Ana Sayfa Blog Sayfa 679

‘Zuhal’ İtalya’dan iki ödülle döndü

Nazlı Elif Durlu’nun yönetmenliğini yaptığı Zuhal, İtalya’dan iki ödülle döndü.

12-19 Kasım tarihlerinde İtalya’nın Lecce şehrinde gerçekleşen 20. Festival del Cinema Europeo’nun (Avrupa Sineması Festivali) uluslararası yarışmasında gösterilen film, En İyi Senaryo Ödülü ile FIPRESCI (Uluslararası Eleştirmenler Birliği) Ödülü’nün kazananı oldu.

Türkiye toplumunun çok katmanlı portresi

İtalya’dan Paola Casella, Slovenya’dan Živa Emerši, Polonya’dan Joanna Orzechowska- Bonis’ten oluşan FIPRESCI jürisi, “Sade görünen, ama beklenmedik derecede katmanlı fikri ve bu fikrin zekice geliştirilmesi” gerekçesiyle ödülü Nazlı Elif Durlu’ya verdiklerini belirterek şunları söyledi: “Bağımsız ve güçlü bir kadın karakterin sürreal arayışı, konformizm ve korkaklık içinde davranan apartman sakinleri aracılığıyla modern Türkiye toplumunun çok katmanlı portresini ortaya koyuyor. Filmin bilinçli bir şekilde hafif başlayan tonu, Türkiye’de kadının rolünü ciddi ve  içten bir şekilde yansıtırken; film, eleştirel düşüncelerini bir kedi arayışının altına -önemli mesajının izini de kaybetmeden- akıllıca gizliyor.”

Antalyadan İstanbula ödüllü

Senaryosunu Nazlı Elif Durlu ve Ziya Demirel’in birlikte yazdığı Zuhal, bu yıl 41. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışması’nda En İyi İlk Film Ödülü, En İyi Senaryo Ödülü ve En İyi Kurgu Ödülü’nü kazanmış, Engelsiz Filmler Festivali’nde de En İyi Senaryo seçilmişti.

Dünya prömiyerini geçen yıl Tallinn Black Nights Film Festivali’nde yapan film, Türkiye prömiyerini yaptığı 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden de başrolündeki Nihal Yalçın’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü getirmişti. 30 Eylül 2022 tarihinde Başka Sinema dağıtımı ile sinemalarda gösterime giren “Zuhal”, özel gösterimlerle sinemalarda seyirciyle buluşmaya devam ederken, çok yakında dijital kanallarda da gösterimde olacak.

Bir kedi sesinin peşinde

Yapımcılığını Anna Maria Aslanoğlu’nun üstlendiği Zuhal, başarılı bir avukat olan ve İstanbul’un merkezinde yalnız yaşayan Zuhal adlı bir kadının, evinin derinlerinden gelen bir kedi sesinin peşinde çıktığı çaresiz arayışı ve o güne dek hiç iletişim kurmadığı komşularıyla yaşadığı absürt olayları konu alıyor. Zuhal rolünde Nihal Yalçın’ı izleyeceğimiz filmde Sadi Celil Cengiz, Çağdaş Ekin Şişman, Sena Başdoğan, Sencar Sağdıç, Aysan Sümercan, Serpil Gül, Burcu Halaçoğlu, Sarp Aydınoğlu, Fatih Al, Şebnem Sönmez ve Nur Sürer rol alıyor.

 

 

Kadın örgütleri ve partilerden Taksim’de yasaklanan 25 Kasım eylemine çağrı

Eşitlik için Kadın Platformu (EŞİK) ve Yeşiller Partisi‘nden, 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü için İstanbul Taksim‘de düzenlenecek kadın eyleminin Beyoğlu Kaymakamlığı’nca yasaklanmasına yanıt var. EŞİK ve Yeşiller, ‘Yasaklanan meydanlarda şarkı söylemeye devam edeceğiz” dedi.

EŞİK’ten yapılan açıklama özetle şöyle:

Her yıl 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde, 60 yıl önce Dominik Cumhuriyeti’ni yöneten Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden, kod adları “kelebekler” olan Mirabal kızkardeşlerin dünya kadınlarına miras bıraktığı “kelebek kanatlarımızı” daha güçlü çırpıyoruz.

Her güne, en az üç kadının katledildiği, bir o kadarın da şüpheli şekilde “öldüğü” haberiyle başlamaya alışmayacağız, bunu kanıksamayacağız. Kadına karşı SAVAŞ ve cinskırım boyutlarına gelen kadın cinayetlerinin, ülke dışında yürütülen savaşlarla aynı yıkıcı, yok edici eril zihniyetten beslendiğinin farkında olarak, her tür savaşa karşı yaşamı savunmaya devam edeceğiz.

Kadınların salt kadın oldukları için yaşamdan koparılması karşısında sesini çıkarmayan, görevini yapmayan herkes bu büyük savaşın bir parçasıdır. Her bir kadın cinayeti haberinin ardından evinde şiddet riski olan kaç milyon kadın ve çocuğun delik deşik uykularla yaşadığını, şiddetin hayatı nasıl cehenneme çevirdiğini asla unutturmayacağız. Kadına karşı şiddetin düştüğü, kadın cinayetlerinin azaldığını iddia ederek sorumluluktan kaçmaya, kadınların hayatlarını ucuz siyaset malzemesi yapmaya çalışanları açığa çıkarmaya devam edeceğiz.

… 25 Kasım 2022’yi kadınların yüzyıllardır vermiş oldukları mücadelelerle, canlarıyla kazandıkları hakların bir bütün olarak tehlike altında olduğu koşullarda karşılıyoruz. Kışkırtılmış, kamu kaynaklarıyla beslenmiş, kimi temsil ettikleri belirsiz sözüm ona sivil toplum örgütlerinin gerçekleri karartma, eşitliğe, kadınlara ve LGBTİ+ varoluşa karşı bir nefret dalgası örgütleme mitingleriyle neye hizmet etmek istediklerini tüm ülkeye anlatmaya devam edeceğiz.

Haklarımızdan ve hayallerimizden vazgeçmemek üzere mücadele yürütürken, Anayasa’yı uygulamayanlar ve hatta tamamen Anayasa’ya aykırı bir şekilde kadınların haklarını güvence altına alan İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede tek adamın imzası ile çekilenler önümüze Anayasa değişikliğini dayatsalar da, temel hak ve özgürlüklerimizin referandum ve siyaset malzemesi yapılmasını kabul etmeyeceğiz. Dilimizden silinmesine çalışılan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”ni garanti altına alan yasalara; Anayasa, Medeni Kanun, 6284, İstanbul Sözleşmesi ve diğer temel haklarla ilgili sözleşmelere DOKUNMA, UYGULA demeye devam edeceğiz. DEMOKRATİK, LAİK, BARIŞIN sağlandığı bir ülke için çalışmaktan yorulmayacağız. ”

EŞİK açıklamasında beş acil taleplerini de hatırlattı:

  • Eşit yurttaşlık hakkımızı aşındırmaktan vazgeçin
  • Kazanılmış haklarımızı tehdit eden söylem ve girişimlere son verin
  • Evde, işte, sokakta, tüm toplumsal yaşamda şiddetsiz bir yaşam sürme hakkımız için acil eylem planı uygulayın
  • Eğitimi eşitlikçi, ayrımcılıktan uzak, bilimsel, laik, parasız hale getirin
  • Eşit istihdam, kreş ve işyerinde şiddeti önleme mekanizmaları için etkin politikalar uygulayın.

Yeşiller’den çağrı

Yeşiller Partisi Kadın ve LGBTİ+ Meclisi de herkesi Taksim’e, 25 Kasım eylemine çağırdı.

“… Dik duruşlarından korkarak tutsak aldığınız kadınların mücadelesini sahipleniyor; korkmadığımızı, yılmadığımızı, boyun eğmediğimizi bir kez daha haykırıyoruz. Mücadelemizi yükselteceğiz; kadınlara, çocuklara, LGBTQİ+’lara yönelik şiddetin önlenmesi için ve şiddetle mücadele edilmesine destek olmak için tasarlanan #İstanbulSözleşmesi’inden vazgeçmeyeceğiz: #İstanbulSözleşmesiYaşatır!

Yeni bir seçim dönemine girerken, ekonomik kırılganlık yaratarak ekonominin bir tür aba altından gösterilen sopaya döndürülmesi yoluyla izlenen politikanın farkındayız. Söz konusu ekonomik politikaların ilk elden kadınları, çocukları vurduğunu; ekonominin bir tür şiddet aracına dönüştürüldüğü görmezden gelmiyoruz. Yaratılan #KadınYoksulluğu’nun, #ÇocukYoksulluğu’nun hesabını sormayı mücadelemizin parçası yapacağız.

İktidarda kalma hırsıyla, korkacağımızı umarak, dün Urfa’da, Diyarbakır’da, Ankara’da, bugün İstanbul’da sivil ölümleri organize eden eril akıl, meydanlara çıktığımızda korkmadığımızı görüyor; aksine kendi yaptıklarıyla kendi korkusunu büyütüyor. Biz meydanlarda oldukça onların korkuları daha da büyüyecek. Öldürülen her bir insanımızın, kadınların, çocukların, LGBTQİ+’ların yasını tutuyoruz; yasımızın yanına öfkemizi katarak mücadelemizi yükseltiyoruz, yükselteceğiz.. Her seçim öncesi patlayan bombaların tesadüf olmadığını biliyoruz. Ölümlerin önüne daha çok ölümle geçilmeyeceğine inanıyor ve koşulsuz şartsız #SavaşaHayır!  diyoruz.

Savaşlardan, ekonomik, ekolojik ve sosyal krizlerden çıkışın, gerçek adaletin, ataerkil düzene son vermeden mümkün olmadığını biliyoruz ve ülkemizdeki muhalefetin en önemli özneleri olarak kadınları ve LGBTi+ları  saat 19:00’da Taksim’e çağırıyoruz. ”

HDP ve TİP de birer açıklama yayımlayarak, dayanışma ve mücadeleye devam edeceklerini, “bir kişi daha eksilmemek için” 25 Kasım’da sokaklarda olacaklarını açıkladı.

 

 

Türkiye’den İklim Öncüleri COY’da iklim krizini konuştu

İklim Öncüleri, Türkiye’de ilk kez Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘nin (UNFCCC) resmi gençlik grubu olan YOUNGO çatısı altındaki LCOY – ‘Local Conference of the Youth’ (Ulusal Gençlik Konferansı) etkinliğinin düzenlenmesine öncülük etti.

İklim Öncüleri, Türkiye’de ilk kez LCOY etkinliğini düzenlenmesine öncülük etti. Konferansın final raporu yayınlandı. Konferansta çocuk/genç hakları bağlamında, iklim krizi ortamında büyümeyi, iklim hareketi ve aktivizmi, ekokaygıyı, geleceği, kadın ve LGBTİ+ hakları bağlamında savunmasız grupların kırılganlıkları konuşuldu. 

İklim Öncüleri ve UNFCCC / YOUNGO ev sahipliğinde, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye sponsorluğunda ve İstanbul Planlama Ajansı desteğiyle hazırlanan konferansın final raporu yayınlandı.

‣Onlarca gencin konusu, iklim krizi

İklim krizinde insan hakları

İklim krizi konferansında farklı yaş gruplarından ve farklı alanlardan katılımcılar, çocuk/genç hakları bağlamında, iklim krizi ortamında büyümeyi, iklim hareketi ve aktivizmi, ekokaygıyı, geleceği, kadın ve LGBTİ+ hakları bağlamında savunmasız grupların kırılganlıklarını masaya yatırdı.

Aynı zamanda iklim krizi ve haklar bağlamında; iklim krizine karşı acil eylem başlatılmadığı takdirde kriz nedeniyle yaşanan hak ihlallerinin önemli ölçüde artacağı belirtildi ve acil eylem talebinde bulunuldu.

Girişim, katılım ve yardım önerileri

Konferansta sürdürülebilirlik ile ilgili girişimlerin, iş modellerinin vb. desteklenmesi gerektiği yönünde önerilerde bulunuldu.

Ayrıca gençler, iklim krizi konusunda farkındalığı olmayan kişilerin de bu harekete dahil edilmesi gerektiğini belirtti. Konferansta hakları yasal yollarda aramanın önemine vurgu yapıldı.

Aynı zamanda dezavantajlı konumda yer alan ülkelerdeki ekonomik ve ekolojik sorunların çözüme ulaşması için uluslararası anlamda yardım sunulması gerektiğine de değinildi.

İklim krizinin hayatı fizyolojik ve psikolojik anlamda yoğun olarak etkilediğine dikkat çekilen final raporunda, ekokaygının insanların refahını ve üretkenliğini ciddi şekilde tehdit ettiğine işaret edildi.

Konferans gerekli önlemlerin alınmaması durumunda dünyanın ekolojik bir savaş alanına dönüşebileceği ve bu durumda birçok insanın hakkının ihlal edileceğine değinilerek sonlandırıldı.

Türkiye’den İklim Öncüsü Elif Sarah COY’da

Fotoğraf: Elif Sarah

Ortaya çıkan raporu COP27 öncesi düzenlenen Conference of Youth’a ileten İklim Öncüleri, raporun uluslararası platformda yer almasını sağladıklarını belirtti. Akreditasyona izin verilmediği için COP27’ye katılamayan ancak COP27 öncesi gerçekleştirilen COY’a (Conference of Youth) giden ve İklim Öncüleri’ni dünyaya duyuran İklim Öncüsü Elif Sarah şu açıklamada bulundu:

“Bu yıl Sharm El-Sheikh’te düzenlenen 17. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Gençlik Konferansı’na Türkiye temsilcisi olarak katıldım. 140’tan fazla ülkeden gelen ve iklim krizi adına çalışmalar yapmakta olan birçok genç delege ile tanışma fırsatı buldum. Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler Gençlik Federsayonu Su ve İklim Koalasyonu, UNICEF, UNFPA gibi birçok farklı örgütün çalıştayında iklim krizinin gençler üzerindeki etkileri, NDCler [Ulusal Katkı Beyanları] sürdürülebilir tarım, iklim krizi ve sağlık gibi konularda Türkiye’yi temsilen katkı sundum. Ayrıca tanıştığım delegelere Türkiye’de düzenlediğimiz Local Conference of Youth sonucu yazdığımız raporu sunma fırsatı yakaladım, başka ülkelerde yazılan raporlar sayesinde de iklim krizinin bölgesel olarak etkilerini ve bu konularda çalışan gençlerin perspektifini çok daha iyi anlayabildim.”

İklim Öncüleri tarafından raporun önemine ilişkin şu ifadeler kullanıldı:

“Final raporu, Türkiye’de iklim ve çevre alanında mücadele yürüten çocuk ve gençlerin sesinin ulusal & uluslararası olarak duyulması için büyük önem taşıyor.”

Fincancı’nın hakkında yedi buçuk yıla kadar hapis istemi

Türk Tabipleri Birliği(TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan 7 yıl 6 aya kadar hapis istemiyle iddianame hazırlandı.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli‘nin hedef gösterdiği Fincancı, Ankara Adliyesi 3’üncü Sulh Ceza hakimliğince 27 Ekim’de tutuklanarak Sincan Kapalı Kadın Cezaevine gönderilmişti.

Ne olmuştu?

Türkiye’nin Kuzey Irak‘taki operasyonları sırasında kimyasal gaz kullanıldığı iddialarını değerlendiren Dr. Şebnem Korur Fincancı, görüntülerini incelediğini belirterek, “Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz” demişti.

‣ Kimyasal gaz iddiaları Meclis’te: Etkin soruşturma istendi

Bağımsız heyetlerin bölgede inceleme yapmasının uluslararası sözleşmeler gereği zorunlu olduğuna dikkat çeken Fincancı, “Uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl bir araştırma yapılacağı da Minnesota Protokolü’nün ilkelerinin ele alınması gerekiyor” diye konuşmuştu.

İddialar Meclis gündemine getirilmiş; HDP‘den Meral Danış Beştaş ve CHP‘li Sezgin Tanrıkulu bağımsız soruşturma istemişti. Edirne F Tipi Cezaevi‘nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak, görüntülere ve  iddialara TBMM’nin sessiz kalamayacağını söylemişti.

İktidar kanadı ise iddiaları reddetmiş, MSB‘dan yapılan açıklamada, TSK’nin envanterinde kimyasal gaz bulunmadığı duyurulmuştu.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Irak‘taki Federal Kürdistan Bölgesi’nde yürütülen askeri operasyonlarda kimyasal silah kullanıldığı iddialarına ilişkin açıklama yapan TTB Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında soruşturma başlatmıştı. Soruşturmanın ardından Fincancı 27 Ekim’de tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Soruşturma başlatılmasının ardından AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fincancı’yla ilgili şunları söylemişti:

“Türk Silahlı Kuvvetlerimizin yürüttüğü sınır ötesi harekatlara iftira atan Tabipler Birliği Başkanıyla ilgili yargı harekete geçmiştir. Ayrıca bu ismin üzerinde de çalışmalarımızı yürütecek, gerekirse yasal düzenlemeyle bu ismin de değiştirilmesini sağlayacağız. Terör örgütünün diliyle konuşarak ülkesine ve ordusuna alçakça bühtan eden böyle bir şahsın, adı Türk ile başlayan bir kurumun başında olmasının milletimizin her bir ferdini rahatsız ettiğine inanıyorum.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızın yürüttüğü soruşturmanın sonuçlarına ve mahkemelerin vereceği kararlara göre hem bu kişiyle hem de bu kurumla ilgili gereken adımlar atılacaktır. Bu çerçevede kabine toplantımızda ilgili bakanlarımıza Tabipler Birliği başta olmak üzere meslek örgütlerinde yeni bir yapıya geçilmesine yönelik mevzuat çalışmalarının hızlandırılması talimatını verdik.

Meslek örgütlerini ideolojik saplantılarının borazanı haline getiren terör örgütü destekçilerini, buralardan temizleyerek bu yapıları kuruluş amaçlarına uygun faaliyetlere yoğunlaştırmakta kararlıyız.”

TTB Fincancı’nın gözaltına alınmasının ardından destek açıklamasında bulunmuş, Şebnem Korur Fincancı’nın ifadelerinin suç unsuru olmadığını belirtmişti.

Fincancı 26 Ekim’de, avukatları aracılığıyla ulaştırdığı notunda şunları yazmıştı:

“Sevgili yol arkadaşlarım,

Bu gerçek dışı durum ile karşı karşıya kaldığınız için üzgünüm. Ancak dayanışma ile bu gerçek dışı süreci aşacağımızı biliyorum.

Sizlere kaynaklarıyla bilimsel görüş sürecini aktaracaktım, fırsat olmadı. Bu süreç bitince delillendirme üzerine bir toplantı yapalım.

Sizlerin kesinlikle çok yoğunluğunuz vardır, bu yoğunluğa maalesef ben de katkı sunmuş oldum. Bu karalama kampanyasını da aşıp birlikte mücadele edeceğiz. İnsanca bir sağlık sistemini hep birlikte kuracağımız günlere dayanışmayla…

Şebnem.”

 

Çorlu tren faciasının tek tutuklusu Karasu da tahliye edildi

Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinin Sarılar Köyü yakınlarında 8 Temmuz 2018’de meydana gelen, yedisi çocuk 25 kişinin hayatını kaybettiği, 300’den fazla kişinin de yaralandığı tren kazasına ilişkin yargılamanın 11. duruşmada TCDD 1. Bölge Demiryolu Bakım Müdürü Mümin Karasu‘nun tutuklanmasına karar verimişti. Karasu da tahliye edilerek diğer sanıklar gibi tutuksuz yargılanmaya başlandı.

Mısra Öz, kazada 9 yaşındaki çocuğu Oğuz Arda Sel için adalet arayışını sürdürüyor. Karara tepki gösteren Öz, “Beş yıldır ölüp ölüp dirildiğimiz şu hayatta, tutunduğumuz tek şey adalet oldu. 25 kişinin ölümüne, beş yıl sonra bir kişiyi zoraki tutukladınız. Bir sonraki celseye kadar bile sürmedi. Adaletiniz batsın!” diyerek isyan etti.

‣Çorlu tren faciasından dört yıl sonra tutuklama kararı

13 sanığın “taksirle bir veya birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma” suçundan yargılanması sürüyor.

Mahkeme bir kısım katılanlar avukatı Evren İşler‘in sanıkların ortak müdaafiliğine dair, menfaat çatışması nedeniyle müdafiinin çekinmesi isteminin kabulüne, sanıklar Levent Muammer Meriçli ve Nihat Aslan‘ın bir sonraki duruşma hazır bulunmalarının ihtarına, sanık Mümin Karasu’nun tutuklanmasına, diğer sanıklar hakkında yurtdışına çıkamamak şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vererek duruşmayı 11 Ocak 2023 tarihine ertelemişti.

‘Çok güzel üç maymunu oynadınız’

Kazada yakınlarını kaybeden Zeliha Bilgin son duruşmada, “Benim kimleri kaybettiğimi buradakilerin çoğu biliyor. Kızım Bihter Bilgin‘i 14 yaşında TCDD’nin ihmaline kurban verdim iki kız kardeşimi de sizlerin ihmallerine kurban verdim. Bugün siz heyet olarak çok güzel sorular sordunuz ama hiçbir cevap veremediler. Ama şunu gördüm birçok şey değişmiş kimileri üst kademelere terfi etmiş. 2017’den sonra çok güzel şeyler yapılmış. Keşke bunları 2018’de yapsaydınız da benim yakınlarım yanımda olsaydı. Anlaşmış şekilde bilmiyoruz diyorlar. Mühendis olmuşlar ben cahil halimde burada onlara gülüyorum. Mümin Karasu’nun buraya zorla getirilmesini istiyorum. 25 kişi öldü, dördü benim canım. Ben evlatsız kaldım, kardeşsiz kaldım. Çok güzel üç maymunu oynadınız” demişti.

11. duruşmada TCDD 1. Bölge Demiryolu Bakım Müdürü Mümin Karasu‘nun tutuklanmasına karar verilmişti.

Karasu’nun avukatı tutukluluğa itiraz etmişti. Çorlu 2. Ağır Ceza Mahkemesi, itiraz kabul etti. Karasu’ya yurt dışına çıkış yasağı verildi.

Karasu’nun 10 Ekim 2022 tarihinde bizzat adliyeye gelerek teslim olduğu ve tutuklandığı, bu hali ile kendisinin bizzat teslim olması karşısında kaçak durumda bulunmadığı belirtildi. Mahkeme tutuklamanın bir tedbir olduğu hususlarını göz önüne alarak itirazı kabul etti.

Fransa, anayasada kürtaj hakkını güvence altına alan yasa tasarısını onayladı

Fransa‘da sol Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) partisi milletvekillerinin Meclise sunduğu kürtaj hakkının anayasaya eklenmesini içeren yasa tasarısı, dün yapılan oylamada kabul edildi. 

LFI ve iktidardaki merkezci koalisyondan milletvekilleri, yeni maddenin lafzı üzerinde anlaşmaya vardı.

Anayasanın 66’ıncı maddesine getirilen “Yasa, hamileliği gönüllü olarak sona erdirme hakkının etkililiğini ve eşit erişimini garanti eder” şeklindeki ek   32 red oyu ve 18 çekimser oya karşılık 337 evet oyu aldı.

Fransa parlamentosunun alt kanadı olan Ulusal Meclis‘teki oylama, kürtaj hakkının anayasada yer alması yolundaki ilk adımı işaret ediyor. Anayasanın değiştirilebilmesi için bir yasa tasarısının alt meclis ve Senato tarafından aynı şekilde oylanması gerekiyor.

İktidar partisinin bir üyesiyle birlikte yasaya öncülük eden solcu milletvekili Mathilde Panot, bu adımın Fransa’da “gerilemeye karşı” korunmak için gerekli olduğunu söyledi.

Oylamayı Macaristan, Polonya ve ABD‘deki kadınlara ithaf edenPanot,  “Meclis dünyayla konuşuyor; ülkemiz, dünyayla konuşuyor” dedi.

1974’te kabul edilen bir yasadan bu yana Fransa’da kadınların 48 yıldır yasal kürtaj hakkı var. O zamandan beri yasa birkaç kez güncellendi; en son Şubat ayında yapılan değişiklikle kürtaj erişimi 12 haftalık hamilelikten 14 haftaya kadar genişletildi.

Panot, parlamentoya verdiği demeçte, bunu anayasaya eklemenin bu hakkı daha da koruyacağını söyleyerek “Herhangi bir gerilemeyi önlemeyi amaçlıyor” dedi:

Kürtaj ve doğum kontrol haklarına düşman olan insanlara şans tanımak istemiyoruz.

Fransa’da kürtaj hakkı,  ABD ve bazı diğer AB ülkelerine kıyasla daha geniş çapta kabul görüyor. Temmuz ayında yapılan bir Ifop anketine göre, Fransız halkının yaklaşık yüzde 83’ü kürtajın yasal olmasından memnun. Bu, yaklaşık 30 yıl öncesine göre yüzde 16 daha fazla. Aynı anket, anayasaya kürtaj hakkının eklenmesini onaylayanların oranının yüzde 81 olduğunu söylüyor.

Muhafazakar ve Katolik politikacılar, zaten yürürlükte olan yasal korumalar göz önüne alındığında anayasal değişikliğin gereksiz olduğunu düşünüyordu.

Ana muhalefetteki aşırı sağcı Rassemblement National (RN) partisinin lideri Marine Le Pen, Fransa’da kürtaj hakkının tehdit altında olmadığını söyleyerek yasa teklifinin ‘tamamen isabetsiz’ olduğunu söylemişti. Le Pen, dünkü oylamaya ‘sağlık sorunu’ nedeniyle katılmadı.

‘Tütün üretimi ve tüketimiyle 280 bin roketin çıkarabileceği kadar karbon salıyor’

Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi Yürütme Kurulu Üyesi Doç. Dr. Osman Elbek, tütünün insan sağlığının yanı sıra çevreye de ciddi zarar verdiğini belirterek uyarıda bulundu. Doç. Dr. Elbek,  tütünün, üretimden tüketime kadar her aşamasında kirliliğe neden olduğunu söyleyerek her insani faaliyette bu eylemin ekolojik bedelinin hesaba katılarak hareket edilmesi gerektiğini ifade etti.

AA‘dan Biriz Özbakır‘ın aktardığına göre;  tütünün tarladan kullanıcıya ulaşıncaya kadarki tüm tedarik zinciri sürecinde yılda 21 milyon ton fosil yakıt kullanıldığını anlatan Elbek, “Dünyaya, tütün üretimi ve tüketimiyle 280 bin roketin çıkarabileceği kadar karbondioksit salıyor. Bu, yıllık 84 megaton karbona karşılık geliyor ve dünyanın ısınmasında ciddi faktör oluyor” dedi.

‣COP27’de Yeşilay raporu: Sigara içilen tüm yerler ‘sağlıksız’ ve ‘tehlikeli’

Elbek, içilen her bir sigara nedeniyle havaya 14 gram karbondioksit salımı gerçekleştiğini aktararak “50 yıl boyunca günde bir paket sigara kullanmış bir kişi bilmeli ki dünyaya 132 ağacın 10 yılda temizleyebileceği kadar karbondioksit saldı, öyle bir kirliliğe neden oldu” ifadesini kullandı.

Doğaya salınan karbondioksiti ağaçların ve ormanların temizlediğine dikkati çeken Elbek, “Yılda 600 milyon ağacı, tütün tarlası açmak için kesiyoruz. Bunun anlamı şu; bu durum, yıllık yaklaşık 3 buçuk milyon hektar ormansızlaşmaya neden oluyor. Bir taraftan karbondioksit alıyoruz bir taraftan petrol ve fosil yakıt kullanıyoruz. Bunları temizleyecek olan ağaçları da yok ediyoruz” diye konuştu.

[Bir konu/k] OGM’nin orman kumarı: Yangın sayısına göre kazanacak ya da kaybedecekler

Su kaynaklarına zarar veriyor

Elbek, tütün üretimi ve tüketiminin yıllık 22 milyar litre suyun kirletilmesine ve tüketilmesine yol açtığının altını çizerek, şunları kaydetti:

“Dünyada enerji ve temiz suya ihtiyaç giderek artıyor ve bu ihtiyacı azaltmanın yollarından biri tütün üretimini ve tüketimini sınırlandırmak. Günde bir paket sigara kullanan biri eğer 50 yıl sigara içmeye devam etmişse üç kişinin 62 yıl boyunca yaşamını devam ettirmesine yetecek suyu kirletti demektir. Yine böyle bir kişi, bir evin 15 yıllık elektrik ihtiyacını tüketti demektir.”

Dünyada her yıl altı trilyon adet sigara üretildiğini, bunun yılda 845 bin ton ağırlığındaki 5.6 trilyon adet izmarit atığına neden olduğunu ve çöplerin yüzde 40’ının izmaritlerden oluştuğunu bildiren Elbek, bir izmaritin doğada 30 yıldan fazla kalabildiğini, hatta su ve güneş ışığıyla kimyasal reaksiyona girerek kurşun, kadmiyum gibi kanserojen ağır metalleri ortama yayabildiğini aktardı. Osman Elbek, şöyle devam etti:

“İzmaritlerin yol açtığı bu ağır metaller, denizlerde ve nehirlerde balıklarca yenilmesi sonrası o balıkları yiyen insan bedenine ulaşıyor. Yani etrafımızda gördüğümüz çöplerden bağımsız olarak aslında bu çözünen izmaritlerin tekrar bedenimize ağır metaller olarak alınması söz konusu. Bunun kabaca rakamını söylemek gerekirse 280 bin ton mikroplastik fiberi ortalığa atıyoruz ve bunlar artık insan vücudunda. Akciğerde plastik ve mikroplastik fiberler ortaya kondu.”

‘Kirleten öder’ ilkesi gereğince tütün şirketlerinin vergilendirilmeleri gerekiyor’

Kullanımı giderek yaygınlaşan elektronik sigaranın da doğaya ağır bedelleri olduğunu kaydeden Elbek, “Elektronik sigaralar da elektronik atığa neden oluyor. Bunun karşılığında her yıl 2,7 milyon ton elektronik atık doğada yüzlerce yıl bozulmadan kalıyor. Bu yüzden sadece üretiminden değil, bireysel olarak tüketiminden de çok ciddi bir kirlilik ortaya çıkıyor” ifadelerini kullandı.

Elbek sözlerini, “Tütünsüz bir Türkiye ve dünya istiyoruz. ‘Kirleten öder’ ilkesi gereğince tütün şirketlerinin, bu doğayı kirletme sürecini geriye çevirmeleri için vergilendirilmeleri, onlardan ek bir ücret talep edilmesi gerekiyor. Hem doğayı kirlettikleri için hem de neden oldukları kirliliği temizleyebilmemiz için” diyerek tamamladı.

İstiklal Caddesi’nde ‘güvenlik’ nedeniyle sokak müziği ve kültürel etkinlikler yasaklandı

İstanbul Valiliği, 13 Kasım’da Taksim’de altı kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıyı gerekçe göstererek yeni ‘güvenlik’ yasakları ilan etti. İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, İstiklal Caddesi‘nde yeni yasaklamalar için “Genel Emir” yayınladı.

Buna göre; işletmeler tarafından masa, sandalye konulması, stant ve sergi açılması, seyyar satış, kültürel etkinlikler, sokak müzisyenliği, hanutçuluk gibi faaliyetlere izin verilmeyecek.

Yasakların hangi tarihte son bulacağına ilişkin ise bir açıklama getirilmedi.

Valilik tarafından açıklanan emirde; “Yaklaşık 1.400 metre uzunluğunda ve ülkemizin en yoğun yaya trafiğine sahip durumda bulunan İstiklal Caddesi’nde faaliyet gösteren mağaza işletmecileri, esnaflar, mesleki teşekküller, yerel yönetimler ve güvenlik birimleriyle yapılan tüm istişarelerde ortak talep; tramvay ulaşımı ve yaya trafiğinde akışın sağlanması ve sürekliliğin korunması olmuştur. Öte yandan, kamu düzeni ve esenliği ile genel asayişin sağlanmasında da aynı hususun kritik önem teşkil ettiği değerlendirilmektedir” denildi.

Bu kapsamda İstiklal Caddesi’nde,

  • Herhangi bir amaçla cadde üzerindeki işletmeler tarafından caddeye masa, sandalye, pano, seyyar tabela vb. konulması,
  • Stant kurulması,
  • Sergi açılması,
  • Seyyar satış yapılması ve satış tezgâhı konulması,
  • Sosyal, kültürel veya ticari etkinlikler düzenlenmesi,
  • Toplu veya bireysel sokak müzisyenliği ve performans gösterileri yapılması,
  • Hanutçuluk faaliyetleri, ve benzerlerine kesinlikle izin verilmeyeceği açıklandı.

Emir’de, “Yetkili ve sorumlu kurum/kuruluşlar tarafından gerekli tedbirlerin alınması, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca emrin hassasiyetle uygulanması, emre aykırı davrananlar hakkında gerekli iş ve işlemlerin yerine getirilmesi hususları bildirilmiştir” ifadeleri de yer aldı.

Bir mücadelenin zaferi: HPV aşısının ücretsiz yapılması önündeki engel kalktı

En yaygın cinsel yolla bulaşan viral enfeksiyon olan HPV (Human Papillomavirus Infection) aşısının Türkiye’de ücretsiz olarak yapılmasının önündeki engel kalktı.

Rahim ağzı kanserine de yol açan HPV enfeksiyonuna karşı aşılamayla, oranı yüzde 100’e kadar varan bir önlem almak mümkün. Ancak aşının üç dozunun tutarı 3 bin TL’yi buluyor. Yıllardır HPV aşısının ücretsiz olması için sivil toplumdan ve bireylerden mücadele örnekleri sergileniyor; bu kimi zaman bir imza kampanyası, kimi zaman da yargıya taşınan davalar şeklinde oluyor.

Avukat Hakları Grubu İzmir’den Avukat Banu Aşkın İnce’nin, asil olarak açtığı davayla HPV aşılarının Ulusal Aşılama Programı’na alınması için Sağlık Bakanlığı’na yapılan başvurunun reddinin iptali istenmişti. Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyan söz konusu iptal davasında Mahkeme, Sağlık Bakanlığınca verilen reddin iptaline karar verdi. Böylece aşıların ücretsiz yapılmasının önündeki engel ortadan kalkmış oldu.

‣Araştırma: HPV aşısı rahim ağzı kanserini yüzde 90’a yakın bir oranda önlüyor
Fotoğraf: -soldan sağa- Av. Elif Denizli, Av. Necmiye Ece Uncu Danyıldız, Av. Banu Aşkın İnce (davayı asil olarak açtı) ve Av. Oğuzhan Aslan.
– Avukat Hakları Grubu İzmir

‘Türkiye’nin bir ucundan diğerine tüm kadınlar eşit, özgür ve sağlıklı olana kadar…’

Kararla ilgili Yeşil Gazete’ye konuşan Banu Aşkın İnce, bu süreçteki mücadelelerine şöyle ışık tuttu:

“HPV aşılarının ulusal aşılama programına alınması için Avukat Hakları Grubu İzmir olarak Sağlık Bakanlığı’na yaptığımız başvurumuzun reddedilmesi üzerine açtığımız Türkiye’deki ilk iptal davasında mahkemece idari işlemin iptaline karar verilmesi ile bu aşıların ücretsiz yapılmasının önündeki engel ortadan kalkmış oldu.

Kararın başta kadınlarımız olmak üzere tüm vatandaşlarımız için önemi büyük. Önlenebilir hastalıkların ve ölümlerin önüne geçilmesi, tüm vatandaşlarımızın sağlıklı bir yaşam sürmesi için elimizden geleni yapmaya devam edecek, Türkiye’nin bir ucundan diğerine tüm kadınlar eşit, özgür ve sağlıklı olana kadar insan hakları alanındaki mücadelemizi sürdüreceğiz.”

‘Artık baştan ücret ödemeye gerek kalmayacak’

Avukat Hakları Grubu İzmir tarafından yapılan açıklamada ise kararın önemine şu sözlerle değinildi:

“Bugüne dek evvela aşılar ücreti ödenip alınıyor, akabinde iş mahkemesinde SGK aleyhine ücret iadesi için dava açılıyordu. Ancak bu maddi imkana sahip olmayan vatandaşlarımız aşıyı temin edemiyordu. Artık baştan ücret ödemeye gerek kalmayacak.

Sağlık Bakanlığı 30 gün içinde kararın gereklerini yerine getirmek adına işlem tesis etmek durumunda. Aşının ulusal programa alınmasıyla birlikte önleyici sağlık hizmetinden yararlanma hakkı tüm yurttaşlarımız için eşit olarak uygulanabilecek.”

2018’de 43 milyon vaka

Rahim ağzı kanseri önlenebilen ve erken tanı konduğunda tedavi edilebilen bir hastalık. ABD Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi’nce (CDC) en yaygın cinsel yolla bulaşan viral enfeksiyon olduğu belirtilen HPV’nin (Human Papillomavirus Infection) 2018’de yaklaşık 43 milyon vakası olduğunu ve bunların çoğunun 10’lu yaşların sonları ve 20’li yaşların başında olan insanlarda olduğu bildiriliyor.

HPV enfeksiyonunun bazı türleri genital siğillere neden olurken bazıları da kanserlere sebep oluyor. Ancak HPV enfeksiyonunu yüzde 100’e kadar önleyici aşılar bulunuyor. HPV tüm cinsiyet gruplarında görülebiliyor.

2020’de 342 bin ölüm

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre; rahim ağzı kanseri 2020’de tahmini olarak 604 bin yeni vaka ve 342 bin ölümle dünya çapında kadınlar arasında en yaygın dördüncü kanser. 2020’de dünya çapındaki yeni vakaların ve ölümlerin yaklaşık yüzde 90’ı ise düşük ve orta gelirli ülkelerde meydana geldi.

‘Aşı, Anayasal bir hak’

Avukat Hakları Grubu İzmir’den davaya Av. Elif Denizli, Av. Necmiye Ece Uncu Danyıldız, Av. Banu Aşkın İnce ve Av. Oğuzhan Aslan katıldı. Savunmada ülkede rahim ağzı kanserine karşı tarama faaliyetlerinin yaygınlaştırılması ve aşının ekonomik değerlendirmeleri gibi çalışmaların literatürde yeterli seviyeye gelmesinin gerekliliğine değinildi.

HPV aşılarının Ulusal Aşı Programı’na alınması ve ücretsiz olması istemiyle yapılan başvurunun, Sağlık Bakanlığınca reddine 1 Kasım 2021’de karar verilmişti.

Dünya genelinde 45 yaş altındaki kadınlarda en sık görülen ikinci kanser türünün rahim ağzı kanseri olduğu, bu kadar yaygın bir kanser türü ile mücadele için rahim ağzı kanseri aşısı uygulamasının oldukça önem arz ettiği, cinsel hayatı henüz başlamamış bir kadın ya da HPV virüsüne hiç sahip olmayan bir kadına aşı yapılması durumunda Tip 16 ve Tip 18 olarak geçen ve kansere neden olan virüslere karşı yüzde 100 oranında koruma sağladığı, rahim ağzı kanseri riskini yüzde 90 oranla ortadan kaldıran dava konusu aşıya erişimin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı her çocuk ve kadının Anayasal bir hakkı olduğu, hukuka ve mevzuata aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istendi.

‘Birçok kadın aşıyı olmak istese de maddi imkânsızlık nedeniyle aşıya ulaşamıyor’

Avukat Banu Aşkın İnce, neden böyle bir dava açmaya gerek duyduklarını ise verilere dayandırarak açıklıyor:

“Rahim ağzı kanseri önlenebilir ve erken tanı konduğunda tedavi edilebilir bir kanser. Her yıl yaklaşık 14 milyon kişinin bu virüs ile enfekte olduğu tahmin ediliyor. Yani bir kişinin ömür boyu bu virüs ile karşılaşma olasılığı ise neredeyse yüzde 80.

Dünya Sağlık Örgütü, yakın zamanda bu kanseri elimine etmek üzere bir strateji planı geliştirdi. Ancak ülkemizde HPV aşıları Ulusal Aşılama Programı içinde olmadığı için ekonomik durumu aşının maliyetini karşılamaya elverişli olmayan vatandaşlarımız söz konusu aşılardan mahrum kalıyor. Dava konusu aşı sigorta kapsamına da alınmıyor. Bugün üç doz aşının maliyeti ise 3 bin TL olarak ifade ediliyor. Birçok kadın aşıyı olmak istese de maddi imkânsızlık nedeniyle aşıya ulaşamıyor.”

‣HPV aşısı herkes için ücretsiz olsun

Bakan Koca’dan yerli HPV aşısı açıklaması

Öte yandan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, dün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu‘nda bakanlık bütçesinin görüşmelerinde yaptığı konuşmada yerli HPV testlerinin kullanılacağını söylemişti. HPV aşılarına dair çalışmaların bulunduğunu ve belirlenen bir grupta aşılanmaya başlayacağını açıkladı. Koca, Sağlık Bakanlığı bütçe görüşmelerinde şu açıklamada bulundu:

“HPV aşısıyla ilgili uygulanacak test kitleri için, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığımızı görevlendirdik. Ülkemizde, altyapıyı da değerlendirerek yerli üretim HPV kitinin kullanıma alınmasını sağlayacağız, bir ayı geçmeden tarama testimiz yerli olarak devreye girecek.

HPV aşısının uygulanması konusunda da bir çekincemiz asla yok ancak ülkemizin sosyal gerçekliklerinden kopuk kararlar alınmasının kimseye de bir faydası yok. Bu açıdan, yaptığımız planlamaya göre, yaş gruplarını ve medeni hâl durumlarını dikkate alan bir plan hazırlığındayız; belirlenen bir grupla aşılamaya başlayacağımızı ve kapsamını kademe kademe genişleteceğimizi ifade etmek isterim.”

Taksim’deki 25 Kasım eylemlerine kaymakamlıktan yasak, kadınlardan yanıt: İzin değil, şiddetsiz bir hayat istiyoruz

Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü olan 25 Kasım için kadınların şiddete karşı çağrı yaptığı Taksim‘deki eylemler, Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklandı.

Kaymakamlığın sosyal medya hesaplarındaki çağrıyı gerekçe göstererek yaptığı açıklamada özetle şunlar denildi:

“Sosyal medya üzerinde yer alan paylaşımlar göz önüne alındığında, yapılacak etkinliklerin bazı toplumsal duyarlılıklar nedeniyle toplumda infial uyandırabileceği, bu durumun toplumsal iç barışı tehdit edebileceği, etkinlikleri gerçekleştirecek grup/şahıslar ile vatandaşlarımız arasında sözlü ve fiziksel provokatif amaçlı olayların olabileceği, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının tehlikeye düşebileceği değerlendirilmektedir.

…. İlçemiz sınırları dâhilinde huzur ve güvenliğin, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi ile başkalarımın hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 17. maddesinde “Bölge valisi, vali veya kaymakam, milli güvenlik kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, belirli bir toplantıyı: bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması halinde yasaklayabilir” hükmü ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 32/ç maddesinde ‘İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi kaymakamın ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için Kaymakam gereken karar ve tedbirleri alır’ hükmüne istinaden;

… 25/11/2022 Cuma günü saat 19:00’da Taksim Tünel Meydanı’nda sosyal medya (Twitter) hesaplarından yapılacağı duyurulan toplantı, yürüyüş, basın açıklaması, oturma eylemi, stant açma, çadır kurma, bildiri dağıtma, protesto eylemi vb. eylem/etkinliklere idaremiz Beyoğlu sınırları içerisinde; caddelerde, sokaklarda, meydanlarda, ana arter yollarda, devletin ülkesi ve bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzene aykırı olabileceği veya hak ve özgürlüklerinin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Yürüyüşleri Kanununun 17. Maddesi, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu 32. Maddeleri gereğince 25/11/2022 günü saat 00:00’dan 25/11/2022 günü saat 23:59’a kadar müsaade edilmeyecektir.”

Kadınlardan yanıt: Hazırız, orada olacağız

Eylemleri örgütleyen 25 Kasım Kadın Platformu’ndan ise kaymakamlığın yasak duyurusuna hemen yanıt geldi. Kadınlar, “Her yıl olduğu gibi Tünel meydanı, yine bizi bir araya getirecek, büyük kalabalığımızdan aldığımız gücü gösterecek bir buluşmaya hazır olsun çünkü biz kadınlar hazırız… 25 Kasım’da her sene olduğumuz yerde, 19.00’da Tünel’de, şiddete karşı bir araya geliyoruz” dedi.

Platformdan yapılan açıklama şöyle:

“25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde Taksim Tünel’den başlayacak olan yürüyüşümüz Kaymakamlık kararıyla yasaklandı. Toplumu savaş siyasetiyle, korkuyla, baskıyla sindirerek yönetmeyi hedefleyen iktidar, bu yasağı “toplumsal infial uyandırabileceği, iç barışı tehdit edebilecği ve kamu düzenini bozabileceğine ” ilişkin değerlendirmelerine dayandırarak hak ve özgürlükleri koruma amacına (!) dayandırdı.

Sen de biliyorsun, hayatlarımızı kısıtlamaya çalışan kendileriyken esas dertleri hak ve özgürlüklerin korunması değil! Hatırla; biz haklarımıza, birbirimize, yaşamlarımıza sahip çıkmak için rengarenk doldururken sokakları, her yıl yasak demeye devam ettiler. Biz yine de buluştuk.

Bu ülkede yaşamak için erkek şiddetine, erkek devlet şiddetine karşı mücadele etmememiz, en temel hakkımız olan sokaklardan çekilmemiz, birbirimizle dayanışmaktan vazgeçmemiz mümkün değil; İstanbul Sözleşmesini fesih eden, Kadınları açlığa, işsizliğe, yoksulluğa mahkum eden, kadınları korumak yerine, kadın ve LGBTI+ örgütlerini kapatan, LGBTI+ etkinliklerini yasaklayan ama nefret söylemi üreten yürüyüşleri destekleyen, erkek şiddetiyle mücadeleye bütçe ayırmayan, cinsiyetçi söylemler üreten ve kadın düşmanı politikaları besleyen iktidarın kendisi bizim için bir “hak ve özgürlük” sorunu. Her an haklarımızı gasp etmek ve yaşam alanlarımızı daraltmak isteyen iktidar erkek adaleti ve cezasızlık politikalarıyla yaşamlarımıza tehdit.

Öyleyse her yıl olduğu gibi Tünel meydanı, yine bizi bir araya getirecek, büyük kalabalığımızdan aldığımız gücü gösterecek bir buluşmaya hazır olsun çünkü biz kadınlar hazırız… 25 Kasım’da her sene olduğumuz yerde, 19.00’da Tünel’de, şiddete karşı bir araya geliyoruz.

Çağrı yapan kadınlara polis engeli

25 Kasım eylemleri için dün İstanbul’un pek çok ilçesinde çağrı etkinlikleri yapılmış; Kadıköy, Sarıgazi ve Avcılar‘da kadınlar polis müdahalesiyle karşılaşmıştı.