Ana Sayfa Blog Sayfa 873

İklim krizi: Avrupa’da erken sıcak dalgası, orman yangınları; Asya’da sel

Akdeniz‘den Kuzey Denizi’ne uzanan sıcak dalgası, geçen hafta sonu Birleşik Krallık’tan Fransa, İspanya ve Almanya‘ya kadar pek çok Batı Avrupa ülkesini zorluyor.

Fransa

Fransa’da yaklaşık 18 milyon Fransız, geçen cuma ülkenin yaklaşık üçte birini etkileyen sıcak dalgası uyarılarıyla güne başladı. Güneydeki Pirenelerden Paris bölgesine orman yangını uyarıları yapıldı.

Ülkenin bazı bölgelerinde, konserler dahil kalabalıkların bir araya geleceği açık hava etkinlikleri yasaklandı. Güneybatı Fransa’da okullar tatil edildi, huzurevi sakinleri ve korumasız nüfuslar için önlemler artırıldı. Geçen hafta 40 derece sıcaklık ölçülen Fransa’da hafta sonu sıcaklığın daha da artması üzerine Bordeaux Belediyesi sıcak dalgasının bitimine kadar klimaların çalışmadığı kapalı alan etkinliklerini de yasakladı. Belediye’den “Şu an herkesin sağlığı risk altında” açıklaması yapıldı. 

Fransız İçişleri Bakanlığı da halka “son derece dikkatli olmaya ve dışarıya çıkmama” çağrısında bulundu. Klimaların ve vantilatörlerin de yüksek oranda çalıştırılması sonucu Fransa’nın komşu ülkelerden elektrik satın almaya başladığı duyuruldu.

Devletin meteoroloji dairesi Meteo France, bunun ülkede görülen en erken sıcak hava dalgası olduğunu, Kuzey Afrika‘dan gelen havanın bunda etkili olduğunu açıkladı.

Fransa’da 2003 yılında yaklaşık 15.000 kişinin ölümüne neden olan sıcak dalgası, ülke yöneticilerini daha sıkı önlemler almaya yönlendiriyor. 

Bölgede gece sıcaklıkları da alışılmadık derecede yüksek ve aşırı sıcaklar Atlantik Kıyısı’ndaki Brittany ve Normandiya‘da normalde daha soğuk bölgelere doğru yayılıyor.

Öte yandan ülkenin Normandiya kıyılarındaki Villers-sur-Mer‘de hafta sonu aniden gerçekleşene “mini hortum” can aldı. Ani bir rüzgarla bir restoranın penceresine savrulan 31 yaşındaki uçurtma sörfçüsü hayatını kaybetti, beş kişi yaralandı.

Meteorologların ise rüzgarların bu kadar kuvvetli olacağını tahmin etmediklerini belirtildi. Villers-sur-Mer Belediye Başkanı Thierry Granturco, rüzgarları “kıyımızda hiç görmediğimiz bir şiddet” olarak nitelendirdi. Sert rüzgarlar ve hortum 20-25 dakika kadar sürdü.

Bu beklenmedik hava olayı, Météo-France tarafından öngörülmediği için duyurulamadı.

Birleşik Krallık

Birleşik Krallık’ta hafta sonu Londra yakınlarındaki Heathrow Havalimanı‘nda 33 dereceye (90 Fahrenheit) ulaşan sıcaklıkla şimdiye kadar bu mevsimdeki ki en sıcak gününü kaydedildi.

Ülke için olağandışı olan bu durum için uyarılar da peş peşe geldi. Meteoroloji Ofisi, sıcaklıkların İngiltere’nin güney yarısındaki yüksek basıncın ve Avrupa’dan İngiltere’ye sıcak hava getiren güneybatı hava akışının bir sonucu olduğunu duyurdu ve insanların dikkatli olmalarını istedi.

Sıcak dalgası, Royal Ascot at yarışı etkinliğinin organizatörlerini ünlü katı kıyafet kurallarını gevşetmeye sevk etti ve erkeklerin ceketlerini ve kravatlarını çıkarmalarına izin verildi.

Hollanda-İsviçre

Hollanda‘nın başkenti Amsterdam‘da vatandaşlar, en yakın Kuzey Denizi sahiline giden trenlere akın ederken, şehirde kalmak zorunda olanlar ise tarihi kanallarda teknelere kürek sörflerine binerek serinlemeye çalıştı.

İsviçre Meteoroloji yetkilileri ülkede sıcaklıkların 30 derece üstü olacağını belirtirken, kent ile kırsal kesimdeki hava sıcaklığı arasındaki farkın 6 dereceye ulaştığını vurguladı. Yetkililer,  “Fark özellikle geceleri belirgin. Bunun nedenlerinden biri, binalarda ve altyapıda kullanılan malzemelerin daha fazla ısıyı emmesidir” dedi.

Almanya

Berlin‘in güneyi de dahil olmak üzere birçok orman yangınıyla mücadele edilen Almanya‘da, ulusal hava durumu servisi, sıcak dalgasının etkilerinin hafta boyunca devam edeceğini, aşırı sıcakların Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru taşınacağını tahmin etti.  Yetkililerin kuzey İtalya ile Fransa ve Almanya’nın bazı bölgelerinde bir süreliğine suyun karneye bağlanmasını talep ettiği belirtiliyor.

Katalonya'da orman yangınları

İspanya

İspanya da bu yıl, bu yüzyılın başından bu yana en sıcak mayıs ayını yaşandı. Bu hafta sonu da hava sıcaklığı 43 dereceye kadar çıktı.

Katalonya bölgesinde, biri 20 bin hektara kadar ulaşan birden fazla orman yangını meydana geldi. Yangınların tümü şu an için kontrol altına alınmış olsa da aşırı sıcakların sürmesi ve kuraklık koşulları yüzünden yetkililer alarm halinde.  

ABD

Son haftalarda görülen aşırı sıcaklıkların dünyanın diğer bölgelerini de etkiliyor. ABD’nin yaklaşık üçte biri geçen haftayı sıcak dalgası altında geçirdi. Kansas Sağlık ve Çevre Departmanı Sözcüsü Matthew Lara, aşırı sıcaklık ve nem nedeniyle en az 2 bin büyükbaş hayvanın öldüğünü bildirdi.

Kansas Hayvancılık Birliği Sözcüsü Scarlett Hagins de “Kansas’ın batısında hafta sonu sıcaklıklar ve nemin artması nedeniyle sığırlar ısı stresi yaşamaya başladı. Hayvanlar ani değişime alışamadı” dedi. World Weather Inc. Başkanı Drew Lerner ise pazartesi günü Kansas’ın kuzeybatısında sıcaklıkların 42 santigrat dereceye ulaştığını belirtti.

Bazı bölgelerde ise halka evde kalma çağrısı yapıldı.

Hindistan ve Bangladeş’te şiddetli muson ve sel

İki hafta önce 50 dereceyi aşan kavurucu sıcaklıklarla boğuşan Hindistan ve  Bangaldeş‘i ise bu kez sel bastı. İki ülkede şiddetli muson fırtınalarının neden olduğu yıldırım çarpmaları ve toprak kaymalarında en az 59 kişinin öldüğü açıklandı.

Milyonlarca insan ise aşırı hava olayları nedeniyle evlerinde mahsur kaldı. Meteoroloji, selin gelecekteki birkaç gün içinde daha da kötüleşmesinin beklendiği konusunda uyardı. Bangladeş hükümet yetkilileri, son sel felaketini ülkede 2004’ten bu yana yaşanan “en kötü sel” olarak nitelendirdi.

Bangladeş’te geçen hafta boyunca aralıksız devam eden yağmurlar, ülkenin kuzeydoğu bölgesinin geniş alanlarını sular altında bıraktı ve komşu Hindistan’daki dağları aşan şiddetli sağanak yağışlar nedeniyle daha da şiddetlendi.

Yetkililer, bölgede yaklaşık 3,1 milyon kişinin yerinden edildiğini ve bunların 200 bininin şu anda daha yüksek yerlerdeki derme çatma sığınaklara yerleştirildiğini söyledi.

Pakistan’ın komşusu Hindistan’ın Assam eyaletinde ise  beş gün boyunca aralıksız devam eden sağanak yağışların ardından, 1,8 milyondan fazla insan selden etkilendi.

Mevsimsel muson yağmurları, Güney Asya‘da her yıl ölümlere ve yıkıma neden oluyor. Uzmanlar, söz konusu aşırı hava olaylarını,  tek başına küresel ısınmaya bağlamamakla birlikte, özellikle alçak ve yoğun nüfuslu ülkelerde daha fazla felakete yol açabileceği konusunda uyarıyor.

Gazeteciler ‘sansür yasası’na karşı sokaklara çıkıyor

AKP-MHP’nin ‘dezenformasyonla mücadele’ gerekçesiyle Meclis’e gönderdiği ve TBMM Adalet Komisyonu‘nda kabul edilen kanun teklifinin, bu hafta Genel Kurul’a getirilmesi bekleniyor.

Teklifin Meclis Genel Kurulu’nda da değişmeden kabul edilmesi halinde haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ve iletişim alanında önemli değişiklikler olacak. Teklif, internet habercileri ve sosyal medyada paylaşım yapan kişilere hapis cezası ve sitelere ağır yaptırımlar getiriyor.

İlgili haber: Dezenformasyon Yasası Adalet Komisyonu’nda kabul edildi
İlgili haber: ‘Yeni dezenformasyon yasası’yla enflasyon yüzde 100 demek suç olabilir’
İlgili haber: 23 uluslararası örgütten Türkiye’ye çağrı: Dezenformasyon Yasası’nı geri çekin

‘Sansür yasası’ olarak nitelendirilen tasarıya karşı  gazeteci örgütleri eylem kararı aldı.

Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Disk-Basın İş Sendikası, Ekonomi Muhabirleri Derneği, Kesk-Haber Sen Sendikası, Parlamento Muhabirleri Derneği, Türkiye Foto Muhabirleri Derneği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Türkiye Haber Kameramanları Derneği 21 Haziran’da İstanbul’da, 22 Haziran’da da Ankara’da bir araya gelecek.

Sadece basın mensuplarını değil haber alma hakkını savunmak isteyen herkesi eyleme çağıran gazeteciler “Basın tarihimize kara bir leke olarak geçecek bu yasanın geri çekilmesini istiyoruz” dedi.

Salda Koruma Derneği: Göle girmek tamamen yasaklanmalı

Türkiye‘nin en derin tatlı su gölü ve Mars’ın jeolojik yapısına benzerlik gösteren iki noktadan biri olarak kabul edilen Salda Gölü‘ne, beyaz kumulları ve turkuaz renkli suyuyla bu yaz da ziyaretçi akını bekleniyor. Havaların ısınması ve okulların tatile girmesi ile tatilcilerin yoğun ilgisi beklenen gölü ve kumulları koruma önlemleri kapsamında, kuzeybatı kısmındaki Beyaz Adalar‘ın bulunduğu alanda beyaz kumullara basmak ve buradan göle giriş yasaklanmıştı.

Salda Koruma Derneği, göle giriş yasağı kapsamının genişletilmesi ve tüm gölde uygulanmasını istedi. Dernekten yapılan açıklamada şunlar denildi:

“Salda Gölü kapalı bir havzadır. Göle giren kirlilik bir daha çıkamaz. Göle girenlerin teri, güneş kremi, duşu, şampuanı ve onlarca atığı çok kapsamlı kirliliğe yol açmaktadır. Bu yüzden insanlar gölde suya girmemelidir. Biriken kirlilik göl dibine çökelmekte ve canlılar için zehirli olan hidrojensülfür, metan ve amonyak oluşturmaktadır. Salda dünya mirasıdır, tam koruma istiyoruz.”

İlgili haber: Salda Gölü Koruma Derneği: Bakanlığın çalıştayının amacı göldeki tahribatı kamufle etmek

İnsan hareketliliği başladı

Dernek Başkanı Gazi Osman Şakar gerekçelerini şöyle anlattı:

“Biz göle girmenin tamamen yasaklanmasını sürekli olarak dillendiriyoruz. Havaların ısınmasıyla insan hareketliliği de yavaş yavaş başladı ve artmasını bekliyoruz. Gölün tamamında suya girilmesi ve etrafındaki beyaz kumullara basılmasının yasaklanmasını istiyoruz. Çünkü bu kumlar sadece bu göle özgü kumlardır. Bilim insanlarının ifadesine göre, bu göl kapalı havza göl olduğu için göle giren kirlilik bir daha dışarı çıkamaz” dedi.

Türkiye Tabiatını Koruma Derneği bilim danışmanı Dr. Erol Kesici de Salda’nın tüm çevresiyle bütün havza olarak korunması gerektiğini belirterek, “İnsanların vücut atıkları, kullandıkları kimyasal ürünler, tamamen gölün içinde kalmaktadır. Son yaptığımız araştırmalarda göldeki mikroorganizmalar ve bakterilerin değişime uğradığı belirlendi. Su içinde insani, tarımsal, egzoz gazları ve benzeri dış etkenli atıkların su kalitesi ve rengini değiştirdiği bilinmektedir. Çevresel kirlilik nedeniyle yağışlarla gelen atıklar da gölü kirletiyor” diye konuştu.

İlgili haber: Özel şirketin işletimindeki Salda’yı korumak: Bu projeyi millete nasıl açıklayacaksınız?

‘Gözümüzle, uzaktan sevmeliyiz’

Bakanlığın sigara içilmemesi, araçla girilmemesi, piknik yapılmaması, yapı izni verilmemesi gibi önlemlerinin yerinde olduğunu da anlatan Dr. Kesici, “Salda Gölü Koruma Alanını içeren kısımlara ayağımızla basmamalı, göle girmemeliyiz. Kısacası Salda Gölü’nün suyunu gözümüzle sevmemiz gerekir. Uzaktan sevmeliyiz” dedi.

Son 5 yılda gölün, yoğun turist baskısı ve çevresindeki insan etkileriyle çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu vurgulayan Dr. Kesici, Salda Gölü Koruma Alanı’na bilim için dahi olsa hiç bir yapının yapılmaması ve Pamukkale için alınan önlemlerin, benzer özelliklere sahip Salda için de alınması gerektiğini kaydetti.

Salda Gölü’nün çevresine yapılacak Millet Bahçesi’nin inşaatı ise tüm hızıyla sürüyor.

Salda’nın 1970 öncesinde 196 metre olan derinliğinin son yıllarda 174 metreye kadar düştü.

Dr. Kesici, “Gölü besleyen çok az sayıdaki derenin üzerine gölet yapılması, Burdur havzasının çok önemli bir sorunu olan yasal ve yasal olmayan sondaj kuyularıyla yeraltı sularının çekilmesi göl suyunun azalmasına yol açıyor. Salda’nın beslenmesi sadece yağışlara kalmıştır. Bu sorunlar, beyazlıkların kararması, turkuaz renginin giderek yok olması ve çok az sayıdaki biyolojik çeşitliliğinin azalmasına neden olacaktır” dedi.

Kolombiya’nın yeni Cumhurbaşkanı, eski gerilla Gustavo Petro

Kolombiya‘da Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda, yüzde 99,88’i açılan sandık sonuçlarına göre Tarihsel Pakt Koalisyonu‘nun solcu adayı Gustavo Petro yüzde 50,46 oy alarak, Kolombiya’nın 60’ıncı cumhurbaşkanı olmaya hak kazandı.

Geleneksel olarak sağcı siyasetçilerce yönetilen ülkede Petro’nun sağcı popülist rakibi Rodolof Hernandez 700 binden fazla oy farkıyla mağlup oldu. Hernandez, “Halkın çoğunluğu diğer adayı seçti. Seçimden önce de dediğim gibi, seçim sonuçlarını kabul ediyorum” dedi.

Yardımcısı Afro-Kolombiyalı kadın

Petro’nun yardımcısı Francia Marquez  ise ülke tarihindeki ilk kadın Afro-Kolombiyalı Devlet Başkan Yardımcısı olacak.

Ülkenin ilk sol hükümetini kuracak olan Petro, başkent Bogota‘da destekçilerine seslenerek zaferinin ülke tarihinde mezhepçilik ve hoşgörüsüzlükten uzaklaştığı yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu belirtti ve “Bugün sokakların ve meydanların günüdür” dedi.

62 yaşında olan ve Bagota’nın eski belediye başkanı olan Gustavo Petro, yoksulluk, şiddet, kentlerdeki suç oranları ve yolsuzluk karşısında umut veren lider olarak seçmenin karşısına çıkmıştı.

İklim vaadi: Fosil yakıttan çıkılacak

Gustavo Petro, başkan seçilirse ilk icraatlarından birinin ülkedeki açlıkla mücadele amacıyla bir “ekonomik olağanüstü hal” ilan etmek olacağını söylemişti.

En iddialı vaatlerinden biri ise,  yürürlükteki bütün petrol projelerinin askıya alınması ve enerjide fosil yakıt dışı kaynaklara geçişin başlatılması. Kolombiya’nin ihracatının yüzde 50’si ve devlet gelirlerinin yüzde 10’u petrol gelirlerine dayanıyor.

50 milyon nüfuslu ülkenin yüzde 40’ı yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Dünya Bankası’na göre, Kolombiya eşitsizliklerin en yüksek seviyede yaşandığı ülkeler arasında.

Sağın kaleleri bir bir yıkılıyor

Son bir yıl içinde uzun süredir sağ ve aşırı sağın hakim olduğu Güney Amerika’da iktidarlar birer birer solcuların eline geçmeye başladı. Arjantin, Bolivya, Peru, Nikaragua, Honduras ve Şili‘nin ardından Kolombiya son halka. “Beni iktidardan ancak Tanrı indirebilir” diyen sağcı popülist lider Jair Bolsonaro‘nun yönettiği Brezilya‘da ise, gelecek seçimlerde halkın oy tercihini değiştireceği belirtiliyor.

İlgili haber: https://yesilgazete.org/silide-sol-ruzgari-eski-ogrenci-lideri-boric-en-genc-devlet-baskani-oldu/
İlgili haber: https://yesilgazete.org/hondurasin-ilk-kadin-devlet-baskani-castro-goreve-basladi-zincirleri-ve-gelenekleri-yikiyoruz/
İlgili haber: https://yesilgazete.org/sandik-cikis-anketlerine-gore-bolivyada-secimin-galibi-morelesin-adayi-arce

Petro’nun zaferi bu ülkelerde de sevinçle karşılandı. Arjantin Devlet Başkanı Alberto Fernandez, Twitter’da yaptığı paylaşımda, “Demokrasiyi tasdik eder nitelikte olan zaferiniz, kardeş halklar arasında azami dayanışma talep ettiğimiz bu zamanda bütünleşmiş bir Latin Amerika’ya giden yolu garanti ediyor” dedi. Bu yılın başlarında seçilen Şili Devlet Başkanı Gabriel Boric ise Petro’nun zaferini “Latin Amerika için bir sevinç” diye tanımladı.

Peru’da Devlet Başkanı Pedro Castillo, müttefikiyle birlikte çalışmak için sabırsızlandığını söyledi ve “Halklarımız için kolektif, sosyal ve bölgesel bütünleşmeyi amaçlayan ortak bir duyguyla birleştik” dedi. Bolivya Devlet Başkanı Luis Arce de, “Latin Amerika entegrasyonu güçleniyor” yorumunda bulundu.

Meksika Devlet Başkanı Andres Manuel Lopez Obrador ise Kolombiya’da 1948’deki seçimlerde solcu devlet başkanı adayı Jorge Eliecer Gaitan‘ın suikast sonucunda öldürülmesine atıfta bulunarak, Petro’nun başarısının siyasi suikastların nadir olmadığı bir ülkede yaraları iyileştirebileceğini “Zafer, bu lanetin sonu ve kardeş ve onurlu halkın uyanışı olabilir” dedi.

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro da sonuçtan memnun kaldı. AFP’nin aktardığına göre Maduro, “Kolombiya halkının iradesi duyuldu. Halkın iradesi demokrasi ve barış yolunu savunmak için yola çıktı” dedi.

 

‘Marmara’daki renk değişiminin nedeni, gönderdiğimiz atıklar’

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Mustafa Sarı, Marmara Denizi’ndeki renk değişiminin sebebinin denize salınan atıklar olduğunu söyledi.

Geçen yıl Marmara’yı saran müsilaj kabusu ile tüm dikkatlerin denizlere çevrildiğini söyleyen Sarı şöyle konuştu:

“Bizim müsilajdan sonra dikkatlerimizin denize dönmüş olması hepimiz için iyi bir şey. Yani denizi daha yakından takip ediyoruz. Ama müsilaj deniz ekosistemine çok büyük hasarlar bıraktı, zararlar verdi. Müsilaj bir anda buharlaşmadı, yok olmadı. Büyük bir kısmı denizin dibine çöktü. Müsilaj çamur olarak halen yaşıyor. Parçalanıyor ve denizi besliyor, hala denize besin elementleri gönderiyor. Dipten ışıklı bölgelere doğru.”

Müsilajla eylem planlarının gündeme geldiğini ancak uygulamaya geçilmediğini vurgulayan Sarı, “Biz Marmara Denizi’ne gönderdiğimiz atık yükünü azaltmadık ne yazık ki. Eylem planı yaptık. İyi yaptık ama uygulamalarımız denizde etkisini gösterebilecek boyutta değil” dedi.

Denizde azot ve fosfor miktarının artmasıyla alg çoğalmasının yaşandığını, bunun da Marmara Denizi’nde anlık renk değişimine neden olduğunu söyleyen Sarı, şunları kaydetti:

“Sürekli besin elementi geliyor denize. Azot geliyor, fosfor geliyor. Bunları tüketmek için fitoplankton dediğimiz bitkicikler, alg grupları yoğun şekilde çalışıyorlar. Birim hacimde 10’lu rakamlarda bulunmaları gerekirken, milyonlu rakamlara ulaşıyorlar. Şu anda Bandırma Körfezi’nde, Marmara Denizi’nin çevresinde, diğer dar koy ve körfezlerde gördüğümüz renk değişimi bununla ilgili. Bir grup alg çok fazla çoğalıyor, o bölgenin rengini değiştirecek hale geliyor. Bandırma Körfezi’ne baktığımızda koyu yeşil, kahverengiye çalan bir renk var. Bir de turkuaz rengi var. Burada üç farklı grup alg ya da fitoplanktonun hakim olduğu alg çoğalmasını görüyoruz.”

Prof. Sarı, atıkların azot ve fosfor miktarını artırdığına dikkat çekti:  ”Turkuaz renge, çöl tozlarının da gelmesiyle beraber kokolitofor dediğimiz hücre çeperlerinden kalkerli bileşikleri sentezleyen, biriktiren organizmalar neden oluyor. Kahverengi renge başka bir alg grubu neden oldu. Koyu yeşil renge başka bir grubu neden olmuş oldu. Yani renk değişiminin nedeni bizim denize gönderdiğimiz atıklar. Atık yükünü azaltırsak, denize kirlilik yükünü göndermemeye başlarsak, denizin renginin de akşamdan sabaha, günden güne değişmediğini göreceğiz. 

Geçen hafta da deniz suyu sıcaklığının artışına bağlı olarak, sudaki fitoplanktonların artışı sebebiyle Karadeniz turkuaz renge bürünmüştü.

Felaket yaklaştıkça ‘bahsi yükseltmek’: İklim aktivistlerinin daha radikal olması gerekiyor mu?

Deutsche Welle‘den Neil King ve The Nation‘dan Bill McKibben‘ın bu röportajı, Yeşil Gazete’nin de parçası olduğu Covering Climate Now (CCNow) ağı işbirliğinin bir parçasıdır.

*

Kumi Naidoo, Greenpeace‘in eski başkanı. Luisa Neubauer, Almanya’daki Fridays for Future iklim hareketinin kurucularından biri.

Ancak Naidoo ve Neubauer’in aktivizme girişleri, daha farklı olamazdı.

Şimdi 50’li yaşlarının sonlarındaki Naidoo, Durban‘da apartheid (Güney Afrika Cumhuriyeti‘nde 1994 yılına kadar yürürlükte olan ve beyaz olmayan ırklar arasında yasal olarak bir ayrımı öngören politika) karşıtı harekete 15 yaşında katıldı ve bu onun sınır dışı edilmesine, tutuklanmasına ve nihayetinde Güney Afrika’dan sürülmesine neden oldu.

Neubauer ise zengin Alman şehri Hamburg‘dan. “Merkel neslinden” olan her genç gibi onun için de her şeyin “iyi bir eğitim ve kariyer almak” olduğunu söylüyor.

Almanya ve Güney Afrika’dan bir Zoom görüşmesinde buluşan Neubauer ve Naidoo, karşıtlığın yanı sıra onları birleştiren şeyin ne olduğunu da kabul ediyor: Her ikisi de hayatlarının erken dönemlerinde kendilerini aktivizme adayacaklarının farkına vardıkları bir an yaşadı.

Ancak iklim krizinin ciddiyeti göz önüne alındığında, aktivizme yaklaşımlarını değiştirmek zorunda olduklarını yakın zamanda anladıklarını da söylüyorlar.

Luisa Neubauer

“Deliliğin tanımı aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar almayı beklemektir” diyen Albert Einstein‘dan alıntı yapan Naidoo, aktivizmin bu duyguyu hesaba katmamasının “kibirli” olacağına inanıyor.

‘El sıkışma aktivizmine’ son

Güney Afrika’daki ölümcül sellerden Hindistan, Pakistan ve ABD‘yi vuran aşırı sıcak hava dalgalarına kadar, gezegeni ısıtan fosil yakıtların etkilerini yaşıyoruz.

Neubauer, “el sıkışma aktivizmi” zamanının çoktan geçtiğini söylüyor. Bu, kağıt üzerinde iyi görünen türden bir aktivizm, bir coğrafya öğrencisinin başladığını söylediği yer: “Kendinizi çok adamış olabilirsiniz ama aynı zamanda önemli bir bakanla tanışmak, elini sıkmak, fotoğraf çekmek ve gerçekten bir şeyler yaptığınızı kanıtlamak için çok hevesli olduğunuz durum.”

Uluslararası Af Örgütü‘nde de başkanlık yapan Naidoo, Neubauer’in “el sıkışma aktivizmi” tanımını başını sallayarak onaylıyor ve kendi neslinden aktivistlerin, erişimi nüfuz sandığını da ekliyor ve erişildiğinde “bir hükümet yetkilisinin, bakanın ya da büyük bir şirketin CEO’sunun ‘topluma danışıldı’ yazan bir kutucuğu işaretlemesine izin verildiğini” söylüyor.

Kumi Naidoo

İklim aktivistlerinin daha radikal olmaları gerekiyor mu?

Küresel çevre hareketi Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) üyeleri yolları kapattı,  kendilerini binalara, uçaklara zamkla yapıştırdı; geçen yıl Almanya’da kendilerine “son nesil” diyen genç aktivistler, parlamento binasının önünde açlık grevi yaptı.

İnsanlık için tehlikede olan şey göz önüne alındığında, bazıları bu tür radikal eylemlere ihtiyaç olduğunu öne sürüyor. Bazıları da örneğin, fosil yakıt altyapısına saldırarak daha ileri gitmenin, ‘daha iyisi’ için haklı gösterilebileceğini savunuyor.

“Çok fazla mücadelenin, çok ölümün, çok fazla üzüntünün olduğu bir ortama dahil oldum. Ama bundan sevgiyle, uzlaşmayla, adalet duygusuyla çıktık ve ben debunu tüm aktivizmime taşımaya çalıştım,” diyor Naidoo, apartheid karşıtı aktivizminden bahsederken.

Zulüm ve baskı: İklim aktivizmi için alan daralıyor mu?

Her iki aktivist de sivil itaatsizlik ve iklim protestolarına karşı hafiften ağıra  değişen bir tepki gördüklerini söylüyor.

Bu bağlamda Neubauer, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz‘un bir konuşmasını protesto eden siyahlara bürünmüş iklim aktivistleri hakkındaki son yorumlarına değiniyor.

Scholz, “Dürüst olmak gerekirse, çeşitli etkinliklerde her zaman aynı siyah giyimli insanlar tarafından sahnelenen bu maskaralıkların bana Tanrı’ya şükür maziye dönüşen bir dönemi hatırlattığını söylemeliyim” demişti.

Scholz’un bu sözlerin ne anlama geldiğine dair bir açıklama olmamasına rağmen bazıları, aktivistleri Nazilerle karşılaştırdığını düşündü.

Aynı zamanda Avustralya, Fransa ve Birleşik Krallık gibi ülkeler de yol veya limanların ablukaya alınması gibi sivil itaatsizlik eylemlerine karşı sert önlemler aldı. İran ve Kenya‘da çevre savunucuları, keyfi tutuklamalara maruz kaldı.

70’li ve 80’li yıllarda apartheid rejimine tabi tutulan Güney Afrika’da “korkunç baskı” gören ve en yakın arkadaşı rejim tarafından öldürülen Naidoo, “Aktivizm en acımasız ve baskıcı koşullarda bile iş görebilir” diyor: “Bu sadece daha cesur olmamız gerektiği, daha akıllıve daha stratejik olmamız gerektiği anlamına geliyor.”

Ancak bunun, bedelini bazen hayatlarıyla ödeyen iklim aktivistleri için giderek daha riskli hale geldiğini de ekliyor.

İngiltere merkezli sivil toplum kuruluşu Global Witness, 2020’de 227 çevre aktivistinin öldürüldüğünü bildirdi, bu zamana kadar kaydedilmiş en kötü rekor.

Ve daha bu ay gazeteci Dom Phillips ve yerli uzman Bruno Pereira, ölüm tehditleri aldıktan sonra Brezilya‘da Amazon‘un uzak bir bölgesinde kayboldu, ölmüş olmalarından korkuluyor.

İklim aktivizmi için sırada ne var?

İklim aktivistlerinin karşı karşıya olduğu tehlikeler ve dünyanın kendisini fosil yakıtlardan hızını bir arada düşününce, hem Naidoo hem de Neubauer, yaratıcılık ve katılım ihtiyacı görüyor.

Peki bu neye benziyor? Neubauer, taktiklerden birinin parayı takip etmek ve bankalara ve sigorta şirketlerine petrol ve gaz ana şirketlerini desteklemeyi bırakmaları için baskı yapmak olduğunu söylüyor. Bu lobicilik, boykot ve protestolar şeklinde olabilir.

Uluslararası çevre grubu 350.org‘un Naidoo’nun da dahil olduğu ‘yatırımı çekme’ (divestment) kampanyası, paralarını fosil yakıttan yeşil enerjiye aktaran kurumlar ve fonlar konusunda şimdiden başarıya ulaştı; ancak eylemciler bunun hızlandırılması gerektiğini söylüyor.

Hareketin, kaynakları ve yeteneklerine göre katkıda bulunabilecek farklı geçmişlere sahip insanları içerecek şekilde genişlemesi gerekiyor. Buna nesiller arası aktivizm de dahil.

Neubauer, çevre sorunlarıyla ilk olarak şu anda kitabını yazdığı büyükannesi ile çocukluk sohbetleri sayesinde ilgilenmeye başladığını anlatıyor.

Naidoo, iklim değişikliğinin sadece çevresel bir sorun olmadığını, geçim kaynakları, insan hakları, yoksulluk ve adalet dahil olmak üzere çok daha fazlası olduğunu söylüyor: Bunun dans, şarkı ve hatta oyun yoluyla daha geniş ölçekte yaratıcı yollarla iletilmesi gerekiyor.

Ancak değişiklik yaratmak için insanların da umutlu kalması gerekiyor.

Naidoo, şöyle diyor:

İnsanların bu şeyi tersine çevirmenin elimizde olduğunu hayal etmelerini sağlamalıyız.

Kendimizi içinde bulduğumuz tarihin bu zamanında, karamsarlığın göze alamayacağımız bir lüks olduğunu söylemek zorundayız.

Bandırma yeni Aliağa olma yolunda

Bandırma, Balıkesir’in Marmara Denizi kıyısında bulunan ve yaklaşık 165 bin kişinin yaşadığı en büyük ilçelerinden… Kuzeyinde Marmara Denizi ve üzerinde Erdek ilçesinin kurulu olduğu Kapıdağ yarımadası, güneyinde Manyas ilçesi ve Kuş Cenneti, batısında Gönen ilçesi, doğusunda Bursa’ya bağlı Karacabey ilçesinin bulunduğu Bandırma’nın ekonomisi ise tarım, tarımsal endüstriye ve turizme dayanıyor. Ancak 17 Eylül Üniversitesi’ne de ev sahipliği yapan bu güzel ilçe, bir süredir sayıları sürekli olarak artan ve verimli tarım alanlarını işgal eden endüstriyel tesislerin ve onların getirdiği çevre sorunlarının baskısı altında…

Aslında Bandırma’da, tarım arazilerinin sanayiye açılma girişimlerinin on yılı geçen ve adım adım yürütülen bir öyküsü var. Marmara Denizi çevresinde parça parça yapılan otobanlarla İstanbul’a kara ulaşımı geliştirilen ilçenin bu süre içinde limanı da büyütüldü; üstelik bölgeden önemli bir deprem fayı geçmesine rağmen…  ‘Türkiye’nin Rotterdam’ı olacak’  diye tanıtımı yapılan projenin pek fazla görünmeyen yüzü ise tarım arazileri üzerinde kurulması planlanan 2 milyon 500 bin m² büyüklüğündeki dev organize sanayi bölgesi (OSB)… Marmara İleri teknoloji ve Makine İhtisas Organize Sanayi Bölgesi adı verilen bu dev sanayi bölgesi, Bandırma’da en verimli tarım arazilerinin üzerine kurulmaya çalışılıyor. Üstelik geçen hafta içinde gittiğim Bandırma’da bazı meslek odaları ve Güney Marmara Dayanışması’nın açtığı iptal davalarının bilirkişi raporları bile beklenmeden buğday tarlalarının üzerinde OSB’nin inşaatına başlanmış ve yolları açılmaya çalışılıyordu.

220 hektarlık tarım arazisi betona gömülecek

Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanlığı, OSB ile ilgili teklifini Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bu yılın Nisan ayında iletmiş. Bakanlığın onay yazısının son bölümü aynen şöyle:

Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı)’nın 06.04.2022 tarihli ve 92192266-72726 sayılı yazısı ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (Sanayi Bölgeleri Genel Müdürlüğü)’nın 19.04.2022 tarihli ve 3576586 sayılı yazısına konu “Marmara Yüksek Teknoloji ve Makine İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (OSB)” ne ilişkin, 14.06.2014 tarih ve 29030 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği ve 1/100.000 ölçekli ÇDP kapsamında yapılan değerlendirmeler neticesinde; Organize Sanayi Bölgeleri yer seçiminin 4562 sayılı “Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu” ve ilgili yönetmelikleri uyarınca yapılmakta olduğu göz önünde tutularak Yer Seçimi Komisyonunca uygun görülen yaklaşık 220 hektar büyüklüğündeki alanın, 1/100.000 ölçekli ÇDP’nin H-19 nolu plan paftasında (Plan değişikliği onama sınırı içerisinde kalan kısım) “Organize Sanayi Bölgesi (OSB)” olarak gösterilmesine yönelik düzenleme yapılmıştır.” 

Aslında Güney Marmara Kalkınma Ajansı tarafından 2014’de hazırlanan 2014-2023 Güney Marmara Kalkınma Planı’nda yazılan şu cümleler bugün bakanlığın büyük bir hızla onayladığı Marmara İleri teknoloji ve Makine İhtisas Organize Sanayi Bölgesi’nin yıllar öncesinden kapalı kapılar ardında planlandığının bir habercisi gibi:

‘İstanbul sanayisi bu bölgeye taşınmalı’

“Bandırma Alt Planlama Bölgesi; Bandırma, Biga, Lâpseki, Gönen, Manyas, Erdek ve Marmara ilçelerini kapsamaktadır. Coğrafi açıdan bakıldığında Bölgenin en avantajlı kenti Bandırma’dır. Nüfusu yaklaşık 140.000 olan Bandırma; sahil şeridinde yer alması, büyük limanlara sahip olması, İstanbul ve Bursa ile sürekli etkileşim içinde olması nedeniyle bölgesel merkez konumundadır. Alt planlama bölgesinin diğer kentleri olan Biga ve Gönen alt merkez; Lâpseki, yerel merkez konumundadır. Bölgenin önemli limanları olan Bandırma ve Karabiga Limanları, bu alt planlama bölgesinde yer almaktadır. Bandırma, bölgesel merkez olmasının yanı sıra ülke çapında öne çıkan bir sanayi merkezidir. Biga, sanayisi gelişmiş ilçelerden olup alt bölge sanayi yatırımları için caziptir. İstanbul sanayisinin öncelikli olarak bu alt bölgeye taşınması beklenmektedir”

Fakat o uzun rapor dikkatle okunduğunda Bandırma’nın 1. derece deprem bölgesi olduğu, katı atık yönetimini ve hava kirliliği sorunları yaşadığı, tarımın daha da büyütülebileceği, alternatif olarak turizmin Erdek ile birlikte geliştirilebileceğinin yazıldığı da görülüyor. Oysa Marmara İleri teknoloji ve Makine İhtisas Organize Sanayi Bölgesi’ne jet hızı ile onay veren Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın onay yazısında bunlar hiç bahsedilmiyor.

Bandırma elden gidiyor; hem de yıllar öncesinden yapılan, son günlerde ise hızlandırılan bir planla. Üstelik bugünlerde Sanayi ve Teknoloji Bakan yardımcısının sözleri de çıktı ortaya: “Türkiye gayri safi milli hasılası 8 bin 500 dolar olan fakir bir ülke. ‘Tarım, tarım’ diye bağırıyoruz da bize getirdiği para 50 milyar dolar. Sanayi alanının artırılması gerekiyor.”  Bu sözler Bandırma’nın verimli tarım alanlarının büyük bir hızla fabrikalar tarafından işgal edileceğinin adeta habercisi gibi. 

Bugünlerde ülkemiz bir gıda krizinin içine girerken verimli topraklara sahip Bandırma Aliağa’ya, Dilovası’na çevrilmek isteniyor. Tarım alanlarımızı, çevresel kaynaklarımızı savunabilmek için meslek odalarımızla, çevre örgütlerimizle Bandırmalılara destek vermenin şimdi tam zamanı…

 

Saab Restoran’ın tabelası zorla boyandı: Polis, ‘bu ırkçılık’ diyen sahibine soruşturma açacak

Ankara Kızılay‘da Afrika yemekleri sunan ve yaklaşık bir yıldır polisin çeşitli baskılarıyla defalarca hem ismini hem tabelasını değiştirmek zorunda kalan Saab Restoran‘ın yeni tabelasının 17 Haziran’daki açılış töreninde polis yine müdahelede bulundu.

Açılışa katılan DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, tabelayı zorla beyaza boyayan polise “Hukuk devletine tabi olacaksınız!” diyerek karşı çıktı. Polis tüm tartışmalara rağmen, tabelada ismin yanında yer alan tüm renk ve çizimleri beyaza boyayarak kapattı.

Restoranın sahiplerinden Etiyopya kökenli Türkiye vatandaşı Mesaret Karakaya, elinde kimlik kartını göstererek “Türkiye’de yasal olarak iş yapmak suç mu” diye tepki gösterdi. Ten rengini işaret eden Karakaya “Irkçılık bu, siyah olmuyor mu dünyada? Siyah olmam suç mu” dedi.

İşletmenin diğer sahibi Somali kökenli Mohamed Isse Abdullahi, geçen yılın Ağustos ayından beri maruz kaldıkları baskıları anlattı:

“Gereken yerlere ulaşmaya çalıştık ama daha sonuç alamadık. Buradaki Somalili dükkanların sahipleri kapatıp Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldılar. Tabelamız önce sadce siyah beyaza çevrildi. Sonra ‘beğenmiyoruz yabancı ismi değiştirin’ dendi.”

Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin Somali ve Afrika ile geliştirdiği ilişkileri biliyoruz. Biz onlardan birisyiz. Biz emek verenlerdeniz. Bu emeğin baltalanmasını istemiyoruz. Böyle bir hukuksuzluk yaşanmasını istemiyoruz.

Restoran, medyada hedef gösterilmesinin ardından adını önce Somali Sofrası, sonra Güzelyurt Sofrası olarak değiştirmek zorunda kalmış fakat baskılardan kurtulamamıştı.

Polis’ten açıklama

Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) olayla ilgili açıklamasında, tabelanın TSE standartlarına uymadığını ileri sürdü ve “ten rengimden dolayı bu yapılıyor” ifadelerine soruşturma açılacağını söyledi.

EGM ayrıca, TİP milletvekillerinin Gezi eylemlerinin yıl dönümünde İstanbul’da pankart açmasına ve Kadıköy’de Öcalan‘a tecritin kaldırılması için yapılan yürüyüşe referans vererek, olayın provokasyon olduğunu ima etti.

DEVA Partisi milletvekili Yeneroğlu‘nun tepkileri ise açıklamada “Teşkilatımıza yönelik düşmanlığı herkesçe bilinen milletvekili, denetim esnasında polisimize hem fiziksel hem sözlü hakaretlerde bulunmuştur” sözleriyle ifade edildi.

Zehirli dumanların yükseldiği çukurlarda şimdi sanat tütüyor

Genç sanatçı ve iklim aktivisti Eymen Aktel, Müze Gazhane’de 20 Mayıs’ta son bulan yedi günlük ‘İzlerim’ isimli bir performans gerçekleştirdi. Aktel, performansı için Müze Gazhane’de bulunan eski bir taş yapı görünümünde olan ancak uzun yıllar boyunca atmosferi karbon salımıyla zehirleyen kömür trafiğinin gerçekleştiği bir noktayı seçti. 

Sanatıyla iklim krizine işaret eden Eymen Aktel, ekolojik yıkıma dikkat çekmeyi ve eserleriyle karşılaşan insanları yine işleriyle bir eylemde bulunmaya çağıran bir sanatçı. Müze Gazhane’de sanatın dumanı yükselirken Eymen Aktel’le sanat, yolculuk ve çatışma üzerine konuştuk. 

‘İnsan kaynaklı doğa kaosu’

Öncelikle tanımayanlar için Eymen Aktel kimdir ve bir sanatçı olarak neyi dert etmekte, neyi resmetmektedir?

Eymen, hissettiklerini sanat pratikleriyle yansıtan biri. Bazen anı izleyiciyle yaşamak veya birebir deneyimleme ihtiyacı duyuyorum.

Bulunduğum mekanla iletişim kurmak ve aramızda doğan elektriğin ne çıkardığını izlemek istiyorum. Bu durumda bir performans fikri çıkageliyor ve bazen bir enstalasyon çalışmasıyla son buluyor.

Bazen dert ettiklerimi anlatmak istiyorum. Bunu hikaye anlatıcısı mantığında çizerek, boyayarak yapıyorum. Çizilen yüzeyler, bulunulan mekanlar değişiyor olsa da üretimlerimde beslendiğim şeyin ana hatlarıyla ‘insan kaynaklı dünya kaosu‘ olduğunu söyleyebilirim.

‘Harekete geçerken sanat bana eşlik etti’

Sanatçılığa ek olarak bir de iklim aktivisti kimliğini taşıyorsun, bu iki karakterin yolu nasıl kesişti? 

Kişinin benliğiyle ilgili olarak herkesin kendini yansıtma, endişelerini dışarıya aktarma yöntemi var. Ne istediğimi bulana kadar hiç yapmak istemediğim bir mesleğin okulunu okumuş olsam da kendimi keşfetmemde etkisi oldu ve sanata yönelimimi fark ettim. Bu kez bu alanda eğitim almaya başladığımda da sanatsal uygulamalar daha fazla yer etti hayatımda. Artık mutluluğu, umudu, hüznü, heyecanı, mücadeleyi resimle, heykelle, performansla yaşıyordum. Dolayısıyla iklim krizine karşı içinde bulunduğum panik hali kendini dışarıya performatif eylemle atıverdi. Ardından resimlerime yansıyarak devam etti. Kısacası harekete geçerken sanat bana eşlik etti ve aktivizmi kendiliğinden gelişen yöntemlerle deneyimledim.

Kaos, tuval üzerine akrilik, Eymen Aktel

Yokoluş İsyanı ve sanat yolculuğu

Yokoluş İsyanı sana neler kattı? O günden bugüne bir isyan şekli olarak sanatındaki değişimi ve bireysel yolculuğuna dair izlenimini anlatabilir misin?

Yokoluş İsyanı müthiş bir deneyimdi. Hayatımı şekillendiren adımları onunla birlikte attığımı söyleyebilirim. Öncelikle bir oluşumun kuruluşunda yer almak, büyüyüp kitlelere ulaştığını görmek umut verici. İstediğinde neler yapabildiğini görmek, potansiyelini fark etmeni sağlayan gerçek bir motivasyon kaynağı.

Yokoluş İsyanı vesilesiyle performatif eylem üzerine çalışma imkanı buldum ve aktivizmi kendi yöntemlerimle öğrendim. Sokakta slogan atmak yerine yaratıcı, barışçıl eylemler yapmanın ne kadar etkileyici ve kapsayıcı olduğunu öğrendim.

Bir aktivistin sokağa çıktığı andan itibaren büyük bir sorumluluk aldığını öğrendim. Çünkü toplum içinde yapılan her hareketin günlük isleyişi sekteye uğratabileceğini veya daha sert sonuçlara neden olabileceğini gördüm. Tüm bu tecrübeler hem sanatsal yöntemlerimi hem de topluma bakış açımı şekillendirdi.

‘Yıllarca zehirli dumanların yükseldiği çukurlardan şimdi bir sanat çalışması, bir heykel çıkıyor’

Müze Gazhane’de yapmış olduğun çalışma nasıl bir mesaj veriyor? Neden bu mekan seçildi?

Müze Gazhane‘de iki yıldır yapmayı hayal ettiğim bir performanstı bu. Gazhane’ye gidenler görmüştür ortasında eski taş bir yapı bulunuyor. Burası fabrikanın fırını. Elektrik üretiminde yakılan kömür, zeminin altında bulunan çukurlardan geçiyormuş. 25 yıllık gönüllü mücadelesi ile kurtarılan fabrikanın artık işlevsiz olan fırın çukurlarını gördüğüm ilk anda heyecanlanmıştım.

130 yıl boyunca şehri zehirleyen dumanların geçtiği bu alanda bunu unutturmayacak bir çalışma yapmak ve gönüllülerin bu mücadelesini de mekan hafızasına kazımak istiyordum. Fakat eski taşlardan oluşan yapı tarihi eser sınıfına giriyordu ve performans için izin alamıyordum. İsteğimi daha samimi bir şekilde aktarmam gerekiyormuş sanırım. Çünkü bu kez aktivizmle olan ilişkimi ve yaptığım işleri anlatıp, iki yıl boyunca bu performans için beklediğimi söylediğimde işler değişti. İzin aldım.

Bir hafta boyunca her gün çukurun içine girip orada performans yaptım. Teller ve birkaç parça kumaşı bir araya getirerek bir duman formu oluşturdum. Yıllarca zehirli dumanların yükseldiği çukurlardan şimdi bir sanat çalışması, bir heykel çıkıyor.

‘Bu kriz hepimizin endişesi’

Çatışma enstalasyonunda da bir savaş motifi vardı ve “Çık yoldan” diyordun. Sanatla mücadelede eserlerinle karşılaşan insanlar binevi iklim krizi gerçeğiyle de karşılaştılar. Bu anlamda nasıl geri dönüşler aldın? Bu karşılaşmalarda tanık olduğun anlara dair izlenimlerin neler?

Çalışmalarımda iklim krizini konu edinmem karşılaşan insanlarla arasında bir diyalog oluşturuyor. Bu kriz hepimizin endişesi ve konuşabileceğimiz alanlar yaratmak rahatlatıcı olabiliyor ve aynı zamanda konunun güncel kalmasını sağlıyor.

‘Çatışma’ enstalasyonum yine bir performans sonucunda ortaya çıktı. ‘Mücadelenin Estetiği’ başlıklı Akbank Sanat‘taki bir karma sergide gerçekleştirdim. Üç saat boyunca savaş siperleri şeklinde dizdiğim çuvalların üstüne yazılar yazdım. Bu yazılar ekoloji krizi konusunda o an plansız bir şekilde hissettiklerimle ortaya çıkan kelimeler, sloganlar, şiirler, şarkılar içeriyordu. Yani üç saatlik bir zihin akışıydı bu. Sonucunda siperlerin üzerine bir motto bırakmıştım “Yoldan Çık“.

‘Enstalasyonu inceleyenler hangi iklim hareketinde görev alabileceklerini soruyorlardı’

Mücadele üzerine düşünüp yazdığım bu saatler içimde bir agresiflik yaratmıştı. Sonucunda tetikleyici bir cümle çıkageldi. “Yoldan çık çünkü yol açık” gibi bir kurtuluş aramış olmalıyım o sırada.

Sürece benimle birlikte tanıklık eden veya sonrasında enstalasyonu inceleyenlere de bu agresiflik geçmiş olmalı ki ardından bu konuda neler yapabileceklerini, hangi iklim hareketinde görev alabileceklerini soruyorlardı.

Son olarak neler söylemek istersin?

Kaostan beslenen biri olarak bana en çok motivasyonumu nasıl koruduğum soruluyor. Dönem dönem zorlanıyorum elbette ama beni üretmeye iten en büyük güç işlerime gösterilen ilgi oluyor.

Resimlerim insanların evinde sürekli gözüne çarptığı noktalarda duruyor. Tekrar ve tekrar görüyor ve belki her seferinde başka şeyler görüp hissediyor. İnsanların hayatlarına beni bu şekilde dahil etmeleri tarif edilemez bir duygu. Bunu kendime unutturmamaya çalışıyorum.

Fransa’da görülmemiş meclis: Macron düşüşte, yeşil-sol ve aşırı sağ yükselişte

Başkanlık seçimlerinde ikinci kez Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron‘un partisinin ittifakı Ensemble (Birlikte), dün yapılan parlamento seçimlerinin ikinci turunun sonuçlarına göre Ulusal Meclis‘te salt çoğunluğu alamadı.

577 sandalyeli Meclis’te çoğunluk sağlayabilmek için 289 sandalye kazanması gereken Macron’un partisi La République en Marche (LREM) ve  MoDem ve Horizons partilerinden oluşan merkez Ensemble (Birlikte) ittifakı, 245 sandalye aldı. İttifak bu sayıyla mecliste birinci gelse de bu 2017’de Macron’un partisi ve müttefiklerinin kazandığı 350 sandalyeden çok daha az.

Fransa, 30 yılın ardından ilk kez hükümetin çoğunluk sağlayamadığı bir Meclis ile karşı karşıya. Ayrıca Meclis’te güçlenen aşırı sol ve aşırı sağ muhalefet, Macron hükümetinin geçirmek istediği yasalara karşı büyük bir zorlayıcı olacak.

Aşırı solcu Jean-Luc Melenchon‘un lideri olduğu Boyun Eğmeyen Fransa (La France Insoumise- LFİ) Partisi öncülüğünde kurulan ve Yeşiller Partisi (EEVL), Sosyalist Partisi (PS) ve Komünist Parti‘yi (PCF) kapsayan sol-ekolojik “Sosyal ve Ekolojik Yeni Halk Birliği” (NUPES) ittifakı, kazandığı 142 sandalyeyle ana muhalefet oldu.

Aşırı sağcı lider Marine Le Pen‘in Partisi Rassemblement National (RN) ise parlamentoda 89 sandalye alarak partisinin tarihinde görülmemiş bir rekora imza attı.

Cumhuriyetçiler de, 64 milletvekili ile Ulusal Meclis’te belirleyici konumuna geldi. Macron’un Cumhuriyetçileri ittifakına katması konuşulsa da sağ parti Macron’a karşı tavır alma konusunda bölünmüş durumda.

Öte yandan parlamento seçimlerinin ikinci turu da rekor düşük katılımla gerçekleşti: Çekimser oy oranı %53,86 ile Beşinci Cumhuriyet döneminde ikinci tur yasama seçimlerinde eşi görülmemiş bir düzeye ulaştı. Rekor düşük seçmen katılımı, Macron hükümeti için bir işaret olarak yorumlanıyor.

Le Monde, sonuçlara ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor:

Fransa, cumhurbaşkanlığı koalisyonunun salt çoğunluğu kaybetmesine neden olan yasama seçimlerinin ikinci turunun ardından bilinmezliğe doğru ilerliyor. La République en Marche (LREM) ve müttefikleri MoDem ve Horizons, gereken 289 sandalyeden çok uzakta, eşi görülmemiş bir düşük performans kaydetti ve Emmanuel Macron büyük bir siyasi gerileme yaşadı.

246 milletvekiliyle, Beşinci Cumhuriyetin en küçük çoğunluğu o kadar zayıf ki, kurumsal sorunlara yol açıyor: Yürütme, Nupes‘ten seçilen 142 vekile ve 89 milletvekili bir RN grubuna karşı yönetebilmek için her reform üzerinde müzakere etmeye zorlanacak.

Mélenchon, Paris’te seçimlerin ardından yaptığı konuşmada, “Başkanlık koalisyonunun yenilgisi tamamlandı. Kendimize koyduğumuz siyasi hedefe ulaştık” dedi.

İttifak, Macron’u geride bırakarak Meclis’te birinci olmak ve Melenchon’u başbakan olarak atamaya zorlamak olan hedefine ulaşamasa da, ana muhalefet haline gelen yeşil-sol koalisyon; Fransa’da güçlenen solun bir işareti olarak gösteriliyor.

Marine Le Pen de, partisinin tarihi başarısına “Bu grup, siyasi ailemizin tarihindeki en büyük grup olacak” sözleriyle vurgu yaptı ve göçmenlik ve milli güvenlik konusundaki sert çizgisini savunacağına söz verdi.