Ana Sayfa Blog Sayfa 808

Avustralya’da iklim yasası Meclis’te onaylandı, şimdi ne olacak?

Avustralya Temsilciler Meclisi, on yıldan uzun bir süredir tartıştığı ülkenin ilk iklim değişikliği yasasını geçen hafta onayladı. Bir önceki Gillard hükümetinin Yeşiller ve bağımsızların desteğiyle, emisyon ticareti planı içeren yasa tasarısının ana kısmı, 2014 yılında Tony Abbott yönetimindeki koalisyonca yürürlükten kaldırılmıştı.

Yeni yasada öngörülen “iklim faturası”yla emisyon hedefleri yeniden düzenleniyor.

İklim faturası, iki ulusal sera gazı emisyon hedefini kanun haline getiriyor: 2030’a kadar 2005 seviyelerinin %43’ünün altına düşürülmesi ve 2050’ye kadar “net sıfıra” indirilmesi.

Tasarı, 2030 hedefinin tavan değil taban olduğunu vurguluyor, bu da olabilecek minimum kesinti olduğu anlamına geliyor, ancak daha derin kesintileri yasal olarak önleyecek hiçbir şey yok. Mevzuat, devlet kurumlarının yatırım kararları verirken hedefleri – yani iklim değişikliği faktörünü – dikkate almasını gerektiriyor.

Başbakan Antony Albanesi, Temsilciler Meclisi’nde tasarıyı savunurken. 

Mevzuat, politika tavsiyesi vermekten sorumlu bir kurum olan İklim Değişikliği Kurumu‘nun oynadığı rolü güçlendiriyor. Kurumun Avustralya’nın iklim hedeflerine ulaşılmasına yönelik ilerleme konusunda yıllık tavsiyede bulunması ve daha sonra bu parlamento döneminde 2035 için yeni bir hedef konusunda tavsiyede bulunması bekleniyor. Hükümetin tavsiyeyi yayımlaması ve buna uymaması durumunda nedenini kamuoyuna açıklaması gerekecek. Tasarı, şu anda İklim Değişikliği Bakanı Chris Bowen‘ın hedeflere yönelik ilerleme konusunda parlamentoya yıllık bir açıklama yapmasını da gerektiriyor.

‘İklim faturası’  elektrik, sanayi, ulaşım, tarım veya ekonominin diğer bölümlerinden kaynaklanan emisyonları azaltmak için bir mekanizma veya finansman içermiyor.

Avustralyalı yazarlardan seçmenlere çağrı: Politikacıların iklim planlarını gözeterek oy verin

Şimdi ne olacak?

Tasarının, Meclis eylülde açıldığında Senato’dan da geçmesi gerekiyor, ancak bunun sadece formalite olduğu belirtiliyor.  Ondan önce, bir Senato komitesi bir soruşturma yapacak. Yeşiller, yeni kömür ve gaz gelişmelerinin Avustralya’nın iklim taahhütleriyle tutarlı olup olmadığını ele almasını istiyor. Soruşturma tasarı metnini değiştirmese de Yeşiller, birincil iklim politikası hedefi olan yeni fosil yakıtları durdurma mücadelelerini bundan bağımsız olarak devam ettireceğini açıkladı.

Yüzde 43 hedefine nasıl ulaşılacak?

İktidardaki İşçi Partisi’nin “Powering Australia” adlı iklim planı , iki ana politika ve birkaç eklenti içeriyor. Bowen, bu politikaların etkisiyle emisyonlarda ne kadar kesinti olduğunu tahmin etmek için RepuTex‘teki danışmanlardan modelleme istediğini ve gelen yanıtın yüzde 43 olduğunu söyledi.

İklim krizi: Avustralya yağmur ormanları iki kat daha hızlı ölüyor

Ancak politikaların ayrıntıları hala ortaya çıkmayı bekliyor. Bir önceki Abott hükümeti, fosil yakıt madenleri de dahil olmak üzere büyük sanayi girişimlerinden kaynaklanan kirlilik artışlarını durdurmak için konulan koruma mekanizmasını kullanmayı başaramamıştı; aksine kirleticilerin emisyonları artırmasına izin verildi. Parti yetkilileri, “uluslararası rekabet gücünü ve ekonomik büyümeyi desteklerken” emisyon limitlerini “zaman içinde tahmin edilebilir ve kademeli olarak” azaltmak için şirketlerle birlikte çalışacağını ifade etmişti.

RepuTex, koruma önlemlerinde yapılacak iyileştirmelerin 2030 yılına kadar yıllık emisyonları 24 milyon ton azaltacağını belirtti.

‘Kıta ülkesi dönüm noktasında’

Guardian yazarı Adam Morton, ülkenin iklim politikalarında muhafazakar hükümetlerle yönetildiği yaklaşık on yıllık bir yıkım ve gecikmenin ardından   yeni İşçi Partisi hükümetinin hızlı hareket etmekle birlikte, bir dönüm noktasında olduğunu söylüyor.

Başbakan Antony Albanese’in 2011’den bu yana ülkenin ilk iklim değişikliği yasasını geçirmek için 76 sandalyeli Meclis’te 12 önemli oyu kontrol eden Yeşiller’in desteğinin almasının sembolik önemine vurgu yapan Morton,  Avustralya’nın iklim politikalarındaki geç kalışının küresel bir üne sahip olduğunu ve altı başbakanın iklim politikaları yüzünden koltuğunu kaybettiğini hatırlattı.

Tasarıda iklim eylemi için yeni bir finansman öngörülmediğine de dikkat çeken Guardian yazarı şunları yazdı: “Tasarı, somut eylemden çok iyi niyetin bir göstergesi niteliğinde. Hükümetin önünde büyük kararlar var. 2030 yılına kadar elektriğin %82’sinin yenilenebilir enerjiden gelmesi için büyük endüstriyel tesislerden kaynaklanan emisyonları nasıl azaltacağına ve elektrik iletim ağını nasıl genişleteceğine ilişkin ayrıntıların gelecek yıl hızla geleceğine söz verdi.”

Avustralya’dan iklim krizi uyarısı: Çok sayıda büyük doğa felaketine hazırlıklı olun

Yeşiller: Ateşi benzin dökerek söndüremezsiniz

Morton’a göre bütün bunlar kolay olmayacak çünkü Avustralya’nın kömür ve gaz endüstrileri politik olarak hükümetler üzerinde son derece etkili. En büyük engel ise, yeni hükümetin yavaşlatmak için çok az istek gösterdiği, ülkenin muazzam fosil yakıt ihracatının geleceği hakkında alevlenen bir tartışma olabilir. Albanese’nin görüşü de uluslararası talep olduğu sürece Avustralya’nın bunu karşılamak için yeni kömür madenleri ve gaz sahaları açmaması için hiçbir neden olmadığı yönünde.

Yeşiller ise hükümetin bu tutumunu “uyuşturucu satıcısının savunmasına” benzetiyor ve önümüzdeki üç yıl boyunca yeni fosil yakıt geliştirme çalışmalarını durdurmanın ana öncelikleri olacağını ilan ettiler bile. Parti lideri Adam Bandt “ateşi üzerine benzin dökerken söndüremezsiniz” dedi.

 

Bakanlığın 2020 emisyon rakamları kömürün kirleticiliğini bir kez daha ortaya koydu

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2020’ye ait “Türkiye Elektrik Üretimi ve Elektrik Tüketim Noktası Emisyon Faktörleri”ni yayımladı. Linyitin elektrik üretiminde kullanılması sonucu kaydedilen emisyon miktarı, kömürün aşırı kirleticiliğini Bakanlık verileriyle de bir kez daha ortaya koydu.

Bakanlıkça yapılan duyuruda “Ülkemizdeki elektrik üretiminin ve nihai kullanıcıya elektrik şebekesi üzerinden ulaşan elektriğin sera gazı yoğunluğunun bilinmesine olan talep her geçen gün daha da artmaktadır” denildi. Rapor da bu nedenle yayımlandı.

Elektrik Üretimi Emisyon Faktörü’ne göre 2020’de 1 MWh elektrik üretimi için ortalama 0,437 ton karbondioksit salımı gerçekleşti.

Ancak linyitten bir birim elektrik üretiminin emisyonu, listedeki diğer kirleticilere nazaran en az emisyon değerine sahip olan doğal gazdan elektrik üretiminin neredeyse 3,5 katına karşılık geliyor.

Rakamlar Türkiye‘de linyit olarak tabloda görülen yerli kömürün elektrik üretimi süreçlerinde kullanılmasının doğaya ne kadar zarar verdiğini gözler önüne seriyor.

Taş kömürü ise birim elektrik üretimine karşılık en çok karbondioksit salımına neden olan bir diğer kirletici. Taş kömürünün işlenmesiyle ortaya çıkan karbondioksit emisyonu da yine doğal gazın üç katının üstünde.

Öte yandan ithal kömürden salınan sera gazı da doğal gazdan kaynaklı emisyonun iki katının da üzerinde.

Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları sera gazı salımına yol açmadığı için bu kaynaklardan üretilen elektriğin emisyon faktörü ise sıfır.

Emisyon rakamlarının şu veriler kullanılarak hesaplandığı bildirildi:

  • TEİAŞ Türkiye elektrik üretim-tüketim ve kayıpları istatistikleri,
  • Türkiye’nin Ulusal Sera Gazı Envanter Raporu kapsamında EVÇED tarafından hazırlanan Ortak Raporlama Formatı-Common Reporting Format (CRF) hesap tablolarında yer alan sadece elektrik üretimine ait ve birleşik-ısı güç sistemlerinde elektrik üretimine ait emisyon değerleri,
  • İthal edilen elektriğin emisyon yoğunluğunu hesaplamak amacıyla, Avrupa Çevre Ajansı (AÇA) tarafından yayımlanan ülkelere ait elektrik üretimi emisyon yoğunluğu değerleri kullanılmıştır.

Bakanlıkça hesaplanan Türkiye Elektrik Üretimi ve Elektrik Tüketim Noktası Emisyon Faktörleri, birim net elektrik üretimi ve birim elektrik tüketimi başına salınan sera gazı emisyonlarının miktarlarını temsil ediyor.

Hesaplamalara göre, Türkiye genelinde 1 MWh (birim) net elektrik üretimi başına ortalama 0,440 ton CO2-eşd. sera gazı emisyonu salıyor.

Emisyon rakamlarını yayımlayan Bakanlığın İklim Şurası’ndan da kömür çıkmıştı

Paris İklim Anlaşması’nın imzacısı olan Türkiye, kömürden çıkışa dair adım atmanın ötesinde kömür kaynaklı enerji ve nükleer enerji konusunda ısrarı söz konusu. 

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca 21-25 Şubat’ta düzenlenen İklim Şurası’nın Sonuç Bildirgesi Haziran sonunda sessiz sedasız yayımlanmıştı. Bildirgede de kömürden çıkış yerine kömürden elektrik üretimine destek verilmişti. 

Kömürden çıkışa ilişkin Adil Geçiş başlığı altında bildirgede şu ifadelere yer verilmişti:

“Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefi, ülkenin tabi olacağı uluslararası düzenlemeler bağlamında geçişe konu olacak sektörler tedarik zincirleri de gözetilerek belirlenmeli; kömür madenciliği ve kömüre bağlı elektrik üretim sektörü, tarım ve sınırda karbon düzenlemesi açısından önceliklendirilmiş 5 sektör olan çimento, elektrik, gübre, demir- çelik ve alüminyum gibi sektörler başta olmak üzere sürdürülebilir, adil ve eşitlikçi bir geçiş için etki değerlendirmesi çalışmaları yapılmalı, destek mekanizmaları bu kapsamda yapılandırılarak geliştirilmelidir.”

Sonuç Bildirgesi’nde nükleer ve doğal gaz üretim faaliyetlerinin artırılması gerektiği belirtilmiş, “2053 Net Sıfır Emisyon Hedefleri doğrultusunda kaynak çeşitliliği ve enerji arz güvenliği perspektifinden emisyon azaltıcı alternatif yakıtlardan (doğalgaz, nükleer vb.) elektrik üretiminin artırılması değerlendirilmelidir” denilmişti.

Bildirgede ayrıca enerji ve emisyon azaltımına ilişkin olarak şu maddeye yer verilmişti: 

  • Tüm sektörlerde enerji verimliliği uygulamaları ve destekleri yaygınlaştırılmalı, termik santral ve endüstriyel işletme kaynaklı atık ısı potansiyelinden etkin şekilde yararlanabilmek için ilgili ısı mevzuatı geliştirilmeli ve teşvikler tanımlanmalıdır.

İklim Şurası komisyon toplantılarına katılan uzmanlar fosil yakıt kullanımı sınırlandırılmadan iklim hedefine ulaşılamayacağı yönünde uyarılar yapmıştı.

Şubat’ta gerçekleştirilen şura süresince sera gazı azaltımına yönelik alınan kararlarda, elektrik üretiminde kömürden çıkışın bildirgede yer almaması ve doğal gaz ile  nükleer kaynakların payının artırılması, eleştirileri de beraberinde getirmişti.

Doğalgaz aramalarının artırılması hiçbir şekilde komisyonlarda görüşülmezken, Şura’nın nihai tavsiye kararlarında yer almıştı.

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi,  İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin, İklim Şurası’nın  sunulan önemli politika önerilerine rağmen, kömürden çıkış konusunda yanlış bir tutum alması ve doğal gaz ile nükleer gibi yanlış çözümleri ön plana çıkaran kararlar nedeniyle başarısız olduğunu bildirmişti.

Şırnak’taki ağaç kıyımı uydudan da görüntülendi

Şırnak ilinin pek çok bölgesinde korucular eliyle ‘güvenlik’ gerekçesiyle  yıllardır yapılan orman kıyımı, Cudi Dağı‘nın ardından Besta bölgesinde uydu görüntülerine de yansıdı.

Kesimlere karşı yapılan hukuki girişimlerden halen bir sonuç alınamazken, ormanlık alanların nasıl yok edildiği Google Earth’te yer alan uydu fotoğraflarında da görünür hale geldi.

Mezopotamya Ajansı‘nın aktardığına göre, Şırnak Cezaevi‘nin kuzeydoğusunda yer alan bir bölgeden 8 Ekim 2020 ve 17 Ekim 2021 tarihlerinde çekilen iki ayrı uydu fotoğrafında, geniş bir ormanlık alanın tamamen yok edildiği görülebiliyor.

Aynı bölgede bulunan bir başka alanın 18 Haziran 2020 ve 17 Ekim 2021 tarihlerinde çekilen fotoğraflarında da benzer bir durum söz konusu.

Şırnak’ta neler oluyor?: ‘Orman kıyımında güvenlik bahane, asıl amaç rant ve bölgeyi madenciliğe açmak’

Bazı bölgelerde 2020 bazı bölgelerde ise 2021 yılına kadar çekilen fotoğraflarda binlerce ağacın kesildiği görülüyor.

Diğer ormanlık alanların da son bir yıl içerisinde büyük oranda kesildiği tahmin ediliyor.

Şırnak’taki ağaç kıyımı için 300 avukat bölgeye gidiyor
Şırnak’ta kesilen ağaçlar, ‘önce vatan’ yazılı tırlarda batı illerine taşınıyor

Besta bölgesinde bulunan farklı bir alana ait fotoğraflarda da kıyımın geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Yüzlerce ağacın kesimi, 21 Ağustos 2020 ve 17 Ekim 2021 tarihli fotoğraflara yansıyor:

Yıllardır günlük bin ila bin 200 ton arasında kesilen ağaçlar, daha sonra traktörlerle kent merkezine yakın bir yere getirilerek, satılmak üzere kamyon ve tırlara yükleniyor. Korucular, tüm masrafların kendilerine ait olması halinde bir ton odunu bin 750 TL’ye satıyor.

“Özel Güvenlik Bölgesi” adı altında yasaklı olan Cinîwer (Bilecik), Xerbigê Bestin (Dedeören), Navyan (Güneyçam), Bêlûzer (Küllüce), Şereevan (Şerevan) ve Rîsor (Risor) köyleri ile Kaniyamîr, Birateto, Birapeşo, Deyndarok, Serêrû, Tîkera, Qûrteka Pêşya, Girê Derîncê alanlarında ise halen kesim devam ediyor.

Fransa ormanları kül oluyor: Yangın her dakika 10 futbol sahası alana yayılıyor

Fransa‘da geçen ay ülke tarihinin en büyük orman yangınlarından birinin yaşandığı Gironde bölgesindeki Landiras‘ta, dün öğleden sonra yeniden yangın başladı. Ormanları hızla kül eden yangının her dakika 10 futbol sahası büyüklüğündeki alana yayıldığı belirtildi.

Yerleşim yerlerine yaklaşan yangında evlerin hasar görme tehlikesi yüzünden 10 bin kişi tahliye edildi. Gökyüzünün dumandan karardığı bölgede yaklaşan yangından kaçmak isteyenler, evlerinin çatılarına çıkarak yardım bekledi.

Gironde Belediyesi sosyal medyadan yaptığı uyarılarda bölge sakinlerinin “belgelerini, hayvanlarını ve yanlarına alabildikleri bazı eşyaları toplayarak” evlerini derhal terk etmelerini istedi.

Hostens kasabası civarındaki çam ormanında çıkan yangın nedeniyle en az altı bin kişi tahliye edildi. Bölgede yangın söndürme uçaklarının yanı sıra 500 kadar itfaiyeci alevlerle mücadele ediyor. Sivil güvenlik sözcüsü Alexandre Jouassard, alevlerin hızla ilerlediğini, her geçen dakika 10 futbol sahasından büyük alanın alevlere teslim olduğunu anlattı.

Avrupa sıcak dalgasıyla boğuşuyor: Yüzlerce ölüm, dört bir yanda orman yangını

Le Figaro‘nun aktardığına göre, Gironde Valiliği, yeni yangının Landiras’ta 12 Temmuz’da başlayan ve 14 bin hektar alanı kül ettikten sonra halen tam olarak söndürüldüğü açıklanmayan yangından kaynaklanmış olabileceğini açıkladı. Valilik, bölgede hava koşullarının elverişsiz olmasının yangınla mücadeleyi zorlaştırdığını bildirdi.

Landiras’ta geçen ay çıkan ve ilerlemesi durdurulsa da tam olarak söndürülemeyen yangının kıvılcımlarından çıktığı tahmin edilen yangında şu ana kadar altı bin hektardan fazla alan kül oldu.

Öte yandan, dün bölgede küçük çapta birçok yangının çıktığı ve bazılarında alevlerin halen kontrol altına alınamadığı ifade ediliyor. Bu yaz dördüncü sıcak dalgasının yaşandığı ülkenin güney ve batısında 16 bölgede turuncu alarm durumuna geçildi.

Gironde’de temmuz ayında Teste-de-Buch bölgesinde büyük bir yangın çıkmış, iki yangında toplam 20 bin 800 hektar ormanlık alan yanmış, 36 bin kişi tahliye edilmişti.

Küresel iklim değişikliğine bağlı, erken başlayan ve sıklaşan sıcak dalgaları nedeniyle orman yangınları ve kuraklıkla boğuşan Avrupa kıtasında Portekiz, İspanya ve Yunanistan ve ABD‘de Kaliforniya halen büyük orman yangınlarıyla mücadele ediyor.

İklim krizi: Hedefler gerçekleştirilirse dünyanın en büyük buz tabakası kurtarılabilir

Nature dergisinde yayınlanan “Doğu Antarktika Buz Levhasının geçmiş ve gelecekteki iklim değişikliğine tepkileri” başlıklı makale, kıtanın doğu kısmını kaplayan devasa buz kütlesinin geçmişini, bugününü ve geleceğini ortaya koydu.

Durham Üniversitesi‘nin coğrafya departmanındaki araştırma ekibi, model projeksiyonlarının yanı sıra tarihsel ve gözlemsel verilere dayanarak  Paris Anlaşması‘nın sıcaklık artışının 2°C’nin çok altında sınırlama hedefinin karşılanmaması durumunda, buz tabakasının erimesiyle 2100’de deniz seviyesinin beş metreye kadar yükselmesine neden olacağı sonucuna vardı.

Araştırma, küresel ısınmanın, Doğu Antarktika Buz Levhası üzerindeki en kötü etkilerinden kaçınılabileceğini gösteriyor. Bu da sıcaklıkların sanayi öncesi seviyelere kıyasla, 2015’te dünya liderleri tarafından iklim değişikliğine ilişkin Paris Anlaşması kapsamında belirlenen üst sınır olan 2°C’den fazla yükselmemesine bağlı.

Söz konusu sınırın altında kalmanın, Dünya’nın buzul kütlesinin büyük çoğunluğunu elinde tutan Doğu Antarktika Buz Levhası’nın 2500’e kadar deniz seviyesinin yükselmesine yarım metreden daha az katkıda bulunmasını sağlayacağı belirtiliyor.

Ancak 2°C sınırının ötesinde devam eden ısınmanın, bu buz levhasının sadece birkaç yüzyıl içinde deniz seviyesinin potansiyel olarak beş metreye kadar yükselmesine neden olabileceği bildiriliyor.

Sera gazı emisyonlarının buz tabakalarına etkisi

Araştırmacılar, çalışma kapsamında buz tabakasının geçmiş sıcak dönemlere nasıl tepki verdiğine ve şu anda değişikliklerin nerede gerçekleştiği üzerine incelemelerde bulundu.

Ayrıca farklı sera gazı emisyon seviyelerinin ve sıcaklıklarının 2100, 2300 ve 2500 yıllarına kadar Doğu Antarktika Buz Levhası üzerindeki etkilerini incelemek için önceki çalışmalardan bir dizi bilgisayar simülasyonu analiz edildi.

Buna göre; emisyonlar önemli ölçüde kesilirse ve sıcaklıklarda sadece küçük bir artış olursa, buz tabakasının 2100’e kadar deniz seviyesinin yükselmesine yaklaşık iki santimetre katkıda bulunması beklenebilir.

Rakam Grönland ve Batı Antarktika‘da beklenen buz kaybından çok daha az bir miktara işaret ediyor.

Öte yandan dünyada, çok yüksek sera gazı emisyonlarına devam edilmesi durumunda, Doğu Antarktika Buz Levhası’nın 2100 yılına kadar deniz seviyelerine yaklaşık yarım metre katkıda bulunma olasılığı olduğu belirtiliyor. Ancak araştırmacılar için pek olası değil.

Emisyonların 2100’ün ötesinde yüksek seviyede devam etmesi durumunda ise Buz Levhası 2300’e kadar küresel deniz seviyelerinin bir ila üç metre ve 2500’e kadar da iki ila beş metre yükselmesine neden olabilir.

Bunun da Grönland ve Batı Antarktika’daki buzullar üzerindeki erimeye daha da şiddetli bir etkisi olacağı ve dünya çapında kıyı bölgelerinde yaşayan milyonlarca insanı tehdit edeceği bildiriliyor.

Geçmiş dönemlerdeki ısınma da incelendi

Araştırmacılar ayrıca, Doğu Antarktika Buz Levhası’nın karbondioksit konsantrasyonlarının ve atmosferik sıcaklıkların, şimdikinden sadece biraz daha yüksek olan geçmiş sıcak dönemlere nasıl tepki verdiğini de inceledi.

Buna göre; son birkaç on yılda yaşanan çok hızlı ve aşırı ısınmanın aksine, ki bu sadece insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonları ile açıklanabilir, geçmişteki ısınma çok daha uzun zaman dilimlerinde gerçekleşti ve büyük ölçüde Dünya’nın Güneş’in yörüngesindeki değişikliklerden kaynaklandı.

İnceleme Doğu Antarktika Buz Levhası’nın nispeten ılımlı ısınmaya bile oldukça duyarlı olduğunu ve bir zamanlar düşünüldüğü kadar istikrarlı ve korumalı olmadığını ortaya koydu.

Jeolojik zaman çizelgelerinde çok uzun olmayan 400 bin yıl kadar çok kısa bir süre önce, Doğu Antarktika Buz Levhası’nın bir kısmının sadece 1-2°C’lik küresel ısınmaya tepki olarak 700 km iç kesimlere çekildiğine dair kanıtlar bulunuyor.

Erime nasıl durdurulabilir?

Dünya liderleri, küresel ısınmayı 2°C’nin çok altında sınırlamayı ve Paris Anlaşması uyarınca artışı 1,5°C’ye düşürme çabalarını sürdürmeyi kabul etti.

En son Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporuna göre, insan faaliyetleri, sanayi öncesi zamanlardan bu yana küresel ortalama sıcaklıkları yaklaşık 1,1°C artırdı.

Araştırmanın yürütücüsü Profesör Chris Stokes, “Analizimizin önemli bir sonucu, Doğu Antarktika Buz Levhasının kaderinin büyük ölçüde elimizde olduğudur. Küresel sıcaklık artışlarını Paris Anlaşması tarafından belirlenen 2°C’nin altında sınırlamak, en kötü senaryolardan kaçınmamız veya belki de Doğu Antarktika Buz Levhası’nın erimesini durdurmamız ve dolayısıyla küresel deniz seviyesini yükseltmesi üzerindeki etkisini sınırlamamız anlamına geliyor” diyor.

Otoyola terk edilen yaralı atlardan doğan ‘Mucizeler Diyarı Artvin’ projesi 1’inci yılını doldurdu

ARTVİN- 6 Ağustos 2021’de Artvin Hopa‘da otoyola terkedilen iki tır dolusu atı kurtarmak için hayvanseverler tarafından başlatılan mücadele birinci senesini doldurdu.

Yerel bir dernek olan Haydiko Artvin‘in üyeleri tarafından güvenli alanlara yerleştirilen atların sağlık, bakım ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması için verilen mücadele devam ediyor.

Dernek şu anda, atlar için kurduğu çiftliği bir eko köye dönüştürmeye çalışıyor.

6 Ağustos 2021’de Hopa otoyoluna terk edilen atlar oldukça gündem olmuş, iki tır dolusu atın Kırgızistan‘a bir düğün yemeği olarak satıldığı ancak bozulan sağlıkları yüzünden sınırı geçemeyecekleri anlaşılınca tır şoförleri tarafından otoyola terk edildikleri anlaşılmıştı.

Atların hikayesi dernek üyeleri tarafından şöyle anlatılıyor:

“Öğleden sonra gelen ihbar telefonları ile hayvan hakları konusunda çalışan yerel dernek gönüllülerinin haberleri oldu Hopa Atlarından. Bir tırın dorsesinde tamamı hasta, birkaçı ölü, engelli, hamile birçok at otoyol kenarına terk edilmiş olarak bulundu. Daha sonra başlayan yaşam hakkı mücadelesi 21 Ağustos 2021 gecesi terk edilen ikinci tır atla beraber oldukça zorlu bir hal aldı.

“6 Ağustos gecesi ilk grup at o tırdan indirildiğinde hepsi aç hepsi susuz, birkaçı çoktan ölmüş, birkaçı can çekişiyorken, daha sonra ismini Nazlı olarak koyacağımız hamile olan bir kısrağın doğumu gerçekleşti.

İşte o can pazarında, bir otoban kenarında, aynı tırın içinde kırkı aşkın atla günlerce aç susuz seyahat eden Nazlı daha sonra hepimizin bu proje için motivasyon kaynağı olacağı Mucize‘yi doğurdu.”

Mucizeler Diyarı’nda 60’a yakın atın bakımını üstlenen Dernek tarafından kurulan Yaşamköy‘de de 90’a yakın köpeğe bakılıyor. Yaralı ve yardıma muhtaç hayvanlara kapısını açan bu yaşam alanlarında, köpekler, eşekler, kediler misafir ediliyor ve yeni yuvalarına kavuşturlmaya çalışılıyor.

Derneğin yaptığı çalışmalar sadece Hopa atlarının yaşamlarının sağlamakla kalmadı; Artvin ve çevresinde yaban hayatının sürdürülebilir olması, sahipsiz sokak hayvanlarının ve çiftlik hayvanlarının refah seviyesinin artmasının yanı sıra bölgedeki kadın istihdamını da artırmayı hedef edinerek, turizm ve tarımla bütünleşen bir yaşam köyü projesine evrildi.

Proje çerçevesinde düzenlenen Doğal Yaşam ve Yaban Hayatı Zirvesi, 12-16 Ekim tarihleri arasındayurt içi ve yurt dışından STK temsilcilerini, bilim insanlarını, doğa ve çevre aktivistlerini ağırlayacak.

Mucizeler Diyarı Proje koordinatörü Yasemin Yılmaz,  Artvin ve çevresinin yaban hayatı turizminin sadece av turizmi ile değerlendirmesinin büyük haksızlık olduğunu, pandemiden sonra dünyadaki seyahat trendlerinin tüketim değeri olmayan sürdürülebilir yaban hayatı turizmine doğru kaydığını ifade etti.

 

Güney Kore, bodrum katı daireleri yasaklıyor

 

Güney Kore’nin başkenti Seul’de üç kişinin selde hayatını kaybetmesinin ardından bodrum katı kademeli olarak yasaklanıyor.

Ülkenin yoksul kesiminin yaşamak zorunda kaldığı küçük daireler, Türkiye‘de de yaygın olarak görülüyor. Sel felaketlerinde bu dairelerde sıkışıp hayatını kaybedenlerin haberleri de sık sık gündem oluyor.

Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği nedeniyle, özellikle yazın görülen ani sağanakların meydana getirdiği bu sorunlar, kentlerin yeniden inşasını ve iklim krizine uygun yapılaşmayı zorunlu kılıyor.

Seul’de işte bu bodrum katı dairelerin inşasına izin verilmeyecek ve mevcut daireler kademeli olarak dönüştürülecek.

Karar şehirde son 80 yılın en yüksek yağışının ardından oluşan sel baskınında en az 11 kişinin ölü ya da kayıp olarak bildirilmesi sonrası alındı. Pazartesi gecesi 40’lı yaşlarındaki iki kız kardeş ve 13 yaşında bir çocuk su basan bodrum kartında evlerinde ölü bulunmuştu.

Yaşanan trajedinin ardından dikkatler yeniden gelir eşitsizliği ve bodrum katında yaşamanın tehlikelerine yöneldi. Banjiha adı verilen bu evler düşük kiraları ve kötü yaşam koşullarıyla biliniyor.

Kiracılar toplu konutlara taşınacak

Asya‘nın dördüncü büyük ekonomisi olan Güney Kore’deki eşitsizlik, özellikle koronavirüs pandemisinden sonra son yıllarda daha da kötüleşti. Shinhan Bank tarafından nisan ayında yayınlanan bir rapora göre, üst gelir grubundaki yüzde 20 ile en alttaki grup arasındaki gelir farkı 2019’dan 20 kattan fazla arttı. 

BBC’nin aktardığına göre hükümetle eksi 1 ve yarı bodrum katların inşasını tamamen yasaklayacak şekilde yasaların revize edilmesi için görüşülecek. Bu tür dairelerin sahiplerine barınma amacıyla depo ya da park yeri gibi alanlara dönüştürmeleri için 20 sene tanınacak. Bu sırada yetkililer ayrıca mevcut Banjiha kiracılarının toplu konutlara taşınması için destekte bulunacak.

‘Parazit’le dünyanın dikkatini çekmişti

Bong Joon-ho’nun yönettiği, Oscar ödülle  2019 yapımı ‘Parazit’ filmi, Seul’de bodrum katında yaşayan düşük gelirli bir ailenin hikayesini ele almıştı.  Film sayesinde bu sorun dünyanın da dikkatini çekmişti.

Oscar kazanmasının ardından şehir yönetimi 1500 haneye yaşam koşullarını düzeltmesi için finansal destek sağlayacağını duyurmuştu.

2020 itibariyle Seul’de eksi 1 ve bodrum katında yaklaşık 200 bin daire var, bu sayı şehirdeki toplam evlerin yüzde beşini  oluşturuyor.

Kira ödemek için doktor olmak da yetmiyor: Hızla kira yardımı ve iyileştirme şart

Şiddetin, iş yükünün ve yoksullaşmanın altında ezilen doktorlar başta olmak üzere kamu personelleri evlerinin kiralarını dahi ödeyemez hale geldi.

Sağlık Hizmetleri Sendikası (SAHİM-SEN) Genel Başkanı Özlem Akarken, başta hekimler olmak üzere sağlık ve diğer kamu personeline, hızla kira yardımı ve iyileştirme yapılmasının gerekli olduğunun altını çizdi.

Şiddet, baskı, iş yükü artışı ve ekonomik yetersizlik hekimlik mesleğini ciddi şekilde tehdit ediyor. Yılın ilk altı ayı itibariyle yurtdışına gitmek için başvuran hekim sayısı rekor düzeyde artmış durumda.

Yaklaşık bin 200’ü aşkın hekimin yurtdışına gitmek için Türk Tabipleri Birliği’nden (TTB) belge almak için başvurduğu, yıl sonunda bu rakamın 3 binleri bulacağı belirtildi.

101’i pratisyen hekim olmak üzere 231 hekim yurtdışında çalışmak için gerekli olan “iyi hal belgesi”ni aldı. Temmuzda 11 dahiliye uzmanı, 12 çocuk hastalıkları uzmanı, 11 kadın hastalıkları uzmanı, 9 acil hekimi, 7 ortopedi uzmanı ve 6 ürolog iyi hal belgesini alan uzmanlar arasında dikkat çekti.

Gelecek yıllarda cerrahi, iç hastalıkları, çocuk sağlığı, anestezi, radyoloji, göz hastalıkları gibi branşlarda hekim eksikliği yaşanacağı belirtiliyor.

Beyin göçü hızla artarken ülkede kalan hekimler de ya mesleği bırakıyor ya da bırakmayı düşünüyor.

Özlem Akarken

TTB’nin açıklamasına göre; doktorlar özellikle büyük şehirlerde evlerinin kiralarını ödemekte de zorluk yaşıyor. Azalan doktor sayısı kamu sağlığını da ciddi anlamda tehdit ediyor.

Randevu bulmak oldukça güçleşirken, bazı hastanelerde çeşitli alanlarda hekim dahi bulunamaz hale gelinmiş durumda.

Konuya ilişkin SAHİM-SEN Genel Başkanı Özlem Akarken açıklamalarda bulundu:

“Bir hekim kolay yetişmiyor. Hekimler başta olmak üzere sağlık çalışanları diğer kamu personeli kira bedellerini geçmişten gelen birikimleriyle ödüyorlar. Kısacası hekim başta olmak üzere kira bedellerini zorlanarak ödeyen kamu çalışanları için kira yardımı gelmeli. Yüksek artışlar gösteren kiraları ödeyemez duruma gelen kamu personeline elzem bir şekilde iyileştirme zaruri ihtiyaçtır.”

Antarktika buzulları tahminlerin iki katı hızla eriyor

Antarktika‘nın kıyı buzulları, doğanın eriyen buzu yenileyebileceğinden çok daha hızlı bir şekilde eriyor.

NASA’nın Güney Kaliforniya’daki Jet Propulsion Laboratuvarı’ndaki (JPL) araştırmacılar tarafından yürütülen iki çalışma, Antarktika Buz Levhası‘nın son yıllarda nasıl kütle kaybettiğine dair beklenmedik yeni veriler ortaya koydu.

Türünün ilk örneği olan çalışmalar, iklim değişikliğinin Antarktika’nın yüzen buz tabakalarını ne kadar hızlı zayıflattığı ve  küresel deniz seviyelerinin yükselmesi riskini nasıl arttırdığını gösteriyor.

Uydu analizinin sonuçlarına göre dünyanın en büyük buz tabakası son 25 yıldaki tahminlerin iki katı kadar buz kaybetti.

Nature dergisinde yayınlanan sonuçlar, buzdağlarının cephelerinden kopan buz parçalarının son 25 yılda Antarktika kıyı şeridini nasıl değiştirdiğini haritalıyor. Araştırma sonucu, 1997’den bu yana Antarktika’nın yüzen buz tabakalarına dair buz kaybı tahminlerini 6 trilyondan 12 trilyon metrik tona çıkarıyor.

1985’ten 2021’e kadar Antarktika buz tabakasının yüksekliğindeki değişiklikler. Buz tabakası okyanus suyuyla temas ederek eridikçe buz yüksekliği azalıyor (kırmızı); birikimin erimeyi aştığı yerde yükseliyor (mavi). Buz sahanlığı gri renkle gösterilmiştir.

Yine labaratuvarda yönetilen ve Copernicus‘ta yayımlanan diğer araştırma da okyanustaki buz eridikçe Antarktika buzulunun inceldiğini, bunun kıtanın dış kenarlarından içlerine doğru  yayıldığını ve son on yılda buz tabakasının batı kısımlarında neredeyse iki katına çıktığını benzeri görülmemiş bir ayrıntıyla gösteriyor.

Çalışma 1997’den bu yana olan buzul akışını ve buz kopmalarını, Antarktika kıyılarından hiç olmadığı kadar uzaklara (50 bin kilometreye kadar) doğru bir şekilde haritalamak için kızılötesi, termal ve radar dalga boylarından uydu görüntülerini derledi.

Çalışmanın baş yazarı JPL bilim insanı Chad Greene, “Antarktika kenarlarında parçalanıyor. Buz sahanlığı azaldığında ve zayıfladığında, kıtanın devasa buzulları hızlanma ve küresel deniz seviyesinin yükselme oranını artırma eğilimindedir” diyor.

Buz incelmesi ve buz parçalanmasının en çok, ısınan okyanus akıntılarından en çok etkilenen Batı Antarktika’da belirgin olduğu saptandı. Green, buz sahanlığının uzun süredir daha az savunmasız olduğu düşünülen bir bölge olan Doğu Antarktika’da da, “kazançtan çok kayıp görüyoruz” dedi.

Cambridge Üniversitesi Kraliyet Topluluğu araştırma profesörü Eric Wolf, şöyle diyor:

Paris Anlaşması’nın vaat ettiği gibi küresel ısınmayı 2 derecede sınırlandırma hedefine bağlı kalırsak, Doğu Antarktika buz tabakasının erimesi nedeniyle deniz seviyesindeki yükselme, daha mütevazı olacaktır. Sera gazı emisyonlarını azaltmadaki başarısızlık önümüzdeki birkaç yüzyılda deniz seviyesinin birkaç metre yükselmesine katkıda bulunma riskini doğuracak.”

Neden önemli?

Çalışmanın baş yazarı JPL bilim insanı Chad Greene, “Antarktika kenarlarından parçalanıyor. Buz sahanlığı azaldığında ve zayıfladığında, kıtanın devasa buzulları hızlanma ve küresel deniz seviyesinin yükselme oranını artırma eğilimindedir” diyor.

Parçalanarak kopmaktan kaynaklanan buz kaybı, buz tabakalarını zayıflatarak Antarktika buzullarının okyanusa daha hızlı akmasına izin vererek küresel deniz seviyesinin yükselme oranını hızlandırıyor.

İklim krizi şiddetlendikçe ve ısınma arttıkça dünyanın en büyük buz kütlesi olan Antarktika’da buz kaybının nasıl hızlanacağı konusundaki belirsizilik, küresel deniz seviyelerinin ne kadar yükseleceği konusunda tahmin yapmak konusunda büyük zorluk yaratıyor.

Doğu Antarktika’da, buzun büyük kısmı deniz seviyesinden karada bulunuyor. Doğu Antarktika’nın yoğun soğuğu, bu buz tabakasının muhtemelen 14 milyon yıldan beri var olduğu anlamına gelse de, tabakanın devasa boyutu, buz tabakasının küçük bir yüzdesi bile erirse tüm dünyayı etkileyecek önemli bir deniz seviyesi yükselmesine sebep olabileceği anlamına geliyor.

Antarktika buzullarının tamamen erimesi durumunda küresel deniz seviyelerinin 5,1 metre yükselmesi öngörülüyor.

‣ İklim krizi araştırması: Son 20 yılda Akdeniz’de deniz seviyesi 6 santimetre yükseldi
‣ Küresel ısınma yüzünden ABD’nin deniz seviyesi 2050’ya kadar yarım metre yükselebilir

Deniz seviyesinin yükselmesi ise dünyanın farklı bölgelerinde pek çok ülkeyi doğrudan etkileyecek. Dünyada yaklaşık 250 milyon insan, denizden 5 metrededen daha az yükseklikteki kıyılarda yaşıyor. Hollanda ve Akdeniz ülkeleri şimdiden bununla farklı biçimlerde başa çıkmaya çalışıyor.

‣ Hollanda’da deniz seviyesindeki yükseliş 2 metreyi bulabilir
‣ Deniz seviyelerindeki yükselme IPCC raporunda yazandan daha fazla olabilir

20 bin yıl önceki buzul çağında deniz seviyesi bugünkünden 120 metre azdı. Bu bize iki şeyi gösteriyor: Deniz seviyesinde önemli değişiklikler mümkün ve  iklim ısındıkça, buzların erimesi ve deniz seviyesi yüksekliği artıyor.

Deniz seviyelerindeki küçük bir artışın bile iç kesimlerdeki kıyı habitatları üzerinde yıkıcı etkileri var: Erozyona, sulak alan taşkınlarına, akifer ve tarımsal toprağın tuzla kirlenmesine ve ve bitkiler balıklar, kuşlar için yaşam alanlarının kaybolmasına neden olabilir.

Dünya okyanuslarındaki su seviyesi 1850’den bu yana 20 santimetre daha yüksek.

Gelecekte, sera gazı emisyonlarımızı azaltmazsak, deniz seviyesi bu yüzyılın sonuna kadar muhtemelen 1 metre kadar yükselmeye devam edecek. Bu değişim, denize yakın yaşayan 250 milyon insan için büyük problemlerin yanı sıra; kıyı çiftliklerinde mahsul yetiştirme kapasitemizi etkileyecek, içme suyunun kalitesini korumayı zorlaştıracak ve şehirlerimiz; içinde yaşama şeklimizi değiştirecek.

 

 

Filler tehlikede: İklim değişikliği ve kaçak avcılığın kıskacında yaşam

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) ‘Tehdit Altındaki Türler Kırmızı Listesi‘nde bulunan fillerin azalan popülasyonuna dikkat çekmek için 2012’den bu yana 12 Ağustos, Dünya Fil Günü olarak kutlanıyor.

AA’dan Ayşe Erkeç’in aktardığına göre; dengesiz yağış rejimleri, kuraklık ve habitatlardaki değişimlerin fil popülasyonunu için büyük sorun oluşturduğunu söyleyen IUCN üyesi ve yaban hayatı biyoloğu Dr. Deniz Mengüllüoğlu, filleri etkileyen tür çeşitliliği kaybını şöyle anlatıyor:

“Fillerin yok olması besin zincirinin kopması ve fillere bağımlı olan ekosistem tiplerinin ekolojik fonksiyonlarını ve tür çeşitliliğini kaybetmesi anlamına geliyor.”

Fotoğraf: David Talukdar – Anadolu Ajansı 

Birliğin 2016’da yayımladığı Afrika Fili Durum Raporu‘na göre, 2006 ile 2016 tarihleri aralığında kıtada yaşayan fil sayısı 111 bin azalarak 415 bine geriledi.

Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı‘nın verilerine göre ise yüzyılın başında 100 bin civarında olan Asya fillerinin sayısı günümüzde 50 bine kadar düşmüş durumda.

Üç tür de tehlikede

IUCN üyesi ve yaban hayatı biyoloğu Dr. Deniz Mengüllüoğlu, bugün yalnızca Afrika savan fili, Afrika orman fili ve Asya fili olmak üzere üç fil türünün bulunduğunu belirtti.

Mengüllüoğlu Afrika savan filinin IUCN’in kırmızı listesinde “tehlikede”, Afrika orman filinin ise “kritik derecede tehlikede” kategorisinde yer aldığını belirtiyor.

Dr. Deniz Mengüllüoğlu, evcilleştirilebilen tek fil türü olan ve geçmişte Mezopotamya’dan başlayarak Java’ya kadar dağılım gösteren ancak şu an Hindistan ve Sumatra arasında çok parçalı halde yaşayan Asya filinin de aynı listede “tehlikede” kategorisinde bulunduğunu aktardı.

Fotoğraf: Andrew Wasike Shimanyula – Anadolu Ajansı 

Fillerin yok olması = Ekosistemlerin fonksiyonlarını kaybetmesi

Fillerin bulundukları habitat ve ekosistemlerde ekolojik mühendis rolünde olduklarını kaydeden Mengüllüoğlu, şunları söyledi:

“Habitatları yıkıp yeniden inşa ediyor, yüzlerce türden bitki tohumunu uzak noktalara taşıyor, diğer yüzlerce canlı türü için yaşayacak ortam hazırlıyor ve ayrıca kurak dönemlerde yaşam kaynağı olan su sağlıyorlar. Afrika savan filleri onlarca türden ve sayıları milyonlarla ifade edilen antiloplar, zebralar, kemirgenler, kuşlar, sürüngenler, böcek türleri ve bunların avcıları olan yüzlerce türden etçil canlı için yaşayacak ortam sağlıyorlar. Kendilerinin yaptığına ek olarak, bu türleri de ortama çekerek doğal gübreleme, tohumlama, otlama gibi faaliyetleri artırdıklarından çok zengin bir sistem oluşturuyorlar.”

Afrika orman filleri ve Asya fillerin ise tohum taşımaya ek olarak, ormanlarda hayvan otobanları denebilecek yollar, dinlenme ve otlama noktaları olan geniş orman içi açıklıklar oluşturduklarını bildiren Mengüllüoğlu, bu yol ve açıklıkların yüzlerce farklı tür tarafından besin, su ve hatta yaşam için çok önemli olan tuz ve minerallere ulaşabilmek amacıyla kullanıldığını, böylece yüksek tür çeşitliliği ve kompleks bir besin zincirinin desteklendiğini vurguladı.

Fotoğraf: Andrew Wasike Shimanyula – Anadolu Ajansı 

Mengüllüoğlu, “Dolayısıyla filler, tarihi ve güncel dağılımlarında biyolojik çeşitliliği yüksek ve besin zincirinin tam anlamıyla işlediği sistemler oluşturuyorlar ve korunmaları sadece kendileri açısından değil başka yüzlerce belki binlerce tür açısından çok önemli” değerlendirmesinde bulundu.

Fil dişi uğruna tehlikede olan bir tür…

Fil nüfusunun azalmasındaki en önemli etkenleri fil dişi amaçlı kaçak avcılık ve fillerin yaşam alanlarının yok olması şeklinde sıralayan Mengüllüoğlu, şöyle devam etti:

“Savanların çoğunda su varlığının izin verdiği şekilde tarım ya da hayvancılık yapılıyor. Bu da daha fazla insan-yaban hayatı çatışması demek. Geçmişte kurak ve yağışlı dönemlere göre göç eden antilop sürüleri sürekli aynı yerde evcil otlatma sebebiyle verimsizleşen bu bölgelere gelmeyi tercih etmiyorlar. Aşırı evcil otlatması ve rekabet sebebiyle habitatlar zenginlik ve verimliliğini yitiriyor, yabani otçul popülasyonları azalıyor. Aslan, pars, çita ve benekli sırtlan gibi büyük etçil türleri evcil türlere yöneliyorlar ve sonları öldürülmek oluyor. Korunmayan ve fil varlığı biten bu tip alanlarda tam anlamıyla bir doğal besin zinciri ve biyoçeşitlilik çöküşü yaşanıyor.”

Fotoğraf: Adam Abu Bashal – Anadolu Ajansı  

‘En çok etkilenenler çöl vahalarında yaşayanlar’

İklim değişikliğinin filleri göçe zorladığını, göç rotalarının ise işlevsiz hale gelebildiğini işaret eden Mengüllüoğlu, “Asya’daki ufak korunan alanlarda yaşayan ve göç edemeyen fil sürüleri, süresi uzayan kurak dönemler nedeniyle korunan alanları terk etmek ve milyonlarca insanın yaşadığı yerleşim yerlerinin kenarlarından geçerek tehlikeli göçler yapmak zorunda kalıyor. Geçtiğimiz yıl Çin’in Yunnan bölgesinde yaşayan ve 17 filden oluşan sürünün 500 kilometrelik inanılmaz göçü, dünya gündeminde geniş yer bulmuştu. Göç sebeplerinin tam olarak ne olduğu kestirilemese de araştırmacılar, fillerin korunaklı bir alan bulma umuduyla göç ettiğini tahmin ediyor” şeklinde konuştu.

‘Güvenli göç koridorları gerekiyor’

Dengesiz ve tahmin edilemeyen yağış rejimleri, bunu takip eden kuraklıklar ve habitatlardaki değişimin özellikle göç edemeyen ve korunan alan adalarına sıkışmış fil popülasyonları için büyük sorun oluşturduğuna değinen Mengüllüoğlu, çöl sınırları ve Namibya gibi kurak ülkelerdeki çöllerin vahalarında yaşayan fillerin kuraklıktan en çok etkilenenler olduğunu, açlık ve susuzluk nedeniyle bitkin düşerek öldüklerini, yavrularını kaybedebildiklerini söyledi.

Fotoğraf: Fatih Ferhat Sürmeli -Anadolu Ajansı

Fillerin korunmasına katkıda bulunmak amacıyla korunan alanların etrafında güvenli göç koridorlarının oluşturulması gerektiği uyarısında bulunan Mengüllüoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

“Bölgede yaşayan halkın, fillerin göç davranışı hakkında sürekli bilgilendirilmesi ve göç sırasında fillerin durup dinlenme ve beslenmek için kullandığı tarım alanları ve yerleşim yerlerinde yarattıkları zararların hükümetler tarafından karşılanması gerekiyor. Fillerin yaşadığı mutlak koruma bölgeleri ile bunların çevresindeki tampon koruma bölgelerinin genişletilmesi ve insan baskısının azalması; besin ve su kaynaklarının yeterli düzeye yükselmesini sağlayacağından insan nüfusunun yüksek olduğu Güney ve Güneydoğu Asya‘da fil göçlerinin ve çatışmanın azalması anlamına gelebilir.”