Ana Sayfa Blog Sayfa 723

Cinsel istismarla mücadelede ebeveyn olarak yapabileceğiniz 10 şey

Yeşil Gazete‘de, Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’yle yaptığımız işbirliği sayesinde bu haftadan itibaren her hafta cinsel istismarla mücadele yolları, yöntemleri üzerine kısa ve bilgilendirici notlar paylaşacağız. 

Bu bilgi notlarının cinsel şiddete ve/ya istismara maruz kalan ya da tehdidi altında olan kadınlar, LGBTİ+’lar ve çocuklar için yol gösterici olacağını umuyoruz. Böyle bir durumla karşılaşır veya tehdit altında olduğunuzu hissederseniz, lütfen kolluk güçlerine, konuyla ilgili çalışan kurum ve kuruluşlara ve hukukçulara ulaşın. 

*

Serimizin ilk yayınında cinsel istismarla mücadelede ebeveyn olarak yapabileceklerinizi sıralıyoruz. İşte, uzmanlarından yol gösterici olacağını düşündüğümüz öneriler:

  1. Cinsel istismar sadece cinsel organlara değil, bedenin tümüne dokunuşları, bakışları, konuşmaları, sevme ve hitap biçimlerini, cinsel içerikli görseller göstermeyi, kendi bedenine ya da bir başkasının bedenine dokunmasını talep etmeyi vb. kapsayabilir. Cinsel istismar kavramına yaklaşımınızı sorgulayın.
  2. Çocuğunuzun bedeninin kendisine ait olduğunu öncelikle siz kabul edin. Zorla öpmek, sıkıştırarak sevmek, sizi öpmesini istemek gibi masum görünen taleplerinizi sorgulayın. Birlikte uyumak, yıkanmak, giyinmek ile ilgili aile içi sınırlar belirleyin ve bunlara karşılıklı saygı duyun.
  3. Giysilerini, çamaşırlarını, bezini kamusal alanlarda değiştirmeyin, giydirirken her defa iznini alın. Bedenine yönelik izinsiz her müdahalenin yanlış olduğu bilincini kazanmasını sağlayın.
  4. Çocuğunuza hayır deme becerisi kazandırın. Zaman zaman sebebini açıklayarak siz de hayır deyin, o hayır dediğinde buna saygı duyduğunuzu gösterin.
  5. Çocuğunuz rahatsız hissettiği bir durumu ifade ettiğinde duygularını hafife almayın. Rahatsız olduğu durumları sizinle paylaşmaya devam etmesi için iyi bir dinleyici olun.
  6. Çocuğunuza cinsel organlarını takma isimlerle değil, bilimsel isimleri ile öğretin. Bu konuda kendinizi geliştirin, bilgilenin.
  7. Çocuğunuzu güvenli internet kullanımı hakkında bilgilendirin. Bu alanlarda karşılaşabileceği riskli durumlar hakkında onunla konuşun. Kullanımını, yaş ve gelişim özelliklerine göre sınırlandırın ve takip edin.
  8.  Çevrenizdeki yetişkinlerle çocuklara yönelik istismar konusunda konuşma denemeleri yapın, kelimeleri sesli olarak telaffuz etmekten korkmayın. Unutmayın, cinsel şiddet konuştukça azalır.
  9. İstismar olabileceğini düşündüğünüz her durumu mutlaka ihbar edin, sorumlulara bildirin. Çocuk istismarında cezasızlığa karşı sesinizi çıkarın.
  10. Çocuklarla beden, duygular, sınırlar ve cinsel gelişim üzerine konuşmanızı kolaylaştıracak pek çok kaynak var. Cinsiyetçi olmayan kaynaklardan yararlanın, konu ile ilgili atölye ve seminerlere katılın.

Unutmayın ki bu koruyucu önleyici mesajlar;

  • Cinsiyetlerinden bağımsız olarak tüm çocuklar için geçerlidir.
  • Korkutucu değil, güçlendirici bir dil ve yaklaşımla verilmelidir.
  • Çocukların kendilerini değil, sahip olduğu hakları korumayı temel almalıdır.

Cinsel şiddete/istismara maruz bırakıldıysanız, bırakıldığınızı düşünüyorsanız ya da çocuklarınızın/hayvanlarınızın maruz kaldıklarıyla ilgili daha çok bilgi almak isterseniz,  Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’ne ulaşabilirsiniz.

Anasayfa


0549/ 599 15 19
[email protected]

 

 

Kader, plan ve ‘kaderin planı’

Geçen hafta post modernizm ile popülizm/ popülist yönetim, daha da çok kent yönetimi arasındaki ilişki üzerinde tartışmaya başlamıştık. Post modern olanın bütün dünyada giderek nerdeyse bütünüyle modernin/ modern kavramların ve modern düşünme biçimlerinin yerini aldığını/ almakta olduğunu belirtmiştik.

Ancak, neden “post modern” üzerinde duruyoruz? Modern bir dünyada yetişmiş olan kuşakla, post modern dünyanın içine doğmuş ve post modern anlayış, kurumlar ve ilişki biçimleri içinde yetişmiş olan kuşaklar arasında derin bir fark var. Modern olan kuşaklar giderek “saçmalaşmakta olan bir dünyayı” anlamakta zorlanırken, post modern kuşaklar ise modernin bazı özelliklerini keşfettikçe bunları anlamak onları şaşırtıyor.

Modernite ve kader

Modernin en büyük çatışması, kuşkusuz gelenekleydi. Modern çağda da geleneğin bazı ögeleri yaşamaya devam ediyordu, ama modernistler bu ögelere ve değerlere giderek solmakta/ geçip-gitmeye yüz tutmuş olanlar gözüyle bakıyorlardı. Bunun yanı sıra, modernin etkilerinden/ sonuçlarından olan yabancılaşmalar ve ruh hali/ psikoloji ve sosyal-psikoloji, kültür ve felsefe alanında oldukça sık olan “absürt” kavramlar/ durumlar modern dünyadaki tartışmaların içinde yer almaktaydı.

Kader kavramı da modernin içinde yer almamakla birlikte gelenekten gelen, belki daha çok muhafazakar inanç dünyası içinde düşünülebilecek ama rasyonel aklın ve bilimin belki en baştan beri karşılaşmakta/ hesaplaşmakta olduğu bir kavram olarak varlığını korumaktaydı.

Modern çağda rasyonel bir insan hiçbir olgunun kaderle açıklanmasını veya geleceğin kadere göre kurulmuş olduğunu kabul edemez ya da bu tür açıklamaları sadece belki bir şaka veya gülünüp-geçilebilecek durumlar olarak görürdü. Kader, inanç dünyasında yaşamakla olan bir kavramdı ama modern onu da etkilediği için “tedbir” (önlem) kavramıyla birlikte düşünülüyor, işleri kadere bırakmaktansa önceden tedbirlerin alınması gerektiği kabul ediliyordu. (Belki bu durumda “kader gerçekten var mı, eğer “tedbir” onun yönün/ doğrultusunu/ etkisini değiştirebiliyorsa, “kaderin” anlamı-gücü yitmiş olmuyor mu?” ya da “kaderi belirleyen güç, tedbiri alan güç karşısında yenilmiş- en azından hafifsenmiş-olmuyor mu?” veya “eğer iradi tedbirle değişebilecekse, kader neden çiziliyor/ belirleniyor?” vb. türü sorular üzerinde konuşulabiliyordu.)

Plan, zaman…

Plan kavramı ise tam olarak modern bir kavramdı ve çok güçlüydü. Eğer iyi planlamayı başarabilirseniz ve planı uygulayacak araçları geliştirmişseniz, plan uygulayabilme beceriniz/ becerisi olan teknik elemanlarınız varsa ve/ya bürokrasinizi planı uygulayabilecek kadar iyi eğitmiş ve hukuk/ yönetim sistemlerini modernleştirmişseniz geleceği çeşitli ölçeklerde belirleyebiliyordunuz. Öyle ki planlar bir ülkenin yönetimini/ kalkınmasını rasyonalize eden, hızlandıran ve gelecekte ortaya çıkacak durumu önceden belirleyerek ortaya çıkması olası sorunları oluşmadan çözebilen bir araç olarak kabul ediliyordu.

Geleceğe plansız (kaderci) bakmak nerdeyse düşünülemez, en azından tuhaf bir durumdu. İleride ne olmasını istiyorsanız bunu (bireysel toplumsal, hatta küresel olarak) planlayabilir ve gerçekleştirebilirdiniz(Üst ölçekte bir örnek: BM’yi kurarak, savaşı/ yoksullaşmayı önleyebilir, kalkınmayı hızlandırabilirdiniz vb.). Modern ve rasyonel insanın bakış açısı buydu ve bunun içinde elbette kaderle ilgili bir düşüncenin yer alabileceğini düşünmek bile olanaksızdı. Plan, kader düşüncesinin tam tersi olarak, hiçbir olgunun veya durumun rasyonel olmayan/ bilinmeyen veya denetlenemeyen bir güç/ enerji veya ne derseniz deyin, bir irade tarafından değil, insan ya da örgütlü insan topluluğu tarafından kurulabilecek bir gelecek öngörüsü olarak tanımlanıyordu.

Burada belki zaman konusu üzerinde durulabilir. Planlar öngörülebilir bir gelecek için kurgulanırken, kader daha genel ve büyük bir zaman öngörüsü olarak düşünülebilir. Bir modernist için kader daha çok mitolojik veya folklorik bir alanın ögesi olarak değerlendirilirken, bir gelenekçi için inancın/ açıklanamayan ve açıklanmasına gerek olmayan bir dünya görüşünün ögesi olan bir kavramdı.

Kaderin planı?

Ama “kaderin planı” olabilir mi?

Burada karşılaştığımız durum geleneğe ait bir kavramın modernin içine monte edilmesi gibi görülebilir. Ama bunu, modernin dünyasında yapamazsınız. Bunu ancak post modernin içinde yapabilirsiniz.

Burada tekrar başa dönecek olursak, “neden post modernin üzerinde duruyoruz?”

Zaten kolayca anlaşılabileceği gibi bu tartışma modern ve post moderni karşılaştırmayı veya bu tanımlardan birinin diğerinden üstün veya daha iyi açıklama sağlayan (veya daha doğru, kullanışlı, olumlanabilir vb.) bir kavram olduğunu kanıtlamayı amaçlamıyor. Her iki kavram üzerinde on yıllardır, çok sayıda disiplin alanından doğru kurulmuş sonsuz sayıda makale, düşünce veya önerme bulunabilir. Bu tartışma şimdi de sürüyor…

Burada yapılmak istenen, içinde bulunduğumuz “hakikat sonrası” dönemde, toplumun politik bakışına/ geleceğe dair seçimlerini biçimlendirme ve olgunlaştırmasına, onlarca maden işçisinin ölümü ve onların çalışma koşulları, bağlı oldukları hukuk ve toplumsal-ekonomik durum, olanakları ve olanaksızlıklarıyla ilgili yapılan açıklamalara ve tartışmalara, nasıl anlam verebileceğimize dair bir arayışı kurgulayabilmek…

Ama bu kurgu aynı zamanda, belki İsveç’teki ve İtalya’daki son seçim sonuçları üzerine düşünmek, Ukrayna’da savaşan tarafları/ ülke yöneticilerini ve askerlerini anlamak, Trump’un ABD gibi bilim ve teknoloji bakımından dünyanın en gelişmiş ülkesinde yeniden seçilme şansını değerlendirmek, Akdeniz’de Afrika’dan ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya doğru giden botlardaki göçmen ve ilticacıların çaresizliğini duyumsamak vb. bakımlarından da değerlendirilebilir…

Bütün bu olguları değerlendirmek dünyanın bütün kentlerinde nelerin olup-bittiğine ve olabileceğine, iklim değişikliği üzerine yapılan çalışmalara/ direnişlere dair düşünme kapasitemizi de kışkırtacaktır.

Not ve düzeltme

Geçen hafta post modern ile popülizm arasındaki ilişkiyi tartışan yazıda yer alan çizelgedeki en sondaki post modern özellik ve bunun popülist yansıması ile ilgili kutulardaki ifadeleri düzeltmek gerektiğini fark ettim. Post modern olduğu yazılan özellikler, daha çok neo-liberal dünyanın özellikleri.

Kutuyu, aşağıdaki gibi yenilemeliyiz:

2022 Raporu: Gıda güvencesizliği kapıda…

Dünya Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu 2022 raporu Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayımlandı. Bu raporlar FAO, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD), Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından ortaklaşa hazırlanıyor. Temel amacı ise tüm dünyada açlığın sona erdirilmesi, gıda güvenliğinin sağlanması ve beslenmenin iyileştirilmesi yönündeki ilerlemeler hakkında bilgi vermek; 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi bağlamında bu hedeflere ulaşmak için temel zorluklar hakkında derinlemesine analiz yaparak, çözüm önerileri geliştirmek.

260 sayfalık detaylı rapor ürkütücü gerçeklerle dolu. Sürdürülebilir kalkınma hedeflerinde 2030 yılında dünyadaki gıda güvencesizliği sorununun; yani açlık sorununun tamamen çözülmesi hedeflenmişken, rapora göre 2015 yılından bu yana her geçen gün bu hedeften uzaklaşıyoruz. Dengeli beslenememe ve açlık sorunu her geçen yıl daha da büyüyor, Covid-19 pandemisi sonrası 2021 yılında gıda güvencesizliği açısından bir toparlanma beklenirken aksine açlık sorunu pandemi sonrası eşitsizliklerin daha da derinleşmesi sonucu kötüleşmiş.

2021’de 800 milyondan fazla insan açlıkla karşı karşıya kaldı

Raporun içindeki çarpıcı rakamlara göre 2015 yılından 2019 yılına kadar nispeten değişmeden kalan yetersiz beslenme yaygınlığı 2019 yılından 2020 yılına yaklaşık % 8.0’den  % 9,3’e yükselmiş ve 2021 yılında ise prevelans yaklaşık % 9,8’e ulaşmış. Raporu hazırlayan bilim insanı grubu dünyada 702 ila 828 milyon insanın (sırasıyla dünya nüfusunun yüzde 8,9 ve 10,5’ine karşılık gelen) 2021’de gıda güvencesizliği ile yani açlıkla karşı karşıya kaldığını hesaplamış. Bu rakamlara göre dünya üzerindeki her on insandan biri açlıkla, biri de yetersiz beslenme sorunu ile karşı karşıya.

Sonuç olarak açlık 2021’de 2020’ye kıyasla 46 milyon daha fazla insanı etkilemiş durumda. Pandemi öncesine göre, yani 2019’dan bu yana toplam 150 milyon daha fazla insan açlıkla yüzleşti. Raporda verilen bilgiye göre Afrika’daki her beş kişiden biri (nüfusun % 20,2’si) 2021’de açlıkla karşı karşıya kalırken, bu oran Asya‘da % 9,1, Latin Amerika ve Karayipler‘de % 8,6, Okyanusya’da % 5,8 oldu. Kuzey Amerika ve Avrupa’da ise % 2,5’dan azdı. Pandeminin derinleştirdiği eşitsizlikler nedeniyle Afrika, Asya ve Latin Amerika ve Karayipler’de 2019 yılından itibaren gıda güvencesizliği ile karşılaşanların oranı da rapora göre arttı. Rapordaki  projeksiyonlara göre sürdürülebilir kalkınma hedefleri içinde gıda güvencesizliği ve yetersiz beslenmenin yok edilmesinin hedeflendiği 2030 yılında yaklaşık 670 milyon insan hala yetersiz beslenmenin pençesinde olacak. Üstelik devam eden Ukrayna-Rusya savaşı ticaret, üretim ve fiyat kanalları aracılığıyla küresel tarım piyasaları için birçok etkiye sahip olacağı gözlemleniyor ve yakın gelecekte bu nedenle yetersiz beslenme tehdidi altındaki insan sayısı artabilir.

Gıda enflasyonunun en yüksek olduğu dördüncü ülke Türkiye

Gıda güvenliği ve beslenme durumu açısından ülkemizde de durum gittikçe kötüleşmekte… Türkiye gıda maddeleri enflasyonunun dünyada en yüksek olduğu dördüncü ülke, resmi rakamlara göre ülkemizde gıda maddeleri son bir yıl içinde %89 pahalandı. Türkiye’den daha yüksek gıda enflasyonuna sahip ülkeler Zimbabve, Lübnan ve Venezüella… 2022 Dünya Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu Raporu’ndaki veriler bölge temelli ve ülkelerin gelir gruplarına göre veriliyor. Ülkemizin yer aldığı bölgede gıda güvencesizliği ve beslenme bozukluğu prevelansı 2015 yılından itibaren artışa geçmiş ve 2015’de %7.6 olan prevelans 2021’de yaklaşık %8.6’ya tırmanmış.

Rapor yıllardır üzerinde tartışılan, bilindik öneriler getiriyor. Gıda ve tarım alanındaki kamusal desteklerin yeniden düzenlenmesi ve artırılması, gıda alanında ülkeler arası ticari engellerin kaldırılması, besleyici gıdaların daha yaygın olarak erişilebilir ve uygun fiyatlı hale getirilmesi, sağlıklı diyetleri teşvik eden kamusal politikaların geliştirilmesi rapordaki başlıca öneriler…

260 sayfalık raporun birçok bölümünde vurgulandığı gibi artık 2030 yılına kadar bir sürdürülebilir kalkınma hedefi olan, dünyada açlık ve beslenme bozukluğunu ortadan kaldırma hedefine ulaşılamayacağı açıkça ortaya çıktı. Üstelik Covid-19 nedeniyle zengin, orta gelirli ve fakir ülkeler arasındaki eşitsizliklerin derinleşmesi, tarımsal üretimin düşmesi ile gıda ve tarım alanında yapılan kamusal desteklerin azalması gıda güvencesizliği sorununu daha da derinleştirdi. Yaşadığımız dünyada, 2022 yılında, çoğunluğu Afrika’da olan 800 milyondan fazla insan aç… Raporda altı çizildiği gibi sağlıksız beslenme nedeniyle düşük doğum ağırlığı, bodurluk, obesite, bilişsel gelişim geriliği, anemi gibi sağlık sorunlarının görülme sıklığı her geçen yıl artıyor. Yine raporun altını çizdiği gibi bu olumsuz tablo üzerine henüz Rusya-Ukrayna savaşının etkilerini göremedik. Bu savaş gıda ve tarım alanında önümüzdeki yıllarda dünyada daha kötü bir tablo ortaya çıkarabilir. O nedenle ülkemizin tarım ve gıda politikalarını hızla gözden geçirip; bu alandaki kamu desteğini artırması, tarımsal üretimi çeşitli yollarla teşvik etmesi şart. Türkiye’nin bir an önce yeniden gıda ve tarım alanında büyük ölçüde kendine yeten ülke haline gelmesi gerekiyor. Çünkü raporun da gösterdiği gibi paranız olsa bile uluslararası piyasalarda gıda ürünü bulamayacağınız veya çok pahalıya bulabileceğiniz günler çok yakın…

 

Sansür Yasası’nın 29’uncu maddesi için AYM’ye çağrı: Bu ciddi bir samimiyet sınavıdır

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, ‘sansür yasası’nın 29’uncu maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptıkları başvuruya ilişkin açıklamalrda bulundu.

“Bu başvuru, Anayasa Mahkemesi için çok ciddi bir samimiyet sınavıdır” diyen Öztrak, AYM’nin ilk incelemesini 26 Ekim’de yapacağını söyledi:

“Milletin ifade özgürlüğünü, önümüzdeki seçimin adil ve güvenli bir biçimde yapılmasını alenen tehdit eden bu düzenlemenin ilk incelemesi 26 Ekim’de yapılacak. Demokrasimize, anayasal hak ve özgürlüklerimize yönelik bu tehdide Anayasa Mahkemesi ‘dur’ demelidir.”

CHP, resmen yürürlüğe giren ‘sansür yasası’nı AYM’ye taşıyacağını açıklamış, ilk iptal başvurusunu Türk Ceza Kanunu‘na “halkı yanıltıcı bilgi yayma suçu” eklenerek gazeteciler ve sosyal medya kullanıcılarının bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası almasının önünü açan 29’uncu maddenin iptali için yapmıştı.

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay,, yasanın tüm maddelerinin iptali için de AYM’ye başvuracaklarını söylemiş, “Bu bir Stalin yasasıdır” ifadelerini kullanmıştı.

Saray sosyetesi zulmünü artırıyor

Öztrak, partisinin basın toplantısında basın mensuplarının Dünya Gazeteciler Günü‘nü kutladıktan sonra konuya ilişkin şunları kaydetti:

“Basın özgürlüğü konusunda Sri Lanka’yla, Sudan’la komşuyuz. Sadece sansürü değil, oto sansürü; sadece medyaya değil, sosyal medyaya bile atılan kıskacı konuşuyoruz. Demokrasimizin dördüncü kuvveti medyaya Konya yolundaki yüksek binalardan nizam vermeye çalışanlar şunu unutmasın, hiçbir yönetim zulüm ile payidar kalmaz.

Milletinin halini görmeyen, sesini duymayan, kendi halkını unutmuş bir yönetim; baskıyla, sansürle, yalan dolanla, akıl ve bilim dışı politikalarla ülkeyi idare etmeye, koltuğunu bırakmamaya uğraşıyor. Milletin gözünden de gönlünden de düşen saray sosyetesi, zulmünü her geçen gün artırıyor.Halkı korkutarak; konuşmasını, yazmasını, protesto etmesini engelleyerek zulmünü gizlemeye, koltuğunu muhafazaya çalışıyor.”

RTÜK ‘Recep Tayyip’in Üst Kurulu’ olmuştur

Öztrak konuşmasında, RTÜK‘ün TİP milletvekili Sera Kadıgil‘in Diyanet’i eleştiren açıklamalarını gerekçe göstererek TELE1‘e üç günlük yayın durdurma cezası vermesine de değindi:

“Radyo Televizyon Üst Kurulu, ‘Recep Tayyip’in Üst Kurulu’ olmuştur. Başında bir parti komiseri, tüm muhalif kanallara ceza üstüne ceza yağdırmaktadır” ifadelerini kullanan CHP Sözcüsü, ” Zulüm ile abat olmaya kalkanın akıbeti berbat olur. En son TELE 1 için verilen ekran karartma cezası da diğerleri gibi, seçimlere kadar muhalif kanalları susturma planları, zalimin zulmünün arşa çıktığının bir başka göstergesidir” dedi:

“Bütün çabaları, özellikle seçim sathı mailine girdiğimiz bu dönemde, sebebi oldukları derin yoksulluk ve hayat pahalılığı görülmesin, yolsuzlukları duyulmasın, iş cinayetleri konuşulmasın. Sadece Cumhur İttifakı, havuz medyası, trol orduları dilediği gibi konuşsun, sövsün, saysın. Erdoğan, istediği gibi itibar cellatlığı yapsın, yalan yanlış konuşsun. Onun dışında da herkesin sesi kesilsin, millet susturulsun. Ama ne yaparlarsa yapsınlar. Mazlumun ahı indirir şahı.”

Hindistan, düşük maliyetli hava kirliliği sensörleriyle hava kalitesinde yol kat ediyor

Deepa Padmanaban‘ın Eos‘ta yayımlanan bu makalesi, Yeşil Gazete‘nin de parçası olduğu küresel gazetecilik ağı Covering Climate Now (CCNOW) işbirliğinin bir parçasıdır.

*

Hindistan hükümeti 2019’da ulusal hava kalitesi standartlarını karşılamayan şehirler için Ulusal Temiz Hava Programı‘nı başlattı.

Program, PM2.5 kirliliğini 2024 yılına kadar yüzde 20 ila 30 oranında azaltmak için temiz hava eylem planları geliştirmeyi amaçlasa da şimdiye kadar bu çaba, büyük ölçüde etkisiz kaldı.

Programın verimsizliği ise -kısmen- hükümetin hava kalitesi izleme istasyonlarındaki kritik eksiklikten kaynaklanıyordu.

Uzmanlar, Hindistan’ın 1600 ila 4000 hava izleme monitörüne ihtiyacı olduğunu tahmin ediyor. Ancak Hindistan’ın uzun vadeli hava kalitesi eğilimlerini değerlendirmek için yalnızca 883 izleme istasyonu ve ülke genelinde günlük hava kalitesi endeksini rapor eden Referans Dereceli Monitörler (RGM’ler) olarak da bilinen 261 Sürekli Ortam Hava Kalitesi İzleme İstasyonu bulunuyor.

Bu tutarsızlık, verilerde boşluklara ve yetersiz bilgiyle şekillenen azaltma hedefleri belirlenmesine sebep oldu.

2021’de Delhi ve çevresindeki hava kalitesini yöneten bir kuruluş olan Hava Kalitesi Yönetimi Komisyonu, bu tutarsızlığı gidermek için düşük maliyetli sensörlerin (LCS’ler) kullanılmasını tavsiye etti, ancak doğruluk ve güvenilirliğ konusundaki şüpheler nedeniyle uygulama hala onay bekliyor.

Düşük maliyetli hava kalitesi izleme sensörü (LCS).

Düşük maliyetli PM2.5 sensörlerinin hassasiyetini ve doğruluğunu test etmek için, Hindistan Teknoloji Enstitüsü (IIT) Kanpur‘dan bilim insanları, Mumbai’deki halihazırda yerleştirilmiş Referans Dereceli Monitörler’in (RGM) yanına 40 düşük maliyetli sensör (LCS) yerleştirdi. Maharashtra Kirlilik Kontrol Kurulu, bu pilot projeyi Kasım 2020’den Temmuz 2021’e kadar yürüttü.

IT Kanpur’dan inşaat mühendisliği profesörü S. N. Tripathi, “Çalışmamız, PM 2.5 LCS’lerin PM2.5’a karşı yüksek hassasiyete sahip olduğunu ve RGM’lerle kıyaslandığına yüzde 80-90 arasında bir doğruluk sağlayabildiğini gösteriyor” dedi.

Düşük maliyetli sensörler, RGM’lerden daha fazla manevra kabiliyetine sahip, bu da spesifik coğrafi veriler sunmalarını sağlıyor.

Ancak, Bengaluru Bilim, Teknoloji ve Politika Çalışmaları Merkezi’nde (CSEP) hava kirliliği bilimcisi Pratima Singh, LCS’lerin “kullanımdan önce RGM’lere kalibre edilmesi gerektiğini” söylüyor:

“Bu cihazları kullanma konusunda standart bir çerçeve olmalı.”

Tripathi, cesaret verici ilk sonuçlardan sonra şehirlerin LCS’leri kullanmaya daha meyilli olduğunu söyledi.

Chennai, Jaipur, Guwahati ve diğer kentsel alanlarda hava kalitesini değerlendirmek için LCS’leri (RGM’lere ek olarak) kullanmak için çalışmalar devam ediyor.

“Sınırlı sayıda monitörden elde edemeyeceğimiz kadar ilginç gözlemlerimiz var.”

Temiz hava rehberleri

Örneğin, şehirlerde sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmeye yönelik federal bir girişim olan Akıllı Şehirler Misyonu, yerel seviyelerde kirliliği ölçmek için LCS’leri kullanıyor.

Akıllı Şehirler Misyonu, 2021’de yaklaşık 2 milyonluk bir şehir olan Indore‘da hava kirliliğinin ‘sıcak noktalarını’ belirlemek için sağlık danışmanı John Snow India ile ortaklık kurdu.

Girişimin bir parçası olarak, 20 toplum sosyal hizmet uzmanı “temiz hava rehberleri” olarak görevlendirildi ve LCS verilerini kullanmak ve verileri yorumlamak için eğitildi.

Proje müdür yardımcısı Damodar Bachani, “Sosyal hizmet uzmanlarını kullanmanın ana fikri, hava kirliliği hakkında fazla bir şey bilmeyen insanları eğitmek ve böylece kirliliği azaltmak için harekete geçmelerini sağlamak.” diyor.

Indore’daki 19 bölgeye kurulan sensörlerden elde edilen veriler, kirlilik kaynaklarının yerden yere değiştiğini ortaya koydu: Kirliliğin ana kaynağı ticari alanlarda araçlar, endüstriyel alanlarda üretim atıkları ve yerleşim alanlarındaysa biyoyakıtların yakılmasıydı.

Bachani şu yorumu yapıyor:

Bu topluluk temelli yaklaşım, kirliliğin kaynakları farklı olduğu için tüm şehir için ortak kararlar alamayacağınızı ve bu nedenle kirliliği azaltma stratejilerinin de değişeceğini gösteriyor.

Örneğin, trafik nedeniyle kirliliğin yüksek olduğu yerler için şehirde, “Kırmızı Işık Açık, Motor Kapalı” adlı bir kampanya başlatıldı ve insanlara trafik ışıklarında beklerken araçlarını kapatma çağrısı yapıldı. Kampanya sonunda emisyonlarda azalma kaydedildi.

‘Temiz hava rehberleri’nin eğitim çabaları da toplumdaki davranışları etkiledi.

İnsanlar kuru süpürmeden ıslak süpürmeye, ulaşım araçlarını kullanmak yerine kısa mesafelerde yürümeye ve daha fazla ağaç dikmeye yöneldi. Temiz hava rehberleri ayrıca atıkların yakılmasında ve gecekondularda ve lokantalarda biyoyakıt kullanımında azalma olduğunu bildirdi.

Tripathi, sonraki adımların kırsal hava kalitesini ve kırsal ve kentsel alanlardaki kirlilik kaynakları arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamak için kırsal alanlarda LCS’leri test etmek olduğunu söyledi. Çoğu kırsal alanda hükümet tarafından işletilen izleme istasyonları bulunmuyor.

Brezilya Amazonları, büyük sellerin ardından şimdi de büyük kuraklıkla karşı karşıya [Foto Galeri]

Brezilya Amazonları, binlerce haneli köyleri sular altında bırakan ve tarım arazilerini yok eden büyük sellerin ardından şimdi de büyük bir kuraklıkla karşı karşıya. 

Bölgede son on yılın en ciddi kuraklığı yaşanıyor. Ağustos ve Eylül aylarında yağışlar, beklenenin çok altında gerçekleşti. Dünyanın en büyük drenaj sisteminin merkezindeki Amazon Nehri’ndeki  düşük su seviyesi, bölgedeki onlarca belediyeyi alarma geçirdi. 

yi çevreleyen bölgeye dağılmış ve yaklaşık 3 bin 500 haneli Tefe, kuraklıktan  Yerel göl ve derelerin kurumasıyla Amazon Nehri’ne ve dolayısıyla ticari merkezler olan yakındaki diğer şehirlere erişim ortadan kalktı.

Topluluk, yaklaşık altı ay önce de beklenenden çok daha şiddetli geçen sel mevsimi nedeniyle kayıplar yaşamıştı.

İşte AP fotomuhabiri Edmar Barros’un gözünden Tefe’de kuraklık:

COP27’de ilk kez çocuk ve gençler için ayrı bir resmi alan açılacak

Kasımda Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenecek BM 27’inci Taraflar Konferansı’nda (COP27) ilk kez çocuklara ve gençlere ait bir pavyon kurulacak.

Çocuk ve Gençlik Pavyonu, tküresel müzakerelere ev sahipliği yapan BM tarafından yönetilen iç alan ‘Mavi Bölge‘de yer alacak.

UNICEF İyi Niyet Elçisi ve iklim aktivisti Vanessa Nakate, Euronews’e verdiği demeçte “COP26’da, gelişmekte olan ülkelere zarar ve ziyan finansmanı sağlama taahhütleri, dünyanın en zengin ve çevreyi en çok kirleten ülkeleri tarafından bir kez daha göz ardı edildi” dedi:

“COP27’de gençler masaya oturacak. Azaltma, adaptasyona yönelik iklim finansmanı ve kayıp ve hasar fonları talep etmek için bu platformu ve sesimizi kullanacağız.”

Çocuk ve Gençlik Pavyonu, Fridays for Future ve Loss and Damage Youth Coalition gibi öncü gençlik kuruluşları ve kurumları tarafından organize edilecek.

Save the Children ve UNICEF, pavyonun diğer kurumsal ortakları arasında yer alıyor.

COP27 Gençlik Elçisi Omnia El Omrani, yeni uygulama ile ilgili  Euronews’e verdiği demeçte “Dünya çapında gençlerin öncülük ettiği çığır açan girişimleri sergilemek ve gerçek iklim politikası tartışmalarına katılımımızı hızlandırmak ve entegre etmek için küresel olarak genç uzmanları ve iklim savunucularını bir araya getireceğiz” açıklamasını yaptı.

“İklim değişikliği, çocukları ve gençleri orantısız bir şekilde etkiliyor ve gelecek nesillere zarar verecek Bugün doğan bir çocuk, aşırı hava olaylarını bizden dört kat daha fazla yaşayacak. Bu etki haksızdır. Dünya liderleribir an önce harekete geçmeli.”

İki hafta boyunca sürecek COP27, her gün birden fazla temanın üzerinde durulduğu pavyonlardaki tartışmalarla etrafında dönecek. 10 Kasım ‘Gençlik ve Gelecek Nesiller Günü‘, gençlerin önderliğindeki 14 gençlik kuruluşundan pavyon organizatörlerinin özel odak noktası olacak.

 

Kapadokya Alan Başkanlığı’ndan ‘dezenformasyon’: ‘UNESCO heyeti’ dedikleri turistik heyetmiş

Kapadokya‘da Ortahisar – Göreme arasında, manastırın tam önünde bulunan ve peri bacalarına, manastırlara ve tarihi yapılara ciddi zarar veren yol inşaatına izin vermesi ile gündeme gelen Kapadokya Alan Başkanlığı, turistik gezi amacıyla Kapadokya’da olan Çek Cumhuriyeti’nden bir heyeti, UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) heyeti gibi gösterip kendisine ‘tam not’ aldırdı.

Çeşitli internet sitelerinde yer alan haberlerde “UNESCO heyetinin Kapadokya Alan Başkanlığı’nı ziyaret ettiği” belirtildi ve “UNESCO’dan Kapadokya Alan Başkanlığına tam not”, “UNESCO’dan Alan Başkanlığına övgü” gibi başlıklar atıldı.

Haberlerde, heyetin ağzından “Kapadokya Alan Başkanlığının bürokrasiyi azaltan ve süreçleri hızlandıran çalışma modelinin bölgeye önemli bir katkı sunduğunu ve çalışmalardan çok memnun oldukları” değerlendirmelerine yer verildi.

Evrensel‘den Özer Akdemir, söz konusu ziyareti UNESCO Türkiye Ofisi’ne sorduğunda ise “resmi bir ziyaretinin söz konusu olmadığını, heyetin UNESCO Türkiye Milli Komisyonu ile bir ilgisinin olmadığı” cevabını aldı.

UNESCO, Özer Akdemir’e şu bilgileri verdi:

“Oradaki heyet UNESCO Milli Komisyon heyeti değil. Onlar Çek Cumhuriyetinden gelen bir heyet. Yani bizim UNESCO Milli Komitesi heyeti orada yer almıyor. O yüzden birazcık yanlış yapılmış bir haber. Yani sanki bizim heyetimiz gitmiş ve onaylamış gibi gözüküyor, öyle değil aslında.

Çek heyetinin, Kapadokya Alan Başkanlığı ziyaretini kendilerinin de dolaylı yoldan öğrendiklerini belirten UNESCO yetkilisi; “Nasıl öyle bir toplantı oldu, nasıl UNESCO heyeti adı altında yayımlandı bu haberler bilmiyorum” diye konuştu.

Akdemir’in konuyla ilgili görüşlerini almak için aradığı Kapadokya Alan Başkanlığı ise “Numaranızı bırakın, size dönelim” yanıtı ile yetindi.

Akdemir ayrıca, Çek Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nden görüştüğü yetkilinin de “Şu anda resmi bir görüşme var, o nedenle sizi yetkili birisiyle görüştüremeyeceğim. Pazartesi arayın” dediğini aktardı.

‣ ‘Güzel Atlar Ülkesi’ şantiyeye döndü: Kapadokya, züccaciye dükkanına fil girmiş gibi!
‣ Kapadokya’da yıkımın boyutu büyüyor

Halkı yanıltmaya çalıştılar

Kapadokya Koruma Grubu Üyesi Mimar Zeynep Çöloğlu şöyle konuştu:

“Bir devlet kurumuna yakışmayacak beyanlarda bulunarak halkımızı yanıltmaya sürekli olarak devam etmektedirler. Basında çıkan “UNESCO Heyetinden Kapadokya Alan Başkanlığına Tam Not” başlığındaki haberin özel olarak yaptırıldığı aşikardır. UNESCO’yu arayıp durumu sorduğumuzda bölgeye Çek Cumhuriyeti’nden yetkililerin turistik amaçla gezmeye gittiklerini, konu ile alakalarının olmadığı ve hatta yetkili üye olmadıklarını öğrendik.”

Basın yoluyla halkın yanıltılmaya çalışıldığını belirten Çöloğlu, “Ancak bunu yaparken bile oldukça amatör davranılmış ve o kadar kendi kendilerini övmüşler ki olayın aslını anlamamak mümkün değil, kılıfına bile hiç uyduramıyorlar. Kapadokya’nın bu kuruma ve yetersiz, hırslı yöneticilerin eline terk edilmiş olması büyük haksızlık. Kapadokya’yı bu kurumdan korumak gerekiyor. Yıllardır arkeolojik alanlarda, restorasyon çalışmaları yapan bir mimar olarak aldığım eğitim, memleketimde yaşanan bu içler acısı kültür ve doğa katliamlarına karşı durmamı gerektiriyor” dedi.

 

 

Cemevlerine ücretsiz elektrik suyu içeren ‘torba yasa’ya liman işletme süreleri de eklendi

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Meclis Başkanlığı‘na 23 maddeden oluşan yeni bir torba kanun teklifi sundu.

“Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlıklı torba teklifle, belediyeler Cemevlerinin içme ve kullanma suyu ihtiyaçlarını indirimli veya ücretsiz olarak karşılayabilecek. Cemevlerinin yapım, bakım ve onarım işlerini yapabilecekler.

Düzenleme, imar kanununa bir madde eklenmesini de öngörüyor. O madde ile imar planları yapılırken, Cemevi yeri ayrılmasına imkan tanınıyor.

23 maddelik teklife göre ayrıca, Fiyat İstikrar Komitesi kurulacak. Komitede, Hazine ve Maliye Bakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, Tarım ve Orman Bakanı, Ticaret Bakanı, Strateji ve Bütçe Başkanı ve Merkez Bankası Başkanı da yer alacak. Teklifin, bütçe görüşmelerinin ardından komisyonda ele alınması bekleniyor.

Liman işletmelerinin süresi 49 yıla uzatılacak

Teklifte limanlarla ilgili de önemli bir düzenleme bulunuyor. Buna göre, limanların işletmesinin aralıksız devamının sağlanması ve yatırımların zamanında yapılması amacıyla sözleşme sürelerinin 49 yıllığına kadar uzatılması öngörülüyor.

CHP’li Özel: AYM’nin iptal ettiği kararı yeniden getiriyorlar

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, limanların işletme süresinin yeniden 49 yıla uzatılmasına ilişkin düzenlemeye tepki gösterdi.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği limanların işletme sürelerine yönelik kararına rağmen AKP grubunun düzenlemeyi Meclis’e getirdiğini, bu durumun anayasaya aykırı olduğunu belirten Özel, “Anayasa Mahkemesi kararını hiçe sayan, anayasayı tanımayan bir madde ile karşı karşıyayız. Bu maddenin kanun teklifinden derhal çıkartılması gerekiyor. Plan ve Bütçe Komisyonu’na teklifi Anayasaya aykırılık yönünden inceleyerek bu maddeyi reddetmesi çağrısında bulunuyoruz” dedi.

Anayasa Mahkemesi’nin, Türkiye Denizcilik İşletmeleri ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’na aitken özelleştirilen ve işletme sürelerinin 49 yılına arttırılması amaçlanan düzenlemeyi oybirliğiyle iptal ettiğini hatırlatan CHP’li Özel, “Grubumuzun başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin serbest rekabet ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığına işaret ederek, düzenlemenin anayasaya aykırı olduğuna hükmetmişti” diye konuştu.

AKP’nin, AYM’nin bu kararından iki ay dahi geçmeden benzer içerikli bir düzenlemeyi torba teklife koyduğunu belirten Özel şunları söyledi:

“Aslında anayasanın hükümleri çok açık. Anayasanın 138’inci maddesinin son fıkrası, ‘Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez’ ve Anayasanın 153’üncü maddesinin son fıkrası, ‘Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar’ hükmünü içermektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarının arkasından dolanan bu kanun teklifi anayasanın bu iki maddesine aykırıdır”

AKP iktidarının Anayasa’yı tanımamakta ısrar ettiğini söyleyen Özel,” Bu, Anayasa’ya göre seçilmiş Cumhurbaşkanının da kendisini inkâr anlamına gelir. Kim istiyorsa, kime ne menfaat sağlamak için yapılıyorsa yanlıştır. Komisyona, yönetimine ve bütün üyelerine bu tarihi sorumluluğu hatırlatıyoruz” dedi. 

AB, Rus doğal gazına tavan fiyat uygulaması konusunda anlaşmaya varamadı

Avrupa Birliği (AB) liderleri, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından başlayan enerji krizine çözüm üretmek ve Avrupa’ya gaz akışını kesen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in baskısına karşı birleşmek için dün Brüksel‘deki zirvede bir araya geldi.

Geceye kadar süren uzun görüşmelerin sonunda 27 AB ülkesi ortak bir karara varamadı ve Rusya’ya karşı doğal gaza tavan fiyat uygulanması konusunda anlaşma sağlanamadı.

Ancak nihayetinde Avrupa Komisyonu’nun bu hafta başında sunduğu sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ve gönüllü ortak gaz alımı için alternatif bir fiyat kriteri başlatma önerileri desteklendi.

Ülkeler, ortak gaz alımları yapma ve 2023’ün başına kadar piyasayı daha iyi yansıtan yeni bir gaz fiyatı kriteri belirleme konusunda kısmen anlaştı. Ancak bunun gerçekleşmesi için gereken yasalar önümüzdeki haftalarda müzakere edilecek.

Ayrıca, doğal gaz işlemlerinde geçici bir tavan fiyat uygulaması önerisi de kabul gördü. Ülkeler, Avrupa Komisyonu’nu tedbirlerle ilgili “acil olarak somut kararlar vermeye” çağırdı.

Bugün devam edecek görüşmelerde, AB’nin yürütme kolu olan Avrupa Komisyonu tarafından bu hafta başlarında açıklanan ve zirvede derinlemesine tartışılan “tedbir listesi” üzerinde bir uzlaşma sağlanabilmesi için tartışmalar devam edecek.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Enerji fiyatları konusunda çalışmaya devam etmek için artık çok iyi ve sağlam bir yol haritamız var” dedi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Komisyon’un “yaptığı tüm teklifler için destek aldığını, hatta daha ileri gitmelerinin talep edildiğini” söyledi.

Belçika, Fransa, İtalya ve İspanya‘nın başını çektiği 15 ülke, ithal doğal gaza tavan fiyat uygulamaya yönelik plana destek veriyor.

Almanya, Hollanda, Danimarka gibi bazı ülkeler ise tavan fiyat uygulamasına sıcak bakmıyor ve uygulamanın enerji arz güvenliğini tehlikeye atacağını savunuyor.

Macaristan Başbakanı Viktor Orban, tavan fiyat uygulamasının tedarikçilere zarar vereceğini söyleyerek Twitter’dan şu mesajı paylaştı:

“Doğalgaz tavan fiyatı, bir bara gidip barmene biranız için yarı fiyat ödemek istediğinizi söylemek gibidir. Böyle bir şey olmayacak.

İspanya, Portekiz ve Fransa’da yeşil enerji koridoru projesi

Macron, Fransa, İspanya ve Portekiz olarak gelecek haftalarda 3 ülke arasında bir “yeşil enerji koridoru inşası” projesi üzerinde çalışmaya karar verdiklerini de açıkladı. BarMar olarak adlandırılan “yeşil enerji koridoru”, Barselona‘yı Akdeniz‘in dibinden Fransa’nın Marsilya kentine, yani Avrupa enerji pazarına bağlayacak bir boru hattı projesi.

İspanya Başbakanı Pedro Sánchez Brüksel’de yaptığı açıklamada hattın hidrojen taşımaya başlamasından önce ‘geçici’ olarak doğal gaz taşımak için kullanılabileceğini söyledi.

BarMar, İspanya ve Portekiz’in Pirene dağları boyunca devam edecel “Midcat” isimli doğal gaz boru hattı projesinin yeni bir versiyonu sayılabilir. Projenin Almanya‘ya da Rus gazından kurtulmak için kolaylık sağlayacağını düşünen  Almanya Başbakanı Olaf Scholz destek verirken Macron, projenin maliyetli olduğunu ve çözüm getirmeyeceğini savunuyordu.

AB’nin karşı karşı karşıya olduğu yüksek enerji fiyatları, kıta genelinde ekonomik  durgunluğa yol açtı ve enflasyonun yükselmesine sebep olduç Rusya’nın Şubat ayında Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından gaz akışını kesmesiyle de durum daha da kötüye gitti.

Liderler, tavan fiyat konusunda kararların ne zaman alınması gerektiğine dair bir zaman çerçevesi vermedi. AB enerji bakanları, önlemleri Salı günü tartışacak.