Ana Sayfa Blog Sayfa 104

Nüfusumuz eriyor mu?

Toplumların içinde bulunduğu duruma/ değişen koşullara yanıt vermesinin çeşitli biçimleri var. Bu yanıtın ne olacağı; ülkedeki demokrasinin nasıl yaşandığına bağlı olarak bazen yoğun yönlendirme/ ideolojik propaganda veya baskıyla verilebilir.  Toplum, bu yönlendirmeler olsa bile “kendiliğinden” diyebileceğimiz bir biçimde tepki verir. Gerçi bu bireysel kararların toplamı gibidir, örgütlenmemiştir ama bunun ötesinde toplumsal psikolojiyi etkileyen her olay için özel biçimde analiz edilmesi gereken bağlamlar arasında adlandırılması kolay olmayan bir anlama-değerlendirme ortak paydası da vardır.

Bu durumun en tipik örneği elbette ülke yönetimi için yapılan seçimlerdir. Farklı toplumsal kimlikler/ politik ideolojiler toplumsal kararı etkilemek için propaganda veya baskı ya da sahici/yanıltıcı ödüllendirmeler vaat eder. Ama Türkiye’de 2023 ve 20224 seçimlerinde görüldüğü gibi birçok yorumcunun farklı nedenlerle açıklamaya çalıştığı, beklenmedik (belki de beklenebilecek) toplumsal kararlar ortaya çıkabilir.

Doğurganlıkta düşüş: Halkın gafleti mi?

Daha az tipik olan diğer bir örnek demografik davranışlar bakımından ortaya çıkar. Demografik durum ya da değişimler de toplumun dolaylı veya dolaysız biçimde etkilemelere karşı verdiği yanıtın gözlemlenebileceği bir alandır. Karşılaşılan her yeni duruma, farklı amaçlarla etkilemelere/ koşullamalara veya zorbaca dayatmalara karşı toplumun vermiş olduğu “kendiliğinden” bir yanıttır. İktidarların politik-ideolojik arzuları ile toplumun kendi sağduyusu arasında antagonist olmayan ama ciddi bir karşıtlık ortaya çıkabilir. Bunu, iktidarın yönettiği toplumun endişesini, içinde bulunduğu durumu/ taleplerini ve beklentilerini değerlendirmedeki aczi, politik çöküşü olarak da görebiliriz.

Yerel seçimde ortaya çıkan ve her parti için şaşırtıcı olan toplumsal yanıttan hemen sonra demografik alanda da doğurganlık hızında şaşırtıcı bir düşüş olduğu orta çıktı ve “ne yaptığını bilmeyen halkın gafleti”/ “vahim bir durum” olarak sunuldu. Oysaki doğurganlıkla ilgili göstergenin topluma sunulanlara veya toplumsal (ve politik-ekonomik, ekolojik ve uluslararası vb.) duruma karşı toplumun bütün kesimlerinin “kendiliğinden” verdiği ortak bir yanıt olduğunu düşünebiliriz.

Bütün toplumsal durum veya tepkiler gibi bu yanıt da kısa veya uzun erimli olabilecek bir yanıttır. Toplum belki, bir kriz (ya da karmaşık bir krizler kümesi) algılamış ve demografik davranışını (bu durumda doğurganlık hızını) kısa bir dalgalanma için veya kalıcı bir biçimde değiştirmiştir?

Ortaya çıkan yeni durumu çözülmemeye çalışabilir ve buradan bazı sonuçlara ulaşabiliriz. Gelecek için, bulunduğumuz yere göre farklı öneriler oluşturabiliriz. Ama her şeyden önce doğurganlık hızındaki değişime teorik olarak baktığımızda sadece niceliksel büyüklükler itibarıyla kabaca üç genel durumun söz konusu olabileceğini söyleyebiliriz:

  • Doğurganlık hızının artması, uzun erimde nüfusun artması, eğer ülke sınırları sabitse, nüfus yoğunlaşması ve kalabalıklaşması, 
  • Doğurganlık hızının azalması, uzun erimde, nüfusun ve yoğunluğun azalması, tenhalaşması,
  • Doğurganlık hızının nüfusun kendisini yenileme hızında olması (doğum ve ölümlerin dengelenmesi), nüfusun sabitleşmesi, artmadan ve azalmadan, belirli bir yaşam uzunluğu döngüsü içinde yenilenmesi,

anlamına gelir. Ancak her üç durumda da, niteliksel (nüfusun sahip olduğu bilgi/ ustalık, üretebilme kapasitesi-ürünlerin cinsi ve çeşitliliği, birlikte ve örgütlenerek barış içinde yaşama becerileri, kültürel-sanatsal değerleri yaratabilme ve geliştirebilme yeteneği, yenilikçilik/ teknoloji yaratma ve kullanma biçimi, çevre ile uyumun kalibresi, vb.) konularını henüz söz konusu etmediğimizi unutmamak gerekir.

İktidara verilen politik bir yanıt olarak ‘küçülme’

Ülke yönetimleri genellikle savaş/ kitlesel dış göç/ ölümcül bulaşıcı hastalıklar-ciddi krizler vb. sonrası nüfus artışı politikaları uygular ve doğumları/ çok çocuğu, çok çocuklu aile yapısını vb. özendirirler. Türkiye, 1960’lara kadar bu tür politikalar uyguladı, ancak daha sonra, 20’nci yüzyılın sonuna kadar artışı dengelemeye ve artış hızını azaltmaya çalıştı. Son iktidar nüfus artış politikalarını yeniden destekledi; ancak toplumun buna karşı bir davranış benimsediği görünüyor.

Nüfusu çok ve artış hızı da yüksek olan bazı ülkeler daha az ama daha nitelikli bir nüfus kompozisyonu için doğurganlık karşıtı politikalar hatta yasaklar uygularlar. Son yarım yüzyılda bunun en tipik örneği Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Ancak bazı ülkelerin nüfus artış hızı yöneticilerin bütün çabalarına rağmen, kendiliğinden de düşebilir. Tipik örneğinin Rusya Federasyonu (ve bugünkü Türkiye) olduğu söylenebilir.

Nüfus büyüklüğünün sürdürülebilir biçimde sabitleşmesi toplumun kendi durumunu değerlendirmesiyle politika belirleyen yöneticilerinin uyumunu (ve ilerici bir demokrasiyi) gerektirdiği için sağlanması belki en zor olan durumdur. Ancak nüfusları sabit olan ülkelerin çoğu bu durumu bir nüfus politikalarıyla değil, toplumun kendi davranış biçimi/ kendiliğinden kararıyla elde etmiş ülkelerdir.

Son çeyrek yüzyılda Türkiye’deki ortak tahayyül belki,

  • Ekonomik kriz durumunun süreğenliği/ yoksullaşmalar, gelir bölüşümündeki adaletsizlik, işsizlik ve çalışma koşullarındaki kötüleşme ve güvencesizlikler, emekliliğin olanaksızlaşması, kamu kesiminin giderek erimesi/ özelleştirmeler, finansallaşma, kamusal olarak sunulan hizmetlerin özelleşmesi-parasallaşması, devlet yönetimlerinin salgın hastalıklar, deprem vb. gibi konulardaki başarısızlığı ve ilgisizliği/ baştan savmacılığı,
  • Toplumsal bakımdan kentlileşmenin hızlanması ve modern kentli normlarının giderek genişleyen biçimde benimsenmesi, kadının güçlenmesi ve kendi iradesini daha güçlü kullanması;  buna karşılık kurumsal gelişmelerin eksikliği ve özellikle çocuk bakımı ve yaşlı-engelli toplum kesimiyle ilgili kamusal örgütlenmelerin yokluğu, eğitimin ve sağlığın giderek özelleşmesi ve pahalılaşması, konut-emlak sektöründe kötüleşme-mülksüzleşme ve evsizleşme/ kiracılık durumunun orta sınıflar için yaygınlaşması, kentlerin giderek güvensizleşmesi ve şiddetin yaygınlaşması,
  • Dayanışmanın, insan haklarına ve insana verilen değerin azalması, barışçı ve çoğulcu/ diğerlerini gözeten alturistik değerlerin norm olmaktan çıkmaya başlaması, farklılıkların bir arada demokratik yapılarda oydaşmaya ulaşma isteğinin/ olasılığının azalması, “politikanın” çürümesi, belirsizliğin, yabancılaşmaların ve ilgisizliğin, bencilliğin hatta narsizmlerin artması,
  • Ekolojik olarak krizin giderek derinleşmesi, iklim değişikliğine karşı önlemlerin alınmaması, kuraklık-susuzluk-orman yangınları vb. gibi tehditlerin artması, su/ hava ve topraktaki kirlenmeler, temiz kaynakların azalması, kıyıların daralması, kapitalizmin/ rantçı spekülasyonun doğaya karşı saldırılarının pekişmesi, nükleer kaza ve savaş olasılığının giderek büyümesi,
  • Dünyanın giderek daha hegemonik güç dengelerine dayanır hale gelmesi, diplomasi yerine militarizme savaş-şiddet yöntemine yönelinmesi, Türkiye’nin sürekli bir iç ve dış savaş riski sarmalında tutulması, sadece en yoksul kesimdeki ailelerin çocuklarının/ askerlerinin ölmesi, haydut devletlerin sayısının artması, savaş teknolojilerinin-silahların gelişmesi/ nükleer taktik silahların (ve kullanma olasılığının) çoğalması,
  • vb. gibi

durumları değerlendirerek yeni kuşaklarını bu tehditlere karşı koruyamayacağını düşünmüş ve belki stratejik belki de taktik olarak küçülmeye karar vermiştir. Bu, iktidar politikalarına verilmiş politik bir yanıttır. Politiktir; çünkü hem kendisini zorlayan ve baskılayan politikalara eleştirel olarak bakan ve iktidarın yaptırmaya çalıştıklarını yapmayan, ona direnen, geleceği üzerinde kendi kararını yeğleyen, kendisini-çevresini nasıl koruyacağını eylemli olarak gösteren bir toplumsal davranıştır. Bunun da çok anlaşılabilir bir durum olduğunu görmemek olasılığı yok gibi.

Bu durumda, Türkiye nüfus artış hızının azalmasını, (henüz, gelecek bir-kaç kuşak sonrasına kadar, nüfus azalması değil) belki olumlu ve sağlıklı bir gelişme olarak değerlendirmek olası. Kalabalıklaşmanın hafiflemesini, sınıflardaki kalabalığın, hastanelerdeki randevu kuyruklarının, trafiğin vb. azalmasını şimdilik bekleyemeyecek olsak da toplumun bu sağduyulu, iktidarın başarısız ve kötü politikalarını gören ve yanıtsız bırakmayan akıllı davranışını övmeliyiz.

Yerkürenin ekolojik krizin eşiğinde veya başlangıcında daha nitelikli ve dengeleri daha iyi ve dikkatle gözetebilen, antropomorfik değil, ekolojik anlayışı benimseyen bir nüfusa gereksinimi var. Azalan ama niteliklenen, dengeleri dikkate alan, barışçı ve eşitlikçi/ ayrımcı olmayan bir demografik gelişme öngörmüştür belki de Türkiye halkı?

2023 kayıtlara geçen en sıcak yıl oldu

Dünyanın önde gelen iklim kuruluşlarına göre 2023 yılı, kayıtlara geçen en sıcak yıl oldu.

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne (NOAA) göre sıcaklık 2023 yılında, önceki rekor olan 2016’nın 0.15 C° üzerindeydi. 2023, NOAA’nın 174 yıllık iklim kayıtlarındaki en sıcak yıl olmasının yanı sıra, açık ara en sıcak yıl oldu. Geçen yılki sıcaklıklar sanayi öncesi sıcaklıkların 1.5 C° üzerindeydi.

2023 yılında gezegenin yüzey sıcaklığı 20. yüzyıl ortalamasının 1.18 C° üzerinde ve sanayi öncesi seviyelerin ise 1.35 C° üzerindeydi. Avrupa Birliği Copernicus İklim Değişikliği Servisi (C3S), yıllık küresel sıcaklıkların sanayi öncesi seviyelerin 1,48 derece üzerine çıktığını tespit etti. (Her iklim kurumu, iklim verilerini analiz etmek için biraz farklı yöntemler kullanabilir. Bu durumda kurumların sıcaklık tahminleri arasında küçük farklılıklara neden olabilir.)

2023’de rekor ile 2016’daki bir önceki rekor arasındaki fark küçük görülebilir. Ancak küresel yıllık sıcaklıklar ölçeğinde bu fark olağanüstü derecede büyük bir fark… NOAA Ulusal Çevresel Bilgi Merkezi’nden İklim İzleme ve Değerlendirme Şefi Russ Vose “Çoğu kayıt derecenin birkaç yüzde biri mertebesinde yükseliyor, dolayısıyla bu büyük bir sıçrama” diyor.

Yıllık Küresel Sıcaklık Anomalileri, 1901-2000.  2023 yılı küresel ortalaması ise taban çizgisinin 1,18 derece üzerindeydi. Kaynak: NOAA.

Geçen yıl kayıt edilen en sıcak aylar temmuz, ağustos ve eylül aylarıydı. 2023 yılı haziran ayından itibaren her geçen ay kayıtlara en sıcak aylar olarak geçti.  C3S’ye göre ise geçen yılın günlerinin neredeyse yarısı sanayi öncesi döneme göre 1.5 C° daha sıcaktı. Kasım ayında da iki gün 2 C° daha sıcak oldu. 2023 yılının her günü, sanayi öncesi dönemden sıcaklığın 1 C° üzerinde olduğu ilk yıldı.

1.5C eşiğini aşma olasılığı çok yükseldi

Sonuç olarak geçtiğimiz yıl yaşadığımız aşırı sıcaklıklar tamamen iklim değişikliğiyle bağlantılıydı. Sıcaklıklardaki  artış Dünya’nın doğal iklim döngülerinden birindeki geçişten kaynaklıyor. 2022’de dünya, küresel sıcaklıklar soğutucu etkisi olan La Nina etkisindenken, 2023’te bunun diğer yüzü olan El Nino ortaya çıktı ve küresel sıcaklıkları arttırdı. Ancak El Nino’nun etkisi, atmosferde biriken sera gazlarının yarattığı ısı etkisiyle karşılaştırıldığında nispeten küçüktü. NASA’nın Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü Müdürü Gavin Schmidt, El Nino’nun 2022’den 2023’a kadar büyük sıcaklık artışını açıklayamayacağını söyledi.   Ona göre mevcut El Nino olağanüstü derecede sıcak değil ve geçen yılın rekor sıcaklığının bir kısmının El Nino başlamadan önce ortaya çıktı. Schmidt, durumu ortaya çıkarmak için özel bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu söylüyor.

Dünya Meteoroloji Örgütü  (WMO) verilerine göre ise 1980’lerden bu yana her on yıl bir önceki on yıldan daha sıcak oldu. NOAA da kaydedilen en sıcak on yılın tamamının son on yılda yaşandığını açıkladı.  Bilimsel çalışmalar sıcak  dalgaları, kuraklık, seller gibi belirli hava ve iklim olaylarını küresel iklim değişikliği ile ilişkili olduğuna işaret ediyor ve fosil yakıtların üretim ve tüketimi sonucu artan sera gazlarını son on yılda sıcak artışlarının ana sorumlusu olarak gösteriyor. 2023’ün yaz aylarında ABD’nin güneybatısı ve Avrupa’yı kavuran sıcak dalgaları ile ilgili yapılan bir çalışma, bunların iklim değişikliğinin etkileri olmasaydı neredeyse imkânsız olacağını bir kez daha gösterdi.

2023 yılı kadar sıcak olmasa bile 2024 yılında da El Nino’nun küresel sıcaklığa etkileri devam ediyor. C3S, bunun etkisinin 2024’de 1.5 C° sınırının aşabileceği anlamına geldiğini belirtirken, WMO ve Birleşik Krallık meteoroloji örgütü Met Office tarafından yapılan bir çalışma ise 2023 ile 2027 arasında en az bir yılın 1.5 C° eşiğini geçme ihtimalinin yüzde 66 olduğunu gösteriyor. Bazı iyimser bilim insanlarına göre ise 1.5 C° eşiğini geçme ihtimalinin Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerine ulaşılmaz olduğu anlamına gelmiyor. Onlara göre Paris hedefleri tek bir yılın değil, birden fazla yılın ortalamasını ifade ediyor.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres şunları söylüyor: “İnsanlığın eylemleri Dünyamızı yakıyor. 2023 yılı, eğer şimdi harekete geçmezsek bizi bekleyen felaket dolu geleceğin yalnızca bir ön izlemesiydi. Rekor kıran sıcaklık artışlarına çığır açıcı eylemlerle yanıt vermeliyiz. ” “Daha fazla beklemeye tahammülümüz yok diyen WMO Genel Sekreteri Celeste Saulo‘ya göre ise “Sera gazı emisyonlarında ciddi azalmalar sağlamalı ve bir an önce yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi hızlandırmalıyız.”

Evet, daha fazla beklemeye tahammülümüz yok. Fosil yakıtların üretim ve tüketimini derhal yasaklamazsak gelecek yıllarda yeni sıcaklık rekorlarının kırılması kaçınılmaz olacak.

 

Heykeltıraş Ali Alizadeh’in atölyesi Adalar Belediyesi tarafından boşaltıldı

Heykeltıraş Ali Alizadeh’in Büyükada Ayanikola Plajı bitişiğindeki atölyesi, Adalar Belediyesi tarafından boşaltıldı.

Alizadeh’in eski atölyesi, Büyükada Spor Salonu’nun yapılacağı arazide bulunduğu için yıkılmış ve bir önceki belediye yönetimi tarafından yeni yer olarak Ayanikola Plajı bitişiğindeki alan tahsis edilmişti. Ancak, mevcut Belediye Başkanı Ercan Akpolat’ın göreve gelmesiyle birlikte, Alizadeh’den bu alanı boşaltması istendi.

ali alizadeh

Adalar Belediyesi’nin yazılı bildirimine göre, Alizadeh’e tahsis edilen alanın Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından kiralanan ve belediye tasarrufunda olmayan bir yer olduğu belirtildi. Bu nedenle, Alizadeh’e atölyeyi boşaltması talimatı verildi. Alizadeh’e verilen süre zarfında yeni bir atölye bulunamaması ve asbestli bir alana taşınmasının istenmesi, sanatçı ve sanatseverlerin tepkisini topladı.

Alizadeh, yeni bir atölye bulma çabalarını sürdürürken, belediye ekipleri sabah saatlerinde atölyeyi boşaltmaya başladı. Bu süreçte, Alizadeh’in yapım aşamasında olan at heykellerinin kırılma riski nedeniyle geçici olarak yerinde bırakıldığı belirtildi.

Sanatçının, heykellerinin at mezarlığı olarak kullanılan ve asbestli olduğu iddia edilen bir alana taşınması önerisini kabul etmediği biliniyor.

Gezi’nin 11. yıl dönümü: Eşitlik, özgürlük, demokrasi ve adalet talebimizden vazgeçmiyoruz

Taksim DayanışmasıGezi Direnişi‘nin 11’inci yılında da bugün (31 Mayıs) saat 19.00’da eşitlik, özgürlük, demokrasi ve adalet taleplerini yinelemek için Taksim’de bir araya gelme çağrısında bulundu:

11 yıl önce bütün güzellikleriyle hayatımıza giren Gezi Direnişi’nin yıldönümünde,

Eşitlik, özgürlük, demokrasi ve adalet talebimizden vazgeçmiyoruz:

KARANLIK GİDER, GEZİ KALIR!

31 Mayıs’ta Taksim’deyiz!”

11’inci yılında da Taksim’de anılacak Gezi Direnişi için canını verenler, Gezi’yle büyüyen ve çoğalanlar, Gezi’yle tutsak olanlar ve milyonlara ulaşan direniş adına selama durulacak.

11 yıl önce bugün neler oldu?

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Taksim Meydanı’ndaki Gezi Parkı’na Topçu Kışlası inşa edileceğini açıklamıştı.

Parkı korumak için örgütlenen sivil toplum 27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan gece iş makinelerinin Gezi Parkı’na girdiğini görünce sosyal medyadan çağrı yaptı.

Kısa sürede çok sayıda insan parkın çevresinde toplandı. Polis parkın çevresinde bariyer kurdu ve halka biber gazıyla çok sert müdahale etti.

Sosyal medyadan yapılan Gezi Parkı’nda toplanma çağrıları kesilmedi. 28 Mayıs akşamında park çevresinde daha büyük bir kalabalık vardı.

Parkta süren çalışmalar durduruldu.

Eylemciler parkı korumak için nöbet tutmaya başladı. 31 Mayıs sabahı polisin parka girerek, çadır kuran eylemcileri fiziksel müdahaleyle dağıtması, eylemlerin daha da büyümesinin sebeplerinden biri oldu.

Gezi Parkı’nda toplanan eylemcilerin çadırları, belediye çalışanları tarafından geceyarısı ateşe verildi. Polisin kullandığı gücün “orantısız” olduğu eleştirileri yapıldı.

‘Doğa katliamı söz konusu değil’

Eylemcilerin çadırları polisler tarafından yakıldı. Çadırların yakılma görüntüleri sosyal medyada yayınlanınca büyük bir infiale yol açtı. Yapılan eylem çağrıları sonunda gün boyunca Gezi Parkı ile Taksim Meydanı’nda toplanan binlerce kişi ile polis arasında sert çatışmalar yaşandı.

Gün içerisinde Taksim’de eylemler devam ederken, İstanbul Altıncı İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası’nın yapımına onay veren kararı iptal etti.

Dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın da bir basın toplantısı düzenledi. Mutlu, bir doğa katliamının söz konusu olmadığını ve olaylarda istismar çabası olduğunu söyledi.

Gün boyu devam eden müdahalede yoğun biber gazı kullanımı ve TOMA’dan sıkılan basınçlı su ne­deniyle üç kişi gözünü kaybetti; onlarca kişi yaralandı.

31 Mayıs’taki müdahale eylemleri daha da büyüttü. Gezi Parkı eylemleri İstanbul dışına taştı ve 79 kente yayıldı.

1 Haziran eylemlerin kronolojisinde kritik bir tarih oldu.

Erdoğan Taksim’e kesinlikle Topçu Kışlası yapılacağını, geri adım atmayacaklarını tekrarlamıştı. Kadıköy’deki mitingini iptal eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kalabalık bir grupla Taksim’e gitti, Gezi Parkı’na girdi. Polis CHP’lileri de dağıttı.

Eylemciler, 15 gün boyunca parkta kaldı

Akşam saatlerinde Taksim çevresinde toplanan kalabalık büyüyünce, polis Gezi Parkı çevresinden çekilmek zorunda kaldı.

Eylemciler bir gün sonra yeniden parka döndü. 15 gün boyunca parkta kaldılar ve 15 gün boyunca Gezi Parkı toplumun adalet, demokrasi ve özgürlük taleplerinin odağı oldu.

Ankara’da Kızılay’da toplanan kalabalık, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başbakanlık binasına yürümek istedi. Ancak polisin müdahalesiyle karşılaştı. Ankara’da 500 kişi gözaltına alındı.

Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, altı günde 67 şehirde 235 eylem yapıldığını ve bin 730 kişinin gözaltına alındığını söyledi. Güler, maddi zararın da 20 milyon lirayı aştığını açıkladı.

Güler, 115 güvenlik görevlisinin ve 58 sivilin yaralandığını belirtirken, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi ise yaralı sayısını 22’si ağır olmak üzere bin 740 olduğunu bildirdi.

9 Haziran’da Türkiye, güne dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun Twitter üzerinden attığı mesajlarla başladı. Mutlu, “Gençler, Gezi parkında kuş sesleri, ıhlamur kokusu ve arı vızıltısıyla huzurlu bir sabah varmış doğru mu? Aranızda olmak isterdim” yazdı.

Günün ilerleyen saatlerinde Taksim Dayanışma Platformu, Taksim Meydanı’nda büyük bir miting düzenledi. Mitinge yüz binlerce kişinin katıldığı belirtilirken, eylemlerin başlamasından bu yana Taksim’de düzenlenen en büyük toplantı olarak kayıtlara geçti.

Polis müdahalesi yeniden

15 Haziran’da polis önce parkın boşaltılması için anons yaptı ve akşam saatlerinde de Meydan tarafından Gezi Parkı’na biber gazı atarak girdi. Eylemciler, polisin girmesinin ardından parktan ayrıldı. Eylemcilerin bir kısmı Meydan civarındaki başka noktalara giderken, bazıları da Divan Otel’e sığındı. Müdahalede yüzlerce kişi yaralanırken, 350 kişi de gözaltına alındı.

Böylece Taksim Meydanı’nın ardından Gezi Parkı’ndaki işgal eylemi de son bulmuş oldu. Taksim Meydanı ve civarına çok sayıda polis yerleştirilirken, Gezi Parkı da bir süre halka kapatıldı.

10 kişi öldü, binlerce kişi yaralandı

İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre Bayburt ve Bingöl hariç 79 ilde düzenlenen eylemlere 2.5 milyon kişi katıldı. Taksim Dayanışması ise rakamların dört milyonun üzerinde olduğunu söyledi.

Eylemler süresince Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik, Medeni Yıldırım yaşamını yitirdi. Mehmet İstif ve Elif Çermik maruz kaldıkları gaz nedeniyle hayatını kaybetti.

On bine yakın kişi polis saldırısıyla yaralandı.

40 iddianame hazırlandı

Gezi Parkı eylemleri nedeniyle 2013’ün sonuna kadar İstanbul’da 40 ayrı iddianame ile 308 kişi hakkında dava açıldı. Bezmi Alem Valide Sultan Camii’ne “ayakkabılarıyla girdikleri ve camide bira içtikleri” iddiasıyla yaklaşık 200 kişi yargılandı.

‣Osman Kavala için ‘yargılamanın yenilenmesi’ talebini yeni heyet de reddetti
Gezi davasında Kavala ve Atalay dahil beş sanığın cezası onandı
Gezi’nin mahkeme heyetinden tek karşı oy: Kanıt yok, dinlemeler hukuksuz
Osman Kavala: Elde kala kala dış güç olarak bir ben kaldım, bir de Soros kaldı
‣ Avrupa Konseyi Osman Kavala davası için ihlal prosedürünü başlattı
‣ Erdoğan’dan Osman Kavala açıklaması: Mahkemelerimizi tanımayanları biz tanımayız
‣ Gezi davasında Kavala ve Atalay dahil beş sanığın cezası onandı: TİP ‘özgürlük yürüyüşü’ne başlıyor
‣ Avrupa Parlamentosu: Kavala’ya verilen ceza, Türkiye’nin AB umutlarını tamamen yok etti
‣ Osman Kavala’dan AİHM kararı yorumu: Yargı mensuplarına güç vereceğine inanıyorum

Polislerin aldıkları cezalar

Eylemler sırasında mahalle esnafı ve polis tarafından dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz‘ın ölümüyle ilgili görülen davada, Korkmaz’a son tekmeyi atan polis Mevlüt Saldoğan, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından denetimli serbestlik süresinin iki yıla çıkarılması nedeniyle tahliye oldu. Saldoğan, darbecilik suçlamasıyla devam ettirilen Gezi Parkı davasına, mağdur olarak kabul edildi.

Ethem Sarısülük‘ün öldürülmesiyle ilgili görülen davada da, Ahmet Şahbaz‘a bir yıl dört ay 20 gün hapis cezası verildi. Bu ceza da 10 bin 100 TL para cezasına çevrildi. Yargıtay cezayı az bularak kararı yeniden bozdu, mahkeme Şahbaz’a bu defa da 15 bin 200 TL para cezası verirken, karar Yargıtay tarafından onandı.

Berkin Elvan’ın ölümüyle ilgili davada yargılanan Fatih Dalgalı, hep tutuksuz yargılandı.

Dalgalı hakkında, iddianamedekinden daha hafif bir suçlama olan “bilinçli taksirle öldürme” suçundan cezalandırma istendi.

Abdullah Cömert‘in ölümüyle görülen davada ise Sanık polis memuru Ahmet Kuş “olası kastla öldürme” suçundan tutuksuz yargılanıyordu.

Mahkeme, 14 Mart 2016’da Kuş’u “kastın aşılması suretiyle öldürme” suçundan 13 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırdı ancak tutuklama kararı vermedi. Karar, Yargıtay tarafından bozulunca Kuş’un cezası bu defa altı yıl 10 ay 15 güne indirildi. Kararın yargıtay tarafından onanmasının ardından Mart 2020’de tutuklandı.

Medeni Yıldırım, Ahmet Atakan ve Mehmet Ayvalıtaş’ın öldürülmesiyle ilgili yargılananlar ise bir cezaya çarptırılmadı.

11 yıl önce bugün başlayan Gezi Direnişi’yle anılan 1 Haziran eylemlerin kronolojisinde kritik bir tarih oldu.

12. ODTÜ Onur Yürüyüşü yapıldı: Fobik, patriyarkal, mülteci düşmanı ve siyonist devir yıkılsın!

Geçen sene (2023) polisin sert müdahalesine maruz kalınan ODTÜ Onur Yürüyüşü, bu yıl müdahalesiz bir şekilde trans bayraklarıyla “Nerdesin aşkım? Buradayım aşkım!” sloganlarıyla gerçekleştirildi.

Erken başlayan 12. ODTÜ Onur Yürüyüşü, Fizik binasına açılan trans bayrağı ile başladı basın açıklaması için sona erdi.

Unikuir’in aktardığına göre; bugün (31 Mayıs) saat 18.00’te başlaması planlanan yürüyüş öğle saatlerine alındı. Fizik çimlerinde toplanan grup, “Nerdesin aşkım? Buradayım aşkım!” sloganlarıyla başladı. Bir yandan Fizik Bölümü Binasına trans bayrağı asıldı ve yürüyüş başladı.

60’tan fazla öğrenci, Kimya Bölüm Binasına kadar yürüdü ve basın açıklaması okudu:

“Biz lubunyalar bugün, burada, ODTÜ’de LGBTİ+fobik ve faşist devre karşı direndiğimizi, yılmadığımızı göstermek için 12. ODTÜ Onur Yürüyüşümüzü gerçekleştiriyoruz. Fobik, patriyarkal, mülteci düşmanı ve siyonist ‘#DevirYıkılsın!’ diyoruz!”

Kapıda bir TOMA ve kampüste sivil polisler beklese de yürüyüşe ve basın açıklamasına herhangi bir müdahale gerçekleşmedi.

Basın açıklamasında LGBTİ+’lar, transfobik şiddet sebebiyle yitirilen translar, emek sisteminin içinde sömürülen emekçi lubunyalar ve suçlulaştırılmaya çalışılan Gezi Direnişi anıldı.

Başta ODTÜ’lü Begüm olmak üzere 6 Şubat depremlerinde yitirilenlere ve Filistin’in işgaline de dikkat çekilen basın açıklamasının ardından yürüyüş sonlandırıldı.

Kampüsteki iklim önceki yıllardan öyle farklıydı ki öğrenciler, kampüse astığı bayrağı dahi kendileri topladı; özel güvenlik ve polisin müdahalesi gerçekleşmedi.

Dünya Sağlık Asamblesi’nin iklim değişikliği kararında fosil yakıtlar yok

77. Dünya Sağlık Asamblesi‘nde 194 ülkeden delegeler oybirliğiyle İklim Değişikliği ve Sağlık Kararını kabul etti. Dün (30 Mayıs) kabul edilen bu karar, 148 ülkenin COP28 BAE İklim ve Sağlık Deklarasyonu’nu onayladığı geçen yılki iklim konferansı COP28’de elde edilen ivmenin üzerine inşa edildi.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) bu kararı, tüm bakanların ve ülkelerin bir araya gelerek iklim değişikliğini sağlık planlamalarına ve sağlık hizmetleri sunumlarına entegre etmelerini ve ayrıca sağlık işgücünü iklim değişikliğinin etkilerine yanıt verecek şekilde donatmalarını zorunlu kılıyor.

Fotoğraf: Gulshan Khan : Climate Visuals

Çağımızın sağlığa yönelik en büyük tehdidi…

DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, 27 Mayıs Pazartesi günü Dünya Sağlık Asamblesi’nde yaptığı açılış konuşmasında “Belki de çağımızın sağlığa yönelik en büyük tehdidi değişen iklimimizden geliyor” dedi.

Peru ve Hollanda tarafından savunulan ve Barbados, Fiji, Kenya, Monako, BAE ve İngiltere tarafından desteklenen karar, ülkeleri DSÖ’nün sağlık, çevre ve iklim değişikliği stratejisinin uygulanmasını güçlendirmeye çağırıyor.

Sağlık sistemlerinin daha dirençli hale getirilmesi ihtiyacını ele almakta ve ülkelerden hava kirliliği önlemlerini ülkelerinin sağlık ve iklim stratejilerine entegre etmelerini istiyor.

Fosil yakıtların etkisinden bahsedilmedi

Ancak bu kararda (ve COP28 deklarasyonunda) önemli bir unsur eksik: Fosil yakıtlardan ve bunların sağlık ve sağlık hizmetleri sistemleri üzerindeki katlanarak artan etkilerinden bahsedilmiyor.

Pandemic Action Network Kurucusu Eloise Todd, kararı şöyle eleştirdi:

“Kararda insan etkileri, toplumsal cinsiyet kırılganlıkları ve hava kirliliği ele alınırken, fosil yakıt kullanımının sona erdirilmesi ve yükselen iklimin pandemik tehditler ve hastalık salgınları üzerindeki etkisine odaklanılması konusunda daha güçlü bir vurguya ihtiyacımız var.”

Büyük ölçüde fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan hava kirliliği, yılda 7 milyon önlenebilir ölümden sorumlu.

Fotoğraf: Gulshan Khan : Climate Visuals

Dünya çapında 200 bin hastane üzerinde yapılan bir fiziksel risk değerlendirmesi, çoğu düşük ve orta gelirli ülkelerde olmak üzere, 16 binden fazlasının bu yüzyılın sonuna kadar aşırı hava olayları nedeniyle tamamen veya kısmen kapanma riski altında olacağını ortaya koydu.

Son IPCC raporu, insan kaynaklı iklim değişikliğinin insanların fiziksel ve ruhsal sağlığı üzerinde derin bir etkisi olduğunu ortaya koydu.

Dünya Sağlık Asamblesi’nin bir diğer önemli sonucu da, dünyanın gelecekteki pandemi tehdidini daha iyi önleyebilme ve bu tehdide yanıt verebilme yeteneğini artırmayı amaçlayan küresel bir pandemi anlaşması oldu.

‘Bu, siyasi açıdan önemli bir an…’

Delegeler, iklim değişikliği, yaşlanma, göç, pandemi tehditleri ve eşitlik konularına vurgu yaparak, tüm insanlar için sağlık ve refahı teşvik etmek, sağlamak ve korumak amacıyla küresel sağlık için 4 yıllık, 11.1 milyar ABD Doları tutarında bir stratejiyi onayladı.

Pandemic Action Network Afrika Bölgesi Direktörü Aggrey Aluso, konunun önemine şöyle değindi:

“Bu, dünyanın bu birbirine bağlılığı ciddiye aldığını gösteren, siyasi açıdan önemli bir andır. Şimdi görmemiz gereken şey, bireysel hükümetlerin iklim kaynaklı sağlık sorunlarını kontrol altına alabilmeleri ve yönetmeye hazırlıklı olabilmeleri için pratik önlemlerin aynı ciddiyetle uygulanmasıdır.”



Lancet
İklim Değişikliği ve Sağlık Geri Sayımı İcra Direktörü Marina Romanello ise şu değerlendirmede bulundu:

“İklim değişikliğiyle mücadele etmek için atmamız gereken pek çok adım arasında, iklim değişikliğine uyum sağlarken aynı zamanda emisyonları ve fosil yakıtlara olan bağımlılığı azaltmak çok önemlidir. Bunun sağlık açısından son derece faydalı sonuçları olabilir: Daha temiz hava, daha yaşanabilir kent merkezleri, iyileştirilmiş enerji erişimi ve değişken uluslararası enerji piyasalarına bağımlılığın azaltılması. Bu karar COP28’de yakalanan ivmenin üzerine inşa edilmiştir ve şimdi hükümetlerin sağlık, temiz enerji ve adil bir geçişin iklim politikalarının merkezinde yer aldığı gerçekçi iklim planları ortaya koyarak bu kritik meseleleri ele almalarına ihtiyacımız var.”

‘İklim krizi bir sağlık krizidir’

Clean Air Liaison‘dan Temiz Hava İrtibat Görevlisi Rosie Tasker da şunları aktardı:

“İklim krizi bir sağlık krizidir. Artık sağlığı bir eklenti ya da ilave olarak düşünen iklim stratejilerine sahip olamayız. Dünyanın dört bir yanında en kırılgan topluluklardan bazılarının halihazırda iklimin en derin etkileriyle karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Hükümetler iklim değişikliği ve sağlığı entegre etmeyi düşündüklerinde bu toplulukları göz ardı edemezler ve iklim planlarının adalet ve eşitliği de desteklediğinden emin olmalıdırlar.”

WWF Tek Dünya Kentleri Yarışması’nda Türkiye şampiyonu İstanbul oldu

WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) tarafından düzenlenen Tek Dünya Kentleri Yarışması’nın (One Planet City Challenge – OPCC) 2023-2024 dönemi sonuçlandı ve Türkiye’den İstanbul, ulusal şampiyon olarak seçildi. Yarışma, iklim kriziyle mücadelede etkili, iddialı ve yenilikçi çözümler geliştiren kentleri öne çıkarmayı amaçlıyor.

WWF Türkiye’nin aktardığına göre jüri, İstanbul’un ulusal şampiyon olmasını, kapsamlı bir iklim eylem planı ortaya koyarak bu stratejiyi kentsel planlama sürecine dahil etmesi ve şeffaflık ile hesap verebilirliği gözetmesine dayandırdı. İstanbul’un iklim eylem planı, enerji verimliliği ve ulaşım başlıklarına odaklanarak hem azaltım hem de uyum çalışmalarını kapsıyor. Bu başarısıyla İstanbul, ulusal ve uluslararası diğer şehirlere liderlik ve önderlik sergiliyor.

İstanbul’un Tek Dünya Kentleri Yarışması’ndaki başarısı, 2 Haziran Pazar günü Kadıköy Çevre Festivali kapsamında, Kadıköy Özgürlük Parkı’nda düzenlenecek bir ödül töreniyle kutlanacak.

WWF’in iklim yarışmasında Türkiye’den üç finalist: Antalya, İstanbul ve Kadıköy
WWF-Türkiye’den yerel seçimlerde ‘iklim dostu kentler’ çağrısı
Kadıköy Belediyesi ‘zehirsiz kentler’ için taahhüt veren ilk ilçe belediyesi oldu

WWF-Türkiye Doğa Koruma Direktörü Dr. Sedat Kalem, Türkiye finalistlerine ödül ve katılım sertifikalarını takdim edecek. Etkinlik kapsamında ayrıca “İklim Dostu Kentler” başlıklı bir panel düzenlenecek. Bu panelde İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Antalya Büyükşehir Belediyesi, Kadıköy Belediyesi ve bir önceki dönem ulusal kazananı İzmir Büyükşehir Belediyesi temsilcileri konuşmacı olarak yer alacak.

İstanbul, yaklaşık 20 milyon nüfusu ile “Adil, Yeşil, Yaratıcı Şehir ve Mutlu İstanbullu” vizyonuyla iklim değişikliğine karşı kapsamlı çalışmalar yürütüyor. C40 Kentleri İklim Liderleri Ağı‘na üye olan İstanbul, 2050 yılına kadar karbon nötr ve dirençli bir şehir olmayı hedefliyor. İstanbul İklim Değişikliği Eylem Planı, yenilenebilir enerjiye geçiş ve enerji verimliliği konularına odaklanıyor.

Kadıköy Çevre Festivali, 31 Mayıs – 2 Haziran tarihleri arasında Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda gerçekleştirilecek. Festivalde paneller, söyleşiler, atölyeler, gösteriler ve konserler gibi pek çok etkinlik yer alacak. Festival kapsamında düzenlenen “İklim Dostu Kentler” panelinin ardından, WWF-Türkiye ve Doğal Yapı Malzemeleri ve Yöntemleri Derneği tarafından hazırlanan “Afetlere Dirençli Kentler için Doğal Yapı Malzemeleri ve Yöntemleri” raporu kamuoyuna sunulacak.

Araştırma: Yeni fosil yakıt projeleri tamamen ‘gereksiz’

University College London (UCL) ve Uluslararası Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü (IISD) tarafından yapılan geniş kapsamlı bir araştırmaya göre, dünya genelinde 2050 yılına kadar olan enerji talebini karşılamak için mevcut fosil yakıt projeleri yeterli olacak. Bu nedenle, hükümetlerin yeni petrol, gaz ve kömür ruhsatları vermemesi gerektiği belirtiliyor.

The Guardian‘ın aktardığına göre araştırmacılar, hükümetlerin iklim hedeflerini tutturmak için vaat edilen değişiklikleri gerçekleştirmesi durumunda, yeni fosil yakıt projelerine ihtiyaç olmayacağını açıkladı. Çalışma, küresel hükümetlerin yeni fosil yakıt projelerini yasaklaması ve fosil yakıt endüstrisinin kontrollü bir şekilde azalmasını başlatması için “katı bilimsel bir temel” sunduğunu belirtti.

Science dergisinde yayımlanan makalede, Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından derlenen çeşitli senaryolar kullanılarak, küresel enerji talep tahminleri analiz edildi. Bu senaryolar, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 1,5°C üzerinde sınırlamayı hedefliyordu.

Araştırmada, yeni fosil yakıt projelerinin yanı sıra, net sıfır gelecekte yeni kömür ve gaz yakıtlı elektrik üretim tesislerine de ihtiyaç olmadığı bulundu. Bu veriler, hükümetlerin enerji politikalarını temiz enerji yatırımlarına yönlendirmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Araştırma, İngiltere’de yaklaşan genel seçimler öncesinde iktidardaki Muhafazakar Parti’nin Kuzey Denizi’nde yüzlerce yeni petrol ve gaz arama ruhsatı verme vaadini yeniden tartışmaya açtı. Muhalefetteki İşçi Partisi, iktidara gelmeleri halinde yeni ruhsatları durdurmayı ve mevcut petrol ve gaz sahalarından elde edilen kârlara daha fazla vergi getirerek, yeşil enerji projelerine yatırım yapmayı planladıklarını açıkladı.

Rapor: Bankalar 8 yılda fosil yakıt şirketlerine 7 trilyon dolar sağladı
Fosil yakıtların neden olduğu ‘küresel kararma’ nedir?
Kuzey Denizi’nde fosil yakıt arayan hiç bir ülkenin 1.5C hedefi yok!

UCL Enerji Enstitüsü’nden Dr. Steve Pye, araştırmanın yeni fosil yakıt projelerine ihtiyaç olmadığını gösteren katı bir bilimsel temel sunduğunu belirtti. Pye, “Bu norm, politikaların hedeflenen yenilenebilir ve temiz enerji yatırımlarına odaklanmasına yardımcı olmalı ve fosil yakıt altyapısının adil bir şekilde azalmasını yönetmelidir,” dedi.

UCL Siyaset Bilimi Bölümü’nden Dr. Fergus Green ise, araştırmalarının küresel etik normlardaki geçmiş değişimlerden dersler çıkardığını belirtti. Green, “Yeni fosil yakıt projeleri olmaması, tüm hükümetler ve fosil yakıt endüstrisinin hemen hesap verebilir olacağı net ve acil bir taleptir,” dedi.

Araştırma, mevcut fosil yakıt projelerinin küresel enerji talebini karşılamaya yeteceğini ve yeni projelere gerek olmadığını ortaya koyarak, hükümetlerin enerji politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini vurguluyor. Temiz enerjiye yapılan yatırımların artırılması ve fosil yakıt altyapısının adil bir şekilde azaltılması, iklim krizine karşı önemli adımlar olarak görülüyor.

Kadıköy Çevre Festivali 2024 ‘Sürdürülebilir Şehir ve Kentsel Dirençlilik’ teması ile başladı

Kadıköy Belediyesi tarafından düzenlenen ve Türkiye’nin en büyük çevre festivali olarak bilinen Kadıköy Çevre Festivali, bu yıl yedinci kez Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda başladı. “Sürdürülebilir Şehir: Geleceğe Emek Ver” temasıyla düzenlenen festival, 2 Haziran’a kadar sürecek. Festival kapsamında paneller, söyleşiler, atölyeler, gösteriler, konserler gibi pek çok etkinlik yer alıyor.

Festivalde, kentin çevresel, ekonomik ve sosyal açıdan dengeli bir şekilde gelişmesini ve doğal kaynakların korunmasını hedefleyen programlar hazırlandı.

kadıköy çevre festivali

Etkinliklerde çevre dostu uygulamaların yaygınlaştırılması, yeşil alanların artırılması ve atık yönetiminin iyileştirilmesi gibi konuların önemi vurgulanacak. Ayrıca, iklim dostu kentler, sağlıklı yaşam alışkanlıklarında sürdürülebilirlik, yağmur suyu hasadı ve kentsel dönüşümün hava kalitesine etkisi gibi birçok önemli konu ele alınacak.

Festivalde, BERLIN FRIEDRICHSHAIN-Kreuzberg Belediyesi, Kadıköy Belediyesi İklim Elçileri, Kadıköy Belediyesi İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Müdürlüğü, Kadıköy Kent Konseyi, Ulusal Tohum Merkezi, TEMA Kadıköy Şubesi, İklim Öncüleri-Genç İklim Hareketi, Potlaç Kadın Kooperatifi, Hayvan Hakları İzleme Komitesi, Yeryüzü Derneği ve Validebağ Gönüllüleri gibi birçok kurum ve topluluk stant açacak.

kadıköy çevre festivali

Festival kapsamında bu yıl da birçok renkli ve eğitici atölye düzenleniyor. İleri dönüşüm, atıksız mutfak, eski mobilyaların dönüşümü, bitki çayları ve tohum topu atölyesi gibi etkinlikler planlanıyor. Ayrıca, Yeşil Etkinlik Alanı’nda bilgilendirici oyunlara hem çocuklar hem de yetişkinler katılabilecek.

Kadıköy Çevre Festivali, sürdürülebilir şehirler ve kentsel dirençlilik temalarıyla çevre bilincini artırmayı hedefliyor. Festival boyunca düzenlenecek etkinliklerle katılımcılar, çevre dostu uygulamalar ve sürdürülebilir yaşam hakkında bilgi edinme fırsatı bulacak.

Festivalin detaylı programına ve etkinlik takvimine Kadıköy Çevre Festivali’nin resmi web sitesinden ulaşılabilir.

IPEC 2024 Konferansı’nda türetim ekonomisi ve sürdürülebilir gelecek konuşuluyor

Dünyada ve Türkiye’de ilk kez düzenlenen IPEC 2024 Türetim Ekonomisi Konferansı, İstanbul’da yoğun bir katılımla başladı.

Kadir Has Üniversitesi Cibali kampüsünde gerçekleşen konferansta, Alternatif ve Yeni Ekonomiler, Degrowth, Donut Ekonomisi, Post Growth, Sosyal Ekonomi, Dayanışma Ekonomisi, Kamu Yararı Ekonomisi, Türetim Ekonomisi, Hareket Oluşturma, Yeşil Politika, Yerel Para Birimleri gibi başlıklar inceleniyor; uluslararası pek çok konuşmacı ve katılımcı ağırlanıyor.

Konferansın ilk gününde, küresel ekonomik büyümenin sonu ve alternatif ekonomik sistemlerin gerekliliği üzerinde duruldu. Bu kapsamda, degrowth (küçülme) hareketi, Doughnut (simit) ekonomisi ve ortak iyilik ekonomisi gibi yeni ekonomik modeller tartışıldı.

Konferansın sabah oturumunda ilk konuşmayı degrowth hareketinin liderlerinden Vincent Liegey yaptı. Liegey, Amerika Birleşik Devletleri’nde halkın yüzde yetmişinin “çevreyi korumanın ekonomik büyümeden daha önemli olduğuna” inandığını belirterek, ekonomik büyümenin sonunun kaçınılmaz olduğunu söyledi. “Yeni bir sisteme geçilmesi şart” diyen Liegey, mevcut ekonomik sistemin sonsuz büyüme üzerine kurulu olmasının sürdürülebilir olmadığını vurguladı.

Doughnut ekonomisi: Adil paylaşım ve sürdürülebilirlik

Günün ikinci konuşmacısı Doughnut ekonomisinin temsilcisi Erinch Sahan, 20. yüzyılda finansal sermayenin öncelikli olduğunu, ancak gezegenin sınırlarının ve sosyal adaletin öneminin o dönem bilinmediğini ifade etti. Sahan, Doughnut Ekonomisi’nin dünyanın kaynaklarına saygılı ve refahın adil paylaşımına dayanan yenilikçi bir model olduğunu belirtti. “Ekonomik büyüme gerçekçi bir kavram değil” diyerek, kaynakları sınırlı olan bir gezegende sonsuz büyümenin mümkün olmadığını vurguladı.

Günün üçüncü konuşmacısı Christian Felber, ortak iyilik ekonomisinin insan haklarını, adaleti ve sürdürülebilirliği teşvik eden bir ekonomik sistem olduğunu söyledi. Bu modelin, iş kararlarını evrensel değerlere uygun olarak yönlendirdiğini belirtti. Felber’in ardından konuşan Georgia Bekridaki, sosyal dayanışma ekonomisinin kapitalizme alternatif olabileceğini ve kooperatiflerin toplumsal eşitsizlikleri gidermede önemli rol oynadığını vurguladı.

Konferansın ikinci günü, ekonominin nasıl daha adil ve etik hale getirilebileceği üzerine yapılan ilginç sunumlarla devam etti.

World Fair Trade Organization CEO’su Leida Rijnhout, kâr maksimizasyonunun ana hedef olmadığı, çevresel ve sosyal maliyetlerin fiyata dahil edildiği bir iş devriminin gerekliliğini savundu. Rijnhout, toplumu yeniden inşa etmemiz gerektiğini ve küçük ölçekli işletmelere daha fazla önem verilmesi gerektiğini belirtti.

Good Market’in kurucusu Amanda Kiessel, mevcut ekonomik sistemin iklim değişikliği, eşitsizlik ve açlık gibi sorunların temelinde yattığını belirterek, ekonomik sistemin yeniden yapılandırılması gerektiğini söyledi. Kiessel, kuralların ve bağlantıların değiştirilmesi gerektiğini ve farklı gruplar arasında işbirliğinin önemini vurguladı.

Good4Trust.org’dan Ece Satıcı, türetim ekonomisinin ekolojik ve sosyal açıdan adil bir üretim modeli olduğunu anlattı. Bu sistemin, doğaya ve topluma minimum negatif etki yapmayı hedeflediğini belirtti. Satıcı, ekonomik sistemlerin doğadaki döngüsel ekosistemlerden ilham alarak kurulması gerektiğini savundu .

IPEC 2024 Türetim Ekonomisi Konferansı, sürdürülebilir ve adil ekonomik modellerin tartışıldığı önemli bir platform olmaya devam ediyor. Konferans, küresel ekonomik büyümenin sonu, yeni ekonomik modeller ve toplumsal dayanışma üzerine yapılan sunumlarla katılımcılara yeni perspektifler sunuluyor.