Ana Sayfa Blog Sayfa 884

[Bir şarkının hikayesi] Middle of the Night/ Elley Duhe

Müzik dünyasında çok sık da olmasa, eserlerin  çalıntı olması ile ilgili davalara rastlanır. Hele ki o eser çok popüler olup sahibine büyük bir şöhret ve milyonlarca dolara varan gelir sağlıyorsa, söz konusu esere esin kaynağı olabilecek benzer melodilerin hak sahipleri dava açmaktan çekinmez. Bazen bu davalar eserin yayınlanmasından yıllarca sonra açılabildiği gibi, ardı ardına birkaç davaya konu oldukları da görülebilmektedir.

Bugüne kadar yazılmış en iyi şarkılardan biri olarak kabul edilen, “Stairway to Heaven” da böylesi bir davaya konu olmuştu. Led Zeppelin tarafından şarkının 1971’de yayınlanmasından 43 yıl sonra, 2014 yılında gruba karşı, şarkı girişindeki gitar rifini Spirit adlı Amerikalı bir grubun” Taurus” adlı şarkısından çaldıkları gerekçesiyle telif hakları ile ilgili bir dava açılmıştı.

Bahis konusu olan tüm zamanların en güzel gitar riflerinden biri olarak kabul edilen “Stairway To Heaven”ın gitar rifi olunca, dava yazılı ve görsel basına konu olmuştu.

Taurus, Stairway to Heaven’a karşı

Jüri üyeleri, grubun solisti Robert Plant’in  ve gitaristi Jimmy Page’in şarkıyı daha önce duymamış oldukları yönündeki ifadelerini, “şarkının ulaşılabilir olduğu” gerekçesi ile yeterli bulmasa da müzikologların kanıtları daha ikna edici olmuştu. Mahkemede ifade veren uzmanlar her iki şarkıda da kullanılan akor inişlerinin yüzyıllardır yaygın olan bir kalıp türü olduğu yönündeki tezlerini örneklerle de güçlendirince  Led Zeppelin, 2016 yılında davayı kazandı. Ancak jüri üyelerine mahkeme süresince “Taurus“u dinleme izni verilmediği gerekçesi ile ikinci bir davanın önü açılmış ve en nihayetinde 2018’de, beş yıllık dava süreci ikinci kez Led Zeppelin lehine sonuçlanmıştı.

Günümüzün en sevilen ozanlarından biri olan Ed Sheeran ise Led Zeppelin kadar şanslı olmadı.

2014’de yayınladığı “X” albümündeki parçalardan biri olan “Photograph” o tarihe kadar sanatçının en önemli hit parçalarından biri olmuştu. Ancak 2016 yılında sanatçıyı sevimsiz bir sürpriz bekliyordu. 2012 yılında “X Factor” yarışmasını kazanan  Matt Cardle’ın “Amazing” adlı şarkısının söz ve beste yazarları, iki şarkının nakarat bölümünde 39 özdeş notayı paylaştıkları iddiası ile Ed Sheeran aleyhine 20 Milyon dolarlık bir dava açtı. Sheeran’ın avukatları uzlaşma yoluna gitmeyi  tercih etti ve davacı tarafa telif haklarından belli bir pay vermek sureti ile davayı sulhla sonuçlandırdılar.

Beethoven, 1970’li yıllarda yaşasaydı, John Lennon’a “Because”u bestelerken “Ayışığı Sonatı”ndan esinlendiği için dava açıp telif hakkı alır mıydı bilinmez ama Rock gruplarının klasik eserlerden esinlendikleri tek örnek de “Because” değildi.

İnsanların kulağında yer etmiş güzel bir melodiyi kullanarak bir şarkıyı kolay sevdirmenin  farklı yollarından biri de  şimdilerde “sample kullanmak” olarak adlandırılan yöntem.

“Sampling” (Örnekleme ) önceden hazırlanmış ses kaydının belli bir parçasını başka bir kayıtta tekrar kullanmak olarak tanımlanabilir.

Türkiye’den “sampling”ler

Özellikle hip- hop ve elektronik müzikte oldukça fazla kullanılan bu yöntemi David Guetta ve Duft Punk gibi isimler çok kullanıyor. Türk sanatçılarının eserlerinin de yabancı gruplar veya şarkıcılar tarafından sample olarak kullanıldığı birçok örnek mevcut. Selda Bağcan’ın “İnce İnce”si 2015’te Dr. Dree tarafından kullanıldı. Sezen Aksu’nun “Hadi Bakalım”ı, Candan Erçetin’in “Elbette”si, MFÖ’nün “Adımız Miskindir Bizim”i de sample’lama tekniğinden nasibini alanlar arasında.

Bu tekniğin çok güzel kullanıldığı örneklerden biri de Madonna’nın en iyi şarkılarından biri olan ve 2005 yılında kaydettiği “Hung Up” ta, ünlü İsveç grubu ABBA’nın  1979 tarihli “Gimme Gimme” adlı şarkısının giriş melodisini neredeyse şarkının tamamında kullanmasıdır. Bu denli belirgin bir “örnekleme” için Madonna’nın ABBA’ya önemli bir telif hakkı ödemiş olması olasıdır.

Bugünlerde radyolarda sık sık çalınan, Amerikalı genç şarkıcı Elley Duhé’nin “Middle Of the Night” adlı şarkısındaki örnekleme de en az Madonna’nınki kadar başarılı olmuş gözüküyor.

Parçanın başarısındaki  aslan payını, şarkıda sample olarak kullanılan ve 130 yıl önce İsaac Albeniz tarafından yazılmış “Asturias (Leyenda)” adlı esere vermek oldukça adil olacaktır.

“Asturias (Leyenda)” orijinalinde piyano için yazılmış olsa da klasik gitar repertuvarının en önemli eserlerinden biri olmuştu. “Leyenda” daha önce heavy metal grubu Iron Maiden tarafından “Mother Russia” adlı şarkılarında kullanılmıştı. Ancak Elley Duhé parçanın özünü bozmadan tüm melodiyi  hem girişte, hem finalde,  hem de arka planda kullanarak ya da diğer bir deyişle “Leyenda” nın hakkını vererek, şimdiden “Spotify Global Top 50” listesinde 20.sıraya yerleşmeyi başardı.

 

Şarkı Duhé ve İngiliz şarkı yazarı Sam Romans tarafından 2020 yılında yazılmış ve kaydedilmişti. “In the Middle Of The Night”, Elley Duhé’nin gece yakınlığına duyduğu özlemi anlattığı bir rock baladı idi. Şarkı ilk çıktığında yeterli ilgiyi görmese de 2021 yılında TikTok uygulaması imdadına yetişmiş ve milyonlarca kere izlenen farklı videolarla şarkı viral olunca, listelerde üst sıralara tırmanmaya başlamıştı. Bu sayede de genç kuşak Albeniz’in bu eşsiz eseri ile tanışmış oldu.

Örnekleme tekniği geçmiş dönemlerle kıyaslandığında yaratıcılık yönünden oldukça sıkıntı çeken müzik dünyasına,  sonsuz bir kütüphane sunuyor ve “yavaşça kurumakta olan bir nehire toprağın altından can veren bir su kaynağı” gibi, günümüz müziğine nostaljik ama  hiçbir zaman solmayacak renkler katmaya devam ediyor.

Kaynakça

  • Gardner E. Ed Sheeran Gives Up Part Ownership of “Photograph” in Settling Copyright Lawsuit, 10.04.2017
  • Led Zeppelin’s Stairway to Heaven copyright battle is finally over, 05.10.2020
  • London A. Middle of the Night by Elley Duhé, 31.01.2022
  • Karakaş Ö., Türkçe Şarkılardan Alınmış Sample’larla Yapılan 22 Yabancı Şarkı, 25.08.2015
  • Tezvaran O., Sample:Yaratıcılık mı? Hırsızlık mı?, 18.12.2019
  • Songfacts, “Middle Of The Night”

Piyale Madra çiziyor- 35

Türkiye’nin önde gelen çizerlerinden Piyale Madra, çizgileriyle Türkiye ve dünyanın “hal ve gidişatını” yorumluyor.

 

Kapı tokmağı, akaryakıt zamları ve emekliye müjdeli haber

Ben küçük bir çocukken, saat başı haberler pille çalışan radyolardan verilirdi. TRT’nin siyah beyaz tek kanal olarak belli saat aralıklarında yayın yaptığı zamanlar. Radyo yayınları, daha uzun saat dilimlerinde yapılırdı. Belki de yirmi dört saat. Hatırlamıyorum. Haberler, spiker tarafından “ajans” diye duyurulurdu radyodan.

Yıllar… Zamanın gerisine düşen yıllar… Babam, hiçbir zaman ticarette iddialı değildi, romantik ve şair ruhlu bir adamdı. Evde şiir okurdu. Özellikle Attila İlhan’ın “Cinayet Saati” ve “Sisler Bulvarı”nı. Ortaokul öğrencisi iken bana, Tevfik Fikret’in “Rübab-i Şikeste”sini armağan etmişti. Edebiyat sevdam, ondan bana mirastır. Dedemden kalan mülk ve toprak geçimimizi sağlamaya rahatlıkla yeterdi. Yine de babam beyaz eşya ve tüpgaz bayiiliği yapardı. Hukuk tahsilini yarıda bırakıp dedemin yanına dönmüş, annem ile evlendikten bir süre sonra bu işlere başlamış. Ahşap evimiz, ana caddenin üzerinde, dükkanlarımızın yanında idi. Ahşap sokak kapısının üzerinde demirden yapılma bir tokmak vardı ve dışarıdan gelenler zil niyetine o tokmağı vururlardı. Evimiz; o dönemin ahşap, güzide binalarından idi, annem ve babam evlenmeden önce dedem kaymakamlığa lojman olarak kiralarmış.

Şafak vakti sayım

Gece ajansında akaryakıta zam geldiği haberi biz uyuduktan sonra verilse bile, maliyecilerden sonra sanırım ilçede ilk bizim ailenin haberi olurdu. Dört koldan kuşatılırdık. Ahşap evin avlusu, LPG tüpleri için depo olarak kullanılırdı. Güvenlik gibi konular pek ciddiye alınmazdı o yıllarda. Saatli bomba bizim avluda idi. Bir patlama olsa sadece biz değil, bütün cadde havaya uçabilirdi. Kaderimize razı idik. O meşhur tokmak, bazı sabahlar daha şafak sökmeden sert bir şekilde bir iki defa vurulurdu. Ve biz, birkaç saniye içinde ne olduğunu tahmin ederdik. Derken maliye memurları, tahminimizi yüksek sesle dile getirirlerdi. “Yaşar Abi, Yaşar Abi, kapıyı açın, biz maliyeden sayıma geldik.”

Tabii aynı zamanda ilçenin Maraş tarafından girişi de diğer maliye memurları tarafından tutulurdu. Dayımın işlettiği benzinlik için akaryakıt taşıyan tanker, Mersin’e doluma gitti ve yükünü sırtlayıp ilçeye girmek üzere ise, maliyeciler tarafından durdurulurdu. Dedim ya, akaryakıt zamları sonrası bizim aile dört bir taraftan maliyeciler tarafından kuşatılırdı diye. Elbette, sadece bizim aile değil akaryakıt işi ile uğraşan diğer birkaç aile de bu gelişmelerden nasibini alırdı. Zaten ana cadde üstünde üç banka hariç, tüpgaz bayiiliğine ev sahipliği yapan dükkanların önünde o renkli ve ışıklı reklam levhaları olurdu. Kışın çok ağır geçtiği ilçede insanın içini ısıtan levhalardı onlar: İpragaz, Mobilgaz ve Aygaz. Ben, bizim levha ne zaman yanacak diye heyecanlanırdım. Babamın dükkanın kapısını çekip kilitlemeden önce yaptığı en son iş, levhayı ışıklandıran elektrik düğmesine dokunmaktı.

Sonra, Avrupa Birliği’ne girme hazırlıkları ile Katma Değer Vergisi, bizim vergi sistemimize girdi ve zamlar sonrası maliye memurları tarafından koyun sayar gibi LPG tüplerinin sayılması usulünden ve ilçenin Maraş tarafından girişinin tutulmasından vazgeçildi. Biz de bu arada annem ve babamın büyük özenle yaptırdığı yeni evimize taşındık. Yanımıza kapıdaki tokmağı da alarak, yeni kapıya asılması için. Orada bırakmaya annemin ve babamın gönlü razı olmamıştı. Tokmak yıllardır bizimle. O tokmakta bir ailenin ve belki de bir ilçenin söze dökülmemiş gizli tarihi vardı. Bizden önce o evde yaşayan kaymakamların kapısı da belki şafaktan önce haberleri getirmek için çalınmıştı. İyi veya kötü haberleri. Kim bilir… Gelişmeler, bizim yeni eve taşınmamızla kalmadı. Güvenlik nedeni ile LPG depolarının ilçe dışında olması şart koşuldu. Babam da daha sonra bu işini devretti.

O gün bugün, ne zaman akaryakıta zam geldi haberini duysam, beynimde bu sisli puslu anılar canlanırdı. Babam, dayım, çocukluk ve şimdi yerinde olmayan ahşap evimiz. Nedense zamların benim için romantik yanı vardı, bütün bu anıları bellekte canlandırdığı için. Son zamlara kadar… Bir süredir açıklanan enflasyon verilerine kadar… Bir süredir “memura, emekliye müjde, çifte bayram edecekler” diye atılan gazete başlıklarına kadar…

Enerji fiyatlarındaki artış enflasyona yansımıyor

Türkiye’de biz ekonomistlerin deyimi ile satın alma gücünde eşi benzeri görülmemiş bir düşüş yaşanıyor. Yoksulların yoksulluğunu derin yoksulluğa dönüştüren, orta sınıf diye bir sınıf bırakmayan bir düşüşten bahsediyorum. Enflasyon verilerinin gerçeği yansıtmaması memur ve emeklilerin maaşlarında yapılan düzeltmenin, dikkat edin zam demiyorum düzeltme diyorum, zira zam reel anlamda artış demektir, artan fiyatların çok geride kalmasına neden oluyor. Zaten bu zam furyası öncesi zar zor geçinen, herhangi bir sosyal faaliyete katılamayan, katıldığı zaman bütçesinde büyük delik açılan ve kendilerini bu nedenle evlerine hapseden milyonlardan bahsediyorum. Sadece yaşlılar mı? Toplumun her kesimi, her yaştan insanı daha önce bu ülkede eşi benzeri görülmeyen hayat pahalılığından nasibini alıyor. İyi eğitimli birçok insan, yoksulluk sınırında yaşar hale geldi maalesef.

Hayata dair birçok isteklerden, hayallerden, planlardan vazgeçilmesinden bahsediyorum.  Borsa gibi, gıda fiyatlarının sürekli değiştiği, ama maalesef artış yönünde sadece yukarıya doğru değiştiği bir ülke haline geldik. Enerji fiyatlarında arka arkaya gelen artışların, enflasyon hesaplarında yerini bulamaması açıklanabilir değil. Biz, ekonomistler olup biteni hayretle izliyoruz. Enerji fiyatlarındaki artış diğer fiyatlara yansıyor, ama enflasyon hesaplarına tam olarak yansıtılamıyor. Diğer taraftan, ekonomideki büyümenin yüksek olduğu söyleniyor. Büyümenin gelir dağılımına yansıması önemlidir, gereklidir. Yansımıyor ise, sorun büyük. Ekonomide veriler ile oynayabilirsiniz, ama sonuçlarını saklamanız imkansız. Hani deriz ya, mızrak çuvalda saklanmaz diye. Gidişat iyi değil hem de hiç iyi değil. Yazımı baştan sona okurken buralarda içimdeki kararmanın yazıya da yansıdığını görüyorum. Kim, hangi yürek ve akıl ile “memura ve emekliye çifte bayram, yüzleri gülecek” diye manşet atar, onu da bilemiyorum. Üstelik bir de yaşlı, benli, lekeli buruşuk ellerin para sayarken ki resmini koyarak!

 

ODTÜ’te Onur Yürüyüşü’ne polis müdahale etti: Gözaltılar var

ODTÜ’de bugün saat 18.00’da başlayan ve Rektörlük tarafından yasaklanan Onur Yürüyüşü’ndeki öğrencilere polis müdahale etti. ODTÜ’de Onur Yürüyüşü’ne katılan kitleyi dağıtan polisin gazlı ve plastik mermili müdahalesinin ardından en az 16 gözaltı olduğu belirtiliyor. 

ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması tarafından sosyal medyada yapılan açıklamalarda polislerin yürüyüşe katılanlara plastik mermi ve biber gazıyla müdahale ettiği bildirildi.

Öğrencilerin “Ay, ay, ay!” ve “Neredesin aşkım, buradayım aşkım” sloganlarıyla başladığı yürüyüşe katılan kitlenin dağılmasının ardından polisin kampüste müdahalelere devam ettiği aktarıldı.

Polis müdahalesinin ardından Onur Yürüyüşü’ne katılan kitle dağılırken polisin müdahaleye devam ettiği belirtildi:

Boğaziçi LGBTİA+’dan  ODTÜ’ye destek geldi:

 “Polis defol, üniversiteler lubunyalarındır! “

Kazdağları İstanbul Dayanışması da polis müdahalesini şu sözlerle eleştirdi:

ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması tarafından 10’uncusu düzenlenecek yürüyüş öncesinde izinli ziyaretçilerin ve mezunların okula alınmadığı bilgisi verilmişti. 

Dayanışma tarafından yapılan açıklamalarda ODTÜ’nün A1  ve A4 kapılarında yoğun bir şekilde polis ve TOMA araçlarının beklediği belirtilmişti. 

ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması’nın iki yıl aradan sonra düzenlediği ve bugün gerçekleştirilen Onur Yürüyüşü, #Hatırla sloganı ile duyurulmuştu. 

Rektörlük, kampüste Onur Yürüyüşü gerçekleşmesi durumunda “her türlü güvenlik önleminin” alınacağını duyurmuştu.

Süper solucanların plastiği sindirebildiği keşfedildi: Biyobozunma plastik kirliliğine çözüm olabilir mi?

Queensland Üniversitesi‘ndeki araştırmacılar, polistiren maddesini yiyen ve sindirebilen olan bir solucan türünün toplu ölçekte plastik geri dönüşümün anahtarı olabileceğini keşfetti.

Bilim insanları,  Zophobas morio türünün, yani ‘süper solucanının’ bağırsaklarındaki bakteriyel bir enzim sayesinde polistireni yiyebileceğini ortaya koydu.

Queensland Kimya ve Moleküler Biyolojik Bilimler Okulu‘ndan Dr. Chris Rinke ve ekibi, araştırma kapsamında üç haftalık bir süre boyunca, bir gruba polistiren köpüğü, bir gruba kepek ve diğerlerine açlık diyeti uygulayarak süper solucanları farklı diyetlerle besledi.

Rinke şu açıklamayı yaptı:

“Polistirenden oluşan bir diyetle beslenen süper kurtların sadece hayatta kalmadığını, hatta marjinal kilo artışları olduğunu bulduk. Bu, solucanların, büyük olasılıkla bağırsak mikroplarının yardımıyla polistirenden enerji elde edebileceğini gösteriyor.”

Süper solucanlar, ağızlarıyla polistireni parçalayan ve ardından bağırsaklarındaki bakterilere besleyen mini geri dönüşüm tesisleri gibidir.

Bu reaksiyonun ürünleri daha sonra diğer mikroplar tarafından biyoplastikler gibi yüksek değerli bileşikler oluşturmak için kullanılabilir.

Bu biyolojik geri dönüşümün plastik atık geri dönüşümünü teşvik edeceği ve çöplükleri azaltacağı umuluyor.

Araştırmacılar, polistiren ve stireni parçalama kabiliyetine sahip birkaç kodlanmış enzimi bulmak için metagenomik adı verilen bir teknik kullandılar.

Uzun vadeli hedef, mekanik parçalama ve ardından enzimatik biyobozunma yoluyla geri dönüşüm tesislerinde plastik atıkları parçalayacak enzimler üretmektir.

Araştırmanın ortak yazarı Jiarui Sun, laboratuvarda bağırsak bakterilerini büyütmeyi ve polistireni parçalama yeteneğini daha fazla test etmeyi hedeflediklerini söyledi: “Ardından, bu süreci bir geri dönüşüm tesisi için gerekli bir düzeye nasıl çıkarabileceğimizi inceleyebiliriz.”

Dr. Rinke, keşfin, plastik atıkların biyolojik olarak parçalanması için birçok fırsat olduğunu belirtti:

“Bilimi bunun gerçekleşmesi için zorlamak için çok heyecanlı.”

İzmit Çarşısı’ndan siparişler artık bisikletle teslim edilecek

İzmit Belediyesi‘nin yerel ekonomiyi kalkındırmak amacıyla hizmete sunduğu Türkiye’nin ilk dijital çarşısı olan İzmit Çarşısı’nda Bisiklet Kurye Ağı Projesi başladı. Dünyada giderek yaygınlaşan bisikletle dağıtım ağı Türkiye’de ilk kez bir belediye öncülüğünde hayata geçirilecek.

Buna göre İzmit Çarşısı dahilinde verilen siparişler, belirlenmiş erişilebilir bölge içerisinde bisikletle ulaştırılacak.

Türetim Ekonomisi Derneği, Good4Trust ve İzmit Belediyesi ortaklığında hayata geçirilecek olan İzmit Çarşısı Bisiklet Kurye Ağı Projesi ile karbon ayak izini düşürmek, üreticiyle alıcının karşılıklı iletişimini artırmak ve gönderi ulaşım süresini ve maliyetleri azaltmak hedefleniyor.

Bisiklet ulaşımını desteklemek amacıyla projenin uygulanacağı bölgedeki mevcut bisiklet yolları ve yol güvenliği öncelikli olarak değerlendirilecek ve proje süresince kullanıcıların deneyimleri doğrultusunda geliştirilecek.

Paketlerin kargo araçları yerine bisikletle ulaştırılmasının bireyleree zaman ve maliyet; çevreye ise karbon emisyonu tasarrufu sağlaması amaçlanıyor. İkincil faydalar olarak; kent içi bisiklet hareketliliği artacak, birey ve toplum sağlığı olumlu yönde ilerleyecek, kentteki entegre ulaşım ve erişilebilirlik alternatif yolların kullanılması sayesinde gelişecek, sağlık ve çevre konusunda sosyal farkındalık artacak.

Öte yandan paketlerin kurumlar değil, bireyler tarafından iletilmesinin de yerel halk arasındak iletişimi artırması ve bu iletişim ağının potansiyel paylaşım projelerinin temelini oluşturması bekleniyor.

ODTÜ’de Onur Yürüyüşü öncesi kapılara polisler yığıldı

ODTÜ’de bugün saat 18.00’da başlayacağı günler öncesinden duyurulan ve Rektörlük tarafından yasaklanan Onur Yürüyüşü öncesinde kampüs kapılarına polis araçları ve TOMA’lar yığıldı. 

ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması tarafından 10’uncusu düzenlenecek yürüyüş öncesinde izinli ziyaretçilerin ve mezunların okula alınmadığı bilgisi verildi. 

Dayanışma tarafından yapılan açıklamalarda ODTÜ’nün A1  ve A4 kapılarında yoğun bir şekilde polis ve TOMA araçlarının beklediği belirtildi. 

Kaynak: ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması

ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması’nın iki yıl aradan sonra düzenlediği ve bugün gerçekleştirilecek Onur Yürüyüşü, #Hatırla sloganı ile duyurulmuştu. 

Rektörlük, kampüste Onur Yürüyüşü gerçekleşmesi durumunda “her türlü güvenlik önleminin” alınacağını duyurmuştu.

Geçtiğimiz günlerde ODTÜ Rektörlüğü, Onur Yürüyüşü’nü yaptırmayacağını açıklamıştı. Rektörlük tarafından yapılan açıklamda “… kurumsal bütünlüğümüze ve imajımıza zarar verme gayreti içinde olduğu ve Bahar Şenliğindeki yürütüşte de açık bir şekilde görülen bu tür girişimlerin verebileceği büyük zararları ancak karşılıklı güven, açık, yapıcı iletişim ve anlayışla hep birlikte engelleyebiliriz. Bunu sağlayabilmemiz için başta öğrencilerimiz olmak üzere tüm ODTÜ’lülerin bu konuda en yüksek hassasiyeti göstereceklerine inanıyoruz” denilmişti.

Kaynak: ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması

Rektörlük Onur Yürüyüşü’ne yönelik çağrıları “Üniversitemiz kampüsünü kendilerinin ülkemizdeki izinsiz yürüyüş merkezi olarak lanse etmeye çalıştığı farklı paylaşımlar” olarak niteledi. 

Yasaklama öncesi Dayanışma’dan aktivistler, rektörlükle yaptıkları temaslarda rektörlüğün açık açık “Yürüyüş yapmayın” dediği aktarmış, üstelik “Başınıza bir şeyler gelir” diye imalarda bulunduğunu ifade etmişlerdi.

Boğaziçi direnişi devam ediyor: 523’üncü gün!

Bugün itibarıyla Boğaziçi Üniversitesi’nde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atanan rektörler Melih Bulu ve Naci İnci’ye ve bu kişilerin yaptıkları atamalara itiraz eden akademisyenlerin protesto eylemi 523’üncü gününü doldurdu.

Rektör İnci’nin ilgili kurullarının hiçbirini muhatap almadan ve  şeffaf olmayan bir şekilde Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının iki iki yüz seksen sekizinci, 30 Temmuz günü gerçekleştirilen oylamada akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden görevden almasının ise ise iki yüz yedinci gününde, akademisyenler yine sırtlarını rektörlük binasına döndü.

Fotoğraf: Can Candan

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de 12:15’te #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 356’ıncı kez rektörlük binasına döndüler.

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” ve “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler taşıdılar.

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri 356. nöbetlerinin ardından haftanın her son iş gününde olduğu gibi haftalık açıklamalarını okudular:

Fotoğraf: Can Candan

“Sizlere basının hâlen alınmadığı, çevresinde polisin ağır silahlarla devriye gezdiği, her köşesinin kameralarla, özel güvenlik güçleri ve sivil polislerce denetlenmeye çalışıldığı, girişlerine yüksek demir parmaklıkların yerleştirildiği kampüsümüzden sesleniyoruz.

Gayrimeşru rektör Naci İnci, çeşitli idari görevleri aralarında paylaşmış iki yardımcısı ve onları destekleyen, üniversite dışından devşirilmiş, kurumda tek bir ders vermemiş yönetici kadrosu, hayallerindeki otoriter ve biat esaslı üniversite modelini ancak Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenlerini yok sayarak gerçekleştirebileceklerinin farkında.

Fotoğraf: Can Candan

Mezuniyet törenleri

Üniversitenin ortak iradesine ve süregiden kitlesel itirazlara rağmen dayatılan bu kendinden menkul yönetim projesinin bir yansıması da eğitim yılı sonunda, mezuniyet törenlerinin lâyıkıyla düzenlenmesine karşı yönetimin ortaya koyduğu engeller ve öne sürdüğü çekincelerde görülüyor.

Geçen sene pandemi koşulları gerekçe gösterilerek düzenlenmesi uygun bulunmayan toplu mezuniyet töreni, bu sene de tepeden inme bir kararla, masraflar bahane edilerek iptal edildi. Öğrenciler ve öğretim üyelerinin karşısına çıkmaya çekinen kayyım yönetimi, bu sene de toplu töreni geçen sene olduğu gibi, ancak seçilmiş sayıda davetlinin yer aldığı, kapalı ve çevrimiçi bir formata indirgeyecek gibi görünüyor.

Fotoğraf: Can Candan

Toplu mezuniyet töreni, öğrencilerin üniversite deneyimini taçlandıran önemli bir dönüm noktası olarak Boğaziçi Üniversitesi tarihi boyunca her yıl aksamadan, coşkuyla gerçekleştirilmiş olan bir etkinlik. Üniversite yönetimini ve hocalarını, öğrenciler, aileleri ve yakınlarıyla bütünleştiren bu anlamlı kutlamanın iptal edilerek etkinliklerin fakülte, yüksek okul ve enstitü diploma dağıtım törenleriyle sınırlı tutulması kayyım yönetiminin aczini ve kendini mahkum ettiği yalnızlığı bir kez daha ortaya koyuyor. Özel güvenlik ordusuna, kampüsleri donatan kamera sistemlerine ve makam araçlarına yüklü harcamaları kolayca yapan gayrimeşru yönetimin mezuniyet törenini bütçe kısıntısı gerekçesiyle iptal etmesini kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Dileğimiz, öğrencilerimizin mezuniyetlerini hak ettikleri türden, kapsayıcı, renkli ve coşkulu bir törenle kutlayabilmeleri.

Bütçe kısıntısı gerekçesiyle bir dönem yok edildi

Naci İnci yönetiminin bütçe kısıntısı gerekçesiyle iptal ettiği bir diğer hizmet de hazırlık öğrencilerinin yaz döneminde zorunlu ve ücretsiz olarak aldıkları P1 üçüncü dönem İngilizce eğitimi. 2014’te senato kararıyla zorunlu hale getirilen P1 üçüncü dönemi sayesinde beklemeli olan önemli sayıda hazırlık öğrencisi sisteme kazandırılarak İngilizce eğitim seviyesinde kayda değer bir iyileşme kaydedilmişti. Üniversite öncesinde yabancı dil eğitimi alma ayrıcalığı olmayan öğrencileri bir sene içinde akademik İngilizce kullanımı konusunda donanımlı hale getiren bu programın süresi, geçen hafta, Yaz dönemine haftalar kala, ilgili birim ve komisyonlara haber bile verilmeden, yönetimin ani bir kararıyla üç dönemden iki döneme indirildi.

Fotoğraf: Can Candan

Uzun çalışmalar ve istişareler sonucunda oluşturulmuş olan müfredatın bütünlüğü bozularak üçüncü dönem eğitimi zorunlu olmaktan çıkarıldı, seçmeli ve ücretli hale getirildi. Son anda alınan bu karar yüzünden hazırlık programını gerekli görülen seviyede tamamlamak isteyen tüm öğrenciler paralı eğitim seçeneğine zorlandı ve hak ihlaline uğradı. Bu uygulamayla Boğaziçi Üniversitesi’nde nitelikli eğitimin temel unsurlarından biri olan Yabancı Diller Yüksek Okulu devre dışı bırakılarak yıllardır büyük emek ve özveriyle oluşturulmuş olan İngilizce programına ciddi bir darbe vuruluyor. Bu ani ve hakkaniyetsiz karar, Boğaziçi Üniversitesince benimsenen ve uluslararası standartlarda eğitimin ön koşulu olan yabancı dil yetkinliğini kayyım yönetiminin önemsemediğini akla getirmekte ve bir kamu üniversitesi olmanın gereği olan erişilebilir ve ücretsiz eğitim şiarıyla da uyuşmamaktadır.

Fotoğraf: Can Candan

Boğaziçi Üniversitesi, ciddi bir kurum olarak öğrencisine verdiği sözü tutmak ve senatosunca onaylanmış müfredatları uygulamak zorundadır; tüm hazırlık öğrencilerinin bu yaz P1 programına devam etmeleri sağlanmalıdır.

Boğaziçi’nde Söz 101 dersleri: Mekan 101

Direnişimizin başından beri Güney Meydan‘da gerçekleştirdiğimiz ve dayanışmamızın önemli mecralarından biri olan Söz 101 derslerine, bu hafta MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümünden İpek Yürekli’nin verdiği Mekân 101 dersiyle devam ettik.

Fotoğraf: Can Candan

Yürekli, hem pratik yararı olan, hem de olmayan hayal etme süreçleri bağlamında mekân tasarlama eylemi ve üniversite eğitimi ilişkisini ele aldı. MEF Mimarlık Bölümü stüdyosunda bu dönem Boğaziçi Üniversitesi odaklı yürütülen projede mekânsallık, üniversite-kamu ilişkisi ve akademik özerklik kavramlarının nasıl ilişkilendirildiğini anlattı. Açık dersten sonra stüdyo öğrencileri projelerini Güney Kampüste sergileyerek fikirlerini ziyaretçilerle paylaştılar.

Gözaltı ve cezalar

Mücadelemizin tüm baskı ve hak ihlâllerine rağmen kamu tarafından sahiplenilmesi bizim için çok değerli. Direnişimize ses verenlerin cezalandırıldığı yeni bir mahkeme kararını kamunun vicdanına sunuyoruz.

Gözaltına alınan Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine destek vermek için Şubat 2021’de Çağlayan Adliyesi’nde toplanan ve polis müdahalesiyle gözaltına alınan dokuz kişinin yargılandığı davada bu hafta karar aşamasına gelindi. 22. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada sekiz sanığa Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu ihlâl ettikleri iddiasıyla beşer ay hapis, bir sanığa da ‘görevi yaptırmamak için polise direnme’ suçundan altı bin lira adlî para cezası verildi. Sadece öğrencilerle dayanışma amacıyla bir araya gelen ve uyarılmadan polis müdahalesine maruz kalan bu gruba verilen ağır cezaların ilerleyen adlî süreçte yeniden değerlendirilmesini ve hakkaniyetli bir karar verilmesini umut ediyoruz.

‘Üniversitedeki gayrimeşru uygulamalar bir an önce sona ermeli’

Her hafta olduğu gibi süregiden hukuksuzluklara dair yaptığımız çağrımızı yineliyoruz:

Üniversitedeki gayrimeşru uygulamalar bir an önce sona ermelidir. Üniversitemizdeki tüm fakülte dekanları, enstitü müdürleri ve yüksek okul müdürü seçimle göreve gelmeli ve seçilmiş kurullarla denetlenebilmelidir. Şeffaf ve demokratik yollardan belirlediğimiz ve haksızca işlerine son verilen dekanlarımız bir an önce görevlerine iade edilmelidir. Atama ve yükseltme kriterleri hiçe sayılarak, bölüm ve fakültelerin onayı alınmadan, tepeden inme kararlarla yapılan tüm atamalar gayrimeşrudur, geri alınmalıdır.

İşlevsizleştirilen Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi ve Cinsel Tacizi Önleme Koordinatörlüğü işinin ehli çalışanlarıyla birlikte bir an önce tekrar faal hâle getirilmelidir.

Naci İnci ve yönetimi ile bugüne kadar hukuksuzca kadrolaşmış tüm isimlerin istifasını talep ediyoruz. Fakülte ve bölüm kararları yok sayılarak işine son verilen ve dersleri iptal edilen meslektaşlarımızın haksızca uzaklaştırıldıkları işlerine iade edilmelerini, ayrıca öğrencilerimiz, akademik ve idari personelimiz hakkında mesnetsiz gerekçelerle açılmış tüm disiplin soruşturmalarının geri alınmasını bir kez daha talep ediyoruz. Üniversitemizi yılmadan ve kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz.”

Prof. Çukur: Suyumuzu korumak ve sıcaklığı dengelemek için ormanlara ihtiyacımız var

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Coğrafya Eğitimi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hasan Çukur, yaşanan sağanakların ve iklim değişikliğinin nedenlerini anlattı.

Aırı hava olaylarının her yıl biraz daha artacağına vurgu yapan Çukur, “Ormanları daraltıp tarım alanları haline getirerek ihtiyacı karşılamaya çalışıyoruz. Bu süreç devam ederse seneye yine aşırı sağanaklar olacak. Hortumlar artacak, sert rüzgarlar, fırtınalar, kuraklık ve seli yaşayacağız” dedi.

Çukur, dünya üzerinde artan nüfusun baskısına, su kullanımı ve hava kirlilğine dikkat çekti:

“Bu yüzyılın başında dünya nüfusu 2 milyar civarındaydı, şu an ise 7,8 milyara geldik. Nüfus dört; kullanılan su miktarı ise beş kat arttı. Sanayi devrimi, fosil yakıtların kullanılması, kitlesel tüketimin ve ulaşım hizmetlerinin artması sonucu çok fazla enerji kullanır olduk. Yaşam kalitesiyle birlikte daha çok üretme ve daha çok tüketme talebimiz arttı. 

Kullanılan aşırı enerjinin havaya partikül madde yaydığını ve küresel ısınmaya neden olduğunu hatırlatan Prof. Çukur, iklim krizine şu sözlerle dikkat çekti:  “Doğadaki dengeleri göz ardı edersek her yıl bu hava olaylarını biraz daha artan şekilde yaşayacağız.”

İlgili haber: Türkiye’nin enerji karnesi: Sermayeye dost, kamuya düşman
İlgili haber: Atmosferdeki karbondioksit seviyesi, sanayi öncesi döneme göre yüzde 50 daha yüksek

Türkiye’de hem yağışsız gün sayısı ve hem aşırı sağanaklar arttı

Günde 100 mililitrenin üzerindeki yağışların ‘aşırı sağanak’ olduğunu belirten Çukur, “Marmara ve Trakya‘dan başlayıp Güneydoğu‘ya bir hat çekersek bu hattın güneyinde yağışsız gün sayılarında ve aşırı sağanaklarda artış var. İzmir‘de 60-70 gün yağış varsa bu sayı 30-40 güne düşmüş durumda” değerlendirmesini yaptı.

Çukur’a göre çözüm ise yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek, binaların yalıtımını yapmak ve orman sahalarını genişletmek.

Dünyada kahve ve kakao plantasyonları için ormanları daraltıp tarım alanları haline getirildiğinin altını çizen Çukur, Türkiye’nin de orman alanları azaldıkça krizlere daha savunmasız hale gelebileceğine işaret etti:

“Ülkemiz çok engebeli ve yüksek bir ülke. Aşırı sağanaklar olduğunda yere düşen yağış akışa geçiyor ve orman alanları azalınca heyelan gibi kütle hareketleri ile erozyon yaşanıyor.”

İlgili haber: ‘İklim felaketlerini önlemek için gereken fon, 20 yılda yüzde 800’den fazla arttı’

Doğa bilimiyle uğraşanları dinleyin

Doğa biilimiyle uğraşanları dinlemek gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Hasan Çukur, su kullanımına dair de şunları söyledi:

“Suyu çok verimli kullanmalıyız. Biz tatlı suyumuzun yüzde 80’ini çiftçimizin hizmetine sunuyoruz. Çiftçi de geleneksel salma sulama yöntemiyle arazisini suluyor. Damla sulamaya geçildiğinde bu kadar fazla su tüketmeyerek birim alandan daha fazla verim alabiliriz. Şehirlerde su, tasarruflu kullanmalı.”

Ormanların sadece rekreasyon alanı olmadığının altını çizen Çukur, “Suyumuzu korumak ve sıcaklığı dengelemek için ormanlara ihtiyacımız var” dedi.

İlgili haber: Her şeyi Değiştirme Rehberi: İklimi değil, sistemi değiştir! – Ceren Sevin
İlgili haber: Veriler yalan söylemez: Ormansızlaşıyoruz!

Riga’da toplanan Avrupa Yeşilleri’nden Türkiye’ye: Akkuyu NGS’yi durdurun

35’inci Europen Greens (Avrupa Yeşiller Partisi-EGP) Konseyi3-5 Haziran’da, Rusya‘yla sınırdaş olan Letonya‘nın başkenti Riga‘da toplandı. Konsey’e Avrupa’nın ilk ve tek Yeşil başbakanı, Karadağ’dan Dritan Abazovic de katıldı.

Toplantıda EGP’yi,  2024’teki AP seçimlerine götürecek olan komite de seçildi.

EGP, Avrupa ülkelerindeki yeşil partilerin oluşturduğu bir çatı partisi. 2019 seçimleri sonucunda Avrupa Parlamentosu‘nda 71 parlamenterle temsil ediliyor.

Konsey toplantısına’ye Rusya‘nın saldırdığı Ukrayna’yla dayanışma ve savaşın ortaya ortaya çıkardığı yeni enerji rejimi damgasını vurdu. Vladimir Putin‘in Ukrayna’yı işgalinin güçlü şekilde kınandığı Kongre’de Yeşiller,  Ukrayna halkının yanında olmak için ellerinden geleni yapmakta kararlı olduklarını belirtti.

(Türkiye) Yeşiller Partisi’nin eş sözcüleri Özlem Taşdemir Teke (solda) ve Koray Doğan Urbarlı (sağda) da konseye katıldı.

“Putin’in saldırısının Avrupa’da özgürlük, barış ve demokrasiye yönelik oluşturduğu tehditin hafife alınmaması gerektiğine” dikkat çeken konuşmacılar, kıtanın Covid-19 pandemisinden ve bunun eşitsizliği daha da artıran sosyo ekonomik etkisinden halen kurtulamadığına,  öte yandan yüzyılın sonuna kadar 2,7°C’lik küresel ısınma yolunda olduğumuz için Dünya’nın da içinde bulunduğu alarm haline vurgu yaptı.

Aland Adaları Çevre Bakanı’nın Hållbart Initiativ partisinin EGP’ye seçilme sevinci.

Toplantıda ev sahibi Letonya’dan Progresivie partisi ile Finlandiya’ya bağlı özerk Aland Adaları’ndan Hållbart Initiativ partileri de EGP’ye üye olarak kabul edildi.

Pragmatik seçimler, uzun erimli vizyon

Açılış konuşmasında, bir önceki eş başkanlar Thomas Waitz ve Evelyne Huytebroeck ile Progresīvie Eş Başkanı Antoņina Ņenaševa  dünyanın  karşı karşıya olduğu bu güvenlik, iklim ve sosyal krizleri vurguladı. Konuşmalarda, barış ve güvenliği sağlamak için Yeşiller’in pragmatik seçimler yapmaya hazır olduğuna, ancak aynı zamanda enerji bağımsızlığını tesis etmek, yenilebilir kaynaklara yatırımları ve enerji verimliliğini artırmak, herkes için adil enerji sağlamak ve gibi uzun vadeli vizyonları doğrultusunda çalışmaya devam edecekleri; iklim felaketine karşı uyum çalışmaları, sosyal adalet ve iklim adaleti için mücadelenin önceliklerinin başında yer almaya devam edeceği vurgulandı.

Yeni komite

Seçimli konseyde yeniden aday olan Thomas Waitz (Fransa) ve Mélanie Vogel (Avusturya) yeni eşbaşkanlar, Benedetta De Marte (İtalya) genel sekreter, Ute Michel (Almanya) sayman, Vula Tsetsi, Sybille Steffan, Malgorzata Tracz, Rasmus Nordqvist ve Mina Jack Tolu (Yunanistan, Danimarka, Almanya, Polonya, Malta) komite üyeleri olarak seçildi.

37 yaşındaki Mélanie Vogel, ilk açık LGBTİ+ eş başkan. Kendini feminist olarak tanımlayan Vogel, büyük bir çoğunlukla Huytebroeck’in yerini aldı. 

EGP Konseyi’nde alınan kararlar ise şöyle:

1- Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını durdurun.
2- Daha iyi bir Avrupa inşa edin.
3- Siber savaşları durdurun.
4- Yaşlılara bakım için çözümler bulun.
5- Akkuyu Nükleer Santrali’ni durdurun!

Türkiye Yeşilleri AP raporunda

Öte yandan hafta başında açıklanan Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu’nda Türkiye Yeşiller Partisi’nin kurulmasının İçişleri Bakanlığı tarafından engellenmesi de, Türkiye demokrasisinin içinde bulunduğu duruma ilişkin örnek olarak verildi:

“Yeni kurulan Yeşiller Partisi, gerekli tüm belgelerin sunulmasına rağmen altı ay boyunca kayıt işlemlerini tamamlamadığı gerekçesiyle İçişleri Bakanlığına dava açmıştır.”

Strazbourg‘da oylananak kabul edilen 2021 Türkiye Raporu , mevcut 622 parlamenterin oy kullandığı oturumda 448 ‘evet’, 67 ‘hayır’ ve 107 ‘çekimser’ oyla rapor kabul edildi.

Türkiye’ye yönelik sert ifadeler ve eleştiriler bulunan raporda öne çıkanlar  şöyle:

  • Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve özgürlüklere saygı alanlarında elle tutulur ilerleme kaydedilmedi. Bu olmadan da Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin yeniden başlama şansı yok.
  • Gereken reformlar konusunda siyasi irade yok.
  • Türkiye’deki mevcut ekonomik durum ‘kaygı verici.’
  • Cumhurbaşkanlığı, bağımsız olması gereken Merkez Bankası ve Türkiye İstatistik Kurumu gibi kurumlara müdahale ediyor. Bu kurumların bağımsızlığı AB üyeliği için vazgeçilmez.
  • Hukuksal güvenliğin olmaması yabancı yatırımları ciddi biçimde tehlikeye sokabiliyor.
  • Üyelik müzakereleri resmen askıya alınmalı.
  • Türkiye hükümeti, Osman Kavala davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına açıkça meydan okuyarak, AB üyelik sürecini yeniden başlatma emellerini kasten imha etti.
  • ‘Ekonomik ve stratejik planda önemli ortak’ Türkiye ticaret, göç, kamu sağlığı, iklim, ekolojik dönüşüm, güvenlik ve terörle mücadele gibi müşterek çıkar alanlarında ‘önemli bir komşu.’
  • Ankara, aday ülkeler arasında AB’nin dış ve güvenlik politikasına ‘en uzak ülke.’
  • Türkiye ve AB’nin Kafkasya, Suriye, Irak ve Libya politikaları çelişiyor. Raporda Ankara’nın Suriye ve Irak topraklarındaki askeri operasyonları kınandı.
  • Ukrayna’ya desteği için Ankara’ya teşekkür edilirken Rus yöneticiler ve Rus oligarkları hedef alan yaptırımlarla ilgili tutumunu gözden geçirmesi ve Rus sermaye ve yatırımları için ‘sığınak olmayı bırakması’ istendi.
  • Raporda Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’yle ‘tam dayanışma’ mesajı verilirken, Ankara’ya da ‘Kıbrıs’ta iki devletli çözüm önerisinden vazgeç’ mesajı verildi.
  • AB, Ankara’yı bir kez daha ‘Ermeni soykırımını tanımaya’ çağırdı; Erivan ile son zamanlarda yürütülen diyaloğun olumlu görüldü.
  • Göç ve sığınmacılar konusunda işbirliğinin devam etmesi istendi, Türk hükümetinin göçmenleri ‘siyasi malzeme’ olarak kullanması talep edildi.
  • Ankara’nın, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ve Diyanet aracılığıyla AB’deki Türk diasporasını kontrol etmek istediği kayda geçildi.
  • Türkiye’nin ‘Afrika, Balkanlar, Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’da AB karşıtı dezenformasyon yaydığı şüpheleri üzerine AB Dış İlişkiler Dairesi Stratejik İletişim biriminden konuyla ilgili dosya hazırlayarak AP’ye sunması’ talep edildi.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise bir açıklama yayımlayarak, “Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raporundaki önyargılı ve gerçek dışı değerlendirmeleri reddediyoruz” dedi.