Gürce Sosyal Etki, Türkiye siyasetinde aktif rol oynayan siyasetçilerin cinsiyetçi ve cinsiyetsiz kelime kullanımları ile kadına şiddet konusuna değinme miktarlarını inceleyerek gösterdikleri hassasiyetleri inceledi.
Türkiye Siyasetinde Cinsiyetçi / Cinsiyetsiz Kelime Kullanımı ve ‘Kadına Şiddet’ Konusuna Değinme Raporu başlığıyla yayımlanan çalışma, 14 Mayıs’ta yapılacak Türkiye genel seçimleri yaklaşırken, siyasi partilerden “cinsiyetçi dil kullanımı” konusundaki beklentileri de bir araya getiriyor.
Türkiye’deki siyasi liderlerin konuşmalarını analiz eden çalışma kapsamında, siyasi part genel başkanlarının hangi oranda cinsiyetçi / cinsiyetsiz kelime kullandıkları ve ‘kadına şiddet’ konusuna ne kadar değindikleri incelendi.
İlhan Ceyhan, Elif Berfu Hergül ve Dide Ertuğrul‘un metin analiz yöntemlerinden biri olan sözlük metodunun kullanarak yürüttüğü çalışmada üç ayrı sözlük oluşturularak konuşma metinleri analiz edildi.
Fotoğraf: Dilara Açıkgöz / csgorselarsiv.org
Cinsiyetçi ve cinsiyetsiz ifadeler bir bir seçildi
Oluşturulan sözlüklere göre “sözünün eri, bilim adamı, insanoğlu, adamlar, adamım, adam sanmak, adamakıllı, adam gb, bayan, devlet adamı, adamlık, adam etmek, adam olmak, ş adamı, adamsın, kadınlarımız, adam başı, adam yerine koymak, adamına göre, adam kaçırma, adam öldürme, halk adamı, halkın adamı, babalar gb, adam değil, adam kayırma, fikir babası, ilim adamı, milletin adamı, din adamı, siyaset adamı, erkeksen, erkeklerse, ademoğlu, centilmen, anavatan, adam sayısı, kurucu baba, adama benzemek, adam içine karışmak” ifadeleri cinsiyetçi kelimeler olarak kategorize edildi.
“Siyaset insanı, bilim nsanı, insan kaçırma, insan öldürme, insan gib, insan olmak, iş insanı, insan yerine koymak, din görevlisi, insan kayırma, ilim insanı, halk insanı, halkın insanı” ifadeleri ise “cinsiyetsiz kelimeler” olarak ele alındı
Ayrıca “kadına karşı şiddet, toplumsal cinsiyet, kadın hakları, feminizm, feministler, erkek şiddeti, kadın cinayeti, cinsel saldırı, tacize maruz, taciz vakası, tecavüz, ev içi şiddet, hane içi şiddet, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, kadın katilleri, kadın özgürlüğü, kadına yönelik saldırı, cinsel istismar, kadına taciz, tacizci öğretmen, cinsel taciz, kadını taciz, çocuk tacizi” ifadelerinin kullanımları da analize dahil edildi.
Fotoğraf: Şehlem Kaçar / csgorselarsiv.org
Seçim süreci ayrı incelendi
İki ayrı dönemi kapsayan çalışmada, ilk dönem 2016 yılı Ocak ayından 2023 Mart’ına kadar olan süreci ele alırken, ikinci dönem ise 2021 yılı Ocak ayından 2023 Mart’ına kadar olan süreci mercek altına alıyor.
İlk dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhuriyet ve Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) sözcülerine ait toplamda 667 konuşma incelendi.
İkinci dönemdeyse Erdoğan, Bahçeli, Kılıçdaroğlu ve HDP sözcülerinin yanı sıra İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan ve Saadet Partisi (SAADET) Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’na ait toplamda 487 konuşma ele alındı.
Konuşmalar genel olarak grup konuşmalarından oluşurken, grup konuşmaları bulunmayan Temel Karamollaoğlu ve Ali Babacan’ın ise basın açıklamaları, açılış konuşmaları çalışmada ele alındı. Recep Tayyip Erdoğan’ın muhtarlarla yaptığı konuşmalar ve 2021 tarihinden itibaren kabine sonrası yaptığı açıklamalar da çalışmada ele alındı.
Fotoğraf: Ozan Mercan / csgorselarsiv.org
HDP sözcüleri ‘cinsiyetsiz’ kelimelere daha çok yer veriyor
Analiz bulgularına göre, Ocak 2016 ile Mart 2023 arasındaki süreçteki konuşmalarında Erdoğan, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu cinsiyetsiz kelimeden daha çok cinsiyetçi kelimeler kullanırken, HDP sözcülerininse konuşmalarında cinsiyetçi kelimelerden daha çok cinsiyetsiz kelimeler tercih ettiği ortaya çıkıyor.
‘Kadına şiddet’ konusuna en çok değinen HDP sözcüleri
‘Kadına şiddet’ konusuna açık ara farkla en çok değinen siyasi figürünse HDP sözcüleri olduğu görülüyor. Diğer üç siyasi liderinse HDP sözcülerine göre çok daha az ‘kadına şiddet’ meselesine konuşmalarında değindikleri görülüyor.
Babacan ve HDP sözcüleri ‘cinsiyetsiz’ kelimeler tercih ediyor
2021 yılı Ocak ayından 2023 Mart’ına kadar olan süreçteyse Erdoğan, Bahçeli, Kılıçdaroğlu, Akşener ve Karamollaoğlu’nun cinsiyetsiz kelimeden daha çok cinsiyetçi kelimeler kullanırken, HDP sözcülerinin ve DEVA Partisi lideri Babacan’ın konuşmalarında cinsiyetçi kelimelerden daha çok cinsiyetsiz kelimeler tercih ettiği ortaya çıkıyor.
‘Kadına şiddet’e en çok değinenler HDP sözcüleri
‘Kadına şiddet’ konusuna açık ara farkla en çok değinenler HDP sözcüleri olurken, bunu sırasıyla Meral Akşener ve Ali Babacan takip ediyor.
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Fransız Agence France-Presse‘le (AFP) yapılan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine bugün (3 Mayıs) grev başlattı.
TGS üyeleri, gazeteciler ve siyasi parti temsilcileri, sabah AFP’nin İstanbul Şişli‘deki ofisi önünde toplandı. Binaya “Bu işyerinde grev vardır” pankartı asılmasının ardından davul-zurna çalınarak grev halayı çekildi.
AFP grevini, Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Koray Doğan Urbarlı ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyeleri ziyaret ederek destekledi.
Grev kararını okuyan TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş, yaklaşık 5 ay önce başlayan görüşmelerde Türkiye’deki ekonomik durumu ve kaygılarını işveren temsilcilerine kalem kalem anlattıklarını söyledi.
‘Ücretler üç yıl önceye göre yarı yarıya eridi’
Durmuş şunları kaydetti:
“Toplu sözleşme görüşmeleri boyunca bu sürecin masada sonlanması için elimizden gelen çabayı sarf ettik. Ancak ücretlerimizin erimesini engelleyecek önerimizi işverene kabul ettiremedik. Türkiye ağır bir ekonomik kriz ile karşı karşıya. Hemen her gün temel tüketim maddelerine gelen zamlar ağır bir geçim sorununu da beraberinden getiriyor. Son bir yıl içinde en temel tüketim maddelerine, ev kiralarına gelen zamları yüzde 300’lerle ifade ediyoruz. Kuru soğanın kilosunun 30 TL olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Türk lirası her gün dolar ve euro karşısında değer kaybediyor. AFP’deki üyelerimizin de ücretleri erimeye devam ediyor. Bizler AFP işvereninden ücretlerimizi euro ya çevirmesini talep ettik, bu teklifimizin kabul edilmeyince en azından Türk lirasındaki erimeyi karşılayacak bir koruma mekanizması istedik. Ancak bu teklifimiz de kabul edilmedi.”
“3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü gününde AFP işverenini çalışanlarının taleplerine kulak vermeye, onların geleceğe daha güvenle bakabilmelerini sağlayacak isteklerini karşılamaya davet ediyoruz” çağrısı yapan Durmuş, “Gazetecilerin özgürce yazabildikleri, sansüre, baskıya maruz kalmadıkları, haklarını alabildikleri günlerine getirene kadar bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz” dedi.
Medyada 14 yıl sonra ikinci grev
Medya sektöründe ATV-Sabah grubunda 2009’da yapılan grevin ardından 2022’ye kadar hiç grev yaşanmadı. 2022’de ilk grev TGS ile BBC arasında süren toplu iş sözleşmesi sürecinin tıkanması üzerine uygulamaya konmuştu.
Sanatçı Gülşen‘in, geçen yıl 30 Nisan’da İstanbul‘unAtaşehirilçesinde verdiği bir konser sırasında kullandığı imam hatip liselileri konu alan ifadeleri gerekçe gösterilerek “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçundan yargılandığı dava, karara çıktı.
Sanatçı hakkında 10 ay hapis cezası verilirken, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildi.
Şarkıcının yurtdışına çıkış yasağı da 250 bin TL’lik güvence miktarı yatırması karşılığında mahkeme tarafından kaldırıldı.
Ne olmuştu?
Konserlerinde giydiği kıyafetler ve LGBTİ+ haklarını savunması sebebiyle hedef gösterilen sanatçı Gülşen Çolakoğlu, Nisan 2022’te sahne aldığı bir mekânda imam hatiplilere yönelik söylediği sözlerin yer aldığı videonun 24 Ağustos’ta yeniden gündeme getirilmesi üzerine hedef gösterilmiş ve sosyal medyada #GülşenTutuklansın etiketi açılmıştı.
Hemen ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçundan resen başlatılan soruşturma kapsamında 25 Ağustos’ta evinden gözaltına alınarak tutuklanan Gülşen, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi‘ne gönderilmişti.
Suçlamayı reddeden Gülşen, sözleri nedeniyle özür dilemişti. 29 Ağustos tarihinde tutukluluğuna yapılan itirazın kabul edilmesiyle konutu terk etmeme ve adli kontrol şartıyla tahliye edilen Gülşen’in konutu terk etmeme şartı da 12 Eylül’de kaldırılmıştı.
21 Ekim’de hâkim karşısına çıkan Gülşen’in karakola imza atma şartı da kaldırılmıştı. Son olarak şarkıcının ‘yurtdışına çıkış yasağı’ da 250 bin TL’lik güvence miktarı yatırması karşılığında mahkeme tarafından kaldırılmıştı.
1 Mart’ta yapılan duruşmada savcı Gülşen hakkında mütalaasını açıklamış, sanatçının konser sırasında sarf ettiği sözlerin “kışkırtıcı ve düşmanca tutum ve davranışlar sergilemeye yönelik ifadeler içerdiğini, halkı kin ve düşmanlığa sevk edici, ayrıştırıcı olduğu, nefrete yönlendirici nitelikte olduğu, halkın birbirine karşı düşmanlık uyandırmaya elverişli olduğunu” öne sürerek bir yıldan üç yıla kadar hapsini istemişti.
Duruşma, Gülşen Çolakoğlu’nun avukatlarının son savunmalarını yapmaları için 3 Mayıs’a ertelenmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Ağustos törenlerinde yaptığı konuşmada Gülşen’i hedef göstererek “Milletimizin mukaddes değerlerine dil uzatanlar, kutsallarına hakaret edenler hem maşeri vicdanda hem hukuk önünde hesap vermekten paçalarını kurtaramayacak” ifadelerini kullanmıştı.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün her yıl hazırladığı 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde, Türkiye 16 sıra gerileyerek 180 ülke arasında 165’nci sırada yer aldı.
RSF’nin endeksinde Rusya, Afganistan, Pakistan, Libya ve Sudan gibi ülkeler, Türkiye’nin önünde yer alıyor.
Yapılan değerlendirmede, 14 Mayıs seçimlerine giden süreçte Türkiyeli gazetecilerin üzerindeki baskının arttığına vurgu yapıldı.
‘Sorunlu’dan ‘vahim’ kategorisine…
“Geçen yıl gazetecilikte hak arama performansı sayesinde 149’uncu sıraya yükselen Türkiye, Kürt medyasına yönelik toplu tutuklama ve tehditkar sosyal faktörlerden 16 sıra birden geriledi” denilen RSF Türkiye’nin açıklamasında, “Keyfi davalar, toplu tutuklamalar, internet yasakları, caydırmaya dönük RTÜK cezaları, ayrımcı basın kartı ve ilan hamleleri gibi süregelen ihlallerin” Türkiye’nin endeksteki sert düşüşünde rol oynadığını belirtildi.
RSF, “gazeteciliğin içinde bulunduğu siyasi kutuplaşma kaynaklı tehditkar sosyal iklimin” de Türkiye’nin 165’inci sırada bulunmasının gerekçelerinden biri olduğunu vurguladı.
Bu sonuçla birlikte Türkiye, endekste “sorunlu” kategorisinden en kötü seviye olan “vahim”e düştü.
Türkiye, 2002’de 99’uncu sırada yer aldığı sıralamada 2016’da 151, 2017’de 155, 2018 ve 2019’da 157, 2020’de 154, 2021’de 153, geçen yıl da 149’uncu olarak gösterilmişti.
Dünyada da durum parlak değil
Endekste dünyada da basın özgürlüğünün kötüye gittiğine dair işaretler de bulunuyor. İki yıl önce “vahim” kategorisinde 21 ülke yer alırken, bu sene söz konusu sayı 31’e yükseldi.
Guardian‘a konuşan RSF Genel Sekreteri Christophe Deloire, “RSF haritasında bu sene hiç olmadığı kadar çok kırmızı var. Otoriter liderler basını susturma çabalarında giderek daha da yürekleniyor. Uluslararası kamuoyu gerçekliği fark etmeli, bir araya gelip bu tehlikeli trendi hızlı şekilde tersine çevirmeli” dedi.
TGS: 47 gazeteci cezaevinde
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) tarafından hazırlanan 2022-2023 Basın Özgürlüğü Raporu da gazetecilere yönelik cezasızlığı odağına aldı.
Tutuklu gazetecilerin yüzde 80’i ‘Silahlı Örgüt Üyeliği Suçu’ ile suçlanıyor.
11 gazeteci cezaevinden tahliye edildi.
97 gazeteci gözaltına alındı. Gazeteciler gözaltında toplamda 1087 saat kaldı.
33 gazeteci ise haklarında açılan soruşturmalar nedeniyle ifade verdi.
Geçtiğimiz yıl görülen 125 ceza yargılamasında 263 gazeteci yargılandı. 35 davada karar çıktı. 90 yargılama devam ediyor. 55 yıl 1 ay 21 gün hapis cezası kararı çıktı.
63 gazeteci beraat etti.
19 bin TL adli para cezasına hükmedildi.
Gazeteciler aleyhine açılan 14 tazminat davasının 7’sinde karar çıktı. Toplamda 120 bin TL tazminata hükmedildi.
4.148 habere ve 46 haber sitesine erişimin engellenmesine karar verildi.
682 haberin tamamı veya bir bölümünün içerikten çıkarılmasına karar verildi.
9 haber içeriğinin arama motorlarından ilişkilendirilmesi, unutulma hakkı gerekçesiyle kesildi.
RTÜK’ten 58 ayrı idari para cezası kararı çıktı. Toplamda 13.703.913,56 TL idari para cezası kesildi. 33 defa yayın durdurma cezası verildi.
BİK, Evrensel gazetesine 2019’dan itibaren vermediği ilan ve reklamları 22 Ağustos 2022 tarihli kararıyla tümüyle iptal etti.
Depremde 26 medya çalışanı hayatını kaybetti, kısıtlamalar sürdü
6 Şubat 2023 Maraş merkezli depremlerin ardından ulaşılabilen verilere göre ise;
18 gazeteci linç girişimine varan fiziki saldırıya maruz kaldı.
21 gazetecinin ise haber yapması tehdit edilerek engellendi.
3 gazetecinin iş akdine son verildi veya istifaya zorlandı.
RTÜK, deprem ile ilgili yayınlar nedeniyle toplamda 4.324.251 TL idari para cezası ve beş kez yayın durdurma kararı verdi.
Arama kurtarma çalışmaları sırasında sosyal medyaya bant daraltma uygulaması yapıldı.
Hukuksuzluk sürüyor
Ekonomik ve sosyal haklar bağlamında ise tablo şöyle:
Gazetecilik faaliyeti yürüten işletmelerdeki kayıtlı çalışan sayısı 27.241’e yükseldi. Gazetecilerin, iş kolu içindeki toplam kayıtlı çalışan sayısı içindeki oranı ise %27,4 oldu.
2022 yılı resmî genel işsizlik oranı %10,4 ve yüksekokul ve fakülte mezunları içinde işsizlik oranı %11,3 iken gazetecilik mezunları arasındaki işsizlik oranı %15,7 oldu.
2022 yılında da gazetecilik mezunları (%15,7), sosyal hizmetler (%22,4) ve sanat (%16,2) mezunlarının ardından en yüksek işsizliğe maruz kalan üçüncü kesim oldu.
İşsizliğin ve güvencesiz istihdamın neden olduğu karamsarlığı TGS, yürüttüğü başarılı örgütlenme kampanyaları ile dağıtıyor.
TGS, işkolunda toplamda 15 farklı işletmede yetkili. Görüşmelerin çeşitli aşamalarda sürdüğü dört işletmede daha toplu iş sözleşmesi imzalanması halinde bu sayı 19 olacak. Bu şirketlerin 8’i uluslararası, 7’si ulusal ve 4’ü yerel düzeyde faaliyet yürütüyor.
İşverenlerin sendika karşıtı tutum ve ısrarı bu dönemde de görülüyor. TGS’nin Hürriyet gazetesi ve Halk TV ile ilgili yetki davaları çeşitli aşamalarda devam ediyor.
İşverenlerin yetki itirazlarına, uzun süren yetki davalarına ve bu süreçte işverenlerin işten atma tehditlerine rağmen TGS, Ocak 2023 verilerine göre üye sayısını 1671’e taşımayı başardı.
TGS, gazeteciler arasında örgütlenme deneyimi ve tarihi olan tek sendika olarak bu dönemde de öne çıkıyor.
Gazetecilerden yeni hükümete çağrı: Cumhurbaşkanı’na hakaret düzenlemesi ve sansür yasası kaldırılmalı!
14 Mayıs seçimlerine sayılı günler kala; 14 gazeteci de 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde yayımladıkları metinle, “basın özgürlüğünün güvence altına alınması ve çoğulcu bir medya ortamının sağlanması için” yapılmasını istedikleri yasal değişiklikler konusunda, seçilecek yeni hükûmete çağrı yaptı.
Aralarında Gökçer Tahincioğlu, Murat Yetkin, Fatih Portakal, İsmail Saymaz, Kadri Gürsel, Nevşin Mengü ve EceTemelkuran‘ın da olduğu isimlerin yaptığı çağrı, tüm partilere gönderildi.
“2. yüzyılın medya reformuna çağrı” başlıklı metin şöyle:
Biz aşağıda imzası bulunanlar; basın özgürlüğünün güvence altına alınması ve çoğulcu bir medya ortamının sağlanması için, seçilecek yeni hükûmetten aşağıdaki düzenlemeleri hayata geçirmesini talep ediyoruz:
Gazetecilere karşı ceza soruşturmasına gerekçe yapılan mevzuat, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı çerçevesinde değiştirilmelidir. Cumhurbaşkanına hakaret düzenlemesi ve “dezenformasyon yasası” diye adlandırılan sansür yasası kaldırılmalıdır.
Haber ve yorum içeriği sağlayan medya şirketlerinin sahip ve ortaklarının, bu faaliyetlerini sürdürürken kamu ihalelerine katılması engellenmelidir. Medya şirketlerinin finansmanının şeffaf olması için gerekli tedbirler alınmalıdır.
TRT ve Anadolu Ajansı’nın siyasi ve mali özerkliği garanti altına alınmalı, bu yayınlar yansızlık ve toplumun tümüne hitap etme esasına göre yeniden yapılandırılmalıdır.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile Basın İlân Kurumu’nun idari ve mali bağımsızlığını sağlayacak yasal düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Evrensel yayıncılık ilkelerini gözetmesi gereken bu kurulların üye bileşiminde alanında uzman kişiler ve meslek örgütü temsilcileri çoğunlukta olmalıdır.
Basın kartlarının verilmesinde, meslek örgütlerinin katılımıyla oluşturulacak bir ortak komisyon belirleyici olmalıdır. Kamu otoritesi bu komisyonun sadece sekretaryasını üstlenmelidir.
Reklam gelirine bağımlılığın dijital ekosistemde yarattığı bozucu etkiyi önlemek için, içerik üreten veya dağıtan medya şirketlerinin, abonelik ve diğer kaynaklar yoluyla gelir çeşitliliğini ve mali sürdürülebilirliği sağlamasını kolaylaştıracak tedbirler alınmalıdır.
Haber içeriklerinin yer aldığı dijital platformlar; AB Dijital Pazar Yasası, Dijital Hizmetler Yasası ve Görsel-İşitsel Medya Hizmetleri Yönetmeliği ile uyumlu olarak denetlenmelidir. Platformların; haber medyası için adil, çoğulcu ve şeffaf bir rekabet ortamı oluşturması, dezenformasyonla mücadele etmesi, kullanıcı mahremiyeti ve veri güvenliğini sağlaması garanti altına alınmalıdır.”
İmzacılar: Gökçer Tahincioğlu, Murat Yetkin, Fatih Portakal, İsmail Saymaz, Kadri Gürsel, Barış Terkoğlu, Deniz Zeyrek, Ece Temelkuran, Nevşin Mengü, Ayşenur Arslan, İpek Özbey, Yavuz Oğhan, Ali Duran Topuz, Hazal Ocak
Millet İttifakı‘nın cumhurbaşkanı adayı ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yayınlandığı yeni videosunda Avrupa Birliği ve Akdeniz Havzası ülkelerine seslendi. İklim krizine ve iklim mültecilerine dikkat çeken Kılıçdaroğlu söz konusu ülkelere şöyle seslendi:
“Ya birlikte çalışmayı, iş birliği yapmayı öğreneceğiz ya da hep birlikte yok olacağız. Hepsi bizim elimizde.”
Türkiye’nin geniş Akdeniz Havzası ve tüm Avrupa için bambaşka bir vizyon çizmek zorunda olduğunu ifade eden Kemal Kılıçdaroğlu, “Bakın, Akdeniz Havzası iklim krizini en şiddetli şekilde yaşayan bölge. Bu havza, tüm dünyadan yüzde 20 daha fazla ısınıyor. Aynı ekosistemi paylaşan 500 milyon insandan bahsediyoruz. Bu yüzden Akdeniz Havzası ülkelerine liderlik etmek zorundayız. Sığınmacı, kaçak sorununu da bu büyük meselenin parçası olarak okumalıyız. Hep beraber oturup, bu sorunu çözeceğiz” dedi.
14 Mayıs cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine de işaret eden Kılıçdaroğlu “Sığınmacılar ile ilgili son kez karşınızdayım. Bu işi çözeceğiz demek için bu videoyu çekiyorum. Sığınmacı konusu, asla ama asla ırkçı bir zemine taşınmayacak. Sorun zaten bir ırk sorunu değil. Bizim sığınmacı sorunumuz, temelde bir kaynak sorunu” ifadelerini kullandı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, videoda şunları dile getirdi:
‘Ülkemiz böyle bir yükü daha fazla kaldıramaz’
“Kimseyi korkutmak değil amacım, ancak açık konuşmam gerekiyor. Bütün analizler gösteriyor ki, önlem almazsak Fırat ve Dicle önümüzdeki 20 yıl içinde kuruma riski ile karşı karşıya kalacak. Bu durum, sadece Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’nde tarımın zarar görmesi, hidroelektrik santrallerimizin işlevini kaybetmesi ve ciddi bir susuzluk yaşanması anlamına gelmiyor. Hem Türkiye hem güney komşularımız, Suriye ve Irak’ta yaşayan toplam 60 milyondan fazla insanın kıtlık ve susuzlukla karşı karşıya kalması demek. Önlem almazsak Suriye ve Irak’tan aç mültecilerin Türkiye’ye akın etmesi demek.
Türkiye’nin suyu, enerjisi, alt yapıları kendi insanlarının ihtiyaçlarına yanıt verebilecek durumda değil. Tüm bunların üzerinde ülkemiz böyle bir yükü daha fazla kaldıramaz. İnanın mümkün değil. Bunu çözmek zorundayız. Eğer Türkiye kendi altyapısını, suyunu kaybederse Avrupa şunu anlamak zorundadır ki, bırakın bu sığınmacıları ve kaçakları barındırmayı, Türkiye’nin vatandaşlarını dahi tutamayız. Avrupa Birliği, rüşveti verdim kurtuldum kafasından çıkmak zorundadır. Açık söylemek gerekiyor ki; Türkiye, geniş Akdeniz Havzası ve tüm Avrupa için bambaşka bir vizyon çizmek zorundadır.
Bakın, Akdeniz Havzası iklim krizini en şiddetli yaşayan bölge. Bu havza, tüm dünyadan yüzde 20 daha fazla ısınıyor. Aynı ekosistemi paylaşan 500 milyon insandan bahsediyoruz. Bu yüzden Akdeniz Havzası ülkelerine liderlik etmek zorundayız. Sığınmacı, kaçak sorununu da bu büyük meselenin parçası olarak okumalıyız. Hep beraber oturup, bu sorunu çözeceğiz. Önce, Suriyelileri en geç iki yıl içinde Türkiye, Avrupa Birliği ve Akdeniz bölgesi ülkeleri olarak vatanlarına kavuşturmak için birlikte çalışacağız. Suriye yönetimi ile görüşeceğiz. Buradan gidenlerin, can ve mal güvenliği için meşru hükümetle protokol yapacağız ve Avrupa Birliği ile Birleşmiş Milletler bu protokole dahil olacak.
‘Türkiye’nin iklim direncini arttıracağız’
Suriye’ye gidecek sığınmacıların; evlerini, okullarını, yollarını, kreşlerini bu iş birliğinden çıkan fonlarla Türk müteahhitler yapacak. Hem ülkemiz hem Suriyeliler kazanacak. Ama bu fonların bir kısmı ile de Türkiye’nin iklim direncini arttıracağız. Buna zorunluyuz, buna dahil olmayı mecburlar. Yoksa ne Irak ne Suriye kalacak; herkes Avrupa’nın kapılarına dayanacak.
Türkiye’nin iklim mültecilerine bir tampon olma ihtimali yok. Türkiye kendi insanını durduramaz. Bu yüzden başlatacağımız bu dönüşümle Akdeniz havzası ülkelerine vizyonumuz ile liderlik edeceğiz.
Avrupa Birliği ile birlikte bu sorunu çözeceğiz. Hem iklim direncimiz artırılacak hem bölge tarımı ayağa kaldırılacak hem ticaret gelişecek hem de herkes kendi toprağında huzur içinde yaşayacak. Dediğim gibi yoksa ne Suriye ne Irak ne de Avrupa Birliği kalır. Ben şimdi Avrupa Birliği’ne sesleniyorum, Akdeniz Havzası ülkelerine sesleniyorum; ya birlikte çalışmayı, iş birliği yapmayı öğreneceğiz ya da hep birlikte yok olacağız. Hepsi bizim elimizde.”
İklim mültecisi nedir?
İklim krizi nedeniyle ortaya çıkan ve giderek etkisi artan kuraklık, sel, kasırga gibi aşırı hava olayları nedeniyle, özellikle coğrafik ve sosyo ekonomik olarak dezavantajlı ülkelerde yaşayan insanlar iklim krizine karşı en kırılgan grupları oluşturuyor.
İklim krizinin derinleşmesinde en az etki sahibi olan bu insanlar, su baskınları, kasırgalar ve kuraklık gibi aşırı hava olayları nedeniyle yerinden ediliyor. İklim sebepli olarak yerinden edilen insanlar iklim mültecileri olarak adlandırılıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) enflasyon rakamlarını açıkladı. TÜİK’e göre 12 aylık enflasyon yüzde 43, 68 olurken ENAG’a göre ise yüzde 105,19 oldu.
TÜİK verilerine göre; Nisan 2023’te tüketici fiyat endeksi (TÜFE) aylık yüzde 2,39 oldu. Buna göre enflasyon Nisan’da bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 15,21, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 43,68 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 67,20 olarak gerçekleşti.
Kaynak: TÜİK – TÜFE yıllık değişim oranları (%), Nisan 2023
ENAG’a göre en çok artış giyim ve ayakkabıda
Enflasyon Araştırma Grubu’nun açıkladığı enflasyon rakamlarına göre ise Nisan 2023’te aylık enflasyon (E-TÜFE) yüzde 4,86 olurken yıllık enflasyon ise yüzde 105,19 oldu.
Ocak-Nisan dönemi enflasyon oranı ise yüzde 29,27 olarak hesaplandı. Buna göre; Nisan’da en büyük fiyat artışı giyim ve ayakkabı grubunda gerçekleşti.
Giyim ve ayakkabıda fiyatlar yüzde 14,02 arttı. Nisan’da ev eşyası grubundaki fiyat artışları yüzde 9,41, haberleşmede ise yüzde 7,47 olarak hesaplandı.
Nisan’da fiyatların azaldığı tek ana harcama grubu yüzde 0,90’lık düşüşle konut oldu. Konutun ardından yüzde 0 ile sağlık grubu geldi.
TÜİK verilerine göre; bir önceki yılın aynı ayına göre artışın en yüksek olduğu ana grup yüzde 66,62 ile sağlık oldu. Bir önceki yılın aynı ayına göre en az artış gösteren ana grup ise yüzde 13,82 ile giyim ve ayakkabı oldu.
Ankara merkezli soruşturma kapsamında 15 kentte düzenlenen operasyonlarda gözaltına alınan beş gazeteci Sedat Yılmaz, Dicle Müftüoğlu, Erol Balcı, Abdurrahim Tanyeli ve Ramazan Debe tutuklandı.
15 kentte düzenlenen operasyonlarla ev baskınlarında gözaltına alınan ve aralarında Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu ve Mezopotamya Ajansı (MA) editörü Sedat Yılmaz’ın bulunduğu 19 kişiden 15’i tutuklama, 3’ü adli kontrol şartı talebiyle Ankara Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilmişlerdi.
— Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (@DFGDernegi) May 2, 2023
Mezapotamya Ajansı’nın haberine göre mahkeme, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü‘nde gazeteciler Sedat Yılmaz, Dicle Müftüoğlu, Erol Balcı, Abdurrahim Tanyeli ve Ramazan Debe hakkında tutuklama kararı verdi.
”Harami düzen 10 gün sonra bitiyor, yıkıldı yıkılacak’
Sedat Yılmaz’ın eşi Selma Yılmaz ile Cahit Kanbay, Cihan Güneş, İsmail Adanmış, Cahit Ablay, Mahmut Doğu, Devran Ak, Şemsettin Toprak, Mehmet Emin Yıldırım ve Cevdet İsmailoğulları, Hasan Özhan, Evin Özbek ve Suat Karagöz imza ve yurt dışı yasağı şeklinde adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Hakkında tutuklama kararı verilen Sedat Yılmaz, mahkeme kapısı önünde, “Harami düzen 10 gün sonra bitiyor, yıkıldı yıkılacak” dedi.
14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin on altıncı konuğu, Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Çevre Politikaları Başkanı Evrim Rızvanoğlu. Rızvanoğlu ile DEVA’nın iklim ve çevre politikalarını konuştuk.
*
Partiniz çevre ve iklim konusuna programında en detaylı yer ayıran partilerden biri, nedir önerileriniz?
Biz DEVA Partisi olarak bugüne kadar 23 eylem planı açıkladık, çevre ve iklim eylem planı da bunlardan biri. Ülkeyi yönetmeye hazır olmak bugünden yapılan bir şey dedik ve bundan iki sene önce bu konuyla ilgili çalışmaya başladık, çevre ve iklim değişikliği eylem planımızı geçen sene Haziran’da açıkladık. Daha sonra bu eylem planı ve diğer eylem planlarını da biz altılı masanın çalışmalarının ortasına koyduk. Diğer partilerin de çok kıymetli çalışmaları vardı. Eylem planımız ortak mutabakat metnini birçok madde olarak girdi.
Bunu neden yaptık? Çünkü bir ülkeyi yönetirken hem vatandaşların hem bilim insanlarının hem de bu işin siyasi tarafı olan bizlerin görüşlerinin yazılı bir formda olması gerektiğine inandık. Bu aslında bir tür hükümet programı, Türkiye’yi yönetmenin çevre tarafı hazır olsun istedik. Bu plana 250 kişi katkı sundu; Avrupa sürecini, uyum politikalarını, yeşil mutabakat kısmını inceleyen ayrı ekipler oluşturduk. Arkadaşlarımızın çoğu yurt dışında doktora öğrencisi ya da o şirketlerde çalışan önemli akademisyenler, konunun uzmanları hocalarımızdan görüşler aldık ve bizler için olmazsa olmaz sivil toplum örgütlerinden de.
Eylem planınızı hazırlarken Türkiye’nin 20 yılını nasıl tanımladınız?
Karnemiz zayıf maalesef ülke olarak çünkü inanılmaz bir rant var. Aslında rantın getirdiği süreç bizleri ekolojik sorunla da karşı karşıya bırakıyor. Bir kere işi bilen kişilerin işlerin ve kurumların başında olması fakat daha da önemlisi bu işi yapacak siyasi iradenin olması, yani çevreyi önceliklendirmesi gerekiyor. Partiyi kurduğumuz gün çevreyi odak noktalarımızdan bir tanesi yapacağız dedik. Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan bir ekonomi duayenidir kendisi, Türkiye’yi çok önemli krizlerden çıkarttı ve onun çok önceliklendirdiği konulardan bir tanesi sürdürülebilirlik ve Türkiye’nin artan daha doğrusu dünyanın artan nüfusuyla ve kirlilikle nasıl mücadele edilir? Ve tabii ki en önemlisi uluslararası anlaşmalara bu anlamda nasıl uyulur, biz bu işe nasıl uyum sağlarız?
Çünkü bugün Türkiye dediğiniz yer aslında hem ekonomik anlamda bu yeşil dönüşüme ihtiyacı olan bir ülke. Daha da önemlisi bir iklim krizi sürecinde çok etkilenecek ülkelerden bir tanesi. Bu ülkeyi yönetmeye gerçekten adaysanız eğer bunu sadece çevreyi ağaç ve doğa gibi kısıtlı bir gündemle sınırlandıramazsınız. Bunun ekonomi boyutu, bunun ticaret boyutu ki bunun içinde tabii yeşil mutabakat gibi birçok gündem giriyor.
Çok daha önemli bir noktanın daha olduğunu düşünüyoruz, o da halk sağlığı. Bugün çevre dediğimiz her şey halk sağlığıyla doğrudan orantılı. Hava kirliliğinden tutun da termik santrallere kadar. Biz bu ülkede yaşayan 85 milyon vatandaşımızın sağlığından da sorumluyuz. Ve bunların çözümlerinin içinde çevrenin de olmazsa olmaz olduğunu biliyoruz.
Programınızda “Yeşil Kentler” vaadi var, nasıl kuracaksınız, gerçekleştirilebilir bir hayal mi?
O hayaller her zaman gerçekleştirilemeyecek şeyler değil, asıl gerçekleştirilebilen hayaller güzel hayaller oluyor. Hiçbir şey imkânsız değil.
Büyük bir deprem faciası yaşadık; bir sürü kentimizi kaybettik. Hatay‘ı ele alalım yeniden yapılandırılırken şu an burada yazdığımız Yeşil Kent‘ten uygulanabilir. Ama siz hükümet tarafında sadece bunu bir TOKİ projesi olarak bakarsanız, hiçbir zaman yeşil kentler projesinin içine giremezsiniz.
Yeşil kentleri sadece deprem kentleri için söylemiyorum ama kademeli olarak mesela İstanbul‘u yeşile çevirmek mümkün. Ama bugün Hatay iyi bir örnek, iyi bir pilot bölge olabilecek bir yer. Yağmur suyu gibi her türlü atık suyu tekrardan değerlendirebilecek bir konseptten tutun da binaların tüm enerjisini yeşil, temiz enerji, yenilenebilir enerjiyle renklendirdiğiniz, yaşam alanlarınızı buna göre organize ettiğiniz, kentin yaşam alanıyla çalışma alanlarının arasını çok açmadığınız, açtığınız yerlere de tamamen elektrikli tramvay ve benzeri toplu taşımalar koyduğunuz kentlerden bahsediyoruz.
Yani bir kişinin evinden çıktıktan sonra işine gitmesi için sarf ettiği karbon salımı nasıl minimalize edilir? Yaşadığı evde bu nasıl minimalize edilir? Bununla beraber kent yaşamının içinde nasıl en uyumlu şekilde dünyayı kirletmeden yaşanır? Böyle bir hayalimiz, hedefimiz var. Bunu yapmak zorundayız. Programı yazarken de nesiller arası adalet kelimesine dikkat çektik. Biz bugün burada bir nesiliz, bizden sonraki nesle bıraktığımız hiçbir şey yok. Bıraktığımız tek şey hava kirliliği, kötü kentler, bir sürü deprem ve benzeri afetler ve bunların nasıl yapılacağını bilinmeyen bir mekanizma. Şimdi bu ülkeyi 21 senedir bir parti yönetiyor, 21 senenin sonunda biz halen bugün bir deprem faciasıyla karşı karşıya kaldığımızda görüyoruz ki her şeye karşı ne kadar hazırlıksızmışız? Biz bugün şunu fark ediyoruz; depremle mücadele edemeyen bir hükümetin iklim değişikliği ile mücadele etmesi ne kadar imkanlıdır? İnanın benim hiçbir umudum yok. Zaten bu nedenle de biz altı parti bir araya geldik ve yepyeni bir Türkiye hayalinde buluştuk.
İklim değişikliği henüz Türkiye’de yaşayanların gündemine giremedi değil mi?
Ben aynı zamanda İstanbul 2. bölgeden milletvekili adayıyım ve yaklaşık 10 gündür sahadayım. Türkiye’nin o kadar büyük sorunları var ki; nereye gitsem, çevre konularına geldiğimizde, gündemin ekonomi olduğunu görüyorum. Fakat işin üzücü tarafı aslında bugün çevre dediğimiz şey ekonominin ta kendisi. Bu ülkenin yüzde 43 ihracatı Avrupa Birliği’ne yapılırken, Avrupa Birliği’nin bize uyguladığı iki-üç sene içinde çok aktif olacak yeşil mutabakat süreçleri sebebiyle, ülkemizin ihracatının çok büyük oranda etkilenmesi söz konusuyken, o kadar sanal gündemler yaratılıyor ki. 30 liralık soğan, 300 liralık kıyma gibi. Olayın kendisi gerçek ama gündem sanal. DEVA Partisi olarak Türkiye’ye diyoruz ki; biz bu olayların farkındayız ama bugün iklim kriziyle mücadele etmediğimiz, ekonominin içine yeşili katmadığımız her gün aslında biz bu ürünleri daha pahalı yemeye devam edeceğiz. Şekeri de buğdayı da yurt dışından ithal etmeye devam edeceğiz. Bugün o 30 lira, 300 lira diye söylendiğimiz rakamlar yarın bir bedel karşılığında alamayacağınız kadar pahalı demiyorum, erişilmez olacak diyorum.
Akkuyu açılışını izledik, sizin parti olarak nükleer enerjiye karşı tavrınız nedir ve enerji politikalarınızı nasıl tarif edersiniz?
Bu ülkenin inanılmaz büyük bir yenilenebilir enerji potansiyeli var. Ben aslen Vanlıyım. Van Türkiye’de güneşi enerjisini direkt alan iki tane şehirden bir tanesi, o yüzden güneşin değerini bilen bir kişiyim. Bu ülkenin çevresini koruduğumuz kadar, sürdürülebilirliğini de korumamız gerekiyor. Bizim enerji politikamızda en kısa zamanda, 2030’a kadar Türkiye’nin enerjisinin minimum yüzde 35’ini temiz enerjiye, yenilebilir enerjiye dönüştürme hedefimiz var. O yüzden DEVA Partisi olarak güneş ve rüzgâr gibi jeotermal gibi enerjileri önceliklendirdik. Tabii 85 milyonun enerjisini sağlamak için de yerine bir şey ikame etmeniz gerekiyor.
Akkuyu çok farklı bir konu, en önemlisi bu işin teknolojik tarafının başka bir ülkenin elinde oluyor olması gibi çok büyük bir sorun var orada. Biz daha küçük reaktörlere sahip, atık süreçlerinin daha basit çözülebildiği nükleer enerjiyi kullanabileceğimizi düşünüyoruz. Biliyorsunuz nükleer konusu aslında Avrupa’nın da çok gelgitli bir konusu. Yani bir anda enerjimizi sıfıra indiremeyiz ama önceliklerimizi değiştirebiliriz.
Ülkenin böyle bir güneş potansiyeli varken belki de güneşi maksimize edersek, kullanımda bugün konuştuğumuz başka hiçbir şey kullanmamıza gerek bile kalmayacak. Ama biz ilk önce en temizini maksimize edeceğiz. Ama sonra bu ülkenin vatandaşlarının da enerjisini sağlamak için sistemi, bizde olan atığı Türkiye’yi kirletmeyecek, Türkiye’deki mühendislerimizin elinde olduğu enerji santrallerini, nükleer enerji santrallerini önceliklendirmek olabilir. Ama ona o gün bakmak lazım ama Akkuyu süreci iktidara gelindiğinde sıfırdan ele alınması gereken bir konu, çünkü yapılan anlaşmalar var. Ve hiçbir şekilde şeffaflık olmadığı için size bugün böyle yapılır, diyemiyorum.
Millet İttifakı iktidarında inşaat sektörü nasıl olacak?
İnşaat sektörü önemli bir sektör, Türkiye için de kıymetli bir sektör ama bu sektör de geri dönüştürülemez bir sektör değil. Yani neden bahsediyorum, kullandığınız ürünlerden bahsediyorum, yalıtım sistemlerinden bahsediyorum, enerji sistemlerinden bahsediyorum. Onlar da biz bunu illa bu ürünü kullanacağız demiyorlar ki alternatifleri sunmak gerekiyor. Siz kendinizi yatırımınızı ARGE’ye yatırmadığınız için yeni yeni hiçbir şey üretemiyorsunuz, inşaat sektörünün de önünü açamıyorsunuz.
O yüzden tabii ki inşaatlar yapılacak ama önemli olan bunları en temiz nasıl yaparız, çevreyi kirletmeden, havayı kirletmeden doğru bir şekilde denetleyerek nasıl yaparız diye bir sistem yaratmak. Ne kadar zor olabilir bir toplu konut atık yönetimini yapmak? Ne kadar zor olabilir yağmur suyunu, atık suyunu tekrar geri bahçe sulamasında kullanmak? Yani bunların hiçbiri zor değil ama burada bir vizyon sorunu var.
Sokaktan nasıl tepkiler alıyorsunuz, ne tür beklentiler iletiliyor size?
Çok güzel bir atmosfer var dışarıda ve değişimin çanları çalıyor. AK Parti seçmenin olduğu yerlerde ben şunu çok duymaya başladım, eskiden “elim CHP’ye gitmiyor” derlerdi şimdi “elim Ak Parti’ye gitmiyor” diyorlar. İnsanlar yeni bir şeyler görmek, enerjik insanların, vizyonlu insanların siyaset yapmasını istiyor.
Benim çevre politikaları başkanı olduğumu bilen gençler çok güzel diyaloglar kuruyor, iki gün önce bir tane genç arkadaşımız “Siz de inşallah Avrupa’daki gibi bisikletinizle meclise gidersiniz, çevreci vekil olursunuz” gibi güzel bir temennide bulundu.
İstanbul ikinci bölgenin en genç kadın adayıyım, partimizin de en genç kadın adayıyım. Ben mecliste hem çevrenin hem kadınların sesi olmak istiyorum. Çünkü köstebek yuvasına çevrilen ülkemizi daha iyi bir yerlere taşımamız gerekiyor. Artık bu talana son demenin vakti geldi. O yüzden ben bu seçimin çok zor olacağı kadar da Türkiye’nin vizyonunu, özellikle çevre vizyonunu çok ileri götüreceğine de inanıyorum.
2022, küresel olarak kaydedilen en sıcak yıllardan biri olarak tarihe geçerken ve son sekiz yıl modern bilimin belgelediği en sıcak yıllar oldu. Bu yıl El Niño hava olayının geri dönmesinin sıcaklıkların daha da yükselmesine neden olacağı düşünülüyor.
Bir iklim bilimi politikası enstitüsü olan Climate Analytics’in Güney Asya ve Orta Doğu bölge lideri Dr. Fahaad Saeed “En büyük acıları fakirlerin de en fakirleri çekecek. Özellikle de tarım ya da balıkçılıkla geçinen çiftçi toplulukları için yıkıcı olacak” diyor.
“Sıcaklık, bu topraklarda yabancı olduğumuz bir durum değil” diyen Saeed, öte yandan sıcaklıkların insanların uyum sağlama sınırlarının ötesine geçtiğini de sözlerine ekliyor.
The Guardian‘ın aktardığına göre Asya, okulların kapanmasına ve enerji kullanımında dalgalanmalara neden olan bunaltıcı sıcaklıklarla haftalarca süren “sonsuz rekor sıcaklıklar” yaşıyor.
Tayland, Myanmar, Laos ve Vietnam‘ın yanı sıra Çin ve Güney Asya’daki izleme istasyonlarında rekor nisan sıcaklıkları kaydedildi.
Salı günü, Myanmar’daki dört hava istasyonu aylık rekor sıcaklıklara denk veya bunları aşan rakamlara ulaştı ve doğu Mon eyaletindeki Theinzayet’te 43°C ile en yüksek seviyeye ulaştı.
İklim Bilimci ve Hava Tarihçisi Maximiliano Herrera‘ya göre, çarşamba günü Yangon‘un kuzeydoğusundaki Bago’da sıcaklık 42.2°C’ye ulaşarak daha önce Mayıs 2020 ve Nisan 2019’da kaydedilen tüm zamanların rekorunu yakaladı.
Geçen hafta sonu Tayland’da yetkililer, Bangkok ve ülkenin diğer bölgelerindeki insanlara sağlık gerekçeleri nedeniyle evde kalmalarını tavsiye etti. Cumartesi günü başkentte sıcaklıklar 42°C’yi vurdu ve nem nedeniyle hissedilen sıcaklık anlamına gelen sıcaklık endeksi 54°C’ye ulaştı.
Birçok insan yine de şemsiyelerin altına sığınarak, serinletici el fanları kullanarak veya klimalı alış veriş merkezlerini ziyaret ederek sıcak havaya göğüs gerdi. Bazı bölgelerde, sıcaklıkları ve mevsimsel tarımsal yanmanın neden olduğu hava kirliliğini azaltmak için apartman veya üniversite binalarından su serpildi.
Çarşamba günü Bangkok’ta yağan yağmur, sıcaklığı bir nebze rahatlattı ve yetkililer, sıcaklık zirvesinin atlatıldığını düşündüklerini belirtti.
Sıcak hava Tayland’da rekor elektrik tüketimini de artırdı ve geçen yıl rekor kırarak nisanda 32 bin megavat elektrik tüketen ülke, 6 Nisan günü 39 bin megavattan fazla elektrik tüketti.
Filipinler‘de, sıcağı yönetmek özellikle zor bir iş çünkü COVID-19 pandemisi sırasında değişen okul takvimi nedeniyle, öğrenciler artık yılın en sıcak aylarını sınıflarında geçiriyor. Yüzlerce okul, öğrencilerin sıcak nedeniyle rahatsızlanmasının önüne geçmek için uzaktan eğitime geçti. Bazı öğretmenler ise daha kısa ders süreleri ve daha küçük sınıflarda öğretime devam edilmesi için çağrıda bulundu.
Geçen ay, Manila‘nın güneydoğusundaki Laguna‘da, sıcaklığın 39°C ile 42°C arasında olduğu zamanda yapılan bir yangın tatbikatına katılan 100’den fazla öğrenci dehidrasyon nedeniyle hastanede tedavi altına alındı.
Bangladeş’te bu ayın başlarında sıcaklıklar başkent Dakka’da 40°C’nin üzerine çıktı ve son 58 yılın en sıcak günü yaşandı. Sıcaklıklar, asfalt yüzeylerinin erimesine neden oldu.
Hükümetler arası bir grup olan Uluslararası Entegre Dağ Geliştirme Merkezi (Icimod), küresel ısınmanın özellikle Hindikuş Himalaya bölgesi üzerindeki etkisiyle ilgili endişelerini dile getirdi.
Icimod’a göre, dünyanın en büyük üçüncü donmuş su kütlesine sahip olan bölge iklim değişikliği nedeniyle küresel ortalamadan iki kat daha hızlı ısınıyor.
Icimod’da İklim ve Çevre Uzmanı Deepshikha Sharma “Küresel ısınmanın 1.5°C ile sınırlandığı en iyimser senaryoya göre bile bölge 2100 yılına kadar buzullarının üçte birini kaybedecek ve bu da dağ toplulukları, ekosistemler ve doğa ve aşağı havzadaki yerleşim bölgeleri için büyük bir risk oluşturuyor” dedi ve ekledi:
İnsan kaynaklı iklim değişikliği, Asya’da gördüğümüz sıcak dalgalarının sayısının ve şiddetinin artmasının başlıca nedenidir. Bunlar, iklim acil durumunun bu bölgede yaşandığı gerçeğine işaret ediyor.
TEMA Vakfı, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) iş birliğinde, Türkiye’de bir ilk olan “iklim değişikliği eğitimi” portalını hazırladı. İklimTEMA Eğitim Portalı (iklimtema.org) öğretmenler aracılığıyla, etkilerini her geçen gün daha fazla hissettiğimiz iklim değişikliği konusunda çocukların farkındalık geliştirmelerini sağlayacak.
İklim değişikliği konusunda bugüne kadar başta çocuklar, gençler ve kadınlar olmak üzere toplumun her kesimine yönelik projeler yürüten TEMA Vakfı, MEB iş birliği ile yürüttüğü İklim Değişikliği Eğitim ve Farkındalık Projesi kapsamında bu kez İklim TEMA Eğitim Portalı’nı (iklimtema.org) öğretmenlerle buluşturuyor.
Portal 2 Mayıs Salı günü TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç’ın ev sahipliğinde, Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma-Geliştirme ve Projeler Daire Başkanı Dr. Ayşe Kula ve TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Özgür Bolat’ın katılımıyla, Vakfın İstanbul’da bulunan Genel Merkez binasında düzenlenen basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu.
Portaldaki eğitim içerikleri tüm öğretmenlere açık olacak.
Okul öncesi, ilkokul ve ortaokul kademelerine yönelik geliştirilen ve iklim değişikliği eğitimi konusunda öğretmenler için hazırlanan portal, Türkiye’de bir ilk olma özelliği taşıyor.
Müfredata uyumlu içeriklerin yer aldığı ‘iklimtema.org’a üye olan öğretmenler tüm eğitim içerik ve destekleyici materyallere kolaylıkla ulaşabilecek.
Portalda, çocuklarla birlikte uygulanabilecek 60’a yakın etkinlik yönergesi, 15 sunum, 25’e yakın poster, üç eğitici film ve uzman yazılarının yanı sıra beş e-kitap öğretmenlerin kullanımına açık olacak. Etkinlikleri uygulayan öğretmenler ayrıca isimlerine özel e-sertifikaya da sahip olacak.
İklim değişikliği üzerine düşünmeleri sağlanacak
İklim değişikliği eğitiminde ekolojik okuryazarlığın yani insanın doğayla olan ilişkisinin önemine dikkat çeken TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç “Çocukların, sadece iklim değişikliği değil; kuraklık, biyolojikçeşitlikkaybı, atıkların yarattığı kirlilik gibi tüm ekolojikkrizlere karşı, bugün ve gelecekte mücadele edebilmeyi öğrenmeleri gerekiyor. Çocukların bu yeni durumlara uyum sağlamalarını ve iklim değişikliğinin yaratacağı yeni krizlere çözümler bulmalarını istiyoruz. Bunun için öncelikle çok erken yaşlardan başlayarak çocukların doğanın nasıl işlediğini örneğin; su döngüsünü, bir bitkinin nasıl yetiştiğini, arıların doğa için önemini anlamasını ve insanın bu işleyişe olumsuz etkilerini fark etmesini sağlamalıyız” dedi.
İklim değişikliği eğitiminde öğretmenler anahtar role sahip
Doğa eğitiminde kalbe ulaşan yolun öğretmenlerin açtığı yollardan geçtiğini belirten Deniz Ataç “Doğa eğitimi konusunda çocuklarda farkındalık yaratmak için öncelikle öğretmenlerin doğayı yakından tanıması çok kritik. Bir öğretmenin etkisinin ne kadar büyük olduğunu Kurucumuz Sayın Hayrettin Karaca’nın yaşamında görebiliriz. Kendisi derdi ki; ‘ilkokuldan beri meşeyi çok seviyorum. Bize öğretmenler ağaçları anlatıyorlardı. O ağaçlar meşeydi ve oradan başladı iş…’ Ve bu ağaç sevgisi dünya çapında bir doğa bilgesinin Türkiye’den çıkmasını sağladı” diyerek okul öncesi, ilkokul ve ortaokul kademelerinde eğitim veren öğretmenlere portala üye olmaları yönünde çağrıda bulundu.
Hedef doğayı tanıyan çocuklar
İklim değişikliğinin, çocuklarla paylaşılırken kullanılan kelimelere ve yaklaşıma oldukça özen gösterilmesi gereken bir konu olduğunun da altını çizen Ataç, “Yaşanan krizlerin sonuçlarına bağlı olarak korku ve kaygıyı beslemek yerine umut ve harekete geçirecek eylemlere yer açılmalı. Bu konudaki tüm eğitim süreçleri ve paylaşımlar çocukların gelişimlerine uygun şekilde planlanmalı. Bizler de hayata geçirdiğimiz İklim TEMA Eğitim Portalı ile çocukların iklim değişikliğine uyum sağlayacak bilgi ve becerileri kazanmalarını yani çocukların evlerinde ve okullarında doğayı gözeten alışkanlıklar edinmelerini önemsiyoruz. Bunlardan bazıları; ihtiyacından daha az tüketmek, enerjiyi ve suyu tasarruflu kullanmak, atığı çıkarmamak ve yeniden kullanmak. Çocukların iklim değişikliğinin nedenlerini, sonuçlarını ve etkilerini öğrenmelerini, iklimdeki değişikliklerin diğer sistemleri nasıl etkilediği konusunda farkındalık geliştirmelerini amaçlıyoruz. Ekolojik okuryazarlık becerileri kazanmaları, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için günlük yaşamda uygulanabilecek çözüm önerilerini hayata geçirmeleri de hedeflerimiz arasında” diyerek portala dair bilgi verdi.
Portal, 12 milyon çocuk ile 750 bin öğretmene ulaşmayı hedefliyor. İlerleyen günlerde lise düzeyindeki materyallerin eklenmesiyle portal bu eğitim düzeyine de açılacak.
Şu anda kullanıma hazır olan portal, dileyen öğretmenler tarafından derslerde kullanılabilecek. Konunun müfredata tam olarak entegrasyonunun gelecek yıl tamamlanması bekleniyor.
İklim değişikliği eğitimi, tüm derslere entegre edilecek
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada “Söz konusu eğitim, ayrı bir ders olarak verilmek yerine tüm derslere entegre edilecek. Böylelikle öğrenciler örneğin Matematik dersinde öğrendiği grafik okuma bilgisini iklim değişikliğine ilişkin veriler üzerinde de kullanabilecek” dedi.
İklim krizinin yalnızca insan yaşamı değil tüm gezegen üzerinde etkileri olduğuna dikkati çeken Ataç, “Değişen bir gezegende eğitimi de yeniden düşünmemiz gerekiyor” dedi. Ekolojik okur-yazarlığın küçük yaşlardan itibaren tüm bireylere öğretilmesi gerektiğini belirten Deniz Ataç, iklim değişikliğine dair bilgilendirme ve farkındalık çalışmalarının eğitim sistemine dahil edilmesinin öneminin altını çizdi.
‘Tek başına bilinçlenmek yeterli değil’
Özgür Bolat, portal oluşturulurken çocuklarda hem ilgi hem de ihtiyaç oluşturulmasının da hedeflendiğini açıklayarak, iklim değişikliği ile ilgili konuların ve soyut kavramların deneyler yoluyla somutlaştırarak anlatılacağını belirtti.
Ekosistemde tüm canlı yaşamlarının birbiri üzerinde etkisi olduğuna dikkat çeken Bolat, habitatlar arasındaki zincirleme etki üzerine dikkati çekerek “Tek başına bilinçlenmek yeterli değil” diyerek doğa ve iklime yönelik bireyselden ziyade bütünsel bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğinin altını çizdi.
Bolat, tüketim alışkanlıklarının gözden geçirilmesi gerektiğini ifade etti ve “Doğanın doğurganlığını öldürmeden nasıl tüketebiliriz” diye sorulması gerektiğini bildirdi.
‘Sürdürülebilir yaşam biçimini benimseyen nesiller yetiştirilmeli’
Ayşe Kula, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaşam boyu öğrenimi teşvik etmek için yaptığı çalışmalara değinerek, portalın Birleşmiş Milletler’in belirlediği ve 2030 yılına kadar gerçekleştirilmesi hedeflenen Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları doğrultusunda hazırlandığını aktardı.
Okullarda sürdürülebilir yaşam biçimimini benimseyen nesiller yetiştirilmesi gerektiğini vurgulayan Kula, bu noktada öğretmenlerin büyük bir rol oynayacağını ifade etti. Ayşe Kula, ders içeriklerin yanı sıra okulların fiziki durumlarının da sürdürülebilir hale getirilmesi gerektiğini bildirdi.
Öğretmenler için de eğitimlerin portalda mevcut olduğunu kaydeden Kula, öğretmenlerin söz konusu kazanımları öğrencilerine ve meslektaşlarına aktarabilmelerinin de mümkün olduğunu hatırlattı.
‘İleride üniversitelere de entegre edilebilir’
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Özgür Bolat, bu tür çalışmalardaki asıl amacın öğrencilerin iklim değişikliği konusunda bilgi sahibi olmasından ziyade çocukluktan itibaren sürdürülebilir bir yaşam tarzını benimseyen bireyler yetiştirilmesi olduğunu aktardı.
İlk olarak okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise düzeylerini kapsayacak olan projeye gelecekte üniversitelerin de dahil edilmesi ihtimaline dair görüşlerini sorduğumuz Bolat, “Çok iyi fikir. Aslında bunu konuşmamıştık, ya da konuşulduysa benim haberim yok ama bence kesinlikle öyle bir şey olması lazım” yanıtını verdi.
Üniversiteden itibaren gençlerin kendi yaşam tarzları konusunda daha belirleyici rol oynayabileceğine işaret eden Bolat, “O yaşta gençler [doğa ve iklim konusunda] daha savunmacı oluyor. Onun için buna evet diyebiliriz, ‘evet’ olacak hale getirebiliriz” dedi.
‘İklim değişikliği ile ilgili konular bir ders içine hapsedilmemeli’
Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma-Geliştirme ve Projeler Daire Başkanı Dr. Ayşe Kula, geçen eylül ayından itibaren ortaokul düzeyinde seçmeli ders olarak müfredata giren Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği dersine dair katılım ve geri dönüşlerin değerlendirilmesine yönelik sorumuza “Biliyorsunuz bu seçmeli bir ders. Çocuklar seçmeli olduğu için kendi isteğine göre seçebiliyor. Onun için de bütün çocuklara ulaşmamız zaten zor. Üstelik de sadece 6-7-8’inci sınıflarda olması nedeniyle, bir de seçmeli olduğu için daha az öğrenciye ulaşıyor. Öyle bir durum var. Diğer taraftan iklim değişikliğiyle ilgili konuların bir ders içine hapsedilmemesi gerektiğini düşünenlerdenim, bu benim kişisel görüşüm. Zorunlu bir ders olmadığına açıkçası sevindim. Niye derseniz, o ders içerisinde hapsolmasını istemezdim. Çünkü bu yaşamın içinden bir sorun, bütün derslerde işlenmesi gereken bir sorun. Yatay eksende olan bir sorun. O yüzden de bizim bu projemizin de gerekçesini oluşturdu. Yine aynı şekilde TEMA’nın bu değerli projesinde de derslere entegrasyonu söz konusu.”
Kula, iklim değişikliği eğitiminin üniversitelere entegre edilmesi projesinin de ileride görüşüleceğine değinerek şunları söyledi:
“Biz bu projemiz kapsamında, projemiz tamamlandığında zaten üniversitelere de öneri şeklinde sunacağız. Diyeceğiz ki biz temel eğitim olarak yaptık. Ortaöğretim Genel Müdürlüğümüz var, o da lise düzeyindeki çalışmaları gerçekleştiriyor. Muhtemelen onlar da benzer bir çalışma yapacaklar. Sıra tabi ki daha sonraki düzeylere geliyor. Üniversitelere de biz bunu önereceğiz. Gerekçemiz çok basit: Orada öğretmen bu eğitimi alarak okula hazır gelecek. Biz şu anda sıfırdan eğitiyoruz çünkü üniversite düzeyinde de özellikle eğitim fakültesinde ilgili dersleri alan çok az öğrenci var, orada da seçmeli. Tabi hoca ilgisine göre o dersi açabiliyor. Onun dışında İklim Şurası’nda da üniversitelere dönük de bir madde var; üniversiteler özellikle mühendislik ve eğitim fakültelerinde, tarımla veya enerjiyle ilgili bölümlerde bu tür bölümleri, dersleri açsınlar, hatta bu ders zorunlu olsun diye bir madde var. Bu da üniversitelere gitti, üniversiteler de bunu göz ardı etmeyecektir diye düşünüyorum. Ama biz de Milli Eğitim Bakanlığı olarak üniversiteleri zorlama niyetindeyiz açıkçası.”