Ana Sayfa Blog Sayfa 248

2023’te en az 315 kadın öldürüldü, 248 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2023 yılına ait veri raporunu açıkladı.

2008 yılından itibaren kadın cinayeti verisini kayıt altına alan kuruluş, İstanbul Sözleşmesi’ne imzanın atıldığı 2011 yılının, 15 yıl sürede kadın cinayetlerinin azaldığı tek yıl olduğuna dikkat çekti.

İstanbul Sözleşmesi hakkında tartışmalar başladığından bu yana kadın cinayetleri ve şüpheli ölümlerde yükselme oldu.

Sözleşmeden imza çeken Türkiye’de, 2023 yılında da kadın cinayetleri ve şüpheli kadın ölümlerinde büyük bir artış meydana geldi.

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

Kadınlar en çok evlerinde öldürüldü

2023 yılında öldürülen kadınlardan yüzde 65’inin evlerinde öldürüldüğü açıklandı. Bireylerin kendini en çok güvende hissetmesi gereken yer olan evlerin 205 kadına mezar olduğunu vurgulayan platform, ”Toplumun temel yapı taşı olarak gösterilen aileler, birçok kadının hayatına mal oluyor. Geçtiğimiz aylarda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı‘nın belirttiği esnek çalışma modeli, kadınların üzerindeki bakım emeği yükünü artırırken aynı zamanda kadınları, yıllardır açıkladığımız verilerde açıkça ortada olan, en güvensiz oldukları alana evlere hapsediyor” dedi.

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

Yüzde 31’i bir kesici aletle bıçaklanarak, yüzde 55’i bir ateşli silahla

2023 yılında öldürülen kadınların yüzde 31’i bir kesici aletle bıçaklanarak öldürülğünü, yüzde 55’inse bir ateşli silahla vurularak öldürüldüğünü belirtildi.

2022 yılında da olan kadın cinayetlerinin yüzde 60’ının ateşli silahlarla olması Türkiye’deki bireysel silahlanma hakkındaki yasal düzenlemelerin ne kadar ihmalkar olduğunu ifade eden platform, ruhsatsız ateşli silahlara erişimin kolaylığı ve denetimlerin eksikliğinin bedelini kadınlar yaşam özgürlükleriyle ödediğini bildirdi.

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

‘Kadınların yaklaşık yüzde 70’i hayatlarına dair karar aldıkları için öldürülüyor’

Kadınların hayatlarını kaybetmesine sebep olan şiddet olaylarında nedenleri ve failin kimliği açığa çıkarılmadıkça, suçluların hesap vermesi ve toplumun önleyici önlemler alması engelleneceği vurgulandı.

Bu yıl öldürülen kadınların yüzde 58’inin hangi bahaneyle öldürüldüğünün tespit edilemediği, bahanesi bilinen kadın cinayetleri arasında ise kadınların yaklaşık yüzde 70’i hayatlarına dair karar aldıkları için erkekler tarafından öldürüldüğünü açıklayan platform şunlara dikkat çekti:

Bu demek oluyor ki kadınlar en çok ayrılık, boşanma vb. gibi kendi özgür iradeleriyle hayatlarına dair aldıkları kararlar nedeniyle ölüme sürükleniyor.”

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

 En çok evli olduğu erkek tarafından öldürüldü

Bu yıl öldürülen kadınların yüzde 41’i evli olduğu erkek tarafından öldürüldüğü, evli olduğu erkek tarafından öldürülen 30 kadının fail ile boşanma aşamasında olduğu belirtildi.

En temel insan haklarından biri olan özgürlüğü ve güvenliği için mücadele eden kadınların, boşanmak istediklerinde karşılaştıkları şiddetin pençesinde hayatlarını kaybettiğine dikkat çeken kuruluş, kadınlar için boşanma kararı almanın zor olduğu Türkiye’de, nafaka hakkının tartışmaya açıldığını şu sözlerle ifade etti:

”Bu alanda en yetkili makam olan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı göreve ilk geldiğinde ‘Nafaka erkekleri mağdur ediyor’ diye açıklama yapabiliyor. Ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırmak, kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesi ve toplumsal refahın artırılması devletin öncelikleri arasındayken yetkililer nafaka hakkını tartışmaya açıyor. Kadınları yoksullukla şiddet arasında bir seçim yapmak zorunda bırakıyorlar.”

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

‘Genç kadınların yüzde 39’u hayatlarına dair karar aldıkları için öldürüldü’

Embriyodan cenine, bebekten çocuğa, erişkinden yaşlıya kadar tüm kadın cinsiyetteki bireylerin sadece cinsiyetlerinden dolayı ya da toplumsal cinsiyet kimliği algısına aykırı eylemleri bahane edilerek, bir erkek tarafından öldürülmesi ya da intihara zorlanmasını kadın cinayeti olarak değerlendirildi.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, bu yıl ki verilerinin Türkiye’de kadınların yaşları fark etmeksizin erkekler tarafından toplumsal cinsiyet kalıplarına zorlandığı ve bu bahanelerle öldürüldüğünü gösterdiğini açıkladı:

”Bu yıl öldürülen kadınların yüzde 35’i 19-35 yaş arası genç kadınlar. Genç kadınlar ayrılmak istediklerinde, çalışmak istediklerinde, hayatlarına dair karar almak istediklerinde ölümle karşılaşıyorlar. Öldürülen genç kadınların yüzde 39’u hayatlarına dair karar aldıkları için öldürüldü.”

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

‘Cezasızlık sistemi suçlulara tekrar suç işleme cesareti veriyor’

Cezasızlık kararlarının, suçlulara tekrar suç işleme cesareti verdiğini, 2023 yılında yaşanan kadın cinayetlerinden yüzde 10’unda  faillerin adli sicil kayıtlarının olduğunu ifade edildi:

”Ne demek bu? Bu cinayetlerin başka bir suçtan suç kaydı olan, hüküm giymiş olan, cezaevinden izinli çıkmış olan failler tarafından gerçekleştirilmesi demek. Bu yıl eylül ayında öldürülen Damla Dakım, ‘Kasten öldürmeye teşebbüs’ suçundan hükümlü olduğu açık cezaevinden izinli çıkan Neşet Güneş tarafından öldürüldü. 15 yıl önce kadın cinayeti işlemiş bir fail 7 yıl tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Fail bu sefer evli olduğu Özlem Küçükyılmaz’ı ve annesi Nezife Çetingök’ü öldürdü. Fatoş Çetin’i bıçakladığı için cezaevine giren fail Mehmet Dinç, 4 ay sonra tahliye olup Fatoş Çetin’i bıçaklayarak öldürdü. Eylemsizlik ve indirimlerle dolu bir adalet sisteminden vazgeçilmeli ve kadınların korunduğu mekanizmalar etkin bir şekilde yürütülmelidir. Cezasızlık devam ettikçe, koruyucu ve önleyici tedbirler uygulanmadıkça kadın cinayetleri artmaya devam ediyor.”

Kadınlar koruma kararına rağmen öldürüldü

Devlet tarafından verilen ve uygulanması gereken koruma tedbir kararlarının kadınlar için can simiti olduğunu, ancak 28 kadının koruma kararlarına rağmen kararlar uygulanmadığı için öldürüldüğü ifade etti. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun veya 6284 Sayılı Kanun uygulanmadığı için kadınların öldürüldüğünü belirten platform şu şekilde açıkladı:

”İlgili kolluk kuvveti soruşturma geçirdi mi? 6284 uygulanmıyor, kadınlar öldürülüyor.  Öldürülen 291 kadının tedbir kararı durumu tespit edilemiyor. Bu kadınların tedbir kararı alabilecekleri kurumlara erişebilirliklerinde bir aksaklık olduğunu gösteriyor. Baskıdan, korkudan kolluk kuvvetine gidemiyorlar ya da karakollardan geri gönderiliyorlar. Diğer bir durum ise; kadınların tedbir kararı olup olmadığı bilinmiyor, gizleniyor. Bu bilgi devletin görevini yapmadığını saklamak için mi gizleniyor?”

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

2023 yılı toplam 315 kadın cinayetinin 62’sinde kadınlar yakınlarıyla birlikte hedef alındı. Şüpheli ölümlerin yüzde 19’u ise yüksekten düşme şeklinde gerçekleşti. Bunların 41’inde kadınlarla birlikte yakınları da öldürülürken; 21 olayda da kadınların yakınları yaralandı.

315 kadının 162’sinin çocuğu vardı, 3’ü hamileydi. 134 kadının ise çocuk sahibi olup olmadığı tespit edilemedi.

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

 

315 kadının 155’i evli, 72’si bekardı. 88 kadının ise medeni haline dair bilgi tespit edilemedi.

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

 

Kadınların yüzde 17’sinin bir işyerinde çalıştığı bilinmiyor.

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

 

İllere göre 2023 yılı kadın cinayetleri verileri ise şöyle:

Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu
2023’te kadınlar en çok İstanbul’da öldürüldü.
Grafik: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu

İnsanlar bin 400 kuş türünü yok etti

Yakın zamanda yapılan bir araştırma , insanların yaklaşık 1.400 kuş türünü yok ettiğini ortaya çıkardı; bu rakam önceden düşünülenin iki katı..

Birleşik Krallık Ekoloji ve Hidroloji Merkezi‘ne (UKCEH) göre bu, modern insanlık tarihi boyunca türlerin dokuzda birinin veya yüzde 12’sinin kaybolmasına denk geliyor. Ormansızlaşma, aşırı avlanma ve istilacı türlerin ortaya çıkışı, yaklaşık 130.000 yıl önceki Geç Pleistosen döneminden bu yana insanlar tarafından ortaya çıkan başlıca tehditlerden bazıları.

Çalışmanın baş yazarı, UKCEH’de ekolojik modelci olan Dr. Rob Cooke, “İnsanlar, habitat kaybı, aşırı tüketim ve kuş yuvalarına saldıran ve yiyecek için onlarla rekabet eden fareler, domuzlar ve köpeklerin ortaya çıkması yoluyla kuş popülasyonlarını hızla yok etti” diyor.

Geçtiğimiz yüzyılda iklim değişikliği, yoğun tarım ve kirlilik bu tehdidi daha da artırdı.

[22 Mayıs Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü] İnsan faaliyetleri, biyoçeşitlilik üzerindeki en büyük tehdit
Bu yazı karakteri, hayvanların nesli tükendikçe siliniyor
Nesli tükenmekte olan kuşların seslerinden yapılan albüm ünlü şarkıcıları geride bıraktı
Nesli tükenmek üzere olan Afrika penguenlerine bir tehdit de yakıt ikmali yapan gemilerden

Biyolojik çeşitlilik krizi açısından ‘büyük etkileri’ var

Euronews‘in aktardığına göre, araştırmacılar, Yeni Zelanda‘yı bir vaka çalışması olarak kullanarak, keşfedilmemiş yok oluşları tahmin etmek için bilinen kuş yok oluşlarına dayanan istatistiksel modelleme kullandı. Bu ülke, kuşların iyi korunmuş kalıntıları sayesinde, dünyada insan öncesi kuş faunasının tamamen bilindiği düşünülen tek yer.

Cooke, “Birçok türün yazılı kayıtlardan önce neslinin tükendiğini ve tarihte hiç bir iz bırakmadığını” söyledi.

Göteborg Üniversitesi‘nden çalışmanın ortak yazarı Dr. Søren Faurbyre  bunun “mevcut biyolojik çeşitlilik krizinin en önemli sonuçları olduğuna” dikkat çekti:  “Dünya sadece çok sayıda büyüleyici kuşu değil, aynı zamanda tohum dağıtma ve tozlaşma gibi temel işlevleri de içeren çeşitli ekolojik rollerini de kaybetmiş olabilir. Bunun ekosistemler üzerinde art arda zararlı etkileri olacak, dolayısıyla kuşların yok olmasına ek olarak , hayatta kalmak için bu türlere bağımlı olan birçok bitki ve hayvanı da kaybetmiş olacağız.”

Dodo, Büyük Auk, Dev İbibik artık yok

Nature Communications dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, Geç Pleistosen çağından bu yana nesli tükenmeye yüz tutmuş bilinen 640 kuş türü var ve bunların yüzde 90’ı insanların yaşadığı adalarda bulunuyor. Ayrıca  790 bilinmeyen türün daha onlara katıldığı tahmin ediliyor. Cooke’a göre bunlardan yalnızca 50 kadarı doğal yollarla yok olmuş olabilir.

Araştırma, 14. yüzyılda insanların Hawaii ve Cook Adaları gibi Doğu Pasifik adalarına ulaşmasından sonra 570 kuş türünün neslinin tükendiğini tahmin ediyor. Araştırmacılara göre bu, doğal yok oluş oranının neredeyse 100 katı ve potansiyel olarak tarihteki insan kaynaklı en büyük omurgalı yok oluşu olayı.

Bugün ise dünyada yalnızca 11.000 kuş türü yaşıyor ve bunların en az 700’ünün önümüzdeki birkaç yüz yıl içinde neslinin tükenme riski bulunuyor.

“Daha fazla kuş türünün neslinin tükenip tükenmemesi bize bağlı” diyen Cook, “Son zamanlarda yapılan koruma çalışmaları bazı türleri kurtardı ve artık yerel toplulukların öncülük ettiği habitat restorasyonuyla kuşları koruma çabalarını artırmalıyız” diye konuşuyor.

Dikmece için karar duruşması: Karar daha sonra açıklanacak

Hatay‘ın Antakya ilçesinde bulunan Dikmece köyünde, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından deprem sonrası inşa edilmesi planlanan konutlar için alınan acil kamulaştırma kararı, bugünkü (2 Ocak) duruşmada mahkeme tarafından incelendi. Karar, ileri bir tarihte açıklanacak.

Duruşmada, bölge sakinleri ile avukat Ecevit Alkan, ‘köyün zeytinlik ve tarım arazilerinin geçmişte imara uygun olmadığı yönünde verilen raporlara rağmen şimdi ne şekilde imara açıldığını’ sorguladı.

Avukat Alkan, TOKİ ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı avukatlarının savunmalarına karşılık, 7452 sayılı kamulaştırma kanununun Anayasa’ya aykırı olduğunu ve zemin etütlerinin kamulaştırma kararlarından sonra yapıldığını vurgulayarak hukuksuzluk olduğunu ifade etti.

Saat 10.00’da başlayan duruşma öncesinde Dikmece mahallesi sakinleri adliye önünde toplanarak açıklama yaptı; “mücadelemizi sürdüreceğiz” mesajı verildi. Duruşma salonuna tüm katılımcıların alınmadığı öğrenilirken, Dikmece mahallesi sakinleri ile avukatları Ecevit Alkan’ın duruşmaya katıldığı bildirildi. TOKİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adına da avukatlar duruşmadaydı.

Dikmece’ye 7 bin konutluk bir TOKİ projesi yapıldığını, bu projenin hiçbir altyapısı olmadığını vurgulayan, Alkan, “Depremin üzerinden 11 ay geçti. Burada 300 bin konuta ihtiyaç var. Sadece 6 bin konutun teslim edilebileceği konuşuluyor, bu da yüzde 5 demek. Buradaki kamulaştırma kararları 30 Mart’ta alınmış. Zemin etütleri kamulaştırma kararından dört ay sonra yani temmuz ayında yapıldı. Bu bile başlı başına hukuksuzluk” dedi.

Alın terinin üzerinde konutlar yükselirken: Dikmeceliler direniyor
Mahkeme Dikmece’de bakanlık ve TOKİ’nin itirazını reddetti: Yürütmenin durdurulmasına devam…

Duruşmanın ardından Dikmece Mahallesi sakinleri adına açıklama yapan Hasan Özgün, “Mahkemeye bütün taleplerimizi ilettik. Dikmece’de yapılan bir ekolojik yıkımdır. Bir demografik bir yıkımdır, rantsal yıkımdır, usulsüzdür. Dikmece sakinlerine on yıllardır buralarda zemin sıvılaşması olduğu, sulu tarım yapıldığı ve zeytinlik olduğu için imar izni vermemektedir. Bu sebeple yıllara yayılmış bir şekilde 20 bin civarında köylümüz başka yerlere göç etmek zorunda kalmışlardır” ifadelerini kullandı.

Özgün, “Önce bize her şeyin günlük gülistanlık olduğunu anlattılar, masal anlattılar, olmayan bir şey anlattılar. Siz neden zemin etüdü yapmadınız diye sorduk. İmara yıllarca kapalı yerler var dedik. Neden civarda Alevilerinin olduğu köylere yapıyorsunuz diye sorduk. Israrla ve ısrarla neden hazine arazilerine yapmıyorsunuz devleti zarara uğratıyorsunuz dedik. Hazine arazilerine yaparsanız oralara devlet parada ödemeyecek. Biz köylüler olarak en az 10 tane alternatif hazine arazisi sunabiliriz kendilerine. Sorularımıza hiçbir yanıt veremediler” dedi.

Mahkeme, tarafları dinledikten sonra, kararını yazılı olarak ileriki bir tarihte bildireceğini belirtti.

Dikmece’de deprem konutlarının inşa edileceği alanlar, zeytinlikleri ve köylülerin tarım arazilerini kapsıyor.

Dikmece’de ne olmuştu?

Tarım arazileri ve zeytinlikler üzerine yapılması planlanan TOKİ konutları projesine karşı çıkan bölge halkı, konuyu yargıya taşımıştı.

Antakya merkeze 10 kilometre mesafedeki Gülderen ve Dikmece, dağlık arazi yapısı nedeniyle yapılaşma için tercih edilse de bölgede zeytinlikler başta olmak üzere tarım arazileri bulunuyor.

Gülderen’de 61 parsel 14 Nisan 2023 tarihli Cumhurbaşkanı kararı ile kamulaştırılırken, TOKİ’nin Dikmece ihalesini alan Sarıdağ İnşaat şirketi de nisan ayı sonunda bölgedeki çalışmalarına başladı. İhaleye göre, bölgede 1415 adet konut inşaatı ile altyapı ve çevre düzenlemesi yapılacaktı.

Dikmece halkı acele kamulaştırılan zeytinlik ve tarım arazilerini korumak için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile TOKİ’ye dava açmıştı. Kamulaştırmada herhangi bir kamu yararının gözetilmediğini dile getiren Dikmece halkı, usulsüz kararla birçok kanun maddesinin de ihlal edildiğine dikkat çekiyor. Davaya ilişkin kararın ileri bir tarihte açıklanması bekleniyor.

Venedik, ‘aşırı turizm’den bıktı: 25 kişinin üzerindeki gruplara yasak geldi

İtalya’nın kitlesel turizmin etkilerinin en ağır şekilde görüldüğü kentlerinden olan Venedik‘te 25 kişinin üzerindeki rehberli turist gruplarını ve megafon kullanımını yasaklandı.

Venedik Belediyesi’nin ‘sürdürülebilir turizm teşviği” ve “kent sakinlerinin korunması” amacıyla aldığı karar, 1 Haziran 2024’ten itibaren uygulanacak.

BBC Türkçe‘den Övgü Pınar’ın aktardığına göre, kentin tarihi kent merkezinin yanı sıra Murano, Burano ve Torcello adalarında 25 kişinin üzerinde turist gruplarının gezdirilmesine izin verilmeyecek.

‘Kent, eğlence parkına dönüştü’

25 kişi limiti hali hazırda kentteki belediyeye ait müzelerde de uygulanıyor. Bu sayı, standart turist otobüslerinin kapasitesinin yaklaşık yarısına denk geliyor.

Megafon gibi yüksek sesli rehberlik hizmetleri de “karmaşa ve rahatsızlığa” yol açtığı gerekçesiyle yasaklandı.

Venedik’te kitlesel turizmin de etkisiyle yaşanan nüfus kaybı, kentin “eğlence parkına dönüşmesi” endişesi yaratıyor. Kent merkezindeki konutların gittikçe turistik konaklama tesislerine dönüşmesi ve bunun emlak fiyatlarında artışa yol açması, kenti sakinleri için yaşanmaz hale getiriyor.

Turistler, yerli nüfusu geçti

Venedik’in merkezinde nüfus 70 yıl önce 175 bin civarındayken bugün 50 binin altına inmiş durumda. Geçen eylül ayında da, kentteki turistik konaklama amaçlı yatak sayısının nüfusu geçtiği açıklanmıştı.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) geçen yaz, kitlesel turizmden de kaynaklanan sorunlar nedeniyle Venedik’in “evrensel değerinde geri dönüşü olmayan değişimlere” maruz kalma riski altında olduğunu belirtmişti. UNESCO bu nedenle kentin ‘tehlike altındaki miraslar’ listesine girebileceği uyarısı yapmıştı.

UNESCO da dahil uluslararası örgütler ve yerel derneklerin uyarı ve çağrılarının da etkisiyle son yıllarda kent yönetimi kitlesel turizmin olumsuz etkilerini hafifletmek amaçlı bir dizi önlem aldı. Bu kapsamda, büyük yolcu gemilerinin kent merkezine girişi yasaklandı, kısa süreli kiralamalara bazı kriterler getirildi.

Venedik’te turist istemiyoruz eylemi

Venedik’ten sonra Amsterdam da kitle turizmi istemiyor

Barcelona, ‘aşırı turizm’le mücadele için yolcu gemilerine sınırlama getiriyor

Ayakbastı ücreti uygulaması da başlıyor

Kentte, uzun süredir tartışılan “ayakbastı ücreti” uygulaması da Nisan 2024’te denenmeye başlayacak. 25 Nisan’dan itibaren yoğun dönemlerde kente günübirlik girişlerde 5 euro ücret alınacak.

Giriş ücreti, kentteki otel ve konaklama tesislerinde kalanlardan alınmayacak. Bu tesislerde kalınan her bir gün için belediye ayrıca vergi topluyor.

Japonya depremi: Dünyanın en büyük nükleer santralinden radyoaktif su sızdı

Japonya’da Tokyo Elektrik Şirketi‘nin (TEPCO), yakında tekrar faaliyete geçirmeye karar verdiği Niigata eyaletindeki Kashiwazaki-Kariwa Nükleer Enerji Santrali‘nden, 1 Ocak’ta meydana gelen depremin ardından radyoaktif su sızdığını açıkladı.

Açıklamaya göre, santraldeki 7 ve 2 No’lu reaktörlerin üst katlarındaki yakıt havuzlarından gelen su, şiddetli depremler nedeniyle taştı.

Hiçbir hasar veya sızıntıyı doğrulamayan TEPCO’ya göre, dün akşam 18.45 sıralarında 1’den 7’ye kadar olan reaktörlerin yakıt havuzlarını kontrol edildiğinde,  havuzlardan radyoaktif madde içeren suyun döküldüğü tespit edildi. 2 No’lu reaktörden yaklaşık 10 litre, 7 No’lu reaktörden ise yaklaşık 4 litre kontamine su döküldü. TEPCO şu sıralarda radyasyon seviyelerini ölçüyor

İşletmeden men edilmişti

Kashiwazaki-Kariwa Nükleer Enerji Santrali, dünyanın en büyük nükleer santrali.

Ülkenin Nükleer Düzenleme Kurumu (NRA) 2021 yılında TEPCO’yu, nükleer malzemelerin korunamaması ve yetkisiz bir personelin santralin hassas alanlarına erişimini sağlayan yanlış adımlar gibi güvenlik ihlalleri nedeniyle, santrali işletmekten men etmiş; geçen hafta ise güvenlik yönetim sistemindeki gelişmeler gerekçe gösterilerek TEPCO’nun santrale yeni uranyum yakıtı taşımasını ya da reaktörlerine yakıt çubukları yüklemesini engelleyen düzeltici eylem emrini kaldırmıştı.

Japonya’daki dünyanın en büyük nükleer santrali yeniden faaliyete geçiyor

Öte yandan 2011’deki deprem ve tsunaminin ardından harap olan Fukuşima Nükleer Santrali’nde o günden beri biriktirilen nükleer atık suyun Pasifik Okyanusu’na deşarjı da devam ediyor.

Fukuşima’da radyoaktif atık suyun ikinci tahliyesi başladı
‣ Japonya, radyoaktif atık suyu okyanusa boşaltmaya başladı
‣ Fukuşima ‘aklamaları’: Güney Kore lideri ve Japonya Başbakanı deniz ürünü yedi
‣ Fukuşima’nın radyoaktif suyunun deşarjı benzer girişimlere emsal olabilir
Fukuşima’nın radyoaktif atık suyu okyanusa boşaltılacak, uzmanlar ‘ekokırım olur’ diyor
Fukuşima’nın radyoaktif atık suyu insan DNA’sına zarar verebilir

Tokyo’da Haneda Havalimanı’ndaki pistte iki uçak çarpıştı: Beş ölü

Japan Airlines‘a (JAL) ait bir uçak bugün Tokyo‘nun Haneda havaalanında Sahil Güvenlik uçağıyla çarpışmanın ardından alevler içinde kaldı.

Havayolu şirketi 379 yolcu ve 12 mürettebatın tamamının güvenli bir şekilde tahliye edildiğini açıkladı.

Japon kamu yayın kuruluşu NHK‘ya göre Sahil Güvenlik uçağındaki altı mürettebattan beşi hayatını kaybetti.

Yerel kanal tarafından yayınlanan canlı görüntülerde, kurtarma ekiplerinin yangını kontrol altına almak için gösterdikleri yoğun çabalara rağmen uçağın pistte kayarak alevler içinde kaldığı görüldü.

Uçaktaki altı mürettebattan biri olan pilotunun kaçtığını açıklayan Sahil Güvenlik, uçaklarından birinin yolcu uçağıyla çarpışmış olma ihtimalini araştırdığını söyledi.

Japonya’nın Tokyo kentindeki Haneda Uluslararası Havalimanı’nda Japan Airlines’ın A350 uçağı yanarken yolcular gözlem güvertesinden izliyor, 2 Ocak 2024. Fotoğraf: Issei Kato / Reuters

Japan Airlines sözcüsü uçağın kuzeydeki Hokkaido adasında bulunan Shin-Chitose havaalanından kalktığını açıkladı.

Japan Airlines’ın 516 sefer sayılı uçağı yerel saatle 16:00’da New Chitose havaalanından kalkmış ve 17:40’ta Haneda’ya inmesi planlanmıştı.

Havaalanı sözcüsü, Haneda’nın olayın ardından tüm pistleri kapattığını ifade etti.

Tokyo Uluslararası Havalimanı olarak da bilinen Haneda Havalimanı, küresel uçuş veri sağlayıcısı OAG‘ye göre 2023 yılında Asya Pasifik bölgesinin en yoğun havalimanı oldu.

Danıştay, Antakya için ‘riskli alan’ ilanının iptalini istedi 

Hatay‘ın Antakya ilçesinde, deprem sonrası 307 hektarlık alanın riskli alan olarak ilan edilmesine yönelik Cumhurbaşkanlığı kararı, Danıştay Savcılığı tarafından sorgulandı.

Savcılık, 7033 sayılı kararın iptali gerektiğini Danıştay 4. Dairesine bildirdi.

Riskli alan

Kararın iptali, bölgede yaşayan yaklaşık 50 bin kişiyi etkileyen mülksüzleştirme ve mülkiyet hakları ihlalleri konusunda önemli bir adım olarak görülüyor.

Davanın takipçilerinden Avukat Ecevit Alkan, “deprem olmadan önce can kurtarmak için yapılmalıydı!” diyerek riskli alan kararına tepki gösterdi:

Riskli alan ilanı ile ‘kültür yok oluyor’

Hatay’daki hem rezerv hem de riskli alanlarla beraber binlerce insan mahallelerini terk etmek zorunda kalacak. Avukat Alkan, riskli ve sit alanı alan edilen Dağ Mahallesi‘nin zemininin sağlam olduğunu, depremde de büyük hasar almadığını söyledi.

Bakanlığın planına göre bu mahalledeki evlerin de yıkılacağını vurgulayan Ecevit Alkan, şunları söyledi:

“Dağ mahallesi dediğimiz bölgede evler gecekondu şeklinde ve çoğunluğu tek katlı. Depremde çok büyük bir yıkım yaşanmadı. Buna rağmen Bakanlığın planına göre buradaki evler de yıkılacak ve Roma tarzı villalar yapılacak. Bu mahallede oturan insanların bu villaları alabilecek bir gücü yok. Bu villalar zenginlere satılacak. Bu bir anda olmayacak.10 yıl içinde boşaltılıp, burada yaşayanlar yeni yapılacak toplu konutlara yerleştirilecek. Sermaye için 10 yıl çok da uzun bir süre değil. Antakya’ya sermaye girdi ve yeni kurulan kent, sermayenin isteğine göre dizayn ediliyor. Kültür yok olmuş, insanlar evlerini, mahallelerini bırakmak istemiyormuş, bunlar sermayenin umurumda değil.”

Bölge sakinleri ve Hatay Barosu, mülkiyet haklarının korunmasını talep ederek, bu kararın iptalini istiyor.

İlk rezerv yapı alanı ilanı Antakya ve Defne’de: 50 bin kişi mülksüzleşebilir
Hatay’daki mülk sahipleri endişeli: Sit alanı, riskli ve rezerv alan bilinmezliği…

Danıştay’ın bu talebi, Hatay Antakya’da yaşanan mülkiyet hakları ihlallerine ve kentsel dönüşüm süreçlerine yeni bir boyut kazandırıyor. Bölge sakinleri ve Hatay Barosu’nun hukuki mücadelesi, bu kararın iptali ve bölgedeki mülkiyet haklarının korunması açısından kritik bir aşama olabilir. Bu süreç, Türkiye genelinde benzer durumlar için de önemli bir emsal teşkil edebilir.

‘Dünyanın tüm enerji ihtiyacı için rüzgar, güneş ve su yeter, mucizeye gerek yok’

Stanford Üniversitesi‘nden Prof. Mark Jacobson‘ın büyük bir iddiası var. Yeni kitabının başlığında da belirttiği gibi, “mucizeye gerek kalmadan” dünya enerjisinin yüzde 100’ünü yenilenebilir kaynaklardan hızla elde edebilir.

Karbon yakalama ve depolama, biyoyakıtlar, yeni nükleer ve diğer teknolojilerin pahalı zaman kayıpları olduğunu belirten Jacobson, rüzgar, su ve güneş enerjisinin bol ve ucuz enerji sağlayabileceğini, iklim krizine yol açan karbon emisyonlarını sona erdirebileceğini, ölümcül hava kirliliğini azaltabileceğini ve enerji güvenliğini sağlayabileceğini savunuyor.

Guardian‘a konuşan Jacobson,Bir şeyi yakmaya devam ettiğimizde sorunu çözmediğizi” belirtiyor:

Bill Gates mucize teknolojilere çok para yatırmamız gerektiğini söyledi ama öyle değil. İhtiyacımız olan teknolojilere sahibiz. Rüzgar, güneş, jeotermal, hidroelektrik, elektrikli arabalarımız var. Bataryalarımız, ısı pompalarımız, enerji verimliliğimiz var. Şu anda sorunu çözmek için ihtiyacımız olan teknolojilerin yüzde 95’ine sahibiz. Eksik olan yüzde 5’lik kısmın ise hidrojenle çalışan yakıt hücrelerinin geliştirilebileceği uzun mesafeli uçaklar ve gemiler.”

Jacobson’ın iddiası büyük. Sadece yüzde 100 yenilenebilir elektriğe geçişten değil, tüm enerjiden bahsediyor ve fosil yakıtlar bugün hala bunun yaklaşık yüzde 80’ini sağlıyor.

Yüzde 100 yenilenebilir enerjiyle çalışan bir dünya mümkün

Profesörün ürettiği çok sayıda akademik makalesi ve çalışmaları dünyanın dört bir yanındaki şehirler, eyaletler ve ülkeler tarafından kabul edilen ve yüzde 100 yeşil enerjiyi hedefleyen politikalarda da etkili oldu.

Jacobson aynı zamanda, çalışmalarının hatalı olduğunu iddia eden araştırmacılara karşı 10 milyon dolarlık bir dava açması ve daha sonra bu davadan vazgeçmesi nedeniyle de tartışmalı bir isim.

Haklı olduğunu kanıtlayan kanıtların yeni kitapta toplandığını ifade eden akademisyene göre, yüzde 100 yenilenebilir enerjiyle çalışan bir dünya mümkün olmakla kalmıyor, aynı zamanda çok daha düşük enerji faturaları vaat ediyor. Bunun ilk nedeni, elektrikli araçların, ısıtma ve endüstriyel süreçlerin, enerjinin büyük kısmının ısı olarak israf edildiği fosil yakıtlarla çalışanlara göre çok daha verimli olması.

Rüzgâr ve güneş enerjisi de daha ucuz olduğu için faturaların ortalama yüzde 63 düşeceğini vurgulayan Jacobson, daha iyi yalıtılmış binalar ve tüm enerjinin yaklaşık yüzde 11’ini tüketen fosil yakıtlar için sondaj ve madenciliğin sona erdirilmesi de eklendiğinde, 2035’ten 2050’ye kadar ortalama yüzde 56 daha az enerji kullanımı elde edileceğini belirtiyor.

7 milyon insanın ölümüne neden olan hava kirliliğini çözme hızı

Jacobson enerji dönüşümüne yönelik yaklaşımları iki gruba ayırıyor:

“Bir grup her şeyi denememiz gerektiğini söylüyor. Bunlar ‘her şeyi deneyenler grubu’ ve 10 yıl içinde işe yarayabilecek ya da yaramayabilecek teknolojilere büyük miktarlarda para yatırmaya devam ediyor. Ancak 10 yıl çok geç.”

Jacobson, kendi grubunun farklı bir yaklaşım benimsediğini dile getiriyor:

“Elimizdekilere odaklanalım ve mümkün olduğunca hızlı konuşlandıralım. Daha iyi güneş panelleri, bataryalar, elektrikli araçlar ve benzerlerini devreye sokarak bu teknolojileri geliştireceğiz. Bazı insanlar bu sorunları, özellikle de her yıl 7 milyon insanın ölümüne neden olan hava kirliliğini çözme hızımızın farkında değiller. Bekleyemeyiz.”

Bilim insanları, küresel ısınmanın 1.5 dereceden fazla olmaması için karbon emisyonlarının 2030 yılına kadar yüzde 45 oranında düşmesi gerektiği konusunda hemfikir.

‘Neden mi? Çünkü büyük lobi grupları var’

Bununla birlikte, yüzde 100 yenilenebilir enerji sisteminin hızla yaygınlaşmasının önünde büyük engeller olduğunu vurgulayan akademisyen şunları söylüyor:

“Bir numaralı engel, çoğu insanın bunun mümkün olduğunun farkında olmaması. Benim işim halkı bu konuda eğitmek. Eğer insanlar bunun mümkün olduğu konusunda gerçekten ikna olurlarsa, o zaman bunu gerçekten yapabilirler. Bir diğer engel de yoksul ülkelerde yenilenebilir enerjinin ön maliyetlerinin finanse edilmesi; zengin ülkelerin bu konuda yardımcı olması gerekiyor.”

Her şeyden önce politikası da geçişin önündeki büyük bir engel. Örneğin ABD’de son iklim mevzuatında karbon yakalama, küçük modüler nükleer reaktörler, biyoyakıtlar, mavi hidrojen için çok para harcandı. Bunların hepsi, sorunları çözme açısından neredeyse yararsız ya da çok düşük kullanımlı teknolojiler olarak gördüğüm şeyler. Yine de bunlara çok para harcandı. Neden mi? Çünkü büyük lobi grupları var.”

Jacobson yüzde 100 yenilenebilir enerji sistemine doğru ilerlemenin hızlı olabileceğine inanıyor: “Hedef 2030’a kadar yüzde 80 ve 2050’ye kadar yüzde 100. Ancak ideal olarak, 2030’a kadar yüzde 80’e ulaşabilirsek, 2035 ila 2040’a kadar yüzde 100’e ulaşmalıyız.”

İstikrar problemi

Büyük ölçüde elektriğe bağımlı bir dünyanın en büyük endişelerinden biri, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla çalışan şebekelerin istikrarını korumak. Barajlardan elde edilen büyük miktarda hidroelektrik enerjinin olduğu yerlerde bu nispeten kolay. En az 10 ülke halihazırda yüzde 100 yenilenebilir şebekelere sahip. Ancak diğer yerlerde kesintili rüzgar ve güneş enerjisine güvenmek daha zor.

Jacobson’a göre çözüm, enerji depolama, talebi yönetme ve arzın sürekliliğini sağlamak için yenilenebilir enerjileri daha geniş alanlara bağlamak.

Bataryaların kazanacağını düşünen, ancak maliyet konusunda rekabet edebilirlerse diğerlerinin de katkıda bulunabileceğini izah eden akademisyenin, depolama bataryalar, pompalanan hidroelektrik, volanlar, sıkıştırılmış hava ve ağır yüklerin alçaltılıp yükseltilmesi şeklinde bir çözüm önerisi var.

‘Depolamanın kilovat saati bir dolardan daha az’

Yeni araştırmalar, elektrikli araç bataryalarının tek başına 2030 gibi erken bir tarihte küresel şebekelerin ihtiyaç duyduğu kısa vadeli depolamayı sağlayabileceğini gösteriyor.

Jacobson ayrıca bazı binalar için ısı depolamayı da savunuyor: “Isıyı sondaj kuyuları, akiferler veya su çukurlarında depolamak, kelime oyununu mazur görün, çok ucuz. Depolamanın kilovat saati bir dolardan daha az. Şebekeyi yönetmek sadece bir optimizasyon sorunu, roket bilimi sorunu değil. Sıfır sorun olduğunu söylemek istemiyorum, ancak genellikle bu zorluklar zaman içinde sadece deneyimle aşılır.”

Yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılmasına yönelik bir diğer eleştiri de kullanılan metaller için gerekli madencilik.

Ancak Jacobson böyle bir uygulamanın aslında fosil yakıt sömürüsünü sona erdirerek yeryüzünden maden çıkarılmasını büyük ölçüde azaltacağını vurguluyor:

Fosil yakıt sistemine kıyasla rüzgar, su ve güneş enerjisi için ihtiyaç duyulacak toplam madencilik miktarı, malzeme kütlesi açısından yüzde 1’den çok daha az.”

‘Neden zaman kaybedelim ki?’

İklim çözümü olarak tanıtılan pek çok yeni teknolojiyi de eleştiren akademisyen, karbon yakalama ve depolamanın yalnızca fosil yakıt endüstrisini iş dünyasında tutmak için tasarlandığını ifade eden akademisyen, CO2’nin sadece bir kısmının yakalanıp gömüldüğünü ve ölümcül hava kirliliğinin hız kesmeden devam ettiğini açıklıyor.

Jacobson, fosil gazından üretilen ve daha sonra bir miktar CO2 yakalanıp gömülen mavi hidrojenin, doğrudan yenilenebilir elektrikten üretilen yeşil hidrojenden çok daha düşük olduğunu belirtiyor.

Jacobson’a göre yeni nükleer santrallerin inşası çok yavaş ve rüzgar ve güneş enerjisine kıyasla çok pahalı: “Yedi ila sekiz kat daha yüksek bir elektrik fiyatı için 15 ila 20 yıl daha beklemek zorunda kalıyorsunuz ki bu hiç mantıklı değil. İnşa sürelerini 12 yıla çıkarsalar bile, bu yine de çok uzun bir süre. Daha ucuz, daha hızlı, daha güvenli teknolojilerimiz var. Neden zaman kaybedelim ki?”

Biyoyakıtlar da profesör tarafından reddediliyor: “Biyoyakıtlar gerçekten yararlı olmadı. Hava kirliliğini sabit tutuyorlar ya da arttırıyorlar ve çok büyük miktarda arazi kullanıyorlar.”

Prof. Mark Jacobson Fotoğraf: Global Green USA

Destekleyenler ve eleştirenler

Jacobson’ın kitabı bazı uzmanlardan destek gördü.

Pennsylvania Üniversitesi‘nden Prof Michael Mann, kitabın iklim krizini ele almak için şu anda sahip olunan seçeneklere ilişkin kapsamlı ve ayrıntılı bir plan sunduğunu, bugün ekonomiyi karbonsuzlaştıracak araçlardan yoksun olduğumuz konusunda ısrar edenlerin yanıldığını söyledi.

Alman hükümetine ve Avrupa Komisyonu‘na danışmanlık yapmış olan Alman Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü‘nden Prof Claudia Kemfert şöyle diyor:

“Kitap mucizeler beklememize gerek kalmadan bir taşla çok sayıda krizin öldürülebileceğini etkileyici bir şekilde gösteriyor.”

Ancak diğerleri sadece rüzgar, su ve güneş enerjisine odaklanılmasını eleştiriyor.

ABD‘deki Carnegie Bilim Enstitüsü‘nden Prof Ken Caldeira, alet kutusunda daha geniş bir teknoloji setine sahip olmanın sadece sorunları çözmeyi kolaylaştığını, yalnızca belirli bir durumda kullanılması mantıklı olan araçları kullanacaklarını, ancak seçenekleri korumanın ve genişletmenin iyi bir şey olduğunu ifade ediyor.

Birleşik Krallık Enerji Araştırma Merkezi Direktörü Prof Rob Gross ise tartışmanın ortasında bir yerde duruyor: “Mevcut teknolojileri büyük ölçüde kullanabileceğimiz konusunda genel olarak hemfikirim, ancak bunları yeni uygulamalarda kullanmamız gerekecek, örneğin mevsimler arası depolama sağlamak için toplu hidrojen depoları kullanmak gibi.”

Akademisyen, çalışmaları etrafındaki tartışmalarla ilgili olarak şunları söylüyor: “Genellikle, bize karşı olan insanlar kendi teknolojilerini dahil etmememizden hoşlanmazlar.” Eleştirel bir makale nedeniyle açılan dava hakkında ise bunun bilimsel bir anlaşmazlık meselesi olmadığını, itibarını korumaya yönelik bir girişim olduğunu iddia ediyor. Davayı 2018 yılında düşürdü.

Jacobson ise iyimserliğini koruyor:

Karşı karşıya olduğumuz iklim, hava kirliliği ve enerji güvenliği sorunlarına teknik ve ekonomik bir çözüm var. Ancak bu çözümü uygulamaya çalışırken büyük zorluklarla karşılaşıyoruz. Zorluklar, hızlı bir şekilde uygulayabileceğimiz dar bir dizi çözüme odaklanmak için siyasi iradeyi elde etmek.”

Antalya’daki antik kentlerden otoyol geçirecekler

Antalya‘nın batı ilçeleri Kaş ve Demre’de yapılması planlanan otoyola ilişkin ÇED Raporu ortaya çıktı. Rapora göre, Kekova, Myra, Andreake Kaputaş Kanyonu, kaya mezarları gibi birinci derecede korunan tarihi ve doğal alanları etkileyecek otoyol için 66 binden fazla ağaç kesilecek.

2 milyar 165 milyon TL’lik yaklaşık maliyet öngörülen bölünmüş yol projesinin Demre Beymelek‘te başlaması; güzergahındaki Myra, Sura ve Hoyran antik kentlerinin koruma sınırları içerisinden ve Kaş-Kalkan arasındaki korunan doğal alanlardan geçmesi planlanıyor.

Tarım arazilerini böleceği için ilçe halkının karşı çıktığı Finike bölümü geçici olarak projeden çıkarılan otoyolun, Beymelek’ten başlayıp Kalkan’a kadar olan bölümü 74 kilometre olarak planlanmış. Karayolları 13’üncü Bölge Müdürlüğü‘nün, gidiş-geliş toplam 4 şeritli, 11 köprü ve viyadük, 6 tünel ve 12 alt ve üst geçit planlanan bölünmüş yol projesinin ÇED raporunda, “Yaklaşık olarak güzergahta bulunan orman alanlarında kesilecek ağaç sayısı 66 bin 73 adettir” ifadesi yer alıyor.

ÇED raporu, 4 Ocak 2024 günü Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘nda, İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) tarafından değerlendirilecek.

Antalya Barosu ise “keyfi” olarak değerlendirdikleri projeye karşı dava açmaya hazırlanıyor.

‘Doğal ve kültürel miras, onarılamaz ölçüde tehlike altına girecek’

Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu‘ndan arkeolog Nezih Başgelen, otoyolun Likya’nın merkezi bölgesinden geçeceğini belirterek, bölünmüş otoyol projesi gibi hassas planlanması gereken yatırımları hayata geçirirken özellikle tarihi ve doğal mirası koruma amaçlı sivil inisiyatiflere de görüşlerini sunma imkanı sağlanmasını istedi:

“Hep birlikte akılcı ve gerçekçi çözümler geliştiremezsek Likya’nın benzersiz doğal ve kültürel mirasının onarılamaz ölçüde tehlike altına gireceği görülmektedir. Bu süreçte yitireceğimiz Likya’nın kültürel peyzaj değerlerini tekrar kazanma imkanımız olmayacaktır.”

Otoyol projesinin başlangıcının Demre’nin Beymelek Dalyanı olduğunu kaydeden Başgelen şu bilgileri verdi:

“Toplam 355 hektar alanı kaplayan Dalyan, yeni tespitlerle birlikte 44 tür balığın beslenme ve büyüme alanı. Denizde üreyen balık türleri ve mavi yengeçler, nisan-ağustos döneminde Beymelek Dalyanı’na giriş yapıyor. Yavru türleri, özellikle yaz döneminde sürüler halinde dalyanda geziyor ve besleniyor. Burada beslenen balıklar büyüyor. Dalyanda başlıca çupra, levrek, mırmır, kefal türleri olmak üzere 23 familyaya ait 44 tür balık tespit edilmiş. Bunlarla ilgili izleme çalışması bir AB projesi kapsamında devam etmekte.

‘Dinamitli patlatma yapılacak’

Finike, Demre ve Kaş ilçelerinde pek çok arkeolojik değerin yer aldığı Likya’nın merkezi bölgesinden geçecek bölünmüş otoyolun olası etkilerine dikkati çeken Başgelen, şunları söyledi:

“Yeni otoyol yapımı için 66 binden fazla ağacın kesilecek olması endişe yaratırken projeyle ilgili hazırlanan jeoteknik raporlarına göre hareketli bir topografyaya sahip olan bölgede dinamitli patlatma ve yarma çalışmaları sırasında 19 milyon 680 bin 825 metreküp hafriyat malzemesi çıkacağı belirtiliyor. Oluşacak hafriyat malzemesinin 7,2 milyon metreküplük kısmının yol için dolgu malzemesi yapılacağı belirtilirken kalan malzemenin ise yerel belediyelerin göstereceği düzenli atık toplama merkezlerine taşınacağı kaydediliyor. Ancak her iki ilçe sınırlarında bu ölçüde hafriyat malzemesinin depolanabileceği mevcut bir depolama alanı söz konusu değil.”

Doğal ve arkeolojik Sit alanları güzergah üzerinde

Proje dosyasında otoyol güzergahında yer alan ve proje inşaatı sebebiyle zarar görebileceği düşünülen doğal ve kültürel alanlar ise şöyle:

Beymelek 1’inci Derece Doğal Sit Alanı, Andreake Sura 1’inci Derece Doğal Sit Alanı, Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi, Kalkan Güney Yamaçları 1’inci Derecede Doğal Sit Alanı ve Kaputaş Kanyonu, Sura Arkeolojik Sit Alanı.

Güzergah yakınında yer alıp, olumsuz etkilenmesi öngörülen yerler ise şöyle:

Myra Antik Kenti Lahit, Sarnıç ve Harabe, tarihi kuyular, kaya mezarlıkları, tarihi su sarnıcı, 1’inci Derece Arkeolojik Sit Alanı Salomba Damları mevkii antik yerleşim alanı ve kuyular, 3’üncü derece arkeolojik sit alanı Çağlarca antik dönem yerleşim alanı. 

UNESCO listesindeki Kekova da güzergahta

Otoyolun Kekova‘daki güzergahına karşı çıkan bölge halkı da hem yerleşim alanları hem doğal alanların zarar göreceğini söylüyor. Kekovalı Adem Boz, ilçenin UNESCO Dünya Mirası geçici listesinde olduğunu hatırlatarak otoyolun geçeceği alanların arkeolojik sit alanları ve yerleşim alanları ile dere yatağını içerdiğini söyledi. Yolun evlerini de tehdit ettiğini kaydeden Boz, otoyol projesinin düzenlenmesi veya iptaline yönelik CİMER‘e de bölge halkının başvuruları olduğunu dile getirdi.

Başak Demirtaş’a cinsiyetçi saldırıya DEM Parti ve kadınlardan tepki yağdı

Sosyal medyada Başak Demirtaş’a yönelik cinsiyetçi küfürlerle düzenlenen saldırıya Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi(DEM Parti), kadın örgütleri ve kadınlardan tepki yağdı.

Başak Demirtaş’ın eşi Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski eş başkanı avukat Selahattin Demirtaş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına rağmen 4 Kasım 2016’dan bu yana cezaevinde tutuluyor.

‘Başak Demirtaş yalnız değildir’

DEM Parti’den yapılan açıklamada şöyle denildi:

“Yoldaşımız Başak Demirtaş hakkında sosyal medyada yapılan cinsiyetçi, hakaret içerikli paylaşımı şiddetle kınıyoruz. Yas hakkına bile saygı duymayan, toplumun tüm değerlerini yok eden, çürüten bu dil; iktidarın toplumda yarattığı çürümüşlüğün göstergesidir.”

İktidara karşı en ufak eleştiride dahi şafak operasyonu ile ev basanlar, bu saldırılar karşısında sessiz kalmaktadır. Bu nedenle diyoruz ki, bu saldırılar bilinçli ve örgütlü saldırılardır. Müsebbibi ve sorumlusu da bu iktidardır. Kadın düşmanı politikalara yaslanarak yoldaşlarımıza yönelik bu saldırıları gerçekleştirilenler, buna sessiz kalanlar şunu çok iyi bilsin ki; #BaşakDemirtaşYalnızDeğildir

“Yoldaşımız Başak Demirtaş hakkında sosyal medyada yapılan cinsiyetçi, hakaret içerikli paylaşımı şiddetle kınıyoruz. Yas hakkına bile saygı duymayan, toplumun tüm değerlerini yok eden, çürüten bu dil; iktidarın toplumda yarattığı çürümüşlüğün göstergesidir.”

“İktidara karşı en ufak eleştiride dahi şafak operasyonu ile ev basanlar, bu saldırılar karşısında sessiz kalmaktadır. Bu nedenle diyoruz ki, bu saldırılar bilinçli ve örgütlü saldırılardır. Müsebbibi ve sorumlusu da bu iktidardır. Kadın düşmanı politikalara yaslanarak yoldaşlarımıza yönelik bu saldırıları gerçekleştirilenler, buna sessiz kalanlar şunu çok iyi bilsin ki; #BaşakDemirtaşYalnızDeğildir

Başak Demirtaş’a daha önce de, 2020 yılında cinsiyetçi saldırı düzenlenmiş; tutuklanan saldırgan, daha sonra denetimli olarak serbest bırakılmıştı.

Başak Demirtaş’a cinsiyetçi saldırı için yedi yıla kadar hapis cezası istendi

O dönem Demirtaş’a destek veren eski CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da cinsiyetçi saldırıya uğramıştı.

Başak Demirtaş’a cinsiyetçi saldırıyla ilgili iki kişi gözaltına alındı

Kadın örgütleri ayakta

Kadın örgütleri de Demirtaş’a yapılan cinsiyetçi saldırıya büyük tepki gösterdi. Sosyal medya hesaplarından açıklama yapan örgütler, ilgili makamları harekete geçmeye çağırdı.