yeni yasayı onaylamasının ardından Başkan Miguel Díaz-Canel yasanın geçişini, “Aşk artık kanun” tweeti ile kutladı:

“Adalet sağlandı. Yıllardır aile planlaması için bu yasayı bekleyen birkaç nesle borç ödeniyor. Bundan sonra daha iyi bir ulus olacağız” dedi.

Yeni yasa evlilik eşitliği sağlıyo;  eşcinsel çiftlerin evlat edinmesini ve taşıyıcı gebelikleri de yasallaştırıyor.

Ayrıca yaşlılar, çocuklar ve kadınlar için daha geniş haklar ve korumalar sağlayarak cinsiyet temelli şiddete karşı önlemler getiriyor.

Küba’da eşcinsellik 1979’da yasaya dahil edilse de ülkede LGBTİQ+ topluluğu hâlâ ayrımcılığa maruz kalıyor. Referandumda yasaya hayır diyenlerin oranı yüzde 33 oldu.

Evanjelik Kilisesi, yapılacak değişikliklere karşı bir süredir direniş gösteriyor, ülkenin muhfazakar grupları ve dini liderleri yasaya muhalefetlerini dile getiriyordu.

 

Almanya beş büyük buzulundan birini kaybetti

Almanya, aşırı sıcak ve küresel ısınma sebebiyle beş büyük buzulundan birini resmi olarak kaybetti.

Bavyera Bilimler Akademisi dün yaptığı açıklamada, aşırı sıcak geçen yazın ardından Güney Schneeferner‘ın buzul statüsünü kaybettiğini Almanya’nın sadece dört büyük buzulu kaldığını duyurdu.

Güney Schneeferner, ülkenin en yüksek dağı olanolan Zugspitze‘nin güneyindeki yüksek bir plato üzerinde uzanan bir buz tabakası.

Eylül ayının ortasında yapılan jeoradar ölçümleri, büyük miktarda buz kaybettiğini ve buz kütlesinin ancak iki metre kalınlığında kaldığını ortaya koydu. Bu veri, buz tabakasının son dört yılda yarı yarıya küçüldüğünü gösteriyor.

Bir kayak teleferiği, Güney Schneeferner.

Uzmanlar, küçülen buz tabakasının 1 ila 2 yıl içinde tamamen eriyeceğini tahmin ediyor.

Bilim insanları, Avrupa‘da yer alan çok sayıda buzulun iklim değişikliği nedeniyle ilerleyen yıllarda yok olmaya mahkum olduğunu ifade ediyor.

Sun&Sea operasından kesitler: İklim krizi, kaygısı ve sanat

İklim krizi eylemliliğinden iyice uzaklaştığım ve bu krizin benim için yeni anlamlarını düşünmeye başladığım bir zamanda Sun & Sea operasını izleme şansım oldu. Bu krizi ele alan performanslar, insan-çağına dair kolektif bir içgörü geliştirmemiz için bize ilham olabiliyor. Yaratım sürecinde üç Litvanyalı kadın olan Sun & Sea operası da bunlardan biri.

13 Ağustos’ta Helsinki’de izlediğim temsilin halen etkisindeyim. Üzerinde düşünerek buraya yazdığım kolektif bir içgörüyle ne demek istediğimi bu opera sayesinde açabileceğimi umuyorum.

Sun & Sea Operası, prömiyerini 2017’de Litvanya’da yaptıktan sonra şarkıların sözleri İngilizceye çevrildi ve 2019’da Venedik Bienali‘nden Altın Ayı ödülüyle döndü. The Guardian yılın en iyi sahne performansları arasında gösterdi.

Bir kumsalda geçen Sun & Sea’nin sahnesi kendisine dair çoğu şeyi zaten anlatıyor. Seyirciler sahnenin tavanını çerçeveleyen bir balkondan aşağıdaki kumların üzerinde uzanan sanatçıların güneşlenişini izliyorlar. Aralarında yelpaze kullananlar var çünkü içerisi sıcak. Bir orkestra yok, müzik kaydedilmiş ve sanatçılar sıra onlara geldiğinde kulaklıklı mikrofonlarından söylüyorlar şarkılarını.

Operanın şarkı sözlerine göz gezdirdiğinizde krize dair doğrudan herhangi bir gönderme olmadığını görürsünüz. Plastik gibi kelimeleri kullanmaktan bilinçli bir şekilde kaçınmışlar. Güneşlenen sanatçılar arada sahneden çıkıp plaj havlusuna sarınmış bir şekilde denizden çıkmış gibi dönüyorlar opera devam ederken.

Gezegen iki derece ısındığında neler olacağını değil ama mercanların yok olacağını öğrendiğinde çok ağladığını anlatan genç bir kadını ya da 8,5 yaşındaki oğlunun yüzdüğü okyanusları anlatan bir anneyi dinliyorsunuz.

Bir sahilde uzanıp güneşlenen insanların okuduğu kitaplar, çocukların oynadıkları oyunlar ve hepsinin akıllarından geçen onlarca şeyin iklim kriziyle kurduğumuz ilişkiye dair gösterdiği şey, beni derinden sarstı. Tam da artık iklim biliminin, politikasının ve sanatının kesiştiği noktaların sahiplenilmeyeceğine, bu kesişimin benim atfettiğim kadar önemli olmadığına ikna olmaya başlamıştım.

Opera boyunca şarkı sözlerini söyleyen karakterlerin kiminin iklim kaygısıyla hiçbir alakası olmadığı görüntüsüne dertlenmedim, ama şarkı sözleriyle ve şarkıların akışıyla beraber kişilerin teker teker kendi iç dünyalarında ayrıcalıklarına, fikirlerine, hayallerine düşkünlüğü beni tam ortadan vurdu.

Orada kumlara uzanan insanların bu saçma varoluş haline dalıp gitmenin medite edici oluşu sadece benim için ilginç ve bir o kadar da gerçek olamazdı. Bu noktada Sun & Sea operasının iklim kaygısını benim gibi hissedenleri de içine alan bir duygudaşlık kurabildiğini düşünüyorum. Şimdiye kadar karşılaştığım iklim krizini konu alan sanat çalışmalarında daha çok hissedilen kaygının kendi içindeki devinimine bakıyordum sanki.

Sun & Sea ise umursamazlığı sahnelerken gerçek bir içgörü cesareti gösteriyor. Sadece resimlere bakmak ya da sadece şarkı sözlerini okumak değil; orada olup bu cesaret anına şahit olmak başka bir şeye düşünüyor gerçekten. Kolektif bir içgörü olur umarım bu.

Sahnenin bir kumsal oluşu ve perdesiz bir performans olduğu için her temsil için bir kapanış yapmamışlar. Müzik kaydının başa döndüğünü, sanatçıların ilk şarkıyı tekrarladığını anlıyorsunuz ve onlar güneşlenmeye devam ederken ve yeni izleyiciler gelirken siz de isterseniz kalabilir, görmeniz gerektiği kadarını gördüğünüzü düşünüyorsanız da balkondan inip gidebilirsiniz.

Rapor: Et endüstrisindeki karbon ayak izini azaltmak, Latin Amerika’nın net sıfıra ulaşmasının anahtarı

Latin Amerika ve Karayipler‘deki ülkeler, 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşma sözü vermiş olsa da hayvancılık ve arazi kullanımı, bölgedeki sera gazı emisyonlarının neredeyse yarısından sorumlu ve bu net sıfır hedeflerine ulaşmak için gıda sisteminde iddialı değişiklikler gerektiriyor.

Inter-Amerikan Kalkınma Bankası (IADB) tarafından hazırlanan yeni bir rapor, 2050 hedefine ulaşmanın büyük ölçüde bölgedeki yüksek sığır eti tüketen ülkelerde hem arz hem de talep açısındanetin karbon ayak izini azaltmaya bağlı olduğunu gösteriyor.

Küresel olarak tarım arazilerinin yüzde 77’sinden fazlası hayvancılık için -otlatma veya yem üretimi- kullanılıyor.

Gıda talebinin 2050 yılına kadar yüzde 50’den fazla artması bekleniyor.

Latin Amerika’da büyükbaş hayvancılık özellikle önemli bir sektör: Bölge, besi sığırlarının yüzde 67’sine ve süt sığırlarının yüzde 76’sına ev sahipliği yapıyor. Et talebini sürdürmek için sığır eti üretiminin bölgede 2050 yılına kadar yüzde 125 artması bekleniyor.

Gıda üretimi, bölge ekonomisi için de son derece önemli. Soya ve sığır eti gibi emtialar, birçok ülke için  en kazançlı ihracat ve  bölgedeki insanların yaklaşık yüzde 15’i bu sektörde istihdam ediliyor. Ancak aynı zamanda bölge, özellikle çocuklar arasında artan obezite oranlarının yanı sıra artan gıda güvensizliği oranlarına da sahip.

IADB’nin yeni raporu 2050 yılına kadar net sıfıra ulaşmanın, mahsul veriminde iddialı iyileştirmelerin yanı sıra, özellikle sığır eti tüketiminde değişiklikleri de gerektirdiğini vurguluyor.

Rapor, hayvancılığa ayrılan arazi oranının küçültülmesi, karbon tutma ve biyolojik çeşitliliğin korunması için ise alanın artırılması çağrısında bulunuyor.

Mongabay‘dan Sarah Sax‘e konuşan İsveç Chalmers Teknoloji Üniversitesi‘nde tropikal ormansızlaşma ve arazi kullanımı değişikliğinin etkenlerini araştıran Florence Pendrill, bu raporun tam vaktinde yayımlandığını söyledi.

“İklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybının ortak krizlerinde tarım ve arazi kullanımının rolü üzerine artan bir farkındalık ve odaklanma var, her ikisi de geçen yıl COP26‘da BM Biyoçeşitlilik Konferansı’nda (COP15) yer alan başlıklar oldu  IADB raporu, emisyonları azaltmak için hem arz yönlü hem de talep yönlü önlemleri dikkate alıyor ve bu bakış, ülkeler bu hedefleri gerçekleştirmeye çalışırken faydalı olabilir.”

Rapor, emisyonları azaltma ve arazi kullanım sistemini 2050 yılına kadar net bir karbon yutağına dönüştürmeye yönelik seçenekleri incelerken, bölgenin artan nüfusu için gıda güvenliğini de iyileştiriyor.

Sığırlara daha konsantre yem sağlamak, mera topraklarında nitrojeni artırmak, silvopasture ve iyileştirilmiş mera yönetimi, rapor yazarlarının hayvancılık üretimini yoğunlaştırmaya yardımcı olmak ve emisyon tasarrufu sağlamak için belirledikleri arz yönlü seçeneklerden bazıları.

Ayrıca kakao, sığır eti ve kahve üretiminden kaynaklanan emisyonları azaltmaya yardımcı olacak tarımsal ormancılık uygulamalarına da dikkat çekiliyor.

Raporda talep yönlü çözümler ise kişi başına günlük sığır eti proteini alımının küresel ortalamanın üç ila dört katı olduğu Arjantin, Şili ve Uruguay’ı kapsayan bölgede daha bitki bazlı bir diyete geçmeye ve genel sığır eti tüketimini azaltmaya dayanıyor.

Raporun ortak yazarı Fransız Uluslararası Kalkınma Tarımsal Araştırma Merkezi’nden (CIRAD) kıdemli araştırmacı Patrice Dumas, raporun, emisyonları azaltmak için en iyi seçeneklere kapsamlı bir genel bakış sağladığını söyledi.

“Latin Amerika, arazi bolluğu sayesinde her zaman çok kapsamlı sığır üretimine sahip olmuştur ve bu nedenle, savanlar gibi karbon için daha az değerli ve meraya daha uygun alanlarda daha yoğun üretim biçimlerine geçiş için  büyük bir fırsat sunulmaktadır. ”

‘Salda Gölü’nde kararma ve salyalaşmalar artıyor’

Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) bilim danışmanı Dr. Erol Kesici, Salda Gölü kıyılarında beyaz kumullardaki kararmaların arttığına dikkat çekerek ‘çok tehlikeli‘ uyarısında bulundu. Dr. Kesici, bilimsel araştırmalarla ilgili NASA için dahi olsa göl çevresinde hiçbir yapılaşmaya izin verilmemesi gerektiğini söyledi.

DHA‘dan Mehmet Çınar’ın aktardığına göre; TTKD bilim danışmanı Dr. Erol Kesici, Burdur‘un Yeşilova ilçesinde turkuaz rengi ve bembeyaz kumsallarıyla dikkat çeken Salda Gölü‘ne kesinlikle girilmemesi, uzaktan izlenerek yetinilmesi gerektiği çağrısında bulundu.

‣Salda Gölü: Endemik bitkiler çapalandı
Dr. Erol Kesici
Fotoğraf: DHA

Dr. Erol Kesici, son günlerde göl kenarındaki beyaz kumullarda kararmaların arttığına, suda salyalaşmaların oluştuğuna dair sorunlara dikkat çekti.

Üç milyon yıl önce çöküntü havzasında oluşan tektonik kökenli gölün limnolojik, ekolojik ve jeolojik özellikleri bakımından ülkede tek olduğunu belirten Dr. Kesici, şunları aktardı:

“Meksika‘daki AlchichicaGölü‘ne benzer özellikleri taşıyan kırılgan bir dokuya sahip, hassas ve ender alanlardan. Salda Gölü toprağının, ekolojik evrimin ve yaşam için en uygun gezegen olduğu bildirilen Mars‘ın toprağıyla benzerlik gösterdiği belirtilmektedir.”

Mars’a ışık tutması beklenen Salda Gölü bataklığa döndü
Fotoğraf: DHA

‘Beyazlıkların yerini kararmalar alıyor’

Gölün, yoğun ziyaretçi baskısı nedeniyle tehlike altında olduğunu kaydeden Dr. Kesici, “Göl çevresinde araç-insan trafiğinin yarattığı çok ciddi kirlilikler, tarım için yer altı sularının aşırı çekilmesi ve de göl çevresindeki kıyı işgal düzenlemeleri çeşitli amaçlarla hala devam etmektedir. Doğası gereği suyunu dışarıya boşaltamayan ve su kalitesi bakımından oldukça kırılgan olan Salda Gölü’ndeki endemik canlılar da tehlike altında. Son yıllarda artan göl- insan faaliyetleri çevresel boyutta tehdit unsuru” diye konuştu.

Dr. Kesici, gölün beyaz adacıklarının, turkuaz rengi, sodalı su kalitesi ve milyar yıllık fosil oluşumlarla birlikte milyonlarca yıl sonrası biyomineralizasyon (göldeki siyanobakterilerin ve suyundaki minerallerin faaliyetleriyle) sonucu oluştuğunu söyledi. Gölün, son günlerde artan insan faaliyetleri nedeniyle su seviyesinin azaldığını, kirlilik baskısı yaşadığını dile getiren Dr. Kesici, şunları söyledi:

“Çok kırılgan bir yapıya sahip olan beyaz tortul kayaçların bilhassa göl kıyı kesimlerinde oluşamaması sonucu göl kıyı kesimlerinde, su çekilen alanlarda beyazlıkların yerini kararmalar almaktadır.”

Özel şirketin işletimindeki Salda’yı korumak
Fotoğraf: DHA

Yaptıkları son araştırmalarda kıyılardaki siyahlaşmaların yanı sıra kıyı ve su içerisinde kirlilikten kaynaklanan salyalaşmaların da göl için büyük tehlike oluşturduğunu anlatan Dr. Kesici, “Mutlak suretle aşırı alg artışı sonucu oluşan ve kokan bu salyalaşmaların kıyı ve su içerisinden bilimsel yöntemlerle temizlenip ortamdan uzaklaştırılması gerekmektedir” dedi.

Bilimin yapı işgaline yol açmaması gerektiğini söyleyen Dr. Kesici, “Mars’la ilgili bilgilerin araştırılması, yerkürenin Mars’la karşılaştırılması bakımından da evrimin bir parçasının, bir belgesinin yok olmaması yönünden de göl korunmalı, bu izler silinmemeli, kaybolmamalıdır. Salda Gölü ‘doğal miras’ ilan edilerek, yaşama ait süreci öğrenmek için bilim dünyasının doğal laboratuvarı ve insanların da bu miras oluşumu ziyaret edebilecekleri bir doğal müze olarak kalmalı” şeklinde konuştu.

Fotoğraf: DHA

Bilimsel araştırmalarla ilgili Salda Gölü çevresine yapılacak hiçbir yapılaşmaya, başka yapılaşmalara yol açmaması için izin verilmemesi uyarısında bulunan Dr. Kesici, “Meksika’daki Alchichica Gölü, NASA’ya oldukça yakın, tamamen korunan bu gölde hiçbir yapılaşma planlaması söz konusu değildir. Bizde de olmasın. Bir üniversite için veya NASA için dahi olsa hiçbir yapılaşmaya izin verilmemeli” ifadelerini dile getirdi.

Salda’da insan trafiği

İnsan trafiğinin önüne geçilmesi için de ekoloji aktivistleri yıllardır uyarılarda bulunuyor.

Mart 2021’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘na bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü ‘Salda Gölü ziyaretçi taşıma kapasitesinin belirlenmesi’ çalışması sonuçlarına göre yılda 1.5 milyon olan ziyaretçi sayısının 570 bine düşürüleceği duyurulmuştu.

Salda’nın başına gelmeyen kalmadı

Bakanlık tarafından 1 Ağustos 2020’den itibaren dumansız hava sahası ilan edilen ve çevresinde sigara içilmesinin yasaklandığı Salda Gölü halk plajı sahiline nargilelerle girilmişti.

Bayram tatilinde sigara içmenin ve çamur banyosu yapmanın yasaklandığı Salda Gölü’ne gelen ziyaretçilerden nargile içenler oldu.

Ekolojik olarak oldukça hassas bir yapıda olan Salda Gölü bayram tatilinde gelen ziyaretçi yoğunluğunu kaldıramamıştı ve bazı bölümlerinde sular 50 metre çekilirken kıyılarda ise balçık oluşmuştu.

Fotoğraf: Salda Gölü Koruma Derneği

Ancak Temmuz 2021’de bayram tatilinde sigara içmenin ve çamur banyosu yapmanın yasaklandığı Salda Gölü’ne gelen ziyaretçilerden nargile içenler oldu. Halk plajına gelen yüzlerce ziyaretçi çamur banyosu yaptı.

Salda Gölü’nün son durumunu, yapım çalışmaları süren Millet Bahçesi’ni ve bungalov evleri ANKA görüntülemiş, gölün Millet Bahçesi yapılan bölümündeki beyaz renkli kumların renginin değiştiği, Milli Park kıyılarındaki kumların ise doğal rengini koruduğu görülmüştü.

Bakanlık Salda Gölü’ndeki renk değişiminin ‘polenlerden kaynaklandığını’ iddia etmişti. Haziran 2021’de ise kanalizasyon atıklarının Salda Gölü’ne karıştığı iddiası üzerine bölgede inceleme yapan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdür Yardımcısı, atık karışmasının mümkün olmadığını, gölü ineklerin kirlettiğini öne sürmüştü.

Son olarak Mayıs 2022’de “Millet Bahçesi” olarak duyurulan alanın işletmesinin Subartu isimli özel şirkete verildiği ortaya çıkmıştı.

TOKİ Finansman Daire Başkanı Ayhan Karaca, şirketin burayı yıl sonuna kadar işleteceğini aktardı ve “Oradaki tüm harcamalarını kendileri yapıyorlar, gelirleri topluyorlar. Yıl sonu itibariyle de mahsuplaşıp, tüm şeyimizi alıp Emlak Yönetim olarak devam edeceğiz” dedi.

“Millet Bahçesi”nin yapıldığı alana ücreti karşılığında girildiği ve kişi başı giriş ücretinin 10 TL olduğu görülmüştü. Girişe, turnike ve bariyerler konulmuştu.

Toplumun yarısı yenilenebilir enerji için faturada artışa razı

Temiz Enerji Haber Portalı ve KONDA Araştırma tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de Enerji Tüketimi ve Ekonomi” araştırması toplumun yenilenebilir enerjiye bakışına ilişkin dikkat çeken sonuçlar ortaya koydu:

  •  Toplumun yüzde 55’i Türkiye’nin enerji konusundaki en önemli sorununun dışa bağımlılık olduğunu söylerken, toplumun yüzde 56’sı bunun önüne geçmek için öncelikli olarak güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklara yönlenilmesi gerektiğini düşünüyor.
  •  Türkiye’de her 5 kişiden 4’ü Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olmasından dolayı endişe duyuyor.
  •  Toplumun yüzde 69’u kömür, doğalgaz ve petrol yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına geçilirse elektrik faturalarının düşeceğini düşünüyor.
  •  Toplumun yarısı güneş ve rüzgâr enerjisi kullanmak için faturasında belli bir oranda artışa razı.

Türkiye çapında 2 bin 510 kişiyle yapılan anket, küresel enerji krizinin gündemde olduğu bir dönemde Türkiye’de 15 yaş üstü nüfusun enerjiye ve elektrik tüketimine bakış açısını, aynı zamanda çözüm önerilerini irdemeleyi amaçlıyor.

‘En büyük sorun enerjide dışa bağımlılık’

Toplum Türkiye’de enerji konusundaki en büyük sorunu yüzde 55 oranla enerjide dışa bağımlılık olarak tanımlarken, eğitim seviyesi ve hane geliri arttıkça bu oran da artış gösteriyor. Enerjinin pahalı olması ise yüzde 30 oranla ikinci büyük sorun olarak öne çıkıyor.

Araştırma aynı zamanda toplumun enerji bağımlılığına ilişkin endişesini de ortaya koydu. Enerjide dışa bağımlılık konusunda toplumun yüzde 64’ü “çok endişeli” olduğunu belirtirken, “endişeliyim” diyenlerin oranı ise yüzde 15 oldu.

Dışa bağımlılığın önüne geçmek adına hangi kaynaklara yönelmek gerektiği sorusuna gelen cevaplarda da yüzde 71 ile güneş enerjisi ve yüzde 64 ile rüzgâr enerjisi ön plana çıkıyor.

‘Yüksek elektrik fiyatlarına çözüm de yenilenebilir enerjide’

Çalışmaya katılanların yüzde 56’sı başta doğalgaz ve petrol olmak üzere ithal yakıtlardaki fiyat dalgalanmalarından etkilenmemek için güneş ve rüzgâr enerjisine geçmeyi öncelikli çözüm olarak belirtiyor. Aynı zamanda katılımcıların yüzde 69’u kömür, doğalgaz gibi fosil yakıtlar yerine daha fazla yenilenebilir enerji kaynağı kullanılmaya başlanırsa elektrik fiyatlarının azalacağını düşünüyor.

Çalışmaya göre, eğitim seviyesi arttıkça yenilenebilir enerji hakkında fikir sahibi olanların sayısının arttığı görülüyor. 2 bin 510 kişinin katıldığı ankete göre; yenilenebilir enerji hakkında en az fikir sahibi olanların ev kadınları olduğu görülürken, en çok fikir sahibi olanların ise beyaz yaka çalışanlar olduğu ortaya çıkıyor.

‘Toplumun yarısı güneş ve rüzgârdan sağlanacak elektrik için faturasında artışa razı’

Yenilenebilir enerji kaynaklarına karşı olumlu bakışı gösteren bir diğer bulgu ise; toplumun yarısının güneş veya rüzgârdan üretilecek elektriği kullanmak için faturasında belli miktarda bir artışa razı olması.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilecek enerjiyi kullanmak için elektrik faturasında belli oranda bir artışa razı olacağını söyleyenlerin oranı yüzde 51 iken, yaş azaldıkça ve eğitim seviyesi arttıkça bu duruma razı olacağını söyleyenlerin oranı da artıyor.

Ankete göre, faturasında yüzde 2’lik bir artışa razı olanların oranı yüzde 25 iken, toplumun yüzde 14’ü faturasında yüzde 10’luk bir artışa, toplumun yüzde 11’i ise faturasında yüzde 20’lik bir artışa razı.

Ankete ilişkin değerlendirmelerde bulunan Temiz Enerji Vakfı Başkanı Metin Atamer “Çalışma, enerji konusunda Türkiye’nin problemleri ve bu problemlere çare olabilecek çözümler hakkında toplum genelinde bir mutabakat olduğunu gösterdi” dedi ve ekledi:

“Avrupa Yeşil Mutabakatı ve sınırda karbon düzenlemelerinin ayak sesleri gittikçe yaklaşırken, Paris Anlaşması’nı onaylayarak 2053 net-sıfır hedefi koymuş bir ülkenin kömür, doğalgaz gibi yakıtlar yerine yenilenebilir enerji için atacağı her adımın toplum tarafından tam destek göreceğini söylemek yanlış olmayacaktır.”

KONDA Araştırma Yönetim Kurulu Üyesi Bekir Ağırdır ise anket sonuçlarına ilişkin şunları söyledi:

“Pandeminin ardından gerek ekonomik, gerek siyasi belirsizlikler özellikle gençler olmak üzere bireylerin gelecek algılarını ve beklentilerini sıkıştırıyor. Dünya müthiş karmaşık ve belirsiz bir enerji krizi yaşıyor. Ülkemiz de bu krizden en çok etkilenen ülkelerden birisi. Son yıllarda sıklığını artırdığımız iklim, çevre ve enerji temalı araştırmalara göre iklim değişikliği ve enerji krizi günden güne bireylerin gündemlerinde ön sıralara yükseliyor.”

Araştırmanın enerjide dışa bağımlılık konusunda toplumun çok büyük kesiminin endişeli olduğu sonucunu ortaya koyduğunu belirten Ağırdır, “Enerji güvenliği, enerjiye ulaşılabilirlik ve enerji maliyetleri bakımından yüzünü yenilenebilir enerjiye dönen bir kitle oluşmuş durumda. Bu kitle yaşamında pozitif etki yaratacağına inandığı değişimleri de hayata geçirme arzusunda. Bu niyetin kamu politikalarında karşılık bulması için araştırmanın sağladığı bulguların herkes tarafından okunması, anlaşılması ve toplumun ihtiyaç ve taleplerine göre hareket edilmesini önemli görüyoruz” dedi.

Dünyadaki palmiye ağaçlarının yarısından fazlası risk altında

Yapay zeka ile yürütülen yeni bir araştırmaya göre, dünyadaki palmiye türlerinin yarısından fazlası yakında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Amsterdam Üniversitesi, Zürih Üniversitesi ve Royal Botanic Gardens araştırmacılardan oluşan uluslararası bir ekip, palmiyelerin geleceğini tahmin etmek için yeni makine öğrenimi tekniklerini, mevcut Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) Kırmızı Liste verileriyle birleştirdi.

Nature Ecology and Evolution dergisinde geçen hafta yayımlanan sonuçlara göre milyonlarca insana yiyecek, içecek ve barınak sağlayan devasa bitki ailesi Arecaceae‘dan binden fazla türün – yaklaşık yüzde 50’sinden fazlasının – yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gösterdi.

BBC’nin aktardığına göre, özellikle endişe yaratan türler, popüler olarak süs veya ticari amaçlı yetiştirilen palmiyelerden ziyade daha az bilinen vahşi türler oldu. Araştırmacılar, önelikli korunması gereken bölgeler olarak da Madagaskar, Yeni Gine, Filipinler, Hawaii, Borneo, Jamaika, Vietnam, Vanuatu, Yeni Kaledonya ve Sulawesi‘yi belirledi.

Sonuç kısmında, “Bu kilit bitki ailesinin yüzlerce türünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyoruz, bunlardan bazıları muhtemelen en azından yerel olarak yeri doldurulamaz. Bu sonuç, önümüzdeki on yıllarda palmiye ile ilişkili ekosistem süreçleri ve insan geçim kaynakları üzerindeki büyük yankılardan kaçınmak için acil eylemlere duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır” denildi.

Çalışmanın lideri Dr. Sidonie Bellot, “Biyoçeşitliliği korumak için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekiyor ve bu, şu anda tehdit altında olabileceğini bildiğimiz binden fazla palmiye türünü kapsıyor” dedi.

Bellot ayrıca, koruma eylemlerinin palmiyelerin yetiştiği bölgelerde yaşayan ve palmiyeleri günlük olarak kullanan insanlar olmadan yapılamayacağını da ekledi.

Zürih Üniversitesi‘nden kıdemli araştırmacı Rodrigo Cámara-Leret de, “Bu çalışmadan sonra, kaç tane ve hangi palmiye türünün tehdit altında olduğuna dair çok daha iyi bir fikrimiz var” dedi:

“Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan faydalı palmiyeler ve bunların tehdit edilmeyen alternatifleri için sunduğumuz öncelikli listenin, tüm paydaşlar arasında işbirliklerini teşvik etmesini ve onları korumaya yönelik eylemleri hızlandırmasını umuyoruz.

 

Nehirlerin karşı karşıya olduğu 5 büyük tehdit

Tara Lohan‘ın The Revelator‘da yayımlanan bu makalesi, Yeşil Gazete‘nin de parçası olduğu küresel gazetecilik ağı Covering Climate Now (CCNOW) işbirliğinin bir parçasıdır.

*

Eğer can çekişen nehirlerimizi kurtarmak için daha fazla motivasyona ihtiyacımız varsa, “Biyoçeşitlilik krizinin hiçbir yerde tatlı su ekosistemlerinden daha şiddetli olmadığını” ortaya koyan yakın tarihli bir çalışmanın bulgularını hatırlatalım.

Nehirler, göller ve iç sulak alanlar Dünya’nın yüzde 1’ini kaplar ancak tüm omurgalıların üçte biri dahil olmak üzere tüm türlerin yüzde 10’unun yaşam alanıdır.

Ve bu türlerin çoğu, -şu ana kadar IUCN Kırmızı Listesi tarafından değerlendirilen yaklaşık 30 bin  tatlı su türünün yaklaşık yüzde 27’si- tehlikede. Bu, tüm tatlı su balıklarının yaklaşık üçte biri demek.

İşler nasıl bu kadar kötüye gitti?

Bazı türler için sebep tek bir eylem oldu; bir baraj inşası gibi.

Ancak çoğu için, yıllar veya on yıllar boyunca oluşan faktörlerin bir araya gelmesi asıl faktör:

1. Baraj blokajları

Nehir biyoçeşitliliğine yönelik en büyük tehditlerden biri, insanlara elektrik, su rezervi ve başka faydalar sağlayan ancak ekolojik maliyetler yaratan barajlardan kaynaklanıyor.

Serbest akan nehirlerin yok oluşu, su havzalarını bağlantısız parçalara böler ve su debisini, kalitesini ve sıcaklığını değiştirir. Aynı zamanda tortunun taşınmasını engeller ve göçmen balıklar ve bu balıklara bağımlı olan tatlı su midyeleri gibi türler de dahil olmak üzere hayvanların hareketini engelleyebilir.

Bunun art arda gelen etkileri, suda yaşayan böceklere, kuşlara ve nehir kıyısındaki bitkilere kadar uzanabilir.

2. Kirlilik

Karada olan yalnızca karada kalmaz.

Bazı su yolları, tehditler tespit edildikten on yıllar sonra bile toksik kimyasallar için bir çöplük alanı olmaya devam ediyor. Diğerleri ise, su arıtma tesislerinden geçen (mesanelerimizden geçtikten sonra) ve suda yaşayan hayvanların vücutlarında biriken ilaçlardan dolayı yeni tehditlerle karşı karşıya.

Antidepresanlarla dolu balıklardan bahsediyoruz. Ayrıca endüstriden, askeri üslerden veya yakma tesislerinden sızdıktan sonra nehirlerde ve suda yaşayan hayvanların vüdüuna giren “sonsuz kimyasallar” PFAS‘larla dolu balıklar.

Çiftliklerde ve hayvancılık operasyonlarında kullandığımız besinler de nehirlere ve akarsulara karışıyor.  Azot ve fosforla dolu bu akış, suları oksijenden yoksun bırakıyor ve türleri göçe zorlayan veya öldüren alglerin aşırı büyüüdüğü ölü bölgeler” yaratıyor.

İklim değişikliği fırtınaları tetikledikçe ve suları ısıttıkça durumun daha da kötüleşmesi muhtemel.

3. Aşırı otlatma

Hayvan besi alanlarından kaynaklanan atıklar nehirleri kirletiyor, ancak  milyonlarca dönümlük kamu ve özel arazilerdeki sığır otlatma da büyük bir tehdit.

Nehir kıyısında yapılan hayvancılık, meraların aşırı otlatılmasına, dolayısıyla da bitki kaybına, erozyonun artmasına ve nehir kıyılarının stabilitesinin azalmasına neden olabilir.

Kıyı boyunca bitki örtüsünün yok olması, su sıcaklığını artırır  bu da soğuk su balıklarına zarar verir. Nehre karışan tortu – ve bazen atık dolgusu- su kalitesini ve balıkları riske atar.

4. İklim değişikliği

Küresel ısınmanın etkileri, son birkaç ay içinde ABD, Çin, Almanya, Fransa ve diğer birçok ülkede nehirlerin kurumasıyla birlikte dünya çapında şimdiden hissedilmeye başladı.

Bu daha da kötüleşecek: Tahminlere göre ABD’de batıdaki dağlar, önümüzdeki 35 ila 60 yıl içinde önemli bir kar bloğu kaybı yaşayacak. Daha az kar ve karın daha erimesi, nehir akışlarını ve yeraltı suyunu değiştirecek ve bu da, bölgedeki çok sayıda bitki ve hayvanı etkileyecek.

Bu türlerden bazıları, insan kaynaklı başka zararlardan zaten muzdarip. Örneğin, soğuk su habitatından barajlar yüzünden kopan somon balığı, düşük su debisi nehirleri ısıttığı için daha fazla tehlikede.

İklim değişikliği kaynaklı aşırı şiddetli yağmur fırtınaları; tortuları, kimyasalları ve diğer zararlı atıkları nehirlere sürükleyen sellere neden olabilir. Bu fırtınalar, belediye kanalizasyon sistemlerinin tıkanmasına ve arıtılmamış suyun nehirlere boşalmasına da neden olabilir.

Artan sıcaklıklar ayrıca kuraklığı şiddetlendirebilir ve içme, sulama ve vahşi yaşam için gerekli olan nehir sularını kurutabilir.

5. Yetersiz koruma

Nehirlerimizi seviyor olabiliriz, ancak onlara yeterince koruma sağlayamıyoruz.

Kanunlar ve yönetmelikler parça parça önlemler sundukça nehir koruma planları için finansman zorlaşır.

Nehirler için “yasal kişilik” oluşturma çabaları fazla ilgi görmedi ve mevcut araçlardan bazıları da etkin bir şekilde kullanılmadı.

Ülkelerin ne yapacakları ve yeterince yapıp yapmayacaklarını, zaman gösterecek.

 

İngiliz sterlininde rekor düşüş sürerken İngiliz İşçi Partisi liderinden yenilenebilir enerji taahhüdü

İngiltere‘de İşçi Partisi yeşil kalkınma stratejisini açıkladı. İşçi Partisi lideri Keir Starmer, stratejiyi partisinin yıllık konferansından hemen önce açıkladı.

Starmer’in yeşil kalkınma stratejisi, İngiltere’de son 50 yılın en büyük vergi kesintilerinin açıklanmasının ve akabinde İngiliz sterlininin Amerikan doları karşısında rekor seviyelere gerilemesinin ardından geldi.

Kaynak: TradingView – GBP/USD

BBC Türkçe‘nin aktardığına göre;  Starmer’in stratejisi, 2030’a kadar rüzgar ve güneş enerjisi üretiminde ciddi bir artırma vasıtasıyla İngiltere’yi bağımsız bir yeşil “süpergüç” konumuna getirmeyi ve bu sayede ekonomik büyüme sağlamayı hedefliyor.

Yenilenebilir enerjiyi merkezine alan böyle bir planın aynı zamanda insanların enerji faturalarını temelli olarak düşüreceği aktarılıyor.

Starmer’in taahhütleri: Rüzgar enerjisi iki katına, güneş enerjisi üç katına…

Starmer, İngiltere’de yeni bir sanayileşme akımıyla karada üretilen rüzgar enerjisini iki katına, güneş enerjisini üç katına ve denizde üretilen rüzgar enerjisini dört katına çıkarmayı taahhüt etti.

Böylece 2030’a kadar sıfır karbon ve kendi kendine yeten bir elektrik sistemi yaratacağını söyledi.

Starmer, bu plan sayesinde 500 bine yakın yeni iş imkanının sağlanacağını ve İngiltere’nin sıfır emisyon bir enerji sistemine sahip ilk ülke konumuna geleceğini vurguladı.

Keir Starmer

İşçi Partisi lideri enerji faturalarının da bu sayede “temelli olarak”, yılda yüzlerce sterlin değerinde azalacağını aktardı.

İngiltere’yi Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin gibi “diktatörlerin” kontrolünden kurtaracağını belirtti.

‘İngiliz halkının enerji faturaları 93 milyar sterlin düşecek’

Starmer, “2030’a kadar uygulamaya koymak istediğimiz temiz enerji planımız sayesinde İngiliz halkının enerji faturalarından 93 milyar sterlin düşecek. Aynı zamanda ülkenin Putin ve yandaşları karşısında savunmasızlığı da sonlanacak” dedi.

Starmer, bunun “zor” bir hedef olduğunu ancak “kesinlikle mümkün olduğunu” söyledi.

İngiltere’de vergi krizi

Geçen hafta Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng tarafından açıklanan ve bir neslin gördüğü en kapsamlı vergi indirimi politikasına tepkiler giderek büyüyor.

Başbakan Liz Truss‘ın gelir dağılımı adaletini değil, büyümeyi önceleyeceğini savunduğu politika, başta İşçi Partisi olmak üzere muhalefet partileri tarafından zenginleri ödüllendirmek ve düşük gelir gruplarının enflasyon karşısındaki sıkıntılarına çare olmamakla suçlanıyor.

Truss’ın iklim sınavı

Öte yandan Liz Truss’ın önünde bir iklim sınavı bulunuyor. Truss’ın 2050’ye kadar net sıfır sera gazı emisyonuna ulaşmak için yasal olarak bağlayıcı hedefe uygun adımlar atması gerekiyor. 

Konuyla ilgili İngiltere’nin tüm büyük partilerinden milletvekilleri yeni gelen başbakana bir mektupla çağrıda bulunmuştu. Liz Truss mektupta, şu konularda adımlar atmaya davet edilmişti:

  • İngiltere’nin yasal olarak bağlayıcı karbon bütçelerini karşılama yolunda ilerlemesini sağlamak,
  • Yenilenebilir enerjiyi artırmak
  • Ev yalıtımı için ulusal bir plan oluşturmak
  • Hükümetin yaban hayatı ve doğal çevreyi korumaya yönelik hedeflerini yeniden teyit etmek.

Truss net sıfır emisyonu hedefine ilişkin söz vermişti ancak yeni başbakanın kampanyasıyla Kuzey Denizi‘ndeki petrol ve gaz üretimini genişletmeyi vaat ediyor.

‣Liz Truss’a iklim taahhütleri sınavı
Liz Truss COP26’da, 2021.

Starmer ise kendi planının ülkede öncelikli olarak değerlendirilmesi gereken iklim krizi, yaşam pahalılığı ve ekonomi faktörlerini birlikte ele alarak çözdüğünü savunuyor.

Yeşil ekonomi planının yanı sıra Starmer, iktidara gelmesi durumunda yıllık 150 bin sterlinin üzerinde kazananlara uygulanması planlanan yüzde 45’lik vergi kesintisini iptal edeceğini belirtti.

Birleşik Krallık’ta enerji fiyatlarındaki artış iki yıl sınırlandırılacak

İşçi Partisi’nin dışişleri sözcüsü David Lamy‘nin de önümüzdeki günlerde ülkenin uluslararası öncelikleri arasında iklim krizinin en başta yer alacağını açıklaması bekleniyor.

Tahıl stoğunda son on yılın en düşük seviyesi

Amerika Birleşik Devletleri‘nden (ABD) Fransa ve Çin’e, önemli tarım bölgelerinde yaşanan kötü hava koşulları hasattaki verimi düşürüyor.

Ukrayna’da ihracatın yeniden başlamasına rağmen dünyanın en yoksul ülkelerinden bazılarında kıtlık riski de artmış durumda.

Gıda krizine çözüm olarak yeşil ekonomi ilkeleri

Euronews‘in aktardığına göre; Ukrayna’nın bu yaz Karadeniz limanlarından sevkiyatlara yeniden başlaması ve ABD’li çiftçilerin büyük miktarlarda gerçekleştirdiği ekimler umutlarını artırmıştı.

Fakat dünyanın en büyük mısır üreticisi ABD’den son üç yılın en düşük mısır hasadının yapılacağının anlaşılması ve kuraklığın Avrupa hasadını da olumsuz etkilemesi bu umutları suya düşürdü.

Hükümetler arası bir kuruluş olan Uluslararası Hububat Konseyi‘nin derlediği rakamlara göre, 2022/23 mahsul yılının sonunda, dünyanın tampon mısır stokları beş yıl öncesine göre yüzde 28 geriledi.

80 gün yetecek miktara gerileyen mahsul 2010/2011 yıllarından bu yana en düşük seviyeyi gördü.

Bu rakam, son küresel gıda krizinin yaşandığı 2012’de dünyanın sahip olduğundan daha az günlük mısır stoku anlamına geliyor. Uluslararası Hububat Konseyi de açıklamasında, dünya genelinde hasat edilmiş tüm tahıl stoklarının bu sene son sekiz yılın en düşük seviyesine ineceğini duyurdu.

Özellikle Güney Amerika‘daki mevcut kurak hava koşullarının, ekim sezonunda da devam etmesi halinde küresel stokların daha da azalması söz konusu.

Dünyanın üç numaralı mısır ihracatçısı Arjantin’de kuru hava nedeniyle mahsul tahminleri şimdiden düşürülüyor.

Arjantin hükümeti, 2021/22 mısır sezonundaki 36 milyon tona kıyasla, önümüzdeki haftalarda ekilecek olan ürün ihracatını da başlangıçta 10 milyon tonla sınırladı.

Bu arada Çin’deki çiftçiler, mahsulleri tehdit eden kuraklıkla boğuşurken, Hindistan kötü hava koşulları nedeniyle pirinç ihracatını sınırladı.

Çin’de kuraklık ağırlaşıyor: Gıda krizi kapıda

Strategie Grains danışmanlık şirketi, üretiminin son 15 yılın en düşük seviyesine inmesini beklediği Avrupa Birliği‘nin (AB) Ukrayna’dan yaptığı ithalatı yaklaşık yüzde 30 artırarak 10,4 milyon tona çıkarmak zorunda kalacağını açıkladı.

Avrupa’nın daha büyük ithalat talebi, kuraklıktan etkilenen Afrika Boynuzu gibi yerler için daha az talep anlamına geliyor. Birleşmiş Milletler’e (BM) göre, Afrika Boynuzu’nu etkisi altına alan şiddetli kuraklık nedeniyle yarım milyon Somalili çocuk bu yüzyılın en kötü kıtlığında açlıkla karşı karşıya.

‘Ukrayna’nın mevcut açığı kapatması boş bir umut’

Ukrayna’nın mısır ve buğday ihracatı, BM’nin Rusya ile vardığı anlaşmanın savaşın başlamasından bu yana abluka altında tutulan limanlardan sevkiyatların yeniden başlamasına izin vermesinden bu yana artış gösterdi.

Ancak Ukrayna’nın, özellikle de savaşın uzaması halinde ne kadar ihracat yapabileceği henüz belli değil.

‘Yaklaşık 193 milyon insan akut gıda krizi yaşıyor’

Washington merkezli tarımsal danışmanlık şirketi World Perspectives‘in başkanı Gary Blumenthal, “Ukrayna’nın arz ve talepteki mevcut açığı kapatacağına dair boş bir umut bulunuyor” dedi.

Resmi tahminlere göre, Rusya’nın işgalinin ardından Ukrayna’nın 2021’de 42,1 milyon ton olan mısır hasadının 2022’de 25 ila 27 milyon tona düşmesi bekleniyor.
Ayrıca savaşla ilgili uygulanan yaptırımlar nedeniyle Rusya’nın rekor büyüklükte olması beklenen buğday mahsulünün ambarlarda kalacağı düşünülüyor.