Editörün SeçtikleriManşetSeçime DoğruTürkiyeYeşil Gazete TV

[Seçime Doğru] Evrim Rızvanoğlu: İklim kriziyle mücadele etmezsek 30 TL’ye aldığımız soğana bile erişemeyeceğiz

0

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin on altıncı konuğu, Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Çevre Politikaları Başkanı Evrim RızvanoğluRızvanoğlu ile DEVA’nın iklim ve çevre politikalarını konuştuk.

*

Partiniz çevre ve iklim konusuna programında en detaylı yer ayıran partilerden biri, nedir önerileriniz?

Biz DEVA Partisi olarak bugüne kadar 23 eylem planı açıkladık, çevre ve iklim eylem planı da bunlardan biri. Ülkeyi yönetmeye hazır olmak bugünden yapılan bir şey dedik ve bundan iki sene önce bu konuyla ilgili çalışmaya başladık, çevre ve iklim değişikliği eylem planımızı geçen sene Haziran’da açıkladık. Daha sonra bu eylem planı ve diğer eylem planlarını da biz altılı masanın çalışmalarının ortasına koyduk. Diğer partilerin de çok kıymetli çalışmaları vardı. Eylem planımız ortak mutabakat metnini birçok madde olarak girdi.

Bunu neden yaptık? Çünkü bir ülkeyi yönetirken hem vatandaşların hem bilim insanlarının hem de bu işin siyasi tarafı olan bizlerin görüşlerinin yazılı bir formda olması gerektiğine inandık. Bu aslında bir tür hükümet programı, Türkiye’yi yönetmenin çevre tarafı hazır olsun istedik. Bu plana 250 kişi katkı sundu; Avrupa sürecini, uyum politikalarını, yeşil mutabakat kısmını inceleyen ayrı ekipler oluşturduk. Arkadaşlarımızın çoğu yurt dışında doktora öğrencisi ya da o şirketlerde çalışan önemli akademisyenler, konunun uzmanları hocalarımızdan görüşler aldık ve bizler için olmazsa olmaz sivil toplum örgütlerinden de.

Eylem planınızı hazırlarken Türkiye’nin 20 yılını nasıl tanımladınız?

Karnemiz zayıf maalesef ülke olarak çünkü inanılmaz bir rant var. Aslında rantın getirdiği süreç bizleri ekolojik sorunla da karşı karşıya bırakıyor. Bir kere işi bilen kişilerin işlerin ve kurumların başında olması fakat daha da önemlisi bu işi yapacak siyasi iradenin olması, yani çevreyi önceliklendirmesi gerekiyor. Partiyi kurduğumuz gün çevreyi odak noktalarımızdan bir tanesi yapacağız dedik. Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan bir ekonomi duayenidir kendisi, Türkiye’yi çok önemli krizlerden çıkarttı ve onun çok önceliklendirdiği konulardan bir tanesi sürdürülebilirlik ve Türkiye’nin artan daha doğrusu dünyanın artan nüfusuyla ve kirlilikle nasıl mücadele edilir? Ve tabii ki en önemlisi uluslararası anlaşmalara bu anlamda nasıl uyulur, biz bu işe nasıl uyum sağlarız?

Çünkü bugün Türkiye dediğiniz yer aslında hem ekonomik anlamda bu yeşil dönüşüme ihtiyacı olan bir ülke. Daha da önemlisi bir iklim krizi sürecinde çok etkilenecek ülkelerden bir tanesi. Bu ülkeyi yönetmeye gerçekten adaysanız eğer bunu sadece çevreyi ağaç ve doğa gibi kısıtlı bir gündemle sınırlandıramazsınız. Bunun ekonomi boyutu, bunun ticaret boyutu ki bunun içinde tabii yeşil mutabakat gibi birçok gündem giriyor.

Çok daha önemli bir noktanın daha olduğunu düşünüyoruz, o da halk sağlığı. Bugün çevre dediğimiz her şey halk sağlığıyla doğrudan orantılı. Hava kirliliğinden tutun da termik santrallere kadar. Biz bu ülkede yaşayan 85 milyon vatandaşımızın sağlığından da sorumluyuz. Ve bunların çözümlerinin içinde çevrenin de olmazsa olmaz olduğunu biliyoruz.

Programınızda “Yeşil Kentler” vaadi var, nasıl kuracaksınız, gerçekleştirilebilir bir hayal mi?

O hayaller her zaman gerçekleştirilemeyecek şeyler değil, asıl gerçekleştirilebilen hayaller güzel hayaller oluyor. Hiçbir şey imkânsız değil.

Büyük bir deprem faciası yaşadık; bir sürü kentimizi kaybettik. Hatay‘ı ele alalım yeniden yapılandırılırken şu an burada yazdığımız Yeşil Kent‘ten uygulanabilir. Ama siz hükümet tarafında sadece bunu bir TOKİ projesi olarak bakarsanız, hiçbir zaman yeşil kentler projesinin içine giremezsiniz.

Yeşil kentleri sadece deprem kentleri için söylemiyorum ama kademeli olarak mesela İstanbul‘u yeşile çevirmek mümkün. Ama bugün Hatay iyi bir örnek, iyi bir pilot bölge olabilecek bir yer. Yağmur suyu gibi her türlü atık suyu tekrardan değerlendirebilecek bir konseptten tutun da binaların tüm enerjisini yeşil, temiz enerji, yenilenebilir enerjiyle renklendirdiğiniz, yaşam alanlarınızı buna göre organize ettiğiniz, kentin yaşam alanıyla çalışma alanlarının arasını çok açmadığınız, açtığınız yerlere de tamamen elektrikli tramvay ve benzeri toplu taşımalar koyduğunuz kentlerden bahsediyoruz.

Yani bir kişinin evinden çıktıktan sonra işine gitmesi için sarf ettiği karbon salımı nasıl minimalize edilir? Yaşadığı evde bu nasıl minimalize edilir? Bununla beraber kent yaşamının içinde nasıl en uyumlu şekilde dünyayı kirletmeden yaşanır? Böyle bir hayalimiz, hedefimiz var. Bunu yapmak zorundayız. Programı yazarken de nesiller arası adalet kelimesine dikkat çektik. Biz bugün burada bir nesiliz, bizden sonraki nesle bıraktığımız hiçbir şey yok. Bıraktığımız tek şey hava kirliliği, kötü kentler, bir sürü deprem ve benzeri afetler ve bunların nasıl yapılacağını bilinmeyen bir mekanizma. Şimdi bu ülkeyi 21 senedir bir parti yönetiyor, 21 senenin sonunda biz halen bugün bir deprem faciasıyla karşı karşıya kaldığımızda görüyoruz ki her şeye karşı ne kadar hazırlıksızmışız? Biz bugün şunu fark ediyoruz; depremle mücadele edemeyen bir hükümetin iklim değişikliği ile mücadele etmesi ne kadar imkanlıdır? İnanın benim hiçbir umudum yok. Zaten bu nedenle de biz altı parti bir araya geldik ve yepyeni bir Türkiye hayalinde buluştuk.

İklim değişikliği henüz Türkiye’de yaşayanların gündemine giremedi değil mi?

Ben aynı zamanda İstanbul 2. bölgeden milletvekili adayıyım ve yaklaşık 10 gündür sahadayım. Türkiye’nin o kadar büyük sorunları var ki; nereye gitsem, çevre konularına geldiğimizde, gündemin ekonomi olduğunu görüyorum. Fakat işin üzücü tarafı aslında bugün çevre dediğimiz şey ekonominin ta kendisi. Bu ülkenin yüzde 43 ihracatı Avrupa Birliği’ne yapılırken, Avrupa Birliği’nin bize uyguladığı iki-üç sene içinde çok aktif olacak yeşil mutabakat süreçleri sebebiyle, ülkemizin ihracatının çok büyük oranda etkilenmesi söz konusuyken, o kadar sanal gündemler yaratılıyor ki. 30 liralık soğan, 300 liralık kıyma gibi. Olayın kendisi gerçek ama gündem sanal. DEVA Partisi olarak Türkiye’ye diyoruz ki; biz bu olayların farkındayız ama bugün iklim kriziyle mücadele etmediğimiz, ekonominin içine yeşili katmadığımız her gün aslında biz bu ürünleri daha pahalı yemeye devam edeceğiz. Şekeri de buğdayı da yurt dışından ithal etmeye devam edeceğiz.  Bugün o 30 lira, 300 lira diye söylendiğimiz rakamlar yarın bir bedel karşılığında alamayacağınız kadar pahalı demiyorum, erişilmez olacak diyorum.

Akkuyu açılışını izledik, sizin parti olarak nükleer enerjiye karşı tavrınız nedir ve enerji politikalarınızı nasıl tarif edersiniz?

Bu ülkenin inanılmaz büyük bir yenilenebilir enerji potansiyeli var. Ben aslen Vanlıyım. Van Türkiye’de güneşi enerjisini direkt alan iki tane şehirden bir tanesi, o yüzden güneşin değerini bilen bir kişiyim. Bu ülkenin çevresini koruduğumuz kadar, sürdürülebilirliğini de korumamız gerekiyor. Bizim enerji politikamızda en kısa zamanda, 2030’a kadar Türkiye’nin enerjisinin minimum yüzde 35’ini temiz enerjiye, yenilebilir enerjiye dönüştürme hedefimiz var. O yüzden DEVA Partisi olarak güneş ve rüzgâr gibi jeotermal gibi enerjileri önceliklendirdik. Tabii 85 milyonun enerjisini sağlamak için de yerine bir şey ikame etmeniz gerekiyor.

Akkuyu çok farklı bir konu, en önemlisi bu işin teknolojik tarafının başka bir ülkenin elinde oluyor olması gibi çok büyük bir sorun var orada. Biz daha küçük reaktörlere sahip, atık süreçlerinin daha basit çözülebildiği nükleer enerjiyi kullanabileceğimizi düşünüyoruz. Biliyorsunuz nükleer konusu aslında Avrupa’nın da çok gelgitli bir konusu. Yani bir anda enerjimizi sıfıra indiremeyiz ama önceliklerimizi değiştirebiliriz.

Ülkenin böyle bir güneş potansiyeli varken belki de güneşi maksimize edersek, kullanımda bugün konuştuğumuz başka hiçbir şey kullanmamıza gerek bile kalmayacak. Ama biz ilk önce en temizini maksimize edeceğiz. Ama sonra bu ülkenin vatandaşlarının da enerjisini sağlamak için sistemi, bizde olan atığı Türkiye’yi kirletmeyecek, Türkiye’deki mühendislerimizin elinde olduğu enerji santrallerini, nükleer enerji santrallerini önceliklendirmek olabilir. Ama ona o gün bakmak lazım ama Akkuyu süreci iktidara gelindiğinde sıfırdan ele alınması gereken bir konu, çünkü yapılan anlaşmalar var. Ve hiçbir şekilde şeffaflık olmadığı için size bugün böyle yapılır, diyemiyorum.

Millet İttifakı iktidarında inşaat sektörü nasıl olacak?

İnşaat sektörü önemli bir sektör, Türkiye için de kıymetli bir sektör ama bu sektör de geri dönüştürülemez bir sektör değil. Yani neden bahsediyorum, kullandığınız ürünlerden bahsediyorum, yalıtım sistemlerinden bahsediyorum, enerji sistemlerinden bahsediyorum. Onlar da biz bunu illa bu ürünü kullanacağız demiyorlar ki alternatifleri sunmak gerekiyor. Siz kendinizi yatırımınızı ARGE’ye yatırmadığınız için yeni yeni hiçbir şey üretemiyorsunuz, inşaat sektörünün de önünü açamıyorsunuz.

O yüzden tabii ki inşaatlar yapılacak ama önemli olan bunları en temiz nasıl yaparız, çevreyi kirletmeden, havayı kirletmeden doğru bir şekilde denetleyerek nasıl yaparız diye bir sistem yaratmak. Ne kadar zor olabilir bir toplu konut atık yönetimini yapmak? Ne kadar zor olabilir yağmur suyunu, atık suyunu tekrar geri bahçe sulamasında kullanmak? Yani bunların hiçbiri zor değil ama burada bir vizyon sorunu var.

Sokaktan nasıl tepkiler alıyorsunuz, ne tür beklentiler iletiliyor size?

Çok güzel bir atmosfer var dışarıda ve değişimin çanları çalıyor. AK Parti seçmenin olduğu yerlerde ben şunu çok duymaya başladım, eskiden “elim CHP’ye gitmiyor” derlerdi şimdi “elim Ak Parti’ye gitmiyor” diyorlar. İnsanlar yeni bir şeyler görmek, enerjik insanların, vizyonlu insanların siyaset yapmasını istiyor.

Benim çevre politikaları başkanı olduğumu bilen gençler çok güzel diyaloglar kuruyor, iki gün önce bir tane genç arkadaşımız “Siz de inşallah Avrupa’daki gibi bisikletinizle meclise gidersiniz, çevreci vekil olursunuz” gibi güzel bir temennide bulundu.

İstanbul ikinci bölgenin en genç kadın adayıyım, partimizin de en genç kadın adayıyım.  Ben mecliste hem çevrenin hem kadınların sesi olmak istiyorum. Çünkü köstebek yuvasına çevrilen ülkemizi daha iyi bir yerlere taşımamız gerekiyor. Artık bu talana son demenin vakti geldi. O yüzden ben bu seçimin çok zor olacağı kadar da Türkiye’nin vizyonunu, özellikle çevre vizyonunu çok ileri götüreceğine de inanıyorum.

You may also like

Comments

Comments are closed.