Ana Sayfa Blog Sayfa 506

[Seçime Doğru] Fazlıoğlu: Kepçelerin önüne geçmek yetmiyor, politikasını da yapmak zorundayız

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin onuncu konuğu, Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) aday olan Asuman Fazlıoğlu. İkizdere’de taş ocaklarına karşı mücadelenin önemli isimlerinden biri olan ve direnişi “Eskenci Destanı” adıyla kitaplaştıran, eğitimci Asuman Fazlıoğlu TİP’in İstanbul 1. Bölge adaylarından biri oldu. 8’inci sıradan aday gösterilen Fazlıoğlu ile adaylığını ve İkizdere’yi konuştuk.

*

Asuman Fazlıoğlu kimdir?

Ben coğrafya öğretmeniyim. Emekli olduktan sonra da zaten çevre sorunları coğrafyanın da konusuna giriyor. Gelen tehlikeyi daha önce görüyorsun, birtakım şeyleri daha çabuk fark ediyorsun. Ve bu tehlikeyi sonuçta biz ve çocuklarımız yaşayacak. Bazen yasalar karşımıza çıkıyor, güvenlik güçleri karşımıza çıkıyor. Çünkü işin içinde para olunca kimse hiçbir şeyi dinlemiyor. Bu kaos içinde yaşadığımız köy olan İkizdere’nin Güldere Köyü‘nde el değmemiş bir vadide başlanan bir taş ocağını durdurmak için yola çıktık. Ve bugünlere kadar geldik.

İkizdere’de iki yıl süren bir doğa mücadelesinin içinde olduk. Bu kitabı [Eskenci Destanı] da orada yaşadıklarımızı kaleme alarak hazırladık. Dedik ki bu yaşananlar gelecek kuşaklara da aktarılsın. Daha sonra Türkiye İşçi Partisi’nden arkadaşlar öneri getirdiler. Aday gösterilmek benim için de bir şans oldu. En azından bu ekolojik yıkımı anlatma şansını, daha geniş kitlelere ulaştırma şansını yakalamış olduk.

İkizdere’de ne oldu, şu anda neler oluyor?

İkizdere birçok konuda farklı bir direniş sergiledi. Yani şöyle ki bir defa sokağa çıkma yasağının, pandemi koşullarının en ağır döneminde başladı direniş ve bize bu direnişte hem pandemiyle mücadele ederken hem de orada doğamızı yok edenlerle mücadele etmek zorunda kaldık. Sokağa çıkma yasağından dolayı binlerce liralık cezalar kesildi. Ama bizim bulunduğumuz yerde sokak yoktu. Biz aslında ormanda duruyorduk. Bunu da anlatamadık. Sonra cezalara da itiraz ettik. Ve daha sonra şöyle de oldu. Bu sefer olağanüstü hal koşullarında valilik yine sokağa çıkma yasağı, toplantı, gösteri, yürüyüş yasağı, slogan atma, pankart, vesaire bu tür yasaklarla karşılaştık. Amaç kitlelerin, insanların buradaki katılımını engellemek, katliamcıların yani ormanımızı ve doğamızı yok edenlerin işini kolaylaştırmaktı. Öyle de oldu.

Şu an ne olduğuna gelince; hukuk önce bizi haklı buldu. Bilirkişi bizi haklı buldu. Sonra bunun etrafından dolaşılarak bu haklılığımız boşa çıkartıldı. Mahkeme yürütmeyi durdurma kararını reddetti. Ama bugün tekrar Danıştay‘a başvurduk, Danıştay tekrar yeni bir yürütmeyi durdurma için yeni bir bilirkişi atadı. Çünkü daha önceki bilirkişiler Valiliğin emrinde çalışan kişilerdi. Dolayısıyla yeni bir birikişiyle yeni bir başlangıç yaptık. Biz bütün bu engellere rağmen durdurmaya kararlıyız.

Şu anda taş ocağı faaliyeti sürüyor değil mi?

Cengiz ve Yapı İnşaat‘ın faaliyetleri sürüyor. Bunlar sistem tarafından kayırılıyor. Özel özel ihaleler veriliyor, ihalelerde rekabet kanunları işlemiyor. Çok para kazanmaları sağlanıyor.

Bu iki yıl, o vadide neye mal oldu peki?

İki yıl tonlarca patlayıcıyla vadinin bir tarafı patlatıldı. Ve orada akan suyumuz, deremiz taşların ve molozların içinde kaldı. Vadideki bütün o hayvan varlığı tabii patlamalarla göç etmek zorunda kaldı. Çok acıklı bir manzarayla karşı karşıyayız. Ama yine de şu an bile durdursak karlı sayacağız kendimizi. Çünkü hasar gittikçe daha büyüyor, yukarıya çıktıkça daha büyük katliamlara sebep oluyor. Dört kişiyle saramadığımız kayın ağaçları yok ediliyor şimdi. Kestane ağaçlarının varlığı yok ediyor. Kestane balı yiyordu ya o Reis, o kestane balı o vadide üretiliyor. Yani siz o vadiyi yok ederseniz kestane balı üretilemez.

Bunları anlatamıyoruz. Biz doğayla uyum sağlarsak, doğayla çatışmazsak daha mutlu oluruz, varlığımızı daha uzun süre sürdürebiliriz. Aksi takdirde susuzluk, açlık, kuraklık, küresel ısınma, seller… Bütün bunlara hazır olmak zorundayız hatta bilim insanları diyor; yani başka bir dünyayla karşılaşacaksınız bu kafayla giderseniz.

İkizdere’deki doğa katliamı AKP’nin Rize’deki oylarına yansır mı?

E mutlaka yansıyacak. Mesela bizim köyde de yansıyacak. İkizdere’de yansıyacak. 20 yıldır yapmadıkları çay fabrikasyonunu yaptılar, bizim direnişi etkisiz hale getirmek için. Çay fabrikasına da İkizdere’den 30 kişi aldılar, toplamda 120 kişi çalışacak ve aslında ağırlıklı İkizdereliler çalıştırılmalıydı.

Türkiye İşçi Partisi’ni tercih etme sebebiniz neydi?

Türkiye İşçi Partisi, beni tercih etti. Baktığımızda Türkiye İşçi Partisi ekoloji olaylarına duyarlı ve bu konuda programını program oluşturan bir parti. Dolayısıyla bizim de böyle bir partide olup destek vermemiz, bizim de istediğimiz bir durum olacaktır. Çünkü dertlerimizi o parti programıyla anlatacağız. Mesela şimdi Şile köylerine gideceğiz ve köyler biliyorsunuz Büyükşehir Yasası’yla mahalleye dönüştürüldü, köylerde üretim yasaklandı, hazır yaşamaya alıştırılıyorlar. Biz bu köylerde bunu anlatacağız ve her gittiğimiz köye ceviz fidanlarıyla gidip, fidanları dikip köylülere emanet edeceğiz.

Yani somut somut adımlar atmak istiyoruz, görünür şeyler yapmak istiyoruz. Sadece işin politik konuşan yanında olmak istemiyoruz.

Meclis’te yeterince ekoloji savunucusu var mı sizce?

Vardı aslında, HDP‘den Murat Çepni mesela. Direnişte yanımızda bulundu, hatta bizim koyduğumuz arı kovanları onu soktu. Arkadaşlarımız var ama yetersiz. Yani sadece gündeme getirmek yetmez, onun detaylarını ve yıkımın yol açacağı felaketleri de bilmek gerekiyor, ekoloji konusundan daha donanımlı olmak zorundayız. Çünkü ülkemiz emperyalist işgal altında. İkizdere’de yaşananlar sadece İkizdere’de yaşanmıyor, Fatsa‘da yaşanıyor. Akbelen‘de yaşanıyor, Mersin’de yaşanıyor, Sinop’ta yaşanıyor, Silopi’de yaşanıyor. Türkiye’nin her tarafında bir yıkım var ve emperyalist şirketler, Kaz Dağlarında altın arayan şirketler ülkemizin bütün kaynaklarını talan ediyorlar.

Seçmenlerinize ne söylemek istersiniz?

Korkunç bir felaketle karşı karşıyayız. Yani özellikle ülkemizde bu felaketin boyutları daha ciddi. Mesela biz o İkizdere’deyken Fransa‘dan ve Amerika‘dan gazeteciler geldi. Dediler ki böyle bir doğada bu yıkım Amerika’da olsa veya Fransa’da olsa halk ayağa kalkar ve asla buna izin vermez.

Zaten biz bunu anlatmaya çalıştık insanlara sürekli. Yani böyle katliamlara izin vermeyelim. Bu ülke bizim. Ve bu ülkede bizim çocuklarımızın da yaşama hakkı var.

“Ormanlar çocuklarındır” sloganı İkizdere’de oluştu, çocuklara yeşil bir çevre bırakmak zorundayız. Her şey para değil, doğayı yok etmeden de geçim kaynakları oluşturma yolları vardır.

Deprem de bunun bir sonucu aslında. Neden? Çünkü bilime inanmayan, bilimi önemsemeyen politikalar fay hattını da önemsemiyor, sadece orada ev yapıp para kazanmaya bakıyor.

Mesela İstanbul‘dayım ben şimdi. İstanbul’da yeşil alan kalmamış hepsi ya AVM olmuş ya da deprem toplanma alanları müteahhitlere peşkeş çekilmiş. Peki bir deprem olduğunda bu insanlar nereye sığınacaklar? Bu deprem paraları neden sağlam konutlar için harcanmıyor?

Demem o ki, bilime inanmayan siyasete kimseye oy vermesin. Bu felaketi durdurmak zorundayız. Biz şunu anladık: Sadece kepçelerin önüne geçmek yetmiyor, bunun politikasını da yapmak olmak zorundayız. Onun için İşçi Türkiye İşçi Partisi’nden katılmış bulunmaktayız. Ve Türkiye İşçi Partisi’yle sesimizi daha çok duyurmaya çalışacağız.

Ekolojik yıkımla gelen sadaka: Erdoğan seçim öncesi gaz dağıttı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat sahip çıktığı ve 2. Abdülhamit’in rüyası olarak lanse ettiği proje kapsamında Karadeniz’den çıkarılan doğalgaz için Zonguldak‘taki Filyos Doğalgaz İşleme Tesisi‘nin açılışı dün (20 Nisan) akşam gerçekleştirildi.

Filyos’ta Karadeniz Gazı Devreye Alma Töreni‘nde bir konuşma yapan Erdoğan, mutfak ve sıcak su tüketiminde kullanılan doğal gazın bir yıl süreyle ücretsiz verileceğini, bir ay boyunca da konutların tüm doğal gaz tüketiminden ücret alınmayacağını duyurdu.

Erdoğan’ın seçimlere üç hafta kala açıkladığı ücretsiz doğal gaz kararı, kamuoyunun farklı kesimlerinde farklı tepkilere yol açtı. Birçok sosyal medya kullanıcısı alınan kararı memnuniyetle karşılarken, muhalefet açıklanan indirimin Türkiye‘de doğal gaza uzun süredir yapılan zamların vatandaşa yüklediği maddi yükü hafifletmeye yetmeyeceğini savundu.

‣ Gaz gaz, nereye kadar? Cennet Filyos’ta sona doğru…

‘Günlüğü 5 TL’ye gelir, olsa olsa “sadaka” denir’

Habertürk yazarı Fatih Altaylı, Erdoğan’ın bir yıl boyunca her ay 25 metreküp doğalgazın ücretsiz olacağı açıklamasını değerlendirdiği yazısında, “Bunun parasal karşılığı 125 ila 150 TL arası. Yaz aylarında doya doya ısınırsınız. Tabii ısınma bedeline bu indirim var mı, bilmiyoruz çünkü mutfak ve sıcak su bedeli diye açıklandı. Abonelerin ne kadarı doğalgazı mutfağına da bağlatabilmiş onu da bilmiyoruz çünkü güvenlik nedeniyle her mutfağa doğalgaz bağlanamıyor” ifadelerini kullandı.

İndirimin detaylarının belli olmadığına işaret eden Altaylı, “Doğrusunu isterseniz, ben buna pek müjde diyemiyorum. Diyen olacağını da pek zannetmiyorum. Günlüğü 5 TL’ye gelir. Olsa olsa ‘sadaka’ denir. Dilenciye bile verseniz, ters ters bakar. İçinden ne der bilemezsiniz!” diye yazdı.

‣ Filyos Limanı için açılan ikinci ihale ‘pazarlık usulü’ Kolin’e…

Kılıçdaroğlu: Panik, halkın yararınaysa iyidir

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın açıklamaları sonrası Twitter‘dan yaptığı paylaşımda, “Erdoğan çok panik. İyidir, halkın yararınaysa iyidir. Biz devlet terbiyesi ile yetişmiş insanlarız. Devleti yönetenin vaadi olmaz, taahhüttü olur. Çünkü devletin parası halkın parası. Devlet adına, halkın yararına verilen taahhütleri, devamlılık esasıyla mutlaka yerine getiririz” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu, “Covid, yangınlar, ekonomik kriz, deprem sırasında unutulan ama seçim sırasında hatırlanan halkımızın yararına bolca taahütte bulunsunlar ki devletin sözü anlamına gelsin ve Bay Kemal de seve seve yapsın” diye ekledi.

Gelecek Partisi: Kısa süreli rahatlama sağlar

İktidarın doğal gaz fiyatlarıyla ilgili kararını “sevindirici” bulan Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan ise, “Her ne kadar seçim nedeniyle konutlarda doğalgaz kullanımının 1 ay boyunca tamamen, bir yıl boyunca ise 25 metreküpe kadar ücretsiz olması yoksulluk altında ezilmiş milletimiz için kısa bir süre rahatlama sağlayacak olsa da, daha güzel olanı bu destekleri sağlarken, üstüne geçtiğimiz yıldan bu yana iki kattan fazla artmış doğalgaz fiyatlarını bir süre dondurmak olurdu” açıklamasında bulundu.

“Ayrıca Türkiye’yi yeniden ciddi bir ekonomik aktör haline getirebilmenin yolu, seçim nedeniyle panik ve korkuyla verilen vaatler değil, milletimizin satın alma gücünü yükseltecek kapsamlı bir politika bileşimini uygulamaktır” ifadelerini kullanan Özcan, “Millet İttifakı olarak seçime endeksli sadece önümüzdeki bir ayı değil, çocuklarımızın önündeki nice yılları refah içinde geçirebilmesini sağlayacak güçlü bir ekonomi yönetimini hedefliyoruz” diye ekledi.

‘O paraya bir kilo kaşar alamazsınız’

CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Dünyada doğalgaz fiyatları 6.8’den 2,2 seviyesine düştü. Bizde yapılan zamlar aynen duruyor. AKP diyor ki ayda 25 m3 bedava. 155 lira eder. 1 kilo kaşar alamazsınız. Bunu da “enerji bağımsızlığı” diye pazarlıyorlar. Milletimize helali hoş olsun. Her yerden soydular, hakkınızdır” dedi.

‘Yüzde 164,25 zama 105 TL indirim’

Türkiye ve Ortadoğu Politikaları Araştırmacısı Hasan Doğan, vaat edilen doğalgazın faturalara yaklaşık 105 TL olarak yansıyacağını belirterek, öte yandan son bir yılda doğalgaza yüzde 164,25 yapıldığını hatırlattı.

Filyos Vadisi yok oluş tehdidi altında

Filyos Vadisi’nin bereketli tarım alanlarının üzerine, ‘balık merası’ sahil şeridine, zengin biyoçeşitliliğe sahip ormanlık alanlarının ortasına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle sahip çıktığı Türkiye’nin ilk Mega Endüstri Bölgesi inşa ediliyor. Bölge kapsamında Karadeniz’de aranan doğal gazın karaya çıkış noktası olarak planlanan dev liman, gübre, demir çelik fabrikaları, çeşitli sanayii girişimlerinin yanı sıra termik santral de yer alıyor.

Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen Fuat Tosyalı’nın şirketine tahsis edilen Filyos Vadisi’ndeki arazide içme suyu temini ve altyapı hizmeti için birlik kurulmasına karar verilmişti. Birlik, Çaycuma Belediyesi’nin de aralarında olduğu üç ilçe, beş belde ve il özel idaresinin de arasında olduğu yerel yönetimlerinden oluşuyor.

Böylece doğa ve yaşam savunucularının tüm itirazlarına rağmen hayata geçirilen Zonguldak Çaycuma’daki Filyos Vadisi projesi için ilk adım atıldı.
Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) yönetim kurulu üyesi olan, kamudan milyonlarca liralık ihaleler alan ve Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen Fuat Tosyalı’nın yönetim kurulu başkanı olduğu Tosyalı Holding’e gübre üretim tesisi inşa etmesi için Filyos Vadisi 49 yıllığına tahsis edilmişti.

İçerisinde Filyos Limanı, Filyos Endüstri Bölgesi, Filyos Serbest Bölgesi ve Serbest Bölge Gelişme Alanı‘nı barındıran havza, Filyos Vadisi Projesi olarak adlandırılıyor. Filyos Limanı’nın yapımı için yaklaşık 2 milyar 200 milyon TL harcandı. Filyos Vadisi’nde yer alan endüstri bölgesiyle beraber bu projenin toplam maliyeti 5 milyar TL’yi buldu.

Tosyalı Holding iştiraki Tosyalı Gübre Sanayi Şirketi, 29 Aralık 2021’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na “Filyos Entegre Gübre Üretim Tesisi’ni” inşa etmek için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) başvurusu yapmıştı.

ÇED dosyasında yer alan bilgilere göre, tesis 1 milyar 235 milyon dolara inşa edilecek. Tesisin maliyeti güncel kurla 16 milyar 500 milyon TL’yi buluyor. Gübre üretim tesisiyle yılda 1 milyon 485 bin ton gübre üretilmesi planlanıyor.

Gübre Üretim Tesisi’nin inşa edileceği arazi de Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından tahsis edildi. ÇED dosyasında, “Proje alanı için Tosyalı Gübre Sanayi A.Ş.’ye ön yer tahsisi yapılmış olup Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından 49 yıllık irtifak hakkı tesis edilecektir” denildi.

Yapımına 2016 yılında başlanan Filyos Limanı’nın açılışı 4 Haziran 2021’de Erdoğan’ın katıldığı bir törenle yapıldı. Filyos Limanı da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “çılgın proje” olarak nitelendirdiği projeler arasında.

Killi toprak zanaata dönüşüyor!

Haber Video: Şirvan Oktay GÖRER

*
İnsanlık tarihi kadar eski olan çömlekçilik zanaatı, unutulmaya yüz tutmuş meslekler arasında yer alıyor.

Bir zamanların en gözde meslekleri arasında yer alan çömlekçilik, gelişen teknoloji ve fabrikasyon ürünlere karşı ayakta kalma mücadelesi veriyor.

Killi toprağa şekil verilerek yapılan bu zanaat, şimdilerde sayıları neydeyse yok denecek kadar az kalan ustalarının ellerinde hayatta kalmaya çalışıyor.
Bu ustalardan biri de Şeyhmus Kaynaka. 82 yaşında olan Kaynaka, çocukken bu zanaatla tanışmış.

O günden bu yana zanaatından vazgeçmeyen Şeyhmus Kaynaka, 65 yıldır her sabah yoğurduğu çamuru işleyerek, çömlek, küp ve saksı gibi objeler yapıyor.

İlerlemiş yaşına rağmen zanaatını büyük bir özveriyle sürdüren Kaynaka, el emeği göz nuru yaptığı ürünleri bölge illeri başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir tarafına gönderiyor.

Kaynaka’nın ellerinde şekillenen bu çömleklerde güveç başta olmak üzere çeşitli yemekler pişerken, testiler ise düğünler için süsleniyor.

Maraş’ta fırtına ve hortum: Bir kişi yaşamını yitirdi, 44 yaralı

Depremde büyük hasar gören kentte, çok sayıda yıkılmamış binadan kopan parçalar çadırların üzerine düştü. Çok sayıda çadır, yerinden koparak havada uçtu.

Çıkan hortumun altı dakika boyunca etkisini sürdürdüğü belirtildi.

Bölgeye sağlık ve kurtarma ekipleri sevk edilirken, yaralananların da hastanelere kaldırıldığı bildirildi.

Hortum coğrafyası iklim değişikliğine bağlı olarak genişliyor

Hortumların oluşumu, büyük ölçüde atmosferik olaylarla bağlantılı. Son 20 yıla kadar dünyada ağırlıkla Meksika Körfezi ile ABD’nin güneyinden orta bölümüne kadar olan alanlarda yayılan hortum coğrafyası, küresel iklim değişikliğine bağlı olarak giderek genişliyor.

İklim modelleme çalışmaları, yüzey ve atmosfer sıcaklıkları, buharlaşma ve atmosferdeki su buharı içeriğinin artmasının hortum oluşum sıklığını ve şiddetini artıracağını gösteriyor.

 

Son 10 yıllık dönemde Türkiye’de hortum olaylarının sıklığında önceki yıllara göre belirgin bir artış söz konusu. Daha önce hiç hortum olayı kaydı olmayan Doğu Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu bölümlerinde de artık hortum olaylarının oluşuyor.

Prof. Dr. Murat Türkeş: Hortumlar hem iklim değişikliğinin hem insan etkisinin sonucu 

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi ve Yeşil Gazete yazarı Prof. Dr. Murat Türkeş, geçen yıl Türkiye’de 30 sene önce rastgele görülen hortum olaylarının arttığına dikkati çekerek şunları söylemişti:

“Daha çok Akdeniz’de Antalya ve İskenderun körfezlerinde görülüyordu. Son 20 yılda hortum olaylarının sayısında ve alansal dağılışında ciddi bir artış gözlendi. Artık Türkiye’nin bütün kıyı bölgelerinde, özellikle Marmara Denizi çevresi, Batı Karadeniz, Doğu Karadeniz, Güney Batı Anadolu kıyıları, İzmir yöresi, Edremit Körfezi, en sık olarak Batı Akdeniz‘de Antalya Körfezi ve Doğu Akdeniz‘de İskenderun Körfezi çevresinde hortum olaylarının sayısında belli bir artış var. Giderek hortum klimatolojisi oluşuyor.”

 

İklim krizi: Avrupa’da sıcaklıklar, küresel ortalamadan iki kat hızlı yükseliyor

Avrupa Birliği‘ne bağlı (AB) Copernicus İklim Değişikliği Servisi‘nin “2022 Avrupa İklim Durumu” raporu yayımlandı.

Rapora göre, dünya genelinde son sekiz yıl en sıcak dönem yaşandı. 2022, Avrupa’da kaydedilen en sıcak ikinci yıl oldu. Son beş yılda Avrupa’daki ortalama hava sıcaklığı, sanayileşme öncesi dönem kabul edilen 1850-1900 aralığına kıyasla 2,2 derece yüksek ölçüldü. Bu artış dünya genelinde ortalama 1,2 dereceydi.

Geçen yıl ayrıca referans dönemi kabul edilen 1991-2020’ye göre 0,9 derece sıcak geçti.

2022 yazı da Avrupa’da kayıtlara “en sıcak yaz” olarak girdi. Avrupa’nın büyük kısmında yoğun ve uzun sıcak hava dalgalarının yaşandığı geçen yaz hava sıcaklığı referans dönemi ortalamasının 1,4 derece üzerinde seyretti.

‣ İklim krizi: Avrupa’da bu yıl kayıtlara geçen en sıcak ikinci kış yaşandı
‣ Avrupa’daki rekor sıcaklar kayak pistlerinin kapanmasına neden oluyor

Avrupa’da kuraklık ve orman yangınları tehlikesi

“Avrupa genelinde hava sıcaklığı küresel ortalamanın iki katı hızla yükseliyor. Bu artış hızı diğer tüm kıtalardan fazla” değerlendirmesi paylaşılan raporda, geçen yaz yaşanan kuraklık ve orman yangınlarına dikkat çekildi.

Avrupa’nın üçte birinin 2022 yazında kuraklıktan ciddi şekilde etkilendiği, kıtanın yüzde 63’ünde akarsuların ortalama akış miktarında azalma görüldüğü belirtildi. Akarsulardaki azalmanın son altı yıldır devam ettiği bildirildi.

Özellikle Avrupa’nın güneyinde su kaynağı kabul edilen Alp Dağları‘nda kar kaybı rekor seviyeye çıktı. Alpler bölgesinde beş kilometrekarelik buzul kaybı meydana geldi.

iklim
Fotoğraf: Albert Gea / Reuters
‣ Londra’da beklenen sıcaklık rekoru kırıldı: Gün bitmeden rekorun yenilenmesi bekleniyor
‣ Avrupa sıcak dalgasıyla boğuşuyor: Yüzlerce ölüm, dört bir yanda orman yangını

Akdeniz’de bahar ve yaz kurak geçecek

Uzmanlar, ortalama sıcaklıklardaki artışın devam edeceği beklentisini dile getirerek, özellikle Akdeniz bölgesi için kuraklık uyarısında bulundu. Başta İspanya olmak üzere kış aylarında yağışın yetersiz kaldığı bilgisini veren Copernicus İklim Değişikliği Servisi uzmanları, bu durumun su kaynaklarına olumsuz etki edeceğini belirtti.

Uzmanlar, bahar ayları ve gelecek yazın kurak geçeceği uyarısında bulunarak, bu kış Akdeniz ve Güney Avrupa ülkelerinde kuraklık nedeniyle toprağın nemliliğinin ortalamanın çok altında seyrettiğini anlattı.

Mayıs ayında yağış gerçekleşmesi durumunda su kaynaklarının biraz da olsa dolacağını tahmin eden uzmanlar, bitkilerin yetişme mevsiminin kurak geçtiğini, bunun da tarımsal üretime olumsuz etki etmesinin beklendiğini söyledi.

Fotoğraf: Thomas Peter / Reuters
‣ Birleşik Krallık’taki rekor sıcaklıklar, Avrupa’daki sıcak dalgasının olağanüstülüğünün altını çiziyor

‘Çok kuvvetli sıcak hava’ yaşanan gün sayısı rekor kırdı

Aşırı sıcak dalgaları ve kuraklığın ardından geçen yaz özellikle Avrupa’nın güneyinde çok sayıda orman yangını çıkmıştı. Haftalar süren yangınlarda çok ciddi büyüklükteki ormanlık alanlar küle dönmüştü.

Raporda geçen ilkbahar sonunda başlayarak yaz boyunca süren sıcak hava dalgalarının özellikle Avrupa’nın güneyinde “çok kuvvetli sıcak havanın yaşandığı gün sayısını” rekor seviyeye çıkardığı vurgulandı.

Raporla ilgili açıklamada görüşlerine yer verilen AB Komisyonu‘nun uzay ve dünya gözlem biriminin yöneticisi Mauro Facchini, küresel ısınmayla mücadelenin önemine dikkati çekti.

Facchini, “Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) son raporu, zamanımızın kalmadığı ve Avrupa’da olduğu gibi küresel ısınmanın daha sık ve daha yoğun aşırı hava olaylarına yol açtığı konusunda bizi uyarıyor” ifadelerini kullandı.

Copernicus İklim Değişimi Servisi Direktörü Carlo Buontempo da iklim değişikliğinin alarm verici düzeyde olduğunu belirterek, “Avrupa’da iklim değişikliğinin dinamiklerini anlamak, bu değişikliklerin kıtadaki etkilerine uyum sağlamak ve etkileri azaltmak için gerekli çabalar açısından hayati önem taşımaktadır” değerlendirmesini paylaştı.

Marmara Denizi’nde müsilaj kabusu geri mi dönüyor?

Marmara Denizi çevresinde Tekirdağ İstanbul Fenerbahçe, Mudanya, Gemlik Körfezi ve Erdek‘te görülen kremsi müsilaj tabakası, iki yıl önce tüm denizi kaplayan müsilaj korkusunu yeniden canlandırdı.

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, Erdek Körfezi’nde dalış yaparak, incelemelerde bulundu. Denizde alg artışı espit eden Prof. Sarı, Bandırma Edincik kıyılarında yüzeye çıkan kremsi müsilajın fotoğraflarını da paylaştı. Müsilajın 11 çeşidi olduğunu söyleyen Sarı, son günlerde görülen kremsi müsilajın başlangıç seviyesi olduğunu söyledi.

‘İki aydır alg çoğalması görüyoruz’

Prof. Dr. Sarı, kremsi müsilajın görüldğü bölgelerle ilgili olarak şu bilgileri verdi:

“Cumartesi gününden beri Marmara Denizi’nin muhtelif kıyılarından benzer görüntüler akmaya başladı. Tekirdağ, İstanbul Fenerbahçe, Mudanya, Gemlik Körfezi ve Erdek’te benzer görüntüyü görmeye başladık. Bu görüntü 2021 yılında karşılaştığımız felaket boyutundaki müsilaj ile benzer olduğu için doğal olarak kamuoyu kaygılandı. 11 farklı müsilaj tipi var. Bu gördüğümüz ‘kremsi müsilaj’ olarak tanımladığımız bir görüntü. Şu an bu görüntünün içerisinde polenler de var. Müsilajın üç tetikleyicisi vardır. Birincisi küresel iklim değişikliğine bağlı deniz yüzeyi sıcaklığındaki anormal artışlar, ikincisi deniz şartlarındaki durağanlık, diğeri de kirlilik. Bu üçü bir araya geldiğinde felaket boyutunda müsilaj ile karşılaşıyoruz.

İki aydır devam eden bir alg çoğalması var. O neden kaynaklanıyor? Denizin azot ve fosfor yükü çok fazla. Bu şartlarda deniz suyu sıcaklıkları da çok yüksek olduğu için hızla organizmalar çoğaldılar. Çoğalınca görüş iki metre mesafeye kadar düştü. Yüzeyden başlıyor 25 metreye kadar görüş düşüyor”

‘Müsilaj sonuç, nedenleri ortadan kaldırmak gerekir’

Yeniden aynı sahnelerle karşılaşmamak için bir an önce harekete geçmek gerektiğini kaydeden Sarı, şu uyarıları yaptı:

“Kamuoyu yüzeye çıkan sarı kahverengimsi kıvamdaki köpükler ile tanıdı. O müsilajın sadece bir formu. Çubuk, topaklaşmış, şerit müsilaj evreleri var. Henüz şerit müsilaja dönüşmemiş durumda. Başlangıç safhasında. Alglerin salgılarından ortaya çıkıyor, bu salgıların çoğalması var. Çoğalmadan dolayı salgılar yukarı çıktı ve biz şu an kremsi müsilajı görüyoruz. 2021 yılında karşılaştığımız müsilaj tam yine nisan ayının ortalarında görünür hale geldi. Görünür hale gelmeden önce ekim ayından itibaren şerit müsilajı görüyorduk ve uyarı yapıyorduk. Müsilaj bir sonuç. 2021 yılında denize giden atık ne kadarsa hala aynı. Şartlar değişmeden olayın sonuçlarının değişmesini nasıl bekleriz? Önümüzdeki yıllarda yine müsilaj ile karşılaşacağız. Riski eritmenin yolu denize giden atıkları bir an önce arıtarak önlemek zorundayız.”

Bilirkişiler Kazdağları’ndaki JES projesi için ‘ÇED Gerekli’ dedi

Kazdağı Koruma Derneği ve Assos Dostları tarafından açılan dava kapsamında atanan bilirkişiler, Ayvacık Erecek’te yapılması planlanan Jeotermal Arama Sondaj Projesi için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli’ dedi.

Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği ve Assos Dostları’nın bilirkişi raporuna ilişkin yaptıkları basın açıklamasında, Çanakkale‘nin Ayvacık ilçesine bağlı Erecek köyü yakınında Manici Turizm ve Gayrimenkul Yatırım Ticaret Limited Şirketi‘nce yapılması planlanan jeotermal kaynaklı arama amaçlı sondaj çalışmaları projesinin “ÇED gerekli değildir” kararına karşı açılan davada bilirkişi raporunun doğa lehine geldiği belirtildi.

Raporu hazırlayan uzmanlar, firmanın hazırladığı proje tanıtım dosyasındaki içeriğin eksik ve yetersiz olduğunu tespit ederek bu nedenle projenin etkilerinin tam değerlendirilmediğini ifade etti. Bu gerekçe ile projenin “toprakta, suda veya havada kalıcı özellik gösterip çevreyi kirletebileceği ve gerekli çevreyi korumak için önleyici önlemleri içermediği, bilimsel ve teknik yönden yeterli olmadığı” sonucuna varan bilirkişiler, “Projenin çevresel etkilerinin ve bu etkilerin en aza indirilmesi için alınması gereken önlemlerin yeterli şekilde değerlendirilmediği, bu doğrultuda verilen taahhütlere uyulmadığı ve alınan önlemlerin yeterli olmadığı kanaatindeyiz” ifadelerini kullandı.

Kazdağı Koruma Derneği ve Assos Dostları, “Mahkeme kararının da bizden ve doğadan yana olmasını bekliyoruz” açıklamasında bulundu.

Kazdağları

‣ Kazdağları’nın raporu çıktı: Doğayı korumanın faturası vatandaşa kesiliyor

‘Verilen taahhütlere uyulmadı’

Su kirliliği gibi yönetmeliklere uyulmadığı, sondaj çalışmalarının yapıldığı bölgede, özellikle dere yataklarına varil, teneke vb. atık malzemelerin gelişigüzel bir biçimde atılması suretiyle önemli ölçüde çevre kirliliğinde bulunulduğunu tespit eden uzmanlar, ayrıca Proje Tanıtım Dosyasında (PTD) verilen taahhütlere de uyulmadığını aktardı.

Ayrıca raporda tek sondaj noktası verilmiş olmasına rağmen keşif günü sondaj sahasında iki ayrı sondaj noktası gözlendiğini kaydeden uzmanlar, bu noktaların koordinatlarının haritaya işlendiğinde sondaj öneri noktasıyla uyuşmadığını ortaya koydu.

Keşif günü kullanılan bentonitlerden artan kısmın sahaya çevreyi kirletecek şekilde bırakıldığını da tespit eden bilirkişiler, sahada yer alan sulak alanların korunması ve kuru dere yataklarına atık atılmaması hususunun da yerine getirilmediğini kaydetti.

Uzmanlar, şunları ekledi:

“Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelik Hükümlerine uygun olarak beyan edilen taahhüttün yerine getirilmediği görülmüştür. Açılmış sondaj havuzu ise keşif günü bölge için bir tehdit niteliğindedir. İki adet açılacağı belirtilen havuz tek adet ve hacmen de hesaplanan ölçülerde değildir. Sondaj faaliyetinin bitmesini takiben membran örtü alınacak ve havuzun rehabilitasyonu yapılmamıştır.”

Kazdağları

‣ Çanakkale’de JES’lere izin yok: İki projenin ÇED gerekli değildir kararı iptal edildi
‣ Gökçealan köyünde JES’e geçit yok

Projenin doğaya vereceği zarar belirsiz

PTD Raporunu inceleyen bilirkişiler, flora ve faunaya dair çalışmalarda nasıl bir bilimsel yöntemin uygulandığına, kaç mevsim ve her mevsimde kaç gün arazi çalışmalarının yapıldığına ve tespit edilen türlerin teşhisinin nasıl yapıldığına hiç değinilmediğini belirterek fauna çalışmalarının da ruhsat sahası ile ilişkili olmadığı ve sadece Çanakkale’nin genel faunasının verildiğini tespit etti ve raporun flora ve fauna üzerine verilen bilgilerin ruhsat alanı ile ilgili gerçeği yansıtmadığını ifade etti.

Kazdağı

PTD’nin mevzuatta öngörülen usule uygun hazırlanmadığı, hesaplamaların ve değerlendirmelerin yeterli düzeyde veri, bilgi ve belgeye dayandırılmadığı ve proje kapsamının asgari gereklilikleri taşımadığını bildiren yetkililer, JES projesinin doğa ve insan yaşamı üzerinde yaratabileceği etkilere değinerek şunları söyledi:

“Tarım arazileri ile yerleşim yerlerini, çevredeki bitki örtüsünü, su kaynaklarını ve doğal yaşamı, orman alanlarını olumsuz etkilediği ve çevreye ve insan sağlığına olabilecek olumsuz etkilerin kabul edilebilir düzeyde olmadığı, diğer bir ifade ile söz konusu projenin genel olarak ekosistemi ve çevrede bulunan yerleşim yerlerini ne ölçüde etkileyeceği, bu suretle Çevresel Etki Değerlendirme sürecinin işletilmesinin mevzuat hükümleri kapsamında gerekli olmadığı tespitlerimizdir.”

Boğaziçi Üniversitesi’nin sit statüsü değişikliğine yargı engeli

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nın 1. derece doğal sit alanı olan Boğaziçi Üniversitesi yerleşkesi ve çevresindeki 422 bin metrekarelik alanın statüsünün düşürmesine ilişkin kararı, yargıdan döndü.

2021 yılında alınan kararla, tamamı “kesin korunacak hassas alan” statüsündeki birinci derece doğal sit alanı, ‘nitelikli koruma alanı’ ve ‘sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanlarına’ çevrilmişti.

Söz konusu karar, üniversite ve çevre alanında yapılaşmasının önünü açabileceği gerekçesiyle eleştirilmiş; Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED)  kararın iptali için İstanbul İdare Mahkemesi’nde dava açmıştı.

Boğaziçi Üniversitesi ve çevresinin doğal SİT alanı statüsünün değiştirilmesine itiraz

Bilirkişi: Yönetmelikle statü değişikliği yapılamaz

Mahkemenin atadığı bilirkişi heyeti, alanda yer alan şehitlik için öncelikle envanter çalışması yapılması gerektiği, bölgenin ekolojik ve fizyografik yapısı itibariyle ayrı SİT derecelerine tabi olamayacağı, Boğaziçi Kanunu’na tabi alanlarda yönetmelikle statü değişikliği yapılamayacağı tespitlerinde bulundu.

Mahkeme: Bilimsel dayanağı yok, hukuka uygun değil

Bilirkişi raporlarını inceleyen İdare Mahkemesi de “davaya konu alanın ekolojik ve fizyografik yapısı itibariyle iki farklı sit derecelendirmesi ile birbirinden ayrı tutulmasının bilimsel bir dayanağının olmadığını, ekolojik bütünlük olarak uygunluk bulunmadığını, yerleşke alanının tarihi kimliği dikkate alındığında, tarihi ve dönem içinde yapılmış yapılarla alanın bütün olarak korunması gerektiği” ve  “sit statü tanımlamasına ilişkin alınan kararın hem kampüs bütünlüğünü hem de Boğaziçi sisteminin doğal bütünlüğünü olumsuz etkileyeceği”ni belirtti.

Mahkeme, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kararında hukuka uygunluk bulunmadığına karar verdi.

BÜMED: Karar emsal niteliğinde

Karardan memnun olan BÜMED,  Boğaziçi Üniversitesi’nin 1863 yılında kurulan Güney Yerleşkesi‘nin barındırdığı canlı türleri, mimari yapıları ve tarihi dokusu bağlamında İstanbul ve Boğaziçi tarihi ve doğal yaşamı açısından önem arz ettiğini kaydetti:

“Mahkeme kararı tüm Boğaziçi ön görünüm bölgesi için Boğaziçi Kanunu ile getirilen koruma statüsünün, yönetmelik ile değiştirilemeyeceğini tespit ederek, tüm Boğaziçi ön görünüm bölgesinin birinci derece SİT alanı statüsü açısından emsal niteliğindedir.”

‘Sunulan Ulusal Katkı Beyanı ile Türkiye’nin 2053’te net sıfıra ulaşması imkansız hale geldi’

İnsan kaynaklı iklim kriziyle mücadele kapsamında Türkiye, detaylı ve aşamalı sera gazı emisyonu azaltım hedeflerini içeren ve Paris Anlaşması‘nın bir gerekliliği olan Ulusal Katkı Beyanı‘nı (Nationally Determined Contribution/NDC) güncelleyerek 15 Nisan’da Birleşmiş Milletler (BM) Sekretaryası‘na sundu.

Bu kapsamda Türkiye’nin 2015’te yüzde 21 olarak açıkladığı emisyon artışını azaltma taahhüdü, 2030 için yüzde 41 olarak güncellendi. Sunulan iklim hedefi, ülkenin emisyonlarının 2038 yılına dek sürekli artacağı ve o yıl ‘pik’ seviyeye ulaştıktan sonra azaltıma başlanacağını öngörüyor.

İstanbul Politikalar Merkezi İklim Direktörü Ümit Şahin, Türkiye’nin BM Sekretaryası’na sunulan güncel Ulusal Katkı Beyanı’nın kapsamını ve geleceğe yönelik etkilerini Yeşil Gazete‘ye değerlendirdi.

‣ Türkiye güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’nı açıkladı: Emisyon azaltım hedefi yüzde 41 oldu
Ulusal Katkı Beyanı
Fotoğraf: Uluslararası Enerji Ajansı

Neden ihtiyaç duyuldu?

İlk Ulusal Katkı Beyanı’nı pek çok ülkeyle birlikte 2015’te Paris Anlaşması öncesi sunan Türkiye, BM tarafından sera gazı emisyonu azaltım hedeflerinin yetersiz olması ve bu hedeflerde dünyada en geride kalan ülkelerden biri olması nedeniyle defalarca iklim hedeflerini güncellemeye çağrılmıştı.

Paris Anlaşması öncesi sunulan iklim hedeflerine değinen Şahin, “O Ulusal Katkı Beyanı sadece çok zayıf da değil çok anlamsızdı” diyor: “Çünkü 2030’a kadar sera gazı emisyonlarında çok yüksek bir referans senaryo artışına göre yüzde 21’lik bir azaltım öngörüyordu. Bu bir azaltım değil, yüzde 100’den fazla bir artış önerisiydi. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler raporlarında da bu hedefin çok zayıf bir hedef olduğu, Hindistan, Rusya ve Türkiye‘nin hedeflerinin çok zayıf olduğu defalarca yazıldı.”

2021’de Birleşik Krallık‘ın Glasgow kentinde düzenlenen BM İklim Zirvesi’nden (COP26) hemen önce Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olmasıyla eski Ulusal Katkı Beyanı resmiyet kazanmış oldu. Dr. Ümit Şahin’e göre, “Bu kabul edilemez bir şeydi.”

Glasgow’da da bütün ülkelerin NDC’lerini güncellemeye davet edildiğini kaydeden İklim Direktörü, Türkiye’nin bu güncellemeye yönelik sürecini şöyle aktarıyor:

“Sonra bir yıllık bir çalışmadan sonra 2022’nin kasım ayında Mısır’da yapılan COP27’de Bakan Murat Kurum güncellemenin ana hatlarını açıkladı ama altı aydır teslim edilmemişti, bunun açıklanmaması eleştiriliyordu. En nihayet seçimden hemen önce bu 44 sayfalık güncellenmiş katkı beyanı açıklanmış oldu.”

‣ İklim örgütlerinden Türkiye’ye çağrı: 2030’a kadar emisyonlar yüzde 35 azaltılmalı
Ulusal Katkı Beyanı
Fotoğraf: Environmental Defense Fund

Sunulan NDC neler içeriyor?

BM Sekretaryası’na sunulan güncel Ulusal Katkı Beyanı, birçok sektörün karbondan arındırılmasına yönelik adımların yanı sıra iklim krizinin etkilerine uyum çalışmaları için de bir çerçeve çiziyor.

Beyanın kapsamına değinen Şahin, “Çok detaylı bir şekilde enerji, sanayi, ulaşım, tarım, binalar, atık ve toprak kullanımı olmak üzere bütün sektörlerdeki sera gazı azaltımıyla ilgili yapılacakları ve tarım, ormancılık, su, afet riskinin azaltılması, kentler, kırsal kesim, halk sağlığı alanlarında da uyum çalışmalarının genel çerçevesini içeren bir kapsamlı bir beyan bu” diyor.

Öte yandan beyanda bir emisyon azaltım hedefi bulunmadığına vurgu yapan Dr. Şahin, NDC kapsamında gerçek anlamda iki tane hedef olduğunu açıklıyor:

“Bir tanesi enerji sektörü bölümünde. Türkiye’nin güneş enerjisi kapasitesinin 2030’a kadar 33 GigaWatt’a, rüzgar enerjisi kapasitesinin 18 GigaWatt’a çıkarılacağı açıklanıyor. Bu gerçekten bir hedef; ama yeterli değil. Güneş hedefi fena değil ama özellikle rüzgar yetersiz. Ama yine de bir artış hedefi olması nedeniyle bu önemli.

Bir de ulaşım bölümünde şu anda 13 bin kilometre olan demir yolları hattının 2030’a kadar 4 bin 690 kilometre uzatılacağını söylüyor ki bu da -yapılırsa- gerçekten azaltıma hizmet edecek bir hedef. Onun dışındaki bütün hedefler biraz laftan ibaret.”

‣ İklim örgütlerinden ortak talep: Türkiye 2030’a kadar emisyonlarını yüzde 35 azaltmalı

Ulusal Katkı Beyanı

‘Bu yüzde 41 azaltım hedefi değil; 2012’ye göre yüzde 55 artış hedefi’

Ulusal Katkı Beyanları, yenilenebilir enerjiden tarıma, kentlerden ormanlara birçok alanın mercek altına alınmasıyla hazırlansa da, beyandaki can alıcı noktayı emisyon azaltım hedefleri oluşturuyor.

Türkiye daha önceki yıllarda mevcut emisyonlarını azaltmaya yönelik bir hedef vermemiş, emisyonların artış göstereceği senaryoya dayanarak, yapılacak olan bir artış üzerinden azaltım hedefi vaat etmişti. Bu şekilde mevcut emisyonlarını azaltmak yerine artırmayı vaat eden Türkiye, bu yönüyle yoğun eleştirilere maruz kalmıştı.

İklim Direktörü Şahin, “Maalesef herkesin en çok beklediği ve aslında bir Ulusal Katkı Beyanı’nın en önemli noktası olan azaltım hedefi konusunda Türkiye yine artış hedefi verdi” diyerek sunulan yeni hedefinin daha fazla emisyon azaltımı taahhüt etse de, gerçek bir azaltım vaat etmemesi yönüyle önceki NDC ile benzerlik gösterdiğini aktarıyor:

“Daha önce yüzde 21 olan artıştan azaltım, bu kez yüzde 41’e, yani iki katına çıkarılmış. Ama 2030’da bin 175 milyon ton [sera gazı emisyonu taahhüdü] olan 2015’teki referans senaryoyu değiştirmeyip aynen koruduğu için, onun üzerinden yüzde 41 azaltım, 2030’da 695 milyon tona denk geliyor. Bu da şu demek aslında: Hükümet bazı yıllara referans yılı olarak 2012’yi aldığını net bir şekilde yazıyor. Dolayısıyla Türkiye 2030’da emisyonlarını 2012’ye göre yüzde 55 arttırma hedefi vermiş oldu şu an. Bu yüzde 41 bir azalma hedefi değil; 2012’ye göre yüzde 55 artış hedefi. 2020’ye göre de yüzde 32 artış hedefi. Dolayısıyla verilen artış hedefleri biraz azalmış oldu ama tabi bu manasız bir kavram.”

Önceki ve yeni sunulan beyanları karşılaştıran Ümit Şahin, “Öncesinde 2020’ye göre yüzde 80 artış öngörürken şimdi yüzde 32 artış öngörülüyor. Dolayısıyla bu yine bir artış hedefidir” diyerek özetliyor.

Ayrıca 2038’ın emisyonların en yüksek seviyeye çıkacağı yıl anlamına gelen ‘pik yıl’ olarak gösterildiğini hatırlatan Şahin, “Bu 2038’e kadar emisyonlarımızı arttıracağız demektir. Bu kabul edilemez; yüzde kaç artırılacağı da söylenmiyor” ifade ediyor.

‣ IPCC Raporu: Mevcut planlar insanlığı tehlikeli bir geleceğe götürüyor, ısınmanın 2 dereceyle sınırlanması zor

‘Bu NDC ile Türkiye’nin 2053’te net sıfır hedefine ulaşması imkansız’

İnsan kaynaklı iklim krizinin etkilerinin azaltılması için dünya ülkelerini NDC’lerinde daha iddialı hedefler belirlemeye teşvik eden BM; Danimarka, İsveç ve Şili gibi birkaç iddialı ülke dışındaki ülkelerin iklim hedeflerini yetersiz buluyor.

Öte yandan hükümetlerarası bir kuruluş olan BM, devlet egemenliğine saygı ilkesi kapsamında ülkelerin iklim hedeflerine de müdahale edemiyor ve NDC’lerin iyileştirilmesi konusunda geleneksel anlamda bir yaptırım uygulayamıyor. Öte yandan yetersiz iklim taahhütlerinde bulunan ülkeler, itibara dayalı ve ekonomik sonuçlarla yüzleşiyor.

Climate Analytics gibi iklim değişikliği üzerine çalışmalar yapan düşünce kuruluşların Türkiye’nin iklim hedeflerini “kritik ölçüde yetersiz‘ olarak değerlendirdiğini hatırlatan İklim Direktörü, “Bundan sonra çok değişeceğini sanmıyorum. Çünkü burada da bir azaltım hedefi yok. Yine ‘critically insufficient’ [kritik ölçüde yetersiz] olacaktır diye tahmin ediyorum” sözleriyle yeni sunulan katkı beyanı ile bir gelişme kaydedilse de ülkenin yine çok yetersiz olarak değerlendirileceği tahminini dile getiriyor:

Sunulan NDC, 2053 net sıfır hedefine uyumlu olmadığı gibi, bu hedefe ulaşmayı imkansız hale getiriyor. Dolayısıyla yeni hükümetin en kısa zamanda bu NDC’yi yok sayıp yeni baştan yazması lazım. Bu NDC ile Türkiye’nin 2053’te net sıfıra ulaşması kesinlikle imkansız.

‣ TEMA Vakfı: Türkiye’den beklenen azaltım hedefi gelmedi

Ulusal Katkı Beyanı

‘Finansal yaptırımlar artacak’

Dr. Ümit Şahin, bütün ülkelerin Paris Anlaşması’nı onayladıkları anda küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi dönemlere kıyasla 1,5 derece ısınma ile sınırlama hedefine uygun ve her beş yılda bir giderek artırma hedefi vermeyi taahhüt etmiş olduğunu aktarıyor.

Türkiye’nin bu taahhüde aykırı davrandığının altını çizen Şahin, “Yani bir ülke kendi verdiği, kendi gönüllü olarak altına imza attığı taahhüte aykırı davranıyor. Bunun uluslararası politikalar çerçevesinde en büyük yaptırımı ‘name and shame’ denilen teşhir edilmek ve utandırılmak olacaktır” diyor.

Avrupa Birliği‘nin (AB) Yeşil Mutabakatı’ndaki karbon vergisi, sınırda karbon düzenlemesi gibi gerçek finansal yaptırımların da devreye girdiğini belirten uzman, “Çünkü bu hedeflerle Türkiye’nin kendi başına bir emisyon ticaret sistemi kurması ve karbon fiyatı oluşturması imkansız olacağı için iki üç sene sonra Türkiye doğrudan doğruya sanayi ürünlerinin ihracatında vergi ödemek zorunda kalacak. Asıl yaptırımlar bunlar” ifadelerini kullanıyor.

İklim hedeflerinin gerisinde kalan ve gönüllü olark adım atmayan ülkelerin daha çok teşhir edildiğini ve baskı altına alındığını belirten Ümit Şahin, “Bu konuda daha hızlı adım atılmasını isteyen AB ülkeleri gibi ülkeler veya [iklim krizinin etkilerine karşı daha kırılgan konumdaki] az gelişmiş bazı ülkeler, Türkiye gibi hiçbir şey yapmayan, yapmaya niyeti olmayan ülkeleri sıkıştırıyorlar, baskı uyguluyorlar. Bir de tabii sivil toplumdaki iklim hareketi bu ülkeler üzerinde bir baskı oluşturuyor” diye belirtiyor.

İklim Koordinatörü Şahin, Paris Anlaşması’nın daha sert ve katı bir yaptırım mekanizması bulunmadığını kaydederek “Asıl yaptırım dünya ekonomisinin dışına düşmek. Bu da biraz daha uzun vadede olacak bir şey” diye ekliyor.

‣ İklim örgütleri: Açıklanan emisyon seviyesi öngörülerimizin iki katı
Ulusal Katkı Beyanı
Fotoğraf: Dünya Ekonomik Forumu

‘Üreticiler, rekabet avantajını kaybedecek’

Daha iddialı bir Ulusal Katkı Beyanı uygulamaya alınmadığı sürece uluslararası yaptırımların ticaret üzerinden Türkiye ekonomisi üzerinde yansımaları olacağını aktaran Şahin, “Türkiye rekabet avantajını kaybedecek ve üreticiler daha az rekabetçi şartlarda ihracat yapacak” diye uyarıyor. Sorunun temelinde kömürlü termik santrallerin yattığına dikkati çeken uzman, şunları söylüyor:

“Türkiye’nin aslında bir türlü azaltım hedefi vermemesinin ve emisyonlarını sürekli artırmaya çalışmasının temel nedeni elektrik üretiminde kömür kullanımından vazgeçilmiyor olması. Temel neden bu. Enerji bürokrasisinin, Enerji Bakanlığı ve diğer ilgili politik çevrelerin kömürden vazgeçmeye niyeti olmadığı için sanayi baskı altında kalmış oluyor. Enerji üreticilerini ve kömürcüleri korumak için sanayicileri zor duruma düşürüyorlar. Türkiye’de iç politika ve ekonomik aktörler anlamında, asıl yarılmanın burada olması gerekiyor.”

‣ Türkiye’den somut emisyon azaltım hedefi bekleniyor

Ulusal Katkı Beyanı

‘Kömürün kayrılması, sanayicilerin fazladan vergi ödemesi demek’

Türkiye azaltım hedefi vermediği ve emisyonlarını arttırmayı hedeflediği için bir karbon piyasasının oluşamayacağını ve bu nedenle Emisyon Ticaret Sistemi‘nin işlemeyeceğini belirten Dr. Şahin, “Bu sistem işlemeyince de Avrupa‘ya diyelim ki demir çelik ürünlerini ihraç ihraç etmek isteyen sanayici, ekstra vergi ödemek zorunda kalacak. Bunun nedeni aslında demir çelik değil, daha ziyade termik santraller” diyor.

Ümit Şahin, sözlerini şöyle sonlandırıyor:

Aslında buradaki temel mücadelenin önümüzdeki birkaç yıl içerisinde sanayicilerin burada hükümete baskı yapmaya başlaması lazım. Yani elektrik üretiminde kömürün kayırılmasına son verilmesi için sanayicilerin hükümete baskı yapması lazım. Henüz öyle bir noktaya gelemedik.

24 Nisan anması bu yıl da yasaklandı

24 Nisan Anma Platformu‘nun bu yıl Kadıköy‘de düzenlemek istediği “24 Nisan Ermeni Soykırımı” anması, İstanbul Valiliği tarafından bu yıl da yasaklandı.

2010 ile 2019 yılları arasında kesintisiz biçimde yapılan anmaların, geçen yıl Beşiktaş’taki Barbaros Meydanı‘nda yapılmasına da yasak getirilmişti.

200’ü aşkın Ermeni aydınının İstanbul’da tutuklanıp ardından tehcire gönderdiği gün olan 24 Nisan 1915’in 108’inci yıldönümü yaklaşırken, Agos’un aktardığına göre, çeşitli inisiyatifler de anma hazırlıkları yapıyor.

Pandemiden önce, dokuz yıl boyunca Taksim, Tünel ve Şişhane meydanlarında her yıl düzenlenen anma toplantısının bu yıl Kadıköy’de yapılması planlanmıştı.

24 Nisan Pazartesi günü saat 19.15’te Kadıköy Süreyya Operası önünde gerçekleştirilmek istenen anmaya, başvuru yapılan İstanbul Valiliği  yasak getirdi.

‘Yasağın hiç bir makul gerekçesi yok’

Platform Valilik kararı sonrası şunları dile getirdi:

“2010 yılından beri düzenlediğimiz, salgın süresince iki yıl arka arkaya online bir şekilde gerçekleştirdiğimiz 24 Nisan anması, geçen sene olduğu gibi bu yıl da İstanbul Valiliği tarafından “düzenlenmesi uygun görülmemiştir” ibaresiyle yasaklandı. 2010 yılından beri, çeşitli güçler tarafından hedef gösterilen, provoke edilmeye çalışılan 24 Nisan anmaları hiçbir sorun yaşanmadan, hep düzenleyenlerin hedeflediği gibi gerçekleşmiştir.

Geçen sene olduğu gibi bu sene de anmamızın yasaklanmasının hiçbir makul gerekçesi yoktur. 1915’te katledilenleri nefretle anan çevrelerin, 1915’te öldürülen, topyekun katledilen Ermenilerin ve Süryanilerin torunlarını bugün yine hedef gösterenlerin, soykırım inkarcılarının, azınlık bırakılan halkları ırkçı nefret söylemiyle düşmanlaştırmaya devam edenlerin ellerini kollarını sallayarak dolaştığı, ırkçı toplantı ve gösterilerin serbest olduğu koşullarda 1915’te kaybettiklerimizi saygıyla ve sükunetle andığımız bu etkinliğin yasaklanması kabul edilemez.

1915’le yüzleşme bugün demokrasi, eşitlik, kardeşçe bir arada yaşamın sağlam temellerde inşa edilmesi için atılması gereken zorunlu bir adımdır.  Bu yüzleşme yaşanmadan hiçbir demokratik hamle kalıcı, hiçbir toplumsal ilişki eşitlikçi olamaz. Valilik anma etkinliğimizi yasaklayarak demokratikleşme dinamiklerine karşı olduğunu açıkça göstermiştir. Bizler valiliği bu kararından vazgeçmeye çağırıyoruz.”

İHD Sultanahmet’te olacak

İnsan Hakları Derneği (İHD) Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon ise, her yıl olduğu gibi bu yıl da 24 Nisan’da Sultanahmet’te bir anma gerçekleştirmeye hazırlanıyor.

Komisyon 24 Nisan Pazartesi günü saat 12.00’de Sultanahmet’teki Türk ve İslam Eserleri Müzesi önünde  bir basın açıklaması yapacak.