Çin hükümeti, sübvansiyonlu aşırı üretimin küresel pazarları indirimli fiyatlara sahip ihracatla doldurabileceği korkusu nedeniyle Batı’nın hedefinde olan ülkenin lityum pil endüstrisini dizginlemeyi amaçlayan taslak kılavuzları yayınladı.
Lityum-iyon piller, elektrikli araçlardan scooterlara, dizüstü bilgisayarlara ve motorlu tekerlekli sandalyelere kadar her şeyde kullanılan, şarj edilebilir bir enerji depolama biçimi.
Economist Intelligence Unit’e göre ise Çin, 2022’de küresel talebin yaklaşık yüzde 57’sini oluşturarak dünyanın en büyük lityum pil üreticisi. Devlet basınında çıkan haberlere göre, ülkenin ihracatı, 2023’teki yıllık yüzde 33 olmak üzere son yıllarda keskin bir artış gösterdi.
Sanayi ve Bilgi Teknolojileri Bakanlığı tarafından çarşamba günü (15 Mayıs) yayımlanan, sektörü “teşvik etmeyi ve yönlendirmeyi” amaçlayan kılavuzda, lityum pil şirketlerinin “tamamen kapasiteyi artıran projelerden” kaçınması gerektiği vurgulandı. Belgede bunun yerine “teknik yeniliği güçlendirmeleri, ürün kalitesini yükseltmeleri ve üretim maliyetlerini düşürmeleri” gerektiği belirtildi.
Yasal olarak bağlayıcılığı olmayan kılavuzlar aynı zamanda firmaları koruma altındaki tarım arazileri veya ekolojik açıdan önemli alanlarda üretim tesisleri kurmamalarını da teşvik ediyor.
Belgeye göre, korunan alanlardaki mevcut fabrikaların kapatılması veya “ölçeklerinin sıkı bir şekilde kontrol edilmesi ve kademeli olarak taşınması” gerekiyor.
Bakanlık ayrıca şirketleri ulusal işyeri güvenliği yasalarına uymaya ve mevcut ürün standartlarına uymaya çağırdı.
‘Çin’in aşırı üretimi küresel endüstriye zarar veriyor’
Yabancı yetkililer, Çin hükümetinin desteğiyle küresel pazarların karşılayabileceğinden daha fazla üretim kapasitesi yaratılması yüzünden yenilenebilir enerji ve lityum piller de dahil olmak üzere kilit sektörlerdeki ucuz ihracat akışının başka yerlerdeki endüstrilere zarar verebileceği konusunda uyardı.
Pekinise Batı’nın korkularını mesnetsiz buluyor. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping bu hafta Avrupalı liderlere Çin’in aşırı kapasite sorunu olarak adlandırılan sorunun “ne karşılaştırmalı üstünlük açısından ne de küresel talep ışığında mevcut olmadığını” söyledi.
İngiltere’de yapılan yeni bir araştırma, iklim değişikliğine bağlı olarak gerçekleşen aşırı hava olaylarının birçok nörolojik hastalığı tetiklediğini ve mevcut rahatsızlıkları kötüleştirdiğini ortaya koydu.
University College London’da yapılan ve The Lancet Neurology dergisinde yayımlanan araştırmada aşırı hava olaylarının inme, Alzheimer, menenjit, epilepsi ve multiple skleroz (MS) gibi 19 farklı sinir sistemi durumunu nasıl etkilediği analiz edildi. Ayrıca iklim değişikliğinin kaygı, depresyon ve şizofreni gibi yaygın psikiyatrik bozukluklarla ilişkisi de araştırıldı.
Araştırmacılar, özellikle inme ve sinir sistemi enfeksiyonları olmak üzere bazı beyin hastalıkları üzerinde iklim değişikliğinin etkili olduğuna dair açık kanıtlar bulunduğunu ifade ediyor. University College London Epilepsi Topluluğu’nun genomikler direktörü Profesör Sanjay Sisodiya, iklim değişikliklerinin beyin hastalıkları üzerindeki etkilerinin, özellikle sıcaklıkta yaşanan aşırı düşüş ve yükselişler ile gün içindeki sıcaklık varyasyonlarından kaynaklandığını söyledi.
Dr. Sisodiya, özellikle sıcak gecelerin uyku düzenini bozabileceğini ve bu durumun özellikle önemli olduğunu vurguladı. Sıcak hava dalgalarının daha sık ve daha uzun süreler boyunca yaşanmasıyla dünya genelinde milyarlarca insan normalden daha yüksek sıcaklıklarda uyumaya başladı ve bu da sinir sistemini doğrudan etkileyebilen bir durum.
Araştırmacılar, yüksek çevresel sıcaklıklar veya sıcak dalgaları sırasında inmeden kaynaklanan hastane yatışları, engellilik ve ölümlerde de artış olduğunu belirtiyor.
Etkiler yalnızca uyku alanıyla da sınırlı değil. Araştırmacılar, demansı olan kişilerin bilişsel bozuklukları çevresel değişimlere adaptasyon yeteneğini sınırladığı için, aşırı sıcak ve soğuklardan daha fazla zarar görebileceğini buldu.
Dr. Sisodiya, “Risk farkındalığının azalması, yardım arama veya potansiyel zararı hafifletme kapasitesinin, örneğin sıcak havalarda daha fazla su içme veya giysileri ayarlama gibi, azalmasıyla birleştiğinde bu hassasiyet artar” dedi.
Araştırmacılar, daha fazla insanın aşırı iklim olaylarına maruz kalmasıyla mevcut çalışmaların beyin sağlığı üzerindeki etkiyi tam olarak anlamak için yetersiz kalabileceğini söyledi ve mevcut ve gelecekteki iklimi hesaba katan daha fazla çalışma yapılması çağrısında bulundu.
Dr. Sisodiya, “Bu çalışmalar, iklim koşullarının endişe verici şekilde kötüleştiği bir dönemde gerçekleşiyor ve hem bireyler hem de kuruluşlar için yararlı bilgiler üretebilmek için dinamik ve çevik kalmaları gerekiyor” dedi.
Microsoft Corp.’un dört yıl önce, içinde bulunduğumuz on yılın sonuna kadar saldığından daha fazla karbonu ortadan kaldırma sözü vermesi , iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik en iddialı ve kapsamlı planlardan biriydi. Ancak yazılım devinin yapay zekada küresel lider olma yönündeki amansız çabası, bu hedefi tehlikeye atıyor.
Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, dünya çapındaki veri merkezleri şu anda küresel elektrik kullanımında yüzde 1.5’luk bir paya sahip. Ancak yapay zekanın diğer bilgi işlem türlerine göre daha fazla enerji gerektirmesi nedeniyle bu oran giderek artıyor.
Bloomberg’in aktardığına göre, çarşamba günü (15 Mayıs) yayımlanan en son sürdürülebilirlik raporuna göre, Seattle merkezli şirketin, gezegenin toplam ısınmasına etkisi, bugün 2020’ye kıyasla yaklaşık yüzde 30 daha yüksek. Bu da 2030 yılına kadar “sıfırın altına inmeyi” yani karbon negatif olmayı, karbon negatif hedefini zorlaştırıyor.
Şirketin CEO’su Brad Smith, Bloomberg’e hedeflerine ulaşmak için artık yazılım devinin yeşil çeliğe, betona ve daha az karbon yoğunluklu çiplere erişme konusunda çok hızlı bir şekilde ciddi ilerleme kaydetmesi gerektiğini söyledi: “2020’de “carbon moonshot” adını verdiğimiz şeyi açıkladık. Bu yapay zekadaki patlamadan önceydi. Yani, yapay zekanın genişlemesi ve onun elektrik ihtiyaçları konusundaki tahminlerimizi düşünürseniz, birçok yönden Ay, 2020’dekinden beş kat daha uzakta.”
Microsoft’un içinde bulunduğu durum, yapay zeka arayışının emisyonları azaltma çabalarıyla nasıl çatıştığının ilk somut örneklerinden biri. Üretken yapay zeka için yeni pazardaki ilk liderliğinden yararlanmayı seçmek, Microsoft’u dünyadaki en değerli şirket haline getirdi; ancak liderleri aynı zamanda talebe ayak uydurmanın, kirletici varlıklara daha fazla yatırım yapmak anlamına geleceğini de kabul ediyor.
Yapay zeka ürünleri güce ihtiyaç duyuyor ve veri işlemesi de büyük miktarda enerji tüketiyor. Ancak talep o kadar fazla ki, Microsoft’un buna ayak uydurabilmek için yeni veri merkezleri de kurması gerekiyor. Bunun için karbon yoğun çimento, çelik ve mikroçipler gerekiyor.
Teknoloji devi, yapay zeka ürünlerine yönelik artan talebi karşılamak amacıyla veri merkezlerini genişletmek için Temmuz 2023 ile bu yılın Haziran ayı arasında 50 milyar dolardan fazla harcamayı planlıyor. Mali İşler Direktörü Amy Hood geçen ay yaptığı bir röportajda, temmuz ayından itibaren önümüzdeki 12 ay için bu rakamın daha da yüksek olmasının beklendiğini söyledi. Şubat ayından bu yana da şirket Wisconsin, Tayland, Endonezya, İspanya, Almanya ve Japonya‘da yeni veri merkezi projelerinin tanıtımını yaptı.
Smith, yapay zekanın dünya için yapabileceği iyiliğin, çevresel etkisinden daha ağır basacağına inanıyor: “Temel olarak cevabın yapay zekanın yayılmasını yavaşlatmak değil, onu daha çevre dostu hale getirmek için gereken işi hızlandırmak olduğuna inanıyoruz. Başarısız olmanın bir yolu olduğunu garanti ederim: O da vaz geçmektir.”
Bilim insanları, atmosferdeki karbondioksit (CO2) artış hızının şu anda son 50 bin yıldaki herhangi bir döneme kıyasla on kat daha hızlı olduğunu açıkladı.
Oregon Eyalet Üniversitesi ve St Andrews Üniversitesi‘nden bir araştırma ekibi, Antarktika‘daki eski buzların kimyasal analizini yaparak elde ettiği verilerle, insan kaynaklı emisyonların etkilerini ortaya koydu.
Independent‘in aktardığına göre bulgular, Ulusal Bilimler Akademisi’nin Tutanakları (PNAS) dergisinde yayımlandı ve Dünya’nın geçmişindeki ani iklim değişiklikleri dönemleri hakkında önemli bir anlayış sağlayarak, iklim değişikliğinin potansiyel etkileri hakkında bilgi verdi. Çalışmada karbondioksit artış hızı “benzeri görülmemiş” olarak nitelendirildi ve bu artışın, büyük ölçüde insan kaynaklı emisyonlar tarafından yönlendirildiği belirtildi.
‘Karbondioksit artış hızı benzersiz’
Karbondioksit (CO2) atmosfere girdiğinde, sera etkisi nedeniyle iklimin ısınmasına katkıda bulunuyor ve küresel ısınmadan sorumlu sera gazlarının başında geliyor. Geçmişte, seviyeler buzul çağları ve diğer doğal nedenlerle dalgalanmış olsa da, bugün insan kaynaklı emisyonlar nedeniyle yükseliyor. Oregon Eyalet Üniversitesi, Dünya, Okyanus ve Atmosfer Bilimleri Koleji’nden Dr. Kathleen Wendt, “Geçmişi incelemek, bugünün nasıl farklı olduğunu öğretir. Günümüzdeki CO2 değişim hızı gerçekten benzersiz” dedi.
Çalışmada Antarktika’da yüz binlerce yıl boyunca biriken buzlardaki hava kabarcıkları içinde biriken eski atmosfer gazları incelendi. Bilim insanları, yaklaşık 3,5 kilometre derinliğe kadar ulaşan sondaj çekirdekleri kullanarak buz örneklerini topladı ve geçmiş iklim kayıtlarını oluşturmak için iz kimyasallarını analiz etti.
St Andrews Üniversitesi, Dünya ve Çevre Bilimleri Okulu’ndan Dr. James Rae, “Bu Heinrich Olayları gerçekten dikkat çekici. Kuzey Amerika buzulunun dramatik çöküşü tarafından tetiklenen bir zincirleme tepkiyi başlatıyorlar” dedi. Bu olaylar, tropikal musonlarda değişikliklere, Güney Yarımküre‘nin batı rüzgarlarına ve okyanuslardan büyük CO2 salımlarına yol açıyor.
Bilim insanları, doğal yükselişlerin en büyüğü sırasında, karbondioksit seviyesinin 55 yıl içinde yaklaşık 14 milyon parça arttığını ve bu sıçramaların yaklaşık her 7 bin yılda bir meydana geldiğini tespit etti. Buna karşın, günümüzde bu büyüklükteki artış sadece beş ila altı yıl içinde gerçekleşiyor.
Bulgular, geçmişteki doğal karbondioksit artış dönemlerinde, derin okyanus dolaşımında önemli bir rol oynayan batı rüzgarlarının da güçlendiğini ve Güney Okyanusu‘ndan hızlı CO2 salınımına yol açtığını öne sürüyor. Diğer araştırmalar, bu rüzgarların iklim değişikliği nedeniyle önümüzdeki yüzyıl boyunca güçleneceğini öne sürmüştü.
Dr. Wendt, “Karbondioksit emisyonlarımızın bir kısmını emmesi için Güney Okyanusu’na güveniyoruz, ancak hızla artan güney rüzgarları bu yeteneğini zayıflatıyor” dedi.
Avrupa Birliği ülkeleri, hafta başında (13 Mayıs’ta) tırlardan kaynaklanan karbondioksit (CO2) emisyonlarını azaltmayı hedefleyen yeni bir yasayı nihai olarak onayladı. 2040 yılından itibaren Avrupa Birliği’nde satılacak yeni ağır hizmet araçlarının büyük bir çoğunluğunun emisyon salımı yapmayan araçlardan oluşması gerekecek.
Reuters’in aktardığına göre yeni yasa ile üreticiler, 2040 yılında satışa sunacakları yeni CO2 salımı yapan araç sayısını dengelemek için büyük oranda elektrikli araçlar ve hidrojenle çalışan araçlar gibi, tamamen emisyon salımı yapmayan tırları satabilecek.
Ağır hizmet araçlarının, Avrupa’nın karayolu taşımacılığı emisyonlarının dörtte birini oluşturduğu biliniyor. Aynı zamanda Avrupa’nın yollarındaki çoğu tır şu anda dizel ile çalışıyor ve bunun da sera gazı emisyonlarına ve akciğer kanseri ile solunum hastalıklarıyla bağlantılı hava kirliliği partiküllerine neden olduğu kanıtlanmış durumda.
Tır üreticileri yeni yasa ile beraber 2030 yılına kadar filolarının CO2 emisyonlarını yüzde 45, 2035 yılına kadar ise yüzde 65 oranında azaltmak zorunda kalacak.
Avrupa Birliği’nde otobüsler için de karbon dostu uygulamalar getiriliyor
2030 yılından itibaren Avrupa Birliği’nde satılacak yeni kentsel otobüslerin yüzde 90’ı sıfır emisyonlu olacak ve bu oran 2035 yılında yüzde 100’e çıkacak. Avrupa otomotiv grubu ACEA, Avrupa Birliği politikasının dünyanın en iddialı politikası olduğunu belirtti ve hedeflere ulaşılabilmesi için hükümetlerin 2030 yılına kadar kamuya açık 50 bin tır uyumlu elektrikli şarj istasyonunun hızla devreye sokulması gerektiğini vurguladı.
Avrupa Birliği’nin tır CO2 politikası, şimdi Avrupa Birliği ülkeleri ve Avrupa Parlamentosu‘ndan onay aldı, bu da yasanın yürürlüğe girmesi anlamına geliyor. Almanya ve merkez sağ Avrupa Birliği yasa koyucuları, 2040 yılından sonra satılacak daha fazla yanmalı motorlu tırın CO2 nötr yakıtlarla çalışmasına izin verilmesini istemesine rağmen bu politika kabul edildi.
Pazartesi günkü oylamada, sadece İtalya, Polonya ve Slovakya bu politikaya karşı çıkarken, Çek Cumhuriyeti çekimser kaldı. Almanya’nın desteğini kazanmak için Avrupa Birliği ülkeleri, geçen ay yasaya, Avrupa Komisyonu‘nun gelecekte CO2 nötr yakıtlarla çalışan tırları hedeflere dahil etmeyi düşüneceğini belirten bir önsöz ekledi.
Yale Çevre Okulu‘ndan bilim insanlarının yaptığı bir araştırmaya göre, Romanya’daki Țarcu dağlarına bırakılan 170 bireylik bizon sürüsü, bir yıl boyunca neredeyse 2 milyon aracın trafikten çekilmesine eşdeğer CO2 emisyonunun depolanmasına yardımcı olabilir.
Çalışma hayvanların iklim krizinin en kötü etkilerini hafifletmeye nasıl yardımcı olduğunu ortaya koyuyor .
Avrupa bizonu 200 yıldan fazla bir süre önce Romanya’da ortadan kaybolmuştu. Ancak Rewilding Europe ve WWF Romanya türü 2014 yılında güney Karpat dağlarına yeniden kazandırdı. O zamandan bu yana, 100’den fazla bizona Țarcu dağlarında yeni yuvalar sağlandı ve sayı 170’i aştı. Bugün bu devasa hayvanlar, Avrupa’nın en büyük serbest dolaşım popülasyonlarından birini oluşturuyor.
‘Bizonlar yok edildiğinde salımlar arttı’
Guardian‘ın aktardığına göre, henüz hakemli değerlendirmeden geçmeyen son araştırmada, yeni bir model kullanıldı. Model, yaban hayatı türlerinin ekosistemler içindeki etkileşimleri yoluyla toprakta yakalanmasına ve depolanmasına yardımcı olan ilave atmosferik CO2 miktarını hesaplıyor. Bu kapsamda Țarcu dağlarındaki yaklaşık 50 kilometrekarelik çayırlık alanda otlayan Avrupa bizon sürüsünün, potansiyel olarak yılda 2 milyon ton daha fazla karbon yakaladığı tespit edildi. Bu, bizon olmadan toprağın yakaladığı karbondan neredeyse 9,8 kat daha fazla ve ortalama 1,88 milyon benzinli otomobilinin yıllık CO2 emisyonuna karşılık geliyor.
Fotoğraflar: Alexander Turner/Guardian.
Raporun baş yazarı ABD Connecticut’taki Yale Çevre Okulu’ndan Prof Oswald Schmitz “Bizonlar, otlaklarda eşit bir şekilde otlanarak, toprağı ve tüm yaşamını gübrelemek için besinleri geri dönüştürerek otlak ve orman ekosistemlerini etkiliyor. Ekosistemi zenginleştirmek için tohumları dağıtıyor ve depolanan karbonun salınmasını önlemek için toprağı sıkıştırıyor” dedi.
Bu canlıların milyonlarca yıl boyunca otlak ve orman ekosistemleriyle birlikte evrimleştiğine ve özellikle otlakların sürüldüğü yerlerde bunların yok edilmesinin büyük miktarda karbon salımına yol açtığına vurgu yapan Schmitz, “Bu ekosistemleri restore etmek dengeyi geri getirebilir ve ‘yeniden yabanileştirilmiş’ bizonlar bunu başarmaya yardımcı olabilecek iklim kahramanlarından bazılarıdır” diye konuştu.
Manchester Metropolitan Üniversitesi‘nde biyoçeşitlilik uzmanı olan ve çalışmaya dahil olmayan Alexander Lees de çalışmanın “Avrupa bizonlarının doğaya dayalı bir iklim çözümü olarak yeniden kullanıma sunulması için ikna edici bir örnek oluşturduğunu” söyledi.
İklim politikalarında ‘yeniden yabanileştirme’ önemli bir seçenek
Lees, sahada daha fazla araştırmanın modellerin doğrulanmasına yardımcı olacağını ve bizonların faydalarının ne kadar sürede ortaya çıkacağının anlaşılmasına yardımcı olacağını belirterek şunları ekledi:
“Bu çalışma, büyük memelilerin karbon döngüsünde çok önemli rollere sahip olduğu yönünde ortaya çıkan fikir birliğini güçlendiriyor. Uygun olduğu durumlarda yeniden yabanileştirme çabaları, iç içe geçmiş biyolojik çeşitlilik ve iklim krizleriyle mücadelede temel araçları temsil ediyor.”
Temel türlerden biri olan bizon, ekosistemlerde önemli bir rol oynuyor: Otlamaları ve gezinmeleri ormanlar, çalılıklar, çayırlar ve mikro yaşam alanlarından oluşan biyolojik çeşitliliğe sahip bir doğanın korunmasına yardımcı oluyor. Hayvanların Țarcu dağlarına dönüşleri aynı zamanda doğa temelli turizme ve yeniden yabanileştirme çalışmalarına da ilham verdi.
Schmitz, Karpat otlaklarının kendine özgü toprak ve iklim koşullarına sahip olduğunu, dolayısıyla Avrupa bizonunun etkisinin uluslararası düzeyde tahmin edilemeyeceğini belirtiyor.
Global Rewilding Alliance’ın bilim politikası uygulamaları direktörü Magnus Sylvén ise araştırmanın dünyanın dört bir yanındaki iklim politika yapıcılarına yepyeni bir dizi seçenek sunduğuna dikkat çekti:
“Şimdiye kadar doğanın korunması ve restorasyonu, büyük ölçüde, iklim acil durumunun yanı sıra yüzleşmemiz gereken başka bir zorluk ve maliyet olarak değerlendirildi. Bu araştırma, her iki zorluğun da üstesinden gelebileceğimizi gösteriyor: Yeniden yabanileştirme yoluyla doğayı geri getirebiliriz ve bu, büyük miktarda karbonu aşağı çekerek küresel iklimin istikrara kavuşturulmasına yardımcı olur.”
Romanya’nın Avrupa bizonu hakkındaki raporun “türünün ilk örneği” olduğunu söyleyen Sylvén, modelin “yaban hayatının yeniden canlandırılmasına yön vermek için eldeki çok güçlü bir araç” sağladığını ekledi.
Schmitz, ekibin tropik orman filleri, misk öküzleri ve deniz su samuru dahil olmak üzere dokuz türü ayrıntılı olarak incelediğini ve diğerlerini araştırmaya başladığını söyledi.
Venezuela, modern tarih boyunca tüm buzullarını kaybeden ilk ülke oldu. Ülkedeki son buzul olan Humboldt, artık yeterli büyüklüğe sahip olmadığı için buzul olarak sınıflandırılmaktan çıkarıldı.
Euronews’in aktardığına göre Venezuela’daki buzul alanlarının 1952’den 2019’a kadar yüzde 98 oranında azaldığı tespit edilmişti. Humboldt Buzulu, 2011 yılı itibarıyla ülkenin kalan son buzulu olarak biliniyordu ve şimdi yalnızca iki hektar büyüklüğünde bir buz alanı olarak kalmış durumda. Bilim insanları, yüksek rakımlı bölgelerde sıcaklıkların daha hızlı yükselmesinin bu hızlı erimeye neden olduğunu belirtiyor.
Sierra Nevada Ulusal Parkı‘nda yaklaşık beş bin metre yükseklikte bulunan buzul alanı, şimdi yeni bir ekosistem gelişimi için potansiyel bir zemin sunuyor. Araştırmacılar, Humboldt’un çekilmesiyle ortaya çıkan kayalık alanlarda sisle kaplı bir dağ çayırlığı şeklinde, ağaç sınırının üstü ile buzul sınırının altı arasında yer alan Páramos benzeri bir ekosistemin zamanla gelişebileceğini öngörüyor.
Venezuela’daki buzul kaybı, And Dağları‘nda yeni bir çevresel dinamiği tetikleyecek. Bilim insanları, küresel ısınma ile yüksek rakımlı alanları kolonize etme yeteneğine sahip bitki örtüsü arasındaki yarışı yakından izliyor.
Mérida‘nın dağlık bölgeleri, bu değişimler karşısında koruma ve araştırma için öncelikli hale geliyor. Buzulların kaybı, bölgenin ekolojik yapısında önemli değişikliklere neden olurken, bu yeni duruma uyum sağlayacak bitki ve hayvan türlerinin geleceği belirsizliğini koruyor.
Ankara‘da Altın Madenciliği Derneği ve Dünya Altın Konseyi tarafından düzenlenen altın konferansına karşı doğanın haklarını savunmak için ekoloji aktivistleri, Ankara’da sabah saatlerinde protesto gerçekleştirdi. Ekoloji Birliği, İklim Adaleti Koalisyonu, Ekokırım Çalışma Grubu ile İliç Doğa ve Çevre Platformu‘na üye aktivistlerin ve yurttaşların katıldığı protestoda “Sürdürülebilir yaşam için altın madenlerine hayır” denildi.
Erzincan, İliç‘te 13 Şubat’ta gerçekleşen yığın liç kaymasının ardından aylar geçmesine rağmen ve yığının altında hala işçilerin bedenleri aranırken, dünyanın ve Türkiye‘nin “altın devleri” bugün (16 Mayıs) Ankara’da toplandı. Konferansı protesto için Ankara’da bir araya gelen yurttaşlar ise tepkilerini şöyle dile getirdi:
“Doğayı sömürü aracı olarak gören madenciliğin temsilcilerini ağırlıyor bugün Ankara, bir gereksinim olmayan altının geleceğini konuşacaklar. Tonlarca altının yeryüzünün derinliklerinden sökülüp çıkarılması, siyanür ile ayrıştırılması ve geride bıraktığı milyonlarca ton zehirli kimyasal atığın asla rehabilite edilemeyeceğini onlar da biliyor olmalarına rağmen, ısrarla sürdürülebilir madencilik yalanını anlatacaklar!”
Konferans geniş tepki uyandırmasına rağmen iptal edilmedi. Bir yandan İliç’te işçiler yığının altında aranırken bir yandan da iklim değişikliği, sürdürülebilirlik ve biyoçeşitlilik gibi doğanın haklarına odaklanılan alanlarla altın madenciliğinin aynı çatı altında bir konferansta ele alınması oldukça büyük yeşil aklama örneklerinden biri olarak tarihe geçmiş oldu.
Yeşil aklama şirketlerin, kurumların ve kişilerin iklim krizine ve ekokırımlara karşı eyleme geçmektense iklim krizinin ve doğaya/yaşama verilen olumsuz etkilerini artırır yönde hareket etmesi ve örneğin karbon salımına destek olması gibi eylemlerine rağmen kendisini günahsız yani “yeşil” göstermesi anlamına geliyor.
Söz konusu konferansa karşı Ankara’ya giden ekoloji aktivistleri, basın açıklaması gerçekleştirerek altın madenciliğinin ödettiği bedellere dikkat çekti:
“Altın madenciliğinin, milyonlarca ton zehirli kimyasal atıkla topraklarımızı, havamızı, suyumuzu kirlettiği, tüm canlı yaşamını geri dönüşsüz, ölümcül sonuçlarla karşı karşıya bıraktığı gerçeğinin içindeyiz! Bu yüksek tehlikeli madencilik gerçeğinin sonuçlarını yıllardır haritadan silinen köylerimizde, patlatmalarla paramparça ettikleri dağlarımızda, yok ettikleri orman ekosistemlerimizde, su havzalarımızda yaşıyoruz!
Ülkenin dört bir yanında Artvin’den, Çanakkale’ye, Ordu’dan, Balıkesir’e, Kayseri’den Eskişehir’e, Sivas’tan, İzmir’e, Kütahya’dan, Erzincan’a, Konya’dan, Bursa’ya, Gümüşhane’den, Manisa’ya, Tokat’tan, Nevşehir’e ölüm çukurlarına, kimyasal atıktan oluşan pasa dağlarına, asit havuzlarına mecbur bırakılıyoruz!”
Altın konferansına karşı Ankara’da buluşan ekip adına açıklamayı İkizdere mücadelesinde öne çıkan isimlerden biri olan Aslı Kahraman Eren yaptı.
‘Göz göre göre bu facia yaşandı’
“13 Şubat’ta Erzincan İliç’te Çöpler Kompleks Altın Madeni’nde yaşanan katliam ülkenin başına gelmiş en büyük ekokırım suçudur! Kanada merkezli Ssr Mining ve siyasi iktidara yakın Çalık grubuna ait Anagold’a karşı yıllardır açılan davalara, suç duyurularına, uyarılara rağmen devletin hiçbir önlem almaması, denetim yapmaması sonucu göz göre göre bu facia yaşanmıştır” denilen açıklamada denetlenmeyen Uşak,Kışladağ’da da benzeri kazaların yaşanmasının an meselesi olduğu belirtildi.
‘Gerçek sorumlular hakkında hiçbir işlem yapılmadı!’
“Fırat’ın kıyısında, zehirli kimyasalların toprağa, havaya, suya karışması, Çernobil benzeri bir felaket ile karşı karşıya olduğumuz gerçeği kamuoyundan saklandı!” ifadelerine yer verilen açıklamanın devamında şunlar aktarıldı:
“Bu ekokırım suçunun gerçek sorumluları hakkında hiçbir işlem yapılmadı! Ne şirketin üst düzey yöneticileri ne de devletin hiçbir bakanlığı sorumluluk almadı!”
‘Sorumlu Altın Madenciliği Konferansı’ toplantısına işaret edilen açıklamada “Yaşanılan felaketlerde altın madencilerinin herhangi bir sorumluluk almadığı gerçeği ortadayken belli ki kendini aklama çabası içinde madenciler! ‘Sürdürülebilir Madencilik’ yalanına inanmamızı bekliyorlar!” denilerek şu sorular yöneltildi:
“Soruyoruz; tarım alanlarını, meraları, hayvancılığı bitiren maden sahalarında, zorla göç ettirilen, toprakları kamulaştırılan, yaşam alanları ellerinden alınan, kendi kendini idame ettirme imkanlarından, geçim kaynaklarından mahrum bırakılan insanların sorumlusu kim peki!
Maden alanlarında yaşanan kirlenmenin sonucunda erken ölüm ve kronik hastalıklara maruz kalan bu insanların yaşam haklarını ellerinden alanlar kim peki?”
Rant ortaklığı
“Bu coğrafyanın kaderi bu rant ortağı anlayışa, vahşi altın madenciliğine terk edilemez! İliç’teki ekokırımın üstünü kapatmaya çalışanların madeni kapatmayı akıllarından bile geçirmediğinin farkındayız!” denilen açıklamanın devamında ise şu ifadelere yer verildi:
“Avrupa’da yasaklanmış Siyanür Liç’li Altın Madenciliğine ülkemizi, topraklarımızı, insanımızı mecbur edenler, madenciler için her türlü yasal zemini hazırlıyor, hukuki engelleri ortadan kaldırıyor! Sadece altın piyasasındaki, borsadaki değer yükselişlerini umursayan, doğanın değerini umursayan doğayı kullanılabilir bir meta olarak gören ülkelerle rant ortaklığı yapıyor!”
‘Yeryüzüyle barışmadan yeryüzünün kurtuluşu mümkün olmayacak!’
Sürdürülebilir bir dünya için altın madenciliğinden vazgeçilmesi gerektiğinin vurgulandığı açıklamada son olarak şunlar aktarıldı:
“Bankaların kasalarında tozlanmayı bekleyen altın dünya nüfusunun yüzde 1i için zenginlik, dünyanın geri kalan yüzde 99’u içinse geri dönüşsüz ekokırım suç mahali demektir. Bugün yüzde 1’in zenginliği için altının geleceğini konuşanlar, İliç’te milyonlarca ton zehirli kimyasal atığın altında kalan, aradan üç ay geçmesine rağmen cansız bedenlerine ulaşılmayan işçilerin adını bile anmayacaklar! İliç’i unutturmayacağız, kapasite artışını yaptırmayacağız, o madeni kapattıracağız!
Yeryüzüyle barışmadan yeryüzünün kurtuluşu mümkün olmayacak! Doğa hakkı için mücadele eden, altın madenciliğine karşı yaşam alanlarını, topraklarını, geleceğini savunanlar yan yana gelecek ve yeryüzüne savaş açmış olanları durduracak! Tüm doğa, emek, kadın ve insan hakları alanında mücadele eden kurum ve kuruluşlara, meslek odalarına, siyasi partilere bu savaşa ortak olmayın yanımızda olun diyoruz!
Dayanışmayla tüm altın madenleri kapatılıncaya kadar!”
ABD‘nin Florida eyaleti valisi Ron DeSantis, iklim değişikliğini “daha az öncelikli olacak” şekilde belirleyen yasa tasarısını imzaladı. Vali, aynı zamanda açık denizde veya eyaletin uzun kıyı şeridi yakınında enerji üreten rüzgar türbinlerini de yasaklıyor.
Çevre örgütleri eski Cumhuriyetçi cumhurbaşkanı adayının imzaladığı yasanın yükselen denizler, aşırı sıcaklık ve su baskınları ve giderek şiddetli fırtınalar dahil olmak üzere Florida’daki iklim değişikliği tehditlerinin gerçekliğini göz ardı ettiğini söylüyor.
Valilikten yapılan açıklamaya göre, 1 Temmuz’da yürürlüğe girecek yasa, doğal gazın genişletilmesini hızlandıracak, eyaletteki gaz boru hatlarına ilişkin düzenlemeleri azaltacak ve soba gibi gazlı cihazlara yönelik yasaklara karşı korumayı artıracak.
‘Radikal yeşil bağnazların gündemini reddediyoruz’
Ocak ayında başkanlık adaylığı için kampanyasını askıya alan ve rakibi Donald Trump’ı destekleyen DeSantis, tasarıyı enerji politikasına sağduyulu bir yaklaşım olarak nitelendiriyor. X platformundan yaptığı bir paylaşımda, “Enerjiye yaklaşımımızda akıl sağlığını yeniden tesis ediyoruz ve radikal yeşil bağnazların gündemini reddediyoruz” dedi.
ABD Enerji Bilgi İdaresi’ne göre Florida halihazırda elektrik üretiminde yüzde 74 oranında doğal gaza bağımlı durumda. DeSantis’in imzaladığı yasa tasarısının muhalifleri, tasarıda dokuz farklı yerde “iklim” kelimesinin kaldırıldığını, eyaletin enerji hedeflerinin verimlilikten ve gezegenin ısınmasından sorumlu tutulan sera gazlarının azaltılmasından uzaklaştırıldığını belirtiyor.
Kâr amacı gütmeyen Cleo Enstitüsü‘nün genel müdürü Yoca Arditi-Rocha, “Bu kasıtlı bilişsel uyumsuzluk eylemi, valinin ve eyalet Yasama Meclisinin iklim değişikliği eğitimini ve katılımı savunan Floridalıların çıkarları doğrultusunda hareket etmediğini, daha ziyade fosil yakıt endüstrisinin karlarını korumak için hareket ettiğinin kanıtıdır” dedi.
‘Yeşil konaklama ve yakıt’ zorunluluğu da kaldırılıyor
Mevzuat aynı zamanda devlet kurumlarının, devletin çevre kurumu tarafından “yeşil konaklama” olarak sertifikalandırılmış otellerde konferans ve toplantılar düzenlemesi ve devlet kurumlarının yeni araç satın alırken yakıt verimliliğini birinci öncelik haline getirmesi şartlarını da ortadan kaldırıyor. Ayrıca Florida eyalet kurumlarının satın almadan önce “iklim dostu” ürünler listesine bakma zorunluluğu da ortadan kalkıyor.
2008 yılında, iklim değişikliğini ele alan ve yenilenebilir enerjiyi teşvik eden bir yasa tasarısı her iki yasama odasında da oybirliğiyle kabul edilmiş ve o zamanki Hükümet tarafından imzalanarak yasalaştırılmıştı. Cumhuriyetçi ABD senatörü olan eski Vali Rick Scott, 2011 yılında valilik makamına geldikten sonra bu tedbirin bir kısmını geri almak için adımlar atmıştı. Bu son yasa tasarısı bunu daha da ileri götürüyor.
Valiliğe göre, DeSantis tarafından imzalanan tedbir aynı zamanda küçük nükleer reaktör teknolojisine ilişkin bir çalışma başlatacak, hidrojenle çalışan araçların kullanımını genişletecek ve elektrik şebekesi güvenliğini artıracak.
Brezilya‘nın güneyindeki Rio Grande do Sul eyaleti, Mayıs ayı boyunca şimdiye kadar metrekareye 630 milimetre yağış alarak Londra‘nın yıllık ortalama yağışını aşan bir yağmur miktarına tanık oldu.
Reuters‘in aktardığına göre Porto Alegre‘de Guaiba Gölü‘nün taşması sonucu eyalet başkenti ciddi bir sel baskınına maruz kaldı ve binlerce insan evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Uzmanlar, eyalette 149 kişinin ölümüne ve 108 kişinin kaybolmasına neden olan suların, tekrar yağış olması durumunda daha da yükselebileceği konusunda uyarıda bulunuyor. Federal Üniversite Rio Grande do Sul‘deki meteorologlar ve mühendisler, su seviyelerinin stabil hale gelmesinin veya artmaya devam etmesinin bir ayı bulabileceğini belirtti. Şu an için 250 bin eve elektrik verilemiyor, 136 binden fazla kişi ise suya erişimini kaybetti.
Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva, tarihi sel nedeniyle evlerini veya eşyalarını kaybeden yaklaşık 240 bin aileye 5 bin 100 real (yaklaşık 32 bin TL) dağıtılacağını açıkladı. Bu yardımın maliyetinin yaklaşık 1.2 milyar real (yaklaşık 630 milyon TL) olacağı tahmin ediliyor. Ayrıca, eyaletin vatandaşları için bazı sosyal yardımların ödemelerinin öne çekileceğini ve yerinden edilen insanlar için özel sektörden ev alımı yapılacağını duyurdu.
Guaiba Gölü’nün su seviyeleri, haftalar boyunca yavaş yavaş düşmeye başlayacak, ancak bu süreç mevcut hava durumuna bağlı olarak değişebilir. Yeniden başlayan yağmurlar, su seviyelerindeki düşüşü geciktirebilir. Porto Alegre yakınlarındaki Paquetá köyünde yaşayanlar, su seviyelerini yakından izlemeye devam ediyor.