Ana Sayfa Blog Sayfa 615

İstanbul, Trakya’yı öldürüyor: Rant, kirlilik, yoğun sanayi tarım toprağı bırakmadı

Haber: Serap CÖMERTOĞLU İŞCAN

*

Birinci derece tarım topraklarına sahip ve 14 organize sanayi bölgesinin (OSB) bulunduğu Tekirdağ’da yeni sanayi alanlarının belirlenmesi ve organize sanayi bölgelerinin kurulması planlanıyor.

Avrupa yakasındaki İstanbul sanayisinin Trakya’ya taşınacağı ileri sürülürken bölgenin, söz konusu sanayileşmeyi ve gelecek olan nüfus yoğunluğunu kaldıramayacağı belirtiliyor.

Uzmanlar ise tarım alanlarının yok olmasının yanı sıra; alarm veren yer altı su seviyelerinin 400 metre aşağıya indiğini ve suda ağır metallere rastlanıldığını vurguluyor. Yeşil Gazete’ye değerlendirmede bulunan uzmanlar ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri, gerçeğe ve bilime aykırı planların yapılmaması yönünde çağrıda bulunuyor.

Tekirdağ OSB

Ayrıca Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı  Sanayi Bölgeleri Genel Müdürlüğü’nün talimatıyla uzun vadeli sanayi alanı ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin Tekirdağ Valiliği ve yerel yönetimlerin katılımıyla 31 Ocak Salı günü yeni sanayi alanlarının belirlenmesi planlanıyor.

Öte yandan, 400 hektarlık alanın Veliköy OSB olarak gösterilmesine yönelik yapılan plan değişikliği de 20 Ocak’ta Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından askıya çıkarılmış durumda.

Aralık 2022’de ise 1 milyon 907 bin metrekare işlenebilir tarım alanı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Çerkezköy Özel Endüstri Bölgesi ilan edilerek Resmi Gazete‘de yayınlanmıştı. Mevcut planlarda yüzde dört olan sanayi alanının, yüzde 10’a çıkarılması ve Avrupa yakasındaki İstanbul sanayisinin Trakya’ya taşınmasının hedeflendiği iddia ediliyor.

2017 yılında Tekirdağ İl Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikli Müdürlüğü tarafından çevresel kirlilik sorunlarının paylaşıldığı raporda, Tekirdağ için en önemli çevresel sorunların kaynağının yoğun sanayileşme ve evsel atıklar olduğu görülüyor.

Raporda, en önemli çevresel sorunun “hava kirliliği” olduğu belirtiliyor. İlk sıradaki hava kirliliğinin ardından “su kirliliği”, “atıklar” ve “toprak kirliliği” sorunları gösteriliyor.

Raporda hava kirliliğinin temel kaynağının, kalitesiz yakıt ve yoğun sanayi tesisleri, ikinci en önemli sorun olan su kirliliğinin kaynağının ise yoğun sanayileşme ve evsel atıklar olduğu gösteriliyor.

2017 yılında yayınlanan raporun ardından, bölgedeki sanayi tesislerinin artışı, tarım arazilerinin amacı dışında kullanımı ve nüfus artışı ise hala devam ediyor.

Tekirdağ’da toprak kıyımı uyarısı

Endüstriyel ve evsel atıklar, tarımsal ilaç ve gübreler petrol ürünlerinin depolandığı tanklar, boru hatları ya da makine ve araçlardan sızıntılar gibi nedenlerle toprağa ulaşan kirleticiler, çevre sorunlarına yol açtığı gibi; yüzey taban ve yeraltı sularının da olumsuz etkilenmesine, kullanılamaz hale gelmesine; ürün kaybına, ürün deseninin daralmasına, toprağın niteliğini bozarak arazinin verim değerinin düşmesine yol açıyor.

Tekirdağ OSB

Ayrıca uzmanlarca Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın uzun vadeli sanayi alanı ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin Tekirdağ’da yer belirlenmesi talebini ve diğer sanayi alanlarının oluşturulmasına ilişkin çalışmaların doğru olmadığı ifade ediliyor.

Trakya Platformu Tekirdağ Yürütme Kurulu Üyesi Bedia İlerlerler, İstanbul’un sanayiden temizlenirken Tekirdağ’da toprak kıyımı yaşandığını dile getiriyor.

‘Şehrin geleceği için doğru bir toplantı değil’

31 Ocak’ta Tekirdağ Valiliği, belediyeler, sanayi ve ticaret odaları başkanlarının, Trakya Kalkınma Ajansı ve yerel kurumların, uzun vadeli sanayi alanı ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin yer belirleyeceklerini hatırlatan İlerler, söz konusu toplantının, şehrin geleceği için mantıklı ve doğru bir toplantı olmadığını söylüyor.

Tekirdağ OSB
Ergene

‘Bilimsel olarak hazırlanan mevcut planlar yok sayılıyor’

İlerler’in aktardığı bilgiye göre; Trakya geneline yönelik sanayi ve şehirleşme planları, uzmanların da dahil olduğu bilimsel çalışmalar içerisinde Trakya Üniversitesi tarafından hazırlandı.

Yeni sanayi alanlarının belirlenmesi ve sanayi faaliyetlerine ilişkin yer çalışmalarının yürütülmesiyle bilimsel olarak hazırlanan mevcut planlar ise yok sayılıyor.

“Tekirdağ’da sanayi konusu dillendirildiğinde, muhakkak İstanbul’u kirleten önemli bir durumla ilgili çalışma yapılır ve bu, hiç şaşmaz” diyen İlerler, Trakya Platformu Yürütme Kurulu Üyesi Murat Sevgi’nin şu açıklamasına atıfta bulunuyor:

“Mevcut planlarda yüzde dört olan sanayi alanının yüzde 10’a çıkarılması hedefleniyor.İstanbul sanayiden temizlenirken Anadolu yakasındaki tesislerin Bandırma bölgesine (Güney Marmara) Avrupa yakasındaki tesislerin de Trakya’ya taşınması, bakanlık hedefleri arasında bulunuyor. Geçtiğimiz aylarda, Sanayi ve Teknoloji Bakan yardımcısının Tekirdağ ziyaretinde bahsettiği konular arasında bunlar da yer alıyordu.”

‘Sanayi çalışmaları başladığında bölgeye rant geliyor’

Öte yandan; bu tarz çalışmalar başladığında bölgeye büyük bir rant geldiğini aktaran İlerler, “Bir ön çalışma yapılmadan, genellikle masa başında yerler gösterilir. Toprakların büyük bir kısmının tarım toprağı ve mera olduğu düşünülürse söz konusu topraklar daha önce olduğu gibi ranta kurban gider ve alışveriş süreci başlar” diyor.

Söz konusu sanayileşmeyle işlenebilir birinci derece tarım alanlarının kaybedileceği, aşırı su tüketen ağır sanayi faaliyetleri ile alarm veren su kaynaklarının ise daha çok tükeneceği öne sürülüyor.

Tekirdağ OSB

Marmara Denizi ve Karadeniz kıyısında yer alan konumu, doğası, toprak verimliliği, Avrupa ve Asya arasında bir geçiş noktası olmasıyla tarih boyunca cazibe merkezi olan Tekirdağ, Türkiye’nin buğday ve ayçiçek üretiminin büyük bir kısmını karşılıyor.

Yok olmanın eşiğindeki topraklar…

Avrupa ve Türkiye’deki tarımsal verimliliğin en yüksek olduğu ve Türkiye sanayisinin önemli bir kısmının yer aldığı Tekirdağ’da sanayileşme çalışmaları, 1990’lı yıllarda İstanbul’da ki deri fabrikalarının Çorlu bölgesine taşınmasıyla başlıyor.

İstanbul’un arka bahçesi olarak değerlendirilen bölgedeki tarım toprakları ve su varlıkları ise yanlış uygulamalar, çarpık kentleşme, düzensiz ve kontrolsüz sanayileşme ile yok olma boyutuna gelmiş durumda. Oluşan çevre kirliliği ise sağlıklı suya, gıdaya, havaya erişimi zorlaştırıyor.

‣Trakya’nın eşsiz tarım toprakları göz göre göre nasıl yok edildi? 
‣Trakya birkaç yıl içinde susuz kalabilir: Yer altı su kaynakları alarm veriyor 

Öte yandan yaklaşık 4 milyon göçün yaşanacağı öngörüler arasında. Sanayileşmeyle gelen nüfusla birlikte altyapı, sağlık, barınma ve eğitim gibi temel ihtiyaçların da karşılanmasının güçleşeceği konusunda da tedirginlik yaşanıyor.

Tekirdağ OSB

‘Tarımsal SİT alanı ilan edilmeli’

Ülkenin ve bölgenin geleceği için bilimsel çalışmalar yapılması, tarım topraklarının belirlenmesi ve tarımsal SİT alanı ilan edilmesi gerektiği konusunda yetkililere seslenen Trakya Platformu Tekirdağ Yürütme Kurulu Üyesi Bedia İlerler, yanlış tarım politikaları ve uygulamalar nedeniyle sadece toprakların değil, ormanların da kaybedildiğine işaret ediyor.

Orman vasfını yitirmiş olduğu belirtilen yerlerde ceviz, badem ağaçlarının yetiştirilmesinin teşvik edildiğini söyleyen İlerler, merkez ilçede yer alan Naip Barajı‘nın büyük bir kısmının ceviz bahçelerini suladığını aktarıyor.

‘Su varlıkları kaliteli ve doğru şekilde kullanılmıyor’

Uzmanlarca yer altı su kaynaklarını kullanmamak ve kesintisiz su kaynağı olması amacıyla yapılan barajlardaki suların, kaliteli ve doğru şekilde kullanılmadığının altı çiziliyor.

30 yıl önce 35 metreden çıkan yer altı sularının şu an 400 metrelerden çıkıyor ve mevcut derinlikten suyu çıkartabilmek için daha çok enerji harcanıyor.

Trakya topraklarını besleyen Ergene Nehri’nin sanayi atıkları nedeniyle siyah akmaya devam ettiğini ve kirletildiğini söyleyen İlerler, şunları kaydediyor:

“Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yapılan çalışmada, Ergene Nehri çevresinde yaşayan böbrek kanseri vakalarında ağır metallere rastlandığı tespit edilmişti. Toprağımızı, suyumuzu, sağlımızı kaybediyoruz. İstanbul’un pis sanayisini istemiyoruz.”

Tekirdağ OSB

‘Tekirdağ ve Trakya felakete sürükleniyor’

Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Arazi ve Su Kaynakları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Halim Orta ise iklim krizi ve kuraklık nedeniyle su varlıklarının tükenmesinin yanı sıra, ayrıca yoğun sanayi faaliyetleri sebebiyle sağlıklı ve kaliteli suyun da azaldığını belirtiyor.

Ergene Havzası’ndaki toplam 0.4 milyon metreküp yer altı suyunun yaklaşık üç katının sanayi tesisleri tarafından çekildiğini vurgulayan Orta, Tekirdağ ve Trakya’nın yeni sanayi alanlarını karşılamayacağına dikkat çekiyor.

Verilere göre; Ergene Nehri’nin ve kollarının doğal debisi ortalama 3 metre/saniye. Sanayi tesisleri günde 5,3 metre/saniyelik su tüketiyor.

Sanayi için, yer altı sularının beslenmesinden çok daha fazla su tüketiliyor.

Yaklaşık 25- 30 yıl önce yer altı sularının 30 metre derinlikte olduğunu söyleyen Orta, günümüzde yer altı sularının alarm verdiğini ve seviyenin 400 metrelere düştüğünü, Trakya’nın birkaç yıl içerisinde susuz kalabileceğini vurguluyor.

Sanayileşmeyle oluşan kirlilik nedeniyle suyun kalitesinin de değiştiğini aktaran Orta, içebilecek suya ulaşımın zorlaştığını, yer altı sularında ağır metallere rastlandığı bilgisini paylaşıyor.

Tekirdağ OSB, Trakya

Tekirdağ ve Trakya’nın felakete sürüklendiğini dile getiren Orta, daha fazla sanayileşme yerine, bölgenin kurtarılmasına yönelik çalışmalar yapılması gerektiğini savunuyor.

‘Çözümü mümkün olmayan kirlilikler var’

“Çözümü mümkün olmayan kirlilikler var. Bunların görülmesi ve daha fazla yanlış yapılmaması gerekiyor” diyen Orta, mevcut kirliliğin teknoloji ile giderilemeyeceğini belirterek şunları aktarıyor:

“Getirilmesi planlanan sanayi faaliyetleri tükenmek üzere olan yer altı sularını kullanacak. ‘Su’ hayat demek, buradaki hayatı daha çok bitirmeden kurtarma çalışmaları yapılmalı. Kuraklığın ve bu alandaki çalışmaların bir bütün olarak ele alınıp bilinçli şekilde planlamaların yapılması gerekiyor. Kuraklığa dayalı hayvan ve bitki türü çeşitleri geliştirilmeli. Su üretim merkezlerini, yer altı ve yer üstü su kaynaklarımızı koruyacak biçimde, maden ocaklarından, sanayiden, yerleşim yerlerinden koruyacak yerel ve ulusal çalışmaların planlanması önemli. Su kullanım etiğini ve şehirlerdeki su kullanım tasarruflarını mutlaka tespit ederek başta yerel yöneticilere daha sonra ulusal yöneticilere bunları izah etmesi gerekiyor.”

‘Sanayileşme tahribatının görünmeyen maliyeti çok daha yüksek’

Tekirdağ Tabip Odası Çevre ve Halk Sağlığı Kolu adına, Namık Kemal Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Gamze Varol, bölgedeki sanayileşmeyi ve sağlığa etkilerini şöyle değerlendiriyor:

“İçinde bulunduğumuz coğrafyada çalışan bilim insanları ziraat mühendisleri çiftçilikle uğraşanlar çok net ifade etmektedir ki bu topraklar her türlü uygunsuz kullanıma rağmen sadece ülkemizin değil Avrupa’nın da en verimli toprakları arasında yer almaktadır. Maalesef bizler bu verimli tarım arazilerini amacı dışı kullanarak kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz. Birinci sınıf tarım alanlarını sanayiye teslim etmek, sağlıklı bir çevrede yaşam hakkımızın elimizden alındığının temel göstergesidir. Sanayileşme kararlarına istihdam yaratacağı gerekçesi ile kısa vadede popüler yaklaşılıyor. Sanayileşme ile oluşacak tahribatın orta ve uzun vadede görünmeyen maliyeti çok daha yüksek.”

Tekirdağ OSB, Trakya

Yoğun sanayileşmenin, halkın sağlığına doğrudan ve dolaylı etkileri olduğunu ve yaşam alanlarında risk oluşturduğunu dile getiren Varol, şunları anlatıyor:

“Bölgeye yapılacak yeni bir organize sanayi bölgesinin yanlış arazi kullanımına ek olarak hava, yüzey suları, yeraltı suları ve arazinin yapısının kimyasal ve biyolojik açıdan olumsuz yönde değişmesine, kirlenmesine ve verimliliğin azalmasına neden olacak, söz konusu durumun çevre ve insan sağlığını da olumsuz yönde etkileyecek. Sanayi atıklarıyla oluşan kirlilik, insanlarda da toksik olabilecek bazı ağır metallerin serbest kalarak bitkiler ve diğer canlılara geçebilecek.”

Bu alanda çalışan bilim insanları ise bu tip kimyasal arazi degredasyonuna yol açan asitleşmenin bölgede yaygın olduğunu kaydediyor.

Yoğun sanayileşmeye bağlı kirliliklerle oluşan başlıca sağlık sorunlarının; beslenme bozukluğu, bulaşıcı hastalıklar, kanserler ve kronik hastalıklar olduğu aktarılıyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2013 yılına ait raporunda dış ortam hava kirliliğini kesin kanserojen ilan ettiğini belirten Varol, kanserlerde çevresel etki boyutunun çok yüksek olduğunun bilimsel çalışmalarda sunulduğunu hatırlatıyor.

Kanserlerin yüzde 70’inin çevresel kaynaklı olabileceğini dile getiren Varol, bir bilimsel çalışmada hava kirliliğine atfedilen önlenebilir ölümlerin de yüzde 25 dolayında olduğunu aktarıyor.

Bunlara ek olarak değişen iklimle bağlantılı sağlık sorunları, kirli hava, su ve toprak ile bağlantılı sağlık sorunlarının, var olan sağlık sorunlarına ek olarak daha fazla görüleceği vurgulanıyor.

Ayrıca sağlığın sosyal belirleyicileri arasında yer alan bazı kamusal hizmetlerin yeniden yapılanması için finansman, donanım ve insan gücü gereksiniminin artacağı da öngörüler arasında.

Sanayi alanlarının açılmasıyla sosyo kültürel ve demografik yapının değişeceğini söyleyen Tekirdağ Kent Konseyi Başkanı Berrin Başol, gelecek dört milyonun üzerindeki nüfusun ihtiyaçlarının karşılanmasının güç olacağını belirtiyor.

Tekirdağ OSB’lerinin yüzde 60’nın boş olduğunu hatırlatan Tekirdağ Kent Konseyi Başkanı Berrin Başol, mevcut boş alanlar henüz dolmamışken, yeni sanayi alanlarının belirlenmesinin endişe verici buluyor.

Varolan sorunların kangrenleşeceğini ve altyapı, eğitim, konut, sosyal alanlar gibi kamusal hizmetlere duyulan ihtiyacın artacağını aktaran Başol, “Nüfus hareketliliği bizi endişelendiriyor. Bölgenin yeni sanayi alanlarını, beraberinde gelecek nüfusu ve ihtiyaçlarını kaldırabilmesi güç” diyor. Başol, bölgenin tarım ve gıda alanında kritik bir yer olduğuna değiniyor:

İklim krizi ile birlikte yaşanan kuraklık, gıda ve suya erişimi etkilerken, topraklarımızı ve suyumuzu daha çok korumamız gerekiyor. Mevcut iklim koşulları ve dünya konjekötü düşünüldüğünde yaşam için en kıymetli olan toprak ve suyumuzun varlığı önceliğimiz olmalı.

Sanayi dışında tarım ve turizm şehri olan kentimizin, mevcut değerlerinin korunması önemli. Sanayi atıklarının, Ergene ve Marmara Denizi’ne bırakılması sonucu oluşan müsilaj, balıkçılık faaliyetleri ve turizmi de etkilemiş, toprağımızı, suyumuzu, denizimizi kullanamaz hale getirmiştir. Bölgemizin geleceğini ve sağlığımızı gözeten politikalar üretilmeli.”

Trakya
Çerkezköy OSB

600 yılda oluşan tarım toprağı 50 yıllık sanayi tesisi için yok ediliyor

Trakya Platformu Yürütme Kurulu Üyesi Göksal Çidem ise gerçeğe ve bilime aykırı planlamaya karşı, bilimsel ve hukuksal verilerle planlama yapılması yönünde çağrıda bulunuyor. Doğal kaynakların sınırsız olduğu yanlışından dönülmesi gerektiğini vurgulayan Çidem, bir santimetre tarım toprağının 600-700 yılda oluştuğunun altını çiziyor.

En az 20 cm de tarım yapıldığı göz önüne alınırsa binlerce yılda oluşan varlıkları 40-50 yıllık sanayi tesisleri için feda etmenin gelecek açısından tehdit olduğunu söyleyen Çidem, tarım alanlarında, OSB’lere, meralarda hafriyat ocaklarına, ormanlarda maden ve enerji projelerine son verilmelisi gerektiğini ifade ediyor.

‘Bir zamanlar ihraç ettiğimiz ürünleri ithal eder hale geldik’

TÜİK verilerine göre; Türkiye’de 2005 ile 2021 yılları arasında toplamda 3,16 milyon hektar tarım alanı yok olduğunu hatırlatan Çidem, “Bir zamanlar ihraç ettiğimiz ürünleri ithal eder hale geldik. İthalat gıda güvenliği bağımsızlığımız içinde büyük bir tehdit. Ukrayna-Rusya savaşı sırasında yaşananları unutmamak gerekiyor” diyor ve ekliyor:

“Ukrayna savaşından ülkemizin diğer ülkelere kıyasla hem coğrafi konumu hem de yüksek enflasyon ile birlikte kırılganlaşan ekonomisinden dolayı daha fazla etkilediğini söyleyebiliriz. TÜİK’in verilerine göre ithalatta ilk sırayı Rusya alıyor. Türkiye, Rusya’dan 99, Ukrayna’dan ise 89 ürün ithal ediyor. Türkiye’nin buğday, ayçiçek yağı, arpa başta olmak üzere bu listedeki tarım ürünlerinde ithalata bağımlı olması büyük bir risk oluşturuyor.  Sanayi öbeklenmesinin Trakya’daki gibi hem tarım alanları, hem de insan yerleşimleri ile iç içe planlanmasının yaşam kalitesi üzerine etkileri tartışma götürmez bir risk faktörü olarak kabul ediliyor.”

İnsan faaliyeti ve kuraklık Amazon’un üçte birinde bozulmaya yol açıyor

Amazon yağmur ormanlarının geri dönüşü olmayan bir geleceğe doğru ilerlediğine dair endişeleri güçlendiren bir çalışmaya göre, insan faaliyetleri ve kuraklık, küresel ekosistem için büyük önem taşıyan bu ormanları üçte bir oranında -önceki tahminlerin tam iki katı- yok etmiş olabilir.

The Guardian’dan Jonathan Watts’ın aktardığına göre, yangınlar, arazi dönüştürme, ağaç kesimi ve su kıtlığı, 2,5 milyon kilometrekarelik ormanı felaketlere karşı daha dayanıksız bir hale getirdi. Türkiye’nin yaklaşık üç katına tekabül eden büyüklükteki bu alan, artık eskisinden daha kuru, daha yanıcı ve daha savunmasız. Bu durum, ileride “mega-yangınlar” görülebileceği anlamına geliyor.

‣ Ocak ayında Amazonlarda orman tahribatı rekoru kırıldı
‣ İklim krizi: Amazon yağmur ormanları kritik eşiğe yaklaştı
‣ Amazon ormanları son 15 yılın en yüksek ormansızlaştırmasıyla karşı karşıya

Dün yayımlanan bir araştırma, dünyanın en büyük tropikal ormanından geriye kalanın yüzde 5.5’i ila yüzde 38’inin, iklimi düzenlemede, yağış oluşturmada, karbon yutmada, diğer türlere habitat sağlamda, yerli insanlara geçim kaynağı sağlamada ve yaşanabilir ekosistemini devam ettirmede eskiden olduğundan daha yetersiz olduğunu gösteriyor.

Bu, giderek zenginleşen, nüfusu artan ve tüketmeyi oldukça seven bir dünyanın taleplerini karşılamak için Brezilya’nın tarım ve madencilik sınırlarını geri çekmesiyle son 50 yılda ormanın tamamen yok edilen yüzde 17’lik kısmını da geride bırakan bir bozulma demek.

Ormansızlaşmayı durdurmak yeterli değil

Brezilya’nın yeni başkanı Luiz Inácio Lula da Silva yönünü sıfır ormansızlaşmaya doğru çevireceğine söz verdi. Ancak araştırmacılar, gelecekte mega-yangınlardan kaçınılabilmesi için bozulma konusunda da çalışmalar yapılması gerektiğini söylüyor.

Makalenin yazarlarından Lancaster Üniversitesi‘nden Jos Barlow, konuya dair şunları kaydediyor.

Artık umut var, ancak makalemiz bunun ormansızlaşmayı çözmek için yeterli olmadığını gösteriyor. Yapılacak daha çok iş var.

Kuraklık, bozulmanın en az yüzde 50’sinden sorumlu

Daha önce yüzde 17 olarak yapılan tahminlerin aksine, su yoksunluğu Amazon’daki bozulmada görülen artışın yüzde 50’den fazlasından sorumlu.

Kuraklık, ormanın yangına karşı savunmasızlığını artırdığı ve trilyonlarca bitki tarafından yağmur bulutları oluşturan buharlaşma-terleme (evapotranspiration) yoluyla kendini yenileme yeteneğini yüzde 34’e kadar azalttığı için, giderek artan bir endişe kaynağı olmayı sürdürüyor.

Bu durumun, ekinleri sulamak için Amazon’un “uçan nehirlerine” muhtaç olan gıda üretim alanlarını da kapsayan daha geniş bir bölgede zincirleme etkileri oluyor. En endişe verici olanı da, kuraklığın ormanın yağış çekmesini zorlaştırması ve bunun da daha fazla kuraklığa yol açmasıyla yıkıcı bir kısır döngünün hayaleti ortaya çıkıyor.

Bu risklerin kontrolden çıkmasını önlemek için, araştırmacılar politika yapıcıları bozulmaya yol açan unsurları azaltmaya ve bozulmayı da ormansızlaşma sorunu kadar öncelikli olarak ele almaya teşvik ediyor.

Fotoğraf: Reuters

Bozulma, en az ormansızlaşma kadar tehlikeli olabilir

Görünürlük açısından düşünüldüğünde bozulma ve ormansızlaşma arasında önemli farklılıklar bulunuyor. Ormansızlaşma, ormanın tamamen yok edilmesi ve arazinin diğer kullanımlara açılması anlamına geliyor. Bu, uydular tarafından kolaylıkla saptanabiliyor. İnsan davranışlarından kaynaklanan kısmi bitki örtüsü kaybını ifade eden bozulma ise, büyük ağaçların altında gerçekleştiği için genellikle görüntülenemiyor.

Ormandaki bozulma, çok daha geniş bir alanı etkilediği için en az yerel ormansızlaşma kadar büyük etkilere sahip olabiliyor. Makale, bozulma nedeniyle salınan karbon miktarlarının ormansızlaşmadakinden bile daha yüksek olabileceğini söylüyor.

Bozulmanın ölçülmesi ve tanımlanmasının zor olması nedeniyle, tahminlerinde önemli belirsizlikler yaşanıyor. Bu da etkilenen alanlara dair, kalan ormanın yüzde 5’inden (yalnızca yangın, ağaç kesme ve kıyı etkileri dahil edilirse), yüzde 38’e (kuraklığın etkileri de dahil edilirse) varan çok çeşitli tahminler doğuruyor.

Fotoğraf: Reuters

Bozulma, toplumu farklı şekillerde etkiliyor

Bozulmanın etkileri, toplumun farklı kesimlerine eşit şekilde yansımıyor. Ağaç kesme ve arazi açmayla elde edilen ekonomik faydaların çoğu, uzak şehirlere ve diğer ülkelere aktarılıyor. Buna karşılık, orman ürünlerinin kaybı, kötüleşen hava kalitesi, bozulan su kalitesi gibi olumsuz etkilerin çoğu yerli ve diğer orman toplulukları tarafından hissediliyor.

Barlow, bir ormandaki bozulmanın yerel halkın ormanı terk edeceği noktaya geldiğinde, ormanın maden çıkarma endüstrilerine karşı daha az korunacağını belirterek, sosyo-ekonomik kırılma noktaları konusunda uyarıda bulunuyor.

Makalenin yazarları, politika yapıcılara, asıl bitki örtüsünün korumasız kalan sınırlarını korumak için bozulmayı daha iyi takip etmelerini, yangınla mücadele kapasitesini güçlendirmelerini, ağaç kesiminin önüne geçmelerini ve ikincil ormanlara tampon bölgeleri oluşturmalarını tavsiye ediyor.

İfade ve basın özgürlüğü raporu hak ihlalleri ve baskıyla dolu…

Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Derneği (P24) bünyesinde çalışmalarını sürdüren Expression Interrupted platformu, İfade ve Basın Özgürlüğü Gündemi’ne ilişkin sekizinci raporunu yayımladı. 2022’nin son raporu olan çalışma, 2022 Ekim, Kasım ve Aralık aylarında yaşanan hak ihlallerine ve gazetecilerin üzerindeki baskıya odaklanıyor:

“Gazetecilere yönelik yargılamalar Türkiye’de halen basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki en yaygın baskı aracı olmayı sürdürüyor. Ancak basın ve ifade özgürlüğünü hedef alan baskılar yargılamalarla sınırlı değil. Kısıtlayıcı yasal mevzuatın yanı sıra devlet kurumları ve yetkililerinin tutum ve faaliyetleri basın ve ifade özgürlüğü ile halkın haber alma özgürlüğü alanındaki genel yasal ve siyasi çerçeveyi belirlemekte.”

basın özgürlüğü
Kaynak: Expression Interrupted

Rapordaki bilgiler Expression Interrupted tarafından yürütülen kapsamlı dava takip ve medya ve açık kaynak bilgi kaynaklarının takibi çalışmalarına dayanıyor.

Rapora göre; tutuklu gazeteci sayısında 2022 yılının ortalarından beri yaşanan artış, Kürt basınına yönelik baskıların yoğunlaşmasıyla bu dönemde de devam etti. Haziran ayında Diyarbakır’da Kürt medya kuruluşlarında çalışan 16 gazeteci ve medya çalışanının tutuklanmasının ardından Ekim ayında da Ankara’da Mezopotamya Ajansı ve JinNews çalışanı dokuz gazeteci tutuklandı. Expression Interrupted verilerine göre, 2022 sonu itibarıyla cezaevindeki gazeteci sayısı 75 oldu.

  • Yılın son üç ayında 173 gazetecinin yargılandığı 99 dava görüldü. 26 gazeteci toplam 47 yıl 8 ay 1 gün hapis cezası ve 82 bin 40 lira para cezasına çarptırıldı. 15 gazeteciye 11 yeni dava açıldı. 32 gazeteci gözaltına alındı.
  • Yılın son üç ayında gazetecilerin sanık olarak yargılandığı toplam 99 dava görülürken bu davalarda altısı yabancı uyruklu 173 gazeteci hâkim karşısına çıktı. Karara bağlanan 29 davanın 16’sında toplam 26 gazeteci hakkında mahkûmiyet kararı verildi. 18 gazeteci toplamda 47 yıl 8 ay 1 gün hapis cezasına, sekiz gazeteci 82 bin 40 lira para cezasına çarptırıldı. 15 gazeteci hakkında 11 yeni dava açıldı. 32 gazeteci gözaltına alındı. En az dokuz gazeteci hakkında soruşturma açıldı.
  • Dava ve soruşturmaların yanı sıra gazetecilere yönelik şiddet ve engellemeler de bu dönemde hız kesmedi. Gazetecilere yönelik en az 19 saldırı, şiddet içeren polis müdahalesi ve tehdit vakası yaşandı.
  • Orantısız ceza kararlarıyla muhalif medya kuruluşlarını mali baskı altında tutmakla suçlanan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve Basın İlan Kurumunun (BİK) uygulamaları bu dönemde de eleştirilerin hedefi oldu.
  • RTÜK Üyesi İlhan Taşcı’nın açıkladığı 2022 rakamlarına göre RTÜK, yıl boyunca ağırlıklı olarak Halk TV, Tele 1 ve KRT TV gibi muhalif kanalları cezalandırırken hükümet yanlısı pek çok televizyon kanalına hiç ceza vermedi.
  • Taşcı’nın açıkladığı rakamlara göre RTÜK 2022 yılında Halk TV’ye 23, Tele 1’e 16, KRT TV’ye altı, FOX TV’ye beş ve Flash TV’ye dört defa olmak üzere toplam 54 ceza verirken TGRT’ye iki, Beyaz TV ve ATV’ye birer defa ceza verdi.
  • A Haber, Ülke TV, Kanal 7, TV Net ve TV 24’e ise hiç cezai yaptırım uygulanmadı.
  • Üst Kurulun Halk TV, Tele 1, KRT, Fox TV ve Flash TV’ye verdiği cezaların toplamı 17 milyon 335 bin lira tutarında olurken TGRT, Beyaz TV ve ATV’ye uygulanan cezaların toplam miktarı 1 milyon 674 bin lira olarak kaydedildi.
  • BİK tarafından resmi ilan yayımlama hakkı kalıcı olarak iptal edilen Evrensel gazetesinin rapora konu dönemde bu karara yönelik yaptığı itirazları reddedildi.
  • Ocak 2020’den beri BİK kararıyla resmi ilan alamayan Yeni Asya gazetesinin ilan yasağı ise aynı dönemde bininci gününü doldurdu.
Kaynak: Expression Interrupted

2022’nin son çeyreğinde basın özgürlüğü

Rapora göre; 2022’nin son çeyreği, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü alanında yaşanan gerilemenin daha da derinleştiği bir dönem oldu.

Hükümetin uzun zamandır hazırlıklarını sürdürdüğü “dezenformasyonla mücadele” düzenlemesi bu dönemde Mecliste kabul edilerek yasalaştı.

Yasalaşan 40 maddelik düzenlemenin “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymayı” suç haline getiren 29. maddesinin özellikle yaklaşan 2023 seçimlerine giden süreçte bilgi ve haber akışını kısıtlayacağı ve sansür ve otosansürü daha da yaygınlaştıracağı öngörülürken internet haber siteleri ve sosyal medya platformlarına yönelik maddelerin uygulamada ne tür kısıtlamalara yol açacağının gelecek aylarda netleşmesi bekleniyor.

“Dezenformasyonla mücadele” amaçlı yasa hazırlıklarını ilk kez Temmuz 2021’de duyuran Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de muhalefet partisinin “yalan terörünü siyasetinin tek malzemesi yapmış durumda” olduğunu söylemiş, bununla mücadele etmek için yeni bir yasa gerektiğini savunmuştu.

basın

  • Yasa çıktıktan kısa bir süre sonra Emniyet Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında uyuşturucu ticaretiyle ilgili açıklamaları nedeniyle “dezenformasyon” yasası kapsamında dava açılmasını istedi.
  • Bitlis’te gazetecilik yapan Sinan Aygül ise bir çocuğa yönelik cinsel istismar iddialarıyla ilgili sosyal medya paylaşımlarının ardından gözaltına alındı. Aygül, “dezenformasyon” yasası olarak bilinen Türk Ceza Kanunu (TCK) 217/A maddesi kapsamında tutuklanan ilk gazeteci oldu.
  • Hükümetin uzun süredir hazırlıklarını sürdürdüğü “dezenformasyon” düzenlemesi yasalaşarak yürürlüğe girdi. İstiklal Caddesi’nde meydana gelen bombalı saldırının ardından sosyal medya platformlarına erişim engellendi.
  • İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde 13 Kasım tarihinde düzenlenen ve altı kişinin hayatını kaybetmesine neden olan bombalı saldırının ardından yaşanan sosyal medya platformlarına yönelik bant daraltma uygulaması ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından getirilen yayın yasağıyla saldırı sonrası bilgi akışı son derece kapsamlı bir biçimde kısıtlandı.

İnsan hakları savunucuları ve sivil topluma yönelik baskılar

İnsan hakları savunucuları ve sivil topluma yönelik baskılar ise raporda şöyle sıralandı:

  • Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı ve hak savunucusu Şebnem Korur Fincancı’nın Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından PKK hedeflerine karşı kimyasal silah kullanıldığı iddialarının araştırılması gerektiğine dair açıklamaları nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanmasıyla arttı.
  • Gezi Davası’nda tutuklu iş insanı Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet ve yedi hak savunucusuna verilen 18’er yıllık hapis cezaları istinaf mahkemesince onandı.
  • Göç İzleme Derneğinin (GÖÇİZDER) üye ve yöneticileri ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) sosyal hizmet uzmanı Bilal Yıldız‘ın da aralarında bulunduğu 17’si tutuklu 23 hak savunucusunun yargılandığı davanın rapora konu dönemde görülen ilk duruşmasında dört tutuklu sanık tahliye edilirken Yargıtay, Büyükada Davası olarak bilinen davada hak savunucuları Taner Kılıç, İdil Eser, Özlem Dalkıran ve Günal Kurşun hakkında verilen mahkûmiyet kararlarını bozarak yeniden yargılamanın önünü açtı.

basın

Siyasi baskılar ve yargılamalar

2022’nin son çeyreğinde, basın özgürlüğünü kısıtlayıcı unsurlardan biri de gazetecilere yönelik hedef gösterici açıklamalar, idari tedbirler, keyfi akreditasyon uygulamaları ve siyasetçilerin şikâyetleriyle açılan davalar oldu.

Gazetecilere yönelik yargılamalar 2022’nin son çeyreğinde de hız kesmeden devam etti:

  • Yılın son üç ayında gazetecilerin sanık olarak yargılandığı toplam 99 dava görülürken bu davalarda altısı yabancı uyruklu 173 gazeteci hâkim karşısına çıktı.
  • Karara bağlanan 29 davanın 16’sında toplam 26 gazeteci hakkında mahkûmiyet kararı verildi.
  • 18 gazeteci toplamda 47 yıl 8 ay 1 gün hapis cezasına, sekiz gazeteci 82 bin 40 lira para cezasına çarptırıldı.
  • 12 davada 15 gazeteci beraat etti. İki gazeteci hakkında açılan bir tazminat davası ise reddedildi.
  • Aynı dönemde istinaf mahkemeleri olarak bilinen bölge adliye mahkemelerinde ise toplam yedi gazetecinin yargılandığı iki dava karara bağlandı. Bu davalarda beş gazeteci hakkında önceden verilen toplam 8 yıl 4 ay hapis cezası onandı. Bir gazeteci hakkında verilen 1 yıl 12 ay 17 gün hapis cezası “hatalı” bulunarak cezanın “üst sınırdan verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozuldu. Bir gazeteci hakkında verilen beraat kararı ise “yerinde olmadığı” sebebiyle bozularak gazetecinin cezalandırılması istendi.
  • Yargılamalarda öne çıkan suçlamalara bakıldığında, terör ve hakaret suçlamaları yine ilk sıralarda yer aldı.

basın

Expression Interrupted tarafından yürütülen dava takip çalışmalarından elde edilen verilere göre, 2022’nin son çeyreğinde ilk derece mahkemelerinde görülen davalarda 22 kez Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde düzenlenen “kamu görevlisine hakaret,” 21 kez Terörle Mücadele Kanunu’nun   7/2. maddesinde düzenlenen “örgüt propagandası,” 14 kez TCK 314. maddesinde düzenlenen “örgüt üyeliği” ve 12 kez de TCK 229. maddesinde düzenlenen “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamaları kullanıldı.

  • Gazeteciler dokuz davada “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla yargılanırken yedi davada “iftira” (TCK 267) suçlaması kullanıldı.
  • Toplam altı davada ise gazeteciler tazminat talebiyle yargılandı.
  • “Terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” (TMK 6/1) ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” (TCK 216) suçlamaları da altışar kez kullanıldı.
  • “Üye olmadan terör örgütüne yardım etmek” (TCK 220/7) ve “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ve devletin yargı organlarını alenen aşağılamak” (TCK 301) suçlamaları beşer kez, “kişisel verileri ele geçirmek ve yaymak” (TCK 136) dört kez, “suçu ve suçluyu övmek” (TCK 215) üç kez, “terör örgütlerinin açıklamalarını yayımlamak” (TMK 6/2) ise iki kez kullanıldı.

Gazeteci davalarında en sık kullanılan suçlamalar: Terör, hakaret

2022’nin rapora konu son çeyreğinde 15 gazeteci hakkında 11 yeni dava açıldı.

Ekim 2022

Ekim ayı içerisinde toplam 58 gazetecinin yargılandığı 46 dava görüldü. Davaların 33’ü ileri tarihlere ertelenirken 13 tanesi sonuçlandı.

basın özgürlüğü
Kaynak: Expression Interrupted
  • Karara bağlanan 13 davanın altısında toplam sekiz gazeteci hakkında beraat kararı verilirken içlerinden biri hakkında aynı zamanda tahliye kararı verildi.
  • Mahkûmiyet kararıyla sonuçlanan yedi davada beş gazeteci toplam 20 yıl 8 ay 10 gün hapis cezasına çarptırıldı. Üç gazeteci ise toplam 38 bin 320 TL tazminat ödemeye mahkûm edildi.
  • Beş gazeteci hakkında ise üç yeni dava açıldı.
  • Ekim 2022’de 58 gazeteci yargılandı, 46 dava görüldü. 33 dava ertelenirken 13 dava sonuçlandı.
  • Yedi davada mahkumiyet kararı verilirken altı davada beraat kararı verildi. Üç yeni dava açıldı.
  •  Ekim ayında görülen 46 davada 10’ar kez kullanılan “hakaret” ve “örgüt propagandası” suçlamaları en fazla kullanılan suçlamalar oldu. Bunun yanı sıra yedişer kez “örgüt üyeliği” ve “Cumhurbaşkanına hakaret,” üçer kez “2911 sayılı Kanun’a muhalefet,” “terörle mücadelede görev alanları hedef gösterme” ve “kişisel verileri ele geçirme ve yayma” suçlamaları kullanıldı.
  • Yine üç davada gazetecilere tazminat talebi yöneltildi.
  • “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ve “iftira” suçlamaları ikişer kez kullanılırken, birer kez kullanılan suçlamalar “örgüte yardım,” “görevi yaptırmamak için direnme,” “2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenli Bölgeler Kanunu’na muhalefet,” “devleti ve organlarını aşağılama,” “terör örgütlerinin açıklamalarını yayınlama,” “özel hayatın gizliliğini ihlal” ve “suçu ve suçluyu övme” olarak kayıtlara geçti.
Kasım 2022

Kasım ayı içerisinde 83 gazetecinin yargılandığı 32 dava görüldü. Davaların 24’ü ileri tarihlere ertelenirken, sekiz tanesi sonuçlandı.

basın özgürlüğü
Kaynak: Expression Interrupted
  • Karara bağlanan sekiz davanın ikisinde toplam üç gazeteci hakkında beraat kararı verilirken, mahkûmiyet kararıyla sonuçlanan beş davada 11 gazeteci toplam 23 yıl 7 ay 9 gün hapis cezasına çarptırıldı. Bir davada ise dört gazeteci toplamda 8 bin 720 TL tazminat ödemeye mahkûm edildi.
  • Kasım ayında görülen 32 davadan sekizinde kullanılan “örgüt propagandası” suçlaması en fazla kullanılan suçlama oldu. Bunun yanı sıra yedişer kez “örgüt üyeliği” ve “hakaret,” dört kez “devleti ve organlarını aşağılama”, üçer kez “örgüte yardım,” “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “2911 sayılı Kanun’a muhalefet” suçlamaları kullanıldı.
  • “Terörle mücadelede görev alanları hedef gösterme,” “suçu ve suçluyu övme,” “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçlamaları ikişer kez kullanılırken, birer kez kullanılan suçlamalar “iftira,” “2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenli Bölgeler Kanunu’na muhalefet” ve “düzeltme ve cevabın uygun şekilde yayımlanmaması” olarak kayıtlara geçti.
Aralık 2022

Aralık ayı içerisinde toplam 32 gazetecinin yargılandığı 30 dava görüldü. Davaların 22’si ileri tarihlere ertelenirken sekiz tanesi sonuçlandı.

basın özgürlüğü
Kaynak: Expression Interrupted
  • Karara bağlanan sekiz davanın dördünde toplam dört gazeteci hakkında beraat kararı verildi. İki gazetecinin yargılandığı bir dava ise mahkeme tarafından reddedildi. Mahkûmiyet kararıyla sonuçlanan üç davada iki gazeteci toplam 3 yıl 5 ay 7 gün hapis cezasına çarptırıldı. Bir davada ise bir gazeteci (Sedef Kabaş) 35 bin TL tazminat ödemeye mahkûm edildi.
  • Gazetecilerin şikâyetiyle açılan bir dava (Beyza Kural) karara bağlandı. Mahkeme sanık olarak yargılanan üç polis memurunu Kural’ın iş ve çalışma hürriyetini ihlal ettikleri gerekçesiyle 6’şar bin TL tazminat ödemeye mahkûm etti.
  • İstinafta görülen bir davada bir gazeteci (Hakkı Boltan) hakkında yerel mahkemenin verdiği karar bozuldu.
  • 10 gazeteci hakkında sekiz yeni dava açıldı.
  • Aralık ayında görülen 30 davadan sekizinde kullanılan “hakaret” suçlaması en fazla kullanılan suçlama oldu. Bunun yanı sıra beş kez “örgüt propagandası,” dörder kez “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama,” “iftira” ve “2911 sayılı Kanun’a muhalefet,” üç kez de “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamaları kullanıldı.
  • Örgüt üyeliği,” “kişisel verileri ele geçirmek ve yaymak” suçlamaları ile “tazminat” talebi ikişer kez kullanılırken, birer kez kullanılan suçlamalar “örgüte üye olmamakla birlikte yardım,” “askeri ve siyasi casusluk,” “terör örgütlerinin açıklamalarını yayınlamak” ve “kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek, kaydetmek ve yayınlamak” olarak kayıtlara geçti.
  • Yine Aralık ayında gazetecilerin şikâyetiyle açılan bir dava görüldü. Bianet eski muhabiri gazeteci Beyza Kural’ı, 6 Kasım 2015’te Beyazıt’ta öğrencilerin YÖK protestosuna polis müdahalesini takip ederken tehdit ederek ters kelepçe ile gözaltına almaya çalışan üç polisin yargılandığı davada karar çıktı. Mahkeme, sanık polisleri 6’şar bin lira adli para cezasına mahkûm etti. Polislerden biri için hükmün açıklanması geri bırakılırken, daha önce de haklarında erteleme kararı olması nedeniyle iki polisin cezası ertelenmedi. Mahkeme cezayı polisler için 10 eşit takside böldü.
  • Aralık ayında istinaf mahkemelerinde ise bir gazetecinin davası görüldü. Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, gazeteci Hakkı Boltan’a, Cizre’de 2015’te ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında mahsur kaldığı bodrumda hayatını kaybeden Azadiye Welat gazetesi Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş’ın öldürülmesine ilişkin sözleri nedeniyle “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” suçlarından verilen toplam 1 yıl 12 ay 17 gün hapis cezasını az bularak cezanın üst sınırdan verilmesini istedi. Dosya yeniden yargılama yapılması için ilk derece mahkemesine gönderildi.

Gözaltılar, soruşturmalar ve tutuklamalar

Rapora göre; Ekim, Kasım ve Aralık aylarında en az 32 gazeteci gözaltına alındı. Üç gazeteci hakkında başlatılan iki soruşturmada ise takipsizlik kararı verildi.

  • Cezaevindeki gazeteci sayısındaki artış özellikle Kürt medya kuruluşlarına yönelik baskıların yoğunlaşmasıyla birlikte yılın son çeyreğinde de devam etti.
  • 2022’nin üçüncü çeyreği itibarıyla 68 olan cezaevindeki gazeteci sayısı Mezoptamya Ajansı ve JinNews çalışanı dokuz gazetecinin tutuklanmasıyla birlikte yılın son çeyreğinde 75’e çıktı.
  • Aynı dönemde önceki dönemlerde tutuklanan iki gazeteci ise tahliye oldu.
  • Rapora konu dönemde ayrıca bir gazeteci tutuklandı ve 10 günlük tutukluluğun ardından serbest bırakıldı.

Gazetecileri hedef alan saldırı ve engellemeler 2022’nin son çeyreğinde de devam etti:

  • Yılın son çeyreğinde gazetecilere yönelik en az 19 saldırı, şiddet içeren polis müdahalesi veya tehdit vakası yaşandı. Bir gazetecinin Türkiye’ye girmesi engellenirken bir gazetecinin evi de daha sonra asılsız olduğu ortaya çıkan bir ihbar üzerine gece kapısı kırılarak basıldı.
  • Aynı dönemde gazetecilere yönelik saldırıların faillerinin yargılandığı davalar da görüldü. Gezi Parkı eylemlerini takip ettiği sırada polis şiddetine maruz kalan dokuz8HABER Genel Yayın Yönetmeni Gökhan Biçici’ye şiddet uygulayan beş polisin yargılandığı davanın üçüncü duruşmasına sanık polisler katılmadı. “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırların aşılması suretiyle basit yaralama,” “hakaret” ve “iş ve çalışma hürriyetinin ihlali” suçlamalarıyla yargılanan beş polisten biri hakkında daha yakalama kararı çıkarılarak dava 23 Şubat 2023’e ertelendi. Dava kapsamında bir polis memuru hakkında daha yakalama kararı bulunuyor.
  •  İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, haber takip eden gazetecilere yönelik tehdit, darp ve hakaret suçlamalarının hedefinde olan İstanbul Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin hakkında İstanbul Valiliğinin soruşturma izni verilmemesine dair kararını iptal etti ve Zengin hakkında soruşturma başlatılmasını istedi. Hanifi Zengin hakkında Artı TV kameramanı Bilal Meyveci ve AFP foto muhabiri Bülent Kılıç adına suç duyurularında bulunulmuştu.
  • İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, Gezi Parkı eylemlerinin dokuzuncu yıl dönümünde İstanbul Taksim’de 31 Mayıs 2022 günü düzenlenen eylemde gazetecileri darp eden polisler hakkında işlem yapılmasına izin vermeyen İstanbul Valiliği kararını da kaldırdı.

HÜDA-PAR: Erdoğan ittifak teklif etti, değerlendiriyoruz

Hür Dava Partisi (HÜDA-PAR) Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan Cumhur İttifakı’na katılmak için teklif aldıklarını ve bunu değerlendirdiklerini söyledi.

Habertürk’teki programa katılan Yapıcıoğlu, Erdoğan’la görüşmesinde seçimi konuştuklarını belirtti:

“Görüşmelerin devam etmesi konusunda mutabık kalındı. Evet ittifak da konuşuldu. AK Parti’yle beraber hareket etmek üzere konuşuldu. Ak Parti de cumhur ittifakının en büyük bileşeni. Dolayısıyla bunu bu şekilde (ittifaka katılmak) okumak mümkündür.”

Daha önce de başka bir kanaldan kendilerine teklif geldiğini, şimdi ise Erdoğan’dan teklif aldıklarını söyleyen HÜDA-PAR lideri, “Son görüşmede de yüz yüze bu olunca… Şu an da arkadaşlarla değerlendiriyoruz. Görüşmeler devam ediyor; şu an da olumsuz bir durum yok. Bakalım, hayırlısı olsun” dedi.

Hizbullah ilişkisini reddediyorlar

19 Aralık 2012’de kurulan Hür Dava Partisi, kurulduğundan bu yana, kurucuları arasında Hizbullah davasından yargılanan kişilerin bulunması ve üyelerinin büyük bölümünün Kürt illerinden olması gibi nedenlerle örgütle ilişkisi sorgulandı. 

Partinin önceki başkanı İshak Sağlam, iki yıl önce Independent Türkçe’ye Kürt meselesinin çözülmesi gerektiğini belirterek, devletin önce iki kurucu halktan biri olan Kürtlerden özür dilemesi lazım” demişti.

Bugün yaşanan tüm sorunların İslam’ın ilk dönemlerindeki ilke ve uygulamalardan uzaklaşıldığı için meydana geldiğini düşünen parti, Hizbullah’ı bir “terör örgütü” olarak tanımlamıyor. Örgütün, Türkiye’nin bir gerçeği olduğunu, hala da varlığını sürdürdüğünü söyleyen partililer, kendilerinin Hizbullah’ın siyasi alandaki temsilcisi olduğu iddialarını da reddediyor.

Sağlam, 2018’deki seçimlerde cumhurbaşkanı adayı göstermedikleri için Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklediklerini, ancak buradan Cumhur İttifakı’na destek verdikleri, ortak hareket ettikleri anlamının çıkmayacağını söylemişti.

Kürt sorunu, İstanbul Sözleşmesi, İslam birliği…

MHP’nin aşırı milliyetçi çıkışlarını da eleştiren Sağlam, AKP’nin MHP ile ortaklığını da eleştirmiş; “Milliyetçilik ve vatanseverlik ülke vatandaşlarının önemli bir kısmını inkâr etmek değildir. Bu olsa olsa bölücülüktür, bu yıkıcılıktır” demişti. Sağlam’ın Kürt sorunu ile ilgili diğer önerileri de, devletin ülkenin asli kurucusu olarak tarif ettiği Kürt halkına yapılan haksızlık ve zulümleri kabul edip özür dilemesi,  halkların eşitliğini ve eşit vatandaşlığı gözeten yeni bir anayasa, Kürtçenin ikinci resmi dil olması…

HÜDA-Par İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını destekliyor, Hristiyan Kulübü olarak gördükleri AB gibi batılı organizasyonlarından uzak durulmasını ve batı eksenli politikaların terk edilmesini, yerine ise İslam ülkeleriyle birlik oluşturulmasını, faizin ekonomiden çıkarılmasını ve İslami bir faizsiz model oluşturmasını savunuyor. İktidarın adalet ve ekonomi politikasını ise eleştiriyorlar.

Türkiye Hizbullahı: Cihat ve PKK ile savaş

İran İslam Devrimi’nden etkilenen Türkiye Hizbullahı‘nın ilk kadroları 1979’da Diyarbakır’daki Vahdet Kitapevi’nde örgütlendi. Bir süre sonra, silahlı cihada başlamak isteyenler Hüseyin Velioğlu liderliğinde İlim Grubu’nu, cihadı reddedenler ise Fidan Güngör liderliğinde Menzil Grubu’nu kurdu. Kısa sürede tasfiye edilen Menzil’in lideri Fidan Güngör 11 Eylül 1994’te kaçırıldı ve bir daha kendisinden haber alınamadı. Güçlenen Hizbullah, kendi kurallarına uymayan kişilere yönelik satırlı, asitli ve silahlı saldırılara başladı.

Aynı dönemde şehirlerde güçlenen PKK ile aralarında kanlı bir savaş başladı. Ardı aırdına şehir merkezlerinde enseden tek kurşunla işlenen cinayetler, satırlı saldırılar ve faili meçhul cinayetler işlendi.  Devletin, güçlenen PKK’yı yok etmek için Hizbullah’ı desteklediği iddiaları da bu dönemde konuşulmaya başlandı. 90’lı yılların ortalarına kadar tahminlere göre 700 kişi,  faili meçhul cinayetlerle öldürüldü. Öldürülenler arasında 2000’e Doğru dergisinde Hizbullah’ın Çevik Kuvvet Merkezi’nde eğitildiğini yazan gazeteci Halit Güngen de bulunuyordu.

1996 yılından itibaren kendi kabuğuna çekilen Hizbullah, 1998’de İslamcı feminist yazar Konca Kuriş ve 29 Aralık 1999’da Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım‘ı öldürerek yeniden sahneye çıktı.

Şimşekleri bir anda üstüne çeken örgüt, 2000 yılında polis operasyonlarının hedefi oldu. 17 Ocak 2000’de İstanbul’da düzenlenen operasyonda Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu öldürüldü, örgütün arşivi polisin eline geçti. Operasyonlarda örgütün lider kadrosu tutuklandı, bazı üyeleri polisle girdiği çatışmalarda öldürüldü. Türkiye, domuz bağı cinayetleri ve mezar evlerle bu dönemde tanıştı. Hizbullah’a savaş açan ve faili meçhul cinayetlere karşı net tavır koyduğu için halk tarafından çok sevilen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 24 Ocak 2001’de uğradığı suikast sonucunda beşkoruması ile birlikte hayatını kaybetti.

Bütün hükümlüler tahliye edildi

2000 yılından itibaren yakalanan Hizbullah yöneticileri, aylarca gözaltında kaldıktan sonra tutuklandı ve 2009 yılında ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 2011’de tutukluluk sürelerinin 10 yıldan fazla olmayacağına dair yasal değişiklik, Hizbullah’ın yönetim kadrosuna cezaevinden çıkma yolunu açtı. 4 Ocak 2011 günü Hizbullah’ın üst düzey yöneticileri Edip Gümüş, Cemal Tutar ve Hacı İnan’ın da aralarında bulunduğu 34 mahkûm, cezaları kesinleşmediği için serbest bırakıldı. Edip Gümüş, İran’a kaçarak, örgütün liderliğini üstlendi.

2019’da 100’den fazla üyesi, cezaevinden salıverildi. Anayasa Mahkemesi 2018 yılındaki bir kararında, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde askeri hâkim bulunmasını yeniden yargılanma nedeni saymış, Hizbullah tutukluları da bu kararı emsal gösterip, yargılamalarının yenilenmesi talebinde bulunmuştu. AYM kararından sonra Türkiye’nin değişik mahkemeleri, ağır suçlardan hükümlü çok sayıda Hizbullahçıyı serbest bıraktı.

Tahliyeleri, bölgede Hizbullah’ın legal siyasi ayağı olarak tarif edilen HÜDA-PAR’in AKP ile kurduğu ismi konmamış ittifaka bağlayanlar da bulunuyor.

Doç. Dr. Gündoğdu’yla plastik kirliliği söyleşisi: Mucize mi, Felaket mi?

Yeşil Düşünce Derneği, 29 Ocak Pazar günü Plastik: Mucize mi, Felaket mi? adlı kitabın yazarı ve plastik konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan Doç. Dr. Sedat Gündoğdu‘nun katılacağı bir kitap söyleşisi düzenliyor.

Dernek, kitap söyleşisine katılmak isteyenleri, saat 12.00’de İstanbul‘un Beşiktaş ilçesinde bulunan Yeşil Ev‘e davet ediyor.

Dünyaya çevresel yıkımda boyut atlatan plastiklerin yarattığı kirliliğin konuşulacağı etkinliğe katılmak isteyenlerin beacons.ai/yesildusun adresinden form doldurması gerekiyor.

‣ ‘Sofra tuzlarında mikroplastik’ araştırmasını gerçekleştiren Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, Açık Radyo’da
‣ Sedat Gündoğdu, Bilim Müzesi’nde yapacağı sergi teklifini reddetti: ‘Güzel fırsattı, kirlettiler’
‣ Şişli Kent Konseyi, mikroplastik tehlikesini Doç. Sedat Gündoğdu ile konuşacak

Yazarı tanıyalım – Sedat Gündoğdu kimdir?

Doç. Dr. Sedat Gündoğdu, 2009 yılından beri Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nde deniz biyolojisi ve mikroplastik kirliliği üzerine çalışmalar yürütüyor.

Özellikle denizel plastik kirliliği üzerine yoğunlaşan çalışmalar yapan Gündoğdu’nun, mikroplastiklerin kaynağı, dağılımı, canlılara etkisi ve besin zincirine transferi konularında çok sayıda çalışması bulunuyor.

Doç. Dr. Sedat Gündoğdu
‣ Adana’daki çöp aldatmacası bitmiyor: Ne temizlendi ne de temizleme yetiyor
‣ Çöplerin yolculuğu: Akıntılarla binlerce kilometre yol alıyorlar
‣ Konserve balık ambalajında mikroplastik bulundu

Kitabı okuyalım – Plastik: Mucize mi, Felaket mi?

Gündoğdu’nun Plastik: Mucize mi, Felaket mi? adlı eseri geçtiğimiz ay Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayınlandı.

Gündoğdu, dünyada çapındaki aşırı plastik kullanımına dikkati çektiği kitabında, felakete dönüşmeden önce bir mucize olarak değerlendirilen plastiğin sağlığa, biyoçeşitliliğe ve çevreye olan zararlarına ışık tutuyor.

Okuyucuları plastiğin gerekliliğini sorgulamaya iten eserinde, Gündoğdu çözümleri açıklayarak okuyucuyu seçimleri üzerinde düşünmeye sevk ediyor.

‘Yaprak Dede’ Ali Nihat Gökyiğit son yolculuğuna uğurlandı

Yaprak Dede” olarak tanınan ve ömrünün büyük bölümünü başta yeşil örtü, toprak ve biyolojik çeşitlilik olmak üzere çevre çalışmalarına adayan Ali Nihat Gökyiğit, 26 Ocak Perşembe günü Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığı’nda ailesi, sevenleri, TEMA Vakfı gönüllüleri ve çok sayıda doğaseverin katılımıyla düzenlenen törenle toprağa verildi.

Gökyiğit, “Toprak Dede” olarak tanınan Hayrettin Karaca ile birlikte TEMA Vakfı’nı 67 yaşında kurdu. Vakfın biyolojik çeşitlilik ve kırsal kalkınma konularında yaptığı ilk projelerin hem lideri hem de destekçisiydi.

Aynı zamanda Tekfen Grubu‘nun ve ANG Vakfı’nın da kurucusu olan Gökyiğit, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi‘nin ve dünya barışına hizmet eden önemli kültür faaliyetlerinden biri olan Tekfen Filarmoni Orkestrası‘nın da kurucusuydu.

Gürcistan ve Kırgızistan tarafından fahri konsolosluk, Çukurova, Boğaziçi ve Gaziosmanpaşa Üniversiteleri tarafından fahri doktora unvanı verilen Gökyiğit, Cumhurbaşkanlığı Devlet Üstün Hizmet Madalyası ve TBMM tarafından verilen Üstün Hizmet Ödülü’nün de sahibiydi. Son olarak ise Galatasaray Derneği’nden “Çevre” temalı “Galatasaray Ödülü”nü almıştı.

‣ TEMA Vakfı’ndan A. Nihat Gökyiğit Biyolojik Çeşitlilik Projesi
‣ ‘Toprak Dede’ son yolculuğuna uğurlandı

Bir doğa bilgesini kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç bir basın açıklamasında Gökyiğit’in gerçek bir doğasever olduğunun altını çizerek “Bir doğa bilgesini kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Sayın Ali Nihat Gökyiğit, ömrü boyunca durmak bilmeden doğa için yürüttüğü çalışmalarla, bir insanın inanarak ve severek neleri başarabileceğini bize en güzel şekilde gösterdi” dedi ve ekledi:

Değerli büyüğümüz Ali Nihat Gökyiğit’in yaşamından hepimizin çıkaracağı birçok ders olduğuna inanıyorum. Şüphesiz ki insanlık ve doğa, Kurucumuzu ve çabalarını minnetle hatırlayacaktır. Biyolojik çeşitlilik konusuna verdiği önem sebebiyle, 2021 yılında başlattığımız ve kendisinin adını verdiğimiz ‘A. Nihat Gökyiğit Biyolojik Çeşitlilik Projesi’ni sürdüreceğiz‘TEMA Vakfı’nın yaşaması en büyük arzumdur’ diyen Yaprak Dedemizin bize bıraktığı bu değerli mirasa 81 ilde, bir milyonu aşan gönüllümüzle sahip çıkmak için yolumuza inançla devam edeceğiz. Herkesin ve doğanın başı sağ olsun.

Gelir yaratacak üretim doğaya dost olmalı

Gökyiğit, gelir yaratacak üretimin doğaya dost olması gerektiğine inanırdı. Yeşil ve yaşanabilir bir dünyaya ulaşmayı hedefleyen Gökyiğit, Artvin’in Borçka ilçesine bağlı Camili (Macahel) köylülerinin TEMA Vakfı’na gönderdikleri, içinde bulundukları ekonomik ve sosyal sıkıntıyı anlatan mektuba kayıtsız kalmayarak Camili Kırsal Kalkınma Projesi’ni başlatmıştı.

Yapılan çalışmalar ile bölge tanıtılmış, halka ek geçim kaynakları sağlanmış ve UNESCO tarafından Camili’nin Dünya Biyosfer Rezerv alanına dâhil edilmesine katkı verilmişti. Proje ayrıca Camili’nin Türkiye’nin İlk Biyosfer Rezervi olmasına öncülük etmiş ve Johannesburg Dünya Zirve Konferansı‘nda ödüle layık görülmüştü.

Ayrıca, bölgede yapılan çalışmalar ile neslinin tükendiği düşünülen saf Kafkas arısı bulunmuş ve üretilen damızlık ana arılarla beldeye gelir yaratılmıştı.

Öldürdüğü trans kadının kendisine küfrettiğini iddia eden katile ‘haksız tahrik’ indirimi

İzmir‘de 36 yaşındaki trans kadın Mira Güneş‘i katleden 45 yaşındaki Serdar Gülsoy‘un yargılandığı davada bugün karar çıktı. Mahkeme, Serdar Gülsoy’u ‘kasten öldürme‘ suçundan müebbet hapis cezasına çarptırdı ancak mahkeme heyeti, aksi ispatlanamayan Gülsoy’un savunmasına göre Mira Güneş’in kendisine küfretmesi nedeniyle ‘haksız tahrik‘ indirimi uygulayıp cezayı 15 yıl hapse çevirdi.

Sanıkların yargılanmalarına 23 Ocak’ta İzmir 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi. Karar duruşmasına tutuklu sanık Serdar Gülsoy ile başka suçtan cezaevinde bulunan Turgay Türker, SEGBİS ile katıldı.

Sanık avukatları müvekkillerinin beraatin isterken, sanıklar da beraat talebinde bulundu.

Mİra Güneş – Kaynak: Kaos GL

DHA‘nın aktardığına göre; heyet, Serdar Gülsoy’u ‘kasten öldürme‘ suçundan müebbet hapis cezasına çarptırdı. Heyet, ardından aksi ispatlanamayan Serdar Gülsoy’un savunmasına göre Mira Güneş’in kendisine küfretmesi nedeniyle ‘haksız tahrik‘ indirimi uygulayıp, cezayı 15 yıl hapse çevirdi.

Gülsoy’a, ‘hırsızlık’ suçundan altı yıl hapis, ‘zincirleme olarak başkasına ait bir banka veya kredi kartının izinsiz kullanılması suretiyle yarar sağlama’ suçundan üç yıl dokuz ay hapis cezası verildi.

Gülsoy, ‘konut dokunulmazlığını bozmak‘ suçundan beraat etti. Gülsoy, toplam 24 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Turgay Türker, Mira Güneş’e karşı ölümünden sonra evindeki eşyaları diğer iki sanıkla birlikte almak suretiyle ‘hırsızlık‘ suçunu işlediği gerekçesiyle altı yıl hapis cezasına çarptırılırken, ‘tasarlayarak öldürmeye yardım etmek‘ ve ‘kredi kartını kullanarak menfaat sağlamak‘ suçlarından beraat etti.

Mahkeme heyeti, Murat İnceçelik‘e ‘zincirleme olarak başkasına ait bir banka veya kredi kartının izinsiz kullanılması suretiyle yarar sağlama’ suçundan 3 yıl 9 ay, ‘hırsızlık’ suçundan 6 yıl hapis cezasına çarptırdı. İncelik, ‘tasarlayarak öldürmeye yardım etmek’ ve ‘konut dokunulmazlığını bozmak’ suçlarından ise beraat etti.

Öte yandan heyet, İnceçelik ve Türker hakkında Mira Güneş’i kasten öldürme eyleminden sonra suç delillerinin ortadan kaldırılması ya da gizlenmesi ile ilgili eylemi nedeniyle hakkında soruşturma yapılması için İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı‘na suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

Ne olmuştu?

Mira Güneş‘in Rafetpaşa Mahallesi‘ndeki evinden 11 Mart 2021’de kötü kokular gelmesi üzerine komşular kadına ulaşmaya çalışmış, ulaşamayınca yakınlarını aramıştı. Eve girildiğinde kadının cesedinin çekyatın içinde olduğu görülmüştü.

İncelemede Güneş’in başına sert cisimle vurularak öldürüldüğü ve yüzünün tanınmayacak hale geldiği belirlenmiş, üç kişiye dava açılmıştı.

İlk savunmalarında tartışmayı hatırlamadığını söyleyen sanık Serdar Gülsoy, daha sonra kadının kendisine küfrettiğini ve tartışma büyüdükten sonra olayın meydana geldiğini iddia etmişti.

Kaos GL’nin aktardığına göre; Mira’nın kardeşi 9 Mart 2021’de kardeşinden haber alamadığını belirterek Çamdibi Polis Merkezi Amirliği’ne başvurmuştu.

Kardeşi ile bir süredir görüşmediğini, ama arada sırada haberleştiklerini, bir haftadır kendisinden haber alamayınca ve arkadaşları da kendisini arayınca evine gittiğini söyledi.

Evi dağılmış, ışıklar açık bir şekilde buldu. Mira’nın arabası da ortalıkta yoktu.

Emniyet soruşturmaya başladı ancak Mira’nın nerede olduğunu bulan polisler olmadı.

Kardeşi ve eşi, Mira’yı yaşadığı evde bulamayınca 12 Mart’ta yine Mira’ya ait bir üst kata baktı.

Sigorta indirilmiş, balkon kapısı açık bırakılmıştı. Mira’nın cansız bedenini bazanın içinde buldular.

Polis soruşturması sonucu Serdar Gülsoy, Turgay Türker, Murat İnceçelik isimli erkekler ve L.Y. isimli kadın şüpheli olarak tespit edildi.

Şüpheliler 14 Mart’ta gözaltına alındı. Gülsoy, Türker ve İnceçelik tutuklandı ve haklarında dava açıldı. L.Y. hakkında ise kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.

Zanlı ve şüpheliler, kadını katlettikten sonra Mira’nın cüzdanında bulunan parasını, ziynet eşyalarını, telefonunu ve arabasını çaldıklarını da anlattı.

Gülsoy, cinayet açığa çıkmasın diye evdeki kamera kayıt cihazının kablolarını da söktü. Turgay, Gülsoy’un kıyafetlerini ve delilleri yakarak yok ederken Murat da kamerayı alarak yok etti.

Katil Gülsoy ve arkadaşları, kendi yaşadığı evde Mira’nın bedeni bulunabilir diye Mira’yı bir de üst kata çıkardılar ve bir bazanın içine sakladılar. Cinayetten sonra birkaç kez eve giderek delilleri yok ettiler. Mira’dan çaldıkları parayı bölüştüler, el koydukları banka kartıyla birçok kere para çektiler, cinayet aletini attılar, Mira’nın arabasıyla Adana’da Murat İnceçelik’in akrabasının düğününe gittiler. 

Memleketten kuraklık manzaraları: Bursa

Türkiye aylardır kuraklığın gölgesi altında ve ‘su tasarrufu’ uyarılarıyla geçen günler yaşıyor. Ülkenin doğusundan batısına yoğun bir kuraklık sınavı veriliyor.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü‘nün verilerine göre; eylül, ekim ve kasım 2022 Türkiye’nin birçok bölgesinde şiddetli kuraklık hakimdi. Ülkenin su kaynakları 2022’de dip seviyeleri görmüştü.

Her gün incelediğimiz İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi‘nin (İSKİ) baraj doluluk seviyesine ilişkin verileri, her geçen hafta yüzde 1’i geçen oranlara varan düşüşlere işaret ediyor. Son verilere göre mevcut doluluk oranı yüzde 29,25. Ayrıca her günün verisi bir rekor niteliğinde.

Peki bu su kaynakları üzerine konuşulan veriler hayatın içinde nasıl bir soruna sebep oluyor? Bu sorun “yeşil Bursa”da oldukça kendini gösterir bir hale geldi. Kuraklığın yansıdığı görüntüleri Yeşiller Partisi’nden Koray Doğan Urbarlı kayıt altına aldı. İşte İznik Gölü‘nden Uludağ‘a kuraklık manzaraları:

Bursa, Uludağ
Görüntüler 24  Ocak’tan. Uludağ‘da önceki yıllara göre daha az kar örtüsü göze çarpıyor. Uludağ bugünlerde Uludağ Alan Başkanlığı ile oldukça gündemde. Aktivistler için nam-ı diğer ‘Uludağ (T)alan Başkanlığı’ dün (26 Ocak) Resmi Gazete‘de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın imzasının bulunduğu kararname ile resmen kuruldu.  Fotoğraflar: Koray Doğan Urbarlı
Bursa, Uludağ
Uludağ’da bir çekim yapan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Urbarlı, bölgeden izlenimlerini şöyle aktardı: Geçtiğimiz seneni Temiz ayında Uludağ’da dört bin ağaç eksilmiş, sebebi de teleferik hattını uzatmak. Uludağ milli park statüsündeyken yapılmış. İnsanlar daha rahat kayak tatili yapsınlar diye. Ama şöyle bir sıkıntı var ki; Ocak’ın sonuna geliyoruz, 24 Ocak’tayız ve Uludağ’da kar yok. Kar tatili falan yok.
Bursa, Uludağ
“Uludağ neden milli park olmaktan çıkartılıp alan başkanlığı haline getirilmek isteniyor?” sorusunu da bölgeden yanıtlayan Urbarlı, bunun sebebinin Uludağ’a daha çok turist çekilmesi olduğunu belirtiyor ve ekliyor:
“Verdikleri kanun teklifinde de bu açık açık yazıyor. Bütün AKP’li Bursa milletvekilleri de imzalamışlar. Demişler ki; Uludağ’da birçok koruma statüsü var, bu durum yetki karmaşasına sebep oluyor ve yatırımcı açısından çok uzun ve bürokratik süreçlerin yaşanmasına sebep oluyor. İstiyorlar ki; yatırımcı hemen gelsin hiçbir bürokratik engele takılmasın ve Uludağ’a yatırımını yapsın. Daha çok turist gelsin, daha çok kayak yapsın. İnsanlar kayak yapsın tabi ama kar yok. Onu ne yapacağız? Ona tabi kanunda yanıt yok.”
Bursa, Uludağ
Alan Başkanlığı’yla bölgedeki turist varlığının da azalacağını belirten Urbarlı bu durumu “Kendi kendini yiyip bitiren bir canavar aslında: Daha fazla turist isteği, Uludağ’a hiç turist gelmemesini sağlayacak” şeklinde açıklıyor.
Bursa, Uludağ
Uludağ’da bin 308 bitki örtüsü tespit edildiğine de dikkat çeken Urbarlı, kararın yalnızca insanları değil, aynı zamanda bölgedeki biyoçeşitliliği de olumsuz etkileyeceğini aktarıyor.
Bursa, Uludağ
“Uludağ, Uludağ olduğu için turist çekiyor” diyen Urbarlı, son olarak şu ifadeleri kullanıyor:
“Uludağ’ı bir panayır alanına çevrildiği için turist çekmiyor. İnsanlar buraya nefes almak için geliyor. Ama milli park statüsünden alan başkanlığına geçirilmesi, bir süre sonra bu karşıki dağlarda daha az kar olması, belki de daha fazla otel olmasına sebep olacak. Çünkü bu ağaçların hepsi artık tehlikede.”
Bursa, Uludağ
Kanunnamede yer verilen görev alanlarına göre; Başkanlığın görev ve yetkileri arasında bulunanlardan dikkat çekenler şöyle:
*Uludağ Alanında, 2863 sayılı Kanun ile kültür varlıklarını koruma bölge kurulları ve tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonlarına verilen yetki ve görevler Komisyon tarafından kullanılır. Ayrıca, *Komisyon, Uludağ Alanı içerisinde doğal sit alanlarının tescili, sınır değişiklikleri ve yeniden değerlendirilmesine yönelik karar almaya yetkilidir. Sit sınır ve derece değişiklikleri Komisyonun oy birliği ile aldığı karar doğrultusunda gerçekleştirilir,
*Komisyon, Uludağ Alanı sınırları içerisinde her türlü uygulamaya yönelik karar almaya yetkilidir.

İznik can çekişiyor

Bursa, İznik Gölü
Görüntüler 24 Ocak’tan… İklim krizi nedeniyle yoğunluğu gün geçtikçe artan kuraklık, Türkiye‘deki su kaynaklarını tehdit etmeye devam ediyor. Türkiye‘nin en büyük tatlı su kaynaklarından İznik Gölü‘nde mevsimsel kuraklık nedeniyle su çekilmesi korkutucu boyutlara ulaştı. Kıyıdan 400 metre çekilen İznik Gölü’nün en büyük iskelesi tamamen karada kaldı. Fotoğraflar: Koray Doğan Urbarlı
Bursa, İznik Gölü
Urbarlı, İznik Gölü’nden izlenimlerini tam olarak şu cümlelerle aktarıyor:
#YeşillerKuraklığınİzinde
“Türkiye’nin beşinci, Marmara Bölgesi’nin ise en büyük gölü olan #İznikGölü’nün hali ne yazık ki korkutucu.
Ülkemizin en güzel yerleri artık kıyamet sonrasını anlatan filmlerin doğal platosu haline geliyor. Sorumlular ise seyrediyor.”
Bursa, İznik Gölü
Gölün bu halde olmasının tek sebebinin iklim krizi olmadığını belirten Urbarlı, “Çevresindeki ağır ve çevreye zararlı sanayinin bitmek bilmeyen su ihtiyacı ve tarım sebebiyle gölden çekilen suyun artık sürdürülebilir olmaması da önemli bir etmen” diyor.
Bursa, İznik Gölü
Öte yandan Türkiye genelinde yağışlar son üç ayda, uzun yıl verilerine göre yüzde 40,6, geçen yıla göre yüzde 31 azalma gösterdi. Meteoroloji Genel Müdürlüğü, geçen günlerde mevsim normallerinin dışında sıcak bir kışa giriş yapan Türkiye’de, özellikle Marmara ve İç Ege bölgelerinde yaşanan kuraklığın ‘ileri derecede’ olduğunu açıkladı.
Bursa, İznik Gölü
Türkiye’de 2 bin 57 gözlem sisteminden elde edilen en az 30 yıllık kesintisiz yağış ve sıcaklık verileri ile üçer aylık dönemler halinde aylık meteorolojik kuraklık analizleri hazırlanıyor. Buna göre, Marmara Bölgesi’nin tamamında, Ege Bölgesi’nin Muğla’nın Bodrum ve Milas ilçeleri hariç diğer kesimlerinde, Akdeniz Bölgesi’nin batısı ile doğu kesimlerinde, İç Anadolu Bölgesi’nin ortası ile batısında, Karadeniz‘in batı, orta ve doğu kesimlerinde, Doğu Anadolu Bölgesi’nin ortası ile kuzey kesimlerinde değişen şiddetlerde kuraklık etkili oldu.

Son olarak Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından her yıl BM İklim Zirvesi başında yayınlanan, yıllık Küresel İklim Durumu raporu Şarm-El-Şeyh’te açıklandı. Rapora göre kayıtlara geçen en sıcak sekiz yıl, iklim değişikliğinin etkilerinde artışa tanıklık ediyor. Deniz seviyesindeki yükselme hızlanıyor, Avrupa‘da buzul erimesi rekor kırıyor, aşırı hava koşulları dünyanın her yerinde yıkıma neden oluyor.

Türkiye’de birçok sivil toplum kuruluşu ve aktivist iklim krizine karşı eylem alınması yönünde birçok platformda açıklamalarda, taleplerde bulunuyor. Birçok iklim ve çevre uzmanı da bugün yaşanılan kuraklığın yalnızca iklim krizi kaynaklı olmadığını, yanlış su yönetiminin sonuçlarının Türkiye’de birçok su kaynağını ölüme sürüklediğini belirtiyor. Bunun en büyük örneklerinden biri ise Marmara Gölü:

HDP’den Çevre Bakanı’na ‘Pınarbaşı’ soruları: Patlayıcı tesisi kararını kim, nasıl aldı?

HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni, Kayseri Pınarbaşı’daki Eğrisöğüt ve Aşağıbeyçayır köyleri arasında kalan meraya kurulmak istenen patlayıcı fabrikasını Meclis’e taşıdı.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un cevaplaması istemiyle verdiği soru önergesinde Çepni, fabrikanın orman ve tarım arazilerinin ortasına, köy halkının da hayvanlarını otlattığı meraya yapılmasının birçok mağduriyet yaratacağını söyledi.

Tesisin atıklarının bölge için hayati öneme sahip olan Zamantı Çayı’nı  kirleteceğini belirten HDP’li vekil, Sakarya, Eskişehir ve Kırıkkale’de bulunan, aynı üretimi yapan fabrikalarda meydana gelen patlamaları ve çevrede bulunan yerleşim alanlarına verdiği zararları da hatırlattı.

Pınarbaşı’nda ekokırım: Organik tarım ihalesi verilen araziye patlayıcı tesisi

Murat Çepni’nin Bakan Kurum’a yanıtlaması istemiyle yönelttiği sorular şöyle:

  • Patlayıcı madde (Kapsüle Duyarlı Emülsiyon, Anfo, Ağır Anfo, Kapsül Üretim ve Montaj) üretim ve depolama tesisi yapılması için bu alanın belirlenmesinin gerekçesi nedir?
  • Şirkete verilen arazinin kullanım amacı ihalede, eğitim, ticari, sağlık, sanayi, organik tarım, vb. sabit ve kalıcı tesis olarak belirlenmesine karşın; patlayıcı madde üretim ve depolama tesisi yapılacak olmasının gerekçesi nedir? Bu karar ne şekilde alınmıştır? Arazinin ihalesi yapılmadan önce bölge halkına bilgi verilmiş midir?
  • Projesi için, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin imar değişikliği yaptığı Bakanlığınız bilgisi dahilinde midir?  İmar planı değişikliği konusunda işbirliğiniz olmuş mudur?
  • Projenin inşaat ve işletme aşamalarında meydana gelecek çevresel etkiler, bilimsel olarak Bakanlığınızca da değerlendirilecek midir?
  • Projenin işletmesinde ortaya çıkan atıklar ve tehlikeli atıklar ne şekilde bertaraf edilecektir?
  • Tesisin;  organik tarıma, su varlıklarına, bitki örtüsüne, hayvanlara ve yöre halkının sağlığına vereceği zararlar nasıl engellenecektir? Tesisin yaratacağı mağduriyetleri gidermeye yönelik projeleriniz var mıdır?
  • Benzer tesislerde meydana gelen kazalar ve bu tür tesislerin çevresel etkileri dikkatte alınarak, proje hakkında;  demokratik kitle örgütleri ve yöre halkı ile işbirliği yapılacak mıdır?
  • Aşağıbeyçayır Köyü ve Eğrisöğüt Köyü’nün bozulmamış doğasını, organik tarımı, hayvancılığı ve arıcılığı korumak amacıyla projenin iptal edilmesi için çalışmalarınız olacak mıdır?

Sivil toplum’dan BM’ye mektup: COP28’i fosil yakıt şirketi CEO’su yönetemez

Dünyanın farklı ülkelerinden 450’den fazla sivil toplum örgütü Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi‘nin CEO’su Sultan Al Jaber‘in önümüzdeki yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılacak COP28 İklim Zirvesi başkanlığına atanması kararından vazgeçilmesini istedi.

Örgütler, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres, BM Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) İcra Sekreteri Simon Stiell ve BMİDÇS taraflarına açık bir mektup gönderdi. 

Mektupta, iklim krizini körükleyerek büyük kazançlar elde eden bir fosil yakıt yöneticisinin iklim değişikliğine karşı küresel mücadeleyi yönetmek üzere atanmasının onurlu bir davranış olmadığına dikkat çekildi. Kuruluşlar, bu atamanın BMİDÇS güvenilirliğini ve meşruiyetini yitirişinin tepe noktası olduğunu kaydetti. 

İklim krizi üzerine çalışan 450’yi aşkın örgüt, imza attıkları mektupta dünya hükümetlerine, açgözlülüğe ve kâra hizmet etmeyi bırakıp, bunun yerine dünyanın fosil yakıt bağımlılığının bedelini hayatları ve geçim kaynaklarıyla ödeyen insanları ve toplulukları korumasını sağlamak için sistemi baştan kurma çağrısında bulundu. 

Mektubu kuruluşunuz adına buradan imzalayabilirsiniz

‘COP28’in meşruiyetini ve etkinliğini tehdit ediyor’

Mektubun tamamı şöyle: 

“Sayın, 

António Guterres, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri;  Simon Stiell, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi İcra Sekreteri; ve BMİDÇS Tarafları,

 11 Ocak’ta Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi’nin (ADNOC) CEO’su Sultan Al Jaber’in Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ev sahipliğinde düzenlenecek olan COP28’in başkanı olarak küresel iklim müzakerelerinin bir sonraki turunu yöneteceği haberi geldi.  Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve hatta Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) İcra Sekreteri bu haber üzerine tebriklerini iletti. 

Açık konuşalım; ortada kutlayacak bir şey yok. Bu karar COP28’in meşruiyetini ve etkinliğini tehdit ediyor. Eğer iklim krizine karşı mücadele umudumuz varsa, her COP fosil yakıt endüstrisinin kirletici etkisinden arındırılmış olmalı. 

Günde 5 milyon varil petrol üretme taahhüdü yaptı

ADNOC dünyanın en büyük 12. petrol üreticisi. Büyük bir kirletici olarak karbon emisyonlarından en çok sorumlu olan şirketler listesinde 14. sırada. Ayrıca fosil yakıt şirketlerinin petrol ve gaz üretimini artırma  planlarına ilişkin küresel bir analizde 2. sırada yer alıyor ve yeni sahalar ve kuyular için proje ve inşaat onaylarına dayalı olarak en hızlı büyüyen fosil yakıt şirketlerinden biri. Yakın zamanda, 2027 yılına kadar günde 5 milyon varil petrol üretme taahhüdünde bulunarak genişleme planlarını hızlandırdı ve fosil yakıtlı bir geleceğe hapsolmaya devam etmek için diğer büyük kirleticilerle yakın işbirliği içinde.

ADNOC’un planları, küresel sıcaklık artışını 1,5 santigrat derece ile sınırlama yolunda ilerlemek için yeni petrol ve doğal gaz kapasitesine yer  olmadığını açıkça ortaya koyan Uluslararası Enerji Ajansı’nın senaryosuyla uyumsuz. 

 Al Jaber’in atanmasından önce bile BAE’nin performansı, fosil yakıtlardan aşamalı çıkış ve küresel sıcaklık artışını 1,5 santigrat derecenin altında tutma konusunda çabası olmadığını gösteriyordu. Aksine, BAE’nin eylemleri, iklim krizini çözmenin değil, krize neden olmanın merkezinde olduğunu gösteriyor. 

‘Fosil yakıt çıkarları çerçeve sözleşmesini ele geçirdi’

 İklim krizini körükleyerek büyük kazançlar elde eden bir fosil yakıt yöneticisinin iklim değişikliğine karşı küresel mücadeleyi yönetmek üzere atanması onurlu bir davranış değil. Milyonlarca yaşamın ve ekosistemin tehlikede olduğu iklim krizinin yoğunlaştığı bir dönemde böyle bir hamlenin meşru görülebilmesi, Büyük Kirleticilerin iklim politikalarını nasıl bastırdığını gösteriyor.

Bu aynı zamanda daha derin bir soruna işaret ediyor: Fosil yakıt çıkarları BMİDÇS’yi ele geçirmiş durumda ve güvenilirliğini tehdit ediyor. Geçtiğimiz kasım ayında düzenlenen COP27‘de 630’dan fazla fosil yakıt lobicisi iklim müzakerelerine katıldı. COP28’e ev sahipliği yapacak BAE’nin delegasyonunda, diğer tüm ülkelerden daha fazla fosil yakıt lobicisi vardı. Acı gerçek şu ki, bu atama BMİDÇS’nin her türlü meşruiyetini ve güvenilirliğini hızla yitirişinin tepe noktası oldu. 

 450’den fazla kuruluş, dünya hükümetlerine, açgözlülüğe ve kâra hizmet etmeyi bırakıp, bunun yerine dünyanın fosil yakıt bağımlılığının bedelini hayatları ve geçim kaynaklarıyla ödeyen insanları ve toplulukları korumasını sağlamak için sistemi baştan kurma çağrısında bulundu. Gençlik, kadın ve toplumsal cinsiyet, sendikalar ve iklim adaleti hareketini temsil eden çok sayıda UNFCCC (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) bileşeni, UNFCCC’yi artık Büyük Kirleticilerin iklim değişikliğine karşı küresel tepkiyi haksız yere etkileme ve baltalamasını durduracak bir Hesap Verebilirlik Çerçevesi’ni kabul etmeye çağırdı. Ancak bu ortak talebe rağmen ve iklim krizinin etkileri tüm dünyada yaşanırken, IPCC tarafından yapılan açık uyarılara rağmen, dünya hükümetleri UNFCCC’yi endüstrinin bir halkla ilişkiler gösterisi ve şirketlerin ticari şovu olarak görmeye devam ediyor.  

‘Fosil yakıtçı başkanı olan COP meşru görülemez’

 Bir fosil yakıt yöneticisi tarafından başkanlık edilen hiçbir COP meşru görülemez. COP Başkanlıkları fosil yakıt etkisinden bağımsız ve özgür olmalıdır. UNFCCC’nin uzun süredir gecikmiş olan fosil yakıtlardan eşitlikçi çıkışı sağlamasının zamanı geldi. En önemlisi en büyük problem olan kirleticilerin çıkarlarını ele almak ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Ayrıca şunları da talep ediyoruz:

  • Büyük Kirleticiler kuralları yazamaz: Büyük Kirleticilerin iklim politikalarını haksız yere etkilemesine izin verilmemelidir. Bu onların iklim değişikliğine karşı küresel tepkiyi zayıflatmaya ve baltalamaya devam etmelerini sağlıyor ve bu yüzden yok olmanın eşiğindeyiz. UNFCCC acilen, bu kurumsal ele geçirmeyi sistematik olarak sona erdiren, küresel rejim çapında bir çıkar çatışması politikası da açıklayarak bir Hesap Verebilirlik Çerçevesi oluşturmalıdır.
  • Büyük Kirleticilerin iklim eylemlerini finanse etmesine son verilmelidir: İklim müzakerelerinde veya iklim eylemlerinde Büyük Kirletici ortaklığı veya sponsorluğu olmayacak. Şu anda da olmayacak, hiçbir zaman olmayacak. Büyük kirleticilerin kendilerini yeşile boyamalarına ve neden oldukları bir krizin suçluluğundan kurtulma yollarını kelimenin tam anlamıyla satın almalarına izin verilmemelidir. Bu kabul edilebilir görüldüğü sürece UNFCCC her zaman başarısız olmaya mahkumdur. 

  • Kirletenler dışarı, halklar içeri: Sivil toplum her zaman COP sürecine katılmış olsa da, hükümetler sivil toplum örgütlerinin ve iklim adaleti hareketlerinin seslerini duyurmalarını her seferinde daha da zorlaştırdı. Sivil toplumun eşitlikçi ve anlamlı bir şekilde sürece dahil edilmesine ihtiyacımız var. İklim eylemi, özellikle iklim krizinin ön saflarında yer alan insanların liderliğini ve yaşanmış deneyimlerini merkeze almalıdır. Ön saflarda yer alan toplulukların liderliğinde, Büyük Kirleticilerin kârlarını destekleyen, suiistimallerini mümkün kılan ve onlarca yıl daha fosil yakıt kullanımını garanti altına alan yanlış yönlendirmelerin (sahte çözümlerin) ve tehlikeli dikkat dağıtıcıların finanse edilmesine ve onaylanmasına son vermeliyiz.
  • Büyük Kirleticileri değil, insanları ve gezegeni korumak için sistemi sıfırlayın: Büyük Kirleticiler bildiğimiz yaşamı yok ediyor. Kirletenler için değil insanlar için çalışan ve doğayı yok etmek yerine onaran yeni bir yaşam ve işbirliği biçimi inşa etmenin zamanı geldi. Hızlı ve adil bir şekilde uygulanacak gerçek, adil, hesap verebilir, toplumsal cinsiyete duyarlı, toplum liderliğinde, doğayı onaran, kanıtlanmış ve dönüştürücü çözümlere ihtiyacımız var. Fosil yakıtlardan tamamen ve eşitlikçi bir çıkışa yönelik dönüşüme ihtiyacımız var. Yerli halkların, yerel toplulukların, kadınların, işçilerin haklarını ve adalet için konuşanların korunmasını merkeze alan gerçek çözümlere ihtiyacımız var. Şirketlerin suiistimallerinin cezasız kalmasına son vermeye ihtiyacımız var.

Yıllar geçtikçe, UNFCCC fosil yakıtlar çağını sona erdirmek ve yeni bir küresel sisteme hızlı ve adil bir şekilde geçiş yapmak için gerekli iklim eşitliğini ve eylemini sağlamada başarısız oldu. 2023 bir atılım yılı olmalı. UNFCCC kendi güvenilirliğini baltalamaya ve iklim krizinin temel nedeni olan fosil yakıtları ele almaktan kaçınmaya devam edecek mi?  Ya da fosil yakıt yöneticilerine masanın başında bir koltuk vermeye devam mı edecek?”