Ana Sayfa Blog Sayfa 103

Tarım Bakanlığı’ndan sokakta yaşayan hayvanlar için ‘yeni’ formül: Mobil kısırlaştırma üniteleri

Tarım ve Orman Bakanlığı, sokakta yaşayan hayvanlarla ilgili TBMM‘ye rapor  gönderdi.

Şehirlerdeki hayvan sayısının bilinmemesi ve hayvanların kayıt altına alınmasında karşılaşılan zorluklara dikkat çeken Bakanlık, sahipsiz hayvanların belediyelerce dijital kimliklendirme ile HAYBİS veri tabanında kayıt altına alma işlemlerinin yoğunlaştırılmakta olduğuna dikkat çekti.

Sabah‘ın aktardığına göre; sahiplenilmiş hayvanların kayıt altına alınıp takibinin de devam ettiğine işaret eden Bakanlık, dijital kimliklendirme ile PETVET sisteminde kayıtların tutulmakta olduğunu kaydetti.

Sorumluluk belediyelere yüklendi

Raporda, kent hayvanları popülasyonunun kontrolüne ilişkin aksaklıklara da vurgu yaparak, hayvan bakım evleri kurmak ve rehabilitasyon işlemlerini gerçekleştirmekten belediyelerin sorumlu olduğu belirtildi; belediyelerin bunun için  kesinleşmiş en son bütçe gelirlerinin binde beşi, büyükşehir belediyelerinin ise binde üç kaynak ayırması gerekliliğine hatırlatıldı.

“Uyutma” tartışmalarının yaşandığı süreçte sokakta yaşayan havyan popülasyonunu kontrol altına almak için “mobil kısırlaştırma” üniteleri formülünü yeniden gündeme getiren Bakanlık, bunun için yönetmelik çalışması yapıldığını bildirdi. Çalışmaya göre; özel geçici kısırlaştırma ünitelerinin kurulması ve kriterlerinin belirlenmesinde Tarım ve Orman Bakanlığı il müdürlükleri yetkili olacak. Geçici kısırlaştırma merkezlerinde; elektrik ve su kullanım belgeleri ve tesisatları, ameliyat masası, ameliyatlar için özel ışık kaynağı, Aşık ilaç için buzdolabı, Etüv(alet ve ekipman sterilizasyonu için) gibi ameliyathanede bulunması gereken her türlü teknik araç gereçlerin bulundurulması zorunlu olacak.

Türkiye’nin dört bir yanından binlerce hayvan hakları savunucusu seslendi: Toplayamazsın, öldüremezsin!
‣ Veteriner Hekimleri Birliği’nden ‘katliam yasası’ kararı: Öldürmeyecek, yaşatacağız
‣ Bahçeşehir Üniversitesi’nden ‘sokakta yaşayan hayvanlar’ raporu: Katliam çözüm değil
‣ AKP’ye hatırlatma: Köpekleri öldürmeye kalkışmak, soykırım demektir, suçtur!
‣ Kuduz bahanesiyle katliam yasası meşrulaşmaz: Yılda en fazla 2 vaka görülüyor

‘Yasaklı ırklar’ öldürülecek

AKP’nin yaptığı çalışmada saldırgan ve tehlikeli ırktan olan sokak hayvanlarının öldürülmesine yönelik düzenlemenin yer alması beklenirken, Tarım Bakanlığı, “tehlike arzeden yasaklı ırkları; Amerikan Pitbull Terrier, Dogo Argentino, Fila Brasilerio, Japanese Tosa, American Staffordshire Terrier ve American Bully” olarak saydı.

Raporda bu hayvanların sosyal hayatı kısıtlamaması için; ağızlık ve tasmasız dolaştırılmaması, halkın yoğun bulunduğu yerler ile çocuk oyun alanları ve parklara sokulmamaları” konusunda denetimlerin de yapıldığı belirtildi.

Bakanlık, kuduz hastalığı ile mücadele amacıyla, her yıl Hayvan Hastalık ve Zararlıları ile Mücadele Programı çerçevesinde kedi ve köpekler için ülkesel aşılama programı uygulandığını da bildirdi.

 

Sandık çıkış anketlerine göre, iklim bilimci Claudia Sheinbaum Meksika’nın ilk kadın başkanı

Meksikalılar, yeni başkanlarını seçmek üzere, şiddetin gölgesinde kalan tarihi bir seçim için pazar günü sandık başına gitti.

Seçimlerde önde gelen iki başkan adayı kadındı: Solcu Morena partisinden, iklim bilimci Claudia Sheinbaum ve muhalefet partilerinden oluşan bir koalisyonu temsil eden muhafazakar PAN partisinden Xochitl Gálvez.

Üçüncü aday ise merkez sol Yurttaş Hareketi’ni temsil eden, yarışın en genç üyesi Jorge Álvarez Máynez idi.

Meksika’da 98 milyondan azla kayıtlı seçmen bulunuyor ve 1,4 milyon Meksikalı da yurt dışından oy kullanıyor. Ülke tarihindeki en büyük seçim olma özelliği taşıyan pazar günkü seçimde başkan adaylarının yanı sıra senatör, belediye başkanı ve vali olmak 70.000 aday yarıştı.

Sandık çıkış anketlerine göre, Morena Partisi’nin adayı Sheinbaum, ezici bir zafer kazanarak Meksika’nın ilk kadın başkanı olacak. Anket firması Parametria‘ya göre Sheinbaum’un oyu yüzde 59 civarında. Parametria, muhalefet adayı Galvez’in oylarını yüzde 29  olarak belirledi.  Ancak Galvez henüz pes etmedi ve taraftarlarına resmi sonuçlar için sabırlı olmasını söyledi.

Sheinbaum, anket sonuçları doğru çıkar ve kazanırsa, yoksullar arasındaki popülaritesi ona zafer kazandıran akıl hocası ve bir önceki lider Andres Manuel Lopez Obrador’un projesini devralacak.

İklim değişikliği araştırmalarıyla Nobel ödülü aldı

Başken Mexico City’nin eski belediye başkanı 61 yaşındaki Claudia Sheinbaum, doktora sahibi bir çevre mühendisi.

Fizik alanında ülkenin önde gelen bilim insanlarından biri olan Sheinbaum, 2007’de iklim değişikliğiyle ilgili araştırmaları Nobel Ödülü kazanan akademisyen grubunun bir parçasıydı.

Yıllarca Kaliforniya‘daki ünlü bir araştırma laboratuvarında Meksika’nın enerji tüketim kalıplarını inceleyerek iklim değişikliği konusunda uzmanlaştı. Bu deneyimi ve öğrencilik zamanındaki aktivizmi, Andrés Manuel López Obrador’un Mexico City belediye başkanı olduğu dönemde, başkentin çevre sekreterliği görevini almasını sağladı.

2018’de Mexico City’nin ilk kadın belediye başkanı oldu ve 2023’te devlet başkanlığına aday olmak için istifa edene kadar bu görevi sürdürdü.

Şiddet sarmalında seçim

Pazar günkü seçime giden süreçte şiddet ön plana çıktı. Onlarca aday  ve başvuru sahibi suç örgütleri tarafından öldürüldü. Eyalet seçim otoritelerine göre, pazar günü oy verme işlemi büyük ölçüde barışçıl olsa da, Meksika’nın güneydoğusundaki Coyomeapan kasabasında sabah saatlerinde sandık merkezlerinde yaşanan şiddet nedeniyle oylama askıya alındı.

‘Maço Meksika’ya kadın başkan

Sheinbaum’un yaklaşan zaferi, “maço” kültürüyle tanınan, dünyanın en büyük ikinci Roma Katolik nüfusuna sahip ve kadınlar için daha geleneksel değer ve rolleri benimseyen Meksika için büyük bir adım olarak nitelendiriliyor.

Sheinbaum, Amerika kıtasında (ABD, Meksika veya Kanada‘da) genel seçimleri kazanan ilk kadın olacak.

Meksika’nın en küçük eyaleti Tlaxcala‘da Sheinbaum taraftarı olan 87 yaşındaki Edelmira Montiel, Reuters muhabirine “Bir gün bir kadına oy vereceğimi hiçC düşünmemiştim. Önceleri  oy bile veremiyorduk ve verebildiğimizde kocamızın  söylediği kişiye oy vermek zorundaydık. Tanrıya şükür bu değişti ve ben de bunu yaşayabiliyorum” dedi.

Sorunlar yumağı: Bütçe açığı, cinayetler, göçmenler, petrol devi Pemex…

Kazanması halinde Sheinbaum’un önünde zor bir süreç bulunuyor. Ağır bir bütçe açığı ve düşük ekonomik büyümeyi miras alacak yeni başkan popüler refah politikalarını artırma vaatlerini de dengelemek zorunda.

Sheinbaum, kampanyası sırasında güvenliği artırma sözü de verdi ancak 38 adayın öldürüldüğü seçim sürecinde güvenlik sorunları daha da arttı.  Lopez Obrador’un görev süresi boyunca, Meksika’nın modern tarihindeki diğer yönetimlerden daha fazla insan (185.000’den fazla) öldürülmüştü.

İktidardaki Morena partisi, başkent Mexico City için belediye başkanlığı yarışını da kazandıklarını ilan etti ancak muhalefet buna itiraz etti ve yarışmayı kendi adayının kazandığını iddia etti. Parti başkanı Mario Delgado‘ya göre, Morena  Kongre’de basit çoğunluğa sahip olacak ve partinin muhalefet desteği olmadan anayasa reformlarını yürütmesine olanak sağlayacak üçte iki çoğunluğa ulaşamayacak.

Yeni başkanın karşılaşacağı zorluklar arasında, Meksika’dan ABD’ye doğru büyük göçmen akışı konusunda ABD ile gergin müzakereler ve ABD’de fentanil salgınının şiddetlendiği bir dönemde uyuşturucu kaçakçılığı konusunda güvenlik işbirliği de  yer alacak.

Meksikalı yetkililer, ABD başkanlığının kasım ayında Donald Trump tarafından kazanılması durumunda bu müzakerelerin daha zor olmasını bekliyor. Trump, Meksika’da üretilen Çin araçlarına yüzde 100 vergi uygulayacağına söz vermiş  ve kartellerle savaşmak için özel kuvvetleri harekete geçireceğini söylemişti.

Yeni başkan, elektrik ve su kıtlığını ele almak ve 20 yıldır üretimi azalan ve borç batağına saplanan devlet petrol devi Pemex ile ne yapacağıyla da boğuşmak zorunda kalacak.

Bonn İklim Değişikliği Konferansı başlıyor: Gündem iklim finansmanı ve uyum

BM İklim Değişikliği Konferansı‘na hazırlık niteliğindeki Bonn İklim Değişikliği Konferansı‘nın 60’ıncısı, iklim krizi kaynaklı kayıplar ve hasarlar ile uyum süreçleri gündemiyle bugün başladı. Konferans 13 Haziran’a kadar sürecek.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘nin (UNFCCC) alt komitelerinden olan Uygulama Alt Komitesi (SBI) ile Bilimsel ve Teknolojik Danışma Alt Komitesi (SBSTA) yürütücülüğünde düzenlenen konferans, Almanya‘nın Bonn kentindeki Dünya Kongre Merkezi‘nde gerçekleştirilecek.

Konferans kapsamında,  en önemli iklim organizasyonu kabul edilen ve bu yıl 11-22 Kasım’da Azerbaycan‘ın başkenti Bakü‘de düzenlenecek BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 29. Taraflar Konferansı (COP29) öncesi, geçen bir yılda iklim krizine karşı atılan adımlar değerlendirilecek.

Ülke delegeleri ve sivil toplum temsilcileri başta olmak üzere yaklaşık 6 bin kişinin katılması beklenen konferansın ana gündemini iklim finansmanı, Ulusal Katkı Beyannamelerinin (NDC) sunumlarında kaydedilen gelişmeler, iklim uyum planları ve adil geçiş süreçleri oluşturacak.

Ulusal Uyum Planları da değerlendirilecek

Konferans boyunca finans başlığı altında ele alınması beklenen konuların başında,  karbon emisyon ticareti çalışmalarındaki gelişmeler ile iklim kriziyle mücadelede ihtiyaç duyulan finansmanlar için kaynak araştırmalarının durumu bulunuyor.

Paris İklim Anlaşması ile birlikte anlaşmaya taraf ülkelerin eylem planları kapsamında sunmayı taahhüt ettikleri Ulusal Katkı Beyannamelerinin sunulma süreci ana başlığı altında ise beyannamelerin hazırlanma aşamasında taraflara sağlanacak teknik destekler yer alıyor.

Yılaşırı Şeffaflık Raporları‘nın (BTR) hazırlanma süreçlerinin de öne çıkan bir diğer başlık olması bekleniyor. Paris Anlaşması gereği alınan kararlar doğrultusunda ülkelerin iklim krizi karşısında attıkları politik adımları, aldıkları önlemleri, uyum çalışmalarını, finansal durumlarını ve ulusal katkı beyannamelerindeki ilerlemeleri kapsayan şeffaflık raporlarının her 2 yılda bir sunulması kabul edilmişti. İlk sunumun 31 Aralık 2024’te yapılacak. Konferansta bu konudaki ilerlemeler ele alınacak.

Başta ekonomik ve toplumsal zararlar olmak üzere iklim değişikliğinin etkileri ve iklim krizi karşısındaki uyum çalışmaları gündemdeki başlıklardan biri olacak. Bu noktada taraf olan ülkelerce hazırlanan ve birçok sektörü kapsayan Ulusal Uyum Planları (NAP) değerlendirilecek.

Komite başkanlarından ortak mesaj

Uygulama Alt Komitesi Başkanı Nabeel Munir ile Bilimsel ve Teknolojik Danışma Alt Komitesi Başkanı Harry Vreuls konferans öncesinde ortak bir mesaj yayımladı. 2024’ün İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi için kritik bir yıl olduğunun altı çizilen mesajda, “Çünkü bu yıl, tarafların ilk kez Yılaşırı Şeffaflık Raporlarını sunacakları ve gelecek yıl paylaşacakları ulusal katkı beyannamelerinin temellerini atacakları yıl olacak.” denildi.

Bu nedenle 2024’te gerçekleştirilecek toplantılarda daha somut adımlar atılmasının gerekli olduğu vurgulanan mesajda şu ifadelere yer verildi:

“Müşterek hedeflerimizi ve çıkarlarımızı aklımızda tutarak taraflara, oturumlardan önceki zamanı, kendi konumları üzerinde düşünmeleri, köprülerin kurulabileceği ve tavizlerin verilebileceği alanları keşfetmeleri ve ileriye yönelik potansiyel yolları belirlemeleri için kullanmaları yönünde çağrıda bulunuyoruz. Biz ise başkanlık yetkisine sahip görevliler olarak tarafların Bonn’da olumlu sonuçlara ulaşılmasına yardım etmek için her türlü çabayı göstereceğiz.”

İzlanda’nın yeni Cumhurbaşkanı Halla Tómasdóttir

İzlanda‘da pazar günü gerçekleştirilen son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bağımsız aday Halla Tómasdóttir, oyların yüzde 34,3’ünü alarak cumhurbaşkanı seçildi.

2016 seçimlerinde oyların yüzde 27.9’unu alarak ikinci sırada yer alan Tómasdóttir, bu yıl destekçilerini yüzde 6.4 oranında artırarak zaferini ilan etti. Tómasdóttir, görevi 2016 ve 2020 seçimlerini kazanarak iki dönemdir cumhurbaşkanlığı yapan Guðni Th. Jóhannesson‘dan devralacak. Cumhurbaşkanlığı yemin töreni, 1 Ağustos’ta gerçekleştirilecek.

İlk üç sırada kadın adaylar yer aldı

İzlanda’nın yedinci cumhurbaşkanı olan Tómasdóttir, finans sektörüne kadın bakış açısı getirmeyi amaçlayan Audur Capital’in kurucu ortağı olarak tanınıyor. Seçimlere bağımsız aday olarak katılan Tómasdóttir, seçim kampanyasında gençlerin ruh sağlığı, turizm ve yapay zeka gibi konular üzerine çalışacağını açıklamıştı.

Dört yıl süreyle seçilen cumhurbaşkanlığı, sınırlı siyasi yetkiye sahip olmasına rağmen NATO üyesi olan İzlanda nüfusunu birleştirici bir rol oynuyor.

İzlanda Ulusal Yayın Servisi’nin açıkladığı sonuçlara göre oyların yüzde 25.2’sini alan Sol-Yeşil Hareket lideri Katrín Jakobsdóttir, seçimleri ikinci sırada tamamladı. Seçim sonuçlarını beklerken Jakobsdóttir, Tómasdóttir’in önde gittiğini belirterek “Kendisini kutluyorum ve iyi bir başkan olacağına inanıyorum” dedi.

Jakobsdóttir, 2017 yılından beri ülkenin başbakanlığını yapmış ve Nisan ayında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmak için başbakanlık görevinden istifa etmişti.

Jakobsdóttir’i takip eden Halla Hrund Logadottir’in oyların yüzde 15.5’ini almasıyla seçimin ilk üç sırasında kadın adaylar yer aldı.

Bu yılın cumhurbaşkanlığı seçimleri, yüzde 78.83’lük katılım oranıyla 1996 yılından bu yana en yüksek katılımın gerçekleştiği seçim olarak kaydedildi.

Türkiye’nin dört bir yanından binlerce hayvan hakları savunucusu seslendi: Toplayamazsın, öldüremezsin!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla hazırlanan ve Meclis’e sunulan sokak hayvanlarının toplatılması ve ir ay içinde sahiplenmezlerse katledilmesini öngören Hayvanları Koruma Kanunu‘nda yapılacak değişiklik teklifi bugün Türkiye‘nin pek çok kentinde yapılan eylemlerle protesto edildi.

İstanbul

En büyük protesto eylemi İstanbul’da yapıldı. Türkiye’nin birçok kentinden gelerek Yenikapı’da buluşan hak savunucuları, binlerce kişinin katıldığı “Adalet Mitingi”nde “kanlı yasa” olarak nitelendirdikleri teklifin geri çekilmesini istedi.

CHP tasarıya ‘hayır’ diyecek

Burada konuşan CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, CHP’nin her türlü katliamın karşısında olduğunu söyledi:

“Bu teklifi Meclis’e getirmeleri durumunda CHP bu katliam yasasına hayır diyecektir. Eğer ortada bir sorun varsa bu sorunun çözümü bilim insanları ile masaya oturmaktır. Belli masalarda kararlar alıp Türkiye toplumuna dayatamazlar. CHP’li belediyelerimiz konuyla ilgili çalışıyor. Biz de yakından takip ediyoruz.”

‣ DEM Parti: Hayvanların katledilmesine izin vermeyeceğiz
‣ CHP lideri Özel’den köpek katliamı tasarısını tepki: Tutar tarafı yok

TİPli Kadıgil: Öldüremezsiniz kardeşim

TİP Sözcüsü Sera Kadıgil de teklife karşı çıkacaklarını belirterek AKP iktidarının 20 yıldır konunun çözümü için harekete geçmediklerini vurguladı: “Parmaklarını kıpırdatmayanlar, şimdi sokaktaki canlarımıza gözünü dikti. Öldüremezsiniz kardeşim.”

Avukatlardan itiraz

İstanbul Barosu Başkanı Filiz Saraç ve beraberinde çok sayıda avukat da mitinge katıldı. Baronun Hayvan Hakları Merkezi Sözcüsü Av. Bahtiyar Güner şunları söyledi:

“Sözde çözüm olarak dayatılan katliam tasarısına karşı canlar adına her zaman mücadelenin bu tarafında olduk, olmaya devam edeceğiz. Bundan 20 yıl önce ortak ve vicdani bir siyasi akılla hazırlanan 5199 sayılı yasa çözüme elverişli ve ziyadesiyle yeterlidir. Hiçbir canlının yaşam hakkı asla tartışma konusu yapılamaz, bu konuda taviz verilemez. Hayvanların, barınak adı altında her biri birer Hayırsız Ada’ya dönecek etrafı çevrilmiş alanlarda toplanıp açlık, susuzluk ve hastalıklara maruz bırakılarak acı içinde ölmelerine göz yumulamaz.”

‘Veteriner hekimler kiralık katil değildir’

Daha önce “uyutma” adı altında hayvan katliamıyla ilgili yasa çıksa bile uymayacaklarını açıklayan veterinerler de miting alanındaydı. Konuşmacılardan Veteriner Hekim Mustafa Tepret, “Bizler kiralık katil değiliz, olmayacağız da” derken, Serbest Veteriner Hekimler Derneği‘nden Zehra Sinem Karslı Parmaksızoğlu, “Sorunu biz yaratmadık ama çözümün parçası olmak için hazırız” ifadelerini kullandı: “28 yıldır mesleğimi icra ederken binlerce yaralanmış, taviz edilmiş, terk edilmiş, işkence edilmiş masum ile karşılaştım. Her defasında aklımdan aynı şey geçti: İnsan kadar tehlikeli bir canlı olamaz. Bu problemi çözmek için kısırlaştırmanın yanı sıra üretimi ve satışının sonlandırılmasıdır.”

Veteriner Hekimleri Birliği’nden ‘katliam yasası’ kararı: Öldürmeyecek, yaşatacağız

İZMİR

İzmir’de binlerce Cumhuriyet Meydanı’ndan Gündoğdu Meydanı’na yürüyüşüyle birlikte başlayan mitingde hak savunucuları “AKP istifa”, “Hayvana, insana, yeryüzüne adalet” ve “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları attı.

Mitingde İzmir Yaşam Savunucuları adına açıklama yapan Pınar Alpasin, “Bugün ötenazi, uyutma, doğal yaşam alanı, Avrupa modeli gibi yumuşatılmış ifadeler ile sokakta yaşayan köpeklerin ömür boyu hapsedilmesine ve öldürülmesine yönelik “etik dışı ve kanun dışı” uygulamaları protesto etmek, hayvanların yalnız olmadığını haykırmak için buradayız.  Yüzyıllardır köpeklerle paylaştığımız bu sokaklarda, dostlarımızın yanındayız!” dedi.

İktidarın sorunu çözmek için yıllardın harekete geçmediğine vurgu yapan Alpasin, Köpeklerin sayısının bu kadar fazla olmasının nedeni bizler değiliz; 20 yıldır kısırlaştırma yapmayan, bakımevi kurmayan, denetlenmeyen belediyelerdir. Bu iktidarın hayvan düşmanı politikalarının bir sonucudur” diye konuştu.

İktidarın Türkiye’de ekonomik, sosyal ve kültürel başka hiçbir “hayati”, hatta “ölümcül” sorun yokmuş gibi, kendi sorumsuzluklarını, suçlarını, ihlal ve ihmallerini örtmek için hayvanları ve hayvan hakkı savunucularını hedefe koyduğunu söyleyen Alpasin, kamu kurumları ve belediyelerin görevlerini yapmadığına işaret etti:

“Belediyelere bakımevi açma zorunluluğu getirilecek” deniyor. Sanki yeni bir şeymiş gibi halka yutturulmaya çalışılıyor. Bu tasarı medyada, sanki Hayvanları Koruma Kanunu’nun ilgili maddesi 2004’ten beri, hatta kanunun güncellendiği 2021’den beri yokmuş gibi aldatıcı bir söylemle yer alıyor. 2021 yılındaki yasa değişikliğiyle nüfusu 75 binin üzerinde olan belediyelere bakımevi kurma zorunluluğu getirildi. Türkiye’de 1389 belediyenin sadece 254’ünün hayvan bakım evi var. Birçok Belediye’de Veteriner İşleri Müdürlükleri dahi yok. Var olanların da çoğu görevini yapmıyor, kısırlaştırma ve rehabilitasyon hizmeti vermedikleri yetmezmiş gibi, köpekleri dağ başlarına, ormanlara, çöplüklere atarak köpek nüfusunun artmasına, açlıktan travmatize olmalarına ve gruplaşmalarına neden oluyorlar.”

Alpasin konuşmasını, “Yapmanız gerekenlerin hiçbirini yapmayıp hayvanları hedef gösteremezsiniz! Sokaktaki dostlarımızı öldürmeyi hedefleyen tecrit ve katliam tasarısı meclisten geri çekilene kadar sokaklarda olacağız. Sokakta yaşayan hayvanları uyutma adı altında katledecek ve barınak adı altındaki ölüm kamplarına hapsedecek bu yasa tasarısını aklınızdan bile geçirmeyin!” diyerek bitirdi.

Veteriner hekimlerden vicdani ret

Mitinge veterinerler adına konuşma gerçekleştiren Veteriner Hekim Berna Bostanbaşı da köpekleri öldürmeyi reddettiklerini vurguladı: , “Ötenazi yapmayı vicdani ret hakkımızı kullanarak yapmıyoruz. Öldürmenin asla çözüm olmadığı, topluca köpek öldürülen ülkelerde sokak hayvanı sayısının arttığı ortaya çıkmışken bilinçsiz ve sorumsuzca köpek sahiplenilmişken, kırsalda bilinçsizce köpek üretiliyorken topluca köpek öldürmek asla çözüm olmayacaktır. Tam tersine bu uygulama yıllardır sokak hayvanıyla değil sokağındaki hayvanla yaşamaya alışmış Türk toplumunda bir kaosa sebep olacaktır. Biz, belediyelerde çalışan veteriner hekimler meslek hayatımızda gözümüzün içine bakan, sosyalleşmiş ve hiçbir tıbbi gerekçe olmadan hiçbir köpeği öldürmek istemiyoruz.”

Bahçeşehir Üniversitesi’nden ‘sokakta yaşayan hayvanlar’ raporu: Katliam çözüm değil
‣ AKP’ye hatırlatma: Köpekleri öldürmeye kalkışmak, soykırım demektir, suçtur!
Hak savunucuları katliam yasasına karşı sokakta: Dostlarımızın yanındayız, artık yeter!
Mersin

Mersin’de Özgecan Aslan Barış Meydanı’nda toplanan hayvan hakları savunucuları “Yasalar can verir, can almaz. Kanlı yasaya hayır”, “Sokak hayvanı sahipsiz değil. Dostuma dokunma”, “Yaşam onların da hakkı”, “Can veren yasa istiyoruz”, “Uyutmak çözüm değil, cinayettir” yazılı pankartlar açtı.

Eylemde sık sık “Kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat”, “Katliam yasasına hayır”, “Katliama izin vermeyeceğiz” şeklinde sloganlar atılırken bir grup eylemci de “Önce bizi uyutun” diyerek yere yattı.

2.jpg

Burada konuşan aktivistlerden Hakan Yeşilçay, “Hayvanların kendilerini ifade edemedikleri ses olmak en büyük sorumluluklardandır. Onlar konuşamıyor ama biz susmayacağız” dedi: “Biz gönüllüler, en önemlisi vicdan sahibi bireyler olarak, hukuk nezdinde hayvan dostlarımızın en etkin düzeyde korunması için çalışmalıyız, çalışıyoruz. Hayvanların barınma, yemek, su gibi ihtiyaçları için, sağlık sorunlarını çözmek için vakıflar kurmuş bir medeniyetin bugünkü temsilcileri olarak kendi tarihimize uygun davranmaya davet ediyoruz.”

1.jpg

Antep

Antep’te de sokak hayvanlarının toplanması ve öldürülmesine ilişkin yasal düzenlemenin protestosu Kırkayak Park Meydanı’nda yapıldı. Eyleme sivil toplum örgütü temsilcileri, siyasi partiler, hayvan hakları dernekleri ve çok sayıda hayvansever katıldı.

Eyleme destek veren Emek Partisi (EMEP) Antep Milletvekili Sevda Karaca, hayvan katliamının asla meşrulaştırılamayacığını dile getirdi: “Bugün ağzı dili olmayan, en merhamet gösterilmesi gerekenlere yönelen bu şiddet, yarın dalga dalga her birimize ulaşacak. Hayvanlara sahip çıkmak, insanlık onuruna, konuşma, düşünme, yazma, kendimizi ifade etme hakkına sahip çıkmaktır. Biz hayvan haklarına sahip çıkarak bilime, yaşama, özgürlüğe, demokrasiye ve hukuka sahip çıkmak için buradayız. Bunun için mücadele edeceğiz. O yasayı geçirmeyeceksiniz”

Hayvanları Çaresizlikten ve İlgisizlikten Koruma Derneği (HAÇİKO) üyesi Pınar Öztoprak da Antep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’e seslenerek, “Neden burada değilsiniz. Siz bu kenti yönetmiyor musunuz? Buradaki her candan siz sorumlu değil misiniz” sözleriyle tepki gösterdi.

3-001.jpg

‣ Hak savunucularından vekillere çağrı: Hayvanların ve yaşamın yanında olun
Katliam yasasına tepki büyüyor: ‘Öldüremezsin!’
Kuduz bahanesiyle katliam yasası meşrulaşmaz: Yılda en fazla 2 vaka görülüyor
Eskişehir

Esikşehir’de Hamamyolu Yediler Park’ta düzenlediği eylemde yüzlerce kişi  pankartlar, ıslıklar ve alkışlar  eşliğinde “Toplayamazsın, hapsedemezsin, öldüremezsin buradayız”, “Sokakta yaşayan hayvanlar yalnız değildir”, “Kısırlaştır, aşıla, yerinde yaşat” sloganları attı.

Protesto eylemine CHP Eskişehir Milletvekilleri; Jale Nur Süllü ve Utku Çakırözer de destek verdi.

Eskişehir Emek ve Demokrasi Platformu adına konuşan Nurettin Aldemir, “Yasa geldiğinde acil eylem çağrısı yapacağız. Sağır sultanlar duysun, bilsin ki; o etkinliğimiz bu kadar ağırbaşlı olmayacak” dedi:

“Bizler de sokaklarımızın çocuklar için, kadınlar için, herkes için tam güvenli olmasını istiyoruz. İktidar sahipleri bunun yolu ‘topla öldür’ değil, hayvan haklarına saygılı şekilde ‘koruma altına al, kısırlaştır, aşıla, güvenli ortamlarda yaşat’tır. Hiçbir hayvan sever, yaşam hakkı savunucusu bırakın köpekler insanlara saldırsın demiyor. Köpek popülasyonu tabi ki kontrol altında olmalı. Bunun yegâne yolu etkin kısırlaştırma yöntemidir.”

whatsapp-gorsel-2024-06-02-saat-15-50-10-9c3f6bf2.jpg

Sivas

Sivas’ta Anadolu Hayvan Hakları Federasyonu, Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP), Bir Can Bir Nefes Derneği, hayvanseverler ve sivil toplum örgütü temsilcilerinden oluşan yaklaşık 100 kişi bir araya geldi.

Grup adına basın açıklamasını okuyan Anadolu Hayvan Hakları Federasyonu İl Temsilcisi Nurten Tezer şunları söyledi:

“Milyonlarca hayvanın olmayan bakımevlerine toplanacağı, Bir1 ay içinde sahiplenilmeyen hayvanların öldürüleceği gibi törelerimize, inançlarımıza, bilime, uluslararası sözleşmelere ve insani erdemlere ters bir girişimin açıklamaları yapılıyor, buna tepkiler çığ gibi büyüyor. 14 bin yıldan beri bizimle yaşayan can dostlarımızla ilgili olarak bilimsel çözüm önerilerini görmezden gelerek, hayvan hakları savunucularından veteriner hekimlerimize, hukukçulara, bilim insanlarına, yaşlı-genç tüm insanlarımıza ağır bir travma yaşatacak katliam girişimini gündeme getirmek bile bir insanlık suçudur.”

Protesto eylemleri Aydın, Denizli, Antalya, Giresun gibi pek çok ilde de gerçekleştirildi.

Yine iş işten geçti: Rize İkizdere’yi talan eden taş ocağının ‘ÇED gereksiz’ kararına iptal

Cengiz İnşaat’ın Rize’nin İkizdere ilçesinde yapımını üslendiği lojistik liman inşaatına taş temin etmek için Eskencidere Vadisi’nde işlettiği taş ocağı projesi Danıştay engeline takıldı.

Bölge halkı ve avukat Yakup Şekip Okumuoğlu tarafından 21 Ocak 2021 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi gerekli değildir” kararına karşı Rize İdare Mahkemesi‘ne açılan davada, Danıştay 6. Dairesi, İdare Mahkemesi’nin ret kararına ilişkin “Hukuka uyarlık yok” dedi.

6. Daire Mart 2023’te de, aynı gerekçeyle ret kararı vermiş; kararının gerekçesinde söz konusu projenin tamamıyla çevreye zararsız olmasını beklemenin “hayatın gerçeklerine uygun düşmediği”ni söylemişti.  Toplamda üç yıl faaliyet sürecek projenin iki yılı dolarken,  davanın alt mahkemede yeniden görülmesine karar verilmişti.

İkizdere’yi yok eden taş ocağına Danıştay’dan ‘dur’ kararı: Hukuk yavaş, makine hızlı
‣ Mahkemenin Cengiz İnşaat’ın İkizdere’deki taş ocağını durdurmama nedeni: Zararsız olması hayatın gerçeklerine aykırı
İkizdere direnişi: 59 gündür taş ocağına direnen Dursun Baş gözaltına alındı
‣ İkizdere’de Cengiz İnşaat’ın dinamitleri patlamaya devam ediyor: Yaşam hiçe sayılıyor
‣ İkizdere’de maden için köklerinden sökülüp atılmış ağaçlar böyle görüntülendi
‣  Rize İkizdere’de yıkım büyüyor
‣  İkizdere’de davacıdan sakınılan bilirkişi keşfi: Hukuk endemik bir tür gibi…
‣ [Bir konu/k] İkizdere’nin kızından köyün mücadelesi: Bir milat olarak Cengiz İnşaat

‘Hukuk geldi, ama geç geldi’

ANKA’ya konuşan Okumuşoğlu, kararla ilgili şunları söyledi:

Danıştay ‘ÇED Gereksiz’ kararı için iptal hükmüne verdi. Ancak bu, işe yaramayan bir karar.  Evet hukuk geldi. Danıştay hukuku oluşturdu. Ama bu sene kasım ayında bitecek bu proje. Bu durum, çevre davalarında artık bir kural ve ilke haline getirildi. İş bittikten sonra kararın çıkmasının, hukukun gelmesinin adaletle ilgisi yok.”

‘Cengiz İnşaat, pılını pırtısını toplayıp gidecek’

Okumuşoğlu, kararın ardından ne olacağına ilişkin ise şunları ifade etti:

“Şimdi şu olacak; Cengiz İnşaat oradan pılını pırtısını toplayıp gidecek. Cengiz İnşaat ve Ulaştırma Bakanlığı orayı nasıl yıktıysa, yıktıklarını geri getirecek, eski haline geri döndürecek, rehabilite edecek orayı. İkizdereliler olarak, davanın avukatları olarak o rehabilitasyonu onlara yaptıracağız. Rehabilitasyon merkezini Türkiye’de örnek olacak şekilde o Ulaştırma Bakanlığı’na yaptıracağız. Bunun için uğraşacağız, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da mücadelemizi sürdüreceğiz.”

İkizdere’de taş ocağına karşı direnen köylülerden Dursun Baş, “Sevindirici bir karar ama sonucu ne olur onu bilmiyoruz” değerlendirmesi yaptı: “Bir yere girdiklerinde orayı sonuna kadar talan ediyorlar.  Geç alınmış ama olumlu bir karar. İdare Mahkemesi’nin Danıştay’ın verdiği kararı uygulamasını, yürütmenin durdurulmasını istiyoruz. ” 

İkizdere Çevre Derneği’nden Asuman Fazlıoğlu, vadideki tahribatın sürmemesi için kararın önemine dikkat çekti, “Mücadelemiz sürüyor” dedi.

İkizdere
İkizdere’den Asuman Fazlıoğlu: Doğaya zarar vermenin sandıkta karşılığı olacaktır

‘Hukuka ve mevzuata uygun değil’

Dünyanın sayılı ekolojik geçitlerinden biri olan Eskencidere Vadisi’nde liman inşaatı için açılan ve bölgede büyük tahribat yaratan taş ocağına karşı bölge halkı iki yıldır mücadele sürdürüyor.

İkizderelilerin itirazlarını ikinci kez haklı bulan Danıştay 6. Dairesi, Rize İdare Mahkemesinin ret kararını “Hukuka ve mevzuata uyarlılık yok” diyerek geri çevirirken şu hususlara dikkat çekti:

“… davanın çevre ve komşuluk hukuku çerçevesinde açıldığı, faaliyet sahasının çok yakınlarında yaz kış yaşanan konutların bulunduğu, taş ocağının faaliyet göstereceği alan, arazi topoğrafyası, aşırı eğim gibi nedenlerle uygun olmadığı,  PTD’de patlatma değerlendirme raporlarının bulunmadığı, taş ocağında yapılan patlatmaların mevcut heyelanları tetikleyerek can ve mal güvenliğini tehdit edeceği, işletme sonrası ocak ıslahının yapılmasının mümkün olmadığı, patlatma ile ilgili hesaplamaların hatalı yapıldığı, PTD’de toz emisyonunun değerlendirilmediği, pulvarize toz indirgeme sisteminin toz emisyonunu  yüzde 95 oranında azaltacağına ilişkin taahhüdün geçersiz olduğu, PTD’de suların nasıl etkileneceği konusunda herhangi bir değerlendirmenin bulunmadığı, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmektedir.”

“Davacılar tarafından; dava konusu işlemin hukuka ve mevzuata aykırı olarak tesis edildiği ileri sürülerek iptali istenirken, davalı adına Yapı ve Yapı İnş. Taahhüt. San. ve Tic. AŞ. dilekçesinde; dava konusu işlemin hukuka ve mevzuata uygun olarak tesis edildiği ileri sürülerek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmaktaydı.

“Dosyadaki bilgi ve belgeler ile yukarıda özetlenen bilirkişi raporu bir bütün olarak değerlendirildiğinde; dava konusu Rize ili, İkizdere ilçesi, Cevizlik ve Gürdere Köyü mevkiinde, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı XI. Bölge Müdürlüğü tarafından işletilmek istenilen “ER: 3396069 ruhsat numaralı Cevizlik Bazalt Ocağı Projesi” ile ilgili olarak tesis edilen 21/01/2021 tarihli ve E.202111 sayılı “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararında hukuka ve mevzuata uyarlık bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. ..”

Oy çokluğuyla alınan kararın tebliğini izleyen günden itibaren 15 gün içinde Danıştay nezdinde temyiz başvurusu yapılabilecek.

Ne olmuştu? 

Cengiz İnşaat’ın yapımını üstlendiği, Karadeniz’e dolguyla kazanılacak alanda inşa edilecek İyidere Lojistik Liman Projesi‘ne hammadde sağlamak üzere Eskencidere Vadisi’ne açılmak istenen taş ocağı için 21 Ocak 2021’de çevresel etki değerlendirme (ÇED) gerekli değildir kararı verilmişti.

Bölge halkı, meslek odaları ve çevre dernekleri kararı yargıya taşıdı. Rize İdari Mahkemesi’nde görülen ve üç yıl süren davada mahkemenin talebi üzerine yapılan bilirkişi incelemesinde “ÇED Gerekli Değil” kararının yeterli ve uygun olmadığı belirtildi. Bunun üzerine şirket, bilirkişi raporuna karşı ‘özel’ rapor hazırlatarak mahkemeye sundu. Mahkeme kendi atadığı bilirkişilerin yerine ‘özel’ raporu kabul ederek davayı reddetti.

Bu arada bölgede büyük tahribat yaratan ocak çalışmaları sürdü; çok sayıda ağaç kesildi, arılar öldü, yaban hayatı büyük zarar gördü.

Kararın taşındığı Danıştay, bilirkişi raporlarındaki çelişkilere dikkat çekerek ret kararını iptal etti ve dosyayı geri gönderdi. İdari Mahkeme bu kez kararını değiştirdi.

Proje tanıtım dosyasındaki bilgilerin yanlış olduğuna dikkat çeken Danıştay 16. Dairesi,  kararında dosyada yazan kamyon ve sefer sayısının malzemeyi taşıyacak kapasite olmadığını belirtti ve taahhüt edilenden daha çok sefer yapılacağı için yayılacak toza ve kirliliğe dikkat çekti. Ayrıca yine belirtilen 13,4 hektar ÇED alanın dışına taşıldığına ve 20,55 hektar alan kullandığına vurgu yapıldı.

Kararda, tarım alanları ve arıcılık lokasyonları özelinde yayılan tozlanma etkilerinin dikkate alınmadığına ve bu alanlar özelinde bir araştırma ve değerlendirme ile floristik ve faunistik çalışmalarda yeterli kaynak araştırmasının yapılmadığına da dikkat çekildi.

 

 

Uğruna Gazze eylemcisi gençlerin evi basılan SOCAR’ın Türkiye’de hangi yatırımları var?

 

Azerbaycan devleti petrol ve petrokimya şirketi SOCAR‘ı İsrail‘e petrol sağladığı için dün ve önceki gün İstanbul’daki şirket binası önünde protesto eden “Filistin İçin Bin Genç” grubu üyelerinin evlerine baskın düzenlendi.

Ev baskınlarında grup üyesi 16 kişi gözaltına alınarak emniyete götürüldü.

Filistin İçin Bin Genç grubunun sosyal medya hesabından yapılan açıklamada şunlar denildi:

Filistin’le dayanışmak değil, İsrail’le işbirliği suç!

“Socar eylemimiz sebebiyle operasyonla gözaltına alınan dostlarımız konut dokunulmazlığını ihlal suçundan yargılanıyorlar.  Gazze’de taş üstünde taş kalmamışken siyonistlerin işbirlikçilerinden hesap sormak meşrudur, dahası hepimizin Filistin’e borcudur. Hesap vermesi gereken Filistinlilerin can, mal, haysiyet dokunulmazlığını en adi şekilde ihlal eden işgalciyi soykırımın ortasında beslemeye devam edenlerdir! Suç İsraille işbirliğidir.”

Dayanışma çağrısında bulunulan açıklamada, “Helal olsun’ demek yetmez, şahitsek ses çıkarmak zorundayız. Yüreği Filistin’le atan herkesi dayanışmaya, Siyonistlerin avukatlığına soyunanlara karşı intifada saflarına çağırıyoruz” ifadeleri kullanıldı.

ÇHD: Kadınlara çıplak arama yapmak istediler

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi ise sosyal medya platformu X’ten yaptığı açıklamada; gözaltına alınan kadınlara çıplak arama yapılmak istendiğini duyurdu.

Gözaltında alınan 16 kişinin ifadeleri işlemleri tamamlandı. Savcılık talimatıyla gözaltına alınanların mevcutlu tutulması yönünde karar verildi.

16 kişi yarın (3 Haziran) sabah adliyeye sevk edilecek.

Filistin İçin Bin Genç, 16 kişinin gözaltına alınmasının ardından çağrı yaparak yeniden SOCAR önünde buluşacaklarını sosyal medya üzerinden duyurdu. Çağrıda “Sabah 16 arkadaşımızın evini bastınız, bu akşam yine geliyoruz! Yüreği Filistinle atan herkesi 18.30’da işbirlikçi Socar önüne intifadaya sahip çıkmaya çağırıyoruz” denildi.

SOCAR’ın Türkiye yolculuğu

Azerbaycan’daki otoriter İlham Aliyev yönetimi için önemli bir gelir kaynağı olan ve sık sık yolsuzluklarla ilişkilendirilen Azerbaycan Cumhuriyeti  Devlet Petrol Şirketi SOCAR, 2008 yılında, SOCAR-Turkey Enerji A.Ş. adıyla PETKİM’in yüzde 51’ini 2 milyar 40 milyon dolara satın alarak Türkiye’ye girdi. 

Şirket, Türkiye’de rafineri- petrokimya alanında Petkim, STAR Rafineri, SOCAR Depolama, SOCAR Ticaret, Petkim RES; doğal gaz alanında SOCAR Enerji Ticaret, Bursagaz, Kayserigaz; ayrıca Millenicom, SOCAR Terminal, SOCAR Fiber, SOCAR Ar-Ge, SOCAR Sigorta ve TANAP şirketleriyle çok sayıda alanda faaliyet sürdürüyor.

14 Ağustos 2015 tarihinde şirketin toplam sermayesinin yüzde 13 tutarındaki hissesi Goldman Sachs International tarafından satın alındı.  Böylece SOCAR Turkey Enerji A.Ş.’nin ortaklık yapısı, yüzde 87 SOCAR ve yüzde 13 Goldman Sachs International olarak yeniden belirlendi.

Şirketin Türkiye’deki en büyük yatırımı olan STAR Rafineri, 19 Ekim 2018’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in katılımıyla düzenlenen bir törenle açılmıştı.

Socar’ın, Aliağa’daki terminalinde ise yüzde 70 hissesi bulunuyor. Geri kalan hisse ise Goldman’a ait. Liman yıllık 1,5 milyon TEU konteyner kapasitesine sahip. Şirket Aliağa’da bir kömürlü termik santral de kurmak istemiş, bölge halkının aktif direnişinin ardından bu girişimden vaz geçilmişti.

Azerbaycan Petrol Şirketi SOCAR, Aliağa Termik Santral Projesi’nden vazgeçti
Socar termik santralinin ÇED izni Danıştay’dan döndü

Türkiye’deki en büyük yabancı yatırımcı olan SOCAR, 1.8 milyar dolarlık yeni bir yatırımla, İngiliz petrol devi BP ile bir ortaklık gerçekleştirmeyi planlıyor. 2023 yılında faaliyete geçirmeyi planladıkları bu girişim henüz faaliyete geçmedi, ancak şirketin CEO’su Zaur Gahramanov, o dönemde söz konusu yatırımın Türkiye’nin yılda 5-6 milyar dolarlık cari açığını kapatacağını söylemişti.

Star Medya Grubu Azeri Socar’a satıldı
COP29’un ev sahibi Azerbaycan, fosil yakıt yatırımlarını savunuyor

 

 

 

[İklim Masası] Emisyonları sıfırlamak için karbonun etkin fiyatlandırılması şart

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Doç. Dr. İzzet Arı’nın, Dünya Bankası’nın karbon fiyatlandırması üzerine eleştirel metnini yayımlıyoruz. 

*

Dünya Bankası tarafından her yıl yayınlanan Karbon Fiyatlandırmasının Durumu ve Eğilimleri raporunun 2024 yılı baskısı, karbon fiyatlandırılmasından elde edilen gelirin ilk defa 100 milyar doları aştığını vurgulayarak olumlu bir tablo çizerken, resmin bütününü kaçırıyor.

Karbonun fiyatlandırılması, iklim değişikliği ile mücadelede Paris Anlaşması’nın belirlediği hedefe ulaşabilmek için olmazsa olmaz bir araç ve bugün 75 ülkede uygulanıyor. Ancak küresel emisyonlara baktığımızda, bunların yaklaşık yüzde 76’sının hâlâ karbon fiyatlandırma politikaları kapsamında olmadığını görüyoruz. Benzer şekilde, azaltım için en güçlü politika aracı olan karbonun fiyatlandırılması da olması gereken seviyede değil.

2023 yılında elde edilen 104 milyar dolarlık gelir, her ne kadar ‘‘rekor’’ sayılabilirse de, yaklaşık yarısının ne için kullanıldığı net değil. Bu gelirin fosil yakıt sübvansiyonlarında da kullanılabilmesi ihtimali, net faydası hakkında soru işareti doğuruyor.

Gelişmeler 1,5°C hedefi için yetersiz

2003 yılından beri yayınlanan rapor serisine göre karbon fiyatlandırma politikaları konusunda gözlenen ilerlemeler kayda değer. Karbon vergisi, emisyon ticareti sistemi (ETS) ve karbon kredilendirmesi olarak üç kategoride inceleyebileceğimiz karbon fiyatlandırma politikaları, bundan 10 yıl önce küresel emisyonların sadece yüzde yedisini kapsarken bugün neredeyse dörtte birini (yüzde 24) kapsıyor. Ancak küresel ısınmayı 2°C, hatta mümkünse 1,5°C ile sınırlandırma hedefi için bu oran dahi yeterli değil.

İklim değişikliğiyle mücadele için karbon vergileri ve emisyon ticaret sistemlerinin küresel emisyonlardaki payının, 2024 yılı itibariyle yüzde 30’un üzerinde olması beklenirdi. Ancak azaltım politikalarının yetersizliği ve belirlenmiş politikaların da gerektiğince uygulanamaması, bu orana ulaşmayı engelliyor. Hem karbon vergisinin hem de ETS’nin kapsamı seneden seneye genişlese de, Paris Anlaşması’nda belirlenen hedeflere ulaşabilmek için olması gerekenin oldukça gerisindeler. Oysa 2021 yılında Glasgow’da düzenlenen 26. Taraflar Konferansı (COP26) sırasında Global Carbon Pricing Challenge inisiyatifi, karbon vergisi ve emisyon ticareti sisteminin 2030 yılına kadar küresel emisyonların yüzde 60’ını kapsayabileceği hedefini öne sürmüştü.

 Gelir, fosil yakıt sübvansiyonlarına gidiyor olabilir

Üç yıl önce işaret edilen hedefe erişememiş olmamıza karşın Dünya Bankası’nın yeni raporu iyimser bir tablo çizmeye gayret ediyor; örneğin 2023 yılı sonu itibariyle karbon fiyatlandırma gelirlerinin ilk defa 104 milyar dolarlık rekor bir seviyeye ulaştığı vurgulanıyor. Oysa 100 milyar dolar, iklim hedeflerine ulaşmak için kıstas alabileceğimiz özel bir referans değer değil.

Rapor, bu 104 milyar dolarlık gelirin yarısından fazlasının iklim ve doğa ile ilgili programları finanse etmek için kullanıldığına dikkat çekiyor. Geri kalan meblağın ise genele yayıldığı görülüyor. Ne var ki kendine ait bir fonu olmayan, genel bütçeye giren gelirlerin ne için harcandığı takip edilemiyor. Dolayısıyla bu durum, gelirin, fosil yakıtların sübvansiyonunda da kullanabilmesi ihtimalini de akıllara getiriyor ve sistemin yaratacağı net fayda konusunda soru işareti yaratıyor.

ETS’yi yüksek gelir grubundaki ülkeler tercih ediyor

Karbon vergisi ve ETS, bugün 75 ülke ve bölgede aktif olarak uygulanıyor. Bu uygulamaların 39’u, yani yarısından fazlası, karbon vergilerinden meydana geliyor. Paris Anlaşması’nın kabul edildiği 2015 yılını baz alacak olursak, bu tarihten itibaren 21 ülkede karbon vergisinin uygulamaya konduğunu, 19 ülkede ise ETS kurulduğunu söyleyebiliriz.

ETS aracını hazırlamanın ve uygulamaya koymanın zorlukları nedeniyle orta-yüksek gelir grubundaki birçok ülke ETS kurmaktansa karbon vergisi koymayı tercih ediyor. Yüksek gelir grubundaki ülkeler ise açık ara ETS kurmayı tercih ediyorlar. Bu durum, kurumsallaşma, şeffaflık ve yönetişim konularında yüksek gelir grubundaki ülkelerin daha iyi olmasından kaynaklanıyor.

Yetersiz iklim hedefleri, karbon kredilerinin fiyatını düşürüyor

Endişe verici bir diğer unsur, doğa temelli çözümler ve karbon giderme projeleri hariç azaltım projelerinden elde edilen karbon kredilerinin ton başına fiyatının düşüyor olması. Bunun olası sebepleri olarak iki husus akla geliyor: Ülkeler ya piyasa araçlarını uygulamaya gerek duymuyor ya da azaltım potansiyellerini yeterince değerlendirmiyor.

İlk ihtimalden, yani piyasa araçlarını uygulamaya gerek duyulmamasından, ancak emisyonların teknolojik ve davranışsal dönüşümle azaltıldığı bir senaryoda bahsedilebilir. Oysa hem Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) hem de Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) çalışmaları nedeniyle bunun ihtimal dahilinde olmadığını biliyoruz. Bu durumda geriye ikinci ihtimal kalıyor: Ülkelerin emisyon azaltım potansiyellerini yeterince kullanmamaları ve Paris Anlaşması nedeniyle beklenen azaltım miktarlarını hâlâ ciddi bir şekilde içselleştirmemeleri. Kısacası ülkelerin hâlâ kısa ve orta vade için yeterince iddialı hedefler ortaya koymadıkları ya da konunun önemini yeterince kavramadıkları anlaşılıyor.

Yeni Ulusal Katkı Beyanları ile fiyatlar yükselebilir

Aslında Paris Anlaşmasına taraf olan 195 ülkenin yüzden 90’ından fazlası, sayısal bir emisyon azaltım hedefi sunuyor. Ayrıca net sıfır taahhüdü bulunan ülkelere bakıldığında, toplam küresel emisyonların yüzde 85’inin kapsandığı görülüyor. Oysa net sıfır hedeflerine ulaşmak, emisyonları şimdiden ciddi oranlarda azaltmayı gerektiriyor.

Diğer yandan, ülkelerin azaltma politikalarının mevcut Ulusal Katkı Beyanları’nı karşılamak için yetersiz olduğu da söylenemez. Daha ziyade, sunulan Ulusal Katkı Beyanları, Paris Anlaşması’nın hedefine ulaşmak için yeterli değil, diyebiliriz. Ulusal Katkı Beyanları, kendi koşulları doğrultusunda ülkeler tarafından belirlenen azaltım hedeflerini ifade ediyor. Bu hedeflerin yasal bir bağlayıcılığı olmasa da, uluslararası kamuoyu önünde bir hesap verebilirlik sağlıyor. Bu beyanların her beş senede bir, daha fazla azaltım hedefleyecek şekilde güncellenmesi gerekiyor. Ulusal Katkı Beyanları’nın ikinci güncellemesi, 2025 yılında yapılacak. Bu durum, ülkelerin yeni ve daha iddialı Ulusal Katkı Beyanları için karbon fiyatlandırmasına başvurabilmeleri ihtimalini doğuruyor.

2025 yılından sonra sunulacak Ulusal Katkı Beyanları genel olarak 2035 yılını hedefleyeceği için mevcut beyanlara göre çok daha yüksek sayısal hedefler içermesi bekleniyor. Bu durumda, marjinal emisyon azaltımı yüksek olan politika veya tedbirlerin uygulanması söz konusu. Ülkeler, bu yüksek maliyetin karşılanmasında zorlanmamak için diğer ülkelerden Uluslararası olarak Transfer Edilen Azaltım Çıktıları (ITMOs) veya karbon kredisi satın almak durumunda kalabilirler. Eğer gelişmeler bu yönde olursa, 2025 yılından sonra karbon kredilerinin fiyatında kayda değer artış olması beklenebilir.

Projelerin niteliği de fiyatlar üzerinde etkili

Sonuçta bugünkü şartlarda, arz edilen karbon kredilerinin miktarı, talep edilenden daha fazla. Bu durum, karbon fiyatlarında düşüşü de beraberinde getiriyor. Ayrıca arz ve talep arasındaki bu fark, alıcıların tercihleri ve oluşturulan karbon kredisinin niteliğiyle de ilgili olabilir. Bazı karbon piyasalarında ve bazı sektörlerin oluşturduğu karbon kredilerinde arz fazlası oluşurken, bazılarında ise arzın talebi karşılayamaması söz konusu olabiliyor.

Bu durumda, karbon kredisinin oluşturulduğu alanın ya da sektörün hem fiyatı hem de arz-talebi belirlediğini söyleyebiliriz. Bu da çevresel bütünlük ve projenin katkısallığı bakımından olumlu değerlendirilebilir. ‘Katkısallık’, emisyon azaltımını artırdığını ve hedeflenen etkiyi yarattığını ikna edici bir şekilde gösterebilen bir projenin ancak karbon kredilerinin satışından elde edilecek gelir sayesinde gerçekleştirilebileceğini ifade eder. Dolayısıyla, katkısallığı olan projelerin talep görmesi önemli.

Özellikle gönüllü karbon kredisi oluşturma sürecinde güvenilirliği, şeffaflığı ve çevresel bütünlüğü sağlamak için geliştirilen yöntemler ve adımlar devletlerin de dikkatini çekiyor ve uluslararası kıyas olma yolunda ilerliyor. Gönüllü talebin toplam karbon kredileri talebinin yüzde 90’ını oluşturduğu göz önünde bulundurulduğunda, fiyatın ve proje niteliğinin belirlenmesinde gönüllü alıcıların ne kadar etkili olduğu daha iyi anlaşılıyor.

ETS kapsamındaki devletler dışında da gönüllü emisyon ticareti veya gönüllü karbon piyasalarındaki iyileşmeler, standart uygulamaların (Verified Carbon Standard, Gold Standard, Climate, Community & Biodiversity Standards, Global Carbon Council gibi) artması ve küresel inisiyatifler (The Integrity Council for the Voluntary Carbon Market) kurulması dikkat çekici. Paris Anlaşması’nın 6. maddesindeki ilerlemelerin istenen düzeyde olmaması, gönüllü karbon piyasalarına gösterilen artan ilginin bir başka sebebi olabilir. Raporda da Gönüllü Karbon Piyasası Dürüstlük Konseyi (The Integrity Council for the Voluntary Carbon Market) kurulduktan sonra karbon kredilerinde kalite artışı yaşandığına vurgu yapılması, bu çıkarımı destekler nitelikte.

Paris Anlaşması ve uluslararası karbon kredi mekanizmaları dışındaki karbon kredilerine olan talep, genel olarak gönüllü satın almalar tarafından yönlendiriliyor. Ancak burada bir sorun var: Oluşturulan karbon kredileri, son üç yıldır düşüşte. Hanelerde enerji verimliliği, aydınlatma, temiz pişirme ocaklarına geçiş gibi projelerden elde edilen karbon kredilerindeki artışın dışında gözle görünür bir ilerleme bulunmuyor. Hanelere yönelik projelerdeki ilerleme ise azaltım projelerinin tabana yayılması ve istenilen davranışsal değişiklikleri tetiklemesi bakımından olumlu görülebilir.

Fosil yakıtlara destek, karbon fiyatlandırma araçlarından 12 kat fazla

Karbon, doğrudan vergiler ya da araçlar tarafından vergilendirilebildiği gibi, dolaylı olarak da fiyatlandırılabiliyor. Bir ürünün veya faaliyetin sebep olduğu sera gazı emisyonlarının dolaylı fiyatlandırılması da karbon fiyatını etkiliyor. Örneğin akaryakıt veya diğer fosil yakıtların kullanımı ve harcamaları, dolaylı yoldan da olsa karbon fiyatını artırabiliyor ve fosil yakıt sübvansiyonlarını azaltabiliyor. Diğer bir ifadeyle akaryakıttan alınan vergilerde oransal ya da mutlak artış olması durumunda, dolaylı yoldan karbon içeriği olan bir ürünün vergi yoluyla cezalandırılması söz konusu oluyor. Bu durumda toplam karbon vergisi (doğrudan ve dolaylı) miktarında bir artış gözlenebiliyor. Fosil yakıt sübvansiyonları olan bir ülkede tabii ki karbon fiyatlandırma politikalarının etkisi de daha düşük oluyor.

Nitekim raporda da, ortalama karbon fiyatının belirlenmesinde en büyük katkının fosil yakıt vergilerinden geldiği gösteriliyor. Buna göre 2023 yılında elde edilen 104 milyar dolarlık doğrudan karbon fiyatlandırma gelirinin yüzde 70’i ETS’den, kalanı ise karbon vergilerinden geldi. Ne var ki bu miktarın çok daha fazlası, fosil yakıt sübvansiyonlarına harcandı.

Fosil yakıt sübvansiyonları, 2022 yılında yaklaşık 1.3 trilyon dolar seviyesindeydi. Bu, karbon vergileri ve ETS’lerden elde edilen gelirden tam 12 kat fazla. Bu da kaçınılmaz olarak emisyon azaltım politikalarını zayıflatıyor. Paris Anlaşması’nın gereğini yapmak için hem fosil yakıt sübvansiyonlarını ortadan kaldırmak hem de karbon fiyatlandırmanın kapsamını genişletmek gerekiyor. Rapor bu durumu açıkça belirtse de, 75 ülkede uygulanan karbon fiyatlandırma aracının sağladığı gelir ile bu ülkelerdeki fosil yakıt sübvansiyonlarının bütçeye getirdiği yükü ülke bazında ayrı ayrı analiz etmemesi, bir eksiklik olarak göze çarpıyor.

2030’da karbon fiyatı 226-385 dolar olmalı

Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), doğrudan karbon fiyatı uygulamasının sınırlar ötesi ve ticarete konu olacak şekilde etkisi için son yıllarda öne çıkan, etkin bir araç. AB ile ticaret hacmi yüksek olan ülkeleri doğrudan etkileyecek olsan SKDM’nin etkin fiyatlandırma sürecine başlamasıyla birlikte, karbon fiyatlandırması yapan ülke sayısında da ani bir artış görülebilir. Örneğin AB’nin Türkiye, Hindistan, Endonezya, Fas, Ukrayna, Uruguay ve Batı Balkan ülkeleri gibi ticari partnerleri, SKDM’ye uyum maliyetlerini azaltmak için karbon fiyatlandırmayı doğrudan uygulamayı planlıyorlar. Bu durum, Paris Anlaşması’nın küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırma hedefine yaklaşılmasına yardım edebilir.

Dünya Bankası raporunda yer verilen çalışmalar, sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlandırabilmek için karbon fiyatlarının 2030 yılında 226 ila 385 dolar arasında olması gerektiğini gösteriyor. 2°C’nin altı için ise 63 ila 127 dolar arası bir fiyatlandırma gerekiyor. Bu öngörüler, Paris’in hedeflerine ancak SKDM tipi uygulamalarla ulaşılabileceği düşüncesini destekliyor.

Raporda başarısızlıklar örtbas ediliyor

Paris Anlaşması’nın 6. Maddesinde giderilemeyen belirsizliklere rağmen piyasada devam eden görece büyüme, 2025 yılında başlayacak ikinci ulusal katkı beyanı sürecinde hızlanacaktır. Ancak karbon fiyatlandırma piyasalarındaki ilerlemenin sınırlı oluşu ve yaşanan gecikmeler, raporda vurgulanmamış hatta örtbas edilmiş. Örneğin Türkiye, son altı-yedi rapordur, ilerleme kaydeden ve karbon fiyatlandırmayı planlayan bir ülke olarak gösteriliyor. Üstelik Türkiye’de hâlâ bir uygulamanın başlamamış olması, eleştirel bir dille ifade edilmemiş. Benzer ilerleme veya zayıf ilerleme durumları, başka ülkeler için de söz konusu. Burada eleştiriden kaçınılmasının bir nedeni, karbon fiyatlandırma araçları konusunda diğer ülkelerin cesaretlerini kırmamak olabilir,

Sonuç olarak karbonun fiyatlandırılması, emisyonları sıfırlamak için asla tek başına yeterli değildir. Ancak emisyon azaltımının daha etkin olabilmesi için bir gerekliliktir. 2023 yılında elde edilen 104 milyar dolarlık gelirin hangi projelerin finansmanında kullanıldığını göstermeksizin bir başarı ya da rekor olarak sunulmasından, gerçek bir ilerleme olarak söz edilemez. Eğer karbon fiyatlandırılması, ikinci ulusal katkı beyanları süreci ve 2025-2035 dönemi için planlanan emisyon azaltım taahhütleri nedeniyle sulandırılıyorsa, gelecekte çok daha yüksek bir bedele tüm yerkürenin katlanması gerekebilir.

*

İlgili Dünya Bankası raporu için tıklayın

 

[Bir şarkının hikayesi] Space Oddity/ David Bowie

Sanat, tasarım ve müzik okuduktan sonra 1963 yılında, 16 yaşında iken profesyonel müzik kariyerine başlayan David Bowie, bir dizi başarısız single ve bir albümden sonra, dansçı kız arkadaşı Hermione Fartinghale ve gitarist John Hutchcinson ile “Feathers” adlı gruplarını kurmuştu. 1960’ların başında Liverpool’da ortaya çıkan “Merseybeat” türü ile folk müziğini, mim ve şiiri harmanlayan trio, 1968 ve 1969 yıllarında birkaç konser verdi ancak henüz profesyonel başarının çok uzağındaydılar.

1968’in sonuna gelindiğinde, David Bowie kariyeri ile yabancılaşmaya başlamıştı. Menajeri Kenneth Pitt, sanatçıdan “ Dikkate değer yaratıcılığını spektaküler bir şekilde gösterecek ve farklı bir prodüksiyonla  parlatılacak çok özel bir parça” yapmasını istedi.

Bowie, o günlerde Stanley Kubrick’in, uzay uçuşunun bilimsel olarak özel efektlerle tasvir edildiği bilimkurgu türündeki 2001: Space Odyssey adlı filmini birkaç kere seyretmiş ve filmin ve hikayenin etkisi altında kalmıştı. Daha sonra yaptığı söyleşilerde filmin kendisi için bir “uyanış” olduğunu söyleyecekti.

Astronot Binbaşı Tom’un yalnızlığı

Filmden esinlenerek “Çıktığı uzay yolculuğunda, dünya ile bağlantısı kopan astronot Binbaşı Tom” karakterini yarattı. Dünya yörüngesinde dönen terk edilmiş bir astronotun hikayesi, oldukça ilginç ve dokunaklı bir hikaye idi. Özel hayatında, kendini sık sık izole hissedeceği durumlara sokmayı başardığını söyleyen David Bowie için bu konuda yazabilmek, hiç de zor olmayacaktı.

Prodüktör Tony Visconti, Bowie’nin kendisine şarkının aslında “yabancılaşma” ile ilgili olduğunu ve uzaydaki astronotu bir metafor olarak kullandığını söylediğini ifade etmişti. İzolasyonu anlatmak için “Hapsolduğu küçük kapsülün penceresinden tüm dünyayı seyreden bir astronottan” daha iyi bir metafor olabilir miydi?

“Space Oddity” aynı zamanda Bowie’nin kariyerinin başındaki müzik tarzından kopuşunun en belirgin örneklerinden biriydi. Psychedelic folk veya rock folk türünde nitelendirilebilecek olan şarkı, Bowie’nin  Feathers’ a katılmasından bu yana akustik müziğe olan ilgisini yansıtıyordu. Sanatçı, Bee Gees’in “New York Mining Disaster 1941” adlı şarkısının minör akor yapısından da oldukça esinlenmiş ve hayranı olduğu Gibb kardeşlerin tarzında bir şarkı yaptığını da itiraf etmişti.

Bu benzerliği bir yana bırakırsak, şarkının David Bowie’nin en kompleks bestelerinden biri olarak kabul edildiğini vurgulamamız gerekiyor. Hikayenin farklı bölümlerine uyumlu bir şekilde değişen müzik, ritim ve akorlar, Bowie’nin bir rock müzikaline ulaşma arzusunu yansıtıyordu.

Apollo 11 Ay’a inerken, boşlukta yankılanan ‘Uzay Tuhaflığı’

Şarkının videosunun da ayrı bir hikayesi vardı. Bowie’nin “Binbaşı Tom “adlı astronotu canlandırdığı ilk video çekimi tartışmalara yol açmıştı. Film yönetmeninin risk alarak, uzayda kaybolan astronotun, uzay perileri tarafından baştan çıkarıldığı bir sahneyi videoya ilave etmesi, Bowie’nin menajeri Pitt tarafından onaylanmayınca, bu fantastik yapım 1984 yılına kadar plak şirketinin rafında kaldı.

Temmuz 1969’da Apollo 11 projesi ile Neil Armstrong ve Buzz Aldrin aya ilk ayak basan insanlar olmak için bir uzay yolculuğuna çıkacaktı ve plak şirketi bunu bir fırsat olarak görüp, bir astronotun hikayesini anlatan “Space Oddity” single’ını çıkarmak için elini çabuk tuttu.

Fakat asıl ilginç olan BBC’nin, şarkının sözlerine yeterince dikkat etmeden, Apollo 11’in aya inişi sırasında “Space Oddity”yi çalması olmuştu. İnişin başarısız olması halinde, kontrol kulesi ile bağlantısını kaybedip uzayda sürüklenen bir astronotun hikayesini anlatan bir şarkıyı yayınlamış olmanın utancı, BBC’de birkaç görevliyi koltuğundan edebilirdi.

Yüz bin mil geçmeme rağmen,
Çok hareketsiz hissediyorum.
Ve sanırım uzay gemim gitmesi gereken yeri biliyor.
Karıma onu çok sevdiğimi söyleyin,
Zaten biliyor.

 Yer Kontrol’den Binbaşı Tom’a,
Yörüngeden çıktın, bir şeyler ters gidiyor.
Beni duyabiliyor musun Binbaşı Tom?
Beni duyabiliyor musun Binbaşı Tom?”

Şarkı, İngiltere’de listelerde beşinci sıraya kadar yükselebildi ancak 1972 yılında NewYork’ta Mick Rock tarafından çekilen ve sanatçının akustik gitarıyla şarkıyı yorumladığı video, “Space Oddity”nin Amerika’da bir hit olmasının önünü açtı.

Bowie, Binbaşı Tom karakterini sonraki şarkılarında da kullandı ve “Ashes to Ashes” adlı şarkısında onu bir uyuşturucu bağımlısı olarak tanımladı. Biyografisini yazanlar daha da ileri giderek, şarkıdaki Binbaşı Tom karakterinin, aşırı uyuşturucu kullanımı yüzünden kısa süre öncesinde Pink Floyd’dan kovulan, Bowie’nin idolü Syd Barrett’ın ,“gerçeklikten kopmuş” halinin bir metaforu olduğunu söyledi.

2013 yılında Kanadalı astronot Chris Hadfield, Uluslararası Uzay İstasyonu‘nda kaldığı sürede, istasyondaki gitar ile “Space Oddity”yi yorumladı. Bu görüntüler kullanılarak derlenen video Youtube’da yayınlanır yayınlanmaz milyonlarca kişi tarafından izlendi ve Bowie’nin de dikkatini çekti. Sanatçı videoyu sosyal medya hesabında, “Şarkının muhtemelen şimdiye kadar yaratılmış en dokunaklı videosu” olarak tanımladı.

“Space Oddity”, David Bowie’nin en popüler şarkılarından biri olmaya devam ediyor. Rolling Stone dergisi, 2021 yılında yenilenen “Tüm Zamanların en iyi 500 Şarkısı “listesinde şarkıyı 189’uncu sıraya koydu. Rock and Roll Hall Of Fame şarkıyı Rock and Roll’u şekillendiren 500 şarkı arasında gösterdi.

2016’da hayatını kaybeden Bowie, özellikle 70’li yıllardaki yenilikçi çalışmalarından dolayı 20.yüzyılın en etkili müzisyenlerinden biri olarak kabul ediliyor.

*

Kaynakça

  • Chilton M., ’Space Oddity’: The Story Behind David Bowie’s Influential Song, 11.10.2023
  • Walthall C., Behind The Song Lyrics: “Space Oddity”,David Bowie, 10.02.2022, American Songwriter
  • Taylor T., What is David Bowie’s ‘Space Oddity’actually about? 11.07.2022, Farout Magazine
  • Songfacts, Space Oddity
  • Wikipedia, Space Oddity, David Bowie,

 

Normallik, ölümdür!

Milyonlarca Yahudi, Çingene, Eşcinsel ve Komünistin öldürülmesini organize eden Adolf Eichmann evli, dört çocuk babası, tanrıya inanan, vatanını seven, yerlere çöp atmayan, sokaklara tükürmeyen, kırmızı ışıkta duran, her gün sakal tıraşı olmayı ihmal etmeyen, giysilerinin temiz ve ütülü olmasına dikkat eden, komşularına sabahları günaydın diyen “normal” biriydi.

Kumar, içki, kavga ve kadın düşkünlüğü, çalıp çırpma, vergi kaçırma ve ibnelik gibi “ahlaksızlıkları” kayıtlarda geçmiyor. Muhtemelen, akşamları karısının pişirdiği yemekleri yerken mutlu oluyor; karısına, “eline sağlık, çok lezzetli olmuş,” diyor; çocuklarına derslerini soruyor, bir “aktif normal” olarak vatanının sorunlarıyla ilgileniyor, Führer’in emir ve görüşlerini ezberliyor, uykuya dalmadan önce dişlerini fırçalamayı, çocuklarına masal okumayı ve karısını öpmeyi ihmal etmiyordu: Tanrı’nın, vatanın, Führer’in, partisinin ve ailesinin mutlu olması için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

İçerisinde yaşadığı toplumun ideal bir “parça”sıydı.

Celladın huzuru, kurbanın yok edilmesine mi bağlı?

Hannah Arendt, kötülüğün hem sıradanlaşma hem de kitleselleşme özelliklerinin nasıl biriktiğini saptamak için Eichmann’ın İsrail’de yargılanmasını izler. İddia makamını, avukatları, sanığın ifadelerini ve basında çıkan makaleleri inceler. Daha ötesi mahkemede kurulan cümlelerin taşıdığı anlamın nasıl içerik edindiğine de kafa yorar. Çünkü hem iddia makamı ve avukatlar hem de sanık yapılanların “bireysel” olduğunun altını çizmekte, “toplum” tarafından biçimlendirilmiş bireyden söz etmemektedir. Bu da kötülüğün sıradanlaşması, normalleşmesi ve kitleselleşmesi üzerine düşünmesine neden olur: “Kitlelerin ölümünden sorumlu bir insanın kimseyi öldürmemiş olabileceğini (ve bu örnekte, öldürecek cesareti olmayabileceğini) bir türlü anlamayan iddia makamı, sürekli Eichmann’ın kendi elleriyle cinayet işlediğini kanıtlamaya çalışıyordu.”[1]

Arendt, “Kötülüğün Sıradanlığı” adlı kitabında, Eichmann’ın kendisinin suçlanmasını yadırgadığını da belirtir. O çünkü, “Polise ve mahkemeye tekrar ve tekrar anlattığı gibi, görevini yapmıştı; sadece emirlere değil yasalara da uymuştu.”[2] Kendisinden yetkili biri tarafından ona emredilmiş, doğruluğu yasa ile kayıt altına alınmış fiilleri yerine getirmiş, görevlerini yapmakla mükellef her “normal” vatandaş gibi davranmıştı. “Kendi fiillerinin efendisi” değildir; “devletin meşrulaştırdıklarını” yapmaktadır.[3] Üstelik, Adolf Hitler’in, ünlü, “Sadakatim onurumdur!”[4] sloganı da ona eşlik etmektedir.

Böylece içerisinde “devlet”, “yasa”, “emir”, “meşru”, “sadakat”, “görev”, ve “onur” sözcüklerinin geçtiği bir “normallik terminolojisi”ne tanık oluruz. Bu sözcükler hem kötülüğü örgütler ve kitleselleştirir hem de bu durumun meşru ve “normal” olarak algılanmasının taşıyıcısı olur. Hatta fail, kendisini, görevini yapmış huzurlu bir vatandaş gibi hisseder. Çünkü onlar doğuştan cani ve sadist değildir.

Öldürdüklerine “merhamet” duymalarının önüne geçmek için verilen görevin ne denli önemli ve ağır olduğunun özellikle altı çizilir; kurban değil cellat acı çekmektedir. Kurban, varlığıyla celladın acı çekmesine neden olmaktadır. Celladın huzuru kurbanın yok edilmesine bağlıdır: Bu yüzden, “ ‘İnsanlara ne korkunç şeyler yaptım!’ demek yerine, ‘Görevlerimi yerine getirirken ne korkunç şeyler görmek zorunda kaldım, bu görevin omuzlarıma yüklediği yük nasıl da ağır!’ diyebiliyorlardı[r].”[5]

Normallik için var olan ‘normal’

Dahası, kitlesel cinayetler işlemediği, verilen emirleri uygulamadığı, görevini yerine getirmediği zaman vicdan azabı çekecektir: “…emredileni yapmadığı –milyonlarca kadın, erkek ve çocuğu büyük bir şevk ve kılı kırk yaran bir titizlikle ölüme yollamadığı takdirde vicdan azabı çekeceğini gayet iyi biliyordu.”[6]

Bu adam öldürme makinesine yarım düzine psikiyatrist “normal” raporu vermiştir. Çünkü, eşi ve çocuklarına, anne ve babasına, kardeş ve arkadaşlarına karşı davranışları takdir edilecek kadar “normal”dir. Üstelik bu kabul görmüş, alkışlarla desteklenen, kol kola girilen, “kitlesel bir normallik”tir. Normalin normal için var olduğu, bütün toplumsal değer ve yasaların normali alkışladığı, bu kitlesel alkış için toplumun organize olduğu, dehşet saçmanın normal kabul edildiği bir normalliktir bu: “Asıl sorun tam da Eichmann gibi onlarca insanın olmasından, onlarcasının ne sapık ne de sadist olmasından; ne yazık ki hepsinin eskiden de, şimdi de dehşet verici bir biçimde normal olmasından kaynaklanıyordu.”[7]

Peki, “normal”i karakterize eden en önemli özellik nedir? Bu soruya Arendt, “itaatkâr uysallık” diye cevap verir. “İtaat etmenin” içerisine doğulan toplumsallığı karakterize eden bir özellik olduğunu, üstelik “erdem” olarak altının çizildiğini belirtir. Birey önce itaat eder, sonra fiil gelir. Hitler’in ünlü sloganını hatırlayalım: “Sadakatim onurumdur!”[8] Böylece itaat, sadakatle eşleşir, onurla da payelendirilir; ardından fiil gelir, –fail, fiile hazırlanmıştır çünkü: “Suçu itaatinden kaynaklanıyordu, oysa itaat her zaman bir erdem olarak methedilirdi. (…) Ölü yıkayıcının elindeki ölü gibi itaatkâr olmuştu.”[9]

İtaatkar uysallık

Peki, bu durum salt Nazi Almanyasını mı karakterize eden bir özelliktir? Yahudilerin infaz yerlerine kendi ayaklarıyla gitmeleri, kendi mezarlarını kazmaları, soyunmaları, giysilerini katlayarak muntazam bir biçimde bir kenara koymalarında sorun yok mudur? Savcı sorar: “Neden karşı çıkmadınız? Neden trene bindiniz? Siz orada tam on beş bin kişiyken, başınızda sadece birkaç yüz muhafız vardı, –neden ayaklanmadınız, neden saldırmadınız?” [10]

Evet, aynı “itaatkâr uysallık” Yahudi cemaatinde de vardır, –şöyle cevap verilir: “Bırak seni öldürsünler, sen sen ol, sakın çizmeyi aşma.”[11]

Artık “normal”in yanı sıra kitlesel cinayetleri karakterize eden bir diğer özelliğin “itaatkâr uysallık” olduğunu söyleyebiliriz. Almanya Yahudileri, İsrail Filistinlileri, ABD Vietnam ve Iraklıları, Irak Yemenlileri, SSCB Afganistanlıları, Rusya Ukraynalıları… kitlesini hem “normal” hem de “itaatkâr uysal” kıvamına getirerek işgal ve imha edebilmiştir.

Her “normal” ve “itaatkâr uysal” ise “kitlesel cinayetler” işlemesini emreden(ler)i seçerek bu cinayetlere “pasif normal” olarak ortak olur; böylece kurban cellatlaşır, cellat kurbanlaşır.

Çünkü, kendi adına konuşmaktan vazgeçen her “pasif normal”in ilk tercihi kitleye katılma kararıdır. Her kitle ise bir diğer kitleyi işgal ya da imha etme isteğini bünyesinde barındırır.

Kitle, kitlenin (potansiyel) katilidir.

Basit, çıplak gerçek budur.

Kötülüğün Sıradanlığı’nın yayımlanmasından yaklaşık elli yıl sonra Frédéric Grosİtaat Etmemek” adlı bir kitap kaleme alarak Arendt’in “itaatkâr uysallık”ını “kölelik” olarak adlandırır. Çok daha kullanışlı ve çağrışımları güçlü olan bu yeni köle, başkasının ideolojik mülkiyetindedir; onun ihtiyaçlarına göre biçimlenir, onun zincirsiz, kullanışlı ve hareketli uzantısıdır;  hiçbir yaratıcılığı yoktur, hiçbir şeye başlamaz, hiçbir şeyi başlatmaz, hiçbir kararı vermez, hiçbir sorusu yoktur, hiçbir sorumluluğu almaz, hiçbir sorunun çözümü için çaba göstermez, hiçbir emre itiraz etmez, hiçbir boyun eğme fırsatını kaçırmaz, hiçbir uyumsuzlukta bulunmaz; başkasının emirleri üzerinden varlığını sürdürür, başkasına emir vereceği günü kararlılık, sabır ve hırsla bekler.

Kendisini kendisi öldürmüş bir katil olarak kendisiyle yaşamayı seçer, bu durumu benimser ve savunur: Katil ve maktul {= seçen ve seçilen [= emreden ve emredilen (= kurban ve cellat)]} aynı kişidir.

Spinoza’ya kulak verelim: “Her yerde sanki kurtuluşları içinmişçesine kölelikleri uğruna mücadele veren insanlar görüyorum.”[12]

“Normallik, ölümdür.”[13] [14]

*

[1] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 222.
[2] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 142.
[3] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 143, 152, 294.
[4] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 113.
[5] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 114.
[6] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 36.
[7] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 281.
[8] “Haysiyet”i, onur ve şereften ayırarak “özsaygı” vurgusuyla tartıştığım bir çalışma için bkz.: Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği. Özellikle genişletilmiş basımı öneriyorum.
[9] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 253, 142.
[10] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 21-22.
[11] Arendt, H., Kötülüğün Sıradanlığı: Adolf Eichmann Kudüs’te, s. 127.
[12] Gros, F., İtaat Etmemek, s. 30, 31, 43, 138 ve tüm kitap.
[13] Adorno, T. W., Minima Moralia: Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar, s. 58.
[14] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanacak olan Çok Kalpli Asi”adlı deneme kitabından bir bölüm.