Şubat 2024’te ortalama yüzey hava sıcaklığı, 1991-2020 yılları şubat ayı ortalamasının 0,81°C üzerine çıkarak 13,54°C olarak kaydedildi ve 2016 yılının Şubat ayı rekoru da 0,12°C aşılarak, arka arkaya dokuzuncu ay için en sıcak ay olma unvanını elde etti. Bu dönem, sanayi öncesi kabul edilen 1850-1900 yıllarının Şubat ortalamasından 1,77°C daha yüksek bir sıcaklık yaşanmış oldu.
Avrupa Birliği (AB) Kopernik İklim Değişikliği Merkezi’nin paylaştığı verilere göre geçtiğimiz on iki ay (Mart 2023-Şubat 2024) boyunca küresel ortalama sıcaklık, 1991-2020 ortalamasının 0,68°C ve sanayi öncesi ortalamaların 1,56°C üzerinde rekor bir seviyeye ulaştı. Özellikle ayın ilk yarısında, günlük küresel sıcaklık, dört gün boyunca 1850-1900 referans seviyelerinin 2°C üzerine çıkarak olağanüstü bir yükseklik sergiledi. Bu sıcaklık artışları, iklim değişikliğinin giderek artan etkilerine dair somut bir gösterge olarak karşımıza çıkıyor.
Tüm dünyada en sıcak Şubat
Avrupa‘da Şubat 2024 sıcaklıkları, 1991-2020 Şubat ortalamasının 3,30°C üzerinde gerçekleşti ve özellikle Orta ve Doğu Avrupa’da ortalamanın çok üzerinde sıcaklıklar yaşandı. Avrupa dışında, sıcaklıklar KuzeySibirya, Orta ve KuzeybatıAmerika, Güney Amerika‘nın büyük bir bölümü, Afrika‘nın tamamında ve Batı Avustralya‘da ortalamanın üzerinde gerçekleşti. Ekvatoral Pasifik‘te El Niño zayıflamaya devam etmesine rağmen, deniz yüzeyi sıcaklıkları genel olarak olağandışı yüksek seviyelerde kaldı.
Şubat 2024’teki küresel ortalama deniz yüzeyi sıcaklığı (SST), herhangi bir ay için en yüksek seviyeye ulaştı ve bir önceki rekor olan Ağustos 2023’teki 20,98°C’lik sıcaklığı geride bıraktı.
Kuzey yarımkürede kış, 0,78°C ile 1991-2020 ortalamasının üzerinde, küresel olarak en sıcak kış olarak kaydedildi. Avrupa’daki kış sıcaklığı, 2019/2020 kışından sonra kaydedilen ikinci en sıcak kış olarak 1991-2020 ortalamasının 1,44°C üzerinde gerçekleşti.
Bu dönem boyunca, Avrupa’nın çoğu bölgesinde 1991-2020 ortalamasının üzerinde sıcaklıklar gözlemlendi. Özellikle Doğu Avrupa’da, Romanya rekor yükseklikler kaydederken, Batı Ukrayna‘nın Lviv şehri en yüksek Şubat sıcaklığını 17,8°C ile kaydetti. Batı Avrupa’da İngiltere ve Galler, 1884’ten bu yana en sıcak Şubat’ı yaşarken, İsviçre 1864’ten beri kayıtlara geçen en sıcak Şubat’ını geçirdi. Almanya da rekor kıran sıcaklıklar yaşadı.
Bu sıcak dalgası, Kuzey Sibirya’dan Kuzey Amerika’nın orta ve kuzeybatı bölgelerine, Güney Amerika’nın çoğuna, Afrika’nın tamamına ve Batı Avustralya’ya kadar geniş bir alanda hissedildi. Avustralya, 1910’a dayanan kayıtlarda dördüncü en sıcak Şubat’ını yaşarken, Batı Avustralya eyaleti ikinci en sıcak Şubat’ını kaydetti.
Norveç hükümeti, Ren geyiği yetiştirme haklarını engellediği gerekçesiyle Avrupa’nın en büyük rüzgar santralinin topraklarına yerleştirilmesine karşı çıkan yerel Sami halkıyla anlaşmaya vardı.
Sami aktivistler, aylardır ülkedeki devlet dairelerinin girişlerini engelliyor ve protesto eylemleri yapıyordu.
Anlaşmazlığın merkezinde, Norveç’in orta kesimindeki Fosen bölgesinde, başkent Oslo‘nun yaklaşık 450 kilometre (280 mil) kuzeyinde bulunan, Avrupa’nın en büyük kara rüzgar santralinin 151 türbini yer alıyor.
Jonas Gahr Støre hükümeti, Sami halkıyla uzlaşarak üç yıldır süren anlaşmazlığı bitirdi. Buna göre, kısmen devlete ait olan santralin151 türbini faaliyette kalacak. Ancak Samilere, üretilen enerjinin bir kısmı da dahil olmak üzere tazminatın yanı sıra, kışlık otlatma için yeni bir alan ve Sami kültürünün güçlendirilmesi için 5 milyon kron (473.000 $) hibe verilecek.
Enerji Bakanı Terje Aasland, anlaşmanın “ren geyiği yetiştirme haklarını koruyan geleceğe yönelik bir çözüm” içerdiğini söyledi.
39 sandalyeli Sami Parlamentosu Sözcüsü Silje Karine Mutoka da “İnsan hakları ihlallerinin sona erdirildiğine ve anlaşmanın insan hakları ihlallerinin onarılması için temel oluşturduğuna inanmak için nedenler var” dedi.
Başbakan Støre ise devletin bu olaydan ders çıkarması ve ihlallerin bir daha yaşanmamasını sağlaması gerektiğini söyledi: “Bu daha iyi bir diyalogla ilgili.”
‘Yeşil enerji halklar pahasına olmamalı’
Ekim 2021’de Yüksek Mahkeme, türbin inşaatının, araziyi yüzyıllardır ren geyiği için kullanan Samilerin haklarını ihlal ettiğine karar vermişti.
Karardan bu yana, Sami aktivistleri ve destekçileri rüzgar santralinin devam eden faaliyetine karşı defalarca çok sayıda bakanlığın, parlamentonun ve Başbakanlık ofisinin önünde defalarca gösteri yaptı ve yeşil enerjiye geçişin yerli halkın hakları pahasına olmaması gerektiğini söyledi.
Aktivistlerin talebi türbinlerin kaldırılması ve arazinin Ren geyiği çobanlarına bırakılmasıydı.
Ren geyiği besiciliği, Norveç, İsveç ve Finlandiya‘nın yerlileri olarak bilinen Samilerin kültürünün merkezinde kimliklerinin devamı için hayati öneme sahip.
Besicilik alanlarının azalması ve çevre tahribatı, Samilerin yaşamlarını idame ettirmelerinin önündeki en büyük engel olarak görülüyor.
Muğla Milas’ta yapılmak istenen Kemikler (Gökçeler) Barajı ve Sulaması, Malzeme Ocakları, Kırma-Eleme-Yıkama Tesisi ve Beton Santralı Projesi’ne Aralık 2023’te çevresel etki değerlendirme (ÇED) olumlu kararı çıkmasının ardından Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) hukuk mücadelesi başlattı.
Cumhuriyet’ten Rıfat Kırcı’nın aktardığına göreDevlet Su İşleri (DSİ) Muğla’nın Milas ilçesinde 2,6 milyon metrekare genişliğinde alana yapmayı planladığı baraj projesi kapsamında taşocakları, kırma ve eleme tesisi ile beton santrali, orman ve tarım alanlarına inşa edilecek. Proje bedelinin 639 milyon 306 bin lira olduğu belirtiliyor.
MUÇEP’in açtığı dava dilekçesine eklenen raporda proje kapsamında tarım ve orman alanlarının yok olacağı, proje alanının 478 bin metrekaresinin, yani yaklaşık yüzde 18’inin ormanlık alandan oluştuğu ifade edildi.
Projenin 1 milyon 455 bin metrekaresi ise tarım alanlarını kapsıyor. Projenin yapım aşamasında 5 yılda 337 bin 500 ton su kullanılacak. Ancak kullanılacak suyun nereden temin edileceği belirtilmiyor. Proje detayında yapımı planlanan ocaklardan birisi için kullanılacak suyun Yardibi ve Kocadere’den elde edileceği aktarılsa da, bu derelerin yılın beş ayı boyunca kuru halde olduğu ifade ediliyor.
MUÇEP’in paylaştığı dava dilekçesinde yer alan ifadelere göre, “Baraj yapımı gerçekleşirse oluşacak doğal yıkımla birlikte bu müdahaleden etkilenecek alanın sınırları Akbelen Ormanı’na kadar kuzeydoğuda uzanacak, Gökçeler’den Çamovalı’ya, Milas Savran Damlı boğaz üçgenine, Avşar‘dan Güllük Körfezi’ne ve hatta Kıyıkışlacık’a kadar alan etki altında kalacak. Kaybedilecek alanlar sadece baraj su göletinin altında kalacak olan alanlar olmayacak.”
MUÇEP üyesi Neşe Tuncer ise konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Termik santraller üç Milas kadar su tüketiyor. Santral olmazsa baraj ihtiyacı olmaz. Muğla’nın suyunu tüketen bunlar. Yapılmak istenen baraj Milas’ı bitirecek” dedi.
Kuzey Amerika‘nın kalbinde yer alan ve kıtanın tatlı su kaynaklarının büyük bir kısmını barındıran Büyük Göller, her yıl buz örtüsüyle kaplanmasına rağmen son yıllarda iklim değişikliğinin etkileriyle birlikte, buz tutmamaya başladı. Şubat 2024’te elde edilen uydu görüntüleri, göllerin neredeyse tamamen buzsuz olduğunu göstererek, bu değişimin vahametini ortaya koydu.
Kuzey Amerika’nın en büyük tatlı su sistemi olan Büyük Göller (Superior, Michigan, Huron, Erie ve Ontario gölleri) bölgenin iklimini, biyoçeşitliliğini ve ekonomisini şekillendiriyor. Bu göller, sadece bölge için değil, dünya için de önemli bir tatlı su kaynağı olarak kabul ediliyor. Büyük Göller tarım, sanayi ve içme suyu ihtiyaçlarını karşılıyor ve aynı zamanda kış aylarında doğal bir habitat ve eğlence alanı sağlıyor.
El Nino’nun da etkisiyle Büyük Göller ısınıyor
Büyük Göllerin buz örtüsü şubat sonu veya mart başında zirveye ulaşırken, bu yılki durum alışılagelmişin oldukça dışında.
Yale Çevre Okulu’nda yer alan habere göre normalde göllerin yüzde 40’ını kaplayan buz, şu anda sadece yüzde 4 civarında. NASA‘nın kayıtlarına göre, 1973’ten bu yana kış mevsimlerinin ısınmasıyla birlikte buz örtüsü ortalama dörtte bir oranında azaldı ve buz mevsimi neredeyse bir ay kısaldı.
2024 yılı, özellikle sıcak geçen bir kış ve El Nino olayının etkisiyle, buz örtüsünün tarihteki en düşük seviyelerine ulaştığı bir yıl oldu. NOAA’dan bilim insanı Bryan Mroczka’nın belirttiğine göre, Büyük Göller bölgesi, buz örtüsü açısından tarihin en düşük seviyesine ulaşmış durumda. Bu durum, kıyı şeritlerini ve bölgedeki ekosistemleri ciddi risklerle karşı karşıya bırakıyor.
Buz örtüsünün azalması, kıyı şeritlerini rüzgara, dalgalara ve su baskınlarına karşı daha savunmasız hale getiriyor. Aynı zamanda, göldeki yumurtlayan balıklar yırtıcı hayvanlara karşı daha korumasız kalıyor. Buz balıkçılığı gibi kış sporları ve etkinlikleri de bu durumdan olumsuz etkileniyor. Ekonomik olarak bölge için önemli bir gelir kaynağı olan bu etkinliklerin aksamaları, yerel ekonomiler üzerinde baskı oluşturuyor.
Büyük Göller’deki buz örtüsünün bu denli azalması, iklim değişikliğinin somut bir göstergesi. Uzmanlar uzun vadede bu değişikliklerin göllerin ekolojik dengesini bozabileceğini ve bölgedeki insanlar üzerinde derin etkilere yol açabileceğini ifade ediyor.
İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Dr. Gülsün Duygu Bütün‘ün kaleme aldığı veTürkiye’nin illerinin nasıl bir iklim riski altında olduğu üzerine makalesini yayımlıyoruz.
*
İklim değişikliği, insanların, içinde yaşadıkları yerleşimlerin ve ekosistemlerin zarar görebilirliğini orantısız şekilde tehdit etmesi ve mevcut riskleri artırması dolayısıyla, her ölçekteki yerleşimler için giderek daha önemli bir sorun haline geliyor.
Bu risklere hazır olabilmek için, her şeyden önce, hangi illerin daha büyük risk altında olduğunu ve mevcut planların bu riskleri ne ölçüde dikkate aldığını tespit etmek gerekiyor.
Bu doğrultuda, 2022 tarihli bir doktora tezinde, Türkiye’de 81 ilin iklim riskleri ve zarar görebilirlikleri değerlendirildi. Çalışmaya göre, Türkiye illerinin üçte birinden fazlası ‘çok yüksek’ veya ‘yüksek’ iklim riski altında.
En yüksek risk altında olduğu tespit edilen iller, kuzeyde Amasya ve Tokat; güneyde Mersin ve Kahramanmaraş; İç Anadolu’da Kayseri ve doğuda ise Muş ile Ağrı.
Sıcaklıklar ülke genelinde yükselişte
İklim risklerini ve zarar görebilirliği anlayabilmek için ortalama ve en yüksek sıcaklıklar, sıcak gün sayısı, tropikal gece sayısı, toplam yağış miktarındaki değişimler ve şiddetli yağışlı günlerin sayısı gibi çeşitli meteorolojik parametrelerin nasıl değiştiğini de anlamak gerekiyor.
Önceki çalışmaların bulgularıyla uyumlu şekilde, bu çalışma da sıcaklıkların Türkiye’nin neredeyse tamamında yükseldiğini ortaya koyuyor. 81 ilin 77’sinde, hem ortalama sıcaklıklar hem de en yüksek sıcaklıklar artıyor. Sıcak günlerin sayısı ise tam 79 ilde artışta.
Özellikle kıyı illeri olmak üzere 58 ilde, tropik gecelerde de artış gözleniyor. Bu izleğin önemli bir sebebi, Akdeniz kıyılarında kaydedilen tropik gecelerdeki artış. Bölge illerinden Mersin, hem ortalama ve en yüksek sıcaklıklar, hem de sıcaklıkların 30 dereceyi aştığı sıcak günler konusunda öne çıkıyor.
Yağışlar söz konusu olduğunda ise tüm ülkeyi etkileyen bir artıştan söz etmek mümkün değilse de, çoğu Karadeniz Bölgesi’nde yer alan 10 il için durum farklı. Yine çoğunluğu Karadeniz’de yer alan 17 ilde, şiddetli yağışların yaşandığı gün sayısında da artış var.
Kentler, sıcak dalgaları karşısında kırılgan
Çalışmanın sıcak dalgalarına dair incelemesi, Türkiye’nin özellikle iç kesimleri ile güneyindeki illerin yüksek risk altında olduğunu ortaya koyuyor. İstanbul, Ankara, Kayseri ve Gaziantep ise çok yüksek sıcak dalgası riskine sahip dört il olarak öne çıkıyor. Bu dört il, 21 milyonu aşan nüfus büyüklüğünün yanı sıra, iklim değişikliğine karşı özellikle “hassas” olan çocuk ve yaşlı nüfusunun, düşük gelir gruplarının ve geçici koruma statüsü altındaki nüfusun yoğunlaştığı alanlar olarak da öne çıkıyor.
Mersin, sıcak dalgalarının yaşanma tehlikesinin en yüksek olduğu il iken, Şırnak ve Şanlıurfa en zarar görebilir iller olarak öne çıkıyor. İstanbul ise sıcak dalgalarına maruziyetin en yüksek olduğu il.
Şehirlerin hassasiyeti yüksek, uyum kapasitesi düşük
Bu bağlamda ‘maruziyet’, iklime bağlı tehlikelerin gerçekleştiği alanlarda hem insan ve diğer canlıların hem de zarar görebilecek yapı ve altyapıların bulunması anlamına geliyor. Tehlikenin gerçekleştiği alanlarda bu sistemlerin fazla bulunması, sistemi daha maruz hale getiriyor.
Daha ziyade sosyo-ekonomik bir kavram olan ‘zarar görebilirlik’ ise sistemin olumsuz olarak etkilenme eğilimini ifade ediyor. Sistemin iklime bağlı tehlikelere karşı ‘hassas’ durumda olması ve ‘uyum kapasitesinin’ düşük olması, sistemi zarar görebilir hale getiriyor.
Hassasiyet, insanların, yerleşim yerlerinin, ekosistemlerin ve türlerin, iklim değişikliğinden ne ölçüde olumsuz etkilendiğini ifade ediyor. Bu çerçevede, sistemleri hassas hale getiren zayıf yönlere odaklanılıyor. Örneğin Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin ve Şırnak gibi illerin ‘‘hassas’’ olarak tarif edilmelerinin nedeni, yüksek yoksulluk seviyeleri, işsizlik, yüksek yaş bağımlılık oranı (15 yaş altı ve 65 yaş üstü grupların, toplam nüfus içindeki payı) ve artan yapılaşma.
Uyum kapasitesi ise iklim değişikliğinin sebep olabileceği potansiyel zararlara karşı uyum sağlama veya bu zararların sonuçları ile başa çıkma yeteneklerini ifade ediyor. Uyum kapasitesi düşük iller, çoğunlukla ülkenin doğusunda ve güneydoğusunda yer alıyor. Bu şehirlerde sivil katılımın, öğrenim düzeyi ile gelir düzeyinin ve sağlık hizmetlerine erişimin düşük olması, ayrıca kentsel yeşil alanların sınırlılığı öne çıkıyor.
Hassasiyetin yüksek, uyum kapasitesinin ise düşük olması nedeniyle, Türkiye illerinin yüzde 28’i, sıcak dalgaları söz konusunda olduğunda yüksek veya çok yüksek zarar görebilirlik seviyesine sahip. Bu da, artan sıcak dalgalarının sebep olabileceği üretim kayıpları, altyapı zararları, su kalitesi ve ürün veriminde azalma gibi sorunların yanı sıra su talebinin, orman yangınlarının ve sıcakla ilişkili hastalıkların ve ölümlerin sayısında artış gibi sorunlarla da karşı karşıya kalınabilir.
Kırmızı Liste türleri, kuraklık riski altında
Çalışmada incelenen bir diğer iklim riski ise kuraklık. İnceleme sonuçlarına göre, 81 ilin 30’u, yüksek veya çok yüksek kuraklık riski altında. Bu iller aynı zamanda tarımsal üretimin lokomotifi görevi görüyorlar. Bu illerde kırsal nüfus ekonomik olarak, kentsel nüfus ise gıdaya erişim anlamında tarımsal üretime bağımlı.
Kuraklık riskiyle karşı karşıya olan bu iller, aynı zamanda Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından Kırmızı Liste kategorisinde sınıflandırılan ve ‘tehdit altında’ bulunan kayda değer sayıda türe ev sahipliği yapıyor. Türkiye’de Kırmızı Liste kapsamında yer alan ‘tehdit altındaki’ türlerin yüzde 46’sı, bu 30 ilde bulunuyor. Halihazırda tehlike altında olan bu türler, kuraklık olaylarının sıklığının ve yoğunluğunun artmasıyla, daha da büyük risk altına girebilirler.
Yüksek kuraklık risk seviyeleri, özellikle modern tarımsal girdiye, kritik altyapıya ve eğitime erişim konusunda sorun yaşayan kırsal alanlardaki yoksulların refahını tehdit ediyor. Bu nedenle, özellikle su, tarım, ormancılık ve biyoçeşitlilik gibi alanlara odaklanan ve kırsal bağlamı dikkate alan kuraklık uyum politikalarına ihtiyaç var.
Fotoğraf: Cem Orkun Kıraç
Güneydoğu kentlerinin kuraklıktan zarar görebilirliği yüksek
Kuraklık riskiyle karşı karşıya olan bu illerin çoğu, ülkenin kuzey ve güneybatısında ve İç Anadolu’da yer alıyor. Kuraklık tehlikesinin en yüksek olduğu iller Mersin ve Muğla iken, maruziyetin en yüksek olduğu il ise Konya.
Batman ve Şırnak ise Kırmızı Liste kategorisinde sınıflandırılan kayda değer sayıda türe ev sahipliği yapmaları, ekonomilerinin büyük ölçüde tarıma dayalı olması, işsizlik, yoksulluk ve yaş bağımlılık oranlarının yüksekliği nedeniyle, kuraklık karşısında zarar görebilirliği en yüksek iller olarak tespit edildi.
Ancak zarar görebilirlik yalnızca iki şehre özgü bir durum değil. Çalışmaya göre, Türkiye’de kuraklığa uyum kapasitesi çok yüksek olan yalnızca dört il bulunuyor. Buna karşın, illerin yarısından fazlasının uyum kapasitesi düşük veya çok düşük olarak sınıflandırılıyor. Dolayısıyla, özellikle uyum kapasitesi düşük olan güneydoğu illerinin kuraklık karşısında zarar görebilirliği oldukça yüksek.
Kıyı illerinde orman yangınlarına maruziyet yüksek
Küresel ısınma ile birlikte daha fazla karşı karşıya kaldığımız bir diğer iklim riski, orman yangınları. Yangınların gerçekleşme tehlikesi dikkate alındığında, orman yangını tehlikesinin en yüksek olduğu ilin Mersin olduğu değerlendiriliyor. Antalya ve Muğla ise en yüksek orman yangını maruziyeti ile zirvede yer alıyor. Özellikle kıyı şeritlerinde yer alan illerde maruziyetin daha fazla olduğu görülüyor. Zarar görebilirliğin en yüksek olduğu şehir ise Şırnak.
Orman yangını riski söz konusu olduğunda Türkiye illerinin üçte birinin yüksek veya çok yüksek risk altında olduğunu vurgulamak önemli. Bu iller, üç milyona yakın orman köyü nüfusuna sahip olmalarının yanı sıra, Türkiye’deki türlerin yüzde 35’ine de ev sahipliği yapıyor.
Son yıllarda Türkiye’de gerçekleşen orman yangınlarının mekansal dağılımı, sayısı ve şiddetindeki artışlar düşünüldüğünde, orman yangınlarının sadece orman köylerini değil, özellikle ülkenin kıyı bölgelerinde ormanlarla giderek daha fazla iç içe geçen kentsel alanları da tehdit ettiği görülüyor.
Bu durum, orman yangınlarının toplum sağlığına, ekosistemlerin işleyişine, orman yapısına, gıda güvenliğine ve doğal kaynaklar temelli geçim kaynaklarına doğrudan etkileri dikkate alındığında, daha da kritik hale geliyor. Buna karşın şehirlerin, orman yangınına uyum sağlama kapasiteleri yüksek değil: Yaklaşık 31 ilin uyum kapasitesi ‘düşük’ veya ‘çok düşük’ olarak tespit edilmiş.
En az 855 bin kişi taşkın riski yüksek alanlarda yaşıyor
Son olarak sel riski, özellikle ülkenin kuzey illerinde oldukça yüksek. Çalışmaya göre, Giresun, Trabzon ve Rize başta olmak üzere 25 şehir ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ sel riski altında bulunuyor.
Bu illerde 855 binden fazla insan, doğrudan taşkına maruz kalabilecek alanlarda yaşıyor. Aynı zamanda bir havalimanı, 11 enerji santrali ve 273 hastane dahil olmak üzere birçok kritik altyapı yatırımı da taşkın riski altında. Yaşanacak bir selde bu kritik altyapıların zarar görmesi büyük aksaklıklara sebep olabilir ve selin etkisinin de katlanmasına yol açabilir.
Öte yandan, 29 ilde sele maruziyetin, 27 ilde ise sele karşı hassasiyetin ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ olduğu tespit edildi. Bu illerin hassas kabul edilmelerinin nedeni, düşük konut kalitesi, yoksulluk ve yaş bağımlılık oranlarının yüksekliği olarak belirtiliyor.
Sel kontrol tesislerinin, sele maruz alanların büyüklüğüne oranla, gelişmemiş olduğu, kentsel yeşil alanların yaygınlaşmadığı, ulaşım sistemine ve hastanelere erişilebilirliği düşük olan Şırnak, Hakkari ve Ağrı illeri, sele uyum kapasitesi en düşük iller.
Tüm iller göz önünde bulundurulduğunda, hem hassasiyetin yüksek hem de uyum kapasitesinin düşük olması dolayısıyla, Türkiye illerinin yüzde 40’ının sel karşısındaki zarar görebilirliği ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ olarak tespit ediliyor.
İklim riski yüksek iller önceliklendirilmeli
Tüm iklim riski faktörlerinin genel bir değerlendirmesi, farklı bölgelerden yedi ilin en yüksek iklim riskine sahip olduğunu ortaya koyuyor. Bunlar kuzeyde Amasya ve Tokat, güneyde Mersin, Kahramanmaraş ve Kayseri, doğuda ise Muş ve Ağrı.
Bunun yanı sıra, Türkiye illerinin yüzde 36’sının ‘yüksek’ veya ‘çok yüksek’ iklim riski altında olduğu görülüyor. Dolayısıyla mevcut ve beklenen riskleri yönetmek, maruziyeti ve zarar görebilirliği azaltmak konusunda bu illeri önceliklendirmek anlamlı.
Bu doğrultuda insanların ve doğal sistemlerin iklim risklerine maruziyetini azaltacak adımlar atmak önem taşıyor. Örneğin taşkın sınırı içinde yer alan insan nüfusunu ve mekansal gelişimi sınırlamak önemli. Tehlikenin beklendiği alanlarda maruz kalacak bir sisteme yer vermemek, riski azaltıyor.
İklim değişikliği ile mücadele kaçınılmaz
Tehlikeyi azaltmanın bir diğer önemli yöntemi ise, iklim değişikliği ile mücadeleyi güçlendirmek. Küresel ısınmayı 1.5 veya en fazla 2 derece ile sınırlandıracak azaltım politikalarını uygulamaya almak, iklime bağlı tehlikeleri azaltmak için şart. Bu, özellikle fosil yakıtları yakmaktan vazgeçmek ve karbon yutaklarını artırmak anlamına geliyor.
İklim değişikliğine bağlı tehlikeler, aynı zamanda bazı kritik eşikleri içeriyor: İklim sisteminde bir kritik eşiğin aşılması diğerlerini tetikleyebilir veya iklimsel bir tehlikenin daha önce yaşanmadığı coğrafyalarda yaşanır hale gelmesine neden olabilir.
Şehirlerin uyum kapasitesi artırılmalı
Benzer şekilde, illerin riskler karşısındaki zarar görebilirliklerini azaltmak, hassasiyetlerini azaltmayı ve uyum kapasitelerini artırmayı gerektiriyor. Bir sistemin ekonomik, sosyal, çevresel, kurumsal ve kültürel dinamiklerindeki bozulmalar, zarar görebilirliği de artırıyor. Yoksulluk, arazi bozulumu, hatalı kentsel planlama, kırsal geçim kaynaklarının doğal kaynaklara dayalı olması gibi unsurlar, uyum kapasitesini de düşük kılıyor.
Doğal sistemlerin zarar görebilirliği için ise doğal sistemler üzerindeki baskıların azaltılması, habitatların korunup genişletilmesi, doğal alanlar arasındaki bağlantıların ve bölgesel heterojenliğin artırılması, öne çıkan önlemler arasında.
Dr. G. Duygu Bütün kimdir?
Dr. G. Duygu Bütün, lisans derecesini 2013 yılında ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama bölümünden, yüksek lisans derecesini 2016 yılında “The Impact of Transnational Municipal Networks on Climate Policy-Making: The Case Study of Gaziantep, Nilüfer and Seferihisar Municipalities” başlıklı teziyle ODTÜ Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler programından, doktora derecesini ise 2022 yılında “Development of a Climate Risk Assessment Method for the Provinces of Turkiye” başlıklı teziyle ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama bölümünden almıştır. Doktora tezi, Çevre Vakfı, ODTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü ve İlhan Tekeli Şehircilik Kültürü Vakfı tarafından üç ayrı birincilik ödülüne layık görülmüştür.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) bünyesinde Ülke ve Pilot Bölgelerde Mekânsal Stratejik Plan Projesi’nde şehir plancısı olarak, Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye Ofisi’nde Türkiye’de Çevre Yönetimi için Kurumsal Kapasitenin Geliştirilmesi Projesi’nde danışman olarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda İklim Değişikliği Konusunda Farkındalık Geliştirme Projesi’nde ise proje danışmanı olarak görev almıştır. 2017 yılından bu yana Amasya Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde öğretim elemanı olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda Avrupa İklim Paktı Türkiye Elçisi olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Uzmanlık Alanları: İklim değişikliğine bağlı riskler; Zarar görebilirlik; Yerel yönetimler; İklim değişikliği ve kentler; Kent ağları
Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde yer alan kent ormanındaki ağaçların iş makinalarıyla kesildiğini gören halk, duruma tepki gösterdi.
Kırıkhan Bizim Platformu tarafından yapılan açıklamada, “1960’lı yıllarda ağaçlandırılan, günümüzde ise kamu kurum ve kuruluş çalışanları, öğrenciler, vatandaşlar tarafından zaman zaman fidan dikimi yapılan; hem Kırıkhan Halkına hem de binlerce canlıya ev sahipliği yapan Hatay Kırıkhan’lıların tek nefes alma mekanı olan Kırıkhan mesire yerinde ‘çeşitli ulvi bahaneler’ ile ağaç kesimleri devam etmektedir” denildi.
Platformun yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Değerli Kırıkhanlı hemşehrilerimiz, Kırıkhan Mesire Alanı‘nın korunması için inanın çok mücadele verdik, ancak görüldüğü üzere göze kulağa hoş gelen yatırım bahaneleri ile kesilmeye devam ediyor. Elinde balta ile her önüne gelen ağacı suç işleyerek, bir bahane ile kesen güruha karşı elimizde kalemimizle dilekçe yazarak yasal yollardan mücadele edemez hâle geldik. Yerel ve merkezi yönetim temsilcilerinin tahribata dur demesini bekliyor, sizleri de göreve davet ediyoruz.”
Güne ağaç kesim haberleri ile başladık Hatay'da. Konu ile ilgili görüşmelerimiz devam ederken böyle bir kayıtta çoban dostlamızdan geldi. Kalıntı dağ ceylanı yaban hayatı geliştirme sahası güney ucunda kurulu taş ocağına 70m. mesafede. #Hatay#Mountain#Gazellapic.twitter.com/DMu8d3v65U
Hatay Tabiatı Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Öğünç, Yeşil Gazete’ye yaptığı açıklamada “Halk arasında mesire yeri olarak bilinen ve kullanılan yerde bazı kamu binalarının yapımı için ağaçlar kesiliyor. Orman Bölge Müdürlüğü bunun yasal mevzuatlar çerçevesinde yapıldığını söylüyor ancak biz de ‘sorun yasalarda zaten’ diyoruz” ifadelerini kullandı.
Bursa‘nın Karacabey ilçesinde, Uluabat Gölü‘nün kıyısındaki Eskikaraağaç Mahallesi‘nin simgesi Yaren leylek, eşi Nazlı leylek ile 13’üncü yılda da buluştu.
2 Mart’ta yuvaya gelen Yaren’in ardından Nazlı da dün (6 Mart’ta) yıllardır uğradıkları yuvaya ulaştı.
Yaren ve Nazlı’nın gelişini her yıl fotoğraflayan kuş gözlemcisi Alper Tüydeş, Nazlı leyleğin geldiğini “Nihayetinde onlar bir kez daha erdi muradına” diyerek paylaştı.
Nihayetinde onlar bir kez daha erdi muradına. Leylekler genellikle baharda yuvada buluşup sonbaharda ayrılırlar. Yaren bu zamana kadar sadece tek bir sefer eşiyle birlikte aynı anda geldi yuvasına. Genelde erkek leyleklerde görülen ortak özellikteki gibi ilk gelir ve eşini yuvada… pic.twitter.com/zkj3YC5cdR
Fosil Yakıtların Ötesi’nin (Beyond Fossil Fuels) bugün yayınladığı yeni analize göre, Avrupa Birliği’nin (AB) elektrik üretim kapasitesinin yüzde 60’tan fazlasını karşılayan 10 AB ülkesi, 2035’e kadar veya daha erken bir tarihte elektrik sisteminden fosil yakıtları uzaklaştırmayı taahhüt etti.
Bu ülkelerden dördü, kömür ve fosil gazı yenilenebilir enerji kaynaklarıyla değiştirmeyi net bir şekilde taahhüt etti.
Uluslararası Enerji Ajansı‘na göre, Avrupa ülkeleri Paris Anlaşması‘nın 1,5°C hedefine uyum sağlamak için 2035 yılına kadar elektrik sektörlerini karbonsuzlaştırmalı.
Dört ülke elektrik sektörlerini dönüştürmek için taahhüt verdi
Fosil Yakıtların Ötesi’nin hazırladığı ‘‘Hükümetlerin 2035 Taahhüt Sayacı’’na göre, Avusturya, Danimarka, Litvanya ve Lüksemburg elektrik sektörlerini dönüştürmek için kabul edilebilir taahhütler verdi.
Belçika, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya ve Hollanda da taahhütlerde bulundu, ancak bu taahhütler ya fosil yakıtları elektrik sektöründen çıkarma konusunda yeterince açık olmadıkları ya da yanlış elektrik üretim teknolojilerine güvendikleri; ya da her ikisi birden olduğu için yetersiz. Son olarak, Portekiz, Romanya ve İsveç’in de taahhütleri fosilsiz elektrikte 2035 yılını çıkış tarihi olarak belirlemedikleri için yetersiz.
‘Küresel fosil yakıt piyasalarının pençesinden kurtulmak için…’
Fosil Yakıtların Ötesi Kampanyacısı Tara Connolly şöyle konuştu:
“Birçok Avrupa hükümetinin 2035 yılına kadar elektrik sektörüne dair taahhütlerde bulunarak fosilsiz bir çağ başlatma arzusu cesaret verici. Şimdi daha fazla hükümetin aynı şeyi yapması gerekiyor. Ancak 2035 tarihini belirlemek işin sadece bir parçası. Hükümetlerin kömür ve gazı tamamen ortadan kaldırma ve bunların yerine tamamen yenilenebilir enerji kaynaklarını ikame etme taahhütlerini açıkça ortaya koymaları gerekiyor.
Hükümetlerin elektrik sektörüne yönelik taahhütleri, bir ülkenin iklim eyleminin yönü hakkında endüstriye ve yatırımcılara net bir sinyal gönderdiği için çok önemli. Bu sayede, planlamacılar için güven sağlar ve sermaye maliyetini düşürerek enerji dönüşümü için hayati finansman akışını tetikler. Öngörülemez küresel fosil yakıt piyasalarının pençesinden kurtulmak ve elektrik sistemlerimizi insanlara ve gezegene hizmet edecek şekilde şekillendirmek için sürdürülebilir bir elektrik sistemi kurma niyetimizi açıkça ortaya koymamız gerekiyor. “
Fosil Yakıtların Ötesi hakkında
Fosil Yakıtların Ötesi (Beyond Fossil Fuels), 2035’e kadar Avrupa’nın tüm elektriğinin fosilsiz, yenilenebilir enerjiden sağlanmasını amaçlayan kolektif bir sivil toplum kampanyasıdır. 2030’a kadar elektrikte ve ısınmada kömürün kaldırılmasını hedefleyen Kömürün Ötesinde Avrupa kampanyasının üzerine inşa edilmiştir.
Sinpaş GYO‘nun Marmaris Milli Parkı içerisinde yer alan ve doğal güzellikleriyle ünlü Kızılbük Koyu‘nda devam ettirdiği otel projesine dair ruhsatların iptali için Muğla Çevre ve Ekoloji Politikaları Derneği ile birlikte yaşam savunucularının başvurduğu iki ayrı davanın ilkine ilişkin mahkeme, mevcut işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığına karar vererek, dava konularını reddetti.
Marmaris Kent Konseyi ve Ekolojik Mücadele Komitesi’nin uzun soluklu mücadelesinin sonunda alınan mahkeme kararının, esasa ilişkin bilirkişi raporları ve davacıların itirazlarına dair maddi gerçeklikler göz ardı edilerek verildiği ifade ediliyor.
Marmaris Kent Konseyi ve yerel aktivist gruplar, Sinpaş GYO’nun projesine karşı mahkemenin kararını temyize götürme ve Marmaris’in doğasını koruma mücadelesini sürdüreceklerini ifade ediyor.
Marmaris Kent Konseyi tarafından paylaşılan bildiride şu ifadeler yer aldı:
Muğla İdare Mahkemesinden, Marmaris’in doğasını katleden ve Marmaris’in sarı öküzünü almak isteyen Sinpaş’a karşı açmış olduğumuz iki ruhsat iptal davasının ilki için karar çıktı. Bu davada ana itiraz konusunu ilgilendirmeyen sorularla bilirkişi raporu hazırlatıldı ve karar davanın esasına girmeyen bilirkişi raporuna dayandırıldı. Bilirkişilere sorulması gereken sorularımız, rapora itirazlarımız mahkeme heyetince değerlendirilmeye alınmadı, yok sayıldı. Hatta süreci analiz ettiğimizde verilen karar bizler için sürpriz olmadı.
Konu Sinpaş olunca; milli parkta dinamit kullanma, kendine ait olmayan milli parkı talan ve işgal etme, inşaat yasağında ve mahkeme kararı sonrası inşaat faaliyetlerine devam etme dokunulmazlıkları kolayca geliyor. Şimdi de mahkemeler, davacı olan bizlerin davalara yönelik itiraz ve değerlendirmelerini, maddi gerçeklikleri yok saymayı rutin bir işlem gibi görüp karar veriyorlar.
Marmaris Kent Konseyi ve Ekolojik Mücadele Komitesi olarak tıpkı ÇED olumlu kararının iptali için verilen kararda olduğu gibi bu kararı da temyiz edip kentimizin, halkımızın haklarını korumaya ve mücadeleye devam edeceğiz. Hangi dokunulmazlık kalkanı olursa olsun “sarı öküzü” Sinpaş’a vermeyeceğiz. Maddi delillerin ışığında elbet adalet tesis edilecektir.
Marmaris İçmeler Mahallesi’ndeki Kızılbük bölgesindeki otel projesi, 30 yıl önce Emin Hattat tarafından başlatıldı. 1988’de, 150 dönüm orman alanı içinde yer alan 310 dönümlük denize sıfır arazi üzerinde beş yıldızlı bir otel inşaatına başlandı. Ancak, 550 odalı ve 1100 yatak kapasiteli bu otel, 2006’da Emin Hattat’ın iflası sonucu tamamlanamadı.
2009’da Sinpaş Holding bu araziyi satın aldı ve 2010’da 1400 lüks konut yapımı için başvuruda bulundu. Belediye bu talebi reddetti, ancak Muğla Valiliği, 2021’de orman yangınlarından kısa bir süre sonra, devam eden Kızılbük Wellness Resort inşaatı için “ÇED gerekli değildir” kararı verdi. Marmaris Kent Konseyi, bu kararın iptali için dava açtı.
Açılan dava kapsamında hazırlanan bilirkişi raporunda, Valiliğin kararının yasalara aykırı olduğu; projenin kıyıya, denize, bölgedeki endemik türlere ve ekolojik bütünlüğe zarar verdiği tespit edilmişti.
İspanya‘nın Katalonya özerk bölgesinde regl dönemi ürünleri, ücretsiz olarak eczanelerden dağıtılmaya başlandı.
Proje kapsamında yaklaşık 2,5 milyon kadın ve kız çocuğu, her regl dönemi için bir adet adet kabı, regl dönemi için iç çamaşırı ve iki paket ped alabilecek. Ücretsiz dağıtılacak olan ürünler, kullanılmış ped ürünlerinin geri dönüşümünden sağlanacak.
Regl eşitliği hakkı
Katalan hükümeti “Benim reglim, benim kurallarım” adı verilen girişimin amacının “regl eşitliği hakkını garanti altına almak” olduğunu açıkladı.
Bölgesel hükümetin yaptığı ankete katılan kadınların yüzde 23’ü, ekonomik nedenlerle tek kullanımlık hijyen ürünlerini yeniden kullandıklarını söylemişti.
Katalonya’nın eşitlik ve feminizmden sorumlu Bakanı Tània Verge “On yıllardır kadınların cinsel ve üreme hakları küresel ölçekte feminist mücadelenin merkezinde yer alıyor. Bu, ülkemizi daha adil bir yer haline getiriyor” dedi.
Yeniden kullanılabilir ürünler dağıtılıyor
Yeniden kullanılabilir ürünlerin dağıtımı aynı zamanda israfın azaltılmasını da amaçlıyor. Bölgesel hükümet, Katalonya’nın tek kullanımlık kadın hijyen ürünlerinden yaklaşık 9 bin ton atık ürettiğini açıkladı.
Yeniden kullanılabilen ürünler, kamu sağlık sistemi tarafından satın alınıyor ve Katalonya’nın 3 binden fazla özel eczanesi tarafından dağıtılıyor. Programın bölgesel hükümete maliyeti 8,5 milyon euro olarak hesaplandı.
İspanya ulusal hükümeti geçen yıl, şiddetli adet ağrısı çeken kadınlara ücretli tıbbi izin hakkı tanıyan bir yasayı da kabul etmişti.