Ana Sayfa Blog Sayfa 502

Siyasal bekayı nükleer yakıtla ateşlemeyi ummak

Seçim öncesi kurdele kesmek, açılış törenleri yapmak gerçek anlamda iş üretemeyen iktidarlara kendilerini eleştirilerin odağından çıkarmak ve kamuoyu nezdinde “güçlü” görünmek için bir fırsat olarak görünür. Genel seçim öncesi Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin ilk reaktörünün alelacele operasyona başlatılması girişimi de bu alışkanlığın nükleer santral gibi riskli bir teknoloji aracılığıyla sergilenmek istenmesinin bir sonucudur.

Nükleer santrallerin kaza boyutuyla silinmeyen izler bıraktığını bugüne dek dünya genelinde 600 milyondan fazla insanın sağlığına olumsuz etki etmiş olduğu, bu etkinin devam da ettiği bilinen Çernobil’i 37’inci yılında anarken Akkuyu NGS’nin yakıtının Anadolu toprakları üzerine konuşlandırılmasına da saatler kaldı.

‣27 Nisan’daki ‘açılış’ için nükleer yakıt geliyor 

“Güç” nosyonunu silah ve şiddete eşitleyen yaklaşıma göre “Erdoğan’ın Atom Santrali” olarak dillere pelesenk edilen nükleer santralin resmi sahibinin Rusya olduğu gerçeğinin bu kesimlerce ne kadar idrak edildiği ise meçhul.

Dünya ‘Mersin’e giderken’…

Öte yandan nükleer santrallerin hiçbir devlete gerçek manada güç atfetmediğini de nükleer teknoloji alanında on yıllarca yatırım yaptıktan sonra bu endüstriyi terk etme kararını almış olarak uygulamaya da geçiren Almanya’nın izlediği politika ortaya koyuyor. Bu politika geçmişte Almanya’da ülkenin ihtiyacı olan elektriğin yüzde 30’unu karşılayan nükleer enerjiyi ikame etmesini amaçlayan planlama doğrultusunda kaynağını doğadan alan ve kaynağında sınırsız oluşuyla ham maddesinde de bağımsızlık sağlayan yenilenebilir enerji kaynaklarından güneş ve rüzgârın tercih edilmesiyle ete kemiğe bürünmüş oluyor. Bu şekilde Almanya bir taraftan yenilenebilir enerji alanının liderliğini elde ederken diğer taraftan da bambaşka bir iş alanı olarak görülebilecek nükleer santral söküm süreçlerine de liderliğini elde etmiş oluyor.

Sonuç olarak Almanya’nın yaptığı, nükleer lobinin baskı ve tekliflerine kapıyı kapatarak enerji arz güvenliğini ya da savaşkan bir güç olma meselesini bahane etmeden demokratik süreçlerin içinde kalmayı başararak sivil toplum güçlerinin iradesine uyum göstermesinin ödüllerini ulusal ve küresel ölçekte devlet kapasitesini artırmış olarak toplayacağı söylemek yanlış olmaz.

AKP’nin ‘gösteri aracı’ olarak seçim propagandasi

Türkiye siyasi tarihinde en uzun süre iktidarda kalan AKP’nin hegemonik ilişkilerini destekleyen Akkuyu NGS ise yıllar içinde tahrip edilen kurumsal siyasetin boşluklarından faydalanılarak ilk aşamada hukukun arkasından dolanılması ardından hukukun araçsallaştırılmasıyla hayata geçiriliyor.

Ne var ki dünyada örneği görülmemiş düzeyde siyasal iktidarın yabancı bir devlete sağladığı imtiyazlarla engellerin aşıldığı Akkuyu NGS dahi nükleer santrallerin zaman ve maliyet unsurunun dezavantajlarını ortadan kaldırabilmiş değil. Zira bugüne dek operasyona başlatılacağı tarih tüm imtiyaz ve teşviklere rağmen en az üç kez ötelenmiş durumda. Bu ötelemelerin kamuflajı ise son kertede ilk söylendiği gibi açılışın dört değil, birinci reaktör için Cumhuriyet‘in 100. yıldönümü hediyesi ambalajına sarmalanmasıyla olmuştu. Ne var ki Akkuyu NGS’nin aynı zamanda iktidarın gösteri aracı olması nedeniyle bu teknolojinin tüm hantallığına rağmen siyasi iktidarın enerjisine uyum sağlamasına çalışılıyor. Zira iktidarın bekasının bağlı olduğu genel seçim tarihinin 14 Mayıs olarak belirlenmesi yeni bir revizyon yapmayı gerektirdi ve bu kez nükleer santraller bazında eşyanın tabiatına aykırı olmayan ertelemelerin yerini operasyona başlangıç tarihinin iki ay öne çekilmesi aldı.

Oysa bu yıl seçim tarihi belli değilken Rosatom yetkilisi tarafından yapılan açıklama ilk reaktörün operasyona üçüncü çeyrekte yani temmuz-eylül ayları içinde başlatılmasının planlandığı yönündeydi. Böylece güvenliği de ilgilendiren teknik skandallarının görmezden gelinen, iş cinayetlerinin yüzeysel çözümlerle giderilen ve sürecin devam etmesi adına sivil toplumun sesinin bastırılmasına ihtiyaç duyulan Akkuyu NGS’nin nükleer karşıtlarının iddialarını haklı çıkararak “güç konsolidasyonu” uğruna araçsallaştırıldığı da teyit edilmiş oldu. Üstelik de resmi rakamlarla 50 bin kişiyi yaşamdan koparan 6 Şubat depremlerinin acısı tazeyken ve tehlike Akkuyu NGS ve civarını etkileyecek potansiyeli taşırken… Sözün özü, iktidar için siyasal bekayı nükleer yakıtla ateşlemek oylarına talip olunan insanların güvenliğinden daha önemli görünüyor.

Yanıtsız sorular

Öte yandan meselenin takibini yapan Nükleer Karşıtı Platform, bileşenleriyle ittifak kanalları açık olan nükleer karşıtlığını benimsemiş olan siyasi partiler ‘Akkuyu NGS’ye yüklenmesi planlanan yakıt çubuklarının sevkiyatı yapıldı mı?’, ‘Bu yakıt sevkiyatının hangi yollardan yapılması öngörülüyor?’ gibi kamuoyunun sormadan bile bilgilendirilmesi gereken soru önergeleri yöneltiyor fakat bu önergeler ya afaki yanıtlanıyor ya da yanıtsız bırakılıyor. Benzer şekilde sivil toplum güçlerinin yıllardır bilimsel verileri de arkasına alarak yönelttiği eleştiriler ve ekosisteme, canlılara, insan sağlığına, tarıma, balıkçılığa verdiği zararların maliyetine istinaden yaptığı uyarılar iktidar tarafından dikkate alınmıyor ve yüzeysel açıklamalar yapılıyor.

Bu uyarıların karşısında ise tesise getirilen ekipmanların teknik adlarının, ağırlıklarının sayılıp dökülmesiyle gövde gösterisi yapılıyor. Bununla birlikte iktidar kötü yönetilen daha doğrusu kontrolden çıkmış olan ekonomik koşullarda halkın gündemine giren soğanın karşısına bu nükleer santrali çıkarmak suretiyle de kendisini ilim ve bilimle uğraşan(!) pozisyona yerleştirirken iktidarı eleştirenleri de aşağı düzeyde siyaset yapmakla itham ediyor.

Siyasal iktidarın oylarına talip olduğu kitleleri umursamamasına neden olan, kuşkusuz salt kendi tabanını ve paydaşlarını dikkate alan kendi matematiğidir. Fakat siyasal iktidarın ülkenin değil, siyasi bekasına öncelik verdiğini gösteren bu durum reklamın kötüsü olmaz savının tam da tersinin geçerli olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle 27 Nisan günü canına ve geleceğine kastedilen yurttaşlar olarak kendi matematiğimizi çalıştırmamız elzem.

Durdurmaya hepimizin hakkı ve gücü olan Akkuyu NGS ile bağlanan akıbetimizi değiştirmek ve önceliği siyasi beka olan bir iktidara teslim olmamak için dayanışmak ve birlikte hareket etmek zorundayız. Bu aşamada Nükleer Karşıtı Platform (NKP) bileşenleri tarafından “Akkuyu’ya Nükleer Yakıt Getirilmemeli” başlığı altında, 54 nükleer karşıtı kurum ve sivil toplum örgütünün imzası ile “Mali açıdan büyük kamu zararı doğursa da ‘Nükleer santrali kapatacağız’ demeyen hiçbir siyasi partiye oy vermeyeceğiz” notu dayanışma talebinin dışavurumu olarak görülmeli ve bu düzenin değişmesinin ilk adımı kabul edilmelidir.

Bu doğrultuda, Nükleer karşıtları yakıtın gelişini evlerinde oturarak beklemeyecek. İstanbul’da Beşiktaş’ta “Çernobil’i Unutmadık Akkuyu’da Nükleer santral İstemiyoruz” ; Mersin’de “26 Nisan Çernobil, 27 Nisan ? Zaman daralıyor, Nükleer Felaket yaşamı durdurmadan sen onu durdur ; Sinop’ta “Çernobil Unutulmadı” ; Kıbrıs’ta “Hibakuşalar Olmasın!”[1] sloganlarıyla basın açıklamaları düzenleyerek etkinlikler yapacak. Ben bu yangını söndürmeye Akkuyu’ya Mersin kent merkezi kadar yakın fakat bilgilendirilme konusunda dahi meselenin dışına atılan kuşuçuşu 90 kilometre Kıbrıs’tan su taşımaya çalışacağım. Siz nerede olacaksınız?

*

[1] Hibakuşa: Hibakuşa terimi, ilk olarak Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombası atıldıktan sonra hayatlarını kaybedenleri değil, bir şekilde hayatta kalanları ve maruz kaldıkları radyasyonla yaşamlarına devam edenleri ifade eder. Hayatta kalan bu insanların çoğu, yaşamlarını nükleer tehdidin olmadığı bir dünya için mücadele etmeye adamıştır. Hibakuşaların tecrübelerini daha genç nesillere aktarmayı misyon edinmesiyle Dünya genelinde de pek çok benzer deneyim de paylaşılmaya başlanmıştır. (Kaynak: nükleersiz.org)

26 uluslararası kuruluştan ortak çağrı: Diyarbakır’da gözaltına alınanları serbest bırakın

Dün (25 Nisan) Diyarbakır merkezli olarak 21 ilde düzenlenen operasyon kapsamında yapılan siyasetçilerin, gazetecilerin, Baro ve STK’lardan isimlerin de yer aldığı gözaltılara ilişkin açıklamada bulunan 26 uluslararası kuruluş, gözaltına alınanlar arasında bulunan gazeteci, avukat ve politik aktivistlerin serbest bırakılmaları çağrısında bulundu.

Gazeteciler Abdurrahman Gök, Ahmet Kanbal, Mehmet Şah Oruç, Osman Akın, Kadri Esen, Beritan Canözer, Mehmet Yalçın, Mikail Barut, Salih Keleş ve Remzi Akkaya’nın gözaltına alındığını aktaran açıklamada gözaltıların seçimden önce yapıldığı vurgulanarak “Seçimler öncesinde özgür ve çoğulcu bir medya ortamına duyulan ihtiyacı yineliyoruz” denildi.

Söz konusu baskınların sistematik taciz olarak değerlendirildiği çağrı metninde, şu ifadeler yer aldı:

“Medya özgürlüğü, ifade hürriyeti ve insan hakları örgütleri Türkiye yetkililerine, Kürt gazetecilere, medya çalışanlarına, medya kuruluşlarına, onları savunan avukatlara ve Kürt siyasi parti yetkililerine yönelik sistematik taciz ve gözdağı uygulamalarına son vermeli, bu kişilerin avukata erişimini sağlamalı, yöneltilen suçlamaların tüm ayrıntılarını açıklamalı ve bu kişilerin gözaltından serbest bırakılmalarını sağlamalıdır. Bu vesileyle, 14 Mayıs 2023 tarihinde gerçekleştirilecek seçimler öncesinde özgür ve çoğulcu bir medya ortamına duyulan ihtiyacı yineliyoruz.”

İmzacı kurumlar, 20 ilde 128 kişinin ev ve ofisine yapılan baskınların nedeninin henüz tam anlamıyla belirlenmediğine dikkati çekti. Açıklamada şunlar kaydedildi:

“Devlete ait Anadolu Ajansı, Diyarbakır merkezli operasyonun Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen terörle mücadele soruşturmalarıyla ilgili olduğunu bildirdi. Toplam 216 kişi hakkında yakalama kararı çıkarıldığı bildirildi. Şu ana kadar gözaltına alınanlar arasında 10 gazeteci ve tutuklu gazetecileri temsil eden bir avukat da bulunuyor. Baskınlar sırasında gazetecilere ait teknik ekipman, bilgisayar, kitap ve belgelere de polis tarafından el konuldu. Şu ana kadar gözaltına alınan gazeteciler arasında Mezopotamya Ajansı (MA) editörü Abdurrahman Gök ve muhabirleri Ahmet Kanbal ve Mehmet Şah Oruç; Yeni Yaşam gazetesi genel yayın yönetmeni Osman Akın; Türkiye’deki tek Kürtçe basılı gazete olan Xwebûn’un imtiyaz sahibi Kadri Esen, JinNews muhabiri Beritan Canözer ve gazeteciler Mehmet Yalçın, Mikail Barut, Salih Keleş ve Remzi Akkaya bulunuyor.

Diyarbakır
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

‘Seçime sayılı günler kala’

Baskınların seçime sayılı günler kala yapıldığına vurgu yapılan açıklamada, şu ifadeler kullanıldı:

“Ülkedeki Kürt medyasına ve siyasi muhalefete yönelik sistematik taciz ve gözdağının bir başka adımını temsil ediyor. Daha önce Haziran 2022‘de benzer bir baskın sonucunda Diyarbakır‘da 20 gazeteci gözaltına alınmış, bunlardan 16’sı 11 Temmuz 2023’te başlayacak olan duruşmaya kadar terör suçlamasıyla tutuklu yargılanmak üzere tutuklanmıştı. Ekim 2022‘de, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen terörle mücadele soruşturması kapsamında Ankara, İstanbul, Van, Diyarbakır, Şanlıurfa, Mersin ve Mardin illerinde yapılan eş zamanlı ev baskınlarında 11 Kürt gazeteci daha terör suçlamasıyla gözaltına alındı. Duruşmaları 16 Mayıs 2023’de başlayacak.”

‘Derhal serbest bırakılmalı’ çağrısı

Açıklamanın devamında “Mapping Media Freedom veri tabanı, son 12 ay içinde 91 Kürt gazeteci, medya çalışanı veya kuruluşunu etkileyen 27 uyarı kaydetmiştir. Bu uyarılar çoğunlukla tutuklama, gözaltı, hapis cezası, kovuşturma ve mahkumiyetle sonuçlanan yasal vakalardan oluşmaktadır. Yetkilileri, gözaltındaki gazetecilere, avukatlara ve siyasi aktivistlere derhal avukat erişimi sağlamaya ve yöneltilen suçlamaların tüm ayrıntılarını açıklamaya çağırıyoruz. Görevi kötüye kullandıklarına dair inandırıcı bir kanıt bulunmadığı takdirde, bu kişiler derhal serbest bırakılmalıdır” ifadelerine yer verildi.

İmzacı kurumlar

İmza için yarına kadar açık kalacak olan metnin imzacıları arasında Gazetecilikte Kadın Koalisyonu (CFWIJ), English PEN, Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi (ECPMF), Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ), Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ), Uluslararası Basın Kurumu (IPI), Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA), Osservatorio Balcani Caucaso Transeuropa (OBCT), PEN America, PEN International, PEN Netherlands, PEN Norway, PEN Québec, Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24), San Miguel PEN, Scottish PEN ve Güneydoğu Avrupa Medya Organizasyonu (SEEMO), Articolo 21, Croatian PEN, Yabancı Medya Derneği (FMA Türkiye), Freedom House, İnsan Hakları Gözlemevi (HRW), PEN Canada, PEN Melbourne, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) ve Swedish PEN bulunuyor.

Diyarbakır

33 barodan adil yargılanma hakkı çağrısı

Aralarında avukatların da bulunduğu gözaltılara tepki gösteren 33 baro, avukat görüş yasağı ile kısıtlama kararının kaldırılması için çağrı yaptı.

Barolar, yapılan ortak yazılı açıklamayla meslektaşlarının da aralarında bulunduğu gözaltılara tepki gösterdi. “Meslektaşlarımızla ilgili sürecin takipçisiyiz” başlığıyla yapılan açıklamada, “Bugün sabah saatlerinde aralarında Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Batman ve Şırnak Barolarına mensup 25 avukatın da olduğu yüzden fazla kişi hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü bir soruşturma kapsamında yakalama ve gözaltı işlemi uygulanmıştır” denildi.

Gözaltına alınan avukatlarının evinin “1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 58. maddesi gereği aramalarda hazır bulunması gereken Baro temsilcisi ve Cumhuriyet savcısı” olmadan  gerçekleştirildiği vurgulanan açıklamada, “Gözaltına alınan meslektaşlarımız hakkında 24 saat süreyle avukat görüş yasağı, soruşturma dosyası hakkında ise kısıtlama kararı getirilmiştir. Avukatlar yargı görevi yapmakta olup çağrıldıkları taktirde her zaman Cumhuriyet başsavcılıklarına başvurabilecek kişilerdir. Çağrı usulünün uygulanmayarak yaklaşan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri öncesi meslektaşlarımızın toplu bir biçimde gözaltına alınması kabul edilemez” ifadelerine yer verildi.

Gözaltına alınan avukatların da aralarında bulunduğu kişilerin adil yargılanma hakkı çerçevesinde tüm haklarının sağlanması çağrısı yapılan açıklamada, “Bu çerçevede avukat görüş yasağı ve kısıtlama kararının kaldırılması çağrısında bulunuyor; meslektaşlarımızla ilgili yargısal süreci yakından takip edeceğimizi belirtiyoruz” diye belirtildi.

Açıklamayı yapan barolar, Adana Barosu, Adıyaman Barosu, Ağrı Barosu, Ankara Barosu, Ardahan Barosu, Artvin Barosu, Aydın Barosu, Balıkesir Barosu, Batman Barosu, Bingöl Barosu, Bitlis Barosu, Bolu Barosu, Burdur Barosu, Mardin Barosu, Bursa Barosu, Kastamonu Barosu, Muş Barosu, Diyarbakır Barosu, Siirt Barosu, Eskişehir Barosu, Sinop Barosu, Urfa Barosu, Hakkari Barosu, Hatay Barosu, Iğdır Barosu, Isparta Barosu, Tekirdağ Barosu, Tunceli Barosu, Van Barosu, İzmir Barosu, Kars Barosu,  Yalova Barosu ve Şırnak Barosu’ndan oluşuyor.

‘Yoğun, endişe verici kaygılar’

Elih Emek ve Demokrasi Platformu da gözaltılara tepkisini yaptığı açıklama ile gösterdi. Açıklamada, “Türkiye’de, temel hak ve özgürlüklere son derece keyfî bir biçimde müdahale edildiği, avukatlar, hak savunucuları, gazeteciler ve sanatçıların yargı eliyle hedef alındığı, ceza tehditlerine maruz bırakıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Yakalama, gözaltı, tutuklama gibi koruma tedbirlerinin hak savunucuları üzerinde yersiz, gereksiz ve ölçüsüz şekilde kötüye kullanıldığı gözlenmektedir. Toplumun muhalif kesimlerine ve hak savunucularına karşı sürdürülen yargı tacizi; avukatlar, hak savunucuları, sanatçılar ve basın emekçileri üzerinde de sürdürülmeye devam etmektedir” ifadelerine yer verildi.

Açıklama, şu şekilde devam etti:

“Türkiye’de seçimlerin demokratik, adil ve dürüst seçim ilkesine göre yürütülemeyeceğine dair öteden beri gelen yoğun ve endişe verici kaygılar bulunmaktadır. Seçim güvenliğine ilişkin kaygılar gözetildiğinde, yargı tehdidi ile sivil toplum örgütlerinin ve hak savunucularının sindirilmek istendiğini biliyoruz. Avukatlar, sanatçılar, gazeteciler ve hak savunucuları açısından, hukuka aykırı, özgürlük ve güvenlik hakkını ihlal edici uygulamaya son verilerek derhal serbest bırakılmaları sağlanmalıdır.”

‘Seçim operasyonu’

Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) tarafından yapılan yazılı açıklamada 14 Mayıs günü gerçekleşecek seçimlere 19 gün kala gerçekleşen gözaltılar “seçim operasyonu” olarak nitelendi. Derneğin açıklamasında son 10 ayda Kürt basınına yönelik operasyonlarda çok sayıda gazetecinin tutuklandığı da hatırlatıldı.

Geçen yıl haziran ayında Diyarbakır’da 20 gazeteci gözaltına alınıp 16’sı tutuklanmış, ekim ayında ise Ankara’da gözaltına alınan 11 gazeteciden dokuzu tutuklanmıştı.

Avukat ve sanatçılar da gözaltında

Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Diyarbakır Şube Eş Başkanı avukat Halise Dakalı’nın yanı sıra çeşitli il barolarına kayıtlı toplam 25 dernek üyesi avukat da yapılan ev baskınlarıyla gözaltına alındı. Ev baskınlarının yanı sıra derneğin genel merkezinde de arama işlemi ve gözaltı yapıldığı öğrenildi. Gözaltına alınan avukatlar arasında Haziran ve Ekim 2022’deki benzer baskınların ardından Diyarbakır ve Ankara’da tutuklu gazetecileri temsil eden Avukat Resul Temur da bulunuyor.

Diyarbakır Barosu, soruşturmada gizlilik kararı olması ve gözaltına alınanların avukatlarıyla görüşmelerine 24 saat kısıtlama getirilmesi nedeniyle gözaltına alınanlara yöneltilen suçlamaların henüz bilinmediğini açıkladı.”

Öte yandan operasyon kapsamında sanatçıların da gözaltına alındığı öğrenildi. 2016 yılında pek çok belediyenin yönetimine kayyım atanmasından sonra işlerinden çıkarılan tiyatrocuların kurduğu Amed Şehir Tiyatrosu (Şanoya Bajêr a Amedê) oyuncularından Yavuz Akkuzu, Özcan Ateş, Elvan Koçer Yıldırım, Şahperi Alphan, Sena Özbey ve Sadettin İnal ile müzisyen Devrim Demir ve sinemacı Çınar Koçgiri Doğan‘ın da gözaltında olduğu öğrenildi.

Doğan’ın memleketi Sivas’ta gözaltına alındığı ve Diyarbakır’a getirilmekte olduğu belirtilirken, müzisyen Mesut Gever ile Kadın Sanat ve Edebiyat Derneğinden (KASED) Kibar Süvari Bozkurt ve Dicle Fırat Kültür Sanat Derneğinden Welat Esin’in de gözaltına alınan sanatçılar arasında olduğu belirtildi.

Amed Şehir Tiyatrosu, sosyal medya platformu Twitter üzerinde yaptığı Kürtçe ve Türkçe bir paylaşımla oyuncularının gözaltına alınmasını protesto etti. Tiyatronun paylaşımında “Sanatçı arkadaşlarımız bu sabah ev baskınlarında gözaltına alındı. Sanatımızı susturamazsınız!” ifadelerine yer verildi.

‣ Diyarbakır’da operasyon: Gazeteci ve siyasetçiler de dahil 100’ün üzerinde gözaltı

Ne olmuştu?

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında 21 ilde gerçekleştirilen ev ve işyeri baskınlarında 100’den fazla gazeteci, sanatçı, avukat, hak savunucusu, sivil toplum temsilcisi ve siyasetçi gözaltına alınmıştı. Operasyonla ilgili akşam saatleri itibarıyla henüz resmi bir açıklama yapılmazken toplam 216 kişi hakkında gözaltı kararı bulunduğu ve gözaltına alınanlar arasında 10 gazetecinin olduğu öğrenilmişti.

Operasyonun “terör örgütü PKK/KCK’ya yönelik” olduğunu belirten Anadolu Ajansı, sabah saatlerinde 110 kişinin gözaltına alındığını, gün içinde 16 kişinin daha gözaltına alınmasıyla toplam gözaltı sayısının 126’ya ulaştığını duyurmuştu. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise akşam saatlerinde yaptığı bir sosyal medya paylaşımında gözaltı sayısını 128 olarak güncellemişti.

Soruşturma hakkında gizlilik kararı verilirken gözaltına alınanlar için de 24 saat avukatla görüşme kısıtlaması getirilmişti.

Phaselis’te mahkeme kararı tanınmıyor, yürütme durmuyor: Kime güveneceğiz?

Peyzaj Mimarları Odası, Antalya‘nın Kemer ilçesinde bulunan, 1. Derece Sit bölgesindeki Phaselis Antik Kenti’ne Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nca verilen izin kapsamında yapılmak istenen inşaatlara karşı açtığı davayı kazanmış, Phaselis’teki inşaat için yürütmeyi durduma kararı verilmişti. Fakat Bostanlık Koyu‘nda iş makinaları dolaşıyor. Bugün (26 Nisan) Phaselis’te, sit alanında, büfe için yapılan kazı çalışmalarını ve iş makinalarını gören aktivistler yürütmenin durdurulduğunu belirterek mahkemenin kararını hatırlattı ancak inşaat faaliyetleri sürdürüldü. Alanda aktivistler inşaat alanından Jandarmalar tarafından uzaklaştırılmaya çalışıldığı kameralara yansıdı:

Aktivistler suç duyurusunda bulundu. Alanda sürdürülen inşaat çalışmalarına tepki gösteren aktivistler, büfe için inşaata başlanmasını, daha önce tuvalete öncelik verildiğinin söylenmesinin aksine girişilen ticari bir yapım işi olduğu ve yürütmenin durdurulması kararının faaliyete geçirilene kadar büfenin yapılmaya çalışıldığı şeklinde eleştirdi.

Antalya 3. İdare Mahkemesi‘nde görülen davada geçen hafta çıkan kararda ‘Phaselis Antik Kenti Ören Yeri ve Bütünleyici Kıyı Alanı Çevre Düzenlemesi Yapım İşi‘nin uygulanması halinde telafisi güç zararlar verileceği belirtilmişti.

‣Bakan Ersoy, yürütmesi durdurulan Phaselis’teki inşaatta açılış yaptı 

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy da geçtiğimiz günlerde Phaselis’e ziyarette bulunmuş, aktivistlerin yasal olmayan açılışı yaptığı yönünde tepkiler almıştı. Bakan Ersoy, bir aktivistin yürütmeyi durdurma kararını sormasının ardından soruyu yanıtlandırmadan aktivistten uzaklaşmış, aktivistin ise önünde sivil güvenlik görevlilerinin engel olarak durduğu görülmüştü.

Kafka‘nın Şato‘sunu aratmayan bir mekanizmayla karşı karşıyayız’

Öte yandan Phaselis’e Dokunma Hareketi tarafından konuya ilişkin yeni bir açıklama yapıldı:

“Kültür ve Turizm Bakanlığı, özel bir şirkete ihale ederek 1. Derece sit alanı olan Phaselis Antik Kenti sınırları içerisindeki Alacasu ve Bostanlık Koyları’na yasa dışı plaj inşaatı gerçekleştiriyor. Bu çerçevede 20 Şubat’ta Alacasu Koyu’na ağır iş makinalarıyla girilip, inşaat için beton dökülüp derin kazılar yapıldı.

Yaşam savunucularının ve yöre halkının tepkisi sonucunda Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, atılan betonları söktüreceğini ve kazıklı sistem üzerine sadece duş ve tuvalet yaptıracağını söyledi. Oysa gerçekler öyle değildi. Atılan betonun göstermelik olarak 210 metrekaresi söküldü ve diğer alanlarda hızla inşaat yükseldi. Bakanın sözlerine dayanarak projenin revize edildiği söyleniyor ancak tüm yasal başvurularımıza rağmen bu revize projeye ulaşamıyoruz. Ancak bilgi edinme hakkı kanununa göre bu bilgiyi açıklamaları zorunludur.

Hepinizin bildiği gibi Bakan Ersoy, 22 Nisan günü Phaselis Alacasu Koyu’nda kafeteryayı ve inşaatları ziyaret etti. Üstelik 13 Nisan’da, bu inşaatların antik kente, flora ve faunaya geri dönüşü mümkün olmayan zararlar vereceği gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verilmesine rağmen!

Yani bizzat bakanın kendisi yasalara uymuyor.

Şimdi de bu hukuksuzluk 1.derece arkeolojik sit alanı ve Milli Park koruma statüsündeki Bostanlık Koyu’na sıçramış durumda. Koy’a,160 KW’lık büyük bir elektrik altyapısı planlanıyor. Bu da yapılmakta olan projelerin bu noktada kalmayacağını ve yapılaşmanın gelişeceği işaretini veriyor.

Her iki koya ve projenin tamamına verilen yürütmeyi durdurma kararına rağmen 25 Nisan 2023 de Phaselis Bostanlık Koyu’na da ağır iş makinasıyla girilip derin kazılar yapıldı ve beton künkler yerleştirildi.

Hem de iddia edildiği gibi temel ihtiyaç olan tuvalet için değil, kafeterya için. Bu durum da gösteriyor ki halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması bahane edilerek koruma altındaki bu bölgeden rant elde edilmesi planlanıyor. Bu tahribatı ve yasadışılığı, jandarmanın engellerine rağmen görüntüleriyle kaydedip, savcılığa suç duyurusunda bulunduk.

Ancak suç duyurularımızın işleme alınması için jandarma, kaymakamlık, valilik ve savcılık arasında mekik dokuyoruz.

Kafka‘nın Şato‘sunu aratmayan bir mekanizmayla karşı karşıyayız. Hemen her kurum görevini yapmakta ayak diriyor. Ve böylece de yasadışı ‘gecekondu’ inşaatı bu sefer de Bostanlık Koyu’nu mahvediyor. Bizler, kültürel mirasına ve doğasına sahip çıkan yurttaşlar olarak ne betonlu ne betonsuz bir inşaatı bu dünya harikası Antik Kent sahasında istemiyoruz.

Likya Yolu’nun da bir parçası olan bu koylarda doğru koruma planı; girişlerin bir bekçi ile denetlenerek, kültür miraslarımızın gelecek nesillere aktarılmasının sağlanmasıdır. Phaselis Antik Kenti’nin tamamının nasıl korunması gerektiğine dair birçok bilim insanı ve ilgili kurumlarla bir çalıştay da yaptık ve sonuçlarını açıkladık. Sivil Denetleme Kurulu oluşturarak sorumluluk alacağımızı da gösterdik. Gelin sesimize ve nöbetimize katılın, bu ekolojik ve kültürel miras kıyımını hep beraber durduralım.”

Bakan Karaismailoğlu’na göre Hatay Havalimanı ‘yoğunluk’ ve ‘yenileme’ bitince açılacak

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, Hatay Havalimanı’nın ‘yoğunluk bittikten sonra açılacağını’ söyledi. Bakan, buraya uçuşların ‘pisti koruyan duvarlardaki bazı sorunlardan’ durdurulduğunu da ekledi.

Diken‘in aktardığına göre; THY’den yetkililerin aktardığına göre onarıldığı belirtilen pistteki eksen kayması pist uzunluğunu kısalttı. Bu nedenle tam doluluktaki uçaklarının inişte pistte ‘çökmeye neden olabileceğinden’ endişe ediliyor. Ayrıca dolu uçakların durma mesafesinin uzaması nedeniyle pist dışına çıkma tehlikesi bulunuyor.

‣Hatay Havalimanı’nın yolcu taşımacılığını kaldıramayacağı ortaya çıktı 

Kalkış yapan uçaklar için ise mesafenin ‘yeterli’ olduğunu söyleyen yetkililer bu açıdan ‘sorun bulunmadığını’ söylemişti. Yani havalimanına gelen uçaklar yolcu taşıyamasa da, havalimanından giden uçaklar için böyle bir sorun yok.

Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş, 19 Nisan’da Hatay’ı ziyaret eden TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un da aralarında bulunduğu 180 kişilik heyeti taşıyan uçağın havalimanına indiğini söyleyerek şunları kaydetmişti:

“Buradan uçak kalkıyor. İnmezse kalkmaz. Anlamadığım da 180 kişi buraya inebiliyorsa yolcu neden taşınmıyor buraya? Cumhurbaşkanı’nın bu konuyu yetkililere sorması lazım. Bunun halka tatmin edici bir şekilde anlatılması lazım.”

Konuya ilişkin Habertürk’te konuşan Bakan Karaismailoğlu, havalimanının sadece acil yardımlar için gelen uçaklara açık olduğunu, ticari uçuşlarınsa ‘yoğunluk bittikten sonra’ yapılacak yenilemelerin ardından başlayacağını söyledi. Bakan, seferleri durdurma gerekçesininse ‘pisti koruyan duvarlarda bazı sorunların’ olduğunu belirtti.

“Seçime dönük bir hamle olarak değerlendiriliyor, muhalefet tarafından… Seçmenlerin oraya ulaşımının zorlaştırılması gibi bir durum mu var” sorusuna yanıt veren Karaismailoğlu, şunları söyledi:

“Öyle bir şey yok… Bölgenin her noktasında büyük bir mücadele var. Bunu yaparken de belli bir disiplin içerisinde bunu yapmanız gerekiyor. Burada yeri tartışılabilir (havalimanının) tabii ki ama şu anki teknolojiyle biz suyun altında bile bina yapıyoruz.

Zaten terminali gördüğünüzde sapa sağlam ayakta. Sorun pistin olduğu bölümde, pisti koruyan duvarlarla ilgili bazı sorunlar yaşandı. Biz acil olarak burasının depremde acil ihtiyaçları gidermek, yardım kargolarının buraya ulaşması ve yardım arama kurtama ekiplerinin gelmesi için hızlı müdahalelerle burayı trafiğe açtık. Yine aynı şekilde hizmet veriyor şu anda.

Çok yoğun şekilde kullanmamamızın nedenleri var. Burası geçici bir şekilde açıldı. Biz şu an deprem bölgesindeki transferleri gerçekleştirmek için burayı kullanıyoruz. Acil yardıma gelenler, kargo uçaklarının gelmesi açısından sivil havacılık kuralları gereği burayı bu şekilde kullanıyoruz. Ama şu yoğunluk biraz azaldıktan sonra biz burayı tamamen, yeniden, sıfırdan pisti yenilemek için projelerimizi bir taraftan hazırlıyoruz. Ona başlayıp bu pisti yenilediğimizde burası Hatay’a hizmet etmeye devam edecek. Tek yön olarak devam edecek ama gidiş yönünde de kargo ve acil yardım için burası bir müddet daha hizmet verecek.”

[Seçim Günlüğü] Erdoğan canlı yayında rahatsızlandı

Cumhurbaşkanı ve Cumhur İttifakı cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan dün gece (25 Nisan) Kanal 7 ve Ülke TV’nin ortak canlı yayınına katıldı. Saat 22.00’da başlayacağı açıklanan program 1,5 saat gecikme ile 23.30’da başladı.

Saat 23.40 civarında Ülke TV Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk‘ün Erdoğan’a yönelttiği sorunun ardından Erdoğan’dan yanıt gelmezken, kamera reklama gidilmesini isteyen Hasan Öztürk üzerinde sabitlendi.

Bu sırada ekrana “Eyvah eyvah” sesi yansıdı ve kameralar Erdoğan’ı göstermeden program aniden kesildi. Yaklaşık 15 saniye süren sessizlik sırasında Hasan Öztürk, bir ara hızla yerinden kalksa da tekrar koltuğuna oturdu.

Yaklaşık 20 dakikalık reklam arasının ardından program, 00.07 civarında yayına devam etti.

Erdoğan rahatsızlığına ilişkin yaptığı açıklamada şunları kaydetti:

“Dün ve bugün yoğun kampanya çalışmaları vardı, midemi ciddi manada üşütmüşüm. Hatta bir ara acaba programı iptal etsek yanlış anlaşılır mı diye de düşündüm. Dedim ki ‘Artık söz verdik, gideceğiz’. Tabii bu yoğun mesai içinde biz de zaman zaman böylesi durumlarla karşılaşıyoruz. Sizlerden ve seyircilerimizden helallik diliyorum.”

Erdoğan daha sonra “Ekranları başında bizi izleyen tüm vatandaşlarımdan da aflarını özellikle rica ediyorum. Yarın AnkaraSivas Yüksek Hızlı Tren açılışı var…Ülkemiz için çok çok önemli bir adım olacak… Yarın inşallah birlikte olmak üzere” diye konuştu.

Program erken bitirildi.

Muhalefet liderleri arka arkaya Twitter hesaplarından Erdoğan’a “geçmiş olsun” mesajı gönderdi.

Daha sonra Erdoğan’ın sağlık durumuyla ilgili açıklama yapan AKP Sözcüsü Ömer Çelik, geçmiş olsun dileklerini iletenlere teşekkür etti.

‘Ecevit istifa etmelidir’

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2002 yılında henüz başbakan olmadan önce dönemin Demokratik Sol Partili (DSP) Başbakanı Bülent Ecevit‘in rahatsızlanması konusunda şu tavsiyelerde bulunmuştu:

“Şu anda çok vahim bir durum var ortada. Artık açıkça anlaşılmıştır ki Ecevit ciddi bir şekilde rahatsızdır ve başbakanlık görevini yapamayacak durumdadır. Ecevit siyasi teamülleri, yasaları, başbakan da olsa bireylerin devlete ve millete karşı görev, sorumluluk ve saygı gereğini göz önüne alarak derhal istifa etmelidir. İstifa ederek ülkenin önünü açmalı, tıkanan siyaset ve devlet organlarının yeniden normal haline dönmesine fırsat vermelidir.”

Çambükü’nden bu kez güzel haber geldi: OSB’ye karşı yurttaş da kazanabildi

Türkiye gündemine tarım yaptıkları toprakları, meraları Organize Sanayi Bölgesi‘ne (OSB) karşı korumak için gösterdikleri mücadeleyle giren Amasya, Çambükü halkı OSB’ye karşı verdiği mücadeleyi kazandı. Şubat’ta mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkmıştı, dün (25 Nisan) gelen nihai kararla birlikte Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı‘nın OSB’nin kurulması yönündeki işlemi, itiraz yolu kapalı olmak üzere iptal edildi.  Karar Çambükü’nde davul zurnayla kutlandı. Mücadelenin başından itibaren meraları için direnen Çambükü köylüsü Özgür Dönmez, OSB’ye karşı kazandıkları zaferin kendisinde yarattığı duyguyu şöyle dile getirdi:

“Çok mutluyuz. Çok itildik, hor görüldük ama başardık. Olan çevreye, tabiata oldu yine maalesef. Adalet yeni buldu. Çocuklarımız için mutluyuz.”

Mahkemeden çıkan nihai kararda Çambükü’nde kurulması planlanan OSB’nin, tarım arazilerinin üzerine kurulacağı, ilgili idarenin OSB’nin kurulacağı bölgeye ilişkin yeterince araştırma yapmadığının görüldüğü belitildi.

‘Hukuka uygun değil’

Ayrıca kararda “[…] Bakanlıkça alanın tarım dışı kullanılmasına izin verildiği, bu haliyle, organize sanayi bölgesi kurulabilecek dava konusu taşınmazdan başka planlı alanda yada dışında alternatif alanlar bulunup bulunmadığının gerekli ve yeterli bir şekilde araştırılıp varsa bulunan alanlar toprak koruma kurulunca değerlendirilmeden taşınmazların tarım dışı kullanılmasına izin verildiği anlaşıldığından, bu karara istinaden tesis edilen organize sanayi bölgesi kurulmasına dair kesin işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir” ifadeleri kullanıldı.

Çambükü halkı, kararı alır almaz köy meydanında kutlamalara başladı. Yurttaş davul zurna eşliğinde kazandıkları mücadeleyi böyle kutladı:

‣Amasya’da OSB’ye karşı çıkan vatandaşlara jandarma müdahalesi
‣Amasya’da ekokırıma karşı dayanışma: Çambükü için adalet!
‣Mahkemeden Çambükü’nde yapılmak istenen OSB’ye karşı doğa lehine karar çıktı: Hukuka aykırı

Ne olmuştu?

Çambükü’nde OSB yapılmak istenen bölge 1995’te Taşova Kaymakamlığınca “Tarımı İyileştirme Projesi” kapsamında köylülere verilmişti. Sahada parselleme yapılmıştı. Devlet Su İşleri de bölgede teraslama ve su kanalı inşa etmişti ve bunların sonucunda topraklar tarım yapılmaya uygun hale gelmiş ve köylülere verilmişti.

Köylüler bu alanı yıllarca ekmiş, hayvanlarını otlatmıştı. 2021’de Amasya Valiliği aynı bölgeyi OSB yapmak için tahsis etti.  Köylüler üç ayrı dava açtı.

Keşif köylünün lehine sonuçlandı ve ardından iptal edildi. Keşif öncesi köye gönderilen jandarma ve polisler iş makinalarıyla köye girdi. Birçok vatandaş toprağını korumaya çalışırken kolluk kuvvetlerinin sert müdahalesiyle karşılaştı.

Köyün kadınları ellerinde dallar tutarak toprağı işaret etti; işaret ettikleri iş makinalarıyla ezilmiş topraktan bitkilerin yeniden yeşerdiği görülüyordu. Birçok ağaç bu iş makinaları nedeniyle yok edildi.

Şubat’ta Çambükü köyünde, halkın mera ve tarlalarının üzerine yapılmak istenen Organize Sanayi Bölgesi (OSB) için mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. Mahkeme kararında OSB’nin yapılması durumunda telafisi güç zararlar meydana geleceğinin açık olduğu belirtilmişti.

‘Çin, enerji sistemindeki verimsizliklere kömür atmaya devam ediyor’

Greenpeace‘in yeni bir analizine göre, Çin‘deki eyalet hükümetleri bu yılın ilk üç ayında 2021’in tamamında olduğundan daha fazla yeni kömür enerjisine onay verdi.

Yale Environment 360‘ın aktardığına göre, Greenpeace kampanyacısı Xie Wenwen tarafından yapılan açıklamada, “2022’de görülen kömür artışı, açıkça görülüyor ki bu yıl da devam ediyor” dedi.

Greenpeace, analiz için proje onay belgelerini, çevresel incelemeleri ve diğer belgeleri taradı.

Taramada, eyaletlerin geçen yıl 90 gigawatt’tan fazla kömürlü termik santraline onay verdiği, ardından ocaktan marta kadar olan süreçte de 20 Gigawatt’ın üzerinde kömürlü termik santral inşasına izin verildiği tespit edildi.

‣ Çin’in günlük kömür üretimi 12 milyon tonu aşarak rekor kırdı
‣ Dünya 2022 yılında kömür tüketiminde sekiz milyar tonu aştı

Planlanan kömür ilaveleri, Çin’in 2030’a kadar en yüksek emisyonlara ulaşma hedefiyle ters düşüyor. Kömüre verilen onaylar, istikrarlı bir güç kaynağı sağlama ve artan elektrik talebini karşılama ihtiyacına işaret ediyor.

Ancak Xie, Çin’in güç kaynağı sıkıntısı çekmediğini söylüyor. Uzmanlar, kömüre bağımlılığı azaltmak ve temiz enerjiye geçişi hızlandırmak adına Çin’in şebekenin talebi karşılamada daha esnek olmasını sağlamak için daha fazla iletim hattı ve enerji depolaması yapması gerektiğini söylüyor.

Xie, “Çin’in enerji sistemindeki verimsizliklere kömür atmaya devam etmek bir çıkmaz sokaktır” diyor: “Ayrıca iklim felaketleri ve mali yük riski getirirken ve bizi yüksek karbonlu bir yola hapsediyor.”

‣ Kömürün çöküşü yakın: Çin’den denizaşırı kömürlü santral inşa etmeyi durdurma sözü
‣ Çin, uzun vadeli karbon hedefleri için yargının rolünü güçlendiriyor

[Seçime Doğru] Elmas Arus: Adaylığımı en çok Roman kadınlar teşvik etti, Elmas’ın görünürlüğü onların görünürlüğü demek

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin on üçüncü konuğu, CHP’nin İstanbul ikinci bölge 16’ncı sıradan milletvekili adayı olarak gösterdiği Roman aktivist Elmas ArusArus sorularımızı yanıtladı.

*

Adaylık sürecinizi anlatır mısınız?

Ben Elmas Arus, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ikinci bölge milletvekili adayıyım. Adaylık motivasyonum şuydu; yaklaşık 20 yıldır aktivizm ve sivil toplum alanında çalışmalar yürütüyorum. Farklı roman gruplarının temel haklara erişimiyle ilgili çalışıyorum ve 34 bölgede örgütlüyüz. Bu 34 örgütlü kişilerin ve kurumların teşvikiyle aslında adaylaşma sürecini gerçekleştirdim. Özellikle kadınlar rol model olarak tanımladılar ve aynı zamanda bu teşviki en çok onlar yaptılar. Çünkü Elmas’ın görünürlüğü demek, kendilerinin görünürlüğü anlamına geliyor. Çok tatlı, çok sıcak, çok samimi bir yerden teşvik ettiler. O yüzden ben de duyarsız kalmadım ve adaylık sürecini böyle başlattım.

Peki Roman bir aday olarak siyasette yeteri kadar temsil edildiğinizi düşünüyor musunuz?

Bir Roman aday olarak siyasette yeterince temsil edildiğimizi düşünmüyorum ama bunun biraz da arka planı var. Romanların temel haklara erişimiyle ilgili, kendi haklarının farkındalığıyla ilgili çok yeni bir süreç aslında. 2004’te örgütlenmeye başladık, 2004-2005 arası ilk dernekleri kurduk. 2015 sonrası hızlı bir dernekleşme süreci oldu. Ve dernekleşme süreci ve sivil toplum mücadelesiyle beraber aynı zamanda diğer hak alanlarında, siyasete katılım alanında da var olmayı hedefleyen bir sürece girdik. İlk Roman milletvekili Özcan Purçu’ydu bu sürecin içinde, sonra AKP’den yine bir roman milletvekili oldu ve Romanlar aslında bu alanda da “biz varız” demeye başladılar. Çok yeni bir süreç olduğu için yeterince “biz varız”ın karşılığı siyasi partilerde karşılık görmedi.

CHP’nin Roman milletvekili tepki gösterdi ve istifa etti. Sizin de buna karşı bir açıklamanız oldu. Roman kadın olmak konusunda ne söylemek istersiniz?

Sayın vekil Özcan Purçu’nun istifası üzücüydü. Çünkü siyasette romanları temsil eden ilk figürdü. Dolayısıyla bu alandan çekilmesi ve partiden istifası üzücüydü. Aslında diğer üzücü bir nokta da gerekçesi şuydu; bir roman vekil adayı yok, o yüzden ben siyasetten ayrılıyorum, partimden ayrılıyorum, tavrıydı. Oysa ben vardım. Ben buradaydım. Benim için de üzücü olan, hala erkek dilinin 11 roman adayı varken on tane erkeği sayıp bir tane kadını saymaması, kapsayıcılık açısından çok ciddi bir ayrımcı tavırdı. Ben meseleye buradan bakıyorum biraz.

Türkiye’nin kültürel azınlıklarına siyasetin bakışı hakkında ne söylemek istersiniz?

Siyaset özellikle kültürel azınlıkları zaman zaman görüyor, zaman zaman görmezden geliyor. Oysa her kültürel grubun; kendine özgü sorunları, gelenekleri, görenekleri, temsiliyet meseleleri var. Temsiliyet açısından her grubun özellikle mecliste olmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda yine pozitif ayrımcılık, mekanizmalarının kullanılması gerektiğini söylüyorum.

Hükümetin çeşitli defalar açıkladığı Roman açılımları hakkındaki yorumunuz?

Hükümetin Roman açılımını değerlendirecek olursak aslında 2010’da ilk yapıldığı dönemlerde toplumsal olarak bir farkındalık yarattı. Yani toplumun birçok kesiminde Romanlarla ilgili en azından cümleler geçirdi. İnsanlar Romanları oradan yoğunlukla duymaya başladılar. Ama özellikle o açılım sürecinde inanılmaz sözler verildi, toplumsal değişim için, toplumun ilerlemesi ve Romanların ilerlemesi ve aynı zamanda yaşadıkları temel sorunların giderilmesi için inanılmaz sözler verildi. Ve o dönem toplumun kendisi bir anda hayatlarının değişeceğini, dönüşeceğini ve çok hızlı bir şekilde aslında sınıf atlayacaklarını zannettiler. Büyük hayallerdi bunlar. Fakat geldiğimiz noktada bırakın temel sorunların halledilmesini, aslında var olan sorunların daha da derinleşerek daha da büyüyerek toplumu kelimenin tam anlamıyla felç hale getirdi. Şu anda sosyal yardımlara dayalı ayakta duran bir Roman toplumu var. Özellikle pandemi ve sonrasında temel eğitimden kopan Roman çocuklar var. Özellikle evsizlik ve kira konusunda ciddi sorunlar yaşayan bir topluluk var. Ve temel gıdaya erişmekte ciddi sıkıntılar yaşayan bir topluluk var. Biz refah düzeyinin yükselmesini beklerken, daha insanca yaşamı hayal ederken, daha onurlu bir yaşamı hayal ederken şu anda onurlu yaşamı ayakları altına alan, sadece sosyal yardımlara dayalı bir Roman stratejisi, bir eylemi var aslında.

Peki ön yargıların yıkılmasında etkili oldu mu?

Ön yargıların yıkılmasında etkili olmadı. Ön yargıları yıkabilmek için öncelikle o toplumu geliştirmek ve ilerlemesini sağlamak lazım. Ön yargıların nedenine baktığınızda, bu insanların yoksulluğu da aslında ön yargıların nedenlerinin arasında. Biz bunları ortadan kaldırmadığımız sürece sadece farkındalık yaratırız ama ayrımcılığı, ön yargıyı ortadan kaldıramayız. Ki bu özellikle deprem örneğinde çok net kendini gösterdi. Yine hatırlatmak gibi olsun bu da; depremde biliyorsunuz işte orada çok fazla Roman grupları yaşıyorlardı. En son yardımlarına erişen onlardı. Hatta en son yardımlara erişirken, çevresinden gelen yardımlardan bile faydalandırılamayan, şiddetle onlardan uzaklaştırılan gruptu. Demek ki ön yargılar ortadan kalkmamış.

Derin yoksulluğu en yıkıcı şekilde etkileyen kesimlerden biri de Romanlar. Seçilirseniz bu başlık gündeminizde olacak mı?

Şu anda Romanlar, yokluk ve yoksulluğun pençesindeler. Özellikle yoksunluk en önemli sorunlarından bir tanesi. Yoksunluk demek sadece eğitime erişememe hali değil; işe erişememe hali, temel olarak toplumun kendini döndürememesi, aynı zamanda temel haklara erişememesi hali. Dolayısıyla meclise girdiğim zaman ilk yapacağım şeylerden birisi bu yoksunluk hallerini ortadan kaldıracak sosyal politikalar geliştirmek, ki şu anda yaptığımın aslında devamını sağlamak. Ve sadece sivil toplum alanında belirli bir kitleye hitap ediyorsun, belirli bir alana hitap ediyorsun. Toplumun genelini kapsayacak politikalara, diğer vekillerle beraber imza atmak aslında.

Milletvekili olursanız bir öncelikli yapılacaklar listeniz var mı?

Milletvekili olursam öncelikle yapılacak listem, ayrımcılık ve eşitlik yasasını tekrar gözden geçirmek olacak. Diğer taraftan ilk yapılması gereken; yerel yönetimleri sürece dahil edip özellikle Roman mahallelere odaklı çalışmaların yürütülmesi, o açılan makasın arasının kapatılması için sosyal politikalar, yerel yönetimler tarafından uygulanabilir hale dönüştürebilecek politikalara imza atacağım.

Neden CHP?

Çünkü Türkiye’nin demokratikleşmesi, toplumsal adaletsizliklerin giderilmesi, sosyal refahın artırılması için Cumhuriyet Halk Partisi’ndeyim. 20 yıldır insan hakları alanında çalışıyorum. Kırılgan grupların temel haklara erişimiyle ilgili birçok politika üretiyorum. İnsan haklarının korunması, geliştirilmesi için Cumhuriyet Halk Partisi’ndeyim.

Seçmenler neden size oy vermeli?

Seçmenler niye bana oy versin? Çünkü Elmas Arus aslında, halkın kendisi, halkın sesi. En yoksulluk, yoksunluk halinden gelip politika üretebilecek, o aşamaları gören, yokluğu-yoksulluğu da çekerek aynı zamanda eğitimle bu sürecin nasıl yıkılacağını, nasıl toplumun gelişebileceğine örnekler geliştiren, aynı zamanda toplumsal kalkınmayı da odaklayacak politikalar üretebilen bir insan olduğum için Elmas Arus’a oy verebilirler.

AB ülkeleri emisyonları düşürecek yasaları onayladı

Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler, iklim hedeflerinin yakalanması için hazırlanan Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) revizyonu, sınırda karbon vergisi uygulanması ve sosyal iklim fonu kurulmasını içeren yasaları kabul etti.

Yasa paketi bir hafta önce Avrupa Parlamentosu‘nda (AP) görüşülerek kabul edilmişti.

Avrupa Parlamentosu, iklim kriziyle mücadeleye yönelik ‘mega paketi’ onayladı 

AB Konseyi, üye ülkelerin Avrupa Yeşil Mutabakatı‘nın bir parçası olan ve emisyonları 2030’a kadar en az yüzde 55 azaltmayı hedefleyen “55’e Uyum-Fit for 55” paketindeki çeşitli yasal düzenlemelerin onaylandığını duyurdu.

Buna göre, Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) reforme edilecek. ETS’deki sektörlerin sera gazı emisyonları 2030 yılına kadar 2005 seviyelerine kıyasla yüzde 62 azaltılacak. Şirketlere sağlanan ücretsiz emisyon tahsisatları kademeli olarak kaldırılacak.

Taşımacılık için yeni sistem

2027 yılında kara yolu taşımacılığındaki yakıtlar ile yapılara yönelik yeni bir emisyon ticaret sistemi kurulacak. Böylece bu sektörlerden kaynaklanan sera gazı emisyonlarına da ücret ödenecek.

Deniz taşımacılığı emisyonları da sistem kapsamına girecek. Havacılık sektörüne yönelik emisyon ticareti de revize edilecek. Havacılığa verilen ücretsiz ödenekler 2026 yılına kadar aşamalı biçimde kaldırılacak. Sürdürülebilir havacılık yakıtlarının kullanımı teşvik edilecek.

Üçüncü ülkelerden alınan demir, çelik, çimento, alüminyum, gübre, hidrojen ve elektrik gibi ürünlere sınırda karbon vergisi uygulanmasını içeren yeni Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) kurulacak.

AB Sosyal İklim Fonu kurulacak

CBAM ile AB ürünleri için ödenen karbon fiyatı ile ithal mallar için ödenen karbon fiyatı eşitlenecek. Böylece, AB üyesi olmayan ülkelerin iklim hedeflerini yükseltmesi sağlanırken, üretimin daha düşük iklim ve çevre hedefleri olan yerlere kayması önlenecek.

2025’in sonuna kadar CBAM yalnızca raporlama yükümlülüğü olarak uygulanacak. Bu mekanizma kademeli biçimde devreye alınacak.

İklim dostu dönüşümün adil ve sosyal açıdan kapsayıcı olmasını sağlamak için 2026 yılında AB Sosyal İklim Fonu kurulacak.

Bu fondan özellikle enerji ve ulaşımdaki maliyet artışından etkilenecek yoksul haneler ve küçük işletmeler faydalanacak. Fonun 65 milyar avroluk kısmını emisyon sisteminden sağlanacak gelirler oluşturacak.

Yeni yasaların yürürlüğe girmesi için bu aşamadan sonra AB Resmi Gazetesi’nde yayımlanması gerekiyor.

 

SPoD seçim öncesi siyasilere seslendi: İlk geride bırakılan olduğumuz için kaygılıyız

Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD), cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri için başlattığı “Kimseyi Geride Bırakmadan!” kampanyasının filmini paylaştı.

Sosyal medya platformu Twitter üzerinde “Lubunya.” açıklamasıyla paylaşılan filmde bir masa etrafında Jenga oyunu oynayan beş kişi görülüyor.

“Geride bırakıldık, unutulduk, düşünülmedik…” ifadeleri kullanılan film geri sararken, LGBTİ+ renklerinden oluşan parçalar, Jenga kulesinin dengesini sağlayan parçalar olarak tamamlayıcı rol oynuyor.

Hep buradaydık, bir yere gitmedik, yaşamlarımız, aşklarımız, bedenlerimiz için mücadele etmeye devam ettik.

‘Kaygılı, umutlu, örgütlü’

SPoD’un yayımladığı “Kimseyi Geride Bırakmadan!” başlıklı kampanya çağrısı genel olarak şu ifadelere vurgu yapıyor:

Kaygılıyız. Seçimlere giderken yükseltilen nefret ve şiddet ortamından kaygılıyız. Ya hiçbir şey değişmezse diye, ülkede LGBTİ+’lara karşı nefreti örgütleyenlerle nefrete sessiz kalanlar arasında kaldığımız ve ilk geride bırakılan hep biz olduğumuz için kaygılıyız.

Umutluyuz. İçinden geçtiğimiz, her yılı bir öncekini aratan bu karanlık siyasi atmosfere inat umutluyuz. Hem umutlu olmaktan başka çaremiz olmadığını bildiğimiz için hem de tarihe bakıp zorbaların her zaman kaybettiğini gördüğümüz için umutluyuz. Gidenlerimizle, kalanlarımızla, gidip de aklı ve kalbi burada olanlarımızla sağladığımız bir aradalık sayesinde umutluyuz.

Örgütlüyüz. Umudumuzu büyütüp, kaygımızı dindirmek için örgütlüyüz. Bizi, kimliklerimizi gizlememiz ve olmadığımız gibi davranmamız şartıyla kabul edeceğini söyleyenlere karşı örgütlüyüz.”