Editörün SeçtikleriEkolojiManşetTarım-Gıda

Trakya’nın eşsiz tarım toprakları göz göre göre nasıl yok edildi?

0
Fotoğraf: Mesut Karaduman

Dosya Haber: Serap CÖMERTOĞLU İŞCAN

*

Türkiye’nin buğday ve ayçiçek ambarı niteliğindeki Trakya toprakları yok olmak üzere. Ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sinin yaşadığı bölgenin yüzde 81,6’sı işlemeli tarıma uygun.

Ancak bu topraklar yanlış tarım politikaları, çarpık kentleşme, plansız sanayileşme, çevre planlarına aykırı şekilde yapılan projeler, hukuk dışı uygulamalar ve çevre kirliliği gibi nedenlerle işlevsiz hale getirildi.

Trakya topraklarındaki uygulamalar, temiz hava, su ve toprağa ulaşımın engellenmesine neden olurken, temel yaşam hakkını da ihlal ediyor.

Kirlilik tarım yapılamayacak düzeyde

Tarım alanlarının, plansız sanayileşme ve çeşitli uygulamalarla yok edilmesi, gıda krizi açısından da risk oluşturuyor. Gıda ve halk sağlığına ilişkin uyarılarda bulunan uzmanlar, toprak kirliliğinin neredeyse tarım yapılamayacak düzeyde olduğunu söylüyor.

Trakya’da tarımsal ürünlerde bulunan ağır metallerin, Dünya Sağlık Örgütü ve Gıda Mühendislerinin ön gördüğü üst limitlerin 2-3 katı olduğu belirtilirken, toprak varlığı yerine sermaye ve yatırımların idareciler tarafından tercih edildiği öngörülüyor.

Kirlenmiş toprağın ciddi riskler oluşturduğuna dikkat çeken uzmanlar, Trakya’nın birinci derece tarım toprakları üzerindeki tehlikeleri ve tarım topraklarının amacı dışına nasıl çıktığını, Yeşil Gazete’ye anlattı.

Fotoğraf: Turhan Durukan

Türkiye ortalamasının çok üstünde

Trakya Platformu Bilim Kurulu Üyesi Profesör Osman İnci, çevre korunmasız ekonomik kalkınmanın kabul edilemeyeceğini ve geleceği yok ederek kalkınmanın asla olmayacağını vurguladı.

Türkiye’nin, Sudan’dan 99 yıllığına toprak kiraladığını hatırlatan İnci, Trakya’da amaç dışı kullanımla kaybedilen toprakların Sudan’da kiralanan toprakların yedi katı olduğunu vurguladı.

İnci’nin Trakya topraklarına ilişkin aktardığı verilere göre; Trakya topraklarının yüzde 81.6’sı işlemeli tarıma uygun, ülke topraklarındaki oran ise yüzde 34. Trakya, Türkiye topraklarının yüzde 2.3’ünü, tarımsal toprakların yüzde 8’ini oluşturuyor. Yüzölçümüne göre ise Türkiye tarımsal alanının 3.5 katı.

‘Ergene Nehri sanayi lağımı haline geldi’

Gıdaların toprakta bulunan mineral ve diğer yapı taşlarından alındığını aktaran İnci, son 20 yıldır bazı bölgelerde yetiştirilen gıdalarda toksik maddeler olduğunu ve bilimsel çalışmalarla kanıtlandığını kaydetti. Trakya’nın can damarı olan Ergene Nehri’nin günümüzde dördüncü sınıf sanayi lağımı haline geldiğini söyleyen İnci şunları söyledi:

“Atık suların arıtılmış olarak derin deniz deşarj projesi ile   Marmara Denizi’ne aktarıldığını fakat yapılan ağır metal analizlerinde su kalitesinde bir değişiklik olmadığı belgelendi. Son yıllarda yeraltından daha fazla su çekiliyor, daha fazla deşarj ediliyor.  Ergene’nin suyu arıtılıyor ise arıtılmış suyu neden denize veriyoruz?  İkinci derece kirlilik olan suyun tümü tarımda kullanılabilir. Çünkü biz onu arıtmıyoruz”

Devlet Su İşleri kayıtlarına göre bölgenin su kullanımının yüzde 78’i yer üstü suyu. Yer altı suları ile ilgili 2015 yıllarına kadar edinilen bilgilere göre; yer altı suları 18 yılda Çorlu’da yüzde eksi 30 Çerkezköy’de ise yüzde eksi 60 metre inmiş durumda.

Yer altı sularında toksik maddeler var

Devlet Su İşleri’nin dört alt havzada kuyu açmayı yasakladığını söyleyen İnci, Çerkezköy, Saray, Vize, Lüleburgaz gibi Ergene çanağına akış sağlayan Istranca eteklerinin oldukça sıkıntılı olduğunu dile getirdi.

İnci’nin yer altı sularına ilişkin yaptığı değerlendirmeye göre; yer altı sularında toksit maddeler mevcut. Son olarak Kırklareli’nde yapılan bazı dere analizlerinde Arsenik çıktığı kaydedilmekte. 50 metre ile 250 metre derinlikten su almanın bedeli ise aynı değil.

Sanayiye üç ilden fazla su verildi

2014 rakamlarına göre ise sanayiye verilen su miktarı Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli şehir merkezlerinde evlere verilen suyun iki katından fazla.

Verilere göre toprak kirliliğinin tarım yapılamayacak düzeye ulaştığını aktaran İnci, tarımsal ürünlerde bulunan ağır metallerin Dünya Sağlık Örgütü ve Gıda Mühendislerinin ön gördüğü üst limitlerin 2-3 katı olduğuna dikkat çekti.

Fotoğraf: Serap Cömertoğlu İşcan

Kanser oranı yüksek

Trakya Üniversitesi Bilimsel Araştırma Fonu destekli, İnsan odaklı üç çalışma gerçekleştiren Prof. İnci, birinci çalışmada; Ergene ile ilgisi olmayan Istıranca dağ köylerinden Kırklareli Üsküp Çukur Pınar’da yaşayan insanlardan ve Ergene Nehri’ne yakın bölgedeki prostat, mesane ve böbrek kanserli insanlardan tırnak örneği alarak araştırma gerçekleştiriyor.

Nehirde yoğun bulunan kadmiyum, kurşun, bakır, demir ve çinko değerlerine bakılan araştırmada, kadmiyum değeri nehir civarında yaşayanlarda dört katı, kurşun değeri ise 2,5 katı fazla çıktığı gözlemlendi.

2004 yılında onaylanan Ergene’yi koruma altına alan   çevre planı üzerinde ise iki yılda 43 değişiklik yapıldı.

‘Adamını bulan plan değiştirdi’

“Çantasını alan, adamını bulan Ankara’ya giderek, planda değişiklik yaptırdı” sözleriyle süreci eleştiren İnci, 2009-2010 yılındaki İstanbul çevre planı çalışmalarına Trakya Çevre Düzenlemesi Planının entegre edildiğini ve dava açıldığını aktardı.

Açılan davada mahkeme, İstanbul’da hazırlanan 1/100.000 ölçekli Trakya Alt Bölgesi Ergene Havzası Çevre Düzeni planın 26 maddesini koruma altına aldı.

Dava kararına uyulmadı

Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’ın 1/25.000 ölçekli çevre düzeni planlarına kararlar işlenmezken, Edirne özelinde açılan ve kazanılan davaya rağmen plan uygulanmadı.

İstanbul’daki sanayinin Trakya’ya kaymasına ilişkin süreci aktaran İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Doğanay Tolunay ise birinci ve ikinci sınıf tarım arazilerinin yasak olduğu halde nasıl tarım dışı kullanıma açıldığını anlattı.

1970’li yıllarda Trakya’da sanayileşme süreci başlarken, son 10 -15 yıllık süre içerisinde ise İstanbul’un büyümesi nedeniyle Trakya’da artış yaşandı.

Topraklar tarım alanı dışına çıkarıldı

Tolunay, tarım dışı kullanıma yasak olan birinci ve ikinci sınıf tarım arazilerinin, toprak koruma kurulları tarafından tarım alanları dışına nasıl çıkarıldığını ise şöyle anlatıyor:

“Birinci ve ikinci sınıf tarım arazileri, toprak kurullarında değerlendiriliyor ve kurul, kamu kurumlarının temsilcilerinden oluşuyor. Tarım dışı kullanıma izin verilmesi yönündeki talepler, kuruldan kabul edilerek çıkartılıyor.”

Tekirdağ ilinde Çorlu, Çerkezköy, Kapaklı gibi ilçelerde ağırlıklı olarak bu tarz uygulamaların gerçekleştiğine dikkat çeken Tolunay, Trakya’daki diğer illerde de uygulanmaya başlandığını kaydetti.

Doğruyu yansıtmayan raporlar kullanılıyor

Tekirdağ’ın Ergene ilçesinde yapılması planlanan Plastik İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (POKAP) için 2 bin 253 hektarlık tarım arazisinin nasıl tarım dışı gösterilmeye çalışıldığını paylaşan Tolunay, şu ifadelere yer verdi:

“Tekirdağ’a yapılması planlanan POKAP için ÇED olumlu kararı verildi. Tarım arazisini, özel bir şahıs satın alarak, tarım dışına çıkartmak için bilinçli olarak uzun yıllar ekilmediği ve tarım arazisi olarak kullanılmadığı gösteriliyor.  Namık Kemal Üniversitesi tarafından tarım arazisi vasfının kaybolduğu iddia edilen rapor ile burasının tarım dışına çıkartılması yönünde girişimlerde bulunuluyor.  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ÇED olumlu kararı verildi. ÇED raporunda, atık suyunun deşarjının Ergene Nehri’ne yapılması söz konusu. Ergene Nehri’nin kurtarılması kapsamında, mevcut organize sanayi sitelerinin yüzde yüz doluluğa ulaşmadan, yeni organize sanayi sitesi açılmayacağı yönünde bir karar var. Bu karara rağmen, yüzde yüz kapasiteye ulaşılmadan yeni organize sanayi sitesi planlanıyor.  Dolayısıyla Ergene Nehrini kurtarmak için alınan kararlara bile uyulmadan, birinci sınıf olmasa bile ikinci ve üçüncü sınıf tarım arazisi niteliğindeki bir alan, hem üniversiteden alınan ve doğruyu yansıtmayan bir raporla hem de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay‘ın başkanlığında alınan bir karara uymadan tarım arazileri üzerinde, plastik organize sanayi sitesi açılması yönünde adımlar atılıyor.”

Yıkım projeleriyle tehdit altında

Trakya Platformu Hukuk Kurulu Üyesi Bülent Kaçar ise tarım toprakları üzerinde birçok hukuk dışı uygulamanın olduğunu belirtti. ÇED mevzuatı ve planlama hukukuna aykırı birçok proje ile karşılaşıldığını aktaran Kaçar, yıkım projeleri ile yaşamsal tehdit altında olduğunu söyledi.

Açılan davalar, hukuka ve mahkeme kararlarına karşı yapılmaya çalışılan projelere örnekler veren Kaçar’ın aktardıklarına göre; Edirne Uzunköprü Saçlımüsellim köyünde kurulması planlanan patlayıcı madde deposuna ait plan değişikliklerinde de plan uyuşmazlıkları bilimsel olarak tespit edildi. Mahkemenin, projeye dair uygulama planlarını iptal etmesine rağmen, Danıştay, tarım topraklarında patlayıcı madde deposuna dair plan değişikliğini hukuken uygun buldu.

Saros FSRU da tarım arazisinde

Saros Körfezi’nde halka rağmen kurulmak istenen Saros FSRU doğalgaz limanı ve kara boru hattı projesi de tarım arazileri üzerinde yapılıyor.

Projeye karşı açılan alt ölçekli imar planlarının iptali davasında da her iki ÇED olumlu kararın iptali için açılan davada da bilirkişiler söz konusu toprakların fiziksel ve kimyasal özelliklerinin analiz edilmeden ÇED raporu düzenlendiğini, üst ölçekli planlar gözetilmeden tarımsal olarak korunması gereken bir alanda tepeden inme bir yatırım faaliyeti ile tarım topraklarının yok olacağına işaret etti.

Hukuk ve mevzuatlara uyulmuyor

Gerek ÇED süreçlerinde gerekse Trakya’daki planlama süreçlerinde asıl olan yatırımdır zihniyetiyle hareket edildiğini söyleyen Kaçar, ÇED mevzuatı, planlama hukukunun bir kenara itildiğini vurguladı.

Diğer projelerde de ciddi şekilde tahribat söz konusu olduğunu aktaran Kaçar, Trakya’da yıkıcı birçok projenin önünün, siyasi iktidar, bakanlıklar veya idareler tarafından açıldığını ileri sürdü.

Bakanlık kendi kararlarını yok sayıyor

Trakya’daki üst ölçekli planlarda Çevre Bakanlığı’nın fonksiyon tarımsal faaliyetlerini onayladığını dile getiren Kaçar, “Bakanlık kendi yayınladığı bölge planındaki tarımsal faaliyetler ana fonksiyonuna aykırı ÇED kararları ve plan değişikliği kararları almaktadır. Bu, idare hukuku açısından çelişkili durumdur. Hukuken ve idareten bir garabettir” sözlerini kaydetti.

SİT alanı ilan edilmeli

Trakya topraklarının SİT alanı ilan edilmesi gerektiğini söyleyen Ziraat Mühendisleri Odası Tekirdağ Şube Başkanı Cemal Polat, gıdanın stratejik bir ürün olduğunu ve her geçen gün dünya nüfusu artarken, tarım alanlarının azaldığını vurguladı.

Trakya’nın temelinin kuru tarım olduğunu paylaşan Polat, kuyu suyu ile tarım yapılmasına rağmen verim ortalamasına bakıldığında ayçiçeğinde, Türkiye üretiminin yüzde 60’lık kısmının Trakya tarafından karşılandığını söyledi.

Çiftçi tarımdan uzaklaştı

Hükümetin uyguladığı tarımsal politikalar nedeniyle Anadolu’daki çiftçinin zor durumda olduğunu aktaran Polat, girdi maliyetlerinin çok yüksek olması ve daha fazla bedellere buğday gibi ürünlerin ithal edilmesi nedeniyle çiftçinin tarımdan uzaklaştığını kaydetti.

Son 20 yılda Konya ilinin sınırları kadar olan bir alanın tarım dışına çıktığına dikkat çeken Polat, plansız sanayileşme, otoyolları, demir yolları, boru hatları, başta Rusya doğalgazının geçtiği Kıyıköy bölgesi olmak üzere alanların tarım dışı ilan edilmesi, kömür ve kum madenleri, devletin projelerle üreticiye destek olup, tarım topraklarındaki verimi arttırma yoluna gitmemesi nedeniyle Trakya topraklarının tarım dışına çıktığını ve büyük bir gıda krizi tehlikesi olduğunu belirtti.

‘Biyosfer rezerv alanı ilan edilmeli’

Kırklareli Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Göksal Çidem de mevcut ekosistemin mutlak korunması gerektiğini ve biyosfer rezerv alanı ilan edilmesi gerektiğini paylaştı.

“Trakya için planlar kasıtlı şekilde yanlış yapılıyor yada doğru planlar yanlış uygulanıyor ki biz kaybediyoruz” diyen Çidem, tarım arazileriyle birlikte ormanlarda ki tahribatın da durdurulması çağrısında bulundu ve şöyle devam etti:

“Yer altı ve yer üstü su kaynakları üzerinde madencilik faaliyetleri bitirilmeli ve ruhsat verilmemeli. Tarım alanlarını yok edecek projelere olur verilmemeli. Kanal İstanbul ise Trakya’nın son vuruluşudur. Tüm ekosistemi değiştirecek, yok edecek bir projedir.”

‘Başarı hikayesi değil’

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa ülkeleri kendi kaynaklarını aşırı tükettiği için bazı sektörleri bölgelerinden uzaklaştırmaya başlamasıyla, Türkiye de bazı sektörlerde endüstrileşme atılımı yaşadı.

Trakya Platformu Yürütme Kurulu Üyesi Murat Sevgi de Trakya’nın bu süreçte payına düşen sanayileşme yatırımını aldığını düşünenler arasında. Özellikle son 50 yıldır tekstilde yaşanan hamlenin altında yatan neden sonuç ilişkisi incelendiğinde ortaya bir başarı hikayesi çıkmadığını dile getiren Sevgi şunları söyledi:

“Aksine, suyumuzu, toprağımızı, iş gücümüzü, sosyal yapımızı bozan bir çarpık sanayileşme hikayesini alkışladığımız ortaya çıkıyor. Bu sorunlu sektörlerin terk edilmesi ve yerlerine kaynaklara zarar vermeyen, vasıflı iş gücüne ihtiyaç duyan, katma değeri yüksek ve atıkları ile çevreye zarar vermeyen sektörlerin başı çektiği bir endüstriyel dönüşümün mutlaka planlanması gerekiyor. Bu endüstriyel dönüşüm için sanayi stratejisi planları yapılırken; yatırımcıya girişeceği sektörde yol gösteren ve deneyleyen bir kamu otoritesini de tekrar inşa etmek gerekir.”

‘Ağır metaller sağlığı tehdit ediyor’

Tekirdağ Tabip Odası Başkanı ve Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Gamze Varol ise Trakya’da tarım arazilerinin uygun olmayan kullanımının halk sağlığına etkileri konusunda uyarılarda bulundu.

“İnsan sağlığı bulunduğu çevreden doğrudan etkilenir” ifadelerini kullanan Varol, iklim değişikliğiyle birlikte çevresel kirliliğin sağlık üzerindeki muhtemel etkilerini şu sözlerle anlattı:

“Sıcak çarpmalarına bağlı sağlık sorunları, sıvı elektrolit dengesizlikleri, yüksek tansiyon başta olmak üzere, kronik böbrek hastalıkları, inme, kalp krizi gibi sistemik sorunların yaşanma sıklığı artar.

Ayrıca yaşanan iklimsel olaylar ve yanlış uygulamalar tarımsal faaliyetleri de olumsuz etkileyeceğinden su ve gıda güvenliği sorunu, azalması ve giderek kıtlık gündeme gelir. Kıtlık, tarım ve hayvancılık ürünlerinde dışa bağımlılık, ekonomik-sosyal vb. nedenler ile kötü ve yetersiz beslenmeye ve bunlarla ilişkili sağlık sorunlarına zemin hazırlayacaktır. Özellikle bebek, çocuk, gebe, yaşlı ve kronik hastalığı olan bireyler için bu durumlar ölümcül olabilmektedir.”

‘Fiziksel ve ruhsal sağlık kaybedilebilir’

İnsan sağlığı üzerindeki etkilerin fiziksel sağlık ile kısıtlı olmadığını ifade eden Varol, “Hastalık/sağlıksızlık kısır döngüsü ile karşılaşırız. Sağlığa bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak baktığımızda bu bütüncüllük yok olur. Sadece fizik değil, ruhsal ve sosyal sağlığı da kaybederiz. Alkol, madde bağımlılığı, stres ve depresyon sıklığında artış gözlenir. Hastane başvurularında ve ilaç kullanımında artış da gözlenebilir. Huzursuzluk, uykusuzluk, intiharlarda, aile içi şiddette artış beklenir. Hırsızlık artar, toplumsal barış tehlikeye girer, bireysel ve toplumsal huzursuzluk artar” dedi.

Kanserlerin yüzde 80’i çevresel nedenlerle

Kronik hastalık ve kanserlerde de artışa neden olduğunu belirten Varol,  “Günümüzde bulaşıcı olmayan hastalıklar hem hastalık yükünün hem de ölüm nedenlerinin büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Temel nedenleri arasında toksik kimyasallar önemli yer tutmaktadır. Kanserlerin nedenleri araştırıldığında yüzde 80’e varan oranda çevresel kaynaklı olduğu ifade edilmektedir. Ulaşılabilen literatür, klinik gözlemler ve deneyimler kanser başta olmak üzere bulaşıcı olmayan hastalık sıklığının toksik kimyasallara maruziyetin artmasıyla birlikte giderek artacağı yönünde” ifadelerine yer verdi.

‘Bulaşıcı hastalıklar artar’

Gamze Varol kirliliğin bir başka etkisinin ise bulaşıcı hastalıklar konusunda kendisini gösterdiğini söyledi. Yoksulluk, kötü beslenme gibi durumların  enfeksiyon hastalıklarına karşı duyarlığı arttırabileceğini vurgulayan Varol, şunları söyledi:

“Özellikle zoonotik yani hayvandan insana geçen hastalık türlerinde artış beklenmektedir. Suyun kıtlığı/azlığı ve varolan suyun biyolojik kirliliği, su kaynaklı salgılarda özellikle ishalli hastalıklarda artışa neden olur. Sıklığı azaldı dediğimiz bulaşıcı hastalıklar yeniden sıkça görülmeye başlar, yeni hastalıklar türer.”

‘Sağlıklı çevre, temel bir insanlık hakkı’

“Sağlıklı olmak ve sağlık hizmetine erişmek temel bir insanlık hakkıdır” ifadelerini kullanan Gamze Varol konuşmasını şu hatırlatmayla sonlandırdı:

“Sağlıklı bir çevrede yaşamak da sağlıklı olmanın ön koşuludur. Anayamızın 56. Maddesinde de belirtildiği gibi ‘Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.'”

You may also like

Comments

Comments are closed.