Erzincan İliç’te siyanür sızıntısına yol açan Çöpler Altın Madeni’nin şirketi Anagold Madencilik‘in neden olduğu ekoloji tahribatı duyuran yurttaşa, Sedat Cezayirlioğlu‘na, açtığı manevi tazminat davası reddedildi.
Dava, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde reddedildikten sonra Ankara Bölge idare Mahkemesinde de reddedildi.
Sedat Cezayirlioğlu 7 Ekim 2020 tarihinde Fox TV’de yayınlanan ana haber bülteninde, altın madeni şirketinin tüm bölgeyi zehirleyen, halk sağlığını tehdit eden faaliyetlerini anlatmıştı. Bunun üzerine şirket, Cezayirlioğlu’na manevi tazminat davası açmıştı.
Ankara 33. Asliye Hukuk Mahkemesi Sedat Cezayirlioğlu’nu haklı görerek siyanürlü altın madeni şirketinin davasını reddettmişti. Ardından Ankara Bölge Adliye Mahkemesi de Cezayirlioğlu’nu haklı görerek eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğüne işaret edip red kararını onayladı.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesinin kararında şu ifadelere yer verildi:
“…….Somut olaya gelince; tüm dosya kapsamından, davalı Sedat Cezayiroğlu’nun 07/10/2020 tarihinde Fox TV ana haber bültenindeki röportajında Erzincan İliç ilçesinde bulunan altın madeninin, köyünde altın arama çıkarma faaliyetlerinin yöre halkı için olası zararları, altın arama yöntemi ve kullanılan malzemeler hakkında bilgi verdiği, kullanılan yöntemleri eleştirdiği, röportajın tamamı bir bütün halinde değerlendirildiğinde fikri bağlamından tamamen kopuk, alakasız açıklamalar olmadığı, söz konusu röportajdaki ifadelerin eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı; davalıların,
TV52 isimli kanalda 09/11/2020 tarihli röportajlarında röportaj bir bütün halinde değerlendirildiğinde köylerinde faaliyet gösteren altın madeninin faaliyetlerinin yöre halkı için olası zararları, altın arama yöntemi ve kullanılan malzemeler hakkında bilgi verdiği, yöntemleri eleştirdiği röportajın tamamı bir bütün halinde değerlendirildiğinde fikri bağlamından tamamen kopuk, alakasız açıklamalar olmadığı söz konusu röportajdaki ifadelerin eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, ilk derece mahkemesince de bu gerekçe ile davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.”
Cezayirlioğlu’nun avukatı İsmail Hakkı Atal, karara ilişkin yaptığı açıklamada “AKP iktidara gelene kadar 1923 ile 2002 arasında 79 yılda verilen maden ruhsat sayısı 1186 iken, MAPEG verilerine göre AKP iktidara geldikten sonra 2008 ile 2023 arasında 15 yılda 386 bin maden ruhsatı verilerek havamız -suyumuz -toprağımız zehirlenmektedir. Kanadalı -Amerikan Anagold gibi sömürgeci -emperyalist şirketlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin halk sağlığını çökerten saldırısıyla ( Sağlık Bakanlığı verilerine göre ) 2002 ile 2016 arasında erkeklerde kanser vakaları 12 kat, kadınlarda 7,8 kat artmış olup, AKP’li Sağlık Bakanı 2016’dan bu yana da kanser istatistiklerini saklamaktadır” dedi ve şunları aktardı:
“Doğayı ve halk sağlığını katleden sömürgeci şirketler, bunlara karşı mücadele eden Sedat Cezayirlioğlu gibi yurtseverlere tazminat davaları açarak susturmaya çalışsa da grip gibi her eve bulaşan kanser güneşin balçıkla sıvanmadığını gösteriyor. AKP’nin serbest bıraktığı emperyalist -kapitalist sömürgeci ve yerli işbirlikçi maden saldırısını önlemek, bizler için yaşama -varoluş mücadelesi ve ülkemizin beka sorunudur.”
Erzincan’da 21 Haziran’da bir siyanür sızıntısı yaşanmıştı. Kanada ve Çalık Holding ortaklığındaki Anagold Altın Madeni’nde siyanür solüsyon bulunan bir boruda yırtılma meydana gelmiş ve bölgeye 20 ton siyanür solüsyon dağılmıştı.
Yeşil Gazete’nin daha önce gündeme getirdiği üzere; söz konusu bölgeyle ilgili Türk Toraks Derneği ve Türk Tabipler Birliği tarafından yıllar önce raporlar yazılmış, siyanürlü liçlemenin tehlikelerine dikkat çekilmiş ve derhal durdurulması istenmişti.
2001’de sondaj çalışmalarına başlanan maden işletmesinde 2010’da siyanürle altın üretimine geçildi. 2019’da sodyum siyanür 11 bin tona, sülfürik asit üretimi 122 bin tona çıkarıldı. 2021’de yayınlanan raporda ise 18 adet tehlikeli maddeye yer verildi. Bunlar arasında solunum yollarına, sudaki organizmalara, ciddi yanıklara, aşındırıcı etkilere, cilt ve gözde aşırı tahrişlere neden olan sodyum siyanür, nitrik asit, bakır sülfat, sodyum hidrosülfit gibi tehlikeli maddeler de bulunuyor.
Çöpler Kompleks Madeni için ilk ÇED çalışmaları 2007-2008 tarihlerinde yürütülmüş ve hazırlanan ÇED raporuna, 16 Nisan 2008 tarihinde “ÇED Olumlu” kararı verilmişti.
Maden için 2008’de verilen ÇED Raporu kapsamında 18 yıl sürdürülmesi planlanan faaliyetlerde 100 milyon ton kaya (pasa) ve 52 milyon ton cevher çıkarılacağı belirtiliyordu. Ancak rakamlar zaman içerisinde arttı. 2014’teki ÇED raporunda pasa 173 milyon tona çıkarıldı. 2021’de ise rakamlar dört kata kadar arttı; pasa 420 milyon tona, cevher 85,3 milyon tona çıkarıldı.
‘Kesinlikle yasaklanmalı’
TTB’den 25 Mayıs 2021’de konuya ilişkin paylaşılan raporda “Siyanürlü madencilik faaliyeti dört ana aşamadan oluşur: Arama, sıyırma ve patlatma, öğütme ve siyanürleme, atıkların depolanması. Madenciliğin tüm bu aşamaları doğa ve insan sağlığı için farklı tehditler içerir. Biyolojik çeşitlilik, tatlı su varlığı ve insan sağlığını tehdit edecek derecede toksik bir kimyasal olan ‘siyanürlü liçleme kesinlikle yasaklanmalıdır” ifadelerine yer verilmişti.
Türk Toraks Derneği tarafından 24 Temmuz 2017’de bildirilen görüşte ise tesiste kullanılacak maddelerin hemen hepsinin insan sağlığı ve ekolojik yaşam açısından riskli olduğunun altı çizilmişti. Türk Toraks Derneği tarafından verilen görüşte “Bazıları (örneğin kuvars içeren kum) sadece çalışan sağlığı açısından risk oluşturmakta iken (silik, silikozise yol açmaktadır, kanserojen olduğu bilinmektedir); çoğu madde başta çalışan sağlığı olmak üzere, çevredeki insanlar, ekolojik yaşam üzerinde olumsuz etki potansiyeline sahiptirler” denildi.
İşletmenin çalışma süresince hiçbir risk olmayacağı varsayımında bulunması durumunda dahi maden işletmeciliği sona erdikten sonra bu atıkların ortadan kaldırılamadıkları için mevcut tehlikenin varlığını ilelebet süreceği söylenen görüşte, “Bölgenin Fırat Nehri‘ne yakınlığı göz önüne alındığında olası bir sızıntı, yıkım riskinin yol açabileceği çevresel bir felaketin ne boyutlara ulaşacağını öngörmek mümkün değildir” ifadelerine yer verildi son olarak şunlar aktarıldı:
Çevre sağlığı ve hava kirliliği bağlamında işletmede kullanılacak dizel yakıtların yaratacağı çevre kirliliğinin boyutunun da devama miktarlarda olduğu gözlemlenmektedir. Bölgenin aktif fay hatlarına ve Fırat Nehri’ni besleyen su kaynaklarına yakın olması nedeniyle oluşabilecek bir kaç/afet durumunda olumsuz etkilerin Fırat Nehri havzasındaki tüm coğrafyayı ve ekosistemini etkileyebilecek potansiyele sahip olduğu gözükmektedir.”
İTÜ’den Prof. Dr. İsmail Duman’ın ÇED raporuna ilişkin görüşü de diğer iki görüşle benzer nitelikte:
“Fare zehri olarak da bilinen Arsen’in akut etkisi, aşırı miktarda alındığında öldürücü olmasıdır. Kronik etkileri ise şöyledir: cilt kanseri, duyu bozukluğu, refleks kaybı ve depresyon, kansızlık, kalp yetmezliği, kan kanseri, lenf sistemi kanser, karaciğer tümörü, doğuştan sakatlıklar, gelişmesini tamamlamadan doğan bebekler, akciğer kanseri, böbrek yetmezliği ve akıl hastalıkları”
Öte yandan madende saatte 460,65 metreküp su kullanıldığı belirtiliyor. Tesis ayrıca büyük miktarlarda karbondioksit atmosfere salıyor. Raporda karbondioksit (CO2) miktarına ilişkin olarak şu ifadeler yer alıyor:
“Düşük pH seviyesinde cevherdeki karbonatlar asitle reaksiyona girerek CO2 açığa çıkarmaktadır. Asitlendirme prosesi ile büyük miktarlarda CO2 açığa çıkmakta ve böylece otoklavda daha az CO2 açığa çıkarak BO ünitesinde oksijen kullanımı verimini kuvvetlendirmektedir.”
Avrupa Birliği (AB) ekosistemleri tahrip eden ya da önemli ölçüde zarar veren eylemleri “ekokırım” kapsamında değerlendirmeye ve suç olarak tanımaya hazırlanıyor.
Geçen hafta kabul edilen yasa, 27 üyelisi olan bloğun mevcut çevre yasalarının kapsamlı bir şekilde elden geçirilmesinin bir parçası. Yasa, yasadışı ağaç kesimi, istilacı türlerin bir yere getirilmesi ve yasadışı yer altı suyu çekimi gibi önceden suç olarak tanınmayan dokuz durumu daha suç kapsamına alıyor.
Ekokırım suçu işleyen kişiler en az 10 yıl hapis cezasına, şirketler ise her bir suç için toplam gelirlerinin en az yüzde 5’ine ya da alternatif olarak 40 milyon euroya varan para cezalarına çarptırılabilecek.
Dünya Bankasına göre çevre suçları organize suç şebekelerine yüksek kazanç sağlıyor ve yılda 1 trilyon doların üzerinde bir maliyetle dünya çapında en fazla işlenen dört suç faaliyeti arasında yer alıyor.
Bu suçlar karbon depolama gibi ekosistem hizmetlerini bozarken, insan sağlığına zarar veriyor ve doğal kaynakları geri dönüşü olmayacak şekilde tüketebiliyor Yalnızca yasadışı yaban hayatı ticareti bile gergedanlar, kaplanlar ve filler gibi türleri yok olmanın eşiğine getirmiş durumda. Her 30 dakikada bir fil, fildişi için kaçak olarak avlanıyor.
Ekokırım yasasının 2024’ün başında kabul edilmesi bekleniyor
Yeni yasanın AB dilinde “direktif” olarak bilinen nihai metni henüz kamuya açık değil ancak AB ülkelerinin büyükelçileri taslak yasaları imzaladıktan sonra önümüzdeki haftalarda yayımlanacak.
Ardından Avrupa Parlamentosu (AP) ve AB Konseyinin metni resmen kabul etmesi gerekecek ki bu adımın önümüzdeki yılın başlarında atılması bekleniyor ve hukukçular 16 Kasım’da varılan siyasi anlaşmanın ardından buna artık kesin gözüyle bakıyor. Sonrasında, AB ülkelerinin hükümetlerinin yönerge doğrultusunda ulusal mevzuatı yürürlüğe koymak için iki yılları olacak.
Çevre suçlarının cezalandırılması yeni bir uygulama değil. Çoğu hükümet doğaya zarar veren faaliyetleri engellemek için idari ve cezai kanunlar uyguluyor. Avrupa Komisyonunun 2020 tarihli bir raporuna göre, yeni AB yasaları, sayılan dokuz eylemin suç olarak tanınmaması, yaptırımların yetersiz olması ve sınır ötesi işbirliğinin eksik olması nedeniyle büyük ölçüde etkisiz olan 2008 tarihli mevcut bir çevre suçları yönergesinin yerini alacak. Yeni direktif, hâkim, savcı ve polisler için daha iyi eğitim ve daha fazla kaynak sağlanmasına yönelik maddeler de içeriyor.
Yeni direktifte öne çıkan husus, “kayda değer büyüklükteki” veya değerdeki koruma altındaki alanları ya da ekosistemleri tahrip eden ya da bunlara “geri dönüşü olmayan ya da uzun süreli” “geniş çaplı ve önemli zararlar” veren eylemleri yasaklayan “ekokırım” hükmünün yer alması. Yasada “ekokırım” ifadesi açıkça geçmese de yasanın müzakerelerine katılan milletvekilleri, 2021’de Stop Ecocide Foundation’ın (Ekokırımı Durdurun Vakfı) bir araya getirdiği bir hukuk uzmanları paneli tarafından önerilen ekokırım tanımından yararlanıldığını belirtiyor.
AB’nin kapsamlı hükmü kapsamında eylemlerin suç sayılması için kasıtlı olarak mı işlenmesi gerektiği yoksa dikkatsizlik veya ihmalkarlığın da eylemlerin suç olarak tanınması için yeterli olup olmayacağı henüz belirsiz. Ayrıca sera gazlarının emisyonlarının, bu emisyonlardan sorumlu kişi veya kurumları yasa kapsamında suçlu konumuna getirip getirmeyeceği veya ne kadar emisyonun buna neden olacağı da belirsiz.
AB müzakerelerinde yer alan Avrupa Parlamentosunun Fransız üyesi Marie Toussaint, yeni kuralların petrol sızıntıları veya “sonsuz kimyasal” olarak bilinen PFAS’ın deşarjı gibi özellikle belirtilmeyen bir dizi eylemi kapsayabileceğini söyledi.
Artan çevresel düzenlemeleri eleştirenler, genellikle Avrupa Birliği gibi bir bölgede daha sıkı yasaların orada faaliyet gösteren şirketler için maliyetleri artıracağını ve zaman içinde bu şirketlerin faaliyetlerini daha gevşek yasaları olan yargı bölgelerine kaydırarak kirlilik için sıcak noktalar yaratacağını savunuyor. Kirlilik yasaklarını destekleyenler ise kuralların inovasyonu teşvik ettiğini ve bunun da sonuçta endüstriye ve topluma daha geniş çapta fayda sağladığını belirtiyor.
Avrupa ülkelerinin ekokırım hükmü aracılığıyla çok çeşitli davranışları cezai soruşturmaya ve kovuşturmaya tabi tutacak olması, madencilik ve diğer kaynak çıkarma gibi ekolojik açıdan riskli faaliyetler yürüten kişileri ve şirketleri tahribatı önleyecek tedbirleri artırmaya teşvik edecek.
Çevre suçlarını teşvik eden, yardım veya yataklık eden birey ve işletmeleri kapsayan yeni yasanın, ekokırım faaliyetlerine yönelik sigorta ve yatırımlar üzerinde de etkili olması bekleniyor.
End Ecocide Sweden‘ın (İsveç’te Ekokırımı Durdurun) kurucusu, uluslararası danışmanı ve yönetim kurulu üyesi Jonas Roupé, “Bu direktifin en büyük etkilerinden biri, ceza hukukunun gücünü ve gezegendeki faaliyetlerimiz üzerinde güncellemeye gidebileceğini göstermesidir. İktidardaki bireylerin umursaması için yasalara ihtiyacımız var” diye konuştu.
‘Ekokırımın suç olarak tanınması, kamuoyunun etik algısını yeniden şekillendirebilir’
Ekoloji savunucuları uzun süredir ekokırımın Uluslararası Ceza Mahkemesinin Roma Statüsünde yer almasını ve böylece mahkemenin yasadışı savaş, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve soykırımla birlikte beşinci suçu haline gelmesini savunuyor. Ekokırım yasasını destekleyenler, bu tür bir adımın hukuki etkilerinin ötesinde, etik davranışlara ilişkin kamuoyu algısını etkileyeceğini savunuyor.
Ecocide Law Alliance‘ın kurucularından Monica Schüldt, yeni AB direktifi ile çocukların fiziksel olarak cezalandırılmasını suç sayan yasalarla karşılaştırdı. İsveç 1979 yılında dünyada bunu yapan ilk ülke olmuş ve çocuklara yönelik aile içi şiddet olaylarında önemli bir düşüş yaşanmıştı.
Schüldt, çocuklara fiziksel şiddet uygulanmasını yasaklayan yasaya değinerek şunları söyledi:
Bu yasa yürürlüğe girdiğinde tartışmalı bir yasaydı çünkü insanlar ‘güç kullanamazsak nasıl sorumlu yetişkinler yetiştirebiliriz’ zihniyetine sahipti. Bugünlerde kimse bunun kabul edilebilir olduğunu hayal bile edemiyor ve bugün doğayla olan ilişkimize baktığımızda da bunu görüyoruz. Ekokırımın katalize edebileceği değerler ve davranışlardaki değişim de bu türden bir değişimdir.”
Ekokırımın suç kabul edilmesi fikrinin kökenleri ABD’nin Vietnam Savaşı sırasında portakal gazı kullanmasına kadar uzanıyor.
Sıkça tartışılan diğer ekokırım örnekleri arasında Amazon Yağmur Ormanlarının ormansızlaştırılması, Rusya‘nın Ukrayna‘daki Kakhova Barajını patlatması ve Deep Water Horizon petrol sızıntısı yer alıyor.
2017 yılında merhum İskoç avukat Polly Higgens ve Jojo Mehta, Stop Ecocide International‘ı (Uluslararası Ekokırımı Durdurun) kurarak ekokırımın uluslararası hukukta yer alması için dünya çapında bir kampanya başlattı.
Schüldt, “Bir sonraki adım çok açık,” dedi: “Ekokırımın küresel olarak yasaklanmasının zamanı geldi.”
Türkiye’de ise ekokırım yasasının çıkarılmasına yönelik yurttaşların kampanyası sürüyor. Kampanyayla ilgili bilgi için buraya tıklayınız.
Aydın‘ın Efeler İmamköy Mahallesi‘nde Kipaş Elektrik Üretim A.Ş. tarafından kurulan Jeotermal Enerji Santrali (JES) için Aydın Valiliği’nce 24 Temmuz 2014’te verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) “Gerekli Değildir” kararının son durağı olan AİHM‘den karar çıktı.
ÇED gereksiz kararının 2015 yılında öğrenilmesinin ardından Aydınİdare Mahkemesi’nde dava açılmış, bilirkişi heyeti keşfi de yapılmasına rağmen İdare Mahkemesi 26 Şubat 2016 tarihinde davanın zaman aşımı yönünden reddine karar vermişti. Bunun üzerine davayı açan beş yurttaş adına avukat Arif Ali Cangı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’e (AİHM) başvurmuştu.
Hükümetin itirazlarına ret
MA‘nın aktardığına göre, davacıların JES kuyularından olumsuz etkilendiklerinin kabul edilir olduğu vurgulanan AİHM kararından, hükümetin “İç hukuk yolları tüketilmedi” itirazını şu gerekçeyle reddetti:
“Mahkeme, idari yargıda açtıkları davanın İdare Mahkemesi tarafından süre aşımı nedeniyle reddedilmesinden sonra, başvurucuların, hem Danıştay önündeki temyiz yargılamasında hem de Anayasa Mahkemesi önündeki bireysel başvurucularında, mahkemenin süre sınırlamalarını şekilci bir şekilde yorumlaması nedeniyle mahkemeye erişimlerinin engellendiğini iddia ettiklerini kaydeder. Ancak temyiz başvuruları reddedilmiştir. Mahkeme, bu şekilde ulusal makamlara, ihlal edilen ihlali giderme fırsatı verildiği kanaatindedir. Buna göre, Hükümet’in iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin iddiası da reddedilmelidir.”
‘Süre sınırlamaları Sözleşme ihlaline yol açabilir’
“Süre sınırlamaları ilke olarak mahkemeye erişim konusunda meşru usuli sınırlamalar olsa da, ilgili pratik koşullar göz ardı edilerek yorumlanmaları Sözleşme’nin ihlaline yol açabilir. Mahkeme, yerel mahkemelerin, idari işlemin hukuki kesinliğini sağlamak amacıyla, valiliğin ÇED’e ilişkin kararı duyurma konusundaki yasal yükümlülüğünü yerine getirmemesi ile söz konusu faaliyete ilişkin dava açma süreleri arasında bir denge kurmadığını; usuli süre sınırı kurallarının özellikle katı bir şekilde uygulanmasıyla başvurucuların aşırı bir yüke katlanmak zorunda bırakıldığını gözlemlemektedir. Sonuç olarak, yerel mahkemelerin söz konusu süre sınırlamalarını katı bir şekilde yorumlaması, başvurucuların davanın esasına ilişkin tam bir inceleme yapmalarını engellemiştir. Dolayısıyla, yerel mahkemeler, başvuruculara orantısız bir yük yükleyerek, mahkemeye erişim haklarının özüne zarar vermişlerdir.”
AİHM bu gerekçelerle davanın kabul edilebilir olduğuna hükmederek, olayda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı”nın ihlal edildiğine karar verdi.
Davacı Çetin: Yeniden yargılama isteyeceğiz
Davacılardan Efkan Çetin, kararın kesinleşmesinden sonra, davanın reddine karar veren Aydın 2’nci idare Mahkemesine başvurarak yeniden yargılama yapılmasını isteyeceklerini belirtti. Faaliyete devam eden JES’in çevresel etkilerinin denetlenmesini sağlayacaklarını söyleyen Çetin, “Bu kararla Çevre Hukuku’na önemli bir içtihat kazandırdığımız düşünüyoruz. Bundan böyle yürütülen ÇED süreçleri ya da ÇED Gerekli Değildir kararı ve öncesi süreçlerin yörede yaşayan yurttaşların öğrenmesi sağlamak ve halkın itirazlarının alınmasında Çevre Bakanlığı ve Valiliklerin daha titiz davranmaları gerekecektir” diye konuştu.
Halkın bilgisi dışında ve kabul etmediği hiç bir projeye izin verilemeyeceğini kaydeden Çetin, “Yürüttüğümüz mücadele bugünkü ve gelecek kuşakların sağlıklı yaşama haklarını koruma mücadelesidir. Aydın’ın toprağını, havasını, ülkenin gıda deposu olan Aydın ovasını kirleten JES’ler ve diğer kirleticilere karşı toplumsal ve hukuksal mücadelemiz devam edecektir” dedi.
Yeni Zelanda‘da eski başbakan Jacinda Ardern döneminde getirilen “yeni nesillere sigara yasağı”, yeni sağcı hükümet tarafından kaldırılıyor. Ülkedeki sağlık uzmanları ve yetkililerinin karşı çıktığı karar, vergi kesintilerinden doğacak açığı kapatmak gerekçesiyle alındı.
İşçi Partili Ardern hükümetinin getirdiği yasak, önlenebilir ölümlerin ana sebebinin sigara olduğu ülkede ‘sigara içmeyen nesil’ yaratılmasını hedefliyordu. Buna göre, Ocak 2009’dan sonra doğanlara sigara satılması önümüzdeki yıldan itibaren – yani 14 yaşından sonra- tamamen yasaklanacak; tütün ürünlerinin satışı yüzde 90 oranında azaltılacak ve sigaradaki nikotin oranı da düşürülecekti. Uzmanlar, yasak sayesinde başta Māori nüfusu olmak üzere, her yıl yaklaşık 5 bin ölümün engellenebileceğini savunuyordu.
Halk sağlığı uzmanları yasağın kaldırılmasının kendilerini şoke ettiğini söyledi.
Yeni Zelanda’da 14 Ekim’de yapılan genel seçimde muhalefetteki merkez sağ Ulusal Parti yüzde 38,06 oy alarak birinci çıkmış, 6 yıldır iktidarda bulunan İşçi Partisi ise yüzde 26,91’lik oyla ikinci olmuştu. Seçim sonuçlarına göre Ulusal Parti lideri Christopher Luxon‘ın, Başbakanlık görevine getirilmesine karar verildi. NZ First Partisi (Önce Yeni Zelanda) lideri Winston Peters ve ACT New Zealand Partisi lideri David Seymour‘ın ise Başbakan Yardımcılığı görevini 1,5 yıllık sürelerle sırayla üstlenmesi kararlaştırıldı.
NZ First Partisi’nin kaldırılması için ısrarlı olduğu belirtilen yasak, sigara şirketleri ve tütün ürünü satan dükkanların sahiplerinden büyük tepki toplamış; muhafazakâr vekiller de, yasak nedeniyle sigara satışının karaborsaya düşeceğini söylemişti.
Geri çekilme nedeni vergi kesintisi
Merkez sağcı Ulusal Parti‘nin iki sağ partiyle 14 Ekim’den sonra kurduğu kurduğu koalisyonun ilk icraatlarından biriyse bu yasağı geri çekmek oldu. Yeni hükümetin maliye bakanı Nicola Willis, nikotin oranının düşürülmesi, bir nesle sigara satışının yasaklanması ve sigara satılabilen noktaların azaltılması dahil, yeni yasanın geri çekileceğini açıkladı.
Ulusal Parti hükümeti, ciddi oranda vergi kesintisi vaadiyle seçilmişti.
Sigara yasağının kaldırılması ile elde edilecek gelirin, vergi kesintilerinin yol açacağı açığı kapatacağını savunan Willis, tütün ürünleri satabilen dükkanların sayısının azaltılmasının ve diğer önlemlerin hükümet gelirlerinin ciddi ölçüde azaltacağını belirterek, “Bu ilave gelir kaynaklarına ve diğer tasarruf alanlarına geri dönmek, vergi kesintisini fonlamamıza yardımcı olacak” dedi.
Yeni maliye bakanı, bir nesle sigarayı yasaklamanın, 1 milyar dolar gelir kaybına yol açacağını söyledi.
Türkiye’de zeytinlerin yasal koruyucusu olan Zeytincilik Kanunu, 26 Kasım Dünya Zeytin Ağacı Günü’nde de uygulanmadı. Muğla’nın Milas ilçesi İkizköy mahallesinde 24-30 Temmuz’da yapılan kesimin ardından zeytinliklere ve yerleşim alanlarına çok yakın mesafede aralıksız bir şekilde dinamit patlamalarına başlandı. Tüm tepkilere rağmen maden çalışmaları devam ediyor. Akbelen direnişçileri yurttaşları dayanışmaya çağırıyor.
İkizköy’de 24 Kasım’da Selen Çatalyürekli tarafından kaydedilen, zeytin hasadının üstüne bir kara bulut gibi düşen dinamit patlatmaları görüntülere böyle yansıyor:
İkizköy Çevre Komitesi üyesi yurttaşlar, patlama anlarını şöyle dile getiriyor:
“Siren seslerin ardından patlamalar başlıyor. Tozun dumana karıştığı o alan, bu yılın Temmuz ayına kadar Akbelen Ormanı’ydı. Şu anda dinamitlerle ve iş makineleriyle yerleşim yerlerinin ve zeytinliklerin hemen yanında ormandan kalan son toprak da gece gündüz hızla yok ediliyor. Son bir haftadır devam eden patlatmalarda yaklaşık bir seferde 10-11 dinamit patlatılıyor. Tüm dünyanın ölmez ağaç olarak da anılan zeytin ağaçlarının önemini vurguladığı Dünya Zeytin Ağacı Günü’nde ne yazık ki Türkiye’de zeytin kanunu çiğneniyor, ormanın ardından şimdi de zeytinlikler hiçe sayılıyor.”
“Biz her şeye rağmen üretmeye, zeytinlerimizi yaşatmaya ve korumaya devam edeceğiz. Akbelen’den, yaşam alanlarımızdan ve de zeytinlerimizden vazgeçmiyoruz. Zeytin için adalet, Akbelen için adalet!” diyen ve Zeytin Ağacı Günü’nde bir araya gelecek olan köylü kadınlar, zeytin hasadının ardından hep birlikte zeytinlerini kurup bu günü dayanışma içinde kutladı.
“Akbelen’den Vazgeçmiyoruz,” diyen İkizköy Çevre Komitesi,change.org/ikizkoydireniyor adresinde imza kampanyalarına destek bekliyor.
Yüzlerce iklim aktivisti kömür ticaretini sekteye uğratmak için Avustralya‘nın Newcastle kentinin limanını kanolarla ve yüzerek ‘işgal etti’ ve dünyanın en büyük kömür limanındaki gemi trafiğini iki günlüğüne durdurdu.
İklim değişikliği konusunda adım atılmamasını protesto etmek üzere bir araya gelen eylemcilerden 109’u gözaltına alındı.
Eylemi organize eden Rising Tide (Yükselen Gelgit) adlı oluşum, eylemle yarım milyon tondan fazla kömürün ülkeden çıkışını engellediklerini bildirdi.
Avustralya dünyanın en büyük ikinci kömür ihracatçısı ve kendi elektrik ihtiyacını da fosil yakıtlardan karşılıyor. Sydney‘e yaklaşık 170 kilometre mesafedeki Newcastle limanı, ülkenin kömür sevkiyatındaki en önemli liman.
Fotoğraf: @RisingTideAus / X
Gözaltındaki 97 yaşındaki aktivist: Torunlarım için yapıyorum
Avustralya’nın dört bir yanından gelen yaklaşık 3 bin kişinin 30 saatlik eylemine polis de izin vermişti. Ancak eylemin resmi bitiş saatinin ardından suda kalmayı sürdüren 109 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan beşi 18 yaşının altında olduğu için salıverildi.
BBC‘nin aktardığına göreNew South Wales eyaletinin polisi, 104 kişiye “limanın gemi kanalını terk etmeme” suçlaması yöneltildiğini açıkladı.
Gözaltına alınanlardan biri olan 97 yaşındaki Alan Stuart, “Bunu torunlarım ve gelecek kuşaklar için yapıyorum. Bizim eylemsizliğimizin sonuçlarını yaşamak zorunda kalacakları için çok üzgünüm” diye konuştu.
The right to peaceful protest belongs to all of us, not just citizens, all of us.
Rising Tide, eylemin Avustralya tarihinde iklimle alakalı en büyük sivil itaatsizlik eylemi olduğunu savundu.
Her yıl iklim değişikliğini ele almak için küresel bir yol haritası ve politika geliştirilmesi amacıyla düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi (COP28), 30 Kasım’da Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE) Dubai kentinde başlayacak.
Rising Tide Avustralya hükümetinden kömür ticaretine vergiler getirmesini ve tüm yeni fosil yakıt projelerini iptal etmesini talep ediyor.
Fotoğraf: @DrBreaky / X
Avustralya iklim değişikliği konusunda “çok ağır” hareket eden ülkelerden biri olarak kabul ediliyor ancak Başbakan Anthony Albanese 2022’de göreve geldiğinde, karbon emisyonlarını azaltmak için süren küresel çabaya katılma sözü vermişti.
Albanese’nin hükümeti, daha önceden konulmuş olan, 2030’a kadar karbon emisyonlarını yüzde 26-28 azaltma hedefini, yüzde 43’e yükseltti.
Aradaki fark, Avustralya’nın ulaşım ya da tarım sektörünün neden olduğu karbon salımına denk geliyor.
Ancak hükümet tüm yeni fosil yakıt projelerini feshetmeye yanaşmıyor. Mayıstan bu yana dört yeni kömür madeni projesine yeşil ışık veren Avustralya hükümetinin önünde onay bekleyen 25 proje daha var.
Çanakkale‘nin Bayramiç ilçesine bağlı Dağahmetçe köyünde yapılmak istenen rüzgar enerjisi santrali (RES) projesi için dün (25 Kasım) “Halkın Katılımı Toplantısı” gerçekleştirildi.
Saat 11.00’de düzenlenen toplantıya, Dağahmetçe köylüleri, Alakeçi köylüleri, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği üye ve gönüllüleri, Küçükkuyu Emeklisen üyeleri ve diğer civar köylerden vatandaşlar ve muhtarlar katıldı.
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından yapılan basın açıklamasına göre, toplantı sırasında geniş çaplı güvenlik önlemleri alındı ve sunum masası ile köylüler arasına bariyerler yerleştirildi.
RES projesini yapmak isteyen Daven Enerji Yatırımları Sanayi ve Ticaret A.Ş.‘nin sunumu sırasında projeye ilişkin birçok konunun net olmadığı ortaya çıktı ve projenin duruma göre değişip şekilleneceği belirtildi.
Bunun üzerine söz alan köylüler ve dernek temsilcileri itirazlarını ve tepkilerini dile getirdi. Derneğin aktardığına göre toplantı, şirketin bilgilendirmesinden çok, köylüler ve Dernek temsilcilerinin şirketi ve kamuyu bilgilendirmesi şeklinde gerçekleşti.
‘Halk, Dağahmetçe’de RES istemiyor’
Olumsuz hava koşullarına ve yağmura rağmen çok sayıda köylü alandan ayrılmayarak sözünü söyledi. Dağahmetçe köylüsü kadınları, tarım ve hayvancılıkla geçindiklerini, tarım arazilerinin zarar görmesini istemediklerini, cennet olan köylerinin cehenneme çevrilmesine müsaade etmeyeceklerini, köylerinde mutlu, sağlıklı yaşamak istediklerini anlattı.
Dağahmetçe köyü muhtarı Sebahattin Kaya da köylünün istemediği ve itiraz ettiği, köye ve köylüye hiçbir yararı olmayan bu projeyi kendisinin de istemediğini söyledi.
Alakeçi köylüsü Mehmet Ali Yüksel büyük şehirlerden köye yerleşen yeni bir köylü olarak, bu güzel köylerde ekoturizm, agroturizm, doğa sporları ile aromatik bitki yetiştiriciliği yapmak istediklerini dile getirdi.
‘RES alanı, maden alanıyla çakışıyor’
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu üyesi Esenay Hacıosmanoğlu, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Başvuru dosyasının oldukça eksik ve yetersiz olduğunu dile getirdi.
Hacıosmanoğlu aynı zamanda Kısacık Altın Madeni ile Dağahmetçe RES projesinin alanlarında çakışma olduğuna dikkati çekti ve alanların çakışmasının başvuru aşamasında belli olduğu halde bu bilginin halka aktarılmadığını vurguladı. Bu bilginin ÇED başvuru dosyasında da yer almadığını ifade eden Hacıosmanoğlu, Dağahmetçe köyünün tamamen santral alanı içinde kaldığını hatırlattı.
Proje bütününe yönelik mülkiyet durumunun tespitinin dosyada yer almadığını ve dosyada proje ile ilgili detayların olmadığını aktaran Esenay Hacıosmanoğlu, kümülatif etki değerlendirmesinde yalnızca yakındaki bazı RES projelerinin dikkate alındığını ve bölgedeki maden projelerinin ve taş ocaklarının hesaba katılmadığını belirtti.
‘RES projesi, halkın geçim kaynaklarını tehdit ediyor’
Daha sonra söz alan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu üyesi Seyhan Yüksek, projenin köylünün tarım arazisinin, merasının, ormanının ve ceviz bahçesinin içinde planlandığını dile getirdi. Yüksek, türbinlerin kuş ve yarasa ölümlerine sebep olduğunu, proje gerçekleşirse tarım arazilerinin değerinin düşeceğini ve kurulacak santralin köylüye ve kamuya hiçbir yararının olmadığını ifade ederek projenin iptal edilmesini ve şirkete iadesini istedi.
Köylüler ve yaşam savunucuları doğasına, toprağına, havasına sahip çıkarak “Dağatmetçe RES projesine ‘hayır’ dedi.
Dernek, “Sonucun köyden, köylüden ve yaşamdan yana olmasını umut ediyoruz” diye ekledi.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un 9 Kasım’da yürürlüğe girmesinin ardından ilk rezerv yapı alanı ilanı yapıldı.
Hatay’ın Antakya ve Defne ilçelerinde 207 hektarlık büyüklüğe sahip alan, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bağlı Kentsel Dönüşüm Başkanlığı tarafından rezerv yapı alanı olarak belirlendi.
Artı Gerçek‘in aktardığına göre, Hatay Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Ecevit Alkan, 50 bin insanın mülksüzleştirme ile karşı karşıya kaldığını belirterek, dava açmaya hazırlandığını ifade etti.
Mülkiyet hakkı tartışmalarına neden olan ve kamuoyunda ‘afet yasası’ olarak bilinen 6306 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinin ardından, meslek ve demokratik kitle örgütleri tepki göstermişti. Yasada yapılan değişikliklerle birlikte mümkün olan en kısa sürede “riskli” bölgelerin dönüştürülmesinin önünün açıldığı belirtiliyordu. Ancak bahse konu yasa, uzmanlar tarafından mülksüzleştirme aracı olarak kullanılacağı eleştirilerine neden oldu.
Yasanın yürürlüğe girmesinin üzerinden iki hafta geçtikten sonra Hatay’da 28 mahalle ve 207 hektarlık bölge rezerv yapı alanı ilan edildi. Ancak bu bölgede hala yaşayan insanlar var.
Hatay Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Ecevit Alkan, yasayla birlikte Türkiye’de ilk defa bir bölgenin rezerv yapı alanı ilan edildiğini söyleyerek, “Bu alan Defne ve Hatay’ın mahallelerini kapsıyor. Bu bölgede yaklaşık 50 bin insan mülksüzleşmeyle karşı karşıya kalacak” dedi.
Avukat Alkan, bölgenin çeşitliliğine dikkat çekerek, içerisinde sağlam kalan binalarla birlikte yıkılan binaların, kamusal ve yeşil alanların olduğunu kaydetti.
Alkan, şöyle konuştu:
“Bu alanların tümü rezerv alan oldu. Önceki kanunda rezerv alan arsa üretmek için ilan ediliyordu. Şimdi mülkiyetin özüne dokunacaklar. Bir kısım mülkler hazineye geçecek. Sosyal ve siyasal bütün haklara saldırı yapılıyor. Ve insanlara haber verilmedi. İnsanların bunu bilmeye hakkı vardı. Tepeden inme bir anlayış var. Sağlam yapınız bile varsa el koyacaklar, kamulaştırma bedeli dahi ödemeyecekler. Bizimle iletişim kurmuyorlar. İnsanlara ne olacağını söylemiyorlar bile. ‘Ben yaptım oldu’ kafası var.”
İnsanların mülklerine ve geleceklerine dair bir fikirlerinin olmadığını da anlatan Alkan, yalnızca muhtarlarla bir toplantı yapıldığını belirterek bölgede panik ve endişe uyandığını söyledi.
Alkan, Hatay’ın bir deney bölgesine dönüştürüldüğünü sözlerine ekleyerek şunları söyledi:
“Hatay Barosu olarak afet olduğundan beri her davayla ilgileniyoruz. Deprem bölgesi bir deney bölgesine çevrilmiş durumda. Bütün Türkiye’ye yayılacak bir uygulama var. Herkesten destek bekliyoruz. Buradaki mücadelenin başarıya ulaşması emsal teşkil edecek, her türlü başarısızlık da emsal teşkil edecek. 200 hektardan fazla bir alandan bahsediyoruz. Benim sayabildiğim 28 mahalle var. İnsanlar depremden sonra yeni hayata uyum göstermeye çalışıyorlardı. Okullar devam ediyor, insanlar konteynırlarda yaşıyor. En büyük sorun dediğim gibi bilgi verilmemesi. Korku ve endişeye neden oluyorlar. Biz de dava açmak için hazırlıklara başlıyoruz.”
Dün (25 Kasım) Muğla‘nın Dalaman ilçesinde çıkan hortum evlerin çatılarını uçurdu, elektrik direkleri ve ağaçları devirdi. Hortum çevredekiler tarafından cep telefonuyla görüntülendi.
DHA‘nın aktardığına göre, Meteoroloji 4’üncü Bölge Müdürlüğü Bölge Tahmin ve Uyarı Merkezinin kıyı kesimlerinde oluşabilecek olumsuz hava koşullarına karşı önlem alınması uyarısının ardından dün Dalaman ilçesi Cengiz Topel Caddesinde sabah saatlerinde fırtına etkili oldu.
Fırtınayla ile birlikte oluşan hortum bazı evlerin çatılarını uçururken, elektrik direkleri ve ağaçları da devirdi.etkili kurumların bölgede hasar tespit çalışmaları sürüyor.
Hortum nedeniyle can kaybı veya yaralanma bildirilmedi.
Hortum coğrafyası iklim değişikliğine bağlı olarak genişliyor
Hortumların oluşumu, büyük ölçüde atmosferik olaylarla bağlantılı. Son 20 yıla kadar dünyada ağırlıkla Meksika Körfezi ile ABD’nin güneyinden orta bölümüne kadar olan alanlarda yayılan hortum coğrafyası, küresel iklim değişikliğine bağlı olarak giderek genişliyor.
İklim modelleme çalışmaları, yüzey ve atmosfer sıcaklıkları, buharlaşma ve atmosferdeki su buharı içeriğinin artmasının hortum oluşum sıklığını ve şiddetini artıracağını gösteriyor.
Son 10 yıllık dönemde Türkiye’de hortum olaylarının sıklığında önceki yıllara göre belirgin bir artış söz konusu. Daha önce hiç hortum olayı kaydı olmayan Doğu Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu bölümlerinde de artık hortum olaylarının oluşuyor.
Boğaziçi Üniversitesiİklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (İklimBu) Yönetim Kurulu Üyesi ve Yeşil Gazete yazarı Prof. Dr. Murat Türkeş, geçen yıl Türkiye’de 30 sene önce rastgele görülen hortum olaylarının arttığına dikkati çekerek şunları söylemişti:
“Daha çok Akdeniz’de Antalya ve İskenderun körfezlerinde görülüyordu. Son 20 yılda hortum olaylarının sayısında ve alansal dağılışında ciddi bir artış gözlendi. Artık Türkiye’nin bütün kıyı bölgelerinde, özellikle Marmara Denizi çevresi, Batı Karadeniz, Doğu Karadeniz, Güney Batı Anadolu kıyıları, İzmir yöresi, Edremit Körfezi, en sık olarak Batı Akdeniz‘de Antalya Körfezi ve Doğu Akdeniz‘de İskenderun Körfeziçevresinde hortum olaylarının sayısında belli bir artış var. Giderek hortum klimatolojisi oluşuyor.”
Rize’de, yıllardır devam eden ve şehrin doğal dokusuna büyük zarar veren hidroelektrik santrali (HES) projesi çeşitli politik kitlelerden de yankı buldu. Kentin İkizdere ilçesine bağlı Dereköy mevkisinde yapılması planlanan HES projesine karşı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Rize İl Başkanı Hikmet Ayar, parti teşkilatı ile birlikte bölgede basın açıklaması yaptı.
DHA‘nın aktardığına göre, Rize AKP İl Başkanı Ayar, 28 Kasım’da kentte yapılacak ‘Çevresel Değerlendirme’ toplantısının önemli olduğunu belirterek, “Bu alanlarda yapılacak HES projelerinin fayda maliyet analizlerine bakıldığında o günün şartlarına göre gerçekliliği ortadan kalkmıştır” diye konuştu.
Hikmet Ayar, “Neticede yola çıkılmış, süreci doğru yönetmek durumundayız. 28 Kasım bir çevresel değerlendirme toplantısı yapılacak. Halkın toplantıya katılımın, stratejik olarak gerektiğini biliyoruz. Birilerinin o toplantının yapılmaması yönünde yapacakları faaliyetlerine de müsaade etmeyelim. O toplantı yapılacak ki, o toplantıda olumsuzluklar kayda alınacak. Kayda alınmalar yargı sürecinde elimizi güçlendirecektir” diye ekledi.
‘Halka rağmen iş yapılamaz’
Bölgedeki halkın ve tüm paydaşların aynı fikirde olduğunu dile getiren Ayar, “Gelişen ve değişen şartlarda ‘biz zararın neresinde dönersek kardır’ misali, bu projenin yapılmamasını düşünüyoruz. Sadece AK Parti değil, bu bölgenin tamamı, diğer partileri yöneticileri de aynı düşünüyor. Çünkü halka rağmen iş yapılamaz. AK Parti’yi AK Parti yapan en büyük faktörlerden biri zaten budur. Halk ne diyorsa onu planlayan bir partiyiz” ifadelerini kullandı.
Projenin, 12 kilometre bir tünel ve o tünelden çıkan tüm malzemelerin döküleceği alanların tamamını işgal ederek yok edeceğini aktaran Ayar, bunun turizm destinasyonu olması gereken alanların yok edilmesi anlamına geldiğini belirtti.
Ayar, şöyle konuştu:
“Bütün bunlara baktığımız zaman halkın da talepleri bu yöndedir. Diğer siyasi partilerle de temasımız var. Onlar da halk da aynı düşüncede. O zaman ‘bu proje olmayacak’ diyoruz. Halkımız rahat olsun. Bunu istismar etmeye kalkanlara fırsat vermemesi gerektiğinin altını çiziyorum. Çünkü onların amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Biz bağcıyı da dövdürmeyiz, üzümü de yeriz’ diyoruz.”