Ana Sayfa Blog Sayfa 678

Şiddet sonrası acil destek telefon hatları

Yeşil Gazete‘de, Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’yle yaptığımız işbirliği sayesinde her hafta cinsel istismarla mücadele yolları, yöntemleri üzerine kısa ve bilgilendirici notlar paylaşıyoruz.  

Bu bilgi notlarının cinsel şiddete ve/ya istismara maruz kalan ya da tehdidi altında olan kadınlar, LGBTİ+’lar ve çocuklar için yol gösterici olacağını umuyoruz. Böyle bir durumla karşılaşır veya tehdit altında olduğunuzu hissederseniz lütfen kolluk güçlerine, konuyla ilgili çalışan kurum ve kuruluşlara ve hukukçulara ulaşın. 

*

Şiddete maruz bırakılmak; beklenmeyen ve olağan dışı bir durumdur. Şiddet sonrasında yaşadığımız kafa karışıklığı; ne yapacağını bilememek doğaldır. Yaşadığımız cinsel saldırı sonrası yalnız veya çaresiz değiliz. Kendi sürecimizde, kendi ihtiyacımıza dair birçok destek mekanizmasını oluşturabilir ya da oluşturabilmek için destek isteyebiliriz.

Öz-yardım adımları ve yakınlarımızdan alacağımız desteğin yanı sıra; tıbbi destek almak, psikolojik destek almak, şiddeti bildirmek gibi haklarımız olan hizmetleri de içeren çeşitli seçenekleri değerlendirebiliriz.

Aşağıda cinsel saldırı veya şiddet sonrası başvurulabilecek acil destek telefon hatlarını bulabilirsiniz.

  • ALO 112Acil Tıbbi Yardım Hattı
  • ALO 155Polis İmdat
  • ALO 156Jandarma İmdat
  • ALO 183Aile, Kadın, Çocuk ve Engelli Sosyal Danışma Hattı
  • ALO 157İnsan Ticareti Mağdurları Acil Yardım ve İhbar Hattı
  • Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Danışma Merkezi:0212 292 52 31 (Hafta içi saat: 09:30-17:00 arası ulaşılabilir)
  • Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı:0212 656 96 96 – 0549 656 96 96
  • Kadın Meclisleri Danışma Hattı:0505 004 11 98
  • İstanbul Büyük Şehir Belediyesi (İBB) Psikolojik Danışmanlık Hattı:0212 449 49 00
  • SPOD LGBTİ+ Danışma Hattı:0850 888 5428
  • Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Acil Yardım Hattı: 0212 656 96 96 – 0549 656 96 96
  • Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği Yönlendirme ve Danışmanlık hattı: pazartesi, salı, perşembe, cuma günleri 11:00 – 17:00 saatleri arasında 0549 599 15 19

Ayrıca İstanbul’da Cinsel Şiddet Sonrası destek için başvurabileceğiniz yerleri içeren İstanbul Birimler Haritası’na buradan ulaşabilirsiniz.

*

Daha fazla bilgi için: csdestek.org

Cinsel şiddete maruz bırakıldıysanız ya da bırakıldığınızı düşünüyorsanız hafta içi pazartesi, salı, perşembe, cuma günleri 11:00 – 17:00 saatleri arasında 0549 599 15 19 numaralı telefondan CŞMD’yi arayabilir ya da basvuru@cinselsiddetlemucadele.org üzerinden ulaşabilirsiniz.
facebook sharing button
twitter sharing button
whatsapp sharing button
linkedin sharing button

OneLove: Protesto, yasakçılık, baskıcılık, zorbalık, itaat

[email protected]

“Kentsel rant” ile ilgili yürütmeye çalıştığımız tartışma henüz bitmedi ve söylenecek çokça söz var “rantın” kentler üzerindeki etkileri hakkına… Ancak başlangıçta da belirttiğimiz gibi, kentlerin varlığı ile başlayan ve kentlerdeki özel toprak mülkiyeti, başka bir forma/ anlayışa dönüşmedikçe devam edecek olan bu etki üzerindeki tartışmayı daha güncel olan bir konuya öncelik vermek için, şimdilik erteleyebiliriz.

Katar’da Alman milli takımı oyuncularının maçın başlangıcında elleriyle ağızlarını kapatmaları üzerinde düşünmeye başlasak, neler söyleyebiliriz? Ne anlıyoruz bu protestodan? Belki de dünyadaki bütün insanlarının gördüğü ve bundan ne anlayacağı hakkında düşündüğü olay, “OneLove” kol bandı, nasıl böylesine güçlü bir etki yaratıyor?

Her şeyi anlayabildiğimizi ve açıklayabildiğimizi söylemek zor elbette, ama olayı ve olayın esinlendirdiklerini düşünmeyi, katmanlarını açmayı deneyebiliriz.

OneLove

Öncelikle “OneLove” ne anlatıyor? Sanıyorum “sevgi/ aşk, kiminle-kim/ hangi cinsel kimlikler arasında olduğunun önemi olmaksızın tek bir türdür, önemli olan bu aşkın varlığıdır” diyor. “BirAşk”, o kadar basit ve hepsi bu…

Futbol

Futbol, erkeğin bütün dünyada en sevilen ve en yaygın oyunu. Geçmişinde belki erkeksilik ve erkek dayanışması/ maçoluk ve sertlik-güçlülük gösterisinde en işlevsel olan sporlardan biri oldu. Erkek çocuğunun yetişmesinde, erkek olma kültürüne kabul edilmesinde önemliydi. Ama şimdi futbol kendisine yeniden bakıyor ve toplumsal cinsiyet ve eşitlikler konusundaki tartışmaları dikkate alarak spor anlayışını yeniden konumlandırıyor. Hem futbolcular, hem de futbol izleyicileri bu sporu, bugüne kadar futbola atfedilenleri/ değerlendirmeleri, erkeklik haline verilen hiyerarşik- hegemonik/ üstünlükçü boş değeri, eşitlikten yana gelişmeler karşısında gözden geçiriyor. Futbol kültüründeki bu büyük dönüşümü ve yenilenmeyi sanırım bütün dünya futbolseverleri önemsiyor.

Üzerinde gökkuşağı renklerinde bir kalp bulunan basit bir kol bandı, ama ifade ettiği şey önemli: “Çeşitlilik ve karşılıklı saygı” (diversity and mutual respect). Bazı ülkelerde yok sayılan, hatta yok edilmek istenen, gündelik yaşamda birçok güçlükle ve bazen ayrımcılıkla ve dahası ötekileştirmeyle ve düşmanlaştırmayla karşılaşan ve direnen LGBT+ topluluğuyla dayanışma isteğinin futbol/ futbolcular topluluğundan geliyor olması değerli.

Konuyla ilgili haberde, “Hollanda tarafından kurgulanan bu kaptanlık pazubantlarına İngiltere, Galler, Almanya, Fransa ve Danimarka gibi birçok ülkeden destek geldi. Dünya Kupası‘nda mücadele edecek takımlarının kaptanlarının, LGBT+ bireylere destek vermek amacıyla bu kol bantlarını takması kararlaştırıldı. İngiltere kaptanı Kane de ‘One Love’ girişimi eylül ayında duyurulduğunda, kol bandını takarak Dünya Kupası’ndaki diğer futbolculara katılmaktan ‘onur duyduğunu’ söylemişti. (…) Almanya’nın tecrübeli kaptanı Neuer “(Alman Futbol Federasyonu’nun) tam desteğine sahibiz, korkumuz yok” dedi. İngiltere Premier Ligi takımı Tottenham Hotspurs’un yıldız oyuncusu Harry Kane, LGBTİ+ topluluğuna desteğini göstermek için 2022 Dünya Kupası’nda İngiliz milli takımının kaptanı olarak, ‘One Love’ kol bandını takmaya karar verdiğini açıklamıştı” gibi açıklamalar var.

Yasaklar/ yasakçılık/ despotizm

Sert ve maço kültürüyle özdeşlemiş gibi duran futbol dünyasından gelen bu dayanışma ve çoğul cinsel kimliklere saygı duyulduğunu, ayrımcılığın onaylamadığını göstermenin simgesi olan kol bantları, takım kaptanları tarafından kullanılacaktı.

Bu kol bandı, insan haklarından birçoğunu tanımayan veya sınırlandıran, küçük ve çok zengin bir hanedan tarafından yönetilen, çalışmayan ve çalışan insanlara kötü davranan, iş ve can güvenliklerini hiçe sayan, nerdeyse kölelik benzeri çalışma koşulları uygulayan ama ‘Dünya Kupası’na ev sahipliği yapan Katar‘daki uygulamaya karşı protesto niteliği taşıyordu.

Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmak, yani turnuvaya büyük bir mali olanak sağlamak, ama sahip olduğu paranın gücünü sergilemek ve parası karşılığında ülkenin/ yönetici sınıfın/seçkin ama zalim, görmemiş ve şımarık despotların istekleri karşısında herkesi diz çöktürmek insanlık adına yüz kızartıcı bir durum olarak algılanmalıydı. Popülist-otoriter ama zengin devlete karşı FİFA, bu isteklere boyun eğdi ve “kurallar gereği maçlarda ekstra ekipman takılmasına izin verilmediğini” ve “Dünya Kupası’ndaOne Love’ kaptanlık bandını takan oyuncuların maç başlamadan sarı kart göreceğini” açıkladı.

Ve “Bunun nedeninin, turnuvanın Katar’da düzenlenmesi olduğu kaydedildi. Takım kaptanlarının ‘One Love’ yazılı kol bantlarıyla maça çıkma planına tepki gösteren Katar yönetimi, ülkenin yasalarına uyulması gerektiğini vurguladı.” (…) “Avrupalı takımlar, Dünya Kupası’nda kaptanlarının LGBT+ ile dayanışma için takmayı düşündüğü ‘One Love’ kol bandı planından vazgeçti.”

Buradaki belki, FİFA’nın “ekstra ekipman” dediği simgelerin takılmasını istememekte haklı olabileceği durumlar üzerinde düşünebilir, futbol takımlarının çeşitli ideolojik anlam taşıyabilecek simgeleri kullanmaların sakıncaları üzerinde tartışabilirdik. Ancak, temel insan hakları söz konusu olduğunda, despotlar zorbalık uygularken ve FİFA para ile ilgili durum nedeniyle boyun eğdiğinde tartışmak artık anlamını kaybediyor ve gereksiz hale geliyor…

Protesto

Protesto olmaksızın toplumsal ya da bireysel bir yaşam olası mı? Dünya ülkelerinden son günlere dair bir-kaç örnek verelim:

  • Tahran merkezli İnsan Hakları Aktivistleri Haber Ajansı, Amini’nin gözaltında ölümü sonrası başlayan protestolarda 12 bin….
  • Seul’de başörtüsüz yarışan Elnaz Rekabi, İran’da ev hapsinde
  • İranlı Kürt muhalif futbolcu Voria Ghafouri gözaltına alındı
  • Katar’ın ev sahipliğinde düzenlenen 2022 FIFA Dünya Kupası’nda İran milli takımı futbolcuları ve taraftarlar, molla rejimini protesto etti
  • Rusya‘da kısmi seferberlik protesto edildi: ‘Savaşa hayır’
  • İstanbul’un çeşitli yerlerindeki hava harekatı protestosuna polis müdahale etti, 73 kişi gözaltına alındı
  • Fransa‘da hayat pahalılığını protesto için binlerce kişi sokaklara döküldü
  • Kazakistan’da protesto düzenlenen bölgelerde OHAL ilan edildi
  • … binasına sırtlarını döndüler ve Bulu‘nun ardından rektörlüğe atanan Naci İnci’yi protesto ettiler

Protestonun yapılamadığı bir kentsel gündelik yaşam, hapishane koşullarının kamusal alanı istila etmesi anlamındadır. Eğer sadece tiranın veya parası olanın ya da onlara baş eğmeyi kabul eden çıkarcıların söyledikleri geçerliyse, olup-biteni bir espri ile bile protesto edemiyorsak gerçekten yaşanmaya değer bir şeyin kalmış olduğunu söyleyebilir miyiz?

Alman milli takımın protestosu bence hem çok zekice, hem de çok komik. İnsanlık için bir yüz akı…

Katar’ın durumu ise parasıyla/ zorbalıkla her istediğini elde edebileceği şımarıklığının, gülünç yenilgisi… FİFA ise, artık hiçbir açıklamayla futbolseverlerden affını isteyemeyecek kadar küçük düşmüş durumda…

İyi ki protestolar var dünyada.

İyi ki ayrımcılığa karşı duran futbolcular, onur için direnen ve bunu her adımda biraz daha iyi anlatan LBGT+ grubu ve iyi ki “OneLove” diyen eşitlikçiler var bu dünyada…

[Ekoeleştiri yazıları-2] Ortaylı’nın Keşan konuşmasının ekoeleştirisi

Sevmiyorsan hor görme bari (Orhan Gencebay)
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla (Atasözü)

İlber Ortaylı’nın Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Keşanlı Yönetici ve İş Adamları Derneği ve Türkiye İhracatçılar Meclisi temsilcilerinin katıldığı bir yemekte iş insanlarına yaptığı kısa konuşma, ülkemizde ekoeleştirinin her zaman ve her alanda ne kadar gerekli olduğunun iyi bir örneğidir.

Ortaylı, çevreci bir münevver olarak…[Trakya’nın] imparatorluğu besleyen bir ziraat bölgesiolmasından hareketle Karar vermek zorundasınız. Ya sanayi ya ziraatdiyerek, iş insanlarına insaflı olmalarını; Trakya’dan ve deniz kıyılarından uzak yerlere, Anadolu’ya gitmelerini öğütlerken kendine özgü kimi gaflar yapıyor.

Sanayi kurmadığımız takdirde herifler tabiatı istismar ediyorlar, su kaynaklarını kontrolsüz bir şekilde; Konya Ovası’nda olduğu gibi. O da bizim felaketimiz olacak” diyen Ortaylı’ya göre sanayiciler Anadolu’ya giderlerse tabiat kurtulacak. ‘herif’ sözcüğü, hepsi de gerçek anlamından başka anlamda kullanılan (mecaz) 1- ‘Güven vermeyen, aşağı görülen, bayağı kimse’, 2- (teklifsiz konuşmada) ‘adam’ anlamlarına geliyor. Burada, Ortaylı’nın sözcüğü en dar anlamıyla “çiftçiler”, en geniş anlamıyla “köylüler” anlamında kullandığı belli oluyor. ‘Adam’ anlamıyla ise ‘kadın’ı dışlıyor. Yani O’na göre doğayı erkek çiftçiler sömürüyor, sanayiciler kurtarıyor.

Gaf üzerine gaf

Konuşmasına, “Boş insanların, ekip biçmeyen veya tezgah kullanmayan adamların çevreci laflarının bir şey getireceğine, bir ciddi teklif yaratacağına inanmıyorum.” diye devam eden Ortaylı, ekip biçmeyen veya tezgah kullanmayan erkeklerin ‘boş insanlar’ olduğunu ima ederek ve sadece (az önce aşağıladığı) ekip biçenlerin (erkek çiftçiler) ve tezgah kullanan erkeklerin ‘çevreci laflar’ının ciddi teklifler içereceğini söylemiş oluyor.

Yine, “Çalışan adam bilir neyin ne olduğunu. Üreten adam bilir…Bir memlekette çevreyle tarımla sanayinin dengesine hippiler karar vermez. Bunu yine çiftçilerin, sanayicilerin ve ciddi tüketicilerin kendilerinin düşünmesi lazım” cümleleriyle hippiler” (Toplumsal düzene, tüketime ve şiddete karşı çıkan, derbederce yaşayan, örgütlenmemiş gençler topluluğu) (TDK’nun yabancı sözlere karşılık ve tanımları çok yetersiz ve tartışmalı olsa da) ve “adam bilir” diyerek (medya görüntülerinde masasında kadın temsilciler de olduğu halde); yüzeysel tanıdığı anlaşılan, bu ülkenin genç ekolojist- yeşil ve çevrecilerini (belli ki sadece dış görünüşlerine vb. bakarak) ve kadınlarını hor görüyor.

Sonuçta, pek çok medyatik bilimci, yazar ya da profesör unvanlı yönetici vb. gibi Ortaylı (da), uzmanı olmadığı bir alanda konuşmakla kalmıyor; ekoeleştirel açıdan gaf üstüne gaf yapıyor. Böylece (egemen) güç (düzen) ilişkilerinin birbirine nasıl bağlı olduğuna, doğa ve çevreyle olan ilişkilerin egemenlerin yararına kullanılmak üzere nasıl düzenlendiğine ve egemen güçlerin ilişkileri yeniden şekillendirilip nasıl ürettiğine iyi bir örnek oluşturuyor. Kültürel ilişkileri nasıl çarpıtıp, toplumun bir kesimini (çiftçiler, kadınlar ve gençlerin bir bölümü) nasıl ayırımcı biçimde dışladığına da. Üstelik, bu ülkenin üstüne kabus gibi çöken bugünlerin nedeni olan 12 Eylül darbesini, “bildiri ve karar hükümleri ile yayımlanan ve yayımlanacak olan kanunların Anayasaya aykırılığı iddiası ileri sürülemez” olan Milli Güvenlik Konseyi’ni ve onun miras bıraktığı yasakçı; sosyal devleti, iş güvencesini, üniversiter özgürlüğü vb. yok eden; doğayı talana açan yasaları yapanların ‘hippi sandığı’ o genç kuşaklar olmadığını ve o kuşakların anne ve babalarının 68’li veya 78’li kül yutmazlar olduğunu unutarak [*]

Her şeyi bildiğini sanarak, taşlar bağlı köpekler salınmış bir ortamda kaş yapayım derken düşüncesizce göz çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur.

*

[*] Darbeden, TBMM başkanlık divanının oluştuğu 1983 yılının Aralık ayına kadar 535 kanun çıkartılmıştı. Bununla beraber 1982 Anayasası’na koyulan geçici 15. maddeyle, bu üç yıllık süre içerisinde Milli Güvenlik Konseyi’nin, emrindeki hükümetlerin ve Danışma Meclisi’nin gerçekleştirdikleri faaliyetler hakkında herhangi bir yargı merciine başvurulamıyor ve bu dönem içinde yapılan kanunların Anayasaya aykırılığı iddia edilemiyordu.

O dönemin tüm anayasal, yasal ve sosyal devlet düzenini Ortaylı’nın deyişiyle hiç olmadığı kadar ‘istismar’a açan önemli kanunları: 1982 Anayasası ve Sıkıyönetim, Yüksek Öğretim, Turizm Teşvik, Hekimlere zorunlu hizmet, Siyasi Partilerin Kapatılması, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Siyasi Partiler, Sendikalar, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt, Çevre, Dernekler, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri kanunlarıdır.

Örn.: Turizmi Teşvik Kanunu, özel yatırımcıdan yana büyük kolaylıklar sağlanmış; bu kolaylıkların başta orman ve su kaynaklarımıza ülkeye vereceği zararlar düşünülmemiştir. Bu ve diğer yasalarımızla turizm yatırımcılarına sağlanan ve 14 maddede toplanabilen teşvikler şunlardır:

a) Turizmi Teşvik Kanunu ile sağlanan Teşvikler: 1-Kamu arazilerinin turizm yatırımları için yatırımcılara tahsisi; 2- Turizmi Geliştirme Fonu’ndan yararlanma; 3- T. Kalkınma Bankası tarafından verilen turizmi kredilerinden yararlanma; 4- Su, elektrik, havagazı tarifelerinde indirim; 5- Telefon, fax, ve teleks tahsislerinde öncelik;  b) Teşvik Belgesi ile Sağlanan Teşvikler: 6- Gümrük vergisi ve Toplu Konut Fonu istisnası; 7- Yatırım indirimi; 8- İthal ve yerli makine ve teçhizatta KDV istisnası; 9- Vergi, resim ve harç istisnası; 10- Enerji desteği; 11- Arsa tahsisi; 12- Yatırımları Teşvik Fonundan kredi tahsisi;  c) Diğer teşvikler: 13- Kurumlar Vergisi istisnası; 14- Emlak Vergisi istisnası” (Y.N.)

Doğa ile boyanmaya hazır olun: Bir çiftçinin renkleri…

Birnur Temel Birtane’nin doğa ile olan sıkı bağlarından doğmuş olan Bir Çiftçinin Renkleri – Doğal Mürekkep Yapımı kitabı Yeni İnsan Yayınevi etiketiyle raflara çıktı.

Doğayla birlikte hareket etmenin inceliklerini zanaat üzerinden gündeme getiren Birtane, her bir malzemesi doğadan gelen doğal mürekkep yapımını coğrafya, bitki örtüsü, mevsimler ve iklim üzerinden inceliyor.

Kitapta, zaman içerisinde kaybettiğimiz kültürel bilgiler ve metotlar,  sonundaki tarihsel çizelgeyle kapsamlı bir şekilde sunuluyor. Sebzeler ve meyveler ile yemişler ve çiçekler olmak üzere iki ana bölüme ayrılan kitapta toplam 26 boyar maddenin hem tarımsal hem zanaat özelindeki bilgileri yer alıyor. Kitaba onlarca açıklayıcı illüstrasyon eşlik ederken, evde yapılabilecek pratik ve sade tariflerle mürekkep yapımını paylaşılıyor. Bugün çiftçinin ekip biçtiğinin, tarlasında kendiliğinden yetişen ot ve çiçeklerin birer mürekkep hammaddesi olabileceğini savunan kitap, tarımın ve toprağın sadece gıdamızı değil, renklerimizi ve kültürümüzü de zanaat üzerinden besleyebileceğini savunuyor.

Bir Çiftçinin Renkleri, bugünün doğasındaki insanı ve gündelik insan hayatındaki doğanın pozisyonunu kültürel miras üzerinden incelerken, doğadan renk elde etme pratiklerinin daha da unutulmadan nasıl muhafaza edilebileceğine dair yaratıcı örnekler sunuyor. Doğayı kaybederken kültürü ve rengi kaybettiğimizi de göstermeyi çabalayan yazar, toprakta yetişenle ve toprağın renkleriyle insan arasındaki ilişkiyi kurmanın bu çağın değil yüzyılların bir meselesi olduğunu hatırlatıyor.

Kitapta, MILKist Atölye olarak Türkiye’nin 15 şehrinde 154 atölye gerçekleştiren sosyal girişim projesinin bugüne kadar gittiği uzak köy ve ilçelerde gerçekleşen atölye fotoğrafları da paylaşılıyor. Rengin herkese eşit ve açık olduğunu savunan bu sosyal hareket, Birleşmiş Milletler, Milli Eğitim müdürlükleri, kültür kurumları ve yerel STK işbirlikleriyle Türkiye’nin farklı bölgelerinde ve farklı gruplarıyla kültür sanat üzerine gerçekleştirilmiş kapsamlı bir saha çalışması olarak ilk yayınını Bir Çiftçinin Renkleri ile yaptı.

 

Bütçe komisyonunda ‘gizli kanser raporu’ yeniden gündeme geldi: Yedi yıldır niye açıklamadınız?

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda dün Sağlık Bakanlığı’nın bütçesi görüşüldü.

Komisyonda söz alan CHP Tekirdağ Milletvekili Dr. Candan Yüceer, Bakan Fahrettin Koca’ya, halk arasında “Kanser Raporu” olarak bilinen ‘Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi’ni sordu:

“Araştırma yapılalıtam yedi yıl olmuş Sayın Bakan, ama inatla bu rapor hâlâ açıklanmıyor. Yed, yıl geçmesine rağmen bu araştırmanın sonuçlarını neden halka açıklamıyorsunuz? Bu sürede ne yaptınız? Ben, Bakan’dan bu sorulara açık ve net cevap vermesini bekliyorum.”

Halkın bu çalışmadan, 2019 yılında bilim insanı Bülent Şık‘ın, rapordan iki yıl sonra yayınladığı yazı dizisinden haberdar olduğunu vurgulayan Yüceer, 7 yıl geçmesine rağmen bu araştırmanın sonuçlarını neden halka açıklamıyorsunuz? Bu sürede ne yaptınız?” diye sordu.

Sağlık Bakanlığı’nın 16 ayrı projeden oluşan söz konusu araştırmada yer alan akademisyenlerden biri gıda mühendisi Yard. Doç. Dr. Bülent Şık’tı. Şık, kanser vakalarında çevre kirliliğinin etkisine işaret eden rapor açıklanmayınca sonuçları Nisan 2018’de Cumhuriyet gazetesinde yayırlanan bir yazı dizisiyle duyurmuş, Bakanlık, Şık hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.

‣ Ergene ve Dilovası’nda yapılan kanser araştırması sonuçları neden açıklanmıyor? – Bülent Şık

Hazırlanan iddianamede Şık’ın ‘göreve ilişkin sırrın açıklanması’, ‘yasaklanan gizli bilgileri temin etme ve açıklama’ suçlamalarıyla 12 yıla kadar hapisle yargılanmış, verilen  15 ay hapis cezası ‘açıklanan belgelerin gizli olmadığı’ gerekçesiyle istinaf mahkemesinde bozulmuştu.

Ergene hala kapkara akıyor: Neyi, niye, hangi hakla gizliyorsunuz?

ANKA’nın aktardığına göre Yüceer, konuşmasına şöyle devam etti:

“Ergene, benim seçim bölgemde, hâlâ kapkara akıyor, kanser saçmaya devam ediyor. İçinde, bırakın balığı, bakteri bile hâlâ yaşayamıyor. İçinde her çeşit ağır metal var, kadmiyumdan arseniğe, siyanüre kadar birçok ağır metal var.

“Sadece Ergene de değil, havzanın tamamı gerçekten çok kirli. Bölgede kanser vakaları patlamış durumda, tavan yapmış durumda ama siz ne yapıyorsunuz? Hem buna ilişkin bilgileri gizliyorsunuz hem ölüm istatistiklerini yayınlamıyorsunuz.

Neyi, niye, hangi hakla gizliyorsunuz? Yoksa çıkın, deyin ki bize ‘Her şey yolunda, sıkıntı yok, Ergene ve Dilovası’ndaki vatandaşlarımız rahat etsin’. Eğer bir şey varsa ki raporlarda var görünüyor, öyle ve bizim yaşadıklarımız, gördüklerimiz de öyle, insanlar alabilecekleri önlemleri alsın. Hem kirliliği önlemeyin, insanların sağlığını riske atın, kanser vakaları alsın başını gitsin, buna ilişkin bilgileri gizleyin, insanlar ne olduğunu bilmesin, sonra da ‘Dikkat edin, risk var’ diyen bilim insanlarını bu bilgileri açıklıyor diye dava edin, işinden edin.”

‣ Ergene Nehri’ndeki kirliliğin araştırılması önergesi AKP-MHP oylarıyla reddedildi
AKP döneminin ekolojik yıkım projeleri: Türkiye artık bir enkaz

Sonuçları iki buçuk yıl önce Çevre Bakanlığı’na verdik

Yüceer’e cevap veren Bakan Koca, araştırmanın sonucunu iki buçuk yıl önce Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na ilettiklerini söyledi:

Biz o raporu, 2 yıldan daha fazla süre önce 2,5 yıl kadar oluyor, gereğinin yapılması üzere Çevre Bakanlığı’na olduğu gibi, -kaygılarınız varsa- bütün netlikle bildirdik.”

Gizli tutulan kanser raporunda Şık’ın yer aldığı proje dışında 15 araştırma daha bulunuyor. Bu araştırmaların sonuçları hâlâ kamuoyuna açıklanmadı.

 

Hacettepe’de yol uğruna ağaç kesimi: Yol açılmasıyla uygarlık olmuyor

Hacettepe Üniversitesi’nin Beştepe Kampüsü’nde kesilen ağaç görüntülerinin sosyal medyada paylaşılmasıyla ODTÜ’den sonra Hacettepe’de yapılan yol da tepkilere neden oldu. Görüntülerin yayınlanmasının ardından hem Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden (ABB) hem de Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’nden açıklama geldi. Rektörlük mevcut yolların genişletildiğini, A ve B girişine ek batı istikametinde yeni bir giriş açıldığını belirtti. Buna gerekçe olarak da öğrencilerin ve personelin kampüse daha kolay erişiminin sağlanması hedefi gösterildi. Ayrıca düşük karbon salımı kaygısı da bu girişin yapılma hedeflerinden biri olarak öne sürüldü.

Rektörlük açıklamasında ağaç kesiminin de olmadığı belirtilmişti. Ancak kampüsteki ormanın yakınında oturan site sakinleri, alanda ağaçların kesildiğini söylüyor.

Yeşil Gazete’ye konuşan site yöneticisi Havva Cankat Özkalaycı, projenin uzun süredir gündemde olduğunu ve ormanda Ağustos’tan bu yana ağaç kesimi yapıldığını belirtiyor:

Uzun süredir gündemde olan bir proje, Hacettepe üniversitesi ve kendisinin iki adet giriş kapısı var ve bunların yeterli olmadığını ileri sürerek orman tarafından bir giriş daha yapılıyor. Bir şekilde ertelendi biz birkaç kez görüştük ama önceden de ormanın içinde çok fazla kez kesim yapıldı. Kendi ormanı içinde çeşitli tesislere gitmek için Orman Bakanlığı sözde ağaç rehabilitasyonu adı altında yol açmak için birçok ağaç kesti. Ne var ki biz onlara müdahale edemiyoruz. Nihayetinde bizim görmediğimiz alanlardaydı, ormana yürüyüşe gittiğimizde görebiliyorduk. En son gittiğimizde çok büyük bir yol açılacağını fark ettik.”

Bu sözler ormanın yakınında bulunan sitenin yöneticisi Kalaycı tarafından dile getiriliyor. Kalaycı, kendilerine uzak bir noktada olduğu için daha önceki ağaç kesimlerine müdahale edemediklerini söylüyor.

Öte yandan görüntülerin paylaşılmasıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi de hedef haline geldi. Belediye tarafından yapılan açıklamada, belediyenin üniversite arazisi içerisinde yeni yol çalışması olmadığı, görüntülerdeki kişilerin ABB çalışanı olmadığı ifade edildi. Açıklamada belediyenin üniversitede hiçbir çalışması olmadığı söylenmişti.

Sosyal medyada projede çalışanların da göründüğü bir paylaşım yapılmıştı. ABB görüntüleri yalanladı. Saatler sonra belediyeden yeni bir açıklama yapıldı ve ABB’nin açıklamasında üniversitenin başka bir bölgesinde bulunan toprak yolda bakım ve asfalt kırığı çalışması yapıldığı belirtildi.

Hacettepe Üniversitesi’nden yapılan açıklamada da aynı şekilde ABB’nin kampüs içerisinde bir ağaç kesimi yapmadığı belirtilmişti. Açıklamada ormandaki işlem için yetkili kurumlardan izin alındığı, Orman Genel Müdürlüğü ile koordinasyon içinde bakım ve seyreltme çalışmaları yapıldığı bildirildi.

Sitede oturan ismini vermek istemeyen bir yurttaş ise üniversitenin ormanın ortasından kocaman bir yol geçirdiğini belirterek rektörlüğe şu soruları yöneltiyor:

Ulaşım sorununu daha modern daha sık toplu taşıma yerine bireysel araç trafiğini artıran yol yaparak mı çözmeye çalışıyorsunuz? Bir de bunun gözümüzün önünde kesilen (ve bazıları hala yerde duran) onca ağaçla çevreye olumlu katkı yapacağını söylüyorsunuz.”

Öte yandan Havva Cankat Özkalaycı da Hacettepe Üniversitesi’nin anlaşmış olduğu taşeron firmanın işlemi sürdürdüğünü anlatıyor:

“Ancak bir sabah üniversitenin kendi tuttuğu taşeron firma geldi. Bütün ağaçları kesmeye başladı ve bize gerekçe olarak ‘burada yol açılacak, o yüzden kesiyoruz’ denildi. Hacettepe’nin kamuoyuna yaptığı açıklama kesinlikle doğru değil. Herhangi bir şekilde rehabilitasyon ya da sağlıksız ağaçların kesimi değil, doğrudan yol açılması için yapılan bir kesim bu. O geniş yolun sağındaki bütün ağaçları kestiler.”

Çayyolu tarafından kampüse giriş yapan öğreti görevlileri için daha rahat ulaşım sağlanması amacıyla yolun açılmasının uygun görüldüğünü belirten Kalaycı, “O yolu kesinlikle açacaklar biliyoruz ama yol açılmasıyla uygarlık olmuyor. Mutlaka alternatif çözüm yolları olabilir. Toplu taşımaya yönlendirilebilir. Madem bu kadar çok karbon salımına önem veriyorlar; insanların araç kullanımı teşvik etmektense; kendi içlerinde bir ulaşım çözümü bulabilirlerdi” diyor ve ekliyor:

“Böyle yapmayıp en kolay yolu seçtiler; ağaçları keselim, yolu açalım, biz rahat edelim gerisi hiç önemli değil. Çevrede oturanlar önemli değil, onların maruz kalacağı salım önemli değil; yeter ki biz kendi öğretim görevlilerimizi rahatlıkla kolay bir yoldan üniversiteye sokalım(!) Yarın öbür gün başka bir yerden girmek isteyen öğretim görevlileri olursa oradan da ağaç kesip yol mu açacaklar?”

Ağaç kesimiyle ilgili çevredeki yurttaşlara bilgilendirme yapılmadığını, ağaç kesimini kendileri bizzat şahit olarak öğrendiklerini aktaran Kalaycı, ağaçların kesildiğini söylüyor. Belediyenin konuya dahili olmadığını belirten site yöneticisi, rektörlükle görüşmek istediğini ancak site sakinleri tarafından kamuoyuyla paylaşılan görüntülerden sonra rektörlükçe kendilerine yönelik bir tepki oluştuğunu aktarıyor ve ekliyor:

“Hacettepe Üniversitesi Orman Bakanlığı’yla sözde ağaç rehabilitasyonu yaptığını söyleyerek bütün ağaçları kesti. Bu ne kadar devam edecek? Her taraftan talep olduğunda oralardaki ağaçları da mı kesecekler? Sorunun çözümü bu olmamalı. Ankara’nın nefes alabileceği çok fazla orman yok. Bir ODTÜ ormanları var, bir Hacettepe ormanları var. Onları da böyle peyderpey kesiyorlar.”

 

Beşkonak’ta köylülerin direnişi sonuç verdi: Mermer ocağına verilen ÇED kararı iptal edildi

Antalya’nın Manavgat ilçesi Beşkonak bölgesindeki Kırkkavak Köyü yakınlarında açılmak istenen mermer ocağına Valilik tarafından verilen ‘ÇED Gerekli Değildir‘ kararı, Antalya 5’inci İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Geçen yıl Manavgat’ta çıkan büyük yangından kurtarılan Beşkonak’taki kızılçam ormanlarında Taş Kütüphanesi adlı Çinli ve yerli ortaklı bir firmanın açmak istediği ocak için bölgeye iş makineleri girmiş ve ağaçları kesmeye başlamıştı.

11 köy halkının direnişi üzerine çalışmalar durdurulmuş, jandarmanın biber gazlı müdahelesiyle karşılaşan köylülerden 30 kişi gözaltına alınmıştı.

‣ Yangın yorgunu Manavgat ormanlarına maden ocağı tehditi
‣ Manavgat’ta mermer ocağına direniş sürüyor: Beşkonak sahipsiz değildir!

Köylülerin hukuki mücadelesi sonuç verdi.

DW Türkçe’den Alican Uludağ‘ın aktardığına göre köylülerin avukatı Tuncay Koç, bölgenin birçok endemik bitki ve canlının yer aldığına dikkat çekerek, mermer ocağıyla bölgenin tahrip edileceği, alanda bulunan yer altı su kaynaklarının kirleneceğini mahkemeye sunarak projeye 2018’de Antalya Valiliği tarafından verilen ÇED Gerekli Değil raporunun iptalini talep etti.

Antalya 5’inci İdare Mahkemesi, kararda hukuka, mevzuata ve kamu yararına uygunluk bulunmadığına hükmederek kararı iptal etti.

Mahkeme kararında, bilirkişi raporunda tespit edilen eksikliklere de vurgu yapıldı. Proje sahasında antik dönem yapı kalıntılarına rastlandığı ancak projede bununla ilgili herhangi bir çalışmanın yapılmadığı, proje tanıtım dosyasında su kaynağının olmadığı belirtilmesine karşın dört adet su kaynağının topografik haritada görülebileceği belirtilerek dolayısıyla bölgede projeden etkilenebilecek su kaynaklarının bulunduğu da yer aldı. Alanda yapılacak madencilik faaliyetlerinin yakın çevredeki floraya olumsuz etki edeceği belirtildi.

Ocak için açılacak alana sadece iş makinelerinin girebilmesi için en az 300 kızılçam ağacının kesileceği belirtilmişti.

Türkiye’nin dört önemli coğrafik bölgesinden Beşkonak, birçok endemik canlı türüne sahip ormanlara, Selge Antik Kenti, Oluk Köprü ve Büğrüm Köprü, Kral Yolu, su kemerleri, harabeler, Tazı Kanyonu’na ve yıllık ortalama dört milyon yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Köprülü Kanyon Milli Parkı‘na ev sahipliği yapıyor.

Daha önce ilçeye bağlı Karadağ Mahallesi’nde de bir mermer ocağı açılmak istenmiş, ancak köylülerin büyük tepkisi üzerine bundan vazgeçilmişti.

 

Sibirya’da çözünen permafrostlardan çıkan 50 bin yıllık virüsler canlandırıldı

Bulaşıcı özelliklerini koruyorlar

Tam olarak 48.500 yıllık amip virüsü, şu anda ön baskıda olan çalışmada özetlenen 13 örnekten biri ve bunlardan dokuzunun on binlerce yaşında olduğu düşünülüyor. Araştırmacılar, her birinin genomları açısından bilinen diğer tüm virüslerden farklı olduğunu tespit etti. 

Rekor yaştaki virüs bir gölün altında bulundu. Diğer virüslerin bazıları ise mamut yünü ve bir Sibirya kurdunun bağırsaklarında bulundu ve hepsi de permafrostun altına gömülmüştü. Canlı tek hücreli amip kültürlerini kullanan ekip, virüslerin hala bulaşıcı patojen olma potansiyeline sahip olduğunu kanıtladı.

Çalışmayı yapan ekip, daha önce 30.000 yıllık bir virüsü de keşfedip canlandırmıştı. Yeni bulunan örnek gibi o da ışık mikroskopu kullanılarak görülebilecek kadar büyük bir pandoravirüstü. 

Çalışmayı yapan ekibin 2015 yılında canlandırdığı  30 bin yaşındaki dev virüs.

Canlanan virüse, boyutuna ve içinde bulunduğu permafrost toprağın türüne işaret eden  Pandoravirus yedoma adı verildi . Araştırmacılar, yalnızca amipleri hedef alan virüslerin ötesinde, bulunacak çok daha fazla virüs olduğunu düşünüyor.

Buz eridikçe salınacak virüslerin çoğu bizim için tamamen bilinmez olacak – ancak bu virüslerin dış ortamın ışığına, ısısına ve oksijenine maruz kaldıklarında ne kadar bulaşıcı olacakları henüz belli değil. 

‘Buzun altında küçük memeli virüsleri de olabilir’

San Francisco‘daki Kalifornia Üniversitesi‘nden Virolog Eric Delwart, bu dev virüslerin, permafrostun altında neyin saklı olduğunu keşfetmek için sadece bir başlangıç ​​olduğunu söyledi. New Scientist’e  konuşan bilim insanı, “Eğer araştırmacılar gerçekten de antik permafrost’tan canlı virüsleri izole ediyorlarsa, daha küçük, daha basit memeli virüslerinin de çağlar boyunca donmuş halde bulunması muhtemeldir” dedi .

Araştırma henüz hakem denetiminden geçmedi ancak bioRxiv’de yayımlandı.  

Öte yandan Dünya ısınırken sadece antik virüsler değil, çok sayıda bakteri de çevreye salınıyor. Ancak elimizdeki antibiyotikler göz önüne alındığında, daha az tehdit edici oldukları söylenebilir.  Yine de SARS-COV-2’de olduğu gibi yeni bir virüs, özellikle Kuzey Kutbu daha kalabalık hale geldikçe halk sağlığı için çok daha büyük sorunlara yol açabilir. 

Araştırma: Teflon tava üzerindeki tek bir çizik, binlerce mikroplastik parçacığı açığa çıkarıyor

Yapışmaz pişirme kapları daha önce toksik etkisi olan “sonsuz kimyasallarla” ilişkilendirilmişti, ancak yeni bir çalışma, bir kızartma tavasındaki tek bir çatlaktan kaç tane plastik parçacığın sızabileceğini ortaya koydu.

Küresel Çevresel İyileştirme Merkezi‘nden araştırmacıların gerçekleştirdiği çalışmaya göre, teflon kaplama üzerindeki bir yüzey çiziği, gıdaları zararlı kimyasallarla kirletme potansiyeline sahip 9.000’den fazla mikro ve nanoparçacık saçabilir.

Yapışmaz pişirme kaplarının çoğu , kısaca PFAS olarak bilinen eser miktarda per- ve polifloroalkil maddeleri içeriyor. Belirli PFAS’lara maruz kalma, karaciğer ve böbreklerde hasara yol açabiliyor, yüksek tansiyon ve bazı kanserler de dahil olmak üzere büyük sağlık sorunlarına neden olabiliyor.

Yeni nesil kaplamalar da risk taşıyor

Teflon kaplı pişirme kapları, 2013 yılına kadar PFOA (perfluorooktanoik asit) adı verilen bir kimyasal eklenerek yürütiliyordu. Günümüzde teflon , bazıları benzer sağlık riskleriyle bağlantılı olan yeni nesil PFAS ile üretiliyor. 

Araştırma bulguları, yapışmaz kaplamadaki küçük bir çatlağın bile potansiyel olarak zararlı binlerce parçacığı -aşınmış bir tavada yemek pişirirken milyonlarcaya yakın- saçtığını gösteriyor.

Araştırmacılar, bu parçacıkların kaçınılmaz olarak gıdaya karıştığı için, güvenli pişirme kapları seçmenizin önemine vurgu yapıyor ve bunun için örneğin seramik kaplı pişirme kaplarını öneriyor.

Avustralya‘daki Flinders Üniversitesi Bilim ve Mühendislik Fakültesi’nden Prof.  Youhong Tang,” Çalışma, pişirme gereçlerini seçerken ve kullanırken gıda kontaminasyonunu önlemek için çok dikkatli olmamız gerektiğine dair bize güçlü bir uyarı veriyor” dedi.

Aşırı ısıtmayın

Araştırma ekibi, yapışmaz pişirme kaplarından dökülebilecek parçacıkları saymak için bir algoritma da geliştirdi. Algoritmalarını moleküler görüntülemeyle birlikte kullanan ekip, bir yemek pişirmek için gereken sürede bir tavanın kırık kaplamasından binlerce ila milyonlarca mikroplastik ve nanoplastiğin – iki-üç milyona kadar – salınabileceğini tahmin etti.

Newcastle Üniversitesi‘nden Cheng Fang, “PFAS’ın büyük bir endişe kaynağı olduğu göz önüne alındığında, gıdalarımızdaki bu teflon mikropartikülleri önemli bir sağlık sorununa yol açabilir” diye konuştu.

Çoğu yapışmaz tavada, potansiyel olarak zararlı dumanların çıkmasını önlemek için orta derecenin üzerinde ısıtmama talimatı bulunuyor. 

Cinayet mahalli barınakta nöbet: Yollar kapatıldı, köpeklerin akıbeti bilinmiyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın sokakta yaşayan köpeklerle ilgili yaptığı “Belediyeler, barınaklar inşa ederek sahipsiz, başıboş sokak hayvanlarını toplamalı” açıklamasının ardından sokakta yaşayan hayvanlara karşı yeniden yükselen nefret bu kez Konya ve Ankara‘da kendini gösterdi.

Konya Büyükşehir Belediyesine ait ‘rehabilitasyon’ merkezinde tutulan köpeklerin kürekle vurularak ve başka şekillerde katledildiği şiddet dolu görüntülerin ardından soruşturma kapsamında iki kişinin gözaltına alındığını ve ilgili müdürün görevden uzaklaştırıldığını söyledi. Vatandaşlar ve yetkililerin barınağın önünde bekleyişi sürüyor.

Yeşil Gazete‘ye ulaşan son bilgilere göre Türkiye’nin pek çok yerinden gönüllüler Konya’daki barınağa gidiyor, ancak tüm yollar kapatılmış durumda ve insanlar içeri alınmıyor.

Barınağa yalnızca, yollar kapatılmadan önce gece ulaşan bir ekip girebildi.  Konya’yla ilgili aylardır süren şikayetlerin olduğu aktarılırken, Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından sonra ‘Konya sokaklarında köpek bırakılmadığı‘, yaklaşık üç bin hayvanın ‘padok’ yani kafes sisteminin de bulunmadığı bir açık alanda kanunsuzca tutulduğu aktarılıyor.

Erdoğan, geçen haftaki bir açıklamasında bu barınağı örnek göstererek ‘çok iyi çalışmaları var’ demişti.

‘Toplamak yasalara aykırı’

Sokakta yaşayan köpeklere uygulanan şiddet, siyasilerin de kanunsuz açıklamaları ve hukuksuz talimatlarıyla her geçen gün büyüyor.

Dün Ankara‘da AKP’li Mamak Belediyesi‘nin usulsüz toplamasına engel olmaya çalışırken belediye ekiplerinin saldırıısna uğrayan Ankara Barosu Hayvan Hakları Merkezi Başkanı Avukat Tuğba Gürsoy‘la konuştuk.

Gürsoy, “Türkiye’nin en büyük sorunu haline gelmiş durumda bu konu” diyor:

“Mamak da Konya’ya benzer şekilde sürekli küpeli köpekleri topluyor ve Belediye Başkanı Murat Köse açık açık sokaklarda köpek olmamasını söylüyor, kanuna aykırı bir beyanı var. Barınak hınca hınç küpeli köpek dolu.

Dün Baro’ya gelen ihbarlar üzerine pek çok köpeğin rastgele ve usülsüzce toplandığını, bazı köpeklerin de öldüğünü ve yaralandığını öğrenen Gürsoy olay yerinde Mamak Belediyesi Geçici Hayvan Bakımevi‘ne ait aracın yanında iğneler ve henüz bilinmeyen araçlarla vurulmuş kanlar içinde yatan köpekler gördü.

Trafik güvenliğini tehlikeye atarak iğnelerle hayvanların vuran ve usulsüz toplama yapan belediye araçlarını takip eden avukat Gürsoy’un yolunun hem kesilmesi ve belediye çalışanlarının fiziki ve sözlü saldırısına uğraması üzerine Türkiye Barolar Birliği ve  pek çok il barosu, yaşanan hukuksuzluğa karşı harekete geçtiklerini açıkladı.

Gürsoy, şunları söyledi:

“Bundan yaklaşık altı ay önce ziyaret saatlerinde gittiğimiz barınağa almadılar ve ‘İstediğimizi alırız, istediğimizi almayız’ şeklinde konuştular. Hukuksuzluk diz boyu ve buralar kanun tanımaz toplama kamplarına  dönmüş durumda. Veteriner İşleri Müdürü vekili, kanunsuz talimat veriyor ve işçiler de bunları uyguluyor.

Dün de bu kişi orada almasına rağmen işçiler, beni de tartaklayarak, köpeği de tartaklayarak küpeli köpeği barınak kamyonuna attılar, yaka paça attılar hayvanı içeri. O köpeğin akıbetini de şu an bilmiyoruz. Dün takip ettiğim üç barınak kamyonun birinden hayvanların ciyak ciyak sesleri sokaklarda yankılandı. O köpeklere ne oldu, hangi köpeklerdi?

Bilmiyoruz…”

Belediye Başkanı barınakta açıklama yapmak yerine Twitter’da sohbet etti

Dün bu olayların ardından Mamak’taki barınağa giden gönüllüler, meclis üyeleri, milletvekilleri barınağın önüne toplandı. Ancak denetim yetkisi olan Belediye Meclisi üyeleri içeri alınmadı ve iki avukat da fiziksel şiddete maruz kaldı.

Gürsoy,  “Belediye Başkanı ise orada bir açıklama yapmak yerine gece Twitter’da bir sohbet odası açarak insanların ‘gazını almaya’ çalıştı. Yapması gereken şey barınağın önüne gelmekti” diyor:

“Burada çok kötü bir açıklaması da oldu Köse’nin. Dünyadaki bütün canlı ve cansız varlıklar insanlara hizmet etmek için vardır gibi bir cümle sarf etti ki bu çok tehlikeli. Çok korkunç, bu zihniyetle zaten yol alamayız.

‘İnsanlar korkuyorsa, saldırıya uğruyorsa -ki köpeğin koşmasına bile saldırı deniyor- bu kırmızı çizgimiz;, şikayet varsa hayvanları toplayacağız’ da dedi: Bu tamamen kanuna aykırı bir söylem.

https://twitter.com/melek_ayozdogan/status/1595843594497171457?s=20&t=xqQ4Y9gu_HSA5f5i2BQVrg

Hayvan hakkı savunucuları, geceden bu yana hem Mamak hem de Konya’da barınaklar önünde bekleyişlerini sürdürüyor.

Bakmaya yüreğimizin dayanmadığı şeyleri hayvanların her gün yaşadığı yerlerdir barınaklar

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) de şu mesajı paylaştı:

“Köpekler barınaklara kapatılsın” sözünü her duyduğumuzda barınak gerçeklerini anlatmaya çalıştık. Bizim bakmaya yüreğimizin dayanmadığı şeyleri hayvanların her gün yaşadığı yerlerdir barınaklar. Hayvanlar bu işkenceyi yaşarken faillere ise hiçbir şey olmuyor.

Çünkü kamu çalışanları soruşturma engeli yüzünden yargılanamıyor. Kanun değişikliği yapılırken soruşturma engelinin ortadan kalkmasını ve sorumluluklarını yerine getirmeyen belediyelerin ceza kapsamına alınmasını istemiştik ancak bu talebimiz gerçekleşmedi.

Aylardır sokakta yaşayan köpeklerin toplanıp barınaklara kapatılması gerektiği söyleniyor. Barınakların hayvanlar için “sıcacık yuvalar” haline getirilmesi talimatları veriliyor. Sonuç ise işte bu! Hayvanların kapatılmasını istediğiniz yerler; barınaklar, ölüm kampıdır!”