Ana Sayfa Blog Sayfa 809

Araştırma: Daha sağlıklı yiyecekler gezegen için de daha iyi

Birleşik Krallık ve İrlanda‘da satılan 57 binden fazla gıda maddesinin analizinin yapıldığı ve sonuçları Ulusal Bilimler Akademisi (PNAS)‘ta
yayımlanan
araştırmaya göre daha sağlıklı ve daha besleyici gıdalar; düşük besin değerine sahip olanlara göre daha sürdürülebilir ve çevre dostu olma eğiliminde.

Gıdaların hangilerinin en iyi ve en kötü çevresel etkilere sahip olduğunu ortaya koymayı hedefleyen büyü çaplı bu analiz, tek tek gıda maddelerinden ziyade birden fazla içerikten oluşan ürünlerin çevresel etkisini tahmin eden ilk araştırmalar arasında yer alıyor.

Araştırma ekibi, kuzu ve sığır eti içeren hazır ürünlerin, kümes hayvanları ile yapılan ürünlerden üç kat daha yüksek puan alarak en ciddi çevresel etkiye sahip olduğunu buldu.

En düşük etkili olma eğilimine sahip gıdalar ise ekmek ürünleri, meyveler, sebzeler, tahıllar ve şekerden zengin içecekler gibi bitkilerden yapılanlar oldu.

Çevresel etki puanını beslenme bilgileriyle karşılaştıran araştırmacılar, daha sağlıklı gıdaların daha düşük çevresel etkilere sahip olma eğiliminde olduğunu buldu. Burada bazı dikkate değer istisnalar da saptandı: Örneğin hem fındık hem de deniz ürünleri iyi bir beslenme puanına, ancak nispeten yüksek çevresel etki puanına sahipti.

Araştırmanın ortak yazarlarından Oxford Üniversitesi‘nden çevre bilimci Michael Clark, bu bilgilerin tüketicilerin ürünlerin hem beslenme hem de sürdürülebilirlik açısından nasıl karşılaştırılacağını anlamalarına yardımcı olabileceğini söylüyor:

Biri için iyi olan, genellikle diğeri için de iyidir. Yani çevre için iyi olan ancak sağlığınızı olumsuz yönde etkileyebilecek bir seçim yapmak zorunda değilsiniz.”

İnsanların kolayca anlayabileceği bir derecelendirme sistemi oluşturmak için Clark ve meslektaşları, İngiltere’deki büyük süpermarket zincirlerinde satılan binlerce üründe her bir bileşenin ne kadar olduğunu tahmin etmek için bir algoritma kullandı: Her bir ürünün 100 gramındaki bileşenlerin etkilerini birleştirerek gıda maddelerine 100 üzerinden bir çevresel etki puanı verildi. Burada sera gazı emisyonları ve arazi kullanımı dahil olmak üzere çeşitli faktörler dikkate alındı.

Gıda üretimi iklim değişikliğine önemli bir katkıda bulunuyor. Kırmızı et gibi bazı yiyecekler diğerlerinden çok daha fazla sera gazı üretiyor.

2020’de yapılan bir araştırma, fosil yakıtlardan kaynaklanan emisyonlar hemen sona erse bile, gıda sistemlerindeki mevcut eğilimlerin küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 2 derece üzerinde sınırlama çabalarını rayından çıkarabileceğini bulmuştu.

Geçen yıl Birleşik Krallık hükümetinin yaptığı bir anket, ülkenin yarısından fazlasının gıda konusunda daha sürdürülebilir seçimler yapmak istediğini ortaya koydu. Ancak Clark  birçok gıda maddesinin birden fazla bileşen içermesi sebebiyle, bir ürünün diğeri üzerindeki çevresel etkisini ortaya çıkarmanın zor olabileceğini söylüyor:

“Buğday ve soya fasulyesi gibi emtiaların çevresel etkileri hakkında bilgimiz var. Ancak bir markete gittiğinizde sadece buğday satın almıyorsunuz.”

Danimarka Teknik Üniversitesi‘nden çevre sağlığı uzmanı Olivier Jolliet, daha kullanıcı dostu ve geniş çapta erişilebilir hale getirilirse, bunun gibi gıda derecelendirme sistemlerinin insanların ne yedikleri konusunda bilinçli seçimler yapmalarına yardımcı olabileceğini belitiyor:

“Gıdalar arasında büyük farklılıklar var ve sağlığımızı ve çevremizi önemli ölçüde iyileştiren seçimler yapmaya başlayabiliriz. Bu tür bir çalışma da oraya giden yolu bulmamıza yardımcı olabilir.”

‘Bu ürünleri üreten kadın işçiler haklarını aradıkları için işten atıldı’

Acarsoy Tekstil’de Öz İplik-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan dört kadın işçinin direnişi, beşinci ayına girdi.

Bianet’ten Tuğçe Yılmaz’ın aktardığına göre; çalışanların çoğunluğunu kadınların oluşturduğu fabrikanın işvereni, 10 Mart’ta sendikal mücadele yürüten bir kadın işçiyi “performans düşüklüğü” gerekçesiyle işten attı.

İşten atıldığı gün, fabrika önünde direnişe başlayan Selinay Yılmaz ve Öz İplik-İş Sendikası‘na üye kadınlar, 26 Mart’ta fabrika önünde bir basın açıklaması yaptı. Açıklamaya destek veren üç kadın işçi de aynı gün işten atıldı.

Dilek Ümit Dündar, Öznur Mataracı, Selinay Yılmaz, Emel Didir 26 Mart’tan beri fabrika önündeki direnişlerini sürdürüyor.

Acarsoy Tekstil, Indıtex grubuna ait Zara, Pull & Bear, Bershka, Massimo Dutti, Stradivarius, Oysho ve bu markalara ek olarak H&M gibi kadın ve LGBTİ+ odaklı reklam çalışmalarıyla da gündeme gelen markaların ürünlerini üretiyor.

“Asgari ücretin bir tık üstüydü maaşlarımız, çok az bir fark vardı. Ocak 2022’de maaşıma zam yapıldı ve 5 bin 200 TL’ye yükseldi. Ama maaşımı alamadan işten atıldım zaten.”

Dilek Dündar

Kaynak: Twitter

Feministler, direnişlerinin başından itibaren işten atılan dört kadının yanında yer aldı.

8 Ağustos’ta ise ‘Bu ürünleri üreten kadın işçiler haklarını aradıkları için işten atıldı’ kampanyası başlatıldı.

Feministler hem söz konusu mağazaların dükkânlarındaki ürünlere bu etiketleri bıraktı hem de sosyal medyada işten atılan dört kadın işçinin seslerini duyurmaya çalıştı.

Kampanya ile ilgili işten atılan dört kadın işçiden biri olan ve iki yıldan fazla bir süredir Acarsoy Tekstil Fabrikası’nda çalışan Dilek Dündar şöyle diyor “Öyle büyük bir moral ve motivasyon oldu ki bizim için bu, anlatamam. Gerçekten bu kadarını beklemiyordum. Çok mutlu olduk görünce. Hatta ben gözyaşlarıma hakim olamadım” dedi.

Dündar’ın işten çıkış işlemleri, izin günündeyken düzenlendi.

Fabrikaya işbaşı için gittiğinde, insan kaynakları aracılığıyla işine son verildiğini öğrendi.

“İlk talebimiz elbette işe iade edilmemiz. Çünkü haksız yere işimizden edildik. Dördümüz de işini gayet düzgün yapan, iyi çalışan insanlardık. Kaldı ki biz yıllar boyunca düzgün çalışıyor olmasaydık, o firmada bizi barındırmazlardı. Her türlü kendimizden ödün verdik. Ailemizden, özel hayatımızdan, sosyal hayatımızdan ödün verdik. Biz işimizi asla ihmal etmedik. Hiçbir hata yapmadan, bir tutanak dahi yemeden bugüne kadar çalıştık. Diğer taleplerimiz ise sendikal haklara saygı duyulması, çalışma şartlarındaki iyileştirme, üzerimizdeki çalışma baskının azaltılması.”

Dilek Dündar

Zeytinli Rock Festivali de yasaklandı: ‘Bu yaz, yasakçılığın son yazıdır’

BALIKESİR-  2005 yılından beri her sene Balıkesir‘de gerçekleşen ve rock müziğin önemli festivallerinden biri haline gelerek gelenekselleşen Zeytinli Rock Festivali, bu yıl hedef gösterilmesinin ardından kaymakamlık tarafından yasaklandı.

Burhaniye Kaymakamlığı, 17-21 Ağustos’ta gerçekleşmesi yapılması planlanan ve biletleri günler öncesinden satışa çıkan Zeytinli Rock Festivali’ni yasaklama gerekçesi olarak şu ifadeleri kullandı:

“Vatandaşlarımız tarafından yapılan yoğun şikâyet ve yakınmalar göz önüne alınarak, kamu güvenliği ve sağlığı, toplumun huzuru, çevrenin korunması amacıyla uygun görülmemiştir.”

Yasak kararından birkaç gün önce İlim Yayma Cemiyeti, festivali hedef gösteren bir duyuru yapmış; ‘milli ve manevi değerlerimizi hiçe sayan tek gayesi gençlerimizi bataklığa sürüklemek olan bu festivalin yasaklanmasını’ alenen talep etmişti.

Aralarında Sertab Erener, Duman, Moğollar, Cem Adrian, Bulutsuzluk Ölemi, Mor ve Ötesi, Bülent Ortaçgil, Aylin Aslım, Melike Şahin, Athena gibi 70 sanatçı ve grubun yer alacağı büyük etkinliğin yasaklanmasına tepki yağdı.

Moğollar grubu, “Engellenmeye çalışılan bir festival değil, memleket gençliğinin özgürlüğü ve tercih hakkıdır” yorumunu yaparken, Athena grubunun solisti Gökhan Özoğuz, “Toplumun huzurunu kaçıran tüm unsurlara, düzenbazlıklara, haksızlıklara karşı birlik olan gençlerin festivalidir Zeytinli Rock festivali. Yasaklanma çabalarının sebebi bellidir” dedi.

 

Şarkılar söyleye söyleye bu deli gömleğini yırtıp atacağız

Mor ve Ötesi grubu da tepkisini şu sözlerle paylaştı:

“Bu ülkenin fikri hür vicdanı hür gençleri, dünyadaki bütün akranlarının sahip olduğu her şeye fazlasıyla layıktır. Bu yaz, yasakçılığın son yazıdır. Birlikte şarkılar söyleye söyleye bu deli gömleğini yırtıp atacağız. Müzik yasaklanamaz.”

Yaz aylarının başından beri Türkiye’de çok sayıa konser, festival ve etkinlik yasaklanıyor.

Sahnede giydiği kıyafetlerle bir süredir hedef gösterilen sanatçı Gülşen‘in 23 Temmuz’da Şile‘de vereceği konser de kaymakamlık tarafından iptal edilmişti.

Dersim‘de düzenlenecek olan Munzur Festivali ardından Zonguldak‘taki Kozlu Müzik Festivali Valilik tarafından yasaklanmıştı.

Daha önce Melek Mosso gibi kadın sanatçılar hedefe oturtularak konserlerine izin verilmemiş; Kürt müzisyenler Aynur Doğan ve Mem Ararat‘ın konserleri iptal olmuşNiyazi Koyuncu ve Apolas Lermi’ye de izin verilmemişti.

Eskişehir’de Anadolu Fest, Ankara’da ODTÜ, İstanbul’da Yıldız Teknik Üniversitesi festivali gibi pek çok etkinlik de art arda yasaklanmıştı.

[Madene karşı yollarda-1] Yurttaşlar Peri Vadisi için direniş yolculuğuna başladı

Haber: Fırat BULUT

*

BİNGÖL- Bingöl Metal Madencilik tarafından Bingöl’ün Kiğı ve Adaklı ilçelerine bağlı Eskikavak, İlbey, Cevizli, Aysaklı köyleri ve bu köylere bağlı mezraları kapsayan yaklaşık 500 hektarlık alanda yapılması planlanan kompleks cevher maden projesi bugün Kiğı’da protesto edilecek. Vatandaşlar İstanbul’dan araçlarla Peri Vadisi’ne mücadeleye gidiyorlar. Yeşil Gazete olarak yaklaşık 20 saat sürecek yolculuğa eşlik ederek yöre halkının maden projesine tepkisini dinledik.

Peri Vadisi Çevre Platformu‘nun çağrısı ve aralarında Bingöl Barosu, Çevre Mühendisleri Odası, Kaz Dağları İstanbul Dayanışması, Rize İkizdere Çevre Derneği’nin de olduğu 90 sivil toplum kuruluşunun imzası ile 11 Ağustos’ta Eskikavak Köyü’nde maden sahasında gerçekleştirilecek basın açıklaması için hazırlıklar tamamlandı.

 

Bakanlık ‘ÇED olumlu’ kararı vermişti

Peri Vadisi‘nde ekolojik yıkıma yol açacağı uyarıları yapılan maden projesi için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı 9 Haziran 2022 tarihinde ‘ÇED Olumlu’ kararını ilan etmişti.

Bakanlığın kararı sonrası yöre dernekleri ve köylüler Peri Vadisi Çevre Platformu çatısı altında bir araya gelerek maden projesine karşı mücadele kararı almıştı.

‣Peri Vadisi Çevre Platformu: Yıkılmak istenen bölgede hayallerimiz var, yıkamayacaksınız

İstanbul’dan Bingöl’e doğa için yolculuk

Bu kapsamda Platform tarafından önceki gün yapılan açıklama ile Kiğı Eskikavak Köyü’nde maden sahasında basın açıklaması yapılacağı duyurularak sivil toplum kuruluşlarına ve yöre halkına katılım çağrısı yapıldı.

Kiğı‘da basın açıklaması yapmak üzere İstanbul’dan da araç kaldırılacağı duyurulmuştu.

Platformun çağrısı sonrası İstanbul’da yaşayan Eskikavak, İlbey, Cevizli köylüleri ve yöre dernekleri temsilcileri basın açıklamasına katılmak için 20 saat sürecek otobüs yolculuğuna çıktı.

Yurttaşlarla yollara düşerek direnişleri üzerine konuştuk.

‘Proje gerçekleştirilirse çok büyük bir ekolojik kırıma sebebiyet verecek’

Peri Vadisi Çevre Platformu Yürütme Kurulu üyesi ve aynı zamanda KAYY-DER Eş Başkanlığını yürüten Ahmet Tüzün uzun süredir ekolojik kırıma karşı diğer yöre dernekleri ile birlikte çalışmalar yürüttüklerini belirterek şöyle konuştu:

“Yürüttüğümüz çalışmaların bazılarında sonuç aldık. Peri Vadisi’ni yok edecek bu maden projesinden de vazgeçileceğini umuyoruz. Bu projeye ilişkin daha önceki yıllarda başlattığımız hukuki mücadelede mahkeme ÇED raporu olmadığı için iptal kararı vermişti. Ancak şirket maden sahasını da büyüterek çalışmalarına devam etti ve ÇED raporu da almış durumda.”

Ahmet Tüzün

Maden projesini planlayan firmanın şu an sahada olduğunu hatırlatan Tüzün, “Firma makinalarıyla birlikte çalışmalara başlamış. Eğer bu proje gerçekleştirilirse gerçekten Peri Vadisi ve Bingöl civarında çok büyük bir ekolojik kırıma sebebiyet verecek. Bingöl balı daha dün dünya birincisi seçildi ama devlet bu güzelim arıcılığın kaybolması için elinden geleni yapıyor. Maalesef bölgenin çölleşmesi için bu tür ihaleler yapılarak zarar veriliyor. Umarım bu yanlıştan dönülür” diyerek maden projesinin iptal edilmesini istedi.

Tüzün bölgede yaşayanlara da şöyle çağrı yaptı:

“Basın açıklamasına destek vermek için yola çıktık. Ancak taşıma suyla değirmen dönmüyor. Yani İstanbul’dan gelen insanlarla değil, yöredeki insanların daha çok sahip çıkması gerekiyor.”

‘Maden şirketi girerse 30-40 yıl çıkmayacak’

İlbey Köyü‘nden olan Mesut Adar ise bölgede mezarlarının bulunduğunu ve geçim kaynakları buradan sağladıklarını belirterek maden şirketinin bölgeye girmesi durumunda 30 – 40 yıl bölgeden çıkmayacağını söyledi.

‘Hızır’ın hayvanlarına dokunmasınlar’

Adar şirketi engellemenin önemli olduğunu ifade ederek şunları anlattı:

“Bizim orda tarihi eserlerimiz var. Kiğı Kalesi, doğal bir yaşam ve yaban hayvanlarımız var…Yani Hızır’ın hayvanları diyoruz biz. Bunlara dokunmasınlar. Orada dinamit patlattığında bütün hayvanlar yok olacak, doğa boş kalacak. Orada yaşam alanı kalmayacak her taraf tahrip olacak”

Maden projesinden etkileneceği öngörülen Arex mezrasından Selvi Varol ise şunları söyledi:

“Köyümüz, bağımız, bahçemiz var. Hepsi mahvolur; maden şirketinin oraya girmesini istemiyoruz. İstanbul’dan uzun bir yoldan maden şirketine karşı bölgeye gidiyoruz. Onları oraya sokmayacağız.”.

Kiğı ilçesi Eskikavak Köyü’nde maden sahasında bugün saat 16.00’da gerçekleştirilecek basın açıklamasına çevre illerden de yurttaşların katılması planlanıyor.

Peri Vadisi Çevre Platformu bünyesinde oluşturulan komisyon Dersim ve Elazığ gibi çevre illerde de sivil toplum kuruluşlarını ziyaret ederek destek çağrısında bulundu.

Firma 11 yıldır maden için ısrar ediyor

Bingöl Metal Madencilik San. Tic. A.Ş tarafından 2011’de aynı bölgede 21.9 hektarlık alanda Kurşun-Gümüş-Çinko Kompleks Cevher Ocağı için ‘ÇED Gerekli Değildir’ belgesi alınmıştı. ÇED için 25 hektarlık bir sınır talep ediliyor ve şirket bu sınırın altında kalan arazi başvuruyor.

2014’te firma kapasite arttırımına giderek toplam ÇED alanının 24.75 hektara çıkartılması için Bingöl Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne başvuruda bulunulmuş, yine ‘ÇED Gerekli Değildir‘ belgesi alınmıştı.

Köylülerin projenin iptali için Erzurum 1. İdare Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda mahkeme 17 Ocak 2019 tarihli kararı ile ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararını iptal ederek projeyi durdurmuştu.

Mahkeme “işletilecek ocağın jeoteknik, hidrojeolojik ve hidrolik yönlerden bilimsel açıdan yeterince değerlendirilmediği” , ayrıca “tespit edilen olumsuz etkilerin minimize edilmesi ya da giderilmesi için sunulan taahhütlerin gerçekçi ve yeterli özellikler taşımadığı” gerekçesi ile kararı iptal etmişti.

Ancak Bingöl Metal Madencilik mahkemenin iptal kararına rağmen maden ısrarından vazgeçmemiş ve ÇED dosyası hazırlayarak tekrar başvuruda bulundu.

ÇED dosyası: 37 bin ton pasa çıkacak…

Bingöl Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sitesinde 9 Haziran 2022 tarihinde ilan edilen ÇED duyurusunda yer alan bilgilere göre; yeraltı üretim yöntemiyle yılda 25 bin ton ( kurşun , gümüş, çinko ) cevher ve 37 bin ton pasa üretilmesi planlanıyor.

Arel Müşavirlik Madencilik Mühendislik Medikal Tic. Ltd. şirketi tarafından hazırlanan raporda projeye ilişkin şu bilgilere yer veriliyor:

“Ruhsat alanı 1.943,5 hektarlık alanı kapsamaktadır. Proje konusu ÇED alanı; ruhsat alanı içerisinde toplam 464,149 hektarlık (4.641.488,48 m2) iki poligondan oluşmaktadır.

Yeraltı ocak alanları belirlenirken, galeri girişleri baz alınarak ocak alanı belirlenmiştir. Cevher, yeraltında damar tipi cevherleşme olarak ilerlemekte olup damar takip edilerek üretim yapılacaktır. Damar tipi cevherleşmenin doğrultusu, ÇED Alanlarının sınırlarına kadar ilerlemektedir. Bu nedenle damar tipi cevherleşmenin doğrultusu dikkate alınarak ÇED alanları belirlenmiştir.

Proje kapsamında yeraltı işletme yöntemi ile üretim yapılacaktır. Yeraltı işletme yöntemi ile üretim yapılırken gevşetme patlatması yapılacak, gevşeyen malzeme, martopikör yardımıyla alınacaktır. Kapalı üretim yöntemi ile galerilerden alınacak olan cevher, doğrudan kamyonlara yüklenerek gerekmesi durumunda öncelikle triyaj alanına sevk edilecektir. Triyaj işleminde, cevher elle seçilerek alınacaktır. Ayıklanan malzeme satış işlemi için stok alanında depolanacaktır. Triyaj işlemi sırasında su, kimyasal madde vb. herhangi bir yardımcı malzeme kullanılmayacaktır.”

Kanserojen gaz ve karbondioksit salımı…

Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Eşref Atabey, Bingöl Metal Madencilik tarafından planlanan maden projesine ilişkin 11 sayfalık tespit ve değerlendirme raporu hazırlayarak kamuoyu ile paylaştı.

ÇED dosyasında yer verilen tespit ve analizleri değerlendiren Atabey , firmanın önceki yıllarda ‘açık ocak işletmeciliği’ yöntemiyle maden çıkarmayı planladığını, bu sefer ‘kapalı ocak işletmeciliği yöntemiyle’ maden çıkarmayı planladığını ancak her iki yöntemde de benzer çevresel zararların oluşabileceğine dikkat çekti.

Atabey, 31 Temmuz 2021 tarihli 11 sayfadan oluşan raporunda , “kapalı ocak işletmeciliğinde farklı olarak kanserojen radon gazı, karbondioksit v.d. gazların da etkisi olacaktır” dedi. Atabey şu tespitlerde bulundu :

  • ÇED raporunda belirtilen ve eklerde yer alan 2014’teki ÇED iptal gerekçelerinden bir kısmı yer altı madenciliği için de geçerlidir. Yer altı su kaynaklarının galerilerle kesilmesi, patlatmalarla su yollarının değişmesi, azalması ya da yok olması, yer sarsıntısı ve depremsellik etkisi, metan gazı ve radon gazı gibi bazı yer altı gazları etkisi, yağmur sularının sızmasıyla oluşacak ağır metalce zengin asidik suların etkisi, göçmeler, toz gibi etkiler olabilecektir.
  • – Bitkisel toprak: 15 cm kalınlığındaki toplam 131.252,340 ton (19.734,351 m3) bitkisel toprak sıyırılacak olup, bitkisel toprağın maden işletmesi sona erdiğinde tekrar eski yerine serilerek verimli toprak haline gelmesi mümkün değildir. Çünkü toprak özelliğini yitirecektir.
  • Her tür maden atığı nem, ısı, yağış, mikroorganizma faaliyeti olan doğal ortamda bozunur ve çözünür. Atığın bileşimindeki sülfür miktarının en fazla yüzde 0,1 oranında kalmasının mümkün olamayacağı ortadadır.
    Dolayısıyla kurşun-çinko-gümüş cevheri atığı içerisindeki miktarı risk oluşturacak, kısa ve uzun vadede çevre ve insan sağlığına zararlı olma potansiyeli olabilecektir.
  • Sızıntı suları toplama havuzlarında toplanarak belirli periyotlarda analizleri yapılacaktır; denilmektedir. Yağış ve sellenmelerde kuşaklama kanalları ile sızıntı suları toplama havuzları yetersiz kalacaktır, ayrıca maden pasalarından süzülen suyu ve sedimanları tutacak sistem olmalıdır.
  • Maden galerilerinde kurşun, çinko tozunun etkisi, radon gazı, karbon dioksit, sülfür dioksit, metan gazı gibi bazı toprak gazların etkileri olabilecektir. Bu gazların etkileri için tıbbi jeolojik rapor gereklidir. Maden galerilerinde risk taşıyan toprak gazları en önemlileri radon gazı, metan gazı, karbon dioksit, hidrojen sülfür, kükürt dioksittir.
  • Patlatma esnasında taş savrulması, hava şoku ve gürültü, yer sarsıntısı (vibrasyon), toz emisyonu olur. Kurşun ocağında kullanılacak dinamit patlatmaları mevcut su kaynaklarının yolu değişecek, su kaynakları azalacak ya da kuruyacaktır.
    Hazırlanan rapora göre patlatmanın tüm etkileri 45,6 m mesafede son bulacağı belirtilmektedir. Yer altındaki kaya türü ve iletkenlik özelliğine göre, bu hesaplama doğru olmayacaktır.
  • Kurşun madeninden kaynaklı havaya yayılan gazlardan ve sülfürlü tozlardan oluşabilecek asit yağmurlarından en çok tarım alanları ile bitkiler zarar görür. Asit yağmurları, toprağın bileşiminde bulunan kalsiyum ve magnezyum elementlerinin yıkanmasına ve toprağın derinlerine inmesine neden olmaktadır.

‘Su kaynakları zarar görecek’

Bölgedeki en önemli yerüstü su kaynağı sürekli akış gösteren Peri Çayı.

Ayrıca, Elbeyi Deresi, Süzmut Deresi, Yılan Deresi, Şeytan Deresi bölgede akış gösteren derelerden. Ruhsat sahasının içerisinden ise güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda akış gösteren Süzmut Deresi geçiyor.

Dr. Eşref Atabey’in hazırladığı raporda bölgedeki yerüstü su kaynakları sıralanarak şunlar söyleniyor;

  • Asit maden drenajıyla su kaynakları kirliliği olacaktır. Kaya birimlerinde bir takım sondajlarla su kaçakları test edilmediğinden kaya birimlerinin su geçirimsizliği tezi geçerli değildir.
  • Kurşun ocağı faaliyetleriyle yer altından aşırı su çekimi olmaktadır. Özellikle orman/bitki örtüsü yok edilmekte ve ekolojik denge tamamen bozulmaktadır.
  • Yere düşen yağış, gözenekli orman toprağından sızarak ana kaya çatlak sistemine, oradan da kaynaklara, derelere ve yer altı suyuna ulaşır. Maden ocağıyla bu sistem zarar görür.
  • Kurşun ocağı galerileri kaya çatlak sistemlerini kestiklerinden, yer altı suyuna sızan suyun açığa çıkmasına, akış yönünün değişmesine, buharlaşmasına ve kaybına neden olur. Ayrıca su derine kaçtığından yer çökmelerine neden olabilir.

Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Eşref Atabey son olarak 25 Haziran 2021’de Kiğı’da gerçekleşen ‘Halkın Katılımı Toplantısı’nda dile getirilen kaygılara yer verdi. Buna göre ;

Halkın görüşlerinin;

  • Tozumanın olacağı,
  • Hayvancılık, tarım ve arıcılık faaliyetlerine etkileri olacağı,
  • Yapılan hesaplamaların yaşam alanlarına göre değerlendirildiği, tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin etkileneceği,
  • Su kaynaklarının zarar göreceği,
  • Patlatma kaynaklı etkiler olacağı,
  • Flora Fauna, yaban hayatı olumuz yönde etkileneceği, endemik türler zarar göreceği,
  • Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu kapsamında Eskikavak Köyü’nde kültür varlıkları, tarihi yapılar bulunmakta olup, bu yapılar zarar göreceği,
  • Sağlık koruma bandı mevzuatı dikkate alınmadığı,
  • Çevre Düzeni Planı’na göre orman ve mera bölgesi olduğu ve bu husus dikkate alınmadığı,
  • Proje deprem bölgesinde yer aldığı,
  • Yakın çevre dahil edildiği, ancak uzaktaki yerleşimlerin bilgilerinin olmadığı belirtildi.

Halkın bu görüşlerinin yerine getirilmesine, çevreyi, doğayı, su kaynaklarını kirletmemesi için gerekli önlemlerin sağlıklı alınacağına kuşkuyla bakılmaktadır.”

Nesin Matematik Köyü’nün zeytinliği kundaklandı: Bu toplum nasıl böyle olabildi?

İZMİR- İzmir’in Selçuk ilçesi Şirince köyü yakınlarda bulunan ve her yıl yüzlerce öğrenciyi ağırlayan Nesin Vakfı’nın Matematik Köyü‘nde zeytin fidanlarıyla dolu 40 dönümlük arazide dün öğlen saatlerinde yangın başladı.

Ortaya çıkan görüntülerde ise bir motorsikletteki iki kişinin yangını, araziye patlayıcı torpil atarak başlattığı görüldü.

60 dönümlük arazinin yaklaşık 40 dönümünün küle döndüğünü söyleyen Nesin Vakfı, görüntüleri sosyal medya hesabından paylaşarak bu fidanları tohumdan yetiştirip taşıma suyla suladıklarını aktardı:

https://twitter.com/Nesin_Vakfi/status/1557341498475257857?s=20&t=PYDugCb4RZ1drjB1C8rSxg

Nesin Matematik Köyü’nün kurucusu Ali Nesin, “Bizde yılmak yok! Yola devam. Paramızı bloke eden valilik de bunu böyle bilsin: Biz her koşulda kazanırız!” dedi.

Nesin Vakfı’nın, uzunca süredir dinci bazı gruplar tarafından hedef gösterildiği biliniyordu.

Nesin, bu nefrete ilişkin duygularını şu sözlerle anlattı:

“Fidanlarımızı çok büyük emeklerle çekirdekten yetiştirip dikmiştik. Tepe gibi bir yere ektik fidanları. Kuyu da açtık. Damlama sistemi yapamadık, paramız yetmedi. 50-100 öğrenciyle günler boyunca gittik, suladık. Emek verdik.

İki tane zıpır, hangi sebeple olduğunu bilmiyorum, ne kötülük yapmışız da emek emek diktiğimiz fidanları kundaklamışlar. Nasıl böyle olabildi bu toplum? Akıldan, mantıktan, iyilikten, güzellikten, doğrudan nasıl şaştılar? 18-20 yaşlarında çocuklar. Hangi inançtan olursa olsun o yaşta bunun kötü bir şey olduğunu anlamaları lazım.

Biz, sadece iyilik yapıyoruz. Kimseye kötülük yapmıyoruz. Bu ülkenin insanlarıyız. Bu toprakların üstünde yaşıyoruz. Yapmamalılar. Benden nefret etmeleri için hiçbir neden yok. Farklı düşüncelerde olmak nefret sebebi olmamalı.”

AFAD’dan İstanbul uyarısı: Sel, fırtına, hortum bekleniyor

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), yarın Zonguldak Düzce, Sakarya, İstanbul ve Kocaeli illerinde etkili olması beklenen sağanak yağışlara karşı vatandaşların cep telefonlarına acil durum bilgilendirmesi gönderdi.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne göre yarın sabahın ilk saatlerinden itibaren Marmara’nın doğusunda görülecek gök gürültülü sağanak yağışların, İstanbul ve Yalova çevrelerinde kuvvetli olacak: Ani sel, su baskını, yıldırım, yerel dolu yağışı, kıyılarda hortum oluşma riski ve yağış anında kuvvetli rüzgar görülebilecek.

İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, yağışın İstanbul’da özellikle Anadolu Yakası‘nda kuvvetli olacağı konusunda uyardı.

AFAD’ın vatandaşların telefonlarıa gönderdiği acil durum bildirisinde de ‘İstanbul’da Perşembe ilk saatlerden itibaren çok kuvvetli yağış bekleniyor. Sel, yıldırım, dolu, hortum gibi olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olun’ ifadeleri yer aldı

Yağışın ülke genelinde de etkili olması bekleniyor:

Kuzey, iç ve batı kesimlerinin parçalı ve yer yer çok bulutlu, Marmara (Edirne hariç), İç Ege, Batı Akdeniz‘in iç kesimleri, İç Anadolu’nun kuzeybatısı, Doğu Karadeniz kıyıları, Bolu, Düzce, Karabük ve Ardahan çevreleri, Hatay‘ın kıyı kesimleri ile Doğu Akdeniz’in Toroslar kesiminin yerel olmak üzere sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı olacağı tahmin ediliyor.

Diğer yerlerin az bulutlu ve açık geçeceği ve yağışların, sabah saatlerinde Tekirdağ çevreleri ve İstanbul’un batı kesimlerinde (Çatalca ve Silivri çevreleri), öğleden sonra Isparta, Burdur, Denizli, Uşak, Afyonkarahisar, Eskişehir ve Ankara çevreleri ile Kütahya’nın güney kesimlerinde yer yer kuvvetli olması bekleniyor.

GES kararı küçük işletmecilere kırbaç gösteriyor: İflası getirecek

Yeni bir yönetmelik taslağı, güneş enerjisi santralleri (GES) kurma, dağıtım ve bedeline ilişkin birtakım tartışmaların ortaya çıkmasına sebep oldu. Yenilenebilir enerji alanındaki yatırımcılar ise oldukça endişeli.  

Yönetmelik taslağıyla GES’lerden üretilen ve ihtiyaç fazlası enerjinin sisteme satılmasının önüne engel getirilirken Mehmet Kaya‘nın haberine göre; Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan (EPDK) bazı yetkililer elektrik fazlasının abonelere ücretsiz dağıtılmasının düzenlemenin ana amacı olduğunu vurguladı. 

Düzenlemenin TBMM’den geçmesi durumunda yenilenebilir enerjinin desteklenmesinin aksine fosil yakıt lobilerinin önünün açılacağı şeklinde eleştiri ise taslağa gelen yorumlardan yalnızca biri. Peki bu yönetmelik taslağı ne anlama geliyor?

‘Küçük işletmecilere kırbaç gösteriyor’

Soruyu TROYA Çevre Derneği’den Oral Kaya’ya yönelttik:

“Burada temel sebep devletin sadece büyük yatırımcıları desteklemeye çalışması… Büyük yatırımcılarla da özellikle kömür ve doğal gaz lobisini. Devletin temel programı bu. Bu esnada özellikle de lisanslı yenilenebilir enerji üreticilerine, büyük rüzgar enerji santralleri, güneş enerji santralleri sahiplerine bu konuda herhangi bir şey yapılmıyor. Ama küçük işletmecilere veya küçük yatırımcılara bir kırbaç gösteriliyor.”

‘Ciddi endişe yarattı’

Lisanssız Elektrik Üretimi piyasasının genişlemesine yönelik Mayıs 2019’da yürürlüğe giren Cumhurbaşkanı kararında ise şu ifadelere yer veriliyor:

“Güneş enerjisinden üretilen üretim fazlası elektriğin EPDK tarafından yayınlanan abone grubuna ait perakende tek zamanlı aktif enerji bedeli uygulanır ve YEKDEM kapsamında değerlendirilmek üzere on yıl süreyle satın alınır.”

Güneş Enerjisi Yatırımcıları Derneği (GÜNEŞDER ) Yönetim Kurulunca da konuya ilişkin açıklama yapıldı ve “Ciddi endişe yarattı” denildi.

‘Binlerce yatırımcı mağdur olmak üzere’

Bu kararla birçok yatırımcı da çatılarına enerji yatırımı yapmıştı.

GÜNEŞDER yönetim kurulunca yapılan açıklamada da “2019 yılında yapılan bu düzenlemeye güvenerek yatırım yapan binlerce yatırımcı; geriye yönelik bu düzenleme ile mağdur olmak üzere” denildi.

Hukuk devletinde en temel ilkenin idari kararların geriye yürümezliği ilkesi olduğunun hatırlatıldığı açıklamada “Yatırımcıya 2019’da; ihtiyaç fazlası elektriğin satın alınacağı yönündeki hukuki düzenlemeden yararlanma imkanı verilerek daha sonra bu hakkın ellerinden alınması, buna güvenerek yapılan yatırımların zayi olmasına ve yatırımı yapan firmaların iflasına neden olacaktır” ifadelerine yer verildi.

Komşuyu fosil yakıtlardan kurtarmak

Oral Kaya da üreticilerin mağduriyetine işaret ederek aslında iklim krizi içindeyken bu üreticilerin fosil yakıt lobilerine karşı yatırım yaptıklarını aktarıyor.

Asıl üreticilerin yerelde üreten ve çalışan, gerçekten kendi ihtiyacı olan elektriği tüketmek üzere yatırım yapan tüketiciler olduğunun altını çizen Kaya şunları söylüyor:

“Çünkü onlar hiçbir şekilde şebekeye fazladan yük olmayan insanlar. Onlar bizim fosil yakıttan kopmamızı sağlayacak yatırımcılarımız. Çünkü zaten küçük yatırımlarla bu işi sürdürmeye çalışıyorlar. Yatırımların üzerine biraz daha kredi bularak yatırımlarını biraz daha geliştirerek kendi tüketim ihtiyaçlarından fazlasını üretmeye çalışıyorlar ki; geri kalanını da şebekeye veriyorlar. Bu küçük üreticiler için geçerli olan bir iş. Ama devletin böyle bir politikası yok.”

İhtiyaç fazlası enerjinin ücretsiz hanelere dağıtılacağı iddiasının ise çok spekülatif olduğunu belirten Oral Kaya, enerji piyasası düzenleyicilerin bu konudaki kararı tekrar bir gözden geçirmesi gerektiğini söylüyor ve ekliyor:

“Bizim temel sorunumuzu çözecek olan yerelde üretip yerelde tüketmektir, şebekeye daha fazla yük olmamaktır, mümkün olduğu kadar en kısa mevzide elektriği üretip tükettirmektir. Eğer küçük üreticilere ‘Yan komşulara da elektrik satabilirsiniz’ deme hakkınız olursa şebekeye hiçbir şekilde yük de bindirmemiş olursunuz. Komşunuzu da fosil yakıtlardan kurtarmış olursunuz.

‘Firmaların iflasına sebep olacak’

Hukuk devletinde en temel ilkenin idari kararların geriye yürümezliği ilkesi olduğunun hatırlatıldığı açıklamada “Yatırımcıya 2019’da; ihtiyaç fazlası elektriğin satın alınacağı yönündeki hukuki düzenlemeden yararlanma imkanı verilerek daha sonra bu hakkın ellerinden alınması, buna güvenerek yapılan yatırımların zayi olmasına ve yatırımı yapan firmaların iflasına neden olacaktır” denildi.

GÜNEŞDER enerji piyasası düzenleyici kurumlara şöyle bir çözüm önerisi sundu:

“Yatırımcının haklarını korumak ve güneş enerjisinden azami ölçüde yararlanmasını sağlamak amacıyla; tercihe göre yıllık mahsuplaşma, PPA adıyla dünyanın birçok ülkesinde uygulanan ikili anlaşma yoluyla enerji satışı veya tüketim birleştirme metodlarının uygulanmasını öneriyoruz.

Küçük yatırımcı iflas aşamasına gelecektir.

Lisanssız üretimde Kamu tarafında bir düzenleme ihtiyacı olması halinde bunun –geçiş dönemi tanınması şartıyla- ileriye yönelik yapılması en kritik noktadır.”

Enerji bağımlılığı: Önümüz kış, ne olacağımız belli değil

Enerji bağımsızlığı konusunun Rusya-Ukrayna savaşından sonra tamamen kendini gösterdiğine de işaret eden Kaya, son olarak şunları söylüyor:

“Enerjiden bağımsız olmamız gerekiyordu. Kendi enerjimizi kendimiz tüketmemiz gerekiyordu. Önümüz kış, ne olacağımız belli değil. Doğal gaz sıkıntısının hat safhada olduğunu biliyoruz. Bir an önce yenilenebilir enerji sistemlerine ve yenilenebilir enerjinin yerelde üretilmesine geçmek zorundayız. Yasa düzenleyicileri bunu göz önüne alıp bunu tamamıyla hayata geçirecek bir mekanizma kurmalı.”

Yılda bir kez gerçekleşen perseid meteor yağmurunun vakti geldi: Zirve 11-13 Ağustos’ta

Her yıl temmuz ortasından ağustos sonuna kadar devam eden Perseid meteor yağmuru, yıldız gözlemcilerini bir araya getiriyor.

En son 1992 yılında Dünya yakınlarından geçen Swift-Tuttle kuyruklu yıldızından arda kalan buz ve kaya parçalarından oluşan perseidler, göktaşı yağmurlarının en çok ilgi görenlerinden biri.

NASA‘ya göre normal bir yılda saatte 100’e kadar kayan yıldızın görüldüğü bu olay, ayışığının az olduğu bazı yıllarda (2016’da olduğu gibi) saatte yaklaşık 150-200’e kadar çıkabiliyor. Ancak 2022’deki Perseid meteor yağmurunun öngörülen zirvesi sırasında ay bütün gece yukarıda olacak.

Yaklaşık bir ay boyunca izlenebilen meteor yağmurları, Amerikan Meteor Topluluğu’na (AMS) göre bu yıl 11-12-13 Ağustos tarihlerinde zirve yapacak.

Fotoğraf: Alper Tüydeş

Türkiye’den de izlenebilen meteor yağmurunu gözlemlemek isteyen binlerce kişi Bursa‘nın Karacabey ilçesindeki bu yıl 3’üncüsü gerçekleşen Perseid Meteor Yağmuru Gözlem Şenliği’nde meteor yağmurlarını Marmara Denizi’nin kıyısında buluştu.

Etkinlik, meteorların zirve yapacağı tarihlerde ayın yükselecek olmasından dolayı bir hafta önce yapılıyor.

Karacabey Belediyesi‘nin oluşturduğu Longoz ormanları kenarındaki karanlık noktada yurtiçi ve yurtdışından pek çok katılımcı, meteorların en iyi görüldüğü gece yarısından sonra şafak saatlerine kadar gökyüzünü hep beraber izliyor.

Gelenekselleşen etkinlikte Türkiye’nin dört bir yanından fotoğrafçılar, bilim insanları ve kuş gözlemcileri buluşuyor.

Bu yıl yaban hayatı fotoğrafçısı Alper Tüydeş‘in sunduğu programda, NASA tarafından da fotoğrafı paylaşılan derin uzay fotoğrafçısı Uygar Mitat, çektiği astrofotoğrafları katılımcılarla paylaştı. Geniş açı astrofotoğraflar çeken Süleyman Akgüneş, Aslı Aydın ve Rizvan Talha Kaynak da Türkiye’nin karanlık bölgelerinde çektikleri gökyüzü fotoğraflarını, hikayeleriyle anlattı.

Fotoğrafçı Melih Özbek de her yıl çektiği Tuz Gölü’nün flamingolarının görüntülerini paylaştı.

 

Kayseri Erciyes Dağı’nda da düzenlenen Perseid meteor gözlem şöleni de bu yıl  12 Ağustos Cuma gecesi, Kayseri’nin en yüksek noktası olan Erciyes Kayak Merkezi Hacılar Kapı‘da 2 bin 650 metre irtifada ışık kirliliğinden uzakta gerçekleşecek.

13 Ağustos gecesi Adıyaman‘ın Nemrut Dağı‘nda da gökyüzü gözlemi için toplanılacak.

Aynı gece Antalya‘da da 2 bin 400 rakımdaki Saklıkent Perge Antik Kenti‘nde de tarihi eserlerle birlikte meteorların görüntülenebileceği özel bir gözlem etkinliği olacak.

Gök taşlarının son derece yüksek hızlarla dünya atmosferine girerek sürtünme sonucu yanmasıyla oluşan yağmurların en dikkat çekicisi ise olan ve 14 Temmuz’da başlayıp 1 Eylül’e kadar sürecek Perseid gök taşı yağmuru, yaz  ışık kirliliğinin az olduğu yüksek rakımlı alanlardan daha kolay izleniyor.

TÜİK’e göre işsizlik oranı Haziran’da azaldı: DİSK-AR ise İŞKUR verilerine dikkat çekti

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bugün açıkladığı Haziran ayı işsizlik verilerine göre Türkiye’de işsizlik oranı, bir önceki aya göre 0,3 puan azalarak azalışla yüzde 10,3 oldu.

Buna göre Türkiye genelinde 15 ve üzeri yaştaki kişilerde işsiz sayısı Haziran ayında bir önceki aya göre 136 bin kişi azalarak 3 milyon 541 bin kişi oldu.

Mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranı yani âtıl işgücü 1,7 puan düşüşle yüzde 20,4 olarak kaydedildi.

İstihdam edilenlerin sayısı ise Haziran ayında bir önceki aya göre 46 bin kişi azalarak 30 milyon 866 bin kişi oldu.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı ise Haziran 2022’de 7 milyon 607 bin kişi olarak gerçekleşti.

TÜİK’e göre Haziran 2019’da yüzde 13,7 olan işsizlik Haziran 2022’de yüzde 13,5 olarak gerçekleşti. Ancak aynı yıllarda geniş tanımlı işsizlik yüzde 19,1’den yüzde 20,4’e yükseldi.

DİSK-AR’ın bugün açıklanan işsizlik verilerine ilişkin İşsizlik ve İstihdamın Görünümü raporuna göre ayrıca;

  • Geniş tanımlı işsiz sayısı 7 milyon 607 bin,
  • Geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 20,4 oldu.
  • Geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 28,3 olurken,
  • Geniş tanımlı işsiz sayıı pandemi öncesine göre 1 milyon 35 bin arttı.

Raporda Türkiye İş Kurumu’nun (İŞKUR) ve TÜİK’in açıkladığı rakamlar arasındaki farka da şu ifadelerle dikkat çekildi:

“İŞKUR’un kayıtlı işsiz sayıları kayıtlara, TÜİK’in işsizlik verileri ise ankete dayalı olarak hesaplanıyor.

Olağan seyirde İŞKUR’un kayıtlı işsiz sayılarının TÜİK’in işsiz sayılarına yansıması beklenir. Ancak uzun bir süredir iki kurumun işsiz sayıları arasındaki farklar birbirinden zıt bir eğilim izlemektedir.

  • İŞKUR‘un Haziran 2021 ile Haziran 2022 arasında son bir yıllık dönemde kayıtlı işsiz sayısı 2 milyon 950 binden 3 milyon 568 bine yükseldi, kayıtlı işsiz sayısında yaklaşık yüzde 21’lik bir artış gerçekleşti.
  • TÜİK‘e göre ise son 1 yılda dar tanımlı işsiz sayısı 136 bin kişi azaldı.

  • İŞKUR’a göre son bir  yılda toplamda 617 bin kişi işsiz olduğu için İŞKUR’a başvurdu. Bu başvuruların 329 bini kadın, 288 bini ise erkek işsizlerden oluştu.
  • Son bir  yılda İŞKUR’a kayıtlı kadın işsizlerin sayısı 329 bin iken TÜİK’e göre ise son bir yılda kadın işsizliği 129 bin arttı. Erkek işsizliği ise 99 bin azaldı.
  • Cinsiyete göre TÜİK ile İŞKUR arasındaki uçurumun artmaya devam ettiği görülmektedir. Bu sebeple İŞKUR ile TÜİK arasındaki sayılardaki bu uyumsuzluğun sorunlu olduğunu düşünüyoruz.”

 

Gökçeada Lagünü taş ocakları ve inşaatlarla istila altında

Haber: Serap CÖMERTOĞLU İŞCAN

*

ÇANAKKALE- Cittaslow (sakin şehir) ünvanı ile dünyanın ilk ve tek sakin adası olan, doğal ve kültürel sit alanlarıyla çevrili Gökçeada, mutlak
korunması gereken alanlara yapılan inşaatlar, açılması planlanan taş
ocağı ve bakir koyların ihaleye açılarak özelleştirilmesi çalışmalarıyla risk altında.

Gökçeada ile ilgili korunması gereken mutlak alanlar, kontrolsüz yapılaşma ve adanın potansiyeline ilişkin Yeşil Gazete’ye değerlendirmede bulunan uzmanlar ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri, kurumlar arasında iletişimsizliğin ve planların revize edilmeyişinin büyük bir felakete yol açacağını belirterek acil master planı yapılması gerektiği çağrısında bulundu.

Aydıncık Koyu – Fotoğraf: Eylem Aktepe

Gökçeada’da, plansız ve düzensiz yapılaşma tehlike oluşturuyor

Stratejik önemine istinaden askeri açıdan yasak bir ada olması nedeniyle uzun yıllar yatırım almayan ve 1990’lardan sonra ekonominin güçlendirilmesine ilişkin turizm faaliyetlerine teşvik edilen Gökçeada’da, plansız ve düzensiz yapılaşma tehlike oluşturuyor.

Turizm potansiyeli ve nüfus yoğunluğu ile birlikte kontrolsüz, plansız yapılaşma artış gösteriyor.

Sit alanlarına inşa edilen ve yüzlerce olduğu ileri sürülen ruhsatsız yapıların, nasıl düzenleneceği tartışılırken, diğer yandan Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan olarak tescillenen ve sınırlarına inşaat yapılması yasak olan Gökçeada Lagünü’nde otel inşaatının çalışmaları devam ediyor.

Otel inşaat alanı

Gizli Liman’ın ihaleye açılarak işletmelere verilmesi de ada halkını endişelendiriyor.

1990 ve 2000’li yılların başlarında oluşturulan 1/ 5000 ölçekli ve 1/10.000 ölçekli imar planları kapsamında Gökçeada Belediyesi tarafından ruhsat izni verilen, Mavisu Resort otel inşaatı, 2018’de Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından “Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan” ilan edilen Gökçeada Lagünü (Tuz Gölü) üzerinde yükseliyor.

Gizli liman – Fotoğraf: Eylem Aktepe

Çevre Kanunu ve Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin yanı sıra, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan Gökçeada Lagünü Sulak Alan Yönetim Planı’na da aykırı olarak bölgede gerçekleşen yapılaşmanın, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 20 Temmuz 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan, doğal sit alanlarını koruma ve kullanma koşullarına ilişkin karara da aykırı olduğu görülüyor.

Kararda “Dalyan ve lagünlerde doğal dengenin devamlılığının sağlanması için; ilgili kamu kurumu görüşleri doğrultusunda ve herhangi bir yapı yapılmamak şartıyla alanın özelliğinden kaynaklanan geleneksel avcılık yöntemleriyle yapılan balıkçılık faaliyetlerine ve mevcutların rehabilitasyonuna, bakımına ve onarımına izin verilebilir” ifadeleri yer almasına rağmen otel inşaatı, yapılmaya devam ediyor.

‣Kesin korunacak hassas alanlara’ atık su, içme suyu, doğal gaz, iletim hattı yapılabilecek

Aydıncık koyundaki yapılaşmaların yanı sıra taş ocağı da bölgede tehlike oluşturuyor.

Gökçeada Belediyesi CHP Meclis Üyesi Şebnem Avcı’nın kayınpederi Nusret Avcı tarafından açılması planlanan taş ocağı, Gökçeada Lagünü’ne ortalama 2,5 km yakınlığında ve lagünün ekolojik etkilenme alanı içerisinde bulunuyor.

Söz konusu lagünün bulunduğu alanda araştırma yürüten ve çalışma sonucunda ilgili resmi makamlara alanın koruma altına alınması yönünde başvurularda bulunan Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın (TÜDAV) araştırmasına göre ise; Gökçeada Lagünü tescil sınırı sınırları içinde bulunan alanlarda 28 Eylül 2015 tarih ve 2600 sayılı karar ile 1. ve 3. arkeolojik sit alanı olarak tescilinin devamı kararı mevcut.

Fotoğraf: Eylem Aktepe

Gökçeada Lagünü tescil sınırı içinde bulunan alanlarda Mülga Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu‘nun 24 Mayıs 2002 tarih ve 1016 sayılı kararı ile 1., 2. ve 3. doğal sit alanı olarak tescil edildiği, Doğa Koruma ve Milli Parklar 2. Bölge Müdürlüğü tarafından 2012’de “Gökçeada Lagünü Sulak Alan Alt Havzası Biyolojik Çeşitlilik Araştırma Alt Projesi” hazırlanarak yönetim planı için önemli veriler elde edildiği belirtiliyor.

Herdem Aslan

2016’da Gökçeada Lagünü ile ilgili çalışma yürüten Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Herdem Aslan, sulak alanların tüm dünya için çok önemli ekosistemler olduğuna dikkat çekiyor.

181 kuş, 184 bitki türüne ev sahipliği yapıyor

Sulak alanların, suyu filtre ederek yer altı ve yerüstü sularının dengesini koruduğunu ve pek çok canlıya ev sahipliği yaptığını aktaran Aslan, lagünlerin birçok canlının göç esnasında duraklama noktalarını oluşturarak, göçlerini tamamladıklarını ve 181 kuş, 184 bitki türüne ev sahipliği yapan Gökçeada Lagünü’nün de bunlardan bir tanesi olduğunu söylüyor.

Aslan, söz konusu lagünün çok uzun göçler yapan flamingolar için önemli bir uğrak noktası, ada martılarının ise Türkiye’de belli başlı üreme alanlarından biri olduğunun altını çiziyor.

Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan Gökçeada Tuz Gölü Sulak Alanı yönetim planına uygun olmayan bir otel yapımının bölge için risk olduğunu belirten Aslan, şöyle konuşuyor:

“Bu yönetim planının içinde alanın ne kadar özel mülkiyet olduğu ve bu özel mülkiyet içindeki alanların da hangi izinlerle işleme geçeceği ve turizm için tahsis edileceği yazılı. Buna rağmen bölgeye yapılmaya başlanılan otel, hepimizi şaşırttı ve endişeye düşürdü. Bakanlıklara soruyoruz: Hangi izinle Gökçeada lagünü içerisinde 66 odalı yeni bir otel inşaatı başladı? Yapıldığı takdirde, yeni yapılan bu otel ve mevcut diğer otellerin atıkları, nasıl bertaraf edilecek. Kullanılacak su ihtiyaçları nasıl karşılanacak?”

Çamurda ağır metal tespit edildi

2016’da lagünle ilgili yapılan çalışmada 45 farklı tip pestisit saptadıklarını dile getiren Aslan, su çamurunun içerisinde ise ağır metal bulunduğunu belirtti.

Her türlü kirletici unsura rağmen lagünün, yaşamaya ve var olmaya çalıştığını, ekosistem servislerini de insanlara sunarak hizmet etmek istediğini söyleyen Aslan, “Halihazırda Gökçeada Tuz Gölü Sulak alanın çözülmeyi bekleyen vahşi çöp toplama alanı gibi başka ciddi sorunları varken otel ya da taş ocağı gibi yeni kirletici unsurları ekosisteme dahil etmeyi doğru bulmuyorum” dedi.

Lagüne gelenler kuşlar üzerinde baskı oluşturuyor

Aslan, lagündeki çamurun sağlık alanında kullanılmasına yönelik yürütülen faaliyetler ve gelen konukların da kuşlar üzerinde baskı oluşturduğuna değindi.

Sulak alanların yüzde 71’i cehaletten kurutuldu

Dünyada’daki sulak alanların yüzde 71’inin cehaletten kurutulduğunu aktaran Aslan, Türkiye’de de sulak alanların çok büyük bir kısmının kuruduğunu, söz konusu bölgelerin ekolojik önemi bilinirken, tüketmeye yönelik girişimlerin doğru olmadığını vurguladı.

İzinleri verenler bizi aydınlatmalı

Sulak alanın su rezervlerinin nasıl tüketileceğinin önemli bir konu olduğunu vurgulayan Aslan; “ Bölgede açılan bazı kuyular var. Yeni misafirler için nasıl bir su tüketimi planlandığı bilinmiyor. Bu izinleri veren kişiler bizi aydınlatmalı” ifadelerini kullandı.

Geri dönüşü olmayan tahribat söz konusu

Kazdağları Ekoloji Platformu Koordinasyon Kurulu Üyesi Reyhan Erdem ise Gökçeada Lagünü’nün, kontrolsüz ve düzensiz yapılaşma, plansız turizm faaliyetleri, sörf etkinlikleri, evsel atık, kanalizasyon, böcek ilaçları, tarım ilaçları, bilinçsiz sulama gibi tehditler altındayken, lagünün içine yapılan otel ve yakınana açılması planlanan taş ocağı ile daha büyük ve geri dönüşü olmayan bir tahribat içerisinde olduğunu söyledi.

Reyhan Erdem

Ulusal öneme haiz 53 sulak alandan bir tanesi

Erdem, ulusal öneme haiz 53 sulak alandan biri olan lagünde, ÇED izni alınmadan, uygunsuz şekilde gerçekleştirilen otel inşaatının bir an önce durdurulması gerektiğini kaydetti. Bölge için geri dönüşü olmayan bir tehlikeyle karşılaşıldığını belirten Erdem, kurumlar arasında iletişimsizliğin ve planların revize edilmeyişinin büyük bir felakete yol açacağına dikkat çekti.

Gökçeada Lagünü doğal ve arkeolojik sit alanı

‘Yapılaşma ruhsatı verilemez’

Gökçeada Lagünü’nde, imar planları yenilenmeden, eski plana göre, Mavi Su Resort Otele verilen otel inşaatı ve tüm inşaat ruhsatlarının hukuksuz olduğunu ve iptal edilmesi gerektiğini aktaran Erdem, lagünü tehdit eden birçok unsura dikkat çekti:

“Arıtma tesislerinin olmaması, belediyenin katı çöp depolama alanından lagüne akan çöp suları, tarım ve böcek ilaçları gibi birçok etken gölü riske atarken, göl havzasının otel gibi yapılaşmaya açılmasının eklenmesi ile otellerin yer altı sularını kullanacak olması, lagünü besleyen yer altı sularını azaltacak. Tesislerden çıkacak evsel atıklar ve kanalizasyon lagününün kirlenmesine yol açacak, gölün dibinde ki bina ve insan yoğunluğu kuşları ürkütüp kaçıracaktır. Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan koruma statüsü nedeniyle, lagün havzasına, lagün için ekolojik yıkım projesi anlamına gelecek hiçbir yapılaşma ruhsatı, otel inşaatı izni verilemez.”

Yasadışı şekilde inşaat devam ediyor

Erdem, ayrıca, İnşaat Yasağı Genelgesi kapsamında, inşaat yasağı olan Tuz Gölü kıyısında, turizm sezonu olan yaz mevsiminde, hukuksuz ve yasadışı bir şekilde, otel inşaatının sürdüğünü belirtti.

Otelin herhangi bir ÇED başvurusunun olmadığının altını çizen Erdem, Çevresel Etki Değerlendirme sürecinin işletilip, etkileri bilimsel şekilde ortaya konularak çalışmalar yapılmalısı gerektiğini vurguladı.

Fotoğraf: Eylem Aktepe

‘Sermaye sahiplerinin çıkarı düşünülüyor’

Lagünün ya da yöre halkının çıkarlarının düşünülmediği ve tamamen sermaye sahiplerinin rant çıkarları doğrultusunda çalışmalar yürütüldüğünü sözlerine ekleyen Erdem, “Lagündeki otelin dışında, taş ocağı ile birlikte dinamitle patlatılacak alanda tozlu ve puslu bir hava olacak. Ağır metalli, radyasyonlu partikül maddeler, hakim poyraz rüzgarları ile lagün ve tüm adayı etkileyecek. Ağır metalli radyasyonlu partikül maddelerin, havaya karıştığını asit yağışlarına neden olabilir. Lagün yöresindeki bitki türü ve kuşlar için riskli. Gökçeada lagünü ve taş ocağının bulunduğu alanda tavşan ve keklik yuvaları mevcut. Gökçeada genel avlak ilan edilmiş durumda. Hayvanların üreme, beslenme ve yaşam alanlarında taş ocağı yapılamaz” şeklinde konuştu.

Otel inşaat alanı

‘Gizli Liman özelleştirilmemeli’

Adanın en bakir alanlarından biri olan Gizli Liman‘ın özelleştirilmesine ilişkin de değerlendirmede bulunan Erdem, alanın kamuda kalması yönünde yetkililere seslendi.

Bilim insanlarının kanalizasyon atığı nedeniyle plansız ve kontrolsüz şekilde bir kafe dahi yapılamayacağını aktardığı Gizli Liman, yüksek biyoçeşitliliğe ve iyi su kalitesine sahip alanlardan bir tanesi. Gizli limanla ilgili ÇED sürecinin işletilmesi gerektiği ve koyların kamuda kalması çağrısında bulunan Erdem şunları söyledi:

“Kesinlikle ranta açılmamalı, özelleştirilmemelidir. Gizli Liman, plansız, kontrolsüz, sermayedarlara, özel sektöre tahsis edilmemelidir. Gizli Liman, üzerinden para kazanılacak ticari meta değildir, kamunundur, halkındır, kamuda kalmalıdır. Gökçeada, birbirinden özel ve bakir koylara sahip. Türkiye’nin ilk ve tek milli su parkının olduğu Yıldız Koyu’nun imara açılacağı yönünde de söylemler vardı. Şu an böyle bir şey söz konusu değil. Hepsini korumakla yükümlüyüz”

‘Hukuki boyutta gerekenler yapılacak’

Ali Furkan Oğuz

Çanakkale Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Ali Furkan Oğuz da Gökçeada Lagünü’nün önemini ve hassasiyetini bilim insanlarının açıkça ortaya koyduğunu bu alanda otel ve taş ocağı gibi projelerin asla yapılmaması gerektiğini söyledi.

Taş ocağıyla ilgili ÇED sürecinden kaçmak için işletme alanının 25 hektarın altında bırakıldığını belirten şöyle konuştu:

“Toplam alan 49 hektar. 49 hektar ruhsat alanı olduğuna göre de bu projenin 19 hektar ile sınırlı kalmayacağı açıktır. ÇED raporu almamak ve bir an önce faaliyete geçebilmek için şirketler böyle bir yol izlemektedir. Ardından da kapasite artırımına gidilmektedir.”

Söz konusu projelerle lagünün zarar göreceğini ve büyük bir felaket yaşanacağını dile getiren Oğuz, yaşam alanlarına sahip çıkılması için hukuki boyutta da gerekenlerin yapılacağı bilgisini paylaştı.

Yıldız koyu – Fotoğraf: Eylem Aktepe

Doğanın dengesini bozmayacak bir çözüm

Gökçeada Çevre ve Kültürü Koruma Derneği üyesi ve bir dönem belediye meclis üyeliği yapmış olan turizmci Ayhan Kıraç ise hem doğanın dengesini bozmayacak hem de bölgede tapusu olan arsa sahiplerini mağdur etmeden imar planların revize edilerek acil bir çözüm getirilmesi gerektiğini belirtti.

Yıllar önce düzenlenen imar planları doğrultusunda arsa sahiplerinin yatırım yaptığını söyleyen Kıraç, bölgenin imara açılırken, idari ve hukuki olarak itiraz süresi tanındığını fakat kimsenin durumun bilincinde olmadığı için ilgilenilmediğini söyledi.

1990’lı yılların başında düzenlenen küçük ölçekli imar planları dahilinde bu bölgelerde sürecin başladığını ve 2015’te de adanın genelini kapsayan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planının onaylandığını dile getiren Kıraç; “Yapılar yapılmaya başlayınca, herkes itiraz etmeye başladı. Şu an bölgede, Belediyenin ruhsat vermeme yetkisi yok. Mevcut plana göre tapu sahibine ruhsat hakkı var. Mevcut planda değişiklik yapılması ancak yasal ve idari yöntemler içinde olabilir. Sulak alan hariç üst kısımlarda turizm amaçlı yatırımlar yapılabilir. Gökçeada’nın nitelikli işletmelere ihtiyacı var” ifadelerini kullandı.

Aydıncık Kefoloz Plajı – Fotoğraf: Eylem Aktepe

Doğal Sit ve Arkeolojik Sit alanlarında yüzlerce ruhsatsız turizm işletmesi olduğunu söyleyen Kıraç, yasal eksikliklerden dolayı belediyenin de ruhsat veremediğini kaydetti.

İmarlı yasal olan yerlerin önü açılarak düzgün ve kurallara uygun tesisler açılıp, zaman içinde adanın nitelikli turizminin önünde engel olan durumun bertaraf edilmesi gerektiğini dile getiren Kıraç, gelen turistin konaklayacağı yer sayısını kaybetmeden doğru şekilde yapılar yapılarak, doğal dengenin ve turizm potansiyelinin korunabileceğine dikkat çekti.

İmara açılabilecek tek yer Kuzu Limanı

Kıraç, imara açılabilecek en uygun yerlerin merkez civarı ve Kuzu Limanı arasında ki bölge olduğunu, Aydıncık koyunda yolun üst kısmının imara açılabileceğini, Kefaloz Plajı bölgesinde de halkın ortak kullanıma açık alanların olması gerektiğini aktardı.

Doğal dengeyi riske atmayacak çalışmaların önemli olduğunu ifade eden Kıraç, Gökçeada’nın mevcut değerlerinin ve potansiyelinin korunması gerektiğini sözlerine ekledi.

Milattan önceye dayanan tarihi ile potansiyeli yüksek bir bölge

Homeros’un İlyada destanında da yerini alan Gökçeada, millattan önceye dayanan tarihi geçmişi, kültürü ve doğasıyla turizm potansiyelinin en yüksek olduğu bölgelerden biri.

Bakir koyları, sörf etkinlikleri ile deniz turizmi alanında büyük bir kapasiteye sahip olan Gökçeada; Kaleköy, Dereköy, Tepeköy, Zeytinliköy ve Eski Bademli gibi Rum vatandaşların yaşadığı, sivil mimari örneklerin yer aldığı yerleşim alanları ve yaşayış şekilleriyle kültürel turizm açısından ilgi görüyor.

Tarihi, sosyo-ekonomik ve sosyokültürel yaşantıları hem göç eden eski sakinlerinin hem de yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor.

Öte yandan, Yeni Bademli mahallesi yakınlarında yer alan höyük kazısından elde edilen buluntular adanın yerleşme tarihinin M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzandığını ortaya koydu. Bununla birlikte adada tüm mahalleler hem doğal ürünlere ilişkin üretimleri ve hem de ev pansiyonculuğu hizmetleriyle turizm içerisinde bulunuyor.

Ayrıca Gökçeada Belediyesi tarafından her yıl ağustos ayı içerisinde düzenlenen, kültür ve sanat etkinlikleri 15 Ağustos Meryem Ana şenlikleri, adaya festival turizmi kapsamında da önemli bir turizm potansiyeli kazandırıyor. Bu alanda güçlü çeşitliliğe sahip Gökçeada’da altyapı yetersizliği, ulaşım, su kaynaklarının belirsizliği ve plansızlığın büyük tehlikelere yol açacağı ve acil bir plan yapılması gerektiği vurgulanıyor.

Altyapı yetersizliği ve su kaynaklarının belirsizliği tehlikelerle sonuçlanabilir

Gökçeada’ya ait bir master planının olmadığına dikkat çeken önceki dönem Kent Konseyi Başkanı Muharrem Serttaş, turizmin teşvik edildiği Gökçeada’da altyapının yetersiz oluşu, mevcut su kapasitesinin bilinmemesinin büyük tehlikelerle sonuçlanabileceğini söyledi.

Muharrem Serttaş

Mevcut ilerleme Gökçeada’yı katledecek

Adanın 50 yıl geleceğini kapsayacak bir plan yapılması gerektiğini aktaran Serttaş, mevcut şekilde gerçekleşen ilerlemenin adanın katledilmesine neden olduğunu ifade etti.

Gökçeada’nın ihanete uğradığını sözlerine ekleyen Serttaş, ekoturizm alanında doğayı katletmeden planlamalar yapılması gerektiğini dile getirdi.

Su kaynaklarının mevcut durumu bilinmediğini vurgulayan Serttaş, “Bunlara ilişkin çalışmalar yapılarak ne kadar nüfusa yeterli olduğu tespit edilmeli. Altyapı çalışmaları tamamlanmadan yapılaşmalar gerçekleşmemeli. Gökçeada, jeopolitik konumu ile çok önemli bir konumdadır. Atılan her adımın uzun vadeli düşünülerek, fizibiliteler yapılarak gerçekleştirilmelidir. Hem geçmiş hem gelecek düşünülerek hareket edilmelidir” dedi.

Kaçak ve denetimsiz yapılar

Gökçeada Çevre ve Kültürü Koruma Derneği üyesi turizmci Ayhan Kıraç ise bölgedeki turizm durumunu şöyle değerlendiriyor:

Adada tarıma, doğaya, kültüre ilişkin turizm yapılmalı ve bu kapsamda da envanter kaydı olmalı. Maalesef Gökçeada’nın ciddi bir envanter çalışması yok. Adanın turizm potansiyeli yıllar önce yapılan ruhsatsız ve denetimsiz yapılar ile destekleniyor.

Acilen turizm master planı yapılması ve nitelikli turizm faaliyetleri ile ilgili kısa ve uzun vadeli planlamalar yapılması gerekiyor.

Turizm Bakanlığı şu an işletmelerin yasallaştırılmasını talep ediyor. Bir çoğu yasal mevzuata aykırı olduğu için ruhsat alamıyor. Şu an hepsi kapatılsa adanın turizmi de çöker.

Acilen bir plan yapılmalı ve çözümler üretilmeli. Bazı sahillerde ise işletmeler, denizin içine kadar girmiş durumda. Plan ve düzen olsa halkın ortak kullanım alanlarına giremezlerdi. Turizm envanterine işlenip, vergi vermeleri gerekiyor.

Artan turist sayısı ile birlikte altyapı eksiği de ortaya çıkmaya başladı . Örneğin şu an fosseptikler mevcut ve kimyasal atıklar, evsel atıklar ciddi tehdit oluşturuyor . Tüm imar planları tamamlanıp, yasal prosedürlere uyulduğu takdirde geri dönüşümlü arıtma koymak, tüketilen suyu, tekrar kullanmak zorundalar. Bu sürecin hızlandırılması gerekiyor.

Plansız programsız bir gelişmenin önüne geçilmesi için koruma amaçlı imar planları ve alt ölçekli uygulama imar planlarının bir an önce bitirilmesi zorunludur. Özellikle son 10 yılda bölgede rant artışı yaşandı. Adanın, yüzünü turizme dönmesiyle bölgeye rağbet arttı.

Keşfedilmeye başlandığında ucuza birçok yer alındı. Şimdi ise fiyatlar inanılmaz pahalı. 10 bin nüfusa sahip ada, ikametgahı olmadan, diğer illerden ikinci konutları kapsamında gelen ve turizm amaçlı gelen nüfusla çok daha fazla artış yaşıyor.

Nüfusa oranla gerekli çalışmaların yürütülmesi önemli. Kontrollü şekilde doğayı yok etmeyecek ve halkı mağdur etmeyecek planlar yapılmalı.”

Kaleköy – Fotoğraf: Eylem Aktepe

‘Kontrol mekanizması zayıf’

Adada yasalara uyma kültürünün zayıf olduğu yönünde öz eleştiride bulunan Kıraç, kontrol mekanizmasının güçlendirilmesi gerektiğini de vurguladı.

Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları arasında koordinasyonun zayıf olduğunu dile getiren Kıraç, bu durumun planlama açısından dezavantajlar oluşturduğunu kaydetti.

Adada ulaşım ve sağlık alanında da çalışmalar yürütülmesinin önemine dikkat çeken Kıraç, gelen turistin ve yöre halkının sağlık açısından da mağduriyet yaşamaması gerektiğini, acil durumda müdahale edecek ambulans helikopterin olmadığını, çok acil durumlarda askeri helikopter geldiğini ya da hastanın bekletilip feribotla gönderildiği bilgisini paylaştı.

Kıraç, sağlıktan, turizme, kültür ve doğayı kuramaya yönelik geniş çaplı planlamaların bir an önce yapılması gerektiğini dile getirdi.

‘Sermaye odakları yerine yöre halkı kazansın’

Kaz Dağları Ekoloji Platformu Koordinasyon Üyesi Reyhan Erdem de yüksek sermaye odakları yerine yöre halkının kazanç sağlayabileceği, geniş halk kitlelerinin kolay ulaşabileceği turizm politikaları geliştirilmesi gerektiğini belirtti.

Reyhan Erdem kültür, doğa ve lagündeki çamurun cilde, sedef hastalığına iyi geldiği gerekçesiyle sağlık turizminin etkin olduğu bölgede, kontrollü ilerleme kaydedilmesine ilişkin dikkat çekti.

Bölgedeki kültürel ve mimari dokunun korunarak yapılar inşa edilmesi ve bu yönde çalışma yürütülmesi gerektiğini dile getiren Erdem, özel işletmeler yerine kamu işletmelerine öncelik sağlanması çağrısında bulundu.

Herkesin faydalanabileceği planlamalar yapılmasının önemli olduğunu dile getiren Erdem, şunları paylaştı:

“Belli bir zümreye ait topluluğun kullanabileceği alanlar yaratmak ve yüksek bedellerle kamu alanlarının ranta açılması yerine, turizm politikaları geniş halk kitlelerinin uygun fiyatlarla, kendi topraklarında dinlenme ve gezme hakkını gözeterek ilerlemeli”

‘Ada mimarisine uygun yapılar inşa edilsin’

Kültür turizmi açısından önemi olan sivil mimarinin korunması ve mevcut durumunun Gökçeada Lagünü Sulak Alan Yönetim Planı nihai raporunda da yer aldığını hatırlatan Erdem, rapora göre; arazi çalışmaları sırasında adada göçmen köylerinin kurulmasıyla adanın doğal ve beşerî çevresinin hızlı değişimine yol açtığını aktardı.

Söz konusu raporda; iskan politikası kapsamında oluşturulan göçmen köylerinin turizm kültüründen uzak olmasının, turizmin gelişimine katkı sağlamadığı gibi, kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda da yeterince bilinçli olmadığı belirtilmiş.

Fotoğraf: Eylem Aktepe

Nihai raporda, kültürel turizm alanlarına ve durumlarına ilişkin şunlar söyleniyor:

“Ada’dan ayrılan nüfus yanında adaya yerleştirilen göçmen nüfus sosyo-ekonomik ve sosyo kültürel değişimlerin yaşanmasına neden olmuştur. Boşalan köylere kısmen yerleştirilen göçmen nüfus sivil mimaride onarılamayacak hasarlara yol açmıştır. Çünkü yerleştikleri evlere kendi yaşam şekillerine göre ilaveler yapmaları, evlerin iç taksimatlarını değiştirmeleri ve betonarme düzenlemelere gitmeleri sivil mimarinin değişimine neden olmuştur. Bununla birlikte Rum nüfusunun ayrılmasıyla bakımsız ve korunmasız kalan evler yıkılmış ve virane görünüm kazanmıştır. Bu arada yeni kurulan göçmen köyleri tamamen betonarme olup, adanın sivil mimarisine ve doğal çevresine ters düşen tek tip konutlardan ibarettir. Ayrıca adanın geleneksel mimarisiyle inşa edilmiş konutların bilindiği gibi tarihsel kaynaklar önemli bir turizm çekiciliği yaratmaktadır.”

Gökçeada’nın bir bütün olarak ele alındığında mevcut durumda büyük tehlikelerle karşı karşıya kaldığını belirten uzmanlar, sivil toplum kuruluşları ve ada sakinleri, yetkililerin bir an önce gerekli önemleri almasını talep ediyor.