Ana Sayfa Blog Sayfa 105

Rapor: Translar ile nonbinarylerin cinsel sağlık hizmeti alması engelleniyor

Kapsama Alanı ve Muamma LGBTİ+ Derneği, ‘Trans Erkek/ Trans Maskülen ve Nonbinaryler Cinsel Sağlık ve Jinekoloji Kontrollerin Neresinde?’ isimli araştırma raporunu yayınladı.

Raporda trans erkeklerin, trans maskülenlerin ve nonbinarylerin cinsel sağlık ve jinekolojik muayenelere erişiminin önündeki engeller, bu alandaki deneyimleri ve sağlık hizmeti sağlayıcılarından beklentileri detaylı bir şekilde analiz ediliyor.

Ayrıca, araştırmadan elde edilen bulgular ışığında, trans erkeklerin, trans maskülenlerin ve nonbinarylerin cinsel sağlık ve jinekolojik ihtiyaçlarının karşılanması için somut öneriler sunuluyor.

Baran Zülal Dumanlıdağ, Ecmel Deniz Doğan ve Utku Kutbay tarafından hazırlanan ve 683 kişinin katılımcı olduğu bir anketin de yapıldığı rapordan öne çıkan bulgular ise şöyle:

  • Trans erkeklerin, trans maskülenlerin ve nonbinarylerin öz örgütlerinin varolmayışı, bu öznelerin birçoğunun aktivizm alanın- da bulunmuyor oluşu ve yine öznelerin LGBTİ+ mücadelesi içerisinde politik bir çizgide yer almıyor oluşları geliyor. Elbette ki bu durumlar, tek başına sorunların kaynağı değildir; egemen sistemi ve devlet baskısını meşrulaştırmaz.
  • Maruz kalınan ayrımcılığınasılfaili; egemen sistemin kendisidir. Ancak bu nefrete ve baskıya karşı örgütlenmemek, hak temelli, kuir feminist bir mücadele yürütmemek trans+’ların güçlenmesi önünde bir zorluk oluşturuyor.
  • Görünürlük sorunu; trans+’ları dışlayan, ötekileştiren ve yok sayan bir sistem içerisinde yükselen sesin gittikçe kısılmasına sebep oluyor.
  • Örgütlü şekilde mücadele edemeyen, toplum ve devlet tarafından sürekli yalnızlaştırılan, baskıya ve şiddete uğrayan hedef gruptaki trans+’ların önemli sorunlarından bir diğeri ise, her gün kendilerinden ispat beklenen ve erillik ile ilişkilendirilen erkekliktir. Toplum, aile, arkadaş ve diğer tüm sosyal çevreler, hedef gruptaki trans+’lardan her gün erkeklik performe etmesini bekler. Bu performansa göre trans+ kişinin maskülen olması ve normatif erkeklik rollerini sergilemesi bir gerekliliktir. Bu gerekliliğin sağlanmadığı durumlarda, bu kişilerin erkeklikleri sorgulanır, beyanları kabul edilmez ve kendilerinin eksik/yarım erkek oldukları ifade edilir. Bahsedilen cinsiyetlendirme hali öyle bir boyuta gelmektedir ki, kişiler sahip oldukları organların sırf “kadın organı” olarak yansıtılmasından dolayı o organları istememektedir. Toplumsal erilliğin organlara atfettiği cinsiyet, kişileri tramvatize olmamak adına sağlıklarını görmezden gelmeye sürüklemektedir.

“Cinsel sağlık alanında LGBTİ+ öz örgütlenmelerin cinsel sağlık alanında çalışan STK’larla çok daha fazla işbirliği geliştirmesi gerekiyor. Kapsayıcılığı alan genişlet- mek olarak ele almak gerekiyor.”

-Anket 639

  • Özneler fiziksel sağlığını hiçe sayarak çoğu zaman sadece kendilerinecinsiyet atanmasından kurtulmak adına birçok olaya katlanmaktadır.
  • Cinsiyetçi ve fobik perspektifle bezenmiş devlet kurum ve politikalarının; iki- li cinsiyetle ve cis-heteroseksist bir zihniyetle kurguladığı dünyada hedef gruptaki trans+’lar dışlanmaktadır.
  • Önceki bölümlerde birden fazla kez değinilen, cinsiyetlendirilmiş alan konusu da bu sorunların içerisinde büyük bir yer kaplamaktadır. Jinekoloji polikliniklerinin ‘kadına ait’ bir yer olarak lanse edilmesi, yukarıda bahsedilen sebeplerden ötürü trans erkekleri, trans maskülenleri ve nonbinaryleri yok saymaktadır. Bu konu hakkında akla ilk gelen düşünce ile ‘bu durumda ne var ki?’ sorusu akla gelebilir. Ancak unutulmaması gereken; öznelerin o alana girmeye çekinme ve alana girememe sebeplerinin maruz kalacakları fobi ve ayrımcılıktan kaynaklı oluşudur. Bir alanın ismini cinsiyetli şekilde oluşturmak, o alana sadece bir isim barındırıyor olmasından çok daha fazla sorun yüklemektedir.
“Öncelikle jinekolojik muayeneler sadece cis kadınlara özelmiş gibi davranılma malı ve trans bireylerin de jinekolojik muayeneye ihtiyacı olduğu devletin sağlık kurumları tarafından kabul edilmelidir.”
-Anket 26

nonbinary, cinsel sağlık, trans

  • Trans+’lar ayrımcılığa uğramak ile fiziksel olarak sağlıklı olmak arasında bir tercih yapılmaya sürüklenmektedir.
  • Yaşanılan bu sorunlara, hedef gruptaki trans+ların hak mücadelesi alanlarında da yalnızlaştırılması eklenmektedir. Feminist mücadele veya kadın hareketi içerisinde yer alan kişilerin, trans+’ların kimliklerine dair ‘erkek olmak’ konusundaki düşünceleri, trans erkekleri ve trans maskülenleri cis-hetero erkeklerle eş tutmalarına neden olmaktadır. Bu durum bahsedilen öznelerin feminizm içerisinde yer bulamamasına veya bu alandan dışlanmasına sebep olmaktadır. Bunun temel nedeni kesişimselliğin görülemiyor oluşuyla birlikte kuir feminist perspektife sahip olunamaması ve feminizmin trans+ları kapsayan bir yerden mücadele yürütmüyor oluşu ile açıklanabilir.

“Bu cinsiyet meselesini baştan ele almak gerekiyor bence ve bu cinsiyet meseleleri çok üreme bazlı gittiği için bu çok büyük bir sorun. Zaten bu ayrı bir tahakküm oluşturuyor. Hiç kimse sevişmiyormuş gibi hareket alanı var.”

-Larmina

  • Bir taraftan da LGBTİ+ hareketi içerisinde de benzer bir görünürlük sorunu yaşanmaktadır. Hala daha, trans dendiğinde akla sadece trans kadınların gelmesi, çoğu kişinin trans erkek kavramından dahi haberdar olmaması, görünürlük sorununun ne boyutta olduğunun bir göstergesidir. Hedef gösterilmediği, ortada olamadığı için baskıya maruz kalınmadığı düşünülen veya en hafif tabirle ‘o denli’ bir ayrımcılığa uğranmadığı düşünülen trans erkeklerin, trans maskülenlerin ve nonbinarylerin yaşadıkları bilinmemektedir.

nonbinary, cinsel sağlık, trans

  • En büyük problemlerden bir diğeri; sağlık alanının, tıbbın cinsiyetçi, ikili cinsiyete dayalı ve fobik olmasıdır. Gerek tıp eğitimi içerisinde gerek yapılan araştırmalarda çeşitliliğe, LGBTİ+’lara ve trans+’lara gereken önem verilmemektedir. Sağlık çalışanları, üniversite yıllarından itibaren öznelere dair bilgilere erişememek- te, tıbbın ikili cinsiyete dayalı ve LGBTİ+ fobik olarak kurgulanan müfredatıyla yetiştirilmektedir. Öyle ki, LGBTİ+’ların ve trans+’ların sağlığı, sağlık çalışanlarının kendi inisiyatifine bırakılmaktadır.

 “Tıp fakültelerinin müfredatlarına bizim sağlığımız da eklenmeli. Hali hazırda çalışan doktorlar için zorunlu bilgilendirme seminerleri düzenlenebilir. Ayrımcılık daha fazla ciddiye alınmalı.”
-Anket 714

  • Bir taraftan da, trans+’ların, konunun uzmanı olan sağlık çalışanlarına sürekli açılmak; kendini açıklamak, süreci anlatmak zorunda kalması da ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Kişilerin tedavi ve bilgi almak için gittikleri yerlerde, trans+ olmaya, uyum sürecine, ameliyatlar gibi konu ile alakadar tüm içeriğe dair sürekli bilgi vermek zorunda kaldığı bir gerçeklik bulunmaktadır. Kişiler, bu anlarda sıradan bir hasta olmak yerine, aktivizm yapmak zorunda kalan öznelere dönüşmektedir.

“Yani bilgilendirici materyallerin daha görünür olması olabilir. Hani nasıl ki covid hakkında böyle afişler her yere asılabiliyorsa, aslında bu konuda da, cinsel sağlık konusunda da asılabilmeli…”

-Keith

  • Sayıca çok az olsa da, ülkenin çeşitli şehirlerinde cinsiyet uyum süreci yürütülmektedir. Uyum sürecinin kapsamı, Medeni Kanun Madde 40 çerçevesinde belirtilmiş olsa da, standart bir prosedürü içermemektedir. Kanunda belirtilmesine rağmen, her eğitim araştırma hastanesinde uyum sürecinin yürütülememesi, sürecin kimi şehirde hastane ile kimi şehirde adli merci başvuruları ile başlıyor olması, sürece dair birtakım izinlerin doktorların kişisel inisiyatiflerine bırakılması somut duruma dair örnekler olarak gösterilebilir.

“(…)Toplumsal tutumlardan ve normlardan yola çıkarak değil, etik ilke ve değerlerin den yola çıkarak bir şeyler yapması demek. Dolayısıyla eğitim gerekiyor.”

-Lance

  • Yapılan uygulamalar, trans+’ların normatif kadın/erkek görüntüsüne sahip olmasını ve üreyememesi adına kısırlaştırılmasını amaçlamaktadır. Bunun haricindeki ihtiyaçlar ve sorunlar gündeme getirilmemekte, araştırma konusu olmamakta ve onlar hakkında konuşulmamaktadır. Uyum sürecine çizilen sınırın dışında yer alan ihtiyaçlar ne devletin ne de doktorların ilgilendiği konulardır. Ancak cinsiyet uyum süreci trans+’lar için bunlardan çok daha fazlasını içermektedir. Kişilerin; kendi hayatlarını, bedenlerini, hikayelerini, arzularını değiştirip dönüştürdüğü uzun bir süreçtir. Ciddiye alınmayan bu ihtiyaçlar trans+’lar için oldukça önem arz etmektedir.
  • Hedef gruptaki trans+’ların cinsiyet uyum süreçlerinde, konuşulmayan ve görülmeyen birçok problem vardır. Problemlerden ilki; yukarıda bahsedilen ‘translık ispatlama’ sürecinin, psikiyatri polikliniklerinde aylar veya kimi zaman yıllarca sürmesidir. Doktorlar, trans+’ların; yaşadıkları travmaları ve maruz bırakıldıkları dışlanmayı konuşabilecekleri bir alan açmak yerine, hedef grupta yer alan trans+’lardan nor- matif erkekliğe ne kadar uygun olduğunun ispatını beklemektedir. Bununla birlikte yıllarca süren süreç içerisinde jinekolojik muayenelerin sayısı oldukça azdır. Oysaki, kullanılan hormonlar ve geçirilen ameliyatlar jinekolojik sağlığı da direkt olarak etkilemektedir. trans+’ların jinekoloji polikliniklerine gitmelerinin önünde birçok zorluk yer almaktadır.

“Kapsayıcı olabilmeleri için yasal yaptırım olmalı. Şikayet mekanizması yaratılma- lı. Trans+ kişilerin öznel sorunlarının farkında hekimler yetiştirilmeli. Trans+ dostu hekimler görünür olmalı.”

-Anket 867

nonbinary, cinsel sağlık, trans

  • Bir taraftan da hedef gruptaki trans+ların, devletin kimlik değişikliği için zorunlu tuttuğu histerektomi ameliyatının ardından yaşadığı spesifik sorunlar bulunmaktadır. Kimliklerinin değişmesiyle birlikte trans+’lar jinekoloji polikliniklerinde muayene olamamaktadır. Kişilerin erkek kimliğine sahip olması sebebiyle kullanılan sağlık sistemi içerisinde kişilerin jinekoloji bölümüne randevu alması sistemsel bir sorun açığa çıkarmaktadır. Ancak kimliklerini değiştirmiş ve belirtilen ameliyatları olmuş olsalar da kişilerin jinekolojik kontrol ihtiyacı devam edebilir. Fakat devlet, uyum sürecinin hatlarını öngören kanunda trans+’ların kısırlaştırılmasını talep ederken, bu ihtiyacı görmezden gelmektedir.

“(…) Mesela şeyleri asıyorlar ya işte “Meme kanserine dur diyebilirsiniz! Rahim ağzı kanserine dur diyebilirsiniz!” Ya dur diyebilirsiniz bir slogan ama bilgilendirici değil. Ne yapsın ya! O sloganı böyle aç. Yani birazcık daha böyle onları etkili bir şekilde kullanamalılar. Kamu spotu, bir dünya medya var yani, kesinlikle kamu spotu geçerdim.(…)”

-Larmina

  • Genel itibariyle bakıldığında, trans+ların bedenlerine dair araştırma yapılmamaktadır. Akademik alanda, trans+ların gözetildiği, onların ihtiyaçlarına ilişkin detaylı çalışmalar bulunmamaktadır. Görünürlük probleminin görüldüğü başka bir alan olan akademik alan, trans+ların nesneleştirildiği çalışmalar dışındaki çalışmalara yer vermemektedir. Bugüne kadar az sayıda kişinin yaptığı araştırmalar da, ihtiyaç göz önüne alındığında yeterli olmamaktadır. Bu sebeple de bilinmezliklerle dolu bu ortamda trans+’lar yalnız bırakılmakta ve bedenlerinde olan değişimleri kendilerinin çözmesi gerekmektedir.
  • Patriyarkal sistem natrans hetero erkeğin cinselliğini önemsemekte ve cinselliğe dair tüm kurguyu bu merkezden ilerletmektedir. Bu sebeple, bu grup haricindeki tüm kişi ve bedenlerin cinsellikleri, arzuları ve ihtiyaçları yok sayılır. Genel anlamda da bu durumun toplumda “ayıp” olarak görülmesi ile, cinselliğe ilişkin sorunlar katlanarak artmaktadır.
  • Egemen sistemler sebebiyle yıllarca arzusunu ve bedenini keşfetmekte zorlanan hedef gruptaki trans+lar, sivil toplum tarafından da genel itibariyle görünmemektedir. Erkekliğin ve disforinin verdiği yükle, ‘cinselliği rahatça konuşamam’ hali yaşanmakta ve bununla birlikte sorunlar katlanmaktadır.

Raporda tüm bu sorunlara karşı öneriler de sunuldu. İşte o önerilerden birkaçı:

  • Tıp eğitimindeki müfredat, LGBTİ+’ların ve trans+’ların ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir. Bu perspektifin eğitimde yer alması ve kapsayıcı bir dilin kullanımı yaşanılan ayrımcılığın azalmasına katkı sunabilir.
  • Mesleki etik anlayışı gereği herhangi birine sağlık hizmeti sunarken ayrımcılık yapılmaması gerektiği sağlık çalışanlarına hatırlatılmalıdır. Çeşitli meslek bildirilerinde bu konunun öneminin vurgulanması, hipokrat yemininde yer alan ayrımcılık karşıtlığının altının çizilmesi, ayrımcı her türlü eylem ve söylemin meslek etiğine aykırı olduğu yaygınlaştırılmalıdır.
  • Yasa yapıcılar, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığa karşı yaptırım içeren yasalar çıkarmalıdır. Trans+ kimlikler ve tüm LGBTİ+’lar yasal düzlemde tanınmalıdır. Cinsiyet kimliğine, cinsel yönelime yönelik yapılan her türlü ayrımcı eylem ve söyleme, sağlık gibi diğer birçok temel hak alanında yaşanan ihlallere yönelik etkin çalışan şikayet mekanizmaları oluşturulmalıdır. Maruz bırakılan ayrımcılığa karşı yaptırımlar uygulanmalıdır. Sağlık personelleri belirli aralıkla denetlenmelidir.
  • Mevcut sağlık politikalarının pratikte uygulanamamasının önüne geçilmeli ve politika- ların yaygınlaştırılması için bu haklara yönelik görünürlük ve bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır.
  • Sağlık hizmetlerine erişim konusunda; jinekolojik kontrollere ve cinsel sağlık alanındaki tüm muayenelere, testlere, aşılara erişim herkes için kapsayıcı ve ücretsiz olmalıdır.
  • Kişiyle iletişim kurarken kullanılan dilin, hitap etme şeklinin cinsiyetsiz olması, jinekoloji polikliniğine gelen hastaların cis kadın, heteroseksüel, penetratif cinsellik yaşayan kişiler olarak varsayılmadan hareket edilmesi, cinsellikten konuşulurken kişilerin kendini rahat hissetmesi için alan açılması, evli-bekar olma hali gibi cinsellikle doğrudan ilişkisi olmayan soruların sorulmaması, hasta öyküsünü doğru alabilmek için yargılayıcı, gereksiz ifade ve gereksiz sorulardan kaçınılması, varsaymadan, açık iletişim kurulması gerekmektedir. Teşhis veya tedavi için gerekmediği müddetçe kişilerin cinsiyet uyum süreci içerisinde, trans+ olmasına ilişkin özel hayata giren ve hasta mahremiyetinin gözetilmediği gereksiz sorular yöneltilmemelidir. Kayıt açılan yerde çalışan personelden hemşireye, doktora kadar hastanede çalışan tüm personele bu ihtiyaçların anlatıldığı, LGBTİ+ ve trans+’lara yönelik eğitimler verilmelidir.

nonbinary, cinsel sağlık, trans

  • Hastanelerde ve araştırma kapsamı olarak özellikle jinekoloji polikliniklerinde, doktorla- rın odalarında; gökkuşağı sembolü, femina gibi semboller yer almalı, o alanın trans+’ların kendilerini rahat hissedecekleri güvenli bir alan olduğuna yönelik afişler bulundurulmalıdır. Kapsayıcı olunduğuna dair işaretler asılmalıdır. Jinekoloji polikliniklerinin sadece natrans kadınlara yönelik bir alan olmadığı öğrenilmeli, yaygınlaştırılmalı ve benimsenmelidir.
  • Natrans kadın ve natrans erkek ikililiği üzerinden ilerleyen perspektifin değiştirilip, kişilerin değişen bedenlerine, ihtiyaçlarına ve sorunlarına odaklanılarak sağlık hizmeti verilmelidir. Hastalıkların bilgisi, enfeksiyonlar, muayene esnasında uygulanan işlemler; cis- heteronormatif, standart bir bedene göre değil de kişiden kişiye göre değişen özelliklere uygun şekilde dönüştürülmelidir. Beden çeşitliliği kapsanmalıdır. Periyodik izlemlerin bil- gisi normatif olmaktan çıkarılıp trans+’ları da gözetmelidir. Kişisel bilgiler, hasta öyküsü, kişilerin özel hayatlarına yönelik anlatımları gizli tutulmalıdır. Kişilerin rızası alınmadan bilgiler paylaşılmamalıdır. Bunun yapılacağına yönelik bilgi verilmeli ve kişilerden alınan onamların ne ile ilgili olduğu kendilerine detaylıca aktarılmalıdır.
  • Travma bilgili yaklaşım benimsenmeli ve muayenelerde uygulanmalıdır. Eğitimlerde doktorlara bu yaklaşım anlatılmalıdır.
  • Kanser için erken teşhis alma, düzenli yapılması gereken testler/kontroller, aşılar gibi konu- lara ilişkin farkındalık çalışmaları arttırılmalıdır. Bu görünürlük materyalleri, sloganvari ol- masından ziyade bilgi/yönlendirme içeren ve olumsuz algıyı kıran bir perspektifle hazırlan- malı ve LGBTİ+’ları kapsamalıdır.
  • Cinsiyet uyum sürecinde trans+’lara ve çocukken intersekslere yönelik zorunlu tutulan ameliyatlar kaldırılmalıdır. Ameliyatlar, kişilerin rızasına dayalı şekilde gerçekleştirilmelidir.
  • Cinsiyet uyum süreci için, trans+ sağlığı adına sadece trans+’lara yönelik olan poliklinikler, alanlar oluşturulmalıdır. Burada hizmet verecek tüm personele eğitim verilmelidir.
  • Cinselliğin tabu olduğu bilgisinin yıkılması adına toplumun her kesimi için ve özellikle ergenlik çağından itibaren bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır. Kişilere; çeşitlenen cinsel deneyimlerin, çeşitlenen ihtiyaçların açıkça ve doğru şekilde aktarıldığı eğitimler verilmeli ve bu bilgileri yaygınlaştırılmalıdır.

nonbinary, cinsel sağlık, trans

  • Cinsel sağlık bilgisi, üreme ve penis odağından alınarak, üreme harici cinselliklerin ve vulvanın ihtiyaçları üzerinden de şekillendirilmelidir. Buna yönelik bilgi üretilmelidir fakat bunu yaparken hormon kullanan trans+’ların ve intersekslerin genitallerinin ihtiyaçları da gözetilmelidir.
  • Anonim test merkezleri, HPV gibi cinsel yolla aktarılan enfeksiyonlar için de açılmalıdır. Aynı zamanda HIV testi yapan anonim test merkezlerine ilişkin bilgilendirme çalışmaları da yapılmalı ve bu merkezler yaygınlaştırılmalıdır.
  • Penis-vajina penetrasyonuna ve penise odaklı olan korunma ürünleri haricinde, diğer genitallere ve çeşitli cinsel ilişkilere uygun korunma ürünleri üretilmelidir.
  • Cinsel sağlığa ilişkin dayanışma, deneyim aktarımı daha çok yapılmalıdır. Bunun yapılabileceği alanlar oluşturulmalıdır.
  • Sivil toplum kuruluşları, devlet mekanizmalarına baskı uygulamalı, kampanyalar oluşturmalı ve kapsayıcı eğitimler düzenlemelidir. Meslek odaları ve sağlık alanın- da çalışan diğer sivil toplum kuruluşlarıyla, kapsayıcı sağlık hizmetine yönelik eğitimler düzenlemelidir. Cinsel sağlığa yönelik bilgi üretirken kapsayıcı bir anlayış benimsemelidir.
  • Sağlık çalışanlarına uygulanan baskı, zaman kısıtlaması gibi yaptırımlar ortadan kaldırılmalıdır. Muayene sürelerinin uzatılması gibi doktor-hasta ilişkisinin ve yapılan muayenenin daha iyi ve etkili olabilmesi için gereken uygulamalara geçilmelidir. Ayrıca sağlık çalışanlarına yönelik şiddete karşı tedbirler alınmalı ve yaptırım uygulanmalıdır.

Delhi’de sıcaklara karşı ölüm kalım savaşı: Daha erken öleceğiz, başka ne olabilir ki?

Hindistan, Delhi’de insanlar kavuran sıcakların içinde bir damla su için birbirleriyle yarışır hale geldi. Guardian‘dan Hannah Ellis-Petersen‘in iklim krizine karşı oldukça savunmasız halde olan Delhi’deki izlenimlerini aktardığı yazısı söz konusu krize karşı önlemlerin aciliyetini bir kez daha ortaya koydu:

“Su tankeri Delhi’nin kalabalık bir mahallesine girdiğinde bir kargaşa patlak verdi. Düzinelerce mahalle sakini kovalar, şişeler ve hortumlar sallayarak çılgınca arkasından koştu ve içinde depolanan sudan bir damla bile alabilmek için üzerine atladı. O gün sıcaklıklar 49C’ye yükselerek kayıtlara geçen en sıcak gün olmuştu ve 29 milyondan fazla insana ev sahipliği yapan Hindistan‘ın büyük başkentinin pek çok yerinde su tükenmişti.

Yoksul Vivekanand Kampı‘nda yaşayan sosyal sağlık çalışanı Tripti, her sabah kızgın güneşin altında kovalar ve tencerelerle su tankerinin gelmesini umutsuzca bekleyenler arasında yer alıyor.

[İklim Krizi] Delhi’nin tarihindeki en sıcak günde ibre 50°C’yi gösterdi 
Fotoğraf: AP Photo / Channi Anand

‘Çok acı çekiyoruz ve sıcaklık yaşamayı imkansız hale getiriyor’

Tripti, “İnsanlar sadece birkaç kova su için kuyrukta iki ila üç saat beklemek zorunda kalıyor” diyor ve ekliyor:

“Artan sıcaklık durumu daha da kötüleştirdi. Sıcaklık arttıkça daha fazla suya ihtiyacımız oluyor ama aslında tedarik azalıyor. Çok acı çekiyoruz ve sıcaklık yaşamayı imkansız hale getiriyor.”

Delhi sıcağa yabancı değil. Yazları her zaman boğucu sıcaklar getirir ve zenginler kendilerini klimalı evlerine hapsederken, yoksul haneler vantilatörlerin altında toplanır ve üzerlerini ıslak bezlerle örterler.

Uzmanlar ve bölge sakinleri arasındaki fikir birliği, Hindistan iklim krizinin yükünü taşırken yaz sıcaklıklarının artık düzenli olarak normalin çok üzerine çıktığı yönünde.

Mayıs ayında kuzey Hindistan’ın büyük bölümünü saran sıcak dalgası – bu hafta sıcaklıklar art arda 45C’nin üzerine çıktı – serinlemeye gücü yetmeyen ya da dışarıda inşaat veya işçilik işlerinde çalışmak zorunda kalan milyonlarca kişi için koşulları dayanılmaz ve hatta yaşamı tehdit edici hale getirdi. Şehrin bazı bölgelerinde Çarşamba günü sıcaklık 52C’ye kadar yükseldi, ancak yetkililer daha sonra bunun hatalı bir okuma olabileceğini söyledi.

Yetkililerin artan talebi karşılayamaması nedeniyle son birkaç gündür kentte yaşanan kronik su sıkıntısı, kendilerini suya sokmak ya da hava soğutucuları kullanmak dışında serinlemek için hiçbir yolu olmayan yoksul insanlar arasında kitlesel acılara neden oldu. Delhi hükümeti, ihtiyaç duyulan her yere su tankerleri gönderecek bir sıcak dalgası ‘savaş odası’ kurduğunu söyledi.

‣ Delhi’de okullar aşırı sıcaklar nedeniyle erken tatil edildi
‣ Sıcak dalgası Türkiye’de: Neden ısınıyoruz?
‣ Madagaskar’da rekor sıcak dalgası: İklim krizi olmasa ‘neredeyse imkansızdı’
Fotoğraf: AP

‘Delhi yaşanmaz hale geldi’

Milyonlarca kişinin klimaları çalıştırmaya başlaması ve elektrik talebinin tüm zamanların en yüksek seviyesine çıkmasının ardından başkent genelinde yaşanan uzun süreli elektrik kesintileri koşulları daha da kötüleştirdi. Lajpat Nagar mahallesinde ikamet eden 45 yaşındaki avukat Nitin Singh, küçük çocukları ve 81 yaşındaki hasta babasıyla paylaştığı evde her gün yaşanan elektrik kesintilerinin yıkıcı etkisini anlattı. Sıcak dalgası başladığından beri Delhi’nin ‘yaşanmaz’ hale geldiğini söyledi.

‘Elektrik kesinti nedeniyle hasta babam ve çocuklarım için otel odası ayırtmak zorunda kaldım’

Singh, “Evimde üç klima var ama sık sık yaşanan elektrik kesintileri beni çaresiz bıraktı” diyor ve ekliyor:

“Dün gece iki saatlik bir elektrik kesintisi beni hasta babam ve çocuklarım için bir otel odası ayırtmak zorunda bıraktı. Eşim ve ben gecenin büyük bölümünü evimizin terasında geçirdik ve birkaç saat bile uykuya dalmakta zorlandık.”

Okhla bölgesinde bir klima kiralama dükkanı işleten 37 yaşındaki Mohammad Ashraf Khan, sıcaklıklar 45C’nin üzerine çıktığından beri telefonunun susmadığını söyledi. Genellikle her sezon 80 klima kiraladığını ancak bu yıl talebin 130’a çıktığını söyleyerek şunları aktarıyor:

“Bu yıl klimaların aşırı ısınması ve arızalanmasıyla ilgili giderek daha fazla şikayet geliyor. Bu korkunç sıcaklar standart klimaları bile yetersiz kılıyor.

‘Soğutucusu yoktu, vücut ısısı 41.5C’nin üzerine çıktı, hayatını kaybetti’

Yine de klimalar hala büyük ölçüde lüks bir mal. Aşırı koşullardan sağ çıkamayanlar arasında Delhi’de bir fabrikada çalışan 40 yaşındaki bir göçmen işçi de vardı. Çarşamba günü vücut ısısının normalden 5C daha fazla yükselmesi üzerine hayatını kaybetti.

Doktoru, Hint medyasına yaptığı açıklamada, “Soğutucusu ya da vantilatörü olmayan bir odada yaşıyordu ve çok yüksek ateşi vardı… vücut ısısı 41.5C’nin üzerine çıktı” dedi.

Daha varlıklı bazı mahalle sakinleri, soluk alamayanlara yardım etmek için ellerinden geleni yapıyor. Delhi’nin güneyindeki bir mahallede yaşayan Nisha Aggarwal, yoldan geçenlerin susuzluklarını gidermeleri için evinin önündeki kaldırıma içi su dolu büyük toprak kaplar koyma geleneğini sürdürüyor.

Çoğu yaz, güvenlik görevlisi kapları günde bir kez doldurur ama “son iki haftadır hava çok sıcak olduğu için günde birkaç kez dolduruyor” diyor.

Delhi, sıcaklar
Fotoğraf: Reuters

‘Daha erken öleceğiz. Başka ne olabilir ki?’

Güvenlik görevlisi Probir Ram da yevmiyesini çıkarmak için yakıcı güneşin altında oturmak zorunda kalanlar arasındaydı.

Boğucu derecede sıcak kabininde bir su soğutucusu talebi işvereni tarafından reddedildi.

Tere batmış, gömleği sırılsıklam olmuş Ram perişan görünüyordu.

Ram “Bu sıcağın devam edeceğine inanıyorum,” dedi iç çekerek ve devam etti:

“Benim gibi insanlar bununla başa çıkamayacak. Daha erken öleceğiz. Başka ne olabilir ki?”

Yeşil Gazete’de staj dönemi başladı

Başta İletişim Fakülteleri öğrencileri olmak üzere, ekoloji ve iklim konularına ilgisi olan, gelecekte iklim/ekoloji alanında uzman haberciliği hedefleyen, bu alanlarda ve temel gazetecilik ile dijital yayıncılık kriterleri konusunda kendini geliştirmek isteyen genç arkadaşlarımızla bu yaz da buluşmak istiyoruz.

Hibrit çalışma yöntemiyle en az bir ay olarak planladığımız staj döneminin sonunda, stajyerlerimizin üreteceği haberleri Yeşil Gazete’de imzalarıyla yayımlayacağız.

Başvuru için [email protected]

Bu dönem önceliğimiz yeni medya üzerine çalışan öğrenci arkadaşlarımız olacak.

[email protected] adresine göndereceğiniz maillerde lütfen kendinizi tanıtın, neden Yeşil Gazete’te staj yapmak istediğini belirtin ve varsa önceden yaptığınız çalışmaları ekleyin.

Görüşmek ve birlikte çalışabilmek dileğiyle,

Yeşil Gazete Ekibi 🌱

Kuduz bahanesiyle katliam yasası meşrulaşmaz: Yılda en fazla 2 vaka görülüyor

Son günlerde Türkiye‘de sokakta yaşayan köpeklere yönelik hazırlanan ve köpeklerin sokaktan toplanıp barınaklara götürülmesini ve sahiplendirilememeleri durumunda öldürülmelerini içeren ‘katliam yasası’ tasarısı, kuduz riski öne sürülerek meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Mission Rabies gibi kuruluşların verileri, bu iddiaların temelsiz olduğunu gösteriyor. Türkiye’de yılda en fazla iki kuduz vakasının görülmesi, bu gerekçeyi çürütüyor.

DSÖ‘ye göre kuduz, vahşi hayvanlardan insanlara bulaşabilen viral bir hastalık. Dünya genelinde yılda yaklaşık 59 bin insan kuduz nedeniyle hayatını kaybettiği, bu ölümlerin yüzde 99’unun Asya, Afrika ve Güney Amerika‘da meydana geldiği raporlanıyor. Hindistan‘da yılda yaklaşık 30 bin kişi kuduz nedeniyle ölüyor. Ancak Türkiye‘de bu rakam çok daha düşük, yılda sadece iki vaka ile sınırlı kalıyor​​.

Uluslararası kuduzla mücadele kuruluşu Mission Rabies’in verilerine göre, kuduzla mücadelenin en etkili yolu köpeklerin aşılanması. Kuduzun yüzde 99’u enfekte köpek ısırıklarıyla bulaştığı için, köpeklerin aşılanması insanları korumanın en hızlı ve ekonomik yolu olarak görülüyor. Köpekleri aşılamak, hastalığın kaynağını ortadan kaldırarak insanları koruyor ve hastalığın yayılmasını engelliyor.

Bahçeşehir Üniversitesi’nden ‘sokakta yaşayan hayvanlar’ raporu: Katliam çözüm değil
Hayvan haklarında Batı’nın ilerisinden Türkiye’nin gerisine
Sokakta yaşayan hayvanlar için adalet mitingi düzenlenecek

Türkiye’de kuduz vakaları, özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde görülüyor ve büyük ölçüde köpeklerden, kısmen de yaban hayatından kaynaklanıyor. Trakya, Ege ve Orta Anadolu‘nun dışındaki illerde ise köpek kaynaklı kuduz vakaları görüldüğü biliniyor. Ancak, son yıllarda yapılan oral aşılama çalışmaları ile hastalık belli oranda kontrol altına alınabildi.

Tarım ve Orman Bakanlığı‘nın verilerine göre, 2022 yılında Türkiye genelinde yalnızca iki kuduz vakası kaydedildi.

Erzincan’da mera alanlarının sera projesine dönüştürülmesi Meclis’e taşındı

CHP Bursa Milletvekili ve PM Üyesi Orhan Sarıbal, Erzincan Merkez’deki Cemal Gürsel Mahallesi sınırları içinde bulunan 600 dönüm mera arazisinin Valilik talimatı ile mera vasfının kaldırılmasına ilişkin bir soru önergesi verdi ve basın toplantısı düzenledi. Sarıbal, Tarım Bakanı Orhan Yumaklı‘ya sürecin şeffaflığına ve hayvancılık üzerindeki etkilerine dair sorular yöneltti.

Orhan Sarıbal, önergesinde Valilikçe “toplu sera bölgesi projesi” yapılmak üzere mera vasfı kaldırılan alanla ilgili şu soruları yöneltti:

  • Meraların sera olarak yeniden düzenlenmesi hangi tarihte, hangi gerekçe ve hangi kurumun talebi ile gerçekleşmiştir?
  • Meraları kullanan besiciler bu süreçte bilgilendirilmiş ve sürece dahil edilmiş midir?
  • Bu merada otlayan en az bin beş yüz küçükbaş ve elli büyükbaş hayvan olduğu bilgisi doğru mudur?
  • Mera vasfının kaldırılması sürecinde gerekli raporlama yapılmış mıdır?
  • Mera vasfı kaldırılan alanın yüzölçümü nedir ve ne kadarı sera projesi için ayrılmıştır?
  • Pay edilen arazilerde yürütülen projenin tarafları kimlerdir ve ihale süreçleri hangi kurum tarafından yürütülmüştür?
  • Sera kurulumu işinin Valiliğin yakınları tarafından yapıldığı bilgisi doğru mudur?
  • Belediyeye tahsis edilmiş meralar ile ilgili tasarruf ne olmuştur?

‘Süreç şeffaf bir şekilde yürütülmüyor’

Sarıbal, gıda egemenliği ve tarımın önemine dikkat çekerek, gıda hakkının korunmasının devletin sorumluluğu olduğunu vurguladı. Sarıbal, “Gıda egemenliği meselesi, tarım meselesi, üretim meselesi siyasi, politik bir alandan çıkarılmalı. Devlet politikası olarak ele alınmalıdır” dedi. Ayrıca, ithalata dayalı hayvancılık politikalarının yerine yerel üretimin desteklenmesi gerektiğini belirtti.

Sarıbal, meraların tarım ve hayvancılık için yaşamsal önemine dikkat çekti. “Meralarımızı ıslah edip verimli hale dönüştürmek zorundayız. AKP iktidarı döneminde canlı hayvan ve ete milyarlarca dolar harcandı” diyen Sarıbal, meraların amacına uygun kullanılmaması durumunda hayvancılık sektörünün zarar göreceğini ifade etti.

CHP Milletvekili Orhan Sarıbal, Erzincan’da mera vasfı kaldırılan alanların sera projesine dönüştürülmesine sert tepki gösterdi. Tarım ve hayvancılık sektörlerinin sürdürülebilirliği için meraların korunması gerektiğini vurgulayan Sarıbal, sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmediğini ve hayvancılık faaliyetlerinin olumsuz etkileneceğini belirtti. Bu konuda atılacak adımların yakından takip edileceği bildirildi.

[İklim Krizi] Delhi’nin tarihindeki en sıcak günde ibre 50°C’yi gösterdi

Hindistan’ın başkenti Delhi, 49,9°C ile tarihindeki en yüksek sıcaklığı yaşadı. Bu sıcaklık, 2022’de kaydedilen 49,2°C’lik rekoru geçti. Bazı raporlar, sıcaklıkların bu hafta 50°C’yi bile aştığını öne sürüyor. Hindistan Meteoroloji Departmanı (IMD), sıcaklıkların bu mevsim için beklenenden 9°C daha yüksek olduğunu bildirdi.

Euronews‘in aktardığına göre Delhi’nin yanı sıra, Rajasthan, Haryana ve Pencap gibi Kuzey Hindistan eyaletleri de aşırı sıcaklardan etkilendi. Rajasthan’ın Churu kentinde sıcaklıklar 50,5°C’ye kadar çıktı. Haryana’nın Sirsa kentinde ise sıcaklık 50,3°C’yi buldu. Aşırı sıcaklar nedeniyle enerji altyapısı zorlanırken, Delhi’de artan klima kullanımı enerji talebini rekor seviyelere çıkardı.

IMD, aşırı sıcakların sağlık üzerinde ciddi etkileri olabileceği konusunda uyarılarda bulundu. Özellikle çocuklar, yaşlılar ve kronik sağlık sorunları olan kişiler için ısı çarpması riski yüksek. Jaipur‘da sağlık departmanı, sıcak çarpması nedeniyle dört ölümün gerçekleştiğini doğruladı.

Delhi’nin bazı bölgeleri suya erişimde zorluk yaşarken, bazı bölgeler tamamen susuz kaldı. Delhi hükümetinden Atishi Marlena Singh, kuzeydeki Haryana eyaletinden su teslimatlarının eksikliği nedeniyle suyun günlük iki kez sağlanmasından bir kez sağlanmasına indirildiğini açıkladı. Singh, “Tasarruf edilen su, su yetersizliği yaşayan bölgelere dağıtılacak” dedi.

İklim değişikliği sıcak dalgası riskini 45 kat artırıyor

Hindistan Meteoroloji Departmanı, Hindistan’ın sık sık Mart’tan Eylül’e kadar sıcak ve nemli yazlar yaşadığını, ancak bu yıl sıcak dalgalarının daha uzun ve daha yoğun olmasının beklendiğini belirtti. Rajasthan ve Gujarat eyaletlerinde bu ay sıcaklıklar 45°C ile 50°C arasında değişen dokuz ila on iki gün yaşandı.

Delhi’de okullar aşırı sıcaklar nedeniyle erken tatil edildi
Sıcak dalgası Türkiye’de: Neden ısınıyoruz?
Madagaskar’da rekor sıcak dalgası: İklim krizi olmasa ‘neredeyse imkansızdı’

Araştırmalar, son on yılda bu sıcaklıkların iklim değişikliği nedeniyle daha yoğun hale geldiğini gösteriyor. World Weather Attribution (WWA), Nisan ayında Asya‘yı vuran sıcak dalgasının iklim değişikliği nedeniyle 45 kat daha olası hale geldiğini belirtiyor. İklim uzmanları, bölgedeki sıcaklıkların ortalama 0,85°C daha yüksek olduğunu ifade ediyor.

Cambridge Üniversitesi araştırmacılarının 2023 yılına ait bir çalışmasına göre, 1992 yılından bu yana Hindistan’da sıcak dalgaları nedeniyle 24 bin kişi hayatını kaybetti. Uzmanlar, 2050 yılına kadar ülkenin bazı bölgelerinde insanların hayatta kalma sınırlarının zorlanabileceğini öngörüyor.

Tek seferde 256 yeni maden ruhsatı: İliç’te de yeni altın madeni kurulacak

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Türkiye genelinde 256 maden sahası için yeni arama ruhsatları verdiğini duyurdu. Karar, çevresel etkileri ve işçi güvenliği açısından tartışmalara yol açtı. Erzincan‘ın İliç ilçesinde gerçekleşen altın madeni faciasının üzerinden üç ay geçmişken, bölgede yeni bir altın madeni planlanması tepkiyle karşılandı.

Artı Gerçek’in aktardığına göre Erzincan’ın İliç ilçesinde daha önce yaşanan çevre faciasında dokuz işçinin hayatını kaybettiği olayın izleri hala tazeyken, yeni bir altın madeni için arama ruhsatı verildi. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Aryom Madencilik‘in altın, bakır, çinko, gümüş, kurşun, krom ve nikel arama ruhsatı talebini kabul etti. İzmir merkezli şirketin yönetim kurulu başkanı Mustafa Günday, projeyle ilgili Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinin önümüzdeki haftalarda başlayacağını duyurdu.

Bakanlık tarafından verilen arama ruhsatları sadece altınla sınırlı değil. Yayımlanan listeye göre, ülke genelinde bakır, çinko, kurşun, kuvars, mermer, kömür, diyatomit, boksit, krom, manyezit, pomza, nikel ve bentonit gibi çeşitli madenlerin aranması için de ruhsatlar verildi. Özellikle Niğde, Denizli, Antalya, Yozgat ve Konya’da mermer; Hakkari, Şırnak, Malatya ve Van‘da bakır, demir, kurşun, gümüş, manganez ve çinko arama faaliyetleri dikkat çekiyor.

İliç Maden Kazası Araştırma Komisyonu: Kitle hareketleri habersiz gelmez
Maden ruhsatı tehdidi yurdu sardı: 24 ilde 20 bine yakın ruhsat

Açıklanan ruhsatlarda bazı şirketlere verilen yüksek sayıda arama ruhsatı dikkat çekti. Yabancı sermayeli Power Partners isimli şirkete 47 ayrı arama ruhsatı verildi. Şirket, Niğde, Denizli, Antalya, Yozgat ve Konya’da mermer; Hakkari, Şırnak, Malatya ve Van’da bakır, demir, kurşun, gümüş, manganez ve çinko arayacak.

Verilen ruhsatların illere göre dağılımı da dikkat çekici. Van’da 25, Afyon’da 16, Konya’da 13, Erzurum’da 12, Mersin ve Yozgat’ta 11’er, Sivas’ta 10 ve Erzincan’da 8 maden sahası için ruhsat verildi.

Bakanlık ayrıca, ülke genelinde faaliyette bulunan 50 taş ocağı ve madenin arama ruhsat sürelerini uzattı. Limak Holding‘e bağlı Limak Çimento‘nun yedi çimento ve kalker ocağı, Cengiz Holding bünyesindeki Eti Bakır Şirketi‘nin üç bakır ve kalker ocağı da bu kapsamda yer alıyor.

Konya’da 11 jeotermal kaynak arama ruhsat sahası ihale edilecek

Konya Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı, Konya’nın Tuzlukçu, Karapınar, Akşehir, Doğanhisar ve Seydişehir ilçelerinde bulunan 11 jeotermal kaynak arama ruhsat sahasını ihale edeceğini duyurdu.

Söz konusu sahalar, üç yıl süreyle arama ruhsatı verilmek üzere açık teklif usulüyle ihaleye çıkarılacak. Tahmini bedelleri 269 bin 404 TL ile 5 milyon 869 bin 59 TL arasında değişen sahaların ihaleleri, 11 Haziran Salı günü Konya Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı ihale salonunda yapılacak.

Jeotermal enerji, genellikle yer altındaki sıcak su veya buharın kullanılmasıyla elde edilen bir enerji kaynağı. WWF-Türkiye‘nin verilerine göre, jeotermal enerjinin çevreye ve insan sağlığına çeşitli olumsuz etkileri bulunuyor. Üretim sürecinde atmosfere salınan gazlar ve partiküller, hava kirliliğine ve solunum yolu rahatsızlıklarına neden olabiliyor. Ayrıca, üretim sürecinin sonunda ortaya çıkan kimyasal içerikli su ve gazlar çevre ve insan sağlığını doğrudan tehdit ediyor.

Gediz Deltası’nı tehdit eden jeotermal projesine dava açıldı
Yurttaş Denizli’de JES patlamasına tepkili: ‘Acil müdahale talep ediyoruz!’
Denizli’de JES sondajı sırasında meydana gelen patlamada, 11 gündür çevreye hidrojen sülfür yayılıyor

Jeotermal enerji üretimi için kullanılan su kaynakları, yerel su kaynaklarının azalmasına ve su kıtlığına yol açabiliyor. Ayrıca, jeotermal enerji tesislerinin inşaatı ve işletilmesi sırasında toprak ve bitki örtüsüne zarar verilmesi, yerel ekosistemleri bozabiliyor.

‘İktidar-sermaye işbirliğiyle bölge yağmaya açıldı’

Denizli‘nin Sarayköy ilçesinde düzenlenen bir söyleşide, jeotermal enerji projelerinin bölgeye verdiği zararlar ele alındı. Evrensel’in aktardığına göre Büyük Menderes İnisiyatifi ve Ziraat Mühendisleri Odası Denizli Şubesi tarafından gerçekleştirilen etkinlikte, jeotermal enerjinin çevre ve halk sağlığı üzerindeki etkileri tartışıldı. Söyleşide konuşan Dr. Metin Aydın, Buharkent Ziraat Odası Başkanı Nail Özdamar ve diğer katılımcılar, jeotermal projelerin tarım ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekti.

Dr. Metin Aydın, jeotermal enerji santrallerinin çevresel zararlarına vurgu yaparak, Türkiye’deki jeotermal projelerin enerji üretiminden çok sermayenin kar hırsıyla yürütüldüğünü belirtti. Aydın, “Jeotermal santrallerin enerji ihtiyacından çok sermayenin yağma ihtiyacından ileri geldiğini” ifade etti.

jeotermal

Buharkent Ziraat Odası Başkanı Nail Özdamar, jeotermal enerji üretiminin tarım ürünlerine zarar verdiğini belirtti. Jeotermal santrallerden salınan atıkların Büyük Menderes Nehri‘ne karıştığını ve bu durumun tarımsal üretimi olumsuz etkilediğini söyledi. Özdamar, jeotermal projelerin tarımda kullanılan su kaynaklarını kirlettiğini ve bor gibi zararlı minerallerin tarım ürünlerine zarar verdiğini vurguladı.

Ziraat Mühendisleri Odası Denizli Şube Başkanı Baha Yanarca da jeotermal enerji mevzuatındaki eksikliklere dikkat çekti. Yanarca, yasal düzenlemelerin yetersiz olduğunu ve kapsamlı denetim mekanizmalarının uygulanmadığını belirtti.

Avukat Yağmur Yalçın, Sarayköy’de patlayan jeotermal kuyusuna ilişkin hukuki süreci anlattı. Yalçın, “Kuyu sahibi ve saha sorumlusunun ifadeye çağrıldığını, ancak alınan önlemlerin yetersiz olduğunu” söyledi. Jeotermal projelere karşı hukuki mücadele yöntemleri hakkında bilgi veren Yalçın, kamunun çıkarlarını korumak için daha etkili yasal düzenlemelere ihtiyaç olduğunu vurguladı.

Katliam yasasına tepki büyüyor: ‘Öldüremezsin!’

Sokakta yaşayan hayvanlara yönelik hazırlanan yasa tasarısına karşı tepkiler büyüyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın açıklamalarına sert tepki gösterdi. Ayrıca, 158 yazar ve sanatçı yasa tasarısına karşı imza kampanyası başlattı. İzmir ve Ankara‘da düzenlenen protesto eylemleriyle yasa tasarısına karşı tepkiler sokaklara taşındı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, sokakta yaşayan hayvanların bakımevlerinde tutulması ve sahiplendirilmemeleri halinde “uyutma” yöntemine başvurulacağını ifade etmesi üzerine CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Kimse kimseyi tehdit etmesin; birilerinin kararıyla bu topraklarda milyonlarca canın katledilmesine asla izin vermeyiz” dedi. Özel ayrıca, “Hayvan Hakkı Fonu”nun kurulması gerektiğini belirtti.

Özel, hayvanların kısırlaştırılması ve bu süreç için fon oluşturulmasının önemini vurguladı. “Bu fona vergilerden, at yarışından, Spor Toto’dan ve lotodan katkı yapılması gerekiyor” diyen Özel, öldürmenin bir çözüm olmadığını ifade etti.

Yazar ve sanatçılardan imza kampanyası: ‘Toplayamazsın, hapsedemezsin, öldüremezsin!’

AKP’nin hazırladığı yasa taslağına karşı 158 yazar ve sanatçı imza kampanyası başlattı. Yaşam savunucusu aydınlar, sokakta yaşayan canlıların yanında olduklarını belirterek, “Toplayamazsın, hapsedemezsin, öldüremezsin” dediler. Sanatçı ve yazarlar, sokakta yaşayan hayvanların şiddetten korunarak özgür biçimde yaşamalarını sağlamak gerektiğini vurguladı.

Aydınlar, yasa tasarısının toplumdaki şiddet sarmalından ayrı düşünülemeyeceğini belirterek, sokakta yaşayan hayvanların yaşam haklarını korumak için yaratılacak her türlü kamusal çözümün parçası olmaya hazır olduklarını açıkladılar.

Sokakta yaşayan hayvanlar için adalet mitingi düzenlenecek
Bahçeşehir Üniversitesi’nden ‘sokakta yaşayan hayvanlar’ raporu: Katliam çözüm değil
Hayvan haklarında Batı’nın ilerisinden Türkiye’nin gerisine

Erdoğan’ın başını çektiği yasa tasarısına karşı İzmir ve Ankara’da sokağa çıkan hayvan dostları, muhalefete çağrıda bulundu. İzmir’de, sivil toplum örgütleri Baro önünde buluşarak Türkan Saylan Kültür Merkezi‘ne yürüdü. Eylemde “Uyutma değil öldürme, katliam yasasına hayır” pankartı taşındı ve “Barınaklarınız kan kokuyor” sloganları atıldı.

Ankara’da ise “Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi” Çankaya Belediyesi önünde oturma eylemi gerçekleştirdi. İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi de eyleme destek verdi. Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi‘nden Burcu Erbil, “AKP, sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor. Kar getirmeyen her şey yok edilmek isteniyor” dedi.

Eylemciler, muhalefetin Meclis‘te ortak bir ses çıkararak yasa tasarısına karşı durmasını istedi. İzmir’de 2 Haziran Pazar günü 13:00’te Gündoğdu Meydanı’nda büyük bir miting düzenleneceği duyuruldu. Eş zamanlı olarak İstanbul Yenikapı’da da bir miting düzenlenecek. TİP sözcüsü Sera Kadıgil de konuşmasında bu mitinge katılım çağrısında bulundu.

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi: ‘Merhamet değil adalet istiyoruz’

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sokakta yaşayan köpeklerin tecrit ve katliamını içeren yasa tasarısına dair tehditkâr sözlerine sert tepki gösterdi. İnisiyatif, “Türkiye’nin güvenlik sorunu köpekler değil, iktidarın düşmanlaştırıcı dili ve yok etmeye odaklı politikalarıdır” dedi​​.

katliam yasası

İnisiyatif, “Hiç kimse bizim merhametimizi sorgulamasın, ders vermeye kalkmasın. Sokakta yaşayan köpekleri barınaklarda toplayacağız, hayvanseverlerin hepsini sahiplenmesi halinde ‘sonraki adıma (öldürmeye) gerek kalmayacak” şeklindeki açıklamaya karşı, “Biz merhamet değil adalet istiyoruz! Köpekler sizin ve kimsenin merhametine kalmasın” diyerek yanıt verdi​​.

Bildiriye göre, Türkiye’de sokakta yaşayan hayvanların bakımını yıllardır ihmal eden devlet kurumlarının ve yerel yönetimlerin eksikliklerini hayvanseverlerin kapatmaya çalıştığı belirtiliyor. Ayrıca, hükümetin sokak köpeklerini tecrit edip öldürme planlarının kabul edilemez olduğunu vurgulayan İnisiyatif, iktidarı halkı yanlış bilgilendirmekle de suçluyor​​.

Sinpaş’ın Marmaris’teki kanunsuz inşaatı belediye baskını ile durduruldu

Muğla‘nın Marmaris ilçesindeki Kızılbük’te Sinpaş GYO tarafından kanunsuz bir şekilde sürdürülen inşaat faaliyetleri, doğa savunucularının belediye ekiplerine haber vermesi üzerine incelemeye alındı ve durduruldu.

Marmaris Kent Konseyi Başkanı Ufuk Beytekin ve Türkiye Komünist Partisi Marmaris ilçe sekreteri Korcan Yılmaz, sabah erken saatlerde Sinpaş’ın inşaat yasağına rağmen devam eden çalışmalarını tespit etmek üzere Aşıklar Tepesi‘ne gitti. Sinpaş, kamuoyuna yaptığı açıklamalarda yalnızca peyzaj çalışması yaptığını ve belediyeden izin aldığını belirtmişti. Ancak, inşaat sahasına giren servis plakalarını not eden Beytekin ve Yılmaz, yaklaşık 600 ile 1000 kişiyi taşıyan servis araçlarının alana giriş yaptığını tespit etti.

sinpaş

Personelin çalışma bölgesine gitmesiyle birlikte çalışma sesleri duyulmaya başladı. Durumu zabıtaya telefonla ihbar eden Beytekin ve Yılmaz, 20-25 dakika sonra alana gelen zabıta ekibinin inşaat bölgesine hareket ettiğini bildirdi. Yaklaşık yarım saat sonra, Belediye Başkanı Acar Ünlü, fen işleri müdürü ve onlarca zabıta alana giriş yaptı.

Belediye başkanından Sinpaş’a: ‘Bu yaptığınız suç!’

Marmaris Kent Konseyi’nin aktardığına göre inşaat sahasında beton dökülüyor, demir atılıyor, kaplama yapılıyor ve çeşitli inşaat faaliyetleri kesintisiz devam ediyordu. Belediye başkanı ve ekipler, her katta inşaat çalışmalarını tespit etti ve tüm faaliyetler kameralarla kayıt altına alındı.

Zabıta ekipleri, inşaat alanında bulunan yüzlerce personeli tahliye etti. Belediye Başkanı Acar Ünlü, yetkililere bu faaliyetlerin yasadışı olduğunu ve inşaatın derhal durdurulması gerektiğini belirtti. Başkan Ünlü, “Bu yaptığınız suç, bir daha bizi buraya getirttirmeyin. İnşaatı derhal durdurun ve boşaltın” diyerek alandan ayrıldı. Belediye başkanının bu uyarısından sonra, fen işleri müdürü, zabıta müdürü ve zabıta ekipleri alanda kaldı ve Marmaris’ten ek zabıta desteği istendi.

Marmaris Kent Konseyi, Belediye Başkanı Acar Ünlü’ye görevini layığıyla yerine getirdiği için teşekkür etti ve kent doğasını korumaya devam edeceklerini belirtti. Konsey, Sinpaş’ın faaliyetlerini yakından takip etmeyi sürdüreceklerini ifade etti.

Sinpaş Kızılbük davasında daha önce ne olmuştu?

Marmaris Kent Konseyi ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi, Sinpaş’ın Kızılbük Koyu‘ndaki otel ve devremülk projesine karşı uzun süredir mücadele ediyor. Bu süreçte, doğa savunucuları tarafından yapılan birçok şikayet ve dava girişimine rağmen, şirketin faaliyetleri durdurulamadı.

Sinpaş’ın inşaat yasağına ve mahkeme kararlarına uymadığı, milli parkta dinamit kullandığı, tapulu arazisi dışına çıkarak milli park alanını talan ettiği ve halkın milli parka girişini engellediği suçlamalarıyla ilgili olarak doğa savunucuları tarafından yapılan birçok şikayet, savcılıklara iletildi. Ancak bu şikayetler, bugüne kadar dava dosyasına dönüşmedi. Aksine, Sinpaş’ın kendileri hakkında açtığı davalarla karşı karşıya kaldılar.

Marmaris’te Sinpaş davası: ‘Asla boyun eğmedik, eğmeyeceğiz’
‣ Sinpaş-Kızılbük Oteli inşaatında ‘tuhaf işler’!
‣ ‘Bakanlık, Marmaris’te milli parka beton santrali yapan Sinpaş’ı neden koruyor?’

Sinpaş, 15 Mayıs’ta yürürlüğe giren inşaat yasağına rağmen gece yarısı çalışmalarını sürdürdü. Kültür ve Turizm Bakanlığı, turistik bölgelerde inşaat faaliyetlerinin otel rezervasyonlarını iptal ettirmesi ve çevre kirliliğine yol açması nedeniyle 15 Mayıs’tan 15 Ekim’e kadar inşaat yasağı getirmişti. Ancak, Marmaris Kent Konseyi üyeleri, 16 Mayıs’ta inşaat alanında çalışmaların devam ettiğini tespit etti ve 18 Mayıs’ta bir protesto eylemi düzenledi.

Sinpaş’ın ruhsat almadan başlattığı otel inşaatına karşı bölge halkının açtığı birçok dava bulunuyor. 2009 yılında iflas eden eski sahibinden araziyi alan Sinpaş Holding, 2010 yılında 1400 lüks konut yapımı için başvuruda bulunmuştu. Belediyenin bu talebi reddetmesinin ardından, 2021 yılında Muğla Valiliği tarafından alanda Kızılbük Wellness Resort inşaatı için “ÇED gerekli değildir” kararı verildi. 2023’ün başında Muğla 3. İdare Mahkemesi’nin bu kararın iptali yönündeki kararı, Danıştay 6. Dairesi tarafından da onandı.

‣ Marmarisliler görüntülerle kanıtladı: Belediye ve Sinpaş’ın ‘sürmüyor’ dediği inşaat sürüyor
‣ Marmaris’te ‘Yettin gari Sinpaş’ buluşması: Milli Park girişine polis barikatı
‣ Sinpaş’a hukuk işlemiyor: Yaşanacak bir Marmaris kalmayacak

Projeye dair ruhsatların iptali için Marmaris Kent Konseyi ve Muğla Çevre ve Ekoloji Politikaları Derneği ile birlikte bölge halkı tarafından açılan iki ayrı dava devam ediyor. ÇED olumlu kararıyla ilgili açılan dava ise İdare Mahkemesi’nde reddedilmesinin ardından Danıştay’a taşındı.