Ana Sayfa Blog Sayfa 883

İkizdere’de hafriyat kamyonlarının önünde oturma eylemi: Yeter!

Rize İkizdere’de Eskencidere Vadisi‘nde halkın yılardır süren itirazları, davalar ve bilirkişi raporuna rağmen süren Cengiz Holding‘in taş ocağı çalışmalarını protesto eden İkizdereliler, taş taşıyan kamyonların önünü keserek oturma eylemi yaptı.

Oturma eylemi öncesinde ilçe merkezinde bir basın açıklaması yapıldı.

İkizdere Direniyor” pankartıyla yapılan açıklamaya önceki gün İstanbul’dan yola çıkarak bölgeye gelen çevre savunucuları da katıldı.

Doğa katliamının simgesi olarak tarihe geçecek

İkizdere Çevre Derneği adına açıklamayı okuyan Başkan Yardımcısı Halit Yılmaz, şunları söyledi:

“Dünyada iklim krizine karşı önlemler alınırken İkizdere’de ormanlar yok ediliyor. Bu taş ocağı ile hilkat garibesi haline getirilen Eskencidere Vadisi doğa katliamının bir simgesi olarak tarihe geçecektir. Buna seyirci kalanlar, bu ekosistemin talan edilmesini destekleyenler bu kara lekeyi ömürleri boyunca taşıyacaktır. Bu talana ve kırıma son verin. Yok ettiğiniz her ağaç, her canlı geleceğimiz olan çocuklarımızındır. Bütün kötülüklerinizle, iş makinalarınızla İkizdere’den defolun.”

Açıklamanın ardından “Bu vatan bizim” diyerek yürüyen grup, inşaata giden  hafriyat kamyonlarının geçtiği yola gitti.

Taş ocağı inşaatından büyük kayalı hafriyat atıklarının kamyonlarla hiçbir güvenlik önlemi almadan halkın can güvenliğini tehlikeye atarak ana yollardan taşındığını gösteren yurttaşlar, “Doğa katliamlarına artık daha fazla tahammülümüz kalmadı, yeter!” dedi.

İlgili haber: Doğa yıkımının sürdüğü İkizdere’de hafriyat kamyonunun freni patladı: İki işçi hayatını kaybetti
İlgili haber: Cengiz Holding’in İkizdere’deki yıkımı yeniden gözler önüne serildi

https://twitter.com/ikizdere_icder/status/1535916032602394627?s=20&t=Gq7Fo4vsD7F09vB2Z0k8aA

 

Halkın yolda kamyonların önünü kesmesiyle inşaat bir süreliğine durduldu.

Jandarma ekipleri, köylülerle kamyonlar arasında barikat kurdu. Halka engel olan jandarma ve protestocular arasında gerginlik yaşandı.

Çevre köylerden bir kadın, elinde bastonuyla jandarmaya tepki gösterdi:

“Canımıza tak dedi. Başka canımız yok. Bu nedir? Artık akıllı olun! Bu kadar olmaz.” 

İlgili haber: SES Yılın Kadınları Ödülü İkizdereli kadınlara…

https://twitter.com/ikizdere_icder/status/1535935756509798403?s=20&t=Gq7Fo4vsD7F09vB2Z0k8aA

 

Çözüm yüzen güneş panellerinde mi?

Küresel iklim krizinin tek çözümünün bir an önce fosil yakıtların terk edilmesi olduğu artık tüm dünya tarafından kabul edilen bir gerçek. Glasgow’da yapılan son COP toplantısında da bu gerçek bir kez daha kuvvetle vurgulandı. Hatta Hindistan’ın son dakika itirazları olmasaydı 2035 yılına kadar kömür kullanımının kesin olarak terk edilmesi için bağlayıcı bir karar bile alınacaktı.

Fosil yakıtların bir an önce kullanımının terk edilmesi önemli oranda yenilenebilir enerji kaynaklarındaki gelişmelere de bağlı. Kullanımının yaygınlaştırılmasına çalışılan yenilenebilir enerji kaynaklarının başında ise güneş enerjisi santralleri (GES) geliyor. GES’ler açısından en önemli sorun ise geniş alanlara gereksinim duyulması.  Panellerin geniş alanlara yerleştirilmesi gerekiyor.

Nature’de geçtiğimiz hafta yayınlanan bir makaleye göre, karbon nötr olmanın hedeflendiği 2050 yılına gelindiğinde, Amerika Birleşik Devletleri‘nin elektrik gereksinimini karşılamak için Hollanda‘dan daha büyük bir alan olan 61.000 kilometrekareye kadar güneş paneline ihtiyacı olabilir. Japonya ve Güney Kore gibi arazi kıtlığı çeken ülkeler de mevcut topraklarının yüzde 5’ini güneş çiftliklerine ayırmak zorunda kalabilirler. Üstelik bu paneller her yere de yerleştirilemiyor. Çevresinde büyük bir ısı adası oluşturduğundan bu panellerin tarım ve doğal yaşam alanlarından ve ormanlardan uzak noktalara kurulması gerekiyor. Bu durum güneş panelleri için yer sorununun çözümünü daha da zorlaştırıyor. İşte bu noktada yüzer güneş panelleri kurmanın umut verici bir çözüm olabileceği tartışılmaya başlandı.

Çöllerdeki durum

GES’lerde bir gigawatt (GW) elektrik üretmek için geleneksel fosil yakıt tesislerinden en az yirmi kat daha fazla alana gereksinim var. Çöller bol güneş ışığına sahip ve arazi kullanımı açısından da GES’ler için uygun. Fakat buralarda bile GES’lerin kurulmasının çeşitli modellemelerle bazı olumsuz çevre sorunlarına neden olabileceği gösterilmiş.  Bir örnek vermek gerekirse Sahra Çölü’nde kurulan büyük güneş panellerinin koyu renginin, Amazon ormanlarında kuraklığa, Kuzey Kutbu‘nda buzulların kaybına neden olabilecek şekilde bölgesel sıcaklıkları ve küresel hava akımı modellerini değiştireceğini gösterilmiş.  Yine ABD’nin güneybatısındaki Mojave Çölü‘ndeki güneş enerjisi panelleri yerli Amerikalılar için kültürel olarak önemli olan bölgedeki kaktüslerin örtüsünü azaltmış. Ayrıca lojistik olarak, uzak çöl bölgelerinde üretilen elektriğin ihtiyaç duyulan yerlere nakledilmesi de ayrı bir zorluk da oluşturabilir. Çatılar, otoparklar ve otoyollar iyi seçeneklerdir, ama ölçek olarak onlarda çok sınırlı bir alan oluşturabiliyor.

Güneş panellerinin göllere ve baraj göllerine yerleştirmenin birçok avantajı olabilir. Panel dizileri demirleme hatları aracılığıyla demirlenen şamandıralara monte edilmiş geleneksel güneş panellerinden oluşuyor. Suya yakınlık onları serin tutma eğiliminde olduğundan yüzen paneller karada kurulan panellere göre yaklaşık yüzde 5 daha verimli… Ayrıca panel dizileri göldeki su yüzeyini de güneşten korur ve buharlaşmayı azaltabilir. Bu durum hidroelektrik üretimi, içme ve sulama için ek su kaynağı sağlayabilir. Ayrıca hidroelektrik barajları, elektriği tüketicilere ulaştırmak ve iletim maliyetlerini azaltmak için şebeke altyapısına zaten sahip; o nedenle GES’ler için yeniden bir iletim alt yapısı oluşturmak gerekmiyor. Bugüne kadar yapılan bazı çalışmalar güneş panellerini baraj gölü yüzeyinin sadece yüzde 2’sinin üzerine koymak, elektrik üretimini iki katına çıkarabilir, böylece iklim politikasında önemli bir metrik olan karbon yoğunluğunu yarıya indirebilir.

Şimdilik, yüzen GES’lerden elektrik üretimi GES’lerden elektrik üretiminin az bir bölümünü oluşturuyor. 2020 itibariyle, yüzer güneş panellerinin küresel kurulu kapasitesi sadece 3 GW idi. Bu rakam kara tabanlı güneş enerjisi sistemlerinden 700 GW’tan fazla olan yıllık üretim rakamı ile karşılaştırıldığında çok az… Ancak, dünya çapında çok sayıda baraj gölü olduğu göz önüne alındığında önümüzdeki yıllarda yüzen GES’lerden elektrik üretimi potansiyeli oldukça yüksek görülüyor. Yapılan hesaplamalara göre dünyadaki hidroelektrik rezervuarlarının yüzde 10’unu yüzer güneş panelleriyle kaplamak, yaklaşık 4.000 GW güneş enerjisi kapasitesi yaratabilir. Bu da dünya çapında faaliyet gösteren tüm fosil yakıt tesislerinin elektrik üretim kapasitesine eşdeğer.

En uygun alanlar göller ve barajlar

Yüzer güneş panellerinin çevresel etkileri konusunda hala tereddütler var. Fiziksel, kimyasal ve biyolojik süreçler, içme suyu kalitesi, sucul yaşam, karasal doğal yaşama etkisi gibi konularda daha çok araştırmaya gereksinimimiz var. Ancak şu ana kadar yapılan bilimsel çalışmalar göllerde ve baraj göllerinde su yüzeyinin yarısından azında yüzer güneş panelleri kurmanın olumsuz çevresel etkileri önleyeceğini gösteriyor.

Ülkemize gelince; 2021 yılı için güneş enerjisi santrallerinin toplam elektrik üretimi içindeki payı sadece yüzde 4.5… Üstelik GES’lerin büyük bir bölümü hiç olmaması gereken yerlerde; orman ve tarım alanlarının içinde, çevresindeki yeşil doku için büyük bir risk oluşturuyor. Büyük baraj göllerine yüzer GES’nin kurulabileceği ve bu sayede halen elektrik üretimindeki payı yüzde 36.5 olan kömürlü termik santrallerin kapatılabileceği gerçeği ise hiç tartışılmıyor.

Kadıköylüler kazandı: Kuşdili Çayırı’nda otopark projesi iptal edildi

İstanbul Kadıköy‘deki doğal ve tarihi sit alanı ve Kurbağalıdere’nin taşma alanı olan Kuşdili Çayırı‘ndaki otopark projesine karşı mücadele eden Kadıköy Kent Dayanışması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin (İBB) projeyi iptal ettiğini duyurdu.

İBB’nin Kurbağalıdere için tasarladığı “Yaşam Vadisi” projesi kapsamındaki dönüşüm planı ve alanın bir bölümüne daha otopark yapılmaya başlanması Kadıköy’de tepkilere neden olmuş, bölge sakinleri yapımına başlanan otopark ve peyzaj projesine karşı bir araya gelerek itirazlarını dile getirmişti.

Kuşdili Çayırı Dayanışması‘nın açıklamasında, “İBB’yle üst üste yapılan toplantılar, verilen dilekçeler ve Kadıköylülerin 2007’den beri gösterdiği kararlı tutumu sonuç verdi” denildi.

Kadıköy halkının öngördüğü şekilde ağaçlandırma projesi yapılacak

Platformdan Gülsün Gökalp, Yeşil Alanlar Daire Koordinatörü’nün kendisini bilgilendirdiğini ve Ulaşım Daire Başkanlığı ile yaptıkları ortak toplantıda otopark projesinden vazgeçildiğini söylediğini aktardı.

Mücadeleyi kazandıkları için mutlu olduklarını süreci takip etmeye devam edeceklerini belirten Gökalp, “Kadıköy halkının öngördüğü şekilde çayır formatında bir ağaçlandırma projesi yapacaklarını ilettiler” şeklinde konuştu: “Otopark değil, yeşil alan istiyoruz!”

Diyarbakır’da tutuklu gazetecilerle dayanışma: Amasız fakatsız meslektaşlarımızın yanındayız!

Diyarbakır’da 8 Haziran’da polisin baskınla gözaltına aldığı 21 gazetecinin gözaltı süresi dün dört gün daha uzatıldı. Ek gözaltı süresiyle birlikte gazeteciler, 16 Haziran’a kadar emniyette tutulabilecek. Birçoğu tekli hücrede tutulan gazetecilerin dosyalarındaki kısıtlılık kararı ise sürüyor.

Aynı gün gazetecilerin çalıştıkları ajans ve yapım şirketlerine de baskın düzenlendi. Baskınlarda çok sayıda kamera, bilgisayar ve dijital materyale el konuldu. JINNEWS’in Yenişehir ilçesindeki merkez bürosuna saat 04.30 saatlerinde başlatılan arama, 07.20’de son buldu. Ancak Piya ve Ari yapımların binalarında başlatılan arama halen devam ediyor. 

Gazeteci örgütleri olaya tepkilerini sürdürürken HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da tutuklu bulunduğu cezaevinden paylaşımla tepki gösterdi:

“Gazetecilik suç değildir. Özgür basın emekçileri onurumuzdur, derhal serbest bırakılmalıdır.”

Amed Emek ve Demokrasi Platformu üyeleri ve TİP Diyarbakır İl Başkanlığı da gözaltına alınan gazetecilerle dayanışmak için Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG)‘ine ziyarette bulundu.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın başlattığı soruşturma kapsamında DFG, JINNEWS, Mezopotamya Ajansı gibi kurulaşlardan gazeteciler, sabah operasyonuyla evlerine ve kurumlarına baskın yapılarak İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüştü.

Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre; sabah saatlerinde yapılan ev baskınlarında tutuklanan isimler Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı Serdar Altan, JINNEWS Müdürü Safiye Alagaş, JINNEWS editörü Gülşen Koçuk, Mezopotamya Ajansı editörü Aziz Oruç ile gazeteciler Ömer Çelik, Suat Doğuhan, Ramazan Geciken, Esmer Tunç, Neşe Toprak, Zeynel Abidin Bulut, Mazlum Doğan Güler, Mehmet Şahin, Elif Üngür, İbrahim Koyuncu, Remziye Temel, Mehmet Yalçın ve Abdurrahman Öncü, Feynaz Koçuk (İstanbul Gebze‘de tutuklandı).

İlgili haber: Diyarbakır’da gözaltına alınan gazeteci sayısı 21’e yükseldi

Gazetecilerden dayanışma

DİSK Basın-İş Sendikası ve Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) cumartesi günü Diyarbakır’da tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması için basın açıklaması düzenledi.

“Nefes alamıyoruz, gazetecilik boğulamaz” pankartı asılan toplantıda ortak açıklamayı DİSK Basın İş Genel Başkanı Faruk Eren okudu.

Açıklamada ,“Bugün Kürt gazetecilere yönelik haksız, hukuksuz gözaltılara yeteri tepki gösterilmezse bu baskıların herkesin kapısını çalacağı açıktır” denildi.

Gazetecilerin hukuksuzca tutulduğuna dikkat çekilen açıklamada, “Kendilerine hiçbir suçlama yöneltilmedi. Gözaltı yöntemi yasalara aykırı. Bilgisayarlarına, gazetecilik materyallerine usulsüzce el konuldu. Özellikle Kürt basınına yönelik baskılar giderek artıyor ve ne yazık ki bu baskılara karşı yeteri kadar ses çıkarılmıyor” tepkisi gösterildi.

Fotoğraf. ETHA

Her koşulda devam edeceğiz

Açıklama şu ifadelerle devam etti:

“Durum gerçekten vahim ve gazetecilik boğulmak isteniyor. Bu baskılar başta da söylediğimiz gibi sadece Kürt basınına da yönelik değil. İktidarın yayınlarından rahatsız olduğu televizyon kanallarına yönelik otomatiğe bağlanan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) cezaları da sansürün boyutunu gösteren bir başka gelişmedir.”

Son ‘sosyal medya yasası’na da değinilen açıklamada, “Toplumun haber alma hakkı tamamen yok edilmek isteniyor. Saray iktidarı seçime sadece kendi medyasıyla girmek istiyor. Daha önce başarılamadığı gibi, bu kez de başarılamayacak. Gazetecilik yapmaya her koşulda devam edeceğiz. Bütün gazetecileri, meslek örgütlerini mesleklerine sahip çıkmaya, dayanışmaya çağırıyoruz” ifadelerine yer verildi.

Amasız, fakatsız yanındayız

Bir grup gazeteci de  “Özgür basın susturulamaz: Gözaltındaki meslektaşlarımızın yanındayız!” başlığıyla sadece gazeteci ve gazeteci kurumlarının imza atabileceği bir imaza kampanyası başlattı.

İmzacı listesi bugün duyurulacak Açıklamada gazeteciler şu ifadelere yer verdi:

“Kürt gazetecilerin, basın emekçilerinin polis baskınlarıyla gözaltına alınmasını amasız, fakatsız kınıyoruz. Hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi iddiası olan ve geleceğin Türkiye’sine hazırlık yapma niyetinde olan başta muhalefet olmak üzere, herkesi ayrımsız bir şekilde gözaltındaki meslektaşlarımızla dayanışmaya ve iktidar şiddetinin karşısında tavır almaya davet ediyoruz.”

Metinde ayrıca, uluslararası basın kuruluşlarına, gazetecilere, hak örgütleri ve savunucularına Türkiye’de basın özgürlüğünün gelişimi için dayanışma ve hareket çağrısı yapıldı.

Siyasilerden ve pek çok ivil toplum kuruluşu ve meslek örgütünden tepkiler gelmeye devam ediyor.

 

 

[Onur Ayı özel] Baskıya karşı direniş ve gökkuşağı: Heyecanla hazırlıklarımızı yapıyoruz

Haziran ayı dünyada LGBTİ+’ların bir aradalığın kutlandığı, bütün ay boyunca gerçekleştirilen etkinlik, yürüyüş ve organizasyonlarla gökkuşağı bayraklarının dalgalandığı bir ay fakat ‘Türkiye’de bir Onur Ayı’ dendiğinde daha çok bir ‘direniş‘ halini akıllara getiriyor.

Onur Haftası’nın bu yılki teması olarak da yine bu kelime seçildi: Direniş. Peki tüm baskı ve yasaklamalara rağmen 2022’nin Pride Haftası’nda ve yürüyüşte neler yaşanacak, her yürüyüşü bir onur yürüyüşü olan lubunyaların bir arada olacağı Onur Yürüyüşü’nde bizleri neler bekliyor? Bu sene iki ayrı komite çatısı altında hazırlıkları gerçekleştirilen Onur Haftası ve Yürüyüşü’ne ilişkin sorularımızı 30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Organizasyon Komitesi ve LGBTİ+ Onur Yürüyüşü Komitesi’ne yönelttik:

Öncelikle İstanbul Onur Haftası’nda bizleri bu sene neler bekliyor?

Bu sene 30’uncusunu kutluyor olacağız Onur Haftası’nın. Bu bizim için heyecan verici. ‘Direniş’ teması ile bir araya geliyoruz yeniden. 2013’te henüz Gezi Parkı eylemleri başlamamışken içimize doğmuşçasına güzel bir denk gelişle ‘Direniş’ teması seçilmişti. Hem LGBTİ+ hareketinin hem de kesiştiğimiz, hak mücadelesi veren tüm direnişleri bu yıl hatırlamak istedik.

Etkinlikler bu yıl da hem çeşitli, hem temayla iç içe. 40’a yakın etkinlik var programımızda ve programı oluştururken bu sene de çok zorlandık. Hem birbirinden güzel etkinlik önerilerini toparlayıp yerleştirmede hem de insanların rahatça takip edebileceği bir takvim oluşturmada epey mesai harcadık. Oldukça dolu, oldukça yoğun bir takvim oldu yine; ki önerilen, aklımıza gelen, yapmak istediğimiz daha birçok etkinlik vardı.

Bu yılki takvimi umarım herkes heyecanla takip eder ve etkinliklerde sıkça buluşuruz. Hepimizi birbirinden önemli etkinlikler ve buluşmalar bekliyor, diyelim.

Onur Haftası komitesi nasıl oluşturuluyor ve kimlerden oluşuyor? Bir araya gelme süreci nasıl işliyor?

Onur Haftası komitesi gönüllü aktivistlerden oluşuyor. Her yıl haftayı organize edebilmek için çağrılarla bir araya geliyoruz ve hazırlıklara aylar öncesinden başlıyoruz. Aralık- Ocak gibi ilk çağrılarımız oluyor ve yaklaşık 6-7 aylık bir süreçten bahsediyoruz aslında. Kuir feminist ilkeler doğrultusunda düzenli aralıklarla bir araya gelip Onur Haftası’nın hazırlıklarını planlıyoruz. Hafta takviminden bağımsız kendi içimizde de kesişimsel feminizm, ırkçılık, sağlamcılık, veganlık, şiddetsizlik gibi atölyeler vs düzenleyerek ilkelerimizi gözden geçiriyoruz. Haziran ayında Onur Haftası bitiminde ise komite her sene dağılıyor ve bir sonraki senenin hazırlıkları için sıfırdan çağrıya çıkılıyor.

‘Her geçen gün şiddetin dozu artarak üzerimize geliyor’

Bu baskı ortamında bir Onur Haftası organizasyonu hazırlarken neler hissettiniz?

Baskı her zaman vardı ve var olmaya devam ediyor. 2015’ten bu yana yasaklar da baskılar da hiç azalmadı, aksine her geçen gün şiddetin dozu artarak üzerimize geliyor. Tekrar ediyoruz: Baskılar bizi yıldıramaz. Her yıl olduğu gibi bu yıl da aynı coşku ve heyecanla hazırlıklarımızı yapıyoruz.

Pandemi, ekonomi ve şugar mekanlar

En çok hangi konuda zorlandınız ve size bireysel olarak katkıları neler oldu/oluyor?

Pandemi ile birlikte pek çok mekan kapandı, el değiştirdi, vs… Ekonominin iyice kötüleşmesi ile erişilebilirlik iyice azaldı. Onur haftasını organize ederken, partileri, etkinlikleri vs organize ederken hem maddi olarak hem de mekan bulma konularında zorluklar yaşayabiliyoruz. Güvenli, şugar mekanların önemini ve dayanışmanın önemini hepimiz bu zamanlarda bir kez daha hatırlıyoruz.

Kutlu olsun!

Onur Ayı Haftası’nda LGBTİ+’lara hangi mesajlar verilecek? İktidarın baskıcı söylemlerine nasıl bir karşı duruş sergilenecek?

Temamızı tekrarlayabiliriz: Direniş. Tüm baskılara ve şiddete rağmen direniyor ve hak mücadelemizden vazgeçmiyoruz. Hepimizin Onur Ayı/Haftası kutlu olsun!

Yürüyüş ve polis ablukası

Onur Ayı’nda yürüyüş gerçekleştirilecek mi? Bunun için neresi ve neden seçildi?

Onur ayı, Haziran boyu gerçekleşen bazen Temmuz ayına da sarkan ve Türkiye ile Kürdistan’da bulunan tüm illerde kutlanıyor artık. Yürüyüş de birçok yerde gerçekleşebiliyor. O ilin valisine, politik baskılara göre bazen izin veriliyor, bazen ise kolluk kuvvetlerinin baskısıyla karşılaşıyor. İstanbul’da da uzun yollardır polis ablukası altında gerçekleşiyor.

Lubunyalar Haziran ayının son pazar günü Taksim’e akıyor ve Taksim’in değişik noktalarında bir araya gelip Onur Ayı’nı kutluyor. İstiklal Caddesi ise tüm muhalif gruplara kapalı uzun süredir. Hükümet İstiklal Caddesi gibi önemli sembolik bir geçit alanında herhangi bir muhalif grubun ‘gövde gösterisi’ne temaşasına izin vermek istemiyor. Bu sene İstanbul’da yürüyüş çağrımız her seneki gibi olacak.

Kolluk kuvvetlerinin gayri meşru tavrı bizi bağlamaz. Bir araya gelişlerimiz, şanlayışlarımız yine benzer bölgelerde olacak lakin ‘nerede’, ‘nasıl’ kısmını Onur Haftası sırasında açıklıyor olacağız. Hepimizin hafızasının, hatırlayacağı direnişlerimizin vuku bulduğu, bulacağı bölgelerin işaret edileceği ise kesin gibi.

Polis şiddetine karşı hazırlık kiti

Son senelerde yaşananlara benzer şekilde bu sene de aşırı polis şiddeti olması durumunda; öncesi ve sonrası için LGBTİ+’lar kendilerini nasıl koruyabilirler?

Polis şiddetine karşı bir hazırlık kiti hazırlayıp, lubunyaların yanlarında neler bulunması gerektiğini yayımlıyoruz. Bunun için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilirler. Sonrasında ise gönüllü avukatlarımız ve aktivistler olarak olası şiddet ve gözaltı durumlarını takip ediyoruz, arkadaşlarımızı almadan geceyi sonlandırmıyoruz. Gözaltılar, baskı, tehdit biz transların, lubunyaların çok uzak olduğu konular değiller. Direniş ve bir aradalığımız bizleri güçlü kılıyor.

‘İdeal bir dünyada da her yürüyüşümüz onur yürüyüşü olacak’

Sizce güvenli ve baskıcı olmayan bir ortamda, ideal bir dünya düzeninde, nasıl bir onur haftası olurdu? Neler değişirdi?

İdeal bir dünya düzeni dediğimizde hepimizin kafasında başka bir dünya tahayyülü olabilir. Biz lubunyalar yatay örgütlenme biçimlerimizle, karar alma mekanizmalarımızla, eşit ama farklı olduğumuzu bilerek örgütlenirken aslında kendimizce bir dünya tahayyülü kuruyoruz. Bazılarımız bunu Gezi’ye benzetebilir, bazılarımız ise özyönetimlere. Ve ideal dünya düzenlerimizde emin olun toplumsal cinsiyet ve cinsiyet kimliği ile uğraşacağımızı sanmıyoruz. Her birimizi kapsayan, kimseyi geride bırakmayan, herkes için erişilebilir bir dünya tahayyülümüz var diyebiliriz. İdealde de her yürüyüşümüz onur yürüyüşü olacak.

‘Umutlu oluşumuz varlığımızdan, temaşamızdan, akışlarımızdan’

Onur Haftası öncesi insanlara neler söylemek istersiniz?

Onur haftasını yakından takip edip katılabildikleri tüm etkinliklere katılsınlar, sosyalleşsinler, yakınlaşsınlar. Yürüyüşümüze gelip birbirimizi görelim, temaşa edelim, gelmek istemeyen ya da gelemeyen evlerinde online etkinliklere dahil olsun. Bir arada olalım.

Son olarak neler eklemek istersiniz?

Bu seneki temamız direniş. Umutlu oluşumuz varlığımızdan, temaşamızdan, akışlarımızdan… Lubunyaların direnişi bitmeyecek. 20-26 Haziran arasında etkinliklerde ve yürüyüşte görüşmek üzere.

Bireylere düşen sorumlulukla sorunlar çözülebilir mi?

1950’lerde, savaş sonrası ekonomik patlama gerçekleşmiş ve onlarca yıl süren ekonomik bunalım ve savaşlardan sonra bıkan tüketiciler için gevşeme ve iyi bir hayat yaşama zamanı gelip çatmıştı. 1930’ların ve 40’ların daha sade yaşanılan dönemlerinde, tüketiciler kumaştan metale kadar her şeyi toplayıp ayırıyor ve hiçbir şeyin boşa gitmesine izin vermiyordu. Kağıt toplayıcıları, kullanılmamış ve yıpranmış eşyaları parçalamak ve satmak için topluyor ve organik atıklar kompost ve ev bahçeleri ve çiftlik hayvanları için yem olarak kullanılıyordu. Kısacası “kullan ama atma” kültürü oldukça yaygındı. Hemen her şey tekrar kullanılabilir nitelikte tasarlanıyordu.

Ancak 1950’lerin ekonomik patlaması sayesinde, iktidarlar aslında döngüsel karakterde olan ekonomiyi sürekli büyüme ve tüketime endeksli olarak doğrusallaştırmaya karar verdi. Çünkü rahatlık ve konforu hak gören bir anlayış yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştı. Yani halk, daha az ev işiyle uğraşıp daha kolay bir yaşam için fazlasıyla hazır haldeydi. Bu esnada endüstri de “insanların ihtiyaç duymadıkları şeyleri tekrar tekrar satın almalarını nasıl sağlarız”ın yolunu arıyordu. Çünkü tekrar kullanım, tamir ya da az tüketim, endüstrinin pek işine gelen yaklaşımlar değildi. İşte bu arayışın geldiği nokta bugün okyanusların ve karaların baş belası olmuş kirliliğin de müsebbibi olan plastiği hayatımıza derin bir etkiyle yerleştirdi.

Kullan-at ekonomisi sorumluluğu da tüketiciye yükledi

Plastik malzemelerin kolay üretilen, uzun süreler dayanabilen (bu kısmı biraz tartışmalı) ucuz ve hafif olduklarını söylemeye gerek yok. İkinci Dünya Savaşı‘nın hemen ardından on yıllar boyunca, birçok endüstri plastiğin tekrar kullanılabilirliği üzerinden bir pazarlama ve satış stratejisi benimserken 1950’lere gelindiğinde, yeni bir yolun bulunması gerekliliği endüstriyi başka bir yola itti. Bu yolun sonunda varılacak nokta da bir bakıma işaret ediliyordu. Plastiklerin geleceğinin çöp kutusunda olduğuna! Burada kast edilen şey, plastiğin çöpe ait olacak kadar kalitesiz olduğu filan değildi. Kast edilen şey, artık döngüselliğin ve beraberindeki tekrar kullanımın sektörün ihtiyaçlarıyla çeliştiği ve sektördeki büyümenin tek yönlü şişelere dayanması gerektiğiydi. Yani sektörün kullandığı ambalajı tekrar değerlendirmekle artık zaman kaybetmemesi gerektiği kast ediliyordu.

Bu yaklaşım daha sonra beraberinde, yeni dağıtım modelini koruyacak ve aynı zamanda ambalaj atıklarının sorumluluğunu tüketiciye yükleyecek bir “yeşil yıkama” hareketinin de şekillenmesine neden oldu. Artık tek yönlü ve geri dönüşü olmayan şişelerin pazara hâkim olması için yeni bir taktik benimsenmişti.

1950’lerde yaşanan bu kırılma plastik üretiminde bir patlamaya ve beraberinde de tüketiminden kaynaklı olarak devasa bir çöp sorununun da ortaya çıkmasına neden oldu. İşte bu sorunun plastik endüstrisini tehdit edeceğinin öngörülmesi üzerine “Amerika’yı Güzel Tut” adlı, sorumluluğu tamamen tüketiciye yükleyen kampanyası ortaya çıktı. Bu kampanya ile artık çöp sorununun kaynağı olarak aşırı plastik kullanan endüstri değil, çöpünü doğru kutuya atmayan tüketici sorumlu tutuldu. Bu eğilim daha sonra tüm dünyadaki plastik üreticileri ve onların lobi gruplarının temel motivasyonu oldu. Hatta öyle ki Türkiye’nin plastik lobi grubunun başındaki kişi bile vatandaşı çöp atmasını bilmeyen medeniyetsizler olarak nitelemekten imtina etmiyordu. Böyle yapılınca plastik üretilmeye ve tüm alanlarda da vahşice kullanılmaya devam edilebilecekti.

Bilim insanlarının sorumluluğu

Endüstrinin sorumluluğu tüketiciye yüklemesi aslında anlaşılabilir bir yaklaşım. Çünkü böylece almaları gereken sorumluluktan da kurtuluyorlar. Plastiksiz okyanuslar için fon veren büyük petrokimya şirketleri, plastik taahhüdü veren şirketler, çöp temizleme faaliyetleri ve benzeri faaliyetlere girişen STK’ları fonlayan şirketler filan hep bu sorumlulukları örtmek amaçlı bu işlere girişiyorlar.

Peki, plastik kirliliği araştırmaları yapan bilim insanları neden buldukları sonuçları basına duyururken kullanıcıların alacağı önlemleri hep ön plana çıkartıyorlar? Örneğin plastik poşet araştırması yapan bir araştırıcı, poşet üretiminin sınırlandırılmasını savunmak yerine vatandaşın daha az poşet kullanmasını önerir? Ya da bir gıda maddesinde plastik kirletici tespit eden bir bilim insanı, neden plastiğin aşırı üretim ve kullanımından ziyade tüketicilerin daha dikkatli ürün tercihinde bulunmalarını önerir? Bilgisizlikten mi yoksa güvenli tarafta olmak amaçlı mı?

Pet yerine cam şişe önermek sorunu çözmez

Sorun açık ve net bir şekilde aşırı plastik üretiminde ve beraberinde gelen plastiğin tüm sektörleri istilasında. Dolayısıyla, pet şişe suda mikroplastik ya da plastik eklenti kimyasalları bulunduğunda çözüm cam şişede su içmeyi önererek sunulamaz. Çözüm içilebilir çeşme suyu hakkını savunmaktan geçer. Ambalajındaki plastiğin içeceğe bulaştığı sallama poşet çay ya da konserve balık ya da plastik ambalajlı diğer ürünlerin etkisinden insanların kurtulabilmesi için yapılacak öneri daha pahalı olduğu aşikâr olan muadilleri önermek olmamalıdır. Yerine yasal yaptırımlardan bahsedilmeli, plastiğin aşırı kullanımının bu sonucu yarattığının üzerine basılmalıdır. Çünkü plastiğin istila ettiği üretim alanlarında artık muadil malzemeler neredeyse yok denecek kadar az. Olanlar da oldukça pahalı. Maddi geliri düşük insanların çoğunlukta olduğu ve alternatiflere erişmenin neredeyse imkânsız hale geldiği bir ülkede pahalı alternatiflere yönlendiren önerilerin bir anlamı yok aksine zararı var.

Çözüm plastik üretiminin bir plan dâhilinde azaltılmasından başka yerde aranmamalı. Bu olana kadar da şunu yapsınlar yaklaşımı bile özellikle gıda ambalajlarında ne yazık ki ayakları yere basan öneriler değil! Bireylerin alabilecekleri önlemlerin sınırı var.

Hiçbir atık yönetim alt yapısı yatırımı yapılmayan bir yerde insanları çöplerini ayırmıyor diye suçlamak ne kadar absürt ise çeşmeden içilebilir su akmayan bir yerde insanları pet şişe su içmeyin diye uyarmak da o kadar absürt. Sorun bireylerin tercihlerinde değil sorun bu alanın plastik endüstrisinin insafına terk edilmiş olmasında. Dolayısıyla “tüm markalarda plastik bulundu” gibi bir sonucu açıklamak için televizyona çıkan birinin en sonunda gelecekleri yer plastik içermeyen ürünleri tercih edinse o zaman o işte ciddi bir yanlışlık vardır diyebiliriz.

 

 

İklim eylemine ihanet mi?

İklim krizini durdurmak üzere yapılan uluslararası çabalar 1992 yılında başladı. Rio’da bir araya gelen ülkelerin temsilcileri, iklim krizinin tehlikeli olduğuna ve durdurulması gerektiğine karar verdiler. Ancak Rio’da temeli atılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) bir iyi niyet belgesiydi. Gelişmiş ülkelerin sera gazı salımlarını 1990 seviyesinin altına düşürmelerini öngörüyordu. Uluslararası arenada yaptırım gücü olacak bir anlaşma daha sonra senelik olarak toplanacak Taraflar Konferanslarına (COP) bırakılmıştı. “Olsun” denildi, “en azından sorunun varlığı kabul edildi ya, bu doğru yolda atılan bir adımdır.”

Kyoto

1997’de taraflar üçüncü kez Kyoto’da bir araya geldiklerinde ilk defa bir anlaşma ortaya konuldu. Bu anlaşma sadece gelişmiş ülkelerin azaltım yapmasını sağlamanın yanında kaçamak oynamak için de oldukça fazla yöntem ortaya koyuyordu. Ayrıca  anlaşma 2008 ile 2012 yılları arasında geçerliydi. Ülkelerin 1997 ile 2008 arasında yaşayacakları tüm değişimler de yok sayılmıştı. “Olsun” denildi, “en azından gelişmiş ülkeler kabul ettiler ve salımların çoğunluğu zaten onlardan kaynaklanıyor, bu da ciddi bir ilerlemedir, Kyoto Protokolü’nün devamında gelişmekte olan ülkeler de bu anlaşma rejimine katılır ve sorunu çözme yolunda bir adım daha atılmış olur.”

Kyoto Protokolü’nü o noktada en fazla salım yapan ABD, kabul etmek için meclisine bile getiremedi. Kanada anlaşma süresi başladıktan sonra anlaşmadan ayrıldı. Bu protokolü “ciddiye alan” neredeyse sadece Avrupa Birliği kaldı.

Kopenhag

2012’de Kyoto Protokolü’nün süresi tamamlandıktan sonra nasıl bir anlaşma yapılacağına dair görüşmeler epey önceden başladı ama bu görüşmelerin 2009’da Kopenhag‘daki konferansta sonuca ulaşıp bir anlaşma yapılması umuluyordu. Ne yazık ki Kopenhag tamamen bir hayal kırıklığı oldu. Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında bir uzlaşmaya varılamadığından hiçbir anlaşma yapılamadı. Son anda iki tane önemli karar alındı. “İklim değişikliği küresel sıcaklık artışı iki dereceye varmadan durdurulmalıdır” dendi ve bu konuda gelişmekte olan ülkelerin kapasite geliştirmelerine yardımcı olmak için gelişmiş ülkelerin her yıl 100 milyar dolar vermeleri kabul edildi. “Olsun” denildi, “en azından artık ısınmaya rakamsal bir sınır belirlendi ve gelişmiş ülkelerin sorumluluklarını yerine getirmek için para ödemelerinin kabul edilmiş olması da önemli bir şeydir. Bağlayıcı bir anlaşmaya kısa sürede varılır.”

Ne yazık ki Kopenhag’dan sonraki tüm konferanslar ufak ilerlemelerle doluydu ve bir anlaşmaya varmak mümkün olmadı. Sadece, Avrupa Birliği kendi salım taahhütlerini 2012 sonrasına da uzattı. “Eh, bu da bir şey, en azından AB bu yolda lokomotiflik yapıyor” dedik.

Lima 

2014’te Lima’daki konferans da iyi gitmiyordu. Çin’in iklim görüşmecisi Xie Zhenhua, son noktada ilginç bir fikir attı ortaya. “Madem ülkeler bir ortak paydada buluşamıyorlar, o zaman herkes ne yapmak istediğini söylesin, o bağlamda anlaşalım”. Elbette böyle bir anlaşmanın anlamı yoktu, ama ülkelerin de başka türlü anlaşmaları imkansızdı ve buradan Paris Anlaşması doğdu. Her ülke iklim krizini durdurmak için kendi doğru bildiğini yapacak ve çıkacak sonucun da yeryüzünü en fazla 1,5 ℃ ısıtacağı umulacaktı. “Olsun” denildi, “Kyoto sonrası bir anlaşma bile yapılamamıştı. Şimdi en azından devletler masaya oturup bir anlaşmaya imza attılar. Bu anlaşma için verilen taahhütler yeryüzünü 3 ℃ ısınmaya doğru götürüyor olabilir ama arada ülkelere baskı yaparak taahhütlerini geliştirmelerini ve 1,5 ℃ hedefine doğru gitmelerini sağlayabiliriz.”

2015’ten 2021’e kadar ülkelerin verdikleri taahhütlerin iklim hedefleri ile uyumlulaştırılmasına çalışıldı. 1,5 ℃ ısınma hedefinin tutulabilmesi için iyi ihtimalde tüm ülkelerin toplam sera gazı salımlarını 2050 yılına kadar doğanın emebileceği seviyeye düşürmeleri gerekiyordu. Ancak bu hedefe uygun olarak hareket eden bir tek Avrupa Birliği vardı. Avrupa Birliği 2030 yılı için %55 azaltım ve 2050 yılında da net sıfır olma hedefini ortaya koydu. Bunun ötesinde, hem kendi ekonomisini korumak, hem de bu hedeflerin diğer ülkelere de yayılmasını sağlamak için hem Emisyon Ticaret Sistemi’nde değişiklikler yapmayı planladı hem de karbon kaçağını engellemek için Sınırda Karbon Vergisi Düzenlemesini devreye sokmayı düşündü. “Çok güzel fikir” dedik, “böylelikle düşük karbonlu ve çevreye duyarlı üretim ve tüketim en azından Avrupa Birliği zoruyla diğer devletlere de yayılır.” Ülkemizde de başlayan “eyvah, karbon vergisi gelirse ne yaparız” paniği bu planın belki de bir umut olabileceği düşüncesini yarattı.

Avrupa Parlamentosu

Sonra 8 Haziran 2022’de bu düzenlemeler Avrupa Parlamentosunun önüne geldi. Bu haliyle parlamentoda kabul edilmesi uzun süredir uyutulmaya çalışılan halklar açısından belki de ilk başarı olacaktı. Yalnız, parlamentoya gelmeden önce bazı maddeler eklenerek teklif oldukça sulandırıldı. Parlamentoya gelen haliyle bu teklif geçecek olsa Avrupa Birliği’nin 2030’a kadar %55 azaltım yapıp 2050 yılında da net karbon sıfır olması hayal olacaktı. İklim mücadelesi ile geçen 30 yılın sonunda ilk defa “olsun” denmedi. “Böyle olmaz, bu kadar sulandırılmış bir kanun teklifini kabul etmiyoruz, bu teklif iklim krizini durdurmak için yetersiz!” denilerek önerilen değişikliklerle birlikte teklif komisyona geri gönderildi.

Şimdi, ülkemiz de dahil olmak üzere çoğu yerdeki üreticiler rahat bir nefes aldılar. Uzunca bir süre daha atmosfere serbestçe karbondioksit salmaya ve bunun için bir bedel ödememeye devam edecekler. Bu üreticilerin Avrupa Parlamentosundaki temsilcileri de büyük bir zafer kazanmış oldular. Kaybeden ise yeryüzü ve insanlık oldu.

Tüm bu olayların sonunda benim hissiyatım “artık dibe vurduk, politika üretme ve uluslararası işbirliği alanında girebileceğimiz daha kötü bir durum kalmadı” şeklinde açıklanabilir. Yalnız eminim ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump tekrar başa gelirse bu lafımı da yiyebilirim. Şu andaki durumda iklim politikası üretme yolundaki yolların sonuna gelindiğine ve başka bir yol denenmesi gerektiğine olan inancım artıyor. Elbette komisyon bu teklifi daha doğru bir hale sokup parlamentoya geri gönderebilir. Elbette parlamento bu teklifi görüşüp kabul edebilir. Elbette bu uygulamalar Avrupa’dan yeryüzünün geri kalan kısımlarına yayılabilir. Elbette gelecekte tüm ülkeler net sıfır karbon salar bir duruma gelebilirler. Ama bunu sıcaklıkları tehlikeli sınırların ötesine çıkmadan yapabilme imkanımız artık ortadan kalkmış durumda. Sorunu bu şekilde ötelediğimiz her sene sıcaklık artışının da biraz daha fazla olmasını peşinen kabullenmiş oluyoruz. Artık 1,5 ℃ istesek bile düşemeyeceğimiz bir sıcaklık. Yakında aynı şeyi 2 ℃ için söylüyor olacağız. 

Gelecekte çocuklarımız bugünlere bakıp yapılan hataları daha net olarak derslerde anlatacaklar, eğer hala okullar kalırsa! “Oysa akıllarını başlarına toplasalar belki de sorunu çözerlerdi, ama para daha ağır bastı” diyecekler.

Mevsimlik ve çok yıllık iklim öngörülerine göre 2022 yazından başlayarak bizi neler bekliyor?

Geçen hafta 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü çeşitli açılardan konuşup yazarak tartışmaya çalıştık. 2022 Dünya Çevre Günü’nün (#Tek Bir Dünya #OnlyOneEarth) yaşandığı günlerde, Yerküre’nin üçlü bir gezegensel acil durumla karşı karşıya olduğunu kısaca yazmıştık. Bunlardan biri ve belki de en önemlisi ya da en başta değerlendirileniyse iklim değişikliği idi.

İlkbahardan yaza geçiş o kadar hızlı oldu ki, nisan soğuklarının hemen ardından Türkiye’nin pek çok kentinde ve yöresinde, bahar (ilkbahar) gardırobunu kullanmadan doğrudan yazlık giysilerimize büründük.

Bu nedenle, bu makalede, “2022 yazından başlayarak etkili olması beklenen mevsimlik ve çok yıllık (Küresel Yıllık – On Yıllık İklim Kestirimi Güncellemesi) iklim öngörülerinin” kısa bir değerlendirilmesinin yapılması amaçlandı.

1- 2022’de bizi nasıl bir yaz bekliyor?

Yerküre, başta fosil yakıtların yakılması, sanayi süreçleri, madencilik, ulaştırma, arazi kullanımı (tarım), arazi kullanımı değişikliği ve ormansızlaşma, vb. gibi – kendi adıma her birini 5 Haziran Dünya Çevre Günü kapsamında ayrı ayrı ele almaya çalıştım – doğal fiziki coğrafyayı, biyocoğrafyayı (biyojeokimyasal döngüler, ekosistem, habitat ve biyoçeşitliliği içerir) ve iklim sistemini bozan, sera etkisini kuvvetlendiren çeşitli insan etkinlikleri yüzünden sanayi devriminden beri, özellikle 20’nci yüzyılın son çeyreğinden bugüne değin hızla ısınmaktadır. Küresel ısınma düzeyi daha şimdiden sanayi öncesi döneme (1850-1900 yıllarının ortalaması) kıyasla 1.2.°C’ye ulaşmış durumda ve bunun giderek daha da artması beklenmektedir. Her yaz ya da kış Dünya’nın pek çok bölgesinde ya da ülkesinde bir öncekinden çok daha sıcak ya da daha kurak geçmektedir. Örneğin her yıl Dünya’nın pek çok bölgesinde ya da ülkesinde (örneğin, Akdeniz ülkelerinin çoğunda ve Türkiye’de) yeni yüksek hava sıcaklığı rekorları kırılmaya başlamıştır.

Türkiye’de 2022 yazı için öngörülen hava sıcaklığı ve yağış koşulları

Mevsimlik iklim öngörüsü merkezlerinin 2022 Mayıs ayında 2022 yazı (Haziran, Temmuz, Ağustos) için yayımlamış olduğu olasılıksal çoklu model hava sıcaklığı ve yağış öngörüleri de bu yazın Türkiye’nin büyük bölümünde normal (genellikle son 10 yıldan bir önceki 30 yıllık dönemin ortalaması) ve medyan (ortanca) değerlerinden daha sıcak ve daha kurak geçeceğini gösteriyor.

Örneğin, Kolombiya Üniversitesi’nin 2022 yazı yağış tahminlerine göre, bu yazın Türkiye’nin -doğu ve güneydoğusu dışında- büyük bölümünde yağışların normallerinin altında olma (çok kurak, şiddetli kurak, vb.) olasılığı % 45 ila % 60 arasında değişirken, ortalama hava sıcaklarının ülkenin hemen her bölgesinde normallerinden yüksek olma (çok sıcak, şiddetli sıcak, vb.) olasılığı % 70 ve üstündedir (şekil verilmedi) [1].

Şekil 1: 2022 Yazı (Haziran-Temmuz-Ağustos) için 1 Mayıs 2022’de yayımlanan ECMWF C3S Çoklu Sistem Model Ürünü mevsimlik tahmin yağışın medyan (ortanca) değerinden büyük olma olasılığı (%) [3]’e göre Türkçeleştirildi ve yeniden düzenlendi.
Kolombiya Üniversitesi’nin karşılaştırma ve olasılık hesaplamasında normali eşik değer olarak kullandığı istatistiksel teknikten farklı olan Avrupa Birliği Copernicus İklim Merkezi’nin 2022 yaz yağışının medyan (ortanca) değerinden daha büyük ya da daha yüksek olma (yani ortancadan daha yağışlı olma) olasılığı öngörüleriyse [2], tüm Türkiye için çok küçüktür (Şekil 1). Bu olasılık genel olarak Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi ve Doğu Anadolu’nun kuzeyinde % 10 ila % 20 arasındayken, Türkiye’nin geri kalan hemen tüm bölgelerinde % 20 ila %30 arasında değişmektedir [3]. Başka bir deyişle, temel alınan istatistiksel yöntem farklı olmasına karşın, Copernicus merkezinin yağış öngörülerine göre de 2022 yaz mevsimi olasılıkla medyana kıyasla oldukça kurak (çok kurak, şiddetli kurak, vb) yaşanabilecektir [3].

Şekil 2: 2022 Yazı (Haziran-Temmuz-Ağustos) için 1 Mayıs 2022’de yayımlanan ECMWF C3S Çoklu Sistem Model Ürünü mevsimlik hava sıcaklığı tahmininin medyan (ortanca) değerinden büyük olma olasılığı (%) [4]’e göre Türkçeleştirildi ve yeniden düzenlendi.
Copernicus İklim Merkezi’nin 2022 ortalama yaz hava sıcaklıklarının medyan (ortanca) değerinden daha yüksek (yani ortancadan daha sıcak ya da çok daha sıcak) olma olasılığı öngörülerine göreyse [2], yüzeyden 2 m yüksekte gözlem siperi içinde ölçülen hava sıcaklıklarının medyandan daha yüksek olma olasılığı, genel olarak Karadeniz Bölgesi’nde % 70-80 dolayındayken, Türkiye’nin geri kalan büyük bölümünde hava sıcaklıklarının medyan değerini aşma olasılığı % 80 ila % 90 arasında ve Akdeniz Göller Yöresi’nde % 90’dan daha yüksek bir olasılıkla gerçekleşebilecektir (Şekil 2) [4]. Kısaca, Copernicus merkezinin hava sıcaklığı öngörülerine göre de 2022 yaz mevsimi, Türkiye’nin çok büyük bir bölümünde olasılıkla medyana kıyasla oldukça sıcak (çok sıcak, şiddetli sıcak, vb.) yaşanabilecektir [4].

2- Önümüzdeki yıllarda küresel iklim değişikliği hangi düzeylere ulaşabilecek?

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO) birkaç yıllık (yıllıktan 5-10 yıllık zaman ölçeklerine kadar) öngörülerdeki lider kuruluşu olan İngiltere Meteoroloji Örgütü (Met Office) tarafından hazırlanan Küresel Yıllık – On Yıllık İklim Kestirimi Güncellemesine göre, 2022 ile 2026 arasındaki her yıl için yıllık ortalama küresel yüzey sıcaklığının, sanayi öncesi seviyelerden 1.1 °C ile 1.7 °C arasında daha yüksek olacağı öngörülüyor [5].

Küresel yüzey sıcaklığının 2022 ile 2026 arasında en az bir yıl sanayi öncesi düzeylerinin 1.5 °C üzerinde olma olasılığı yaklaşık % 50 düzeyinde, yani olmama ihtimali kadar (% 48). Beş yıllık ortalamanın bu eşiği aşması içinse yalnızca küçük bir şans (% 10) vardır. 2022 ile 2026 arasındaki en az bir yılın, uzun süreli aletli küresel yüzey sıcaklığı kayıtlarında en sıcak yıl olan 2016 yılını geçme olasılığı % 93’tür. 2022-2026 için beş yıllık ortalamanın son beş yıldan (2017-2021) daha yüksek olma şansı da % 93’tür [5].

Arktik Bölgenin küresele oranla daha hızlı, yaklaşık 3 kat daha yüksek arttığını gözlüyoruz. Arktik sıcaklık artışının, 1991-2020 ortalamasına kıyasla, önümüzdeki beş kuzey yarımküre uzun kışının ortalaması alındığında, küresel ortalama anomalinin üç katından daha yüksek olduğu kestiriliyor.

Aralık-Şubat 2022/23 için El Niño Güney Salınımı için sinyal yok, ancak Güney Salınımı indisinin 2022’de pozitif olacağı tahmin ediliyor.

1991-2020 ortalamasına kıyasla 2022 için kestirilen yağış öngörüleri, güneybatı Avrupa ve güneybatı Kuzey Amerika‘da daha kuru koşullar ve kuzey Avrupa, Sahel, kuzeydoğu Brezilya ve Avustralya‘da daha yağışlı koşullar olasılığının arttığını gösteriyor. 1991-2020 ortalamasına kıyasla Mayıs-Eylül 2022-2026 ortalaması için öngörülen yağış koşulları, Sahel, kuzey Avrupa, Alaska ve kuzey Sibirya‘da daha yağışlı ve Amazon‘da daha kurak koşullar olasılığının arttığını gösteriyor [5].

1991-2020 ortalamasına kıyasla Kasım-Mart 2022/23-2026/27 ortalaması için benzeştirilen yağış öngörüleri, küresel ısınmadan beklenen modellerle tutarlı olarak tropikal bölgelerde yağışın artacağını ve subtropikal bölgelerde (Akdeniz havzasını ve Türkiye’yi de içerir) yağışların azaldığını gösteriyor [5] [6].

Kısaca, normallerinden çok sıcak ve kurak bir yaz bizi bekliyor olabilir.

Orman yangınlarına “meslek ve kurum şovenizminden uzak, çok disiplinli, disiplinler arası, çok sektörlü, katılımcı, akılcı ve bilimsel bir” dikkat!!!

*

[1] https://iri.columbia.edu/our-expertise/climate/forecasts/seasonal-climate-forecasts/
[2] https://climate.copernicus.eu/seasonal-forecasts
[3]https://climate.copernicus.eu/charts/c3s_seasonal/c3s_seasonal_spatial_mm_rain_ 3m?facets=Centres,C3S%20multi-system%3BParameters,precipitation&time=2022050100, 744,2022060100&type=prob&area=area01
[4]https://climate.copernicus.eu/charts/c3s_seasonal/c3s_seasonal_spatial_mm_2mtm_ 3m?facets=Centres,C3S%20multi-system%3BParameters,T2m&time=2022050100,744, 2022060100&type=prob&area=area01
[5] https://public.wmo.int/en/media/press-release/wmo-update-5050-chance-of-global-temperature-temporarily-reaching-15%C2%B0c-threshold
[6] https://yesilgazete.org/ipccnin-yeni-yayimlanan-iklim-degisikliginin-etkileri-uyum-ve-etkilenebilirlik-raporu-bize-neler-soyluyor/

Yasaklar ve onur

6 Haziran’da Kadıköy’de Yeldeğirmeni tanıdık bir olaya şahit oldu: Onur Ayı‘nı kutlamak isteyen lubunyalar polis müdahalesiyle karşılaştı. Artık kendimizi var edebilme mücadelesi verdiğimiz haziran ayları LGBTİ+’ları yordu, sindirdi… Çünkü yıllardır bir ön gösterim olmaktan sıkıldık. Bugün yasaklanan festivaller, engellenen sanatçılar gibi artan baskı unsurlarının hepsi ilk önce bizler üstünde denendi.

Belki de köşe yazılarıma başladığımdan beri yazıyorum, LGBTİ+’lara yapılan, bizim üstümüzde denenen her yasak, tüm topluma uygulanmak isteyen baskının bir deneme adımı. Toplumdaki herhangi bir birleşene yapılan haksızlığa göz yumduğumuz zaman, diğerlerine de benzer haksızlıklar olması noktasında bir yol oluşuyor, emsal oluşuyor ve 2000’ler sonrası Türkiye bunun örnekleriyle dolu.

“Sekülerlik” atfedilen (ki seküler değil yalnızca hoşgörülü-demokratik bir toplumun farklı renkleri) hayat tarzları bastırılıyor, bunların bilinçli yapıldığını düşünmemek elde değil. LGBTİ+’ların yıllardır Onur Ayı kutlamaları, “güvenlik” “ toplumsal hassasiyetler” gibi bahanelerle sansürlendi. 2022’de ortada bir “güvenlik” tehdidi, bir bayram-kutlama olmasa da Yeldeğirmeni olaylarında gördüğümüz üzere baskı tam gaz devam etmekte. Geçen sene Covid-19’u bahane eden yetkililer, 2022’de neyi bahane edecek? Ya da nelere göz yumacak?

İstanbul Kadıköy’de Onur Ayı’nı kutlamak isteyenlere polis saldırısı.

Muhalefet denizde sarılacak yılan arıyor

Benzer bahanelerle gençlik festivalleri ve doğrudan Melek Mosso gibi sanatçı kadınların gösterilerine engel ve yasak getiriliyor. Bunların hepsinin denemesi Onur Ayı kutlamalarına karşı yapıldı. Bu noktada her daim kullandığım bir benzetme olan, Truvalı Kassandra gibi hissetmemek elde değil. Kassandra, Apollon tarafından geleceği bilmekle ama kimseye buna inandıramamakla lanetlenmişti. 2022’de kültür ve eğlence üstüne yapılan bu baskının geleceği Gezi sonrası Türkiye’de çoktan belli olmuştu. İklim krizi gibi bu konuda da geç kaldık, ya da “ben o zamanlar daha oy veremiyordum” sızlanışları da gayet haklı geliyor bana.

Şu an ne yapabiliriz? Ana muhalefet “bekleyin” demekten öteye gitmiyor, küçük oy hesaplarıyla ancak kendi seçmeni sakinleştirmekle uğraşıyor. Orada burada küçük hücumlar ve yeniden artık bir mit haline gelen Haziran 2023’e işaret ediliyor. Gelecek sene haziran gerçekten o kadar yakın mı? Bazı noktalarda artık muhalefetin 2023 hayalleri bana hiç iyi gelmiyor. Artan enflasyon, artan baskılar… Boğuluyoruz ve muhalefet denizde sarılacak yılan arıyor.

Kassandra gibi tekrar tekrar, gelin dayanışalım, gelin birlik olalım demek de yordu. İşte benim Onur Ayı’m böyle geçiyor. Stonewall’da başlayan direniş hala tüm dünyada devam ediyor ama bağlamlar da çok önemli. Artık 2020’lerin kendine has zorlukları olduğunu kabul etmenin, dertlerin evrimleştiğini ve farklı dayanışma yöntemleri geliştirmek durumunda olduğumuzu görmek gerek.

Kadınlar da lubunyalar da susmayacak

Belki de LGBTİ+’lar yıllardır sahip oldukları tecrübeleri paylaşmalı, nasıl haklarımızı aradık, nasıl başardık diye? Velakin toplumca her daim hakir görülen bir azınlık olarak bizlerde de o güç kalmadı. Üstümüzden para kazanan küresel şirketler, batı ülkelerinde rengarenk logolarla Onur Ayı kutlarken, bizde en fazla sansürle “renk şenliği” kutluyorlar. Çoğu bakmıyor bile. Sözde ve sahte bir destekten bile mahrumuz.

Bunlar bizi yıpratıyor mu? Yoruyor mu? Evet, bence artık “her daim güçlü olalım” numaraları da sökmüyor. Ama bu engeller ne gençliği, ne sanatı ne de bizi engelleyemez. Silemez. Yok edemez. İstedikleri kadar kadınları sahneden indirmeye çalışsınlar, kadınlar susmayacak. Danıştay’da İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlar, her şeye rağmen yaşamaya devam eden bizler, evet direnecek ve dayanışacağız. Sözde ve sahte desteklerdense, birbirimize olan güvenimiz ile yarınları göreceğiz.

O yüzden, lütfen her davayı takip eden feministlere, her şeye rağmen sokakta olan lubunyalara bakalım ve onlardan güç alalım. Ve bunu yalnızca yine kadınlar, LGBTİ+’lar değil, tüm toplum görmeli, susanlar bizden güç almalı. Belki söylediklerimize değil de dayanışmamıza inanırlar.

*

Son haftalarda LGBTİ+’lara yönelik saldırıların sadece birkaçı şöyle:

İzmir-Alsancak’ta polisler “yüksek müzik sesi” gerekçesiyle transların yaşadığı eve biber gazı sıktı | Yıldız İdil Şen: “Cop ile darp edildik”


https://www.gazeteduvar.com.tr/trans-kadinlara-sokakta-sohbet-yasagi-burada-durmayin-gezinmeyin-haber-1563014
https://www.gazeteduvar.com.tr/polisten-saldiriya-ugrayan-trans-kadinlara-benim-gorevim-seni-korumak-degil-haber-1551012
https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/256725-gulum-izmir-de-trans-kadinlara-saldirilari-adalet-bakani-na-sordu
https://sendika.org/2022/04/izmirde-trans-kadinlarin-yasadigi-evlerin-muhurlenmesine-ve-hukuksuz-cezalar-kesilmesine-karsi-eylem-652804/
https://www.gazeteduvar.com.tr/izmirde-translara-yonelik-saldirilar-protesto-edildi-haber-1551103

‘Karbon bombaları’ korkunç bir iklim çöküşünü tetikleyecek

Yazan: Damian Carrington & Matthew Taylor

Yeşil Gazete için çeviren: Özge Altaş Güven

*

 

The Guardian gazetesinin araştırmasına göre, dünyanın en büyük fosil yakıt firmaları; iklim değişikliğiyle ilgili uluslararası seviyede uzlaşıya varılmış olan sıcaklık sınırının aşılmasına sebep olacak, çok sayıda “karbon bombasını”, yani petrol ve gaz projesini planlıyor.

Münhasır veriler, bu firmaların insanlığın küresel ısınmayı durdurmasına karşı milyarlarca dolarlık kumar oynadığını ortaya koyuyor. Ancak, fosil yakıt üretimine yönelik devasa yeni yatırımları, ülkeler, bilim insanlarının hayati olduğunu söylediği karbon emisyonlarını hızla azaltmayı başaramazlarsa işe yarayabilir.

Petrol ve gaz endüstrisi son derece dalgalıdır fakat özellikle fiyatların şu anda olduğu gibi yüksek seviyelerinde olağanüstü derecede karlıdır. ExxonMobil, Shell, BP ve Chevron son otuz yılda neredeyse 2 trilyon dolar kar ederken, son zamanlardaki fiyat artışları BP’nin patronunun, şirketi, ‘’Bankamatik’’ olarak tanımlamasına neden oldu.

İklim bilimcilerinin şubat ayında fosil yakıt kullanımını azaltmada daha fazla gecikmenin, “herkes için yaşanabilir ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak” için son şansımızı kaçırmak anlamına geleceğini belirtmelerine rağmen, önümüzdeki yıllardaki muazzam ödemelerin cazibesi petrol şirketleri tarafından karşı konulamaz görünüyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres‘in nisan ayında dünya liderlerini uyardığı gibi; “Fosil yakıtlara olan bağlılığımız bizi öldürüyor.”

Planlanan projelerin detaylarına kolayca erişilemiyor ancak Guardian’da yayımlanan bir araştırma şunu gösteriyor:

  • Fosil yakıt endüstrisinin kısa vadeli genişleme planları, dünyanın en büyük kirleticisi olan Çin‘in on yıllık CO2 emisyonuna eşdeğer sera gazı üretecek petrol ve gaz projelerinin başlamasını içeriyor.
  • Bu planlar, her biri faaliyetleri boyunca en az bir milyar ton CO2 emisyonu ile sonuçlanacak, toplamda yaklaşık 18 yıllık mevcut küresel CO2 emisyonuna eşdeğer “195 karbon bombası”, devasa petrol ve gaz projelerini içeriyor. Bunların yaklaşık %60’ı şimdiden faaliyete geçti bile.
  • Birçok petrol şirketi, küresel ısınmanın 2 derecenin çok altında sınırlanması durumunda yakılamayacak olan, yeni petrol ve gaz sahalarını işletmeye almak için gelecek on yıl boyunca günde 103 milyon dolar harcama yolunda ilerliyor.
  • Orta Doğu ve Rusya, gelecekteki petrol ve gaz üretimiyle ilgili olarak genellikle en fazla dikkati çekenler arasında ancak, ABD, Kanada ve Avustralya, en büyük genişleme planlarına ve en fazla sayıda karbon bombasına sahip ülkeler arasında yer alıyor. Bu üç ülke kişi başına fosil yakıtlar için dünyanın en büyük sübvansiyonlarından bazılarını sağlıyor.

BM, kasım ayındaki COP26 İklim Zirvesi’nde, küresel emisyonlarda henüz bir düşüş sağlayamayan çeyrek asırlık müzakerelerin ardından, dünyanın dört bir yanındaki ülkeler nihai kararlarına ‘’kömür’’ kelimesini dahil ettiler.

COP başkanı Alok Sharma, Hindistan’ın en kirli fosil yakıt olan “kömürün aşamalı olarak kaldırılması” ihtiyacının “kömürün aşamalı olarak azaltılması” olarak yumuşatılması talebi karşısında gözyaşlarına hakim olmaya çalıştı.

Bununla birlikte, dünya kömürün gücünün tarih olduğu konusunda hemfikirdi. Şimdiki soru, daha ucuz yenilenebilir kaynakların kömürün yerini ne kadar çabuk alabileceği ve geçişin hala ona bağımlı olan az sayıdaki gelişmekte olan ülke için ne kadar adil olacağı.

Ancak, fosil yakıt emisyonlarının neredeyse %60‘ından sorumlu olmalarına rağmen, COP26’nın nihai anlaşmasında petrol ve gazdan söz edilmedi.

Ayrıca, uluslararası iklim diplomasisine hakim olan ve konferansta kendilerini iklim liderleri olarak konumlandıran ABD gibi zengin ülkelerin çoğu, yeni petrol ve gaz projelerinde büyük oyuncular. Ancak Hindistan’ın aksine eleştiriden kaçındılar.

Bu sebeple The Guardian, COP26’ dan bu yana petrol ve gaz arama ve üretimine ilişkin en net resmi çıkarmak için çalışmalar yaptı.

Kırmızı Kod

Bilim insanları, gezegenin başının büyük belada olduğu konusunda hemfikir. Ağustos ayında Guterres, iklim bilimi konusunda dünyanın önde gelen otoritesi Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli tarafından hazırlanan raporla ilgili sert tepki gösterdi; “Bu rapor insanlık için kırmızı bir koddur” dedi.

IPCC, yaşanabilir bir gelecek şansını korumak için karbon emisyonlarının 2030 yılına kadar yarı yarıya düşmesi gerektiğini ısrarla belirtiyor, ancak herhangi bir düşüş belirtisi görünmüyor.

2011 yılından beri uzmanlar, dünyanın  fosil yakıt rezervlerinin çoğunun küresel ısınmaya neden olmadan yakılamayacağı konusunda uyarıyor.

2015 yılında yapılan yüksek profilli analiz sonuçlarına göre, küresel sıcaklığı 2 derecenin altında sınırlamak için, bilinen petrol rezervlerinin yarısının, gazın üçte birinin ve kömürün %80’inin yerin altında kalması gerekiyor.

Bugün sorun daha da vahim. İklim krizinin yıkıcı etkilerinin daha iyi anlaşılması; aşırı sıcak dalgaları, kuraklık ve sel risklerini azaltmak için küresel ısınma için uluslararası kabul görmüş sınırın 1,5 dereceye düşürülmesine yol açtı.

Uluslararası Enerji Kurumu‘nun 2021 mayıs ayındaki raporuna göre, dünyanın 2050 yılına kadar net sıfıra ulaşması için yeni petrol ve gaz sahaları ile kömür madenlerinin olmaması gerekiyor.

Güncellenmiş bir bilimsel analiz, 1,5 derece için yerin altında kalması gereken fosil yakıt rezerv oranının petrol ve gaz için %60’a, kömür için %90’a sıçradığı, BM ise planlı fosil yakıt üretiminin öngörülenin 1,5 derece için gerekli sınırı “büyük ölçüde aştığı” konusunda uyardı.

Nisan ayında, emisyonları azaltmaya başlamanın “şimdi ya da asla” olduğunu belirten son IPCC raporuyla şoke olan Guterres, iklim eylemleri vaatlerini tutmayan şirketlere ve hükümetlere karşı sözlü bir hamle başlattı:

“Basitçe söylemek gerekirse, yalan söylüyorlar ve sonuçlar felaket olacak. Yeni fosil yakıt altyapısına yatırım yapmak ahlaki ve ekonomik bir çılgınlıktır. “İklim aktivistleri bazen tehlikeli radikaller olarak tasvir ediliyor. Ancak gerçekten tehlikeli radikaller, fosil yakıt üretimini artıran ülkelerdir.”

Rusya’nın Ukrayna’daki savaşına verilen tepki, petrol ve gaz fiyatlarını daha da yükselterek, onlarca yıl sürecek yeni alanlar ve altyapı üzerine kumarı daha da teşvik etti.

Covid-19 pandemisi veya 2008 mali çöküşünden sonra ülkelerin “daha yeşili yeniden inşa edememesi” (build back greener) iyiye işaret değildi ve Guterres şunları söyledi: “Fosil yakıt çıkarları, yüksek karbonlu bir geleceğe kilitlenmek için şimdi Ukrayna’daki savaşı alaycı bir şekilde kullanıyor.”

Gelecekteki petrol ve gaz gelişmelerini değerlendirmek zor: Sektör karmaşık ve genellikle gizli, kamuya açık bilgiler kıt ve bulunması ve değerlendirilmesi zor. Ancak Guardian çevre muhabirlerinden oluşan küresel bir ekip, geçtiğimiz beş ay boyunca dünyanın önde gelen düşünce kuruluşları, analistler ve akademisyenlerle çalıştı ve artık sektörün planlarının ölçeğini ortaya çıkaran bir dizi soruya yanıt vermeye çalıştı.

İlk olarak, bu önemli on yılın sonundan önce sondaja başlaması muhtemel projelerden ne kadar üretim sağlanacak?

Ardından, dünyanın en büyük projeleri olarak adlandırılan, iklimi bozacak sözde karbon bombaları tam olarak nerede?

Parayı da takip ettik: Temiz enerjiye yatırım yapmak yerine güvenli bir şekilde yakılamayan petrol ve gaza ne kadar harcanacak? Ve neden oldukları gerçek zararı gizleyen fosil yakıt sübvansiyonlarından en çok kim yararlanıyor?

Bu kilit soruların yanıtları kaçınılmaz bir sonuca varıyor: Projeler devam ederse, yaşanabilir bir gelecek sağlamak için tutulması gereken ve karbon bütçesi olarak bilinen, dünyanın hızla daralan emisyon üst sınırını havaya uçuracaklar.

Birçok petrol şirketi tarafından verilen tüm sözler için, veriler sonuçlarına rağmen ana işlerine bağlı kaldıklarını gösteriyor.

Genişletme planları

ExxonMobil ve Gazprom gibi petrol ve gaz şirketlerinin kısa vadeli genişleme planları devasa boyutta. The Guardian’ın araştırmasına göre önümüzdeki yedi yıl içinde, 192 milyar varil petrol ve gaz üreteceklerini, bu verilerin Çin’de şu an oluşan 10 yıllık emisyona eşdeğer olduğu tahmin ediliyor.

Bu tahmini yapanlar ise endüstri standardı kaynak olan, ancak kamuya açık olmayan Rystad Energy‘den alınan verileri kullanan Urgewald’daki analistler.

Gogel veri tabanları, petrol ve gaz araştıran ve üreten 887 şirketi içeriyor ve kısa vadeli genişleme planlarının %97’sini kapsıyor.

Şirketler, toplam 192 milyar varilin yarısından fazlası olan 116 milyar varili temin edecek projelere nihai bir finansal taahhütte bulunmuş durumda.

Ayrıca, geliştirme, mühendislik ve işletme planları da dahil olmak üzere pek çok konuya yatırım yaptılar. Urgewald, bu tür bir yatırımın, bu projelerin devam etmesini muhtemel hale getirdiğini ve sert hükümet müdahalesini engellediğini söylüyor.

Şirketler şimdiden 116 milyar varil petrol tedarik edecek projelere nihai mali taahhütlerini verdiler.

116 milyar

Petrol ve gazın kısa vadeli genişleme planlarının üçte biri “geleneksel olmayan” ve daha riskli kaynaklardan gelecek. Bunlar, petrol ve gaz şirketleri daha derine indikçe, sızıntı, yaralanma ve patlamaların sayısı arttıkça, doğası gereği daha tehlikeli olan kırma ve ultra derin açık deniz sondajlarını da içeriyor.

192 milyar varil, ham petrol ve gaz dahil olmak üzere sıvılar arasında kabaca yarı yarıya bölünüyor. Bunu yakmak 73 milyar ton CO2 üretecek. Ancak metan, düzenli olarak gaz operasyonlarından sızar ve 20 yılda CO2’den 86 kat daha fazla ısı yakalayan güçlü bir sera gazıdır. Bu etkiyi, %2,3’lük standart bir tedarik zinciri sızıntı oranında dahil etmek, atmosfere eklenen 97 milyar ton CO2 eşdeğeri anlamına gelir ve bizi iklim cehennemine daha hızlı sürükler.

Bu büyük petrol ve gaz genişlemesinin önümüzdeki yedi yıl içinde başlaması planlanıyor.

2021’de geliştirme veya saha değerlendirmesi altındaki kaynaklar, milyar varil cinsinden. Grafik: Guardian. Kaynak: Urgewald Global Oil and Gas Exit List

Devlet petrol şirketleri, Urgewald’ın kısa vadeli genişleme listesinin başında geliyor. Katar Enerji, Rus Gazprom ve Suudi Aramco ilk üç sırada yer alıyor. Gazprom’un öngörülen genişlemesinin yarısı kırılgan Kuzey Kutbu‘nda olsa da Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının fosil yakıt planları üzerindeki uzun vadeli etkileri görülmeye devam ediyor.

Listelenen petrol ana şirketleri ExxonMobil, Total, Chevron, Shell ve BP ilk 10’da yer alıyor. Geleneksel olmayan ve riskli petrol ve gaz üretimi, ABD’deki büyük şirketlerin toplamlarının yaklaşık %70’ini oluşturuyor. Avrupa şirketleri için hidrolik kırma ve ultra derin su oranı %30 ile %60 arasında değişmekte.

Urgewald’dan Nils Bartsch, “Petrol ve gaz şirketlerinin çoğu her zamanki gibi işlerine devam ediyor” diyor:  “Bazıları umursamıyor. Bazıları sorumluluklarını görmüyor, çünkü hükümetler genellikle endüstriden etkilense de dünyanın dört bir yanında bu şirketlerin ilerlemesine  izin veriyor.”

Rystad Energy tarafından sağlanan verilere göre, şirketlerin finansal olarak taahhüt ettiği 116 milyar varil petrol ve gaz projesinin üçte ikisi Orta Doğu, Rusya ve Kuzey Amerika’da bulunuyor.

Orta Doğu, ABD ve Rusya gelecekteki petrol ve gaz üretim planlarına hükmediyor.

Mali olarak onaylanmış gelecekteki projelerdeki kaynaklar, milyar varil cinsinden. Grafik: Guardian. Kaynak: Rystad Energy UCube

Avustralya’nın, sahaların nispeten tükendiği Avrupa’nın tamamından daha fazla, 3.4 milyar varil ile büyük bir katkı sağlaması bekleniyor.

Guardian’ın Urgewald tarafından son üç yılda petrol ve gaz aramalarına yapılan ortalama yıllık yatırıma ilişkin ayrı bir analizi, Shell ile birlikte, üç büyük, ancak nadiren incelenen Çinli şirketin ilk dört sırayı işgal ettiğini gösteriyor: PetroChina, China National Offshore Oil Corporation ve Sinopek. Bu sondaj şirketlerinin ilk 10’undan yedisi, genişlemelerinin yarısından fazlası için hidrolik kırmaya, Arktik ultra derin suya ve katran kumuna güveniyor.

Karbon bombaları

Daniel Ribeiro, Mozambik’in Cabo Delgado eyaletinde, devasa bir açık deniz boru hattı ve sıvılaştırılmış doğal gaz tesisine karşı, 15 yıldan uzun bir süre önce müzakerelere başlandığından bu yana mücadele ediyor.

En yoksul ve iklim açısından en savunmasız ülkelerden birinde karbon emisyonlarında büyük bir artışa yol açacak olan plan, Birleşik Krallık hükümetinden 1 milyar sterlinden fazla destek alıyor. En büyük petrol ve gaz şirketlerinden bazıları da yeni bir büyük ödemenin köpek balıkları gibi kokusunu alıyor.

Yerel kampanya grubu Justiça Ambiental’dan Ribeiro, “Bu, halihazırda yerel balıkçılık ve arazilerinden taşınan geçimlik çiftçilik için büyük bir aksama yaratıyor. Ancak devam ederse ve Mozambik gibi ülkeler fosil yakıt rotasına girerse, bu küresel bir felaket olur. İklim kriziyle uğraşmayı unutabiliriz … hepimiz çile çekeceğiz” diyor.

Özel olarak The Guardian ile paylaşılan araştırma, Cabo Delgado yatırımını, durdurulmadığı takdirde dünya çapında feci bir iklim çöküşüne neden olacak 195 karbon bombasından biri olarak tanımladı.

Karbon bombası terimi, son on yıldır iklim çevrelerinde büyük fosil yakıt projelerini veya diğer büyük karbon kaynaklarını tanımlamak için yaygın olarak kullanılmakta. Yeni araştırmalar tanımın sınırını “Süresi boyunca en az 1 milyar ton CO2 emisyonunu pompalayabilen projeler” olarak yapıyor.

Belirlenen projeler arasında, Montney Play petrol ve gaz geliştirme projesinin bir parçası olarak Kanada’nın bakir alanlarında ortaya çıkan yeni sondaj kuyuları yer alıyor. Katar’daki devasa North Field gaz sahaları – çalışmada dünyanın en büyük yeni petrol ve gaz karbon bombası olarak adlandırıldı.

Birleşik Krallık’taki Leeds Üniversitesi’nden Kjell Kühne tarafından yönetilen ve Energy Policy dergisinde yayımlanan çalışma, Glasgow‘daki COP26 konferansında birçok politikacının, kendilerini iklim liderleri olarak konumlandırmasından birkaç ay sonra, bilim insanlarının uyardığı petrol ve gaz üretimindeki küresel genişlemenin uygarlığı tehlikeli bir eşiğe iteceğine dair yeşil ışık yaktığına işaret etti.

Glasgow’daki, küresel yerli aktivistler ve sivil toplum kampanyacıları ağının ön saflarında yer alan İngiltere’nin önde gelen iklim adaleti aktivistlerinden Asad Rehman, ABD, Kanada ve Avustralya’yı “ikiyüzlülük” ile suçluyor:

“Bu ülkeler tek başına küresel emisyonları azaltma çabalarını baltalıyor ve fosil yakıtları hızla ve adil bir şekilde kullanımdan kaldırma sorumluluklarını görmezden geliyorlar.” Rehman, acı çekenlerin en yoksul ve en savunmasız insanlar olduklarını söylüyor.

ABD’deki 22 mega proje, küresel “karbon bombaları”ndan kaynaklanan potansiyel emisyonların beşte birinden fazlasını oluşturuyor.

Ülkelere göre karbon bombalarından kaynaklanan potansiyel karbon emisyonları, GtCO2 cinsinden. Grafik: Guardian.  Kaynak: Kühne, Energy Policy, 2022.

Bu projeler birlikte 646 GtCO2 emisyon üretecek ve dünyanın tüm karbon bütçesini yutacak.

646 GtCO2

“Fosil yakıt devlerinin çıkarlarının ve onların milyarlarca kârının ezici bir çoğunlukla yoksul insanların hayatlarından daha önemli olduğu şeklindeki acımasız hesabı, yalnızca zengin ülkelerdeki siyasi liderlerin sömürgeci zihniyeti yapabilir.”

Çalışma, bu projelerin birlikte 646 milyar ton CO2 emisyonu üreteceğini ve dünyanın tüm karbon bütçesini yutacağını söylüyor. Bu planların %60’ından fazlası hali hazırda çalışıyor.

Leave it in the Ground Girişiminin direktörü Kühne, ilk etapta henüz üretime geçmeyen projelerin %40’ının durdurulması gerektiğini vurguluyor.  Eğer dünya felakete her zamankinden daha hızlı kaymaktan kaçınacaksa, önümüzdeki aylarda ve yıllarda küresel iklim protestosu hareketinin önemli bir odak noktası olması gerektiğini de sözlerine ekliyor:

“Petrol ve gaz endüstrisi, yanan bir gezegen karşısında bile bu devasa projeleri planlamaya devam ediyor. Paris Anlaşması‘nın iddialı hedefleri, görünüşe göre iş durumlarını sorgulamalarına yetmedi. Karbon bombaları, yeterince çabalamadığımızın en büyük göstergesi.”

Çalışma, Rystad Energy’ den alınan verilere dayanmakta, ancak toplam varillere odaklanmak yerine, potansiyel mega projelerini en büyük emisyonların sorumlusu olarak tanımlamakta.

Guardian graphic. Kaynak: Kühne, Energy Policy, 2022, IPCC, World in DataAraştırmaya göre, ABD potansiyel emisyonların en önde gelen kaynaklarından. 22 karbon bombası, konvansiyonel sondajı ve hidrolik kırmayı içeriyor ve Meksika Körfezi‘nin derin sularından Kolorado’daki Front Range’ in eteklerine ve Permiyen havzasına yayıyor. Hepsi birlikte 140 milyar ton CO2 salma potansiyeline sahip ve bu tüm dünyanın her yıl yaydığından neredeyse dört kat daha fazla.

Suudi Arabistan, 107 milyar tonla ABD’den sonra en büyük ikinci potansiyel sera gazı salıcısı, onu Rusya, Katar, Irak, Kanada, Çin ve Brezilya izliyor.

Uluslararası liderler tarafından iklim krizini ele almakta geciktiği için geniş çapta kınanan Avustralya, 16’ıncı sırada yer alıyor.

Avustralya’nın kuzey batısındaki Burrup Yarımadası’nda yaşayan yaşlı bir Ngarluma olan Robyn Churnside, 1970’lerden beri fosil yakıt ve madencilikle mücadele ediyor. Son on yıldır da Woodside’ın ülkedeki en büyük fosil yakıt gelişmelerinden biri olan 12 milyar dolarlık Scarborough gaz projesini durdurmaya çalışan kampanyanın bir parçası.

On yıllarca emisyonları sabitleyecek ve bazı durumlarda on binlerce yıldır orada olan önemli kültürel alanlara saygısızlık edebilecek yeni petrol ve gaz altyapısı hakkında kararlar alınırken muhalif yerli seslerin çok sık göz ardı edildiğini söylüyor:

“Dünya’nın, ilk ulusları dinlemesinin zamanı geldi çünkü biz çok uzun zamandır buradayız. Bu topraklardaki ruhumuz asla huzura kavuşmayacak. Korunmaya ihtiyacı var.”

Manchester Üniversitesi ve Uppsala Üniversitesi, Tyndall İklim Araştırmaları Merkezi’nden Prof. Kevin Anderson, tüm kanıtlar karşısında planlı üretimin ölçeğinin, büyük petrol şirketleri ve siyasi destekçilerinin iklim bilimine inanmadıklarını ya da aşırı zenginliklerinin onları ve çocuklarını bir şekilde yıkıcı sonuçlardan koruyabileceğine inandıklarını aktarıyor:

“Ya bilim insanları bu konu üzerinde 30 yıl harcadılar ve her şeyi yanlış anladılar – büyük petrol CEO’ları daha iyi biliyor – ya da bir endişe perdesinin arkasında, iklime daha duyarlı toplulukları, tipik olarak yoksulları, hayatlarından uzak insanları tamamen görmezden geliyorlar.  Endişe verici derecede kendi çocuklarının geleceğiyle de ilgilenmiyorlar.’’

Para

BP, Şubat ayında finansal kurumlara yaptığı bir sunumda üç aylık kazançlarını bildirdiğinde, bir analistşirketin nakit pozisyonu hakkında soru sormadan önce “arkadaşlıktan ve pozitiflikten gerçekten keyif aldığını” söyledi.

BP’nin CFO’su Murray Auchincloss ise, “Size küçük, sevimli bir tablo verdik” dedi: “Elbette, ne yapacağımızı bildiğimizden daha fazla nakit alıyor olabiliriz. Şimdilik tutucu olacağım ve şirketi petrolün varili 40 dolarmış gibi yöneteceğim. Bunun üzerine çıkabileceğimiz herhangi bir şey, açıkçası yardımcı oluyor.” O sırada petrol fiyatı 90 doları aştı; bugün 106 dolar.

Petrol endüstrisi ağzına kadar nakitle dolu. Şirketlerin sahip olduğu para, emeklilik fonları da dahil olmak üzere hissedarlara veya ulusal petrol şirketleri söz konusu olduğunda hükümetlere ve en azından teoride vatandaşlara aittir. Ancak en büyük petrol şirketlerinin yatırım planları, iklim krizini durdurma hedefiyle keskin bir şekilde çelişiyor.

The Guardian tarafından düşünce kuruluşu Carbon Tracker‘dan elde edilen veriler, dünyanın en büyük şirketlerinin, 2030’a kadar petrol ve gaz sahalarını işletmek için kolektif olarak günde 387 milyon dolarlık bir sermaye harcaması ayırdıklarını gösteriyor.

Bunun önemli bir kısmı, mevcut projelerdeki üretimi sürdürmek için, -dünya fosil yakıtlardan vazgeçmesi için bir miktar petrol ve gaza hala ihtiyaç duyulacaktır- ancak kesin miktar kamuya açık değildir. Bununla birlikte, bu yatırımın en az dörtte birinin, yani günde 103 milyon doların, iklim krizinin en kötü etkilerinden kaçınılması halinde yakılamayan petrol ve gaz için olduğu, bunun yerine temiz enerjiyi artırmak için kullanılabileceği de açık.

Hatta daha endişe verici bir şekilde şirketler, günde 84 milyon dolar daha harcamalarına yol açabilecek ve 2,7 derecelik yıkıcı bir küresel ısınmayla bile uyumlu olmayacak başka proje seçenekleri geliştirdi.

Büyük şirketler, yeni petrol ve gazdan yararlanmak için 2030’a kadar günde milyonlarca dolar harcamayı planlıyor.

2021-2030 günlük sermaye harcaması, milyon $ cinsinden. Grafik: Guardian.  Kaynak: Carbon Tracker Initiative / Rystad Energy

Dünya hükümetleri, Paris İklim Anlaşması’nda küresel ısınmayı 2 derecenin çok altında sınırlamak ve sıcaklık artışının 1,5 derecenin altında kalması için çaba sarf etmek konusunda anlaşmıştı. İkinci hedef daha da katı olarak, yeni hiçbir petrol ve gaz projesinin olmamasıdır.

Ancak 2021 Eylül ayında derlenen Carbon Tracker verileri, istenen sıcaklık artış düzeyi için şirketlerin öngörülen yatırımlarının %27’sinin bununla uyumlu olmadığını tespit etti.

ExxonMobil, 2030’a kadar günde 21 milyon dolar ile iklimi bozan bu yatırım planlarının en büyüğüne sahipken, onu Petrobras (15 milyon dolar), Chevron ve ConocoPhillips (her ikisi de 12 milyon dolar) ve Shell (8 milyon dolar) izliyor.

En tehlikeli yatırımlar – 2,7C’nin üzerine çıkmasına destek olabilecekler- açısından Gazprom bunun günde 17 milyon dolarını, ExxonMobil 12 milyon dolarını, Shell 11 milyon dolarını ve PetroChina 9 milyon dolarını oluşturuyor.

Hükümetler, temiz enerjiyi artırarak ve fosil yakıt kullanımını azaltarak karbon emisyonlarını hızla azaltmak için bilimsel tavsiyeye göre hareket ederse, şirketler bu devasa meblağları kayıp olarak yazmak zorunda kalacak, hissedarlara, emeklilik fonlarına ve kamu finansmanına zarar verecek. Hükümetler harekete geçmezse, dünya yok olurken şirketler bundan para kazanacak.

Genel olarak, uluslararası petrol şirketlerinin, öngörülen yatırımlarının neredeyse %40’ı 1.65 derece ile uyumsuz ve en büyük kumarı onlar oynuyor.  ExxonMobil, %56 ile özellikle yüksek. Ulusal petrol şirketi ortalaması %17,  ancak mesela Petrobras ın planlanan sermaye harcamasının %56’sı da 1,65 derece ile uyumlu değil.

Carbon Tracker’dan Mike Coffin, “Her zamanki gibi iş talebine dayalı projeler geliştirmeye devam eden şirketler, iklim konusundaki politika eyleminin başarısızlığına ve yenilenebilir enerji ve pil depolama gibi yeni teknolojilerin ezber bozan potansiyelini hafife alıyor,” diyor:  “Bu tür projelere ya ihtiyaç yok ya da Paris hedeflerini aşan bir ısınmaya yol açıyor”.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra, Nisan ayındaki Rystad Energy verilerine dayanan yakın tarihli ayrı bir analiz, dünyanın en büyük 20 petrol ve gaz şirketinin 2030’un sonuna kadar yeni petrol ve gaz çıkarmak için büyük meblağlar – 932 milyar dolar – harcama yolunda devam ettiğini ortaya koydu.

Dünyayı fosil yakıtların pençesinden kurtarmak, devam eden devasa sübvansiyonlar yüzünden çok daha zor hale geliyor ve bu da, neden oldukları zarar, -özellikle de yılda 7 milyon insanı öldüren hava kirliliği dahil edildiğinde- onları gerçek maliyetlerinden çok daha ucuz hale getiriyor. G20 önde gelen ekonomiler grubu, 2009 yılında sübvansiyonları aşamalı olarak kaldırma sözü verdi, ancak çok az şey elde edildi.

 

Fosil yakıt üreticileri ve tüketicileri her yıl yüz milyarlarca dolarlık doğrudan mali destek alıyorlar – ancak fosil yakıtların neden olduğu zararları ödemeyerek çok daha büyük sübvansiyonlardan yararlanıyorlar. Uluslararası Para Fonu‘na (IMF) göre, iklim krizi ve hava kirliliğinin verdiği zarar hesaba katıldığında, fosil yakıt sübvansiyonları yılda 6 trilyon dolara ulaşıyor. The Guardian analizi, bunun küresel olarak dakikada 11 milyon dolara, Çin’de dakikada 4 milyon dolara ve ABD’de 1 milyon dolardan fazlasına eşdeğer olduğunu gösteriyor.

The Guardian’ın daha ayrıntılı IMF verileriyle analizi, Suudi Arabistan ile birlikte ABD, Kanada ve Avustralya’daki sürücülerin dünyada, kara yolunda kullandıkları yakıtlar için sağlanan sübvansiyonlardan en çok yararlananlar olduğunu ve bazı hükümetlerin mevcut enerji krizi sırasında bunları artırma baskısı altında olduğunu gösteriyor.

ABD, Kanada ve Avustralya, ulaşım için kullanılan fosil yakıtlarının başlıca sübvansiyon sağlayıcıları.

Dizel ve benzin için sübvansiyonlar, 2020’de kişi başına $ cinsinden. Grafik: Guardian  Kaynak: Guardian analysis of IMF data. Not: Sıralama nüfusu 25 milyon ve üzeri olan için yapılmıştır.

Suudi Arabistan nüfusu genelinde benzin ve motorin için kişi başına sübvansiyon, 2020’de yılda 1.000 dolardan fazlaydı. ABD’de, kişi başına kara yolu yakıtı sübvansiyonu 644 dolar ve hem Kanada hem de Avustralya’da yaklaşık 500 dolar.

Japonya ve Almanya, 25 milyondan fazla nüfusu olan ve küresel nüfusun ve sübvansiyonların %90’ını oluşturan 54 büyük ülkeye odaklanan kara yolu yakıtı analizinin ilk 10’unda yer alıyor. Birleşik Krallık’ta kara yolu yakıtları için kişi başına sübvansiyon yılda sadece 10 dolardı, bu da 2020’de benzin ve dizel vergilerinin yakıtların neden olduğu hasar düzeyine yakın olduğunu gösteriyor.

Suudi Arabistan, Rusya ve ABD fosil yakıtların en büyük destekçileri

Fosil yakıtlar için sübvansiyonlar, 2020’de kişi başına $ cinsinden. Grafik: Guardian. Kaynak: Guardian analysis of IMF data. Sıralama nüfusu 25 milyon ve üzeri olan için yapılmıştır.

ABD ayrıca, tüm fosil yakıtlar için yılda 2.000 $ ile kişi başına en yüksek sübvansiyon sağlayanlar listesinde, sadece Suudi Arabistan (4.550 $) ve Rusya’nın (3.560 $) arkasında yer alıyor. Bu ülkelerden sonra sadece İran (1815 $) Avustralya (1730 $) ve Kanada’yı (1690 $) geride bırakıyor.

IMF iklim ekonomisti Simon Black, “Paris Anlaşması’nı ciddiye almak, fosil yakıtlardan hızlı bir şekilde uzaklaşmayı gerektiriyor. Fosil yakıt fiyatlarını doğru belirlemek bu geçişi hızlandırmada çok yardımcı olacaktır” diyor.

Dönüşüm

Yakılan petrol ve gazdan geçiş bir gecede gerçekleşemez; bu nedenle 2050’de net sıfır emisyonlu küresel ekonomiye geçişte hala bir miktar petrol ve gazın  yakılması gerekecek. Soru ise, şirketlerin ve hükümetlerin yeterince hızlı hareket edip etmediğidir.

The Guardian, analizinde adı geçen petrol ve gaz şirketlerine yazı yazarak yanıtlarını istedi.

ExxonMobil’in bir sözcüsü, “IEA net sıfır emisyon senaryosu ve Paris uyumlu tüm senaryolar altında, 2050 yılına kadar tüm enerji kaynakları önemini korumaya devam ediyor. Petrol ve doğal gaz da enerji karışımının temel bileşenleri olmayı sürdürüyor” diye cevap verdi.

Bununla birlikte, petrol ve gazın rolü 2050’de büyük ölçüde azaltılacak. IEA’dan  “2021 itibariyle hali hazırda taahhüt edilen projelerin ötesinde, [net sıfır senaryomuzda] geliştirilmesi onaylanan yeni petrol ve gaz sahaları yok” açıklaması yapılmıştı. 

Sözcü, karbon yakalama ve depolama, hidrojen ve biyo yakıtlar dahil olmak üzere, ExxonMobil’ in önümüzdeki altı yıl içinde sera gazı emisyonlarını düşürme girişimlerine 15 milyar dolardan fazla yatırım yapmayı planladığını söyledi. Şirket, 2050 yılına kadar sattığı yakıtlardan değil, yalnızca kendi operasyonlarından net sıfır emisyon elde etmeyi amaçlıyor, bu nedenle sattığı petrol ve gazdan kaynaklanan emisyonların yalnızca küçük bir kısmını karşılıyor.

Shell’in bir sözcüsü de yakın tarihli şirket açıklamalarına atıfta bulunarak: “Bizim planlanan sermaye yatırımımızın bir sonucu olarak, elden çıkarmalar da dahil olmak üzere toplam petrol üretiminde 2030 yılına kadar yılda yaklaşık %1-2 oranında kademeli bir düşüş bekliyoruz” diye konuştu.

Firmanın yakın tarihli bir raporunda, “Shell, 2025 yılına kadar faaliyetlerinde[düşük ve sıfır karbonlu] ürün ve hizmetlere yönelik harcamalarının toplam harcamalarının yaklaşık %50’sine yükselmesini bekliyor” deniyor. 2022’de bu oranın %35’in üzerinde olması bekleniyor. Raporda, 2021’de şirketin yenilenebilir enerji ve enerji çözümlerinde 2-3 milyar dolarlık yıllık yatırım hedeflerine ulaştığı da belirtiliyor.

ConocoPhillips ise, yakın zamanda yayımlanan net sıfır emisyon planına da atıfta bulunduğu şekliyle: “Amacımız, arzdan talebe güvenli ve sorumlu bir şekilde uygun fiyatlı enerji sunarken sermayesine ve bunun getirisine odaklanan düzenli bir geçişi desteklemektir” diyor.

Şirketin projeksiyonunda, petrol ve gaz projelerinden elde edilen karın, yenilenebilir enerji yatırımlarından önemli ölçüde daha yüksek olduğunu ifade ediliyor.

ConocoPhillips, faaliyetlerinden kaynaklanan emisyonları azaltmak için 2022’de 200 milyon dolar tahsis etti. Şirket, tedarik ettiği fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan emisyonları azaltmak için “tüketici talebini yüksek karbonlu enerjiden düşük karbonlu enerji kaynaklarına kaydırmaya yardımcı olacak ekonomi çapında bir karbon fiyatını” savunuyor.

Şirket sözcüsü, “Petrobras, Paris Anlaşması’nın başarılı olacağını ve küresel sıcaklığın 2°C’nin altında tutulacağını düşünerek yatırımlarını planlıyor,” dedi: “Petrol, hızlandırılmış geçiş senaryolarında bile önümüzdeki on yıllarda önemini koruyacak.”

Sözcü, IEA’ nın 1.65 derece senaryosunun, yukarı havza projelerine bir miktar yatırım yapılması gerektiğini gösterdiğini de kaydetti: “Düşük üretim maliyetleri ve düşük emisyonları nedeniyle Paris ile uyumlu senaryolarda rekabet edebilecek yüksek dirençli yatırımlar planlıyoruz. Petrobras, portföyünün değerini maksimize etme stratejisini takip ediyor, (yatırımın %99’unu keşif yatırımına vererek) derin su ve ultra derin su varlıklarına odaklanıyor.”

TotalEnergies, “paydaşlarımıza zaten doğru yolda olduğumuzu gösterdik,” diyerek yayımladıkları son sürdürülebilirlik raporuna işaret etti. Şirket, 2030 yılına kadar petrol ve gaz satışlarından kaynaklanan emisyonlarda %30’luk bir azalma ve yenilenebilir enerji satışlarının oranını 2021’de %9’dan 2030’da %20’ye çıkarmayı hedefliyor.

Suudi Aramco ve Eni, Guardian’ a yanıt verdi ancak yorum yapmayı reddetti. Diğer şirketler Guardian’ ın talebine yanıt vermedi.

Zamana karşı yarış

The Guardian’ın araştırması, petrol ve gaz şirketlerinin planlarının iklim için ne kadar büyük bir tehlike oluşturduğu sorusuna yanıt verdi.

Ancak politikacılar ve hükümetler için iklim acil durumunun gidişatını eninde sonunda etkileyecek başka bir dizi soru daha var.

Dünya hükümetleri, petrol şirketlerinin dev iklim kumarına ilişkin defteri kapatmak için harekete geçecek mi? Tarihsel olarak emisyonlardan en çok sorumlu olan daha zengin ülkeler, yükselen krizin ön saflarında yer alan gelişmekte olan ülkeler için adil bir geçişi destekleyecek mi?

Dünyanın en büyük şirketlerinden bazılarının değerinden milyarlarca dolar silinirken, güçlü ve acil eylem finansal bir çöküşe yol açar mı? Yoksa daha istikrarlı ama uyumlu eylem bizi fosil yakıtlardan hızla vazgeçirecek, petrol şirketlerinin bankamatiklerini kapatacak ve yaşanabilir bir iklime sahip temiz bir enerji geleceğine mi götürecek? Sadece zaman gösterecek. Ancak, petrol ve gazın aksine, zaman çok kısıtlı.

Guterres, “Dünya zamanla yarışıyor” dedi: “Fosil yakıt sübvansiyonlarını sona erdirmenin, petrol ve gaz araştırmalarının genişlemesini durdurmanın zamanı geldi.”

BM Genel Sekreteri, Ukrayna’daki savaşla ilgili olarak şunları aktardı: “Ülkeler, fosil yakıt arz açığı nedeniyle o kadar zor duruma düşebilirler ki, fosil yakıt kullanımını azaltma politikalarını ihmal edebilirler veya şirketler karşısında diz çökebilirler. Bu delilik. Fosil yakıtlara bağımlılık karşılıklı garantili yıkımdır.”

Makalenin İngilizce orijinali