Ana Sayfa Blog Sayfa 724

Sağlık uzmanlarından uyarı: İklim krizi yeni hastalıklara kapı açacak, var olanları kötüleştirecek

Uzmanlar, iklim krizinin halen var olan çoğu hastalığı daha da kötüleştireceği ve yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden olacağı; bunun da bir sonraki ölümcül pandemiyi hızlandıracağı uyarısı yaptı.

Kimse hastalanmayı sevmez, ancak araştırmalara göre gezegen ısındıkça, hastalıkların çoğu -hafif virüslerden ölümcül vebalara kadar – daha yaygın hale gelecek.

2022’de yapılan bir araştırmaya göre, bilinen bulaşıcı hastalıkların yarısından fazlası (yüzde 58) iklim değişikliği nedeniyle ağırlaşıyor. 77.000’den fazla makalenin gözden geçirilmesiyle yapılan araştırmanın baş yazarı Camilo Mora, önümüzdeki birkaç on yılın “korkunç” bir resmini çiziyor:

“Yok olacağımızı sanmıyorum. Bunun yerine bu durum hayatımızı perişan edecek . Hastalık krizi, bize doğru fırlayan bir göktaşı gibi. Gerçekten de tam burada. Bunu görmezden gelemeyiz.”

Mora, tundra buzunun çözülmesiyle serbest kalan patojenlerden fazladan virüs taşıyan milyonlarca sivrisineğe kadar riskler çok ciddi olacağını söylüyor.

Euronews‘in aktardığına göre, önümüzdeki on yıllarda hastalıklara neden olan etkiler şöyle:

Vahşi yaşam ve insanlar birbirine yakınlaşmaya zorlandı

Seller, yangınlar ve kuraklıklar vahşi yaşamı başka yerlerde kaynak aramaya itiyor. Bu arada, mera ve inşaat için ormanları yok etmek dahil olmak üzere, insanlar doğaya daha her geçen gün daha fazla müdahale ediyor.

Toronto Üniversitesi‘nde Evrimsel Biyoloji fahri profesörlerinden Profesör Daniel Brooks, bu dinamiğin ortaya çıkan ölümcül hastalıklara yol açtığını anlatıyor. 2019 tarihli ‘ Stockholm Paradigm’ adlı kitabında Brooks ve meslektaşları, patojenlerin yeni konakçıları nasıl kolayca kolonize edebileceğine ilişkin, “İklim değişikliği türlerin yaşam koşullarını değiştirir ve bu değişiklikler nedeniyle türler alıştıkları konfor bölgesinden uzaklaşarak daha yaşanabilir koşullar aramaya başlar”.

İklim değişikliği, genel olarak hareketi hızlandırarak, konakçıların duyarlı oldukları ancak daha önce hiç maruz kalmadıkları patojenlerle temasa geçmeleri için zemin hazırlıyor. “Patojenlerin mutasyona uğramasına bile gerek yok” diyen Brooks, şöyle konuşuyor:

“Yeni konaklar genellikle bir ‘sıçrama’ için gerekli özelliklere zaten sahip. Örneğin, SARS-CoV-2 durumunda, virüsün ACE2 adı verilen bir hücre yüzeyi antijenine sahip konaklar için çok özel bir gereksinimi vardır. SARS-CoV-2’nin en önemli taşıyıcısı yarasa da ACE2’ye sahiptir ve çok izole bir yaşam sürer, diğer yarasalarla etkileşime bile girmediği mağaralarda yaşar. Ancak koşulları değiştirirseniz ( örneğin, canlı hayvan pazarındaki diğer türlerle yarasaları temas ettirirseniz)  neredeyse tüm memeli türlerinin ACE2’ye sahip olmasına, ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklar için risk alanının hızla artmasına neden olursunuz.”

Canva

Pandora’nın kutusu: Çözülen tundra buzundaki patojenler

Su kaynaklı hastalıkları yayan sel

İklim değişikliği sel sıklığını ve şiddetini artırıyor. Sel suyu genellikle kanalizasyon içerir ve sel suyuyla kirlenmiş herhangi bir şeyi yemek veya içmek E. coli ve Salmonella gibi ishalli hastalıklara neden olabilir. Kolera, tifo ve leptospirosis de selden sonra gelişir.

Sel suları çekildikten sonra kalan durgun su, sıtma ve dang humması gibi hastalıkları taşıyan sivrisinekler için üreme alanı haline gelir.

Canva

Sıcak hava sivrisinekleri ve keneleri artırır

Sivrisinekler, sıcaklıklar arttıkça dünyanın yeni bölgelerine yayılıyor. PLOS İhmal Edilen Tropikal Hastalıklar dergisinde 2019 yılında yapılan bir araştırmaya göre, hastalık taşıyan sivrisinekler 2050 yılına kadar bugünkünden 500 milyon daha fazla kişiye ulaşacak.

Bunun nedeni, sıcak havanın bu ölümcül hastalık vektörlerinin üreyebileceği yerlerin sayısını artıracak olması. Keneler ayrıca sıcak havalarda gelişir. ABD’de, ciddi eklem ve sinir sistemi komplikasyonlarına yol açabilen bakteriyel bir hastalık olan kene kaynaklı Lyme hastalığının insidansının son 30 yılda iki katından fazla arttığı belirtiliyor.

Ölümcül alg patlamalarına neden olan okyanus ısınması

Zehirli alg patlamaları – su kütlelerinde yüzerken görebileceğiniz parlak mavi-yeşil organizmalar – göldeki tüm balıkları öldürebilir. Ayrıca insanlara ciddi şekilde zarar verebilir veya öldürebilirler.

Algler, kanalizasyon veya kimyasal atıkların su yollarına yayılmasıyla gelişiyor. Artan sıcaklıklar da büyümelerini ve yayılmaları teşvik ediyor. Sığ ve istikrarlı kıyı su kütleleri ile yükselen deniz seviyeleri alg patlaması için mükemmel ortamı yaratıyor.

Sıcak dalgaları ‘ısıya dayanıklı’ virüsler üretiyor

İnsan dahil, memeliler hastalandığında en iyi savunma mekanizmalarından biri ateşin yükselmesi. Ateş, vücudunuzu ısıtır ve bağışıklık tepkisini uyarır. Ancak havalar ısındıkça virüsler de doğal seleksiyon sürecinden geçiyor.

Mora, “Örneğin, virüs gibi bir patojenle savaşan bir yarasaya bakın. Bir sıcak  dalgası olduğunda yarasa strese giriyor ve hastalanma olasılığı daha yüksek. Ancak hayatta kalanlar, aşırı sıcağa dayanıklı virüsler olacak, patojenler güçlenecek. En güçlü olanın hayatta kalması, insan savunmasından daha iyi kaçabilen ısıya dayanıklı virüsleri üretecektir” diyor. 

Stres altındaki insanın bağışıklığı çöküyor

İklim değişikliği etkilerini artırdıkça milyarlarca insan daha zor koşullarda yaşayacak.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre, 2008’den bu yana yaklaşık 21,5 milyon insan aşırı hava olaylarıyla ilgili durumlar yüzünden zorla yerinden edildi.

Londra merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Barış Enstitüsü, önümüzdeki 30 yıl içinde yaklaşık 1,2 milyar insanın iklim değişikliği nedeniyle yerinden edilebileceğini tahmin ediyor. Böyle bir durumda örneğin, mülteci kampları hastalık salgınları için kovan halini alabilir.

Heidelberg Üniversitesi‘nden Prof. Joacim Rocklöv, iklim değişikliğinin hepimizi daha savunmasız hale getireceği konusunda uyarıyor:

“Ayrıca, sistemik bileşik etkiler yoluyla popülasyonların savunmasızlığını da etkiler. Bu, örneğin yiyecek ve su kıtlığı mekanizmaları yoluyla halihazırda var olan hastalıkların daha kötü etkilerine yol açabilir.”

Ne yapmalı?

Önümüzdeki çoklu sağlık krizine karşı alınacak önlemler konusunda Dr.  Brooks, “Önleme, krize müdahale etmekten çok daha iyidir” diyor. 

Sera gazı emisiyonlarının azaltılması gerektiğine vurgu yapan Brooks, bunun için insanların hükümetleri eylemlerle zorlaması gerektiğini kaydediyor:

“Çözüm adaptasyon değil. Buna uyum sağlayamayız, çok fazla hastalık var. Onlara sefil bir dünya bırakırsak, gelecek nesiller bize nasıl bakacak? Bunu reddetmeliyiz.

Hızla karbonsuzlaşma ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılması gerektiğini belirten Dr. Brooks, kişisel olarak minumum koruma için yapılabilecek olanlarla ilgili de şunları söylüyor:

“Diyetinizi değiştirin , sigara içmeyin, daha az içki tüketin, egzersiz yapın’, demek o kadar kahramanca olmasa da, kalp baypas ameliyatından daha ucuz ve daha etkilidir. Aynı mantığı EID [ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklar] için de uygulamamız gerekiyor.”

Brooks, hükümetleri de DAMA protokolünü -belgele, değerlendir, izle, harekete geç- takip etmeye çağırıyor:  Örneğin, 2005 yılında Çin’de SARS-CoV-2’ye benzeyen bir koronavirüs keşfedildi. Hükümetler suşun insanlarda hastalığa neden olma olasılığını izlemiş ve ıslak pazarları düzenlemiş olsaydı, pandemi önlenebilirdi.”

 

Kılıçdaroğlu: Sansür Yasası’nı ‘tak diye’ kaldıracağız

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iktidar cenahının ‘dezenformasyonla mücadele’ adı verdiği yasayı iktidara geldiklerinde “tak diye’ kaldıracaklarını söyledi.

CHP’den yapılan açıklamaya göre, Tokat’ta Gençlik Buluşmaları kapsamında gençlerle bir araya gelen ve onların taleplerini dinleyip sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu, partisinin çözüm önerilerini anlattı.

Genç istihdamının azaldığını, gençlere yeni olanaklar sağlanması gerektiğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, iktidara gelmeleri durumunda aile destekleri sigortasını hayata geçireceklerini, devletin geliri olmayan veya geliri asgari ücretin altında olan ailelere, sosyal güvenlik hakkı olarak belli bir gelir güvencesi vereceğini söyledi.

‘En sert eleştirilere siyasetçiler tahammül etmeli’

CHP lideri ‘Sansür yasası’yla ilgili bir soruya “Hiç merak etmeyin ‘tak’ diye kaldıracağız. Böyle bir rezalet olur mu? Gençlerin veya herhangi bir kişinin sosyal medyada eleştiri yapması kadar doğal bir şey yok. Hakaret içermediği sürece en sert eleştirilere siyasetçilerin tahammül etmesi lazım”  yanıtını verdi.

Kemal Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Evrensel bir kuraldır. ‘Vay sen beni nasıl eleştirirsin?’ Bir siyasetçinin övgüden çok sağlıklı ve tutarlı, akılcı eleştiriye ihtiyacı vardır. Benim görmediğimi beni eleştiren kişi görüyorsa, eleştiren kişi aynı zamanda benim arkadaşım, dostum demektir. Bu bağlamda medya dördüncü güçtür. Çağdaş demokrasilerde, yasama, yargı, yürütme ve medya. Ama bizde medyanın büyük bir kısmı havuz medyası dediğimiz bir gruptan oluştuğu için, yani kalemini satanlardan oluştuğu için onlara biz medya demiyoruz. Ama kalemini satmayan, özgürce eleştiri yapan her gazetecinin başımızın üstünde yeri var. Kaldıracağız, sansürü bitireceğiz. Hiçbir genç değil, bu ülkede hiç kimse yaşı ne olursa olsun, cinsiyeti ne olursa olsun, kimliği ne olursa olsun hiç kimse düşüncelerinden ötürü hapse atılamaz.”

Kılıçdaroğlu, iktidara gelmeleri durumunda kamu personeli için mülakatı kaldıracaklarını, eğitim sistemini tepeden tırnağa düzenleyeceklerini de söyledi.

Yeni Zelanda’da ‘gaz çıkarma’ vergisine protesto ve destek eylemleri

Yeni Zelanda‘da Jacinda Ardern iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik bir tasarının parçası olarak çiftlik hayvanlarından kaynaklanan sera gazı emisyonlarını vergilendirmeye hazırlanmasına karşı çiftçilere yollara döküldü.

Wellington, Auckland, Christchurch ve diğer şehirlerde traktör ve kamyonet konvoyları oluşturarak trafiği kapatan çiftçiler, hükümetin emisyon vergisinden vazgeçmesini istedi.

5 milyon nüfusa sahip ülkede 10 milyon büyükbaş ve 26 milyon küçükbaş hayvan bulunuyor.

Başbakan Ardern, geçen hafta hayvanların dışkı ve idrar yaptığı ya da geğirdiği sırada çevreye salınan gazlardan alınması planlanan verginin dünyada bir ilk olacağını duyurmuştu.

Yeni Zelanda’da çiftlik hayvanlarının çıkardığı gazdan vergi hazırlığı

Verginin küresel ısınmayı yavaşlatmak için gerekli olduğunu’ belirten Ardern, ‘daha fazla iklim dostu et için daha yüksek bir fiyat talep edebilirlerse çiftçilere fayda sağlayabileceğini’ söylemişti.

Çiftçilerin bir kısmının yanıtı ise “Bunu kabul etmeyeceğiz” sloganı altında yollara dökülmek oldu. Protestolarda Bu hükümet çiftçilerden nefret ediyor’ ve  ‘Çiftçi yoksa gıda da yok” pankartları taşındı.  Protestoyu organize eden Dip Dalgası (Groundswell) Yeni Zelanda’nın kurucularından Bryce McKenzie, “Hükümetin gıda üretimine yönelik cezalandırıcı ve ters tepici emisyon vergilerine dair ideolojik taahhüdü, kırsal topluluklar için varoluşsal bir tehdittir” dedi.

Kamusal yayıncı Yeni Zelanda Radyosu’na konuşan (RNZ)yerel çiftçi Mark Chandler da plana uyulması talebinin çiftçiyi cezalandırıcı olduğunu öne sürdü.

Atmosferde karbondioksit kadar bol bulunmayan ve uzun süre kalmayan metan, buna karşın çok daha güçlü ısınma etkisi yaratıyor. Metan, sera gazı karışımının çok küçük bir parçası olmasına rağmen, küresel sıcaklıklardaki artışın kabaca yüzde 30’undan sorumlu tutuluyor.

Eşzamanlı olarak Wellington’da aynı görüşte olmayan çiftçilerin ve iklim aktivistlerinin katılımıyla tarım sektörünün iklim değişikliğiyle mücadele için üzerine düşeni yapmasını” isteyen bir karşı protesto da düzenlendi.

RNZ’ye konuşan Valerie Morseyıkıcı ve kirletici tarım yöntemlerini sübvanse etmekten bıktıklarını ve çiftçilerin sürdürülebilir üretim yöntemlerini benimseyerek iklim değişikliğine karşı çözümün bir parçası olmaları gerektiğini’ söyledi.

İklim aktivistleri de “çiftçilerin uyum sağlaması gerektiğini” vurguladı.

İklim Adaleti Taranaki‘den Emily Bailey, “Bu ülkenin kırsalı ve tarım sektörü, yalnızca bu yıl sel, şiddetli fırtına ve kuraklıklardan büyük zarar gördü. Daha da kötüye gidiyor. Çiftçiler ya uyum sağlayıp emisyonlarını hızla azaltır ya da kendileriyle birlikte diğer herkes daha fazla zarar görür” dedi.

Kültürhane beş yaşında: ‘Beş Yıl Önce, On Yıl Sonra’ sergisi yarın açılacak

Bugüne kadar sergi, sinema, söyleşi, imza günü, atölye çalışması, dinleti, festival ve video çalışmaları gibi pek çok farklı alandan etkinliği hayata geçiren ve binlerce ziyaretçi ağırlayan Kültürhane, bu kez beşinci yılı vesilesiyle kendisi için yapılan bir dayanışma sergisine ev sahipliği
yapıyor.

Nida Karaytuğ Mert ve Veli Mert’in küratörlüğünü yaptığı sergide Mersin’de yaşayan sanatçılar Ahmet Yeşil, Veli Mert, Aynur Sakuçoğlu, Melip Apa, Taner Tunga, Hatice Karadağ, Lorin Nakkaş, Derya Gözükızıl, İdris Eşkil, Hasan Basri İnan, İbrahim Tokaslan, Dönay Öniş, Zeynep Güray Can, Onur Çetin, Bengisu Muazzez Kurtuluş’un eserleri yer alıyor.

22 Ekim Cumartesi günü yapılacak “Hafıza ve Hayal Buluşması”nda Kültürhane dostları bir araya gelecek. Sergi 22 Kasım 2022 tarihine kadar açık kalacak.

Ayrıca Kültürhane’nin kurulduğu ilk günlerde dikilen ve yıllar içinde büyüyen zeytin ağacının ilk mahsulleri de minik kavanozlarında Kültürhane’nin destekçileri ile buluşacak.

Kültürhane, 2017 yılında Pozcu Dikenliyol’da, ihraç edilen Barış Akademisyenleri tarafından kuruldu. Pek çok etkinliğin yapıldığı, yiyecek içecek satışının olduğu kafe bölümü ve teras, açılışından bu yana düzenlenen kültür, sanat ve bilim etkinlikleri ile Mersin’in kültür hayatına katkı yapmaya çalışıyor.

Kafenin yanı sıra 10 binden fazla kitabın bulunduğu Mehmet Fatih Traş Kütüphanesi de öğrencilere ve serbest çalışanlara basit bir üyelik sistemiyle çalışma olanağı sunuyor.

 

Gülşen’in beraat talebi reddedildi: Hayatta Gülşen olarak var olmam cezalandırılıyor

Nisan ayındaki bir konserinde sahnedeki bir arkadaşına söylediği sözler nedeniyle hakkında ‘Halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçlamasıyla bir ila üç yıl hapis cezası istenen sanatçı Gülşen‘in ilk duruşması bugün İstanbul 11’inci Asliye Ceza Mahkemesi görüldü.

Gülşen’in söz konusu görüntüleri konserinden dört ay sonra sosyal medyada gündem olmuş ve sanatçıaynı gün gözaltına alınarak tutuklanmış; dört gün cezaevinde kaldıktan sonra cezası ev hapsine çevrilerek ve yurt dışı yasağı konmuştu. Gülşen’in ev hapsi iki hafta ardından itiraz üzerine kaldırılırken, yurt dışı yasağı ise devam ediyor.

Gülşen’in ‘halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme’ suçlamasıyla üç yıla kadar hapsinin istendiği iddianamede 702 müşteki arasında Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank da dahil 702 müşteki yer alıyor.

Kadınlığım, bedenim, anneliğim nedeniyle defalarca linç edildim

Gülşen, söz konusu dava kapsamında bugün ilk kez hakim karşısına çıktı. Diken‘den Canan Coşkun‘un aktardığına göre Gülşen’in savunması şöyle oldu:

Suçsuzum. Yargılama sonunda beraat edeceğime inanıyorum. Bütün konu sahnede bir arkadaşımla şakalaşmamdan ibarettir. Sahnedeyken dinleyicilerimin arasına karışmak istedim. Kalabalıkta bu mümkün olamayacağı için sahnedeki arkadaşlarımın birinden beni seyircilerimin arasına taşımasını rica ettim. Sahnedeki başka bir arkadaşım yine aramızdaki şakalaşma sonucunda ‘seni imam taşısın’ dedi. ‘İmam’ da bu lakapla anılan bir arkadaşımızdır, bu lakabın benim bildiğim özel bir anlamı yok. Kendisini bu şekilde tanıdım, sahne şovlarında da sıklıkla şakalaştığım bir arkadaşımdır. Bu lakabın kelime olarak zihnimde eşleştiği bir kalıp olmasından ötürü plansız ve hesapsız bir şakayla yanıt verdim. Sadece bir kişiye karşı sahne heyecanının getirdiği refleksle söylenmiş bir şey ve sahnedeki iki kişi arasında geçen bir diyalog. Şaka da ‘kendisi’ diye bitmektedir.

Bunu söylerken ne bir üçüncü şahıs ne bir sosyal sınıf ne de bir kesimi hedefledim. Diyalog o kadardı ve orada sonlandı. Bunu seyirciye dönüp söylemedim, tekrarlamadım, alkışlatmadım, altını çizmedim. Sonrasında bir tanıtım amacıyla paylaşmadım. Dolayısıyla halkı kin ve düşmanlığa sevk edecek bir tavır kullanmadım. Bu konuda kendi vicdanımda hürüm, üzerime atılı suçu işlemedim ve kabul etmiyorum. Sadece iki kişi arasında geçen bu sıfat nedense hedefe oturtuldu. Bu sebeple yine de değerlerini incitmiş olabileceğini düşündüğüm herkesten samimiyetle özür diledim.

Sıklıkla tanık olduğumuz sapkınlık zaten kanayan yaramız, ama ben bu yarayı sağduyulu bir vatandaş olarak taşıyorum. Sadece aynı zamanda tanık da değilim, mesleki duruşumun bir bedeli olarak mağduruyum da.”

Kadınlığım, anneliğim, bedenim, eşliğim ve giyim kuşamım nedeniyle sözlü olarak defalarca linç ve istismara uğradım ve hatta hedef gösterildim. Ama yine de duygu ve düşüncemi yeri geldiğinde özgürce dile getirmekten çekinen biri olmadım.

Şu anda da değilim, tekrar etmek isterim ki sahnedeki şaka toplumsal duyarlılığımın bir tezahürü değildi. Sadece iki kişi arasında geçen bir şakaydı, bir açıklama demeç ya da görüş bildirmek için değildi.

Videonun zamanlaması ve yayımlanması, manipülatif ve manidar

“Ancak öyleymiş gibi gösterildi Bunun böyle olmadığını videoyu izleyen herkes gördü ve görecektir. Gerek zamanlaması, gerek yayılması, benim nezdimde manipülatif ve manidardır. Manidardır çünkü söz konusu konserin tarihi 30 Nisan, videonun yayılma tarihi 24 Ağustos’tur. Arada tam dört ay var. Videonun dört ay sonra ortaya çıkarılması yayılması, aynı gece linç kampanyasının başlatılması, gözaltına alınmam ve tutuklanmam sadece bir gün sürdü.”

Ben, ne yalan söyleyeyim hayatta Gülşen olarak var olmamın cezalandırılması olarak görüyorum. Maddi kısmını tamamen geçtim, manevi olarak inanılmaz orantısız bedellere maruz bırakıldım.

Beş günü Bakırköy cezaevinde, 15 gün evde olmak üzere toplam 20 gün hapis cezası aldım. Ama asıl tutsaklığım çocuğuma kavuşamamaktı.

“Çocuğum üç yıldır İspanya’da okuyor, anne-çocuk ilişkisini yaşayamıyorum, onun yanında olamıyorum. Çünkü beş yaşındaki çocuğum annesi varken annesiz, o benden mahrum ben de ondan mahrumum.

Maddi kısmına gelecek olursak, belirsizlik nedeniyle 50 küsur konserim iptal edildi. Bunların tazminleri gerekiyordu ve ödendi. Bu iptaller madden birçok kişiyi de etkilediği için mağduriyetlerini de üstlendim. Yurtdışı konserlerini de yapamıyorum yurtdışı çıkış yasağı nedeniyle.

Bu mağduriyetin sona ermesi en büyük dileğim. Bunu ailem, iş arkadaşlarım ve adalet isteyen herkes için istiyorum.”

Gülşen’in beraat talebi reddedildi. Mahkeme adli kontrol şartını kaldırırken, yurt dışına çıkış yasağının ise devam etmesine karar verdi. Böylece Gülşen çocuğundan ayrı kalmaya devam edecek.

Bir sonraki duruşma 21 Aralık’ta görülecek.

Ne olmuştu?

Sanatçı Gülşen Çolakoğlu, geçen nisan ayında sahne aldığı bir mekânda imam hatiplilere yönelik söylediği sözlerin yer aldığı videonun 24 Ağustos’ta yeniden gündeme getirilmesi üzerine sosyal medyada #GülşenTuklansın etiket açılmıştı.

Hemen ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı‘nca ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçundan resen başlatılan soruşturma kapsamında evinden gözaltına alınarak tutuklandı. Üç gece cezaevinde kalan Gülşen, dördüncü gün ev hapsinde kalması koşuluyla serbest bırakıldı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Ağustos törenlerinde yaptığı konuşmada Gülşen’i hedef göstererek  ‘Milletimizin mukaddes değerlerine dil uzatanlar, kutsallarına hakaret edenler hem maşeri vicdanda hem hukuk önünde hesap vermekten paçalarını kurtaramayacak’ ifadelerini kullandı.

Avukatları Gülşen için verilen ev hapsi kararına itiraz etmiş, ancak talep reddedildi. Ev hapsi cezası 12 Eylül’de kaldırılırken yurt dışı yasağı ve adli kontrol şartı ise devam ediyor.

Daha sonra hazırlanan ve İstanbul 11. Asliye Ceza Mahkemesi’nde kabul edilen iddianamede Gülşen için bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi.

 

 

Tekirdağ’da Ceyport Limanı’na verilen ÇED kararının yürütmesi durduruldu: Telafisi imkansız zararlar verecek

Haber: Serap CÖMERTOĞLU İŞCAN

*

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Başkanlığı (TMMOB) tarafından, Ceyport Limanı Kapasite Artış Projesi’ne verilen ÇED olumlu kararına ilişkin yürütmeyi durdurma talebiyle Tekirdağ 1. İdare Mahkemesi’nde açılan dava sonuçlandı.

İdare Mahkemesi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen ÇED olumlu kararını, hukuka ve mevzuata uygun bulmadı ve itiraza kapaı şekilde yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Mahkeme kararında; “Hukuka aykırı olduğu saptanan dava konusu işlemlere yönelik uygulamanın sürdürülmesi, tüm eylem ve işlemlerin hukuka uygunluk karinesine dayanan hukuk devleti ilkesine aykırı bir durum yaratacağı gibi, uyuşmazlık konusunun ÇED olumlu kararı olması nedeniyle yapılacak işlemlerin çevreye telafisi güç ve imkansız zararlar vereceği tabiidir” ifadelerine yer verildi.

Kararda, açıkça hukuka aykırı olan ve uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğuracağı anlaşılan dava konusu işlemin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27/2. maddesi uyarınca teminat aranmaksızın dava sonuna kadar yürütmesinin durdurulmasına, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20/A maddesinin 2/e bendi uyarınca iş bu karara karşı itiraz yolu kapalı olmak üzere, oy birliği ile karar verildiği belirtiliyor.

Karara uyulmazsa suç duyurusunda bulunulacak

TMMOB Trakya Koordinatörü Cemal Polat, Tekirdağ için büyük bir tehlike oluşturan Ceyport Limanı Kapasite artış projesinin mahkeme tarafından da sakıncalı bulunduğunu ifade ederek, mahkeme kararının uygulanmaması durumunda suç duyurusunda bulunulacağını kaydetti.

Projenin yapılması halinde sahil ve çevresinin büyük tahribata uğrayacağını söyleyen Polat, proje alanının ekolojik değerlendirmesinin yapılmadığını, flora, fauna, endemik türler, tarım alanlarının kentsel diğer alanlar ile olan ilişkisinin değerlendirilmediğini ifade etti.

Proje alanı birinci derece deprem bölgesi

Proje alanının 1’inci derece yüksek tehlikeli deprem bölgesi olduğunun altını çizen Polat şöyle konuştu:

“Proje sonrası kimyasal atıklar oluşacak dolayısıyla halk ve balıkçılar kıyıdan yararlanamayacak.Yapılacak dolgu alan ile Süleymanpaşa sahili tamamen kapanacak, şehrin silüeti bozulacak. Böylesine büyük bir projenin şehrin ortasında kalmasının anlaşılır bir durum değil.”

Marmara Denizi Koruma Eylem Planı’na aykırı

Sosyal ve ekolojik, denize ve yerleşime yönelik kümülatif bir etki değerlendirmesi yapılmadığını aktaran Polat, şunları kaydetti:

“Bilimsel niteliğe uygun jeolojik-jeoteknik rapor alınmadı, taşınmazların imar planlarında kimyasal madde depolama alanı yok. İşlem, Marmara Denizi Koruma Eylem Planı’na açıkça aykırı. ÇED sürecinde halkın katılım toplantısı da usulüne uygun şekilde yapılmadı.Proje ile liman tozu dahil kirlilik etkenleri ile, gerek denizel gerekse karasal canlı yaşamı sürekli zarar görecek. Projenin deniz ekosistemine zarar ve sonuçları bilimsel olarak ÇED Raporunda değerlendirilmemiş.

Öte yandan şehrin ana yollarında oluşacak tır ve kamyon trafiği güvenlik açısından risk oluşturmakta. Şehrin panoramik yapısını da olumsuz yönde etkileyen, çevre felaketine neden olacak olan ve hukuksuzluklar içinde yapılmaya çalışılan projeye yönelik açtığımız davayı kazandık. İdare Mahkemesi de itiraz yolu kapalı şekilde yürütmeyi durdurma kararı verdi. Karar uygulanmadığı takdirde mücadelemize devam edeceğiz ve suç duyurusunda bulunacağız.”

Kadınlardan Anayasa değişikliği tepkisi: Kıyafetlerimiz yine erkek siyasetçilerin oy kaygıları için bir araç oldu

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “başörtüsüne yasal güvence” çıkışının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın yeniden gündeme getirdiği Anayasa değişikliği teklifi tartışmaların odağında.

CHP, başörtüsü özgürlüğü ile ilgili üç maddeden oluşan bir kanun teklifini Meclis Başkanlığı’na sunarken Erdoğan önce yasal değişikliğe ihtiyaç olmadığını söyleyip, ardından Gelin çözümü Anayasa düzeyinde sağlayalım demişti.

Teklifte din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24’üncü maddeye, “Kadınların başlarının veya boyunlarının açık veya örtülü olması nedeniyle kamu hizmetlerine girmesi, eğitim öğretim hakkına ve çalışma hakkına engel olamaz” hükmünün ekleneceği belirtiliyor.

Ailenin korunması başlıklı 41’inci maddede ise “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır” ifadesindeki eşler tanımının değiştirileceği ve bu maddede yer alan eş tanımının “kadın” ve “erkek” olarak değiştirileceği ifade ediliyor.

“Başörtülü kadınları “siyasal rehine” olmaktan çıkarma iddiasıyla çıkılan yolda, tüm kadınlar ve kadınların kıyafetleri yine, erkek siyasetçilerin oy kazanma kaygıları için bir araç olarak gündeme getirilmiş oldu” diyen Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun (EŞİK) açıklaması şöyle oldu:

Toplumsal ve siyasal muhalefet böylesi bir Anayasa değişikliği teklifini müzakere etmekten dahi kaçınmalıdır.

Tekrar hatırlatıyoruz: “Anayasayı uygulamayanlar Anayasa yapamaz.”

Fotoğraf: Serra Akcan/csgorselarsiv.org

Kadın bedeni ve giysileri üzerinden yapılan eril siyasete karşı çıkıyoruz: Kıyafetimize karışmayın!

Açıklama, “Yasalarda, anayasalarda kadınların kılık kıyafetiyle ilgili düzenleme yapılmasının bizleri karşı karşıya bırakacağı risklerin farkındayız” sözleriyle devam etti:

“Bugün için Türkiye’de başörtüsü kullanmak, eğitim özgürlüğünü veya çalışma hakkını ortadan kaldıran veya bu hakları sınırlayan bir durum değildir. Başörtüsü konusunda yaşanmış olan yasakların ve hak ihlallerinin yasalardan değil uygulamadan kaynaklandığı ortadadır. Yasalara dokunmayın, uygulayın.

Başörtüsü yasaklarını da zorunlu başörtüsü politikasını da kabul etmedik, etmeyeceğiz.

Fotoğraf: Sendika.org Arşivi / csgorselarsiv.org

Erkek egemen siyasetin bizi başörtülü-başörtüsüz olarak etiketleyerek ortak mücadelemizden koparmasına, kutuplaştırmasına izin vermeyeceğiz.

Mahsa Amini için, İran’daki kadınlarla dayanışmak için saçlarımızı kesen de, giydikleri yüzünden cezalandırılan Gülşen’in şarkılarını söyleyen de, Abdurrahman Dilipak’ın İstanbul Sözleşmesi’ni savunan AKP’li kadınlara fahişeler ve onların türevleri demesi nedeniyle açılan ceza davasını takip eden de biziz.

Haklarımız ve hayatlarımız için birlikte mücadele etmeye devam edeceğiz.

Açıklamada, Anayasa değişikliği ile iktidarın, sınırlarını kendisinin belirlediği bir aile formunu dayatarak geleneksel cinsiyet rollerini pekiştirerek, cinsiyetçi uygulama ve söylemlerin dozunu artırarak kadınların ve LGBTİ+’ların haklarını ortadan kaldırmaya çalıştığını belirtildi.

“24’üncü maddede öngörülen değişiklik, başörtülü kadınlara ayrımcılık yapılmasını önlemek iddiasıyla yola çıkarken aslında kadınların nasıl giyineceğini, neresini nasıl örteceğini, başörtüsü kullanan kadınların nasıl başörtüsü takacağını belirliyor.

Aynı zamanda, inanan ve inanmayan herkesin özgür yaşamasının güvencesi olan eşitlik ve laiklik ilkelerine, özgürlükçü yorumlanmalarının önünü kesecek yeni bir sınır getirmiş oluyor.”

LGBTİ+’ların birlikte yaşamalarını yasadışı hale getirmenin adımları atılıyor

Aileye ilişkin 41’inci maddeye de iktidar tarafından LGBTİ+ ‘ların hakları aleyhine düzenlemeler getirilmesi gündemde. Söz konusu değişiikliğe karşı EŞİK’in değerlendirmeleri şöyle:

  • Bu eksende yapılacak bir değişikliğin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığı ve nefret söylemini yükselteceği açık. LGBTİ+’ların birlikte yaşamalarını yasadışı hale getirmenin adımları atılıyor.
  • Maddeye eklenmesi konuşulan “aile kadın ve erkeğin birlikteliğinden oluşan birimdir” gibi ifadeler kadınlar için de çok yönlü hak kayıplarına neden olabilir.

Medeni Yasa’nın değil dini kuralların uygulanması söz konusu olabilecek

  • Madde metninde evlilik yerine birliktelik ifadesine yer verildiği takdirde, kadınların Medeni Yasa’nın evlilik ve ilgili maddelerinin güvence altına aldığı haklarını kaybetmesinin yani Anayasa yoluyla Medeni Yasa’nın etrafından dolaşılmasının hatta Yasa’nın zımnen ilga edilmesinin önü açılmış olacak.

Resmi nikahın zorunlu olmaktan çıkması, evlilik/cinsel ilişki yaşının bazı tarikatların istediği gibi 12 hatta 9 yaşa indirilmesi, Medeni Yasa’nın değil dini kuralların uygulanması, yani çok hukukluluğun mümkün hale gelmesi, söz konusu olabilecek.

Tek ebeveynler, çocuksuz çiftler, evlatlık olanlar aile kapsamı dışında kalabilir

  • Ayrıca böyle bir düzenlemede “bir kadın ve bir erkek” denmediği takdirde erkek çok eşliliği de mümkün hale gelecek.
  • Madde metnine “aile kadın, erkek ve çocuktan oluşur” gibi ifadelerin eklenmesi de konuşulan değişiklikler arasında yer alıyor. Bu yönde bir değişiklik yapılması halinde ise çocuksuz çiftler, tek ebeveyn ve çocuktan oluşan aileler -ki bu aileler genelde kadın ve çocuk veya çocuklardan oluşuyor- ve evlatlık olanlar Anayasa’ya göre aile kapsamı dışında kalacak.

Eşit yurttaşlık hakkımız pazarlık malzemesi yapılamaz

EŞİK Platformu’nun açıklaması şu sözlerle son buldu:

“Kadınları ya “sürtük” ya da “kariyeri çocuk doğurmak” olarak gören zihniyete; her türlü yaşam biçimi tahakkümüne, nefret söylemine ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa karşı mücadele ediyoruz.

İktidarın seçim öncesi hesaplarının bir parçası olarak giriştiği; kadınların, LGBTİ+’ların ve tüm toplumun hayatını alt üst edecek, özgürlüklerin değil yasakların kapısını açacak, çok hukukluluğu mümkün kılacak bu yeni anayasa sürecine izin vermeyeceğiz. Eşit yurttaşlık hakkımız pazarlık malzemesi yapılamaz.

Ailede, toplumda, devlette reis istemiyoruz.

Anayasayı uygulamayanlar, Anayasa yapamaz. Yasalara dokunma, uygula!

 

Yaşam savunucuları toplanıyor: Akbelen Ormanı’nı vermeyeceğiz!

Muğla‘nın Milas ilçesi İkizköy mevkiinde kömür sahasını genişletmek isteyen YK Enerji’ye karşı bir yıldan uzun süredir Akbelen Ormanı‘ndaki ağaçlar için direnen yaşam savunucuları, 462 gündür nöbette.

Üçüncü kez yapılan bilirkişi keşfinin ardından raporları bekleyen İkizköylüler herkesi Pazar günü düzenlenecek yürüyüşe katılmaya davet ediyor.

Akbelen Ormanı’nın sesini yükseltmek için Pazar günü (23 Ekim) saat 12:00’de Milas Karayolları’ndan Milas Atapark’a doğru gerçekleşecek yürüyüşün ardından 13:00’de Milas Atapark’ta basın açıklaması yapılacak.

Akbelen Ormanı savunucularının yürüyüş için açıklaması şöyle:

Ormanımızı ve yaşam alanlarımızı korumak için çıktığımız bu uzun yolda, Akbelen Ormanı’nda tam 462 gündür çadırlı nöbetteyiz. Bir taraftan hukuki mücadelemiz de devam ediyor, 3’üncü kez yapılan bilirkişi keşfinin raporlarını bekliyoruz.

Tam da bu noktada mücadelemize ilk günkü inançla devam ettiğimizi ve Akbelen direnişinin haklılığını yeniden göstermek, dostlarımızla hep birlikte #AkbelenİçinAdalet sesini yükseltebilmek, Akbelen’in sesi olabilmek için toplanıyoruz.

Desteğinizi bekliyoruz.

Bir arada, dayanışmayla!”

[COP27] Geri sayım başladı: Önemi ne, ne bekleniyor?

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCC) 27’inci Taraflar Konferansı (COP27) 6-18 Kasım tarihleri arasında Mısır‘ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenecek.

Dünyanın en büyük iklim değişikliği konferansında son birkaç yıldır en önemli gündem maddesi, gelişmiş ülkelerin iklim krizindeki sorumluluklarını kabul ederek az gelişmiş ülkelerdeki kayıp ve zararların finansmanını üstlenmesi.

‣ Yoksul ülkeler COP27’den iklim tazminatı bekliyor

Bu yılın COP’unda da az gelişmiş ülkelerin iklim değişikliği nedeniyle içine düştüğü krizler, iklim adaletsizliği ve iklim tazminatlarının sağlanması, aktivistlerin en büyük gündem maddesi olacak.

‣ COP26 Başkanı Sharma: Dünya liderleri iklim hedeflerine uymuyor
‣ Oxfam: Zengin ülkeler 100 milyar dolarlık iklim finansmanı vaadini yerine getirmiyor

2022 şimdiden ‘büyük krizlerin yılı‘ oldu.

COVID-19 pandemisinin ardından hala telafi edilemeyen eşitsizlikler ve etkileri gıda ve enerji krizi olarak dalga dalga dünyaya yayılan Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin yanı sıra bu yıl; yaz boyunca dünyanın her bölgesinde yaşanan sıcak dalgaları, Pakistan‘ın üçte birini sular altında bırakan büyük sel felaketi, Afrika‘da hayatı kıskacına alan kuraklık gibi iklim değişikliği kaynaklı pek çok kriz de yaşandı.

Her yıl farklı kıtalardan ülkelerde düzenlenen konferansın bu yılki ev sahibi Mısır, hükümetlerin yanı sıra, sivil toplumdan ve küresel medyadan temsilciler dahil 35 binden fazla katılımcı ağırlanacağını söyleyerek “bu zamana kadar düzenlenen en büyük COP”a ev sahipliği yapacak olmakla övünüyor.

Ancak gözler, katılımcı sayısından ziyade, katılanların niteliği ve kurulacak diyaloglar üzerinde: İklim aktivistleri, gelişmiş ülkelerin hükümet düzeyinde verdiği büyük taahhütlerin somut gerçeklere dönüşmesi için baskısını artırıyor.

Genel bir bakış: COP nedir, toplantıların amacı ne?

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı, uluslararası kamuoyu tarafından dikkatle izlenen ve şirketlerin, hükümetlerin ve çeşitli kurum ve kuruluşların iklim krizinin önüne geçmek için verdikleri taahhütleri yerine getirip getirmediğinin takip edildiği bir toplantı.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) bünyesinde düzenlenen COP zirveleri (yani taraflar toplantıları) 21 Mart 1994’ten bu yana yapılıyor. Zirvede özetle, iklim değişikliği ve ülkelerin bununla nasıl mücadele edeceği tartışılıyor.

Taraflar konferansları kısaca;

  • 1994’te yürürlüğe giren BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘nin (UNFCC),
  • 1997  yılında kabul edilen Kyoto Protokolü‘nün
  • ve 2015 yılında kabul edilen Paris İklim Anlaşması‘nın uygulanmasını gözden geçirmek, geliştirmek ve uygulamak amacıyla düzenli olarak gerçekleşen toplantılar.

Ana çerçeveyi kuran UNFCC; taraf ülkeleri, sera gazı emisyonlarını azaltmaya, araştırma ve teknoloji üzerinde işbirliği yapmaya ve karbon yutaklarını  korumaya teşvik etmeye yönelik.

Sözleşme, sera gazı emisyonlarının azaltılması için, ülkelerin kalkınma önceliklerini ve “özel koşullarını” göz önüne alarak “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesine dayanır ve bu yükümlülüklere göre ülkeler üç ana gruba ayrılıyor.

2004’te sözleşmenin tarafı olan Türkiye, 42 ülke ve Avrupa Birliği ile beraber “sera gazı emisyonlarını sınırlandırmak, sera gazı yutaklarını korumak ve iklim değişikliğini önlemek için aldıkları önlemleri ve izledikleri politikaları bildirmek ve mevcut sera gazı emisyonlarını ve emisyonlarla ilgili verileri iletmekle yükümlü olan EK-1 ülkeleri arasında.

154 ülke, sözleşme tarafından bir yükümlülük altına alınmayıp sözleşme tarafından “ek dışı” kabul ediliyor.

‣ Oxfam: Zengin ülkeler 100 milyar dolarlık iklim finansmanı vaadini yerine getirmiyor
‣ İklim değişikliği on yıllar içinde Asya ve Afrika’nın bir kısmını yaşanmaz hale getirebilir

27’inci Konferans: Katılımın kısıtlılığı şimdiden eleştirilerin odak noktası

Konferansın 26’ıncısı (COP26), geçtiğimiz yıl Birleşik Krallık‘ta, İskoçya‘nın Glasgow kentinde, pandeminin gölgesinde gerçekleşmiş, katılımcılara getirilen aşı zorunluluğu nedeniyle az gelişmiş ülkelerden pek çok kişi aşı eşitsizliği yüzünden konferansa katılamamıştı.

COP27 ise ‘kapsayıcılık’ konusundaki en büyük eleştiriyi finansal zorluklar nedeniyle alıyor. Çoğu Afrika ülkelerinden pek çok iklim aktivisti, Mısır’ın tatil beldelerinden Şarm El-Şeyh’teki yüksek konaklama ve seyahat masraflarını karşılayamadığı için konferansa katılamayacak.

Öte yandan kendisi de iklim krizini en derinden yaşayan bir Afrika ülkesi olan Mısır’daki aktivistler de, hükümetin demokratik olmayan yöntemlerle konferansa katılımlarını engellediğini belirtiyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, COP27’ye ev sahipliği yapacak Mısır hükümetinin çevre aktivistlerini ‘ülkeden kaçırmaya’ çalıştığını tespit ettiği bir rapor yayımladı.

Öte yandan dünyanın en büyük plastik kirleticilerinden olan Coca-Cola‘nın konferansa sponsor olması da tepkilere sebep oldu. 29 Eylül’de imzalanan sponsorluk anlaşmasının yeşil yıkama (greenwashing) olduğunu söyleyen aktivistlerin tepkileri ve topladıkları imzalara rağmen Coca- Cola sponsor olarak kalmaya devam ediyor.

İklim tazminatları en kritik konu

İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Değişikliği Kıdemli Uzmanı ve Yeşil Gazete yazarı Ümit Şahin, iki hafta boyunca Şarm El-Şeyh’te COP27’yi takip edecek.

Şahin, toplantının en önemli gündeminin kayıp ve zarar mekanizması olacağını belirtiyor:

“Az gelişmiş ülkelerin yaşadığı felaketlerin tazmini konusu zengin ülkeler tarafından kabul edilmiyordu. Şimdi Pakistan’daki selin ardından COP’un da bir Afrika ülkesinde olması nedeniyle başlıca gündem bu olacak gibi göünüyor.”

Mısır’ın demokratik bir ülke olmaması sebebiyle sivil toplumun üzerinde çok büyük baskılar olduğunu altını çizen Şahin ayrıca bu yılın, iklim eylemcileri, için zor bir yıl olabieceğini söylüyor: “Sivil toplumun sesi yeterince duyulur duyulmaz mı bilmiyoruz, gidince göreceğiz. Ama bu konuda kaygılar var.”

Şarm el Şeyh’te yapılması zaten sivil toplumun istenmediğini gösteriyor

Şahin daha önceki COP’larda olduğu gibi Mısır’ın da toplantıyı büyük bir metropolde düzenlemeyerek ‘COP’u halktan olabildiğince uzak tutmaya’ çalıştığını belirtiyor:

Kahire‘de yapabilirlerdi. Niye yapmıyorlar? Hem güvenlik sorunu oalrak görüyorlar, hem de Kahire’de Mısır sivil toplumu işin içine girer. Aktivistlerden hangisi şimdi Şarm El-Şeyh’e gidebilecek, orada otelde kalabilecek? Aynı şey Afrika’dan ve az gelişmiş diğer ülkelerden gelecekler için de geçerli.

Bunu ilk yapan da Mısır değil, geçtiğimiz yıllarda toplantılar diğer ülkelerde de büyük metropollerde yapılmadı. Aynı soru geçen yıl da soruldu, neden Londra‘da değil de Glasgow‘da yapıldı? Aslında sebep aynı,  Londra’da çok daha devasa eylemler olurdu.”

Türkiye Ulusal Katkı Beyanı’nda mutlak azaltım hedefi vermezse çok eleştirilir

COP27’nin hemen öncesinde Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı‘nı açıklaması bekleniyor.

Şahin, “Burada bir mutlak azaltım hedefi olması gerekir, talebimiz de bu. Eğer bu olmazsa Türkiye çok ciddi eleştiri de alacaktır uluslararası ve ulusal kamuoyundan” diyor.

COP27’yi takip edecek olan Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) Türkiye İklim ve EnerjiPpolitikaları  KoordinatörüÖzlem Katısöz de Türkiye açısından en önemli konunun 2030 iklim hedefi güncellemesi olduğunu söylüyor:

“Bakanlık temsilcilerinin COP öncesi ya da COP sırasında bir hedef açıklamasını bekliyoruz. Türkiye’deki iklim STK’ları olarak talebimiz 2030’a kadar 2020’ye göre yüzde 35 azaltım, diğer bir ifadeyle bugünden itibaren emisyonları azaltmayı amaçlamak.

AB için de Avrupalı STK’lar benzer şekilde AB’nin iklim hedefini en az yüzde 65’e çıkarmasını talep ediyor.”

Tazminatı vermek, krizlerdeki sorumluluklarını kabul etmek anlamına geliyor

“COP27’de taahhütlerin somutlaşması ve özellikle kayıp zarara yönelik tazminin kabul edilmesi ihtimali var mı, bu konuda ümitvar olabilir miyiz? sorusuna ise Şahin “Bence, hayır” yanıtını veriyor:

“Ama bu sene az gelişmiş ülkeler ve aktivistler tarafından kuvvetli şekilde  gündemde tutulacak. Çok ciddi tartışmalar yaşanacak ama ben, özellikle İngiltere’nin yeni başbakanı Truss olmuşken, ABD’de Biden önemli geri adımlar atarken; daha önce olduğu gibi Rusya – Ukrayna savaşından kaynaklı enerji krizi, ekonomik kriz gibi bahanelere sığınıp yine ‘top çevireceklerini’ düşünüyorum.”

Fotoğraf: Alastair Grant / AP , COP26.

Kayıp-zarar mekanizması, diğer iklim finansmanı konularından daha kritik. Çünkü bir zarara yönelik  para verildiği zaman -ki bunu şimdiye dek bir tek Danimarka açıkladı- o ülke, bütün bu felaketlerin iklim nedeniyle olduğunu ve kendinin de tarihsel anlamda sorumlu olduğunu kabul etmiş oluyor.

Yani bir tür tazminat sorumluluğu doğuyor.Bunu hukuki bir mesele olarak gördükleri için de buyükün altına girmek istemiyorlar.

Şahin bu sebeplerden dolayı ‘böyle bir itirafı’ beklemediğini söylese de “Ancak tabii ki belli olmaz” diye de ekliyor:

“Danimarka’yı takiben daha fazla ülke para vereceğini ilan ederse belki bazı şeyler değişebilir. COP sırasında bunu daha çok konuşacağız..”

Özlem Katısöz de bu konuda AB’ye görev düştüğünü belirtiyor:

“AB, COP27 öncesinde iddialı iklim politikası ve eylemi ve güçlü finansman adımları ile, gelişmekte olan ülkelere iddialı iklim eylemi için örnek teşkil etmeli ve onları teşvik etmeli.”

 

TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya soruşturma

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Irak‘taki Federal Kürdistan Bölgesi’nde yürütülen askeri operasyonlarda kimyasal silah kullanıldığı iddialarına ilişkin açıklama yapan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında soruşturma başlattı.

Soruşturmaya konu edilen suçlar; “terör örgütü propagandası yapmak” ve “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, devletin kurum ve organlarını aşağılama…”

Başsavcılıktan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“20.10.2022 tarihinde PKK/YPG silahlı terör örgütünün sözde yayın organına yaptığı açıklamalar nedeniyle Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkında, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/2 maddesi kapsamında Terör Örgütü Propagandası Yapmak ve 5237 yılı Türk Ceza Kanununun 301/2. maddesi kapsamında Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama suçlarından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızca soruşturma başlatılmıştır.”

Ne olmuştu? 

Türkiye’nin Kuzey Irak‘taki operasyonları sırasında kimyasal gaz kullanıldığı iddialarını değerlendiren Şebnem Korur Fincancı, görüntülerini incelediğini belirterek, “Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz” demişti.

Kimyasal gaz iddiaları Meclis’te: Etkin soruşturma istendi

Bağımsız heyetlerin bölgede inceleme yapmasının uluslararası sözleşmeler gereği zorunlu olduğuna dikkat çeken Fincancı, “Uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl bir araştırma yapılacağı da Minnesota Protokolü’nün ilkelerinin ele alınması gerekiyor” diye konuşmuştu.

İddialar Meclis gündemine getirilmiş; HDP‘den Meral Danış Beştaş ve CHP‘li Sezgin Tanrıkulu bağımsız soruşturma istemişti. Edirne F Tipi Cezaevi‘nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak, görüntülere ve  iddialara TBMM’nin sessiz kalamayacağını söylemişti.

İktidar kanadı ise iddiaları reddetmiş, MSB‘dan yapılan açıklamada, TSK’nin envanterinde kimyasal gaz bulunmadığı duyurulmuştu.