Birleşik Krallık‘ın çiçeği burnunda başbakanı, Muhafazakar Parti lideri Liz Truss, sadece 1.5 ay sürdürebildiği görevinden istifa etti.
Truss, 6 Eylül’de görüşmeden iki gün sonra hayatını kaybeden Kraliçe 2. Elizabeth ile görüşüp resmen başbakan olmuştu. İstifasını ise Londra‘da Başbakan’ın ofis ve konutunun bulunduğu Downing Sokağı 10 Numara‘nın önünde açıkladı.
Seçildiği gün üzerine aldığı sorumlulukları yerine getiremediğini dile getiren Truss, durumdan Kral 3’üncü Charles’ı haberdar ettiğini, Muhafazakar Parti liderliğinden de istifa edeceğini söyledi.
Sadece 45 gün görev yapan Liz Truss böylece İngiltere’nin tarihinde en kısa süre görevde kalan başbakan oldu. İstifa açıklamasında parti liderliğini belirleme konusundaki yetkili kurul olan 1922 Komisyonu’nun yeni liderin gelecek hafta belirlenmesine karar verdiğini, o zamana dek görevi sürdüreceğini söyledi.
Truss dün Parlamento’da kendisine yönelik eleştirileri yanıtlarken, “mücadeleden kaçan biri olmadığını, savaşacağını” söylemişti. Ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin lideri Keir Starmer, ise istifanın ardından erken genel seçim çağrısında bulundu.
Kendi partisinden istifa çağrıları yapılmıştı
Ülkenin yeni başbakanına yönelik tepkiler 23 Eylül’de Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng‘in, Truss’ın vadettiği vergi kesintilerini detaylandırdığı mini bütçesini açıklamasıyla başlamıştı. Açıklamayla piyasalar sarsıldı, sterlin değer kaybetti, giderek artan sayıda Muhafazakar Parti milletvekili Truss’a istifa çağrısı yaptı.
Truss Cuma günü Kwarteng’i görevden alarak yerine Jeremy Hunt‘ı getirdi. Hunt ise paketin bütün ana maddelerinden geri adım attı.
Dün de İçişleri Bakanı Suella Braverman, hassas bir elektronik postayı özel hesabından paylaşarak kuralları çiğnediğini kabul ederek istifa etti. Ancak Braverman istifa mektubunda hata yapanın istifa etmesi gerektiğini söyleyerek doğrudan Truss’ı hedef aldı. Bugün, Muhafazakâr Partili Sheryll Murray‘in Başbakan’a karşı karşı güvensizlik oyu mektubunu sunmasıyla ülkedeki siyasi kriz derinleşmişti.
Dün de Parlamento’da yapılan bir oylama sırasında Muhafazakar Parti milletvekillerinin grup başkanvekilleri tarafından itilip kakıldığı bildirilmiş; bu durum parti içinde büyük tepkilere yol açmıştı.
Truss’ın istifa kararını açıklaması sonrası sonrası sterlin dolar karşısında az da olsa değer kazandı, kur 1,12’ye çıktı.
ABD Havacılık ve Uzay Ajansı‘nın (NASA) 25 Aralık 2021’de fırlattığı James Webb Uzay Teleskobu,“Pillars of Creation” (Yaratılış Sütunları) olarak bilinen toz bulutunu görüntüledi.
Dünya’dan yaklaşık 6 bin 500 ışık yılı uzaklıktaki Yılan Takımyıldızı‘ndaki Kartal Bulutsusu‘nda yer alan yoğun hidrojen ve toz bulutu, uzaya gönderilen her büyük teleskop bu sütunları en az birer kere fotoğraflanıştı. Bugüne kadar en ünlüsü de Hubble’ın 1995 ve 2014 yıllarında çektiği fotoğraflardı. James Webb ise insanlığa yeni ve büyüleyici bir perspektif sunuyor.
This is what you’ve waited for.
Journey with us through Webb’s breathtaking view of the Pillars of Creation, where scores of newly formed stars glisten like dewdrops among floating, translucent columns of gas and dust: https://t.co/5ea1kCzU5x
Yaratılış Sütunları, dünyadan 6 bin 500 ışık yılı uzaklıkta. Yani eğer insanlık fiziksel olarak 6 bin 500 ışık yılı uzaklıktaki bulutsuya gidebilseydi orada Yaratılış Sütunları’nın yerinde olmadığını görecekti.
Sütunların yer aldığı Kartal Nebulası ise yıldızların oluşmaya devam ettiği aktif bir bölge. Webb, kızılötesi sensörleri sayesinde sütunlardaki toz bulutlarının bulanıklaştıran etkisini bertaraf ederek bölgede oluşan yeni yıldızları daha iyi inceleyebiliyor.
Avrupa Uzay Ajansı Kıdemli Bilim Danışmanı Prof. Mark McCaughrean “Kartal Nebulası’nı 1990 ortasından beri inceliyorum, Hubble’ın gösterdiği o ışık yılları uzunluğundaki sütunların içindeki genç yıldızları görmeye çalışıyorum. James Webb’ten gelecek fotoğrafların büyüleyici olacağını biliyordum. Öyle de oldu” dedi.
FFF Hubble’ın fotoğrafı (solda) ve James Webb’in fotoğrafı (sağda).
Yeni teleskobun kızılötesi detektörleri toz bulutlarının iç yüzünü görmemizi sağlıyor. Sütunlar, etraftaki dev yıldızların yoğun morötesi ışıklarıyla şekil alıyor ve aydınlanıyor. Fakat bu radyasyon aynı zamanda sütunları dağıtıcı bir etkiye de sahip.
ABD basınının önde gelen gazetelerinden Washington Post, muhalefetin ve kamuoyunun ‘Sansür Yasası’ olarak nitelediği yasa değişikliğini yazdı.
“Türkiye’de ifade özgürlüğü ortadan kalkıyor. Dolayısıyla demokrasi de” başlıklı yazıda, ” Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinin bir zamanlar canlı olan özgür basınını boyun eğmeye zorladı. Son yıllarda hükümet, gazetecileri hapse attı ve rejim ve dost şirketler bir zamanlar özgür düşünen haber kuruluşlarını devraldı ve bu da Erdoğan’ın yayınları kontrol altında tutmasını sağladı. Yeni bir yasa, Türkiye’yi boşluğun daha da derinlerine sürüklüyor” ifadelerine yer verildi.
Gazete, iktidar vekillerinin teklifiyle ve desteğiyle yürürlüğe giren ‘Sansür Yasası’na dair de şu yrumu yaptı:
‘Yasanın, gelecek yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce eleştirmenleri susturmayı ve hükümete gazeteciliği ve çevrimiçi faaliyetleri suç haline getirmek için yeni araçlar sağlamayı amaçladığı açık. Kanun, tanımı belirsiz bırakılan “yanıltıcı bilgi”yi yaymak suçunu Türk Ceza Kanunu’na ekleyerek yeni cezalar öngörüyor.
Yanlış bilgi ve dezenformasyon her ulus için zorluk teşkil eder. Ancak Türkiye’nin yeni yasası, ifade özgürlüğünü baskı altına almak için bir yetki belgesi: Savcılara, meşru gazetecileri ve diğerlerini kaygı, korku veya panik yaratma “niyeti” olmakla suçlamak ve onları hapse atmak için geniş bir serbestlik sağlayacak.
Yazıda ayrıca, Avrupa Konseyi’nin hukuk organı Venedik Komisyonu’nun, 7 Ekim tarihli görüşünde yeni yasanın tanımlamasının “çok geniş” olduğunu söylediği hatırlatıldı: “Facebook’ta yalnızca birinin arkadaşlarının erişebildiği bir gönderi, ‘kamuya yayılma’ anlamına mı geliyor? Ya da belirli bir e-posta adresine istenmeyen bir e-posta?” Uzmanlar, yasanın “caydırıcı bir etkisi” olabileceği konusunda uyarıyor.”
CHP milletvekili Burak Erbay‘ın Meclis kürsüsünde çekiçle telefonunu kırdığında da değinen yazıda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretinde“Ülke gazetecilerini hapse atarsa demokrasiden söz edemeyiz.”Kimse düşünceleri yüzünden hapse girmemeli” dediği de yer aldı.
Yazı, “En açık sözlü olanları hapsederek de gelişen bir ulus inşa edemezsiniz. Yeni yasa, Türkiye için bir başka geri adıma işaret ediyor” ifadeleriyle son buldu.
Ekonomi ve Barış Enstitüsü (IEP) tarafından hazırlanan ve her yıl, hangi ülkelerin çatışma, sivil huzursuzluk ve ekolojik bozulmanın neden olduğu yerinden edilme ve iklimle değişikliği nedeniyle en fazla risk altında olduğunu değerlendirmek için analiz sunan Ekolojik Tehdit Raporu (ETR)yayımlandı.
Rapordan çıkan ana bulgu, uyumlu iklim eylemi alınmazsa, mevcut ekolojik bozulma seviyelerinin daha da kötüleşeceği, mevcut çatışmaları yoğunlaştıracağı, yeni çatışmalara da zemin hazırlayacağı ve zorunlu göçü artıracağı oldu.
En kötü ekolojik tehditlerle karşı karşıya olan ve en düşük toplumsal dayanıklılığa sahip olan 27 ülkede 768 milyon insan yaşıyor. Bu 27 ülkenin 23’ü, Sahra altı Afrika, Orta Doğu ve Kuzey Afrika (ODKA) bölgesinde. Onu Orta Amerika ve Karayipler, Güney Asya ve Güney Amerika izliyor.
İklim değişikliği ve hızlı nüfus artışı ile yaşanan su ve gıda güvensizliği gibi ekolojik tehditlerin daha da şiddetlenerek kitlesel göç ve çatışmalara neden olacağını söyleyen rapora göre 228 ülke ve bölgenin yüzde 56’sı aşırı ekolojik tehditle karşı karşıya.
2050’ye yönelik projeksiyonlar, tahmin edilen yüzde 95 nüfus artışıyla, Sahra altı Afrika’nın büyük bir kısmında yaşamın sürdürülemez olacağını söylüyor.
Rapora göre şu anda 738 milyon insanın yeterli gıdadan yoksunve bir ülke dışında hepsi aşırı su sıkıntısıyla karşı karşıya.
2021 yılında yetersiz beslenen insanların neredeyse yüzde 92’si düşük ila çok düşük barışın olduğu ülkelerde yaşıyor. Dünya nüfusunun yüzde 49’unu temsil eden en az barış içinde yaşayan 40 ülkenin nüfusu ise, 2050 yılına kadar 1,3 milyar artacak.
Ekolojik tehditlerin en yüksek olduuğu sekiz noktadan yedisi Sahra altı Afrika’da: Burundi, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Kongo Cumhuriyeti, Somali, Güney Sudan ve Uganda.
Sekizinci ülke ise Orta Doğu’daki Yemen.
En düşük ‘iklim endişesi’, çevreyi en çok kirleten ülkelerde
2019’dan bu yana dünyanın iklim değişikliği konusundaki endişesi yüzde 1,5 azaldı.
Çevreyi kirleten en büyük dört ülkeden üçünde vatandaşlar düşük düzeyde endişeye sahip: Çin, Hindistan ve Rusya. Dünyanın en büyük ikinci kirleticisi olan ABD’de nüfus, yüzde 51,5 ile küresel ortalamanın biraz daha üstünde endişe duyuyor.
En yüksek düzeyde ekolojik tehdide maruz kalan bölgeler de endişe düzeylerinde ortalamanın altında. Sahra altı Afrika ve Güney Asya’nın bir numaralı endişe konuları arasında savaşlar, terörizm, suç, şiddet ve geçim kaynakları yer alıyor.
Şu anda, yüzde 89’u Sahra altı Afrika’da ve 49 milyonu ODKA’da olmak üzere 830 milyon insanın yaşadığı risk altındaki 41 ülke, ekonomik kalkınmayı, halk sağlığını ve sosyal uyumu etkileyen ciddi gıda güvensizliği ile karşı karşıya.
Yetersiz beslenen insan sayısı 2017’den beri istikrarlı bir şekilde arttı ve 2021’de yüzde 35 artarak 750 milyonun üzerine çıktı.
Şiddetli gıda güvensizliği, bir bireyin gıda kaynaklarını tükettiği ve sağlık, beslenme ve refahının ciddi risk altında olduğu bir durumu tanımlıyor.
Yetersiz beslenmenin, artan ekolojik bozulma, artan enflasyon ve Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle kötüleşmesi bekleniyor.
Fotoğraf: Petterik Wiggers / Oxfam
1,4 milyar insan su stresi altında
Gıda güvensizliği, su stresiyle yakından bağlantılı çünkü yeterli su olmadan yeterli gıda sağlamak da imkansız.
Sus stresi nüfusun yüzde 20’sinden fazlasının temiz içme suyuna erişimi olmadığı durumu tanımlıyor. 2050 yılına kadar su stresinde artış yaşanması beklenen ülkelerin çoğu, Sahra altı Afrika ve ODKA’da yer alıyor. Şu anda, Sahra altı Afrika’daki bir ülke hariç hepsi, aşırı su stresiyle karşı karşıya.
83 ülkede 1,4 milyardan fazla insan şu anda aşırı su stresiyle karşı karşıya.
Yunanistan, İtalya, Hollanda ve Portekiz dahil olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin de 2040 yılına kadar su stresi yaşaması bekleniyor.
Megakentler: Artan kirlilik ve nüfus
Şu anda dünyada 33 megakent var ve bu sayının 2050’ye kadar 47’ye çıkması bekleniyor. En büyük zorluklarla karşılaşma olasılığı olan megakentler Kinşasa, Nairobi ve Lagos.
Mega şehirlerin yüzde 60’ından fazlası düşük barış düzeyine sahip ülkelerde. Bunlar en yüksek nüfus artış oranlarına, ancak en kötü sağlık koşullarına, daha yüksek suç oranlarına ve yaygın hava kirliliğine sahipler. Üstelik, bu zorluklarla yeterince başa çıkmak için mali kapasite ve yönetimden de yoksunlar.
Hava kirliliği, dünyaya yılda 8,1 trilyon dolara – küresel GSYİH’nın yüzde 6,1’ine – ve 6 ila 9 milyon insan canına mal oluyor.
Lahor, Kabil ve Agra dahil olmak üzere dokuz mega şehir; DSÖ tarafından önerilen maksimum hava kirliliği seviyesinin 20 katından fazlasına sahip.
Doğal afetler sıklaştıkça göç de arttı
Doğal afetlerden en çok etkilenen bölge Asya-Pasifik olurken, onu Sahra altı Afrika ile Orta Amerika ve Karayipler izliyor.
Sel, 1981’den bu yana kaydedilen 5 bin 79 vaka ile küresel olarak en yaygın doğal afet. Son on yılda, doğal afetlerin ortalama küresel maliyeti yılda 200 milyar dolar oldu. Bu, 1980’li yıllardaki veriden dört kat daha fazla.
Doğal afetlerin daha sık hale gelmesiyle birlikte topluluklar, bir sonraki afet meydana gelmeden iyileşmek için mücadele edecek. Bu da daha fazla zorunlu toplu göçe yol açabilir.
Almanya, İsveç, Avusturya ve Yunanistan’ın da dahil olduğu AB ülkeleri 2021’de bir milyondan fazla mülteci aldı.
2021’de çatışma ve doğal afetler nedeniyle en yüksek ülke içi yerinden edilme yaşayan ülkeler arasında Suriye, Etiyopya, DRC, Afganistan ve GüneySudan yer aldı.
COP27 öncesinde uyarı çanları
IEP’nin Yönetim Kurulu Başkanı Steve Killelea bu bulgulara dair şu değerlendirmeyi yapıyor:
“COP27’ye yaklaşırken bu rapor, mevcut ekolojik zorlukların birçoğunun maliyetlerinin iklim değişikliği ile yalnızca artacağının hatırlatılmasıdır.”
Dünyanın iklimle ilgili en kötü sorunlardan muzdarip ülkelere yönelik mevcut yaklaşımı işe yaramıyor; ekolojik tehditler artıyor ve sistemik çözümler gerektiren sistemik nedenleri var.
Hükümetler ve uluslararası kuruluşlar, gelecekteki ekolojik yıkımı, zorunlu göçü ve çatışmayı önlemek için uzun vadeli dayanıklılık oluşturmaya yatırım yapmalıdır.
Rusya-Ukrayna savaşı, şu anda komşu ülkelerde yerinden edilmiş 12-14 milyon Ukraynalı ile çatışmanın zorunlu göç üzerindeki etkilerini vurgulamaktadır. Kalkınma programları, suyu tutan, tarımı geliştiren ve katma değerli üretim yapan mikro işletmelere odaklanmalıdır. Bu, en çok acıyı çeken insanların yaşamlarını iyileştirecek.”
Şarkıcı Yıldız Tilbe’nin 12 Mart’ta sosyal medya hesabından sokak köpekleriyle ilgili, “Saldıran köpek gruplarına bulundukları bölgenin halkı zehirli et versin, hepsi gebersin” sözlerine destek verenlerden TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Balıkesir Şube Yönetim Kurulu Üyesi Barış Polat‘ın yargılandığı davada beş yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi.
Bolat, @tatarbaris66 kullanıcı adlı Twitter hesabından Tilbe’nin sözlerinin yer aldığı bir paylaşıma yorum yapmış ve “Bandırma’da zehri ücretsiz sağlarım”, “Elimde tonlarca zehir var, isteyen yazsın” ifadelerini kullanmıştı.
Şaka yapmış!
Gazete Duvar‘ın aktardığına göre, Hayvanları Koruma Vakfı Başkanlığı tarafından 15 Mart’ta Barış Bolat hakkında TCK madde 214, 216 ve 217’den suç duyurusunda bulunuldu. Sındırgı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında ifadesi alınan Barış Bolat, söz konusu paylaşımı ‘şaka amaçlı’ yaptığını öne sürdü. İş yerinde köpeklere zarar verebilecek herhangi bir ilaç bulunmadığını ve iş yerinde satılan ilaçların tamamen devlet kontrolündeki ilaçlar olduğunu belirten Bolat, ifadesinde kendisinin de bir hayvansever olduğunu iddia etti. Yaptığı paylaşımdan dolayı pişman olduğunu söyleyen Bolat, hayvanseverlerden de özür diledi.
Bolat’ın, “Suç işlemeye alenen tahrik” suçundan beş yıla kadar hapsi istenen iddianame, Sındırgı Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. ilk duruşma 23 Şubat 2023’te, saat 10.00’da Sındırgı Asliye Ceza Mahkemesi’nde.
Tilbe’nin sözlerine başta hayvan hakları savunucuları ve örgütler olmak üzere sanatçılar ve çok sayıda insan tepki göstermiş, hakkında onlarca suç duyurusunda bulunulmuş; kendisi de daha sonra ifadeleri için özür dilemişti. İki kez ifade veren Tilbe hakkındaki davada “kovuşturmaya yer olmadığına” karar verilmişti.
Irak‘ın kuzeyinde PKK‘ye yönelik yürütülen askeri operasyonlarda kimyasal silah kullanıldığı iddiaları Meclis gündemine taşındı.
HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş, önceki gün TBMM oturumunda şunları söyledi: “Dünden bu yana sınırötesi operasyonlarda kimyasal kullanıldığına dair görüntüler, iddialar, videolar, açıklamalar peş peşe kamuoyuna yansıyor. Hiçbirimiz bunlar yokmuş gibi davranamayız. Siyaset erki ve Parlamento sorumluluk almak zorunda ve bunun cevabını bulmak zorundayız. Dışişleri Bakanlığı henüz bir açıklama yapmadı. Genelde susmayı tercihe diyorlar. Dış ilişkiler Komisyonu bir araştırma yapmalıdır. Kamuoyunu ikna edici bir açıklama gerekiyor. ”
CHP’li Tanrıkulu: İnsanlığa karşı suç
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Kimyasal silah kullanıldığı iddialarına ilişkin görüntüleri izledim. Kimyasal silah insanlığa karşı bir suçtur. Yarın itibariyle iddialara dayanak olan görüntülerin doğruluğu üzerine soru önergemi Meclis gündemine sunacağım. Bu iddialar karşısında açıklama yapılmamış olması ilginç” paylaşımı yaptı.
Kimyasal silah kullanıldığı iddialarına ilişkin görüntüleri izledim. Kimyasal silah insanlığa karşı bir suçtur.Yarın itibariyle iddialara dayanak olan görüntülerin doğruluğu üzerine soru önergemi Meclis gündemine sunacağım.Bu iddialar karşısında açıklama yapılmamış olması ilginç
TTB Başkanı Fincancı: Bağımsız heyetler incelemeli
Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı ve adli tıp uzmanı doktor Şebnem Korur Fincancı da görüntülerini incelediğini belirterek, “Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz” dedi.
Bağımsız heyetleri bölgede inceleme yapmasının uluslararası sözleşmeler gereği zorunlu olduğuna dikkat çeken Fincancı, “Uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl bir araştırma yapılacağı da Minnesota Protokolü’nün ilkelerinin ele alınması gerekiyor” diye konuştu.
Demirtaş: Ağır suç, sessizlikle geçiştirilemez
Edirne F Tipi Cezaevi‘nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımlarda, durumun tespiti için bağımsız, uluslararası bir heyetin bölgeye giderek inceleme yapması gerektiğini söyledi: “Bu görüntülere TBMM ve muhalefet sessiz kalamaz. Bunu sessizlikle geçiştirmek suçu onaylamaktır. Gerekçesi ne olursa olsun kimyasal silah kullanmak dünyanın her yerinde ağır bir suçtur. Böyle bir suçun açık sorumlusu, savaş politikasında sınır tanımayan AKP-MHP iktidarı olur”
3- Hiç kimse bir an bile aklından çıkarmasın ki, kimyasal silah kullanımı insanlığa karşı suçtur ve insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı yoktur.
Böyle bir suç işleyenler, bağımsız yargı önünde mutlaka hesap vereceklerdir.
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik ise bu sabah yaptığı açıklamada, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kimyasal silah kullanmakla suçlayanlar, alçak bir iftira şebekesinin parçasıdır. Bunlar terör örgütünün cinayetlerini masum göstermeye çalışan odaklardır. PKK’nın cinayetlerini övenler, kirli odakların temsilciliğini yaparak TSK’ya saldırıyorlar” dedi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da, “Kimyasal silah yalanı, terörü aklamaya ve estetize etmeye çalışanların beyhude çabasıdır. Terörle mücadelemiz azim ve kararlılıkla devam edecek” açıklaması yaptı.
Milli Savunma Bakanlığı da bir açıklama yaparak şunları ifade etti:
“TSK’mızın terörle mücadelesi artan bir şiddet ve tempoda azim ve kararlılıkla devam etmektedir. Mehmetçiğin son derece onurlu ve şeffaf bir şekilde sürdürdüğü terörle mücadeleyi lekelemek, TSK’nın başarısına gölge düşürmek isteyen çevrelerce periyodik bir şekilde gündeme getirilen TSK tarafından kimyasal silah kullanıldığına yönelik iddialar tamamen asılsız ve gerçek dışıdır. Daha önce defalarca açıklandığı gibi Silahlı Kuvvetler’imiz tarafından uluslararası hukuk ve anlaşmalarca yasaklanmış mühimmat kullanılmamaktadır. Bu tür mühimmat, TSK envanterinde bulunmamaktadır”
“2022 Yılında Yapılacak Tarımsal Desteklemelere İlişkin Karar” bugün Resmi Gazete’de yayımlanarak açıklandı. Cumhurbaşkanı kararıyla 2022’de çiftçiye üretim için verilecek tarımsal destekler, 2023 yılının bütçesinden ödenecek.
Tarımsal destek kapsamında fark ödemesi yapılan 18 üründen sadece yaş çay destekleme primi yükseltilirken diğer ürünler için artış yapılmadı. Yaş çayda destek, kilo başına 13 kuruştan 30 kuruşa yükseltildi.
2022 ürünü buğday, arpa, çavdar, yulaf, tritikale için dekar başına 75 lira mazot desteği, 46 lira gübre desteği ödenmesi kararlaştırıldı. Bu veriyle bu ürünler için 2022 gübre ve mazot desteği toplamda dekar başına 121 lira oldu.
2020 ve 2021 üretim yılında olduğu gibi 2022 yılında da, yağlık ayçiçeği, kuru fasulye, nohut, mercimekte iki yıldır kilo başına 50 kuruş şeklindeki destekte artış yapılmadı.
Kütlü pamukta kilo başına 110 kuruş, soyada 60, kanolada 80, aspirde 55, dane mısırda 3, buğday, arpa, çavdar, tritikale ve çeltikte 10 kuruş, zeytinyağında 80 ve dane zeytinde 15 kuruş destekleme primi ödemesi yapılacak.
Pamuk ve çeltik üretiminde dekara 250 lira mazot ve 21 lira gübre desteği olmak üzere toplamda 271 lira, nohut, kuru fasulye ve mercimek üretiminde dekar başına 75 lira mazot ve 21 lira gübre desteği olmak üzere 96 lira, patates ve soya üreticilerine dekar başına 125 lira mazot ve 21 lira gübre olmak üzere 146 lira, yağlık ayçiçeğinde dekara 88 lira mazot ve 21 lira gübre dsteği olmak üzere toplam 109 liralık destek ödemesi yapılacak.
Üç kategoride ödenen organik tarım desteğinde ve herhangi bir artış yapılmadı. İyi tarım uygulamaları sertifikasına sahip çiftçilere yapılan destek ödemeleri de 2020 yılındakiyle aynı kaldı.
Avrupa Parlamentosu’nun her yıl düşünce özgürlüğünü ve insan haklarını savunan örgütlere ve bireylere verdiği Saharov Ödülü, bu yıl Ukrayna halkına verildi.
1988’de başlatılan ödül, Sovyet fizikçi ve Sovyetler Birliği döneminin siyasal muhalifi Andrey Saharov‘un onuruna eriliyor. Sivil toplum temsilcilerine verilmek üzere belirlenen ödülün meblağı ise 50,000 Euro.
AB Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola dün (19 Ekim) ödül vesilesiyle yaptığı açıklamada, Avrupa için hayatlarını riske attıklarını belirttiği Ukrayna halkının Rusya karşısındaki mücadelesini övdü; “Biliyorum ki asla pes etmeyecekler ve biz de vazgeçmeyeceğiz” dedi.
Diğer iki aday Assange ve Kolombiya Hakikat Komisyonu’ydu
Ödülün ilk sahipleri ırk ayrımcılığı (apartheid) karşıtı mücadelenin önderi, Güney Afrika’nın ilk cumhurbaşkanı Nelson Mandela ve Sovyet muhalif ve yazar Anatoliy Marçenko olmuştu. Ödül geçtiğimiz yıl da halen Rusya‘da tutuklu olarak cezaevinde bulunan Vladimir Putin‘in en büyük eleştirmeni Rusya muhalefet lideri Aleksey Navalniy‘e verilmişti.
Rusya’nın işgaline karşı direnen Ukrayna halkı, AP’nin en büyük iki siyasal grubu olan “Sosyalistler ve Demokratlar” ve “Avrupa Halk Partisi”nce ortaklaşa aday gösterildi. Diğer iki finalist ise, İtalya’nın 5 Yıldız Hareketi’nce önerilen WikiLeaks’in kurucusu, şu anda Londro’daki Belmarsh Cezaevi’nde tutulan gazeteci Julian Assange ve Sol Grup tarafından desteklenen Kolombiya Hakikat Komisyonu’ydu.
ABD Başkanı Joe Biden, Beyaz Saray‘da gerçekleştirdiği basın toplantısında petrol ve gaz fiyatlarına yönelik yeni eylemlerini açıkladı.
ABD’nin Stratejik Petrol Rezervi‘nden (SPR) 15 milyon varil daha ham petrolün satılacağını duyuran Biden ayrıca on yıllardır en düşük seviyesinde olan Rezervi yeniden doldurmayı planladıklarını söyledi.
Şu anda 1984’ten bu yana en düşük seviyelerinde olan SPR, 400 milyon varilden fazla petrolle yarıdan fazla dolu, Biden bunun “herhangi bir acil durum için fazlasıyla yeterli” olduğunu belirtti.
Joe Biden’ın bu hamlesi, ara seçimlerden önce yükselen gaz fiyatlarını dizginlemek için attığı adımlardan biri oldu.
Biden’ın petrol fiyatlarındaki artışları yönetmek için federal hükümetin rezervini kullanması ve ABD’nin petrol üretimini artırma girişimleri, Ukrayna krizinin ve enflasyonunda etkisiyle ABD’nin fosil yakıt endüstrisine olan bağımlılığını azaltma sözünden de dönmesi olarak da yorumlanıyor.
ABD’de gaz fiyatları, Haziran ayında galon başına ortalama 5 dolara ulaştıktan sonra düşüşe geçmişti.
Ancak, Suudi Arabistan ve Rusya’nın da içinde olduğu OPEC+’ın bu ay üretimi günde 2 milyon varil azaltacağını açıklamasının ardından, son birkaç hafta içinde gaz maliyeti ABD’de yeniden yükseldi.
Açıklamasında Biden, Enerji Bakanlığı’nın Mart ayında satışına izin verilen 180 milyon varilden kalan 15 milyon varilini satacağını söyledi.
Yönetimin planı, 180 milyon varilin satışını Kasım ayında sona erdirmekti. Ancak, MarathonPetroleum, Exxon Mobil ve Valero Energy dahil olmak üzere şirketlerin alımları yaz boyunca beklenenden daha yavaş oldu ve yaklaşık 15 milyon varil satılmadı.
Fotoğraf: Kevin Lamarque / Reuters
Bu hamlenin gaz fiyatlarını düşürmeye yardımcı olacağını ve ailelere biraz “nefes alma imkanı” sağlayacağını savunan Biden, şunları söyledi:
“Putin’in Ukrayna’yı işgalinin enerji fiyatlarının yükselmesine ve uluslararası petrol piyasalarının sarsılmasına neden olduğundan beri gaz fiyatlarını düşürmek için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Buna hazırlama ve serbest bırakma planı diyoruz; petrol fiyatlarındaki artışları önlemek ve uluslararası olaylara yanıt vermek için hızlı hareket etmemize olanak sağlıyor.
Bugünkü duyurumla, diğer ülkelerin eylemlerinin bu dalgalanmaya neden olduğu bir zamanda piyasaları istikrara kavuşturmaya ve fiyatları düşürmeye devam edeceğiz.”
İsveç‘te Ilımlı Muhafazakar Parti‘nin lideri ve İsveç Başbakanı Ulf Kristersson yeni sağ koalisyon hükümetinde görev alacak 24 bakanın isimlerini açıkladı.
Kristersson, muhalefetin “yıkıcı” olarak nitelendirdiği bir hamleyle Çevre ve İklim Bakanlığı‘nın alt departman olarak Enerji Bakanlığı‘na bağlanmasına karar verildiğini açıkladı. Yeni Dışişleri Bakanı Tobias Billström de ülkenin geleneksel olarak takip ettiği ve dünyada da öncüsü olduğu “feminist dış politika”dan, “etiketlemenin amaca zarar verebileceği” gerekçesiyle vazgeçtiklerini söyledi.
Ulf Kristersson dün açıkladığı yeni kabinede 26 yaşındaki liberal milletvekili Romina Pourmokhtari’yi İklim ve Çevre Bakanı olarak atamıştı. Kabinenin en geç bakanı olan Pourmokthtari, bu yeni kararla Hristiyan Demokrat lider Ebba Bush ve yeni Enerji Bakanı’nın altında çalışacak. Atanmasının ardından, dün seçimlerde değişim istediğini ve bunun gerçekleştiğini belirten Pourmokhtari, “Ilımlılar ve Hristiyan Demokratlarla hükümeti kurduk ve bunun bir parçası olmaktan çok mutluyum” demişti.
Romina Pourmokhtari.
Karar özellikle İsveç Yeşiller Partisi üyeleri ile çevre ve iklim aktivistleri tarafından büyük hayal kırıklığıyla ve eleştirilerle karşılandı. 35 yıldır ilk kez İsveç’in bağımsız bir çevre ve iklim bakanlığına sahip olmayacağını söyleyen Yeşiller Partisi lideri Per Bolund, “Bu hükümetin çevreye ve iklime ne kadar az değer verdiğini daha net bir şekilde anlatmak mümkün değil. Bu, çevre sorunları için yıkıcı sonuçları olan tarihi bir karardır” dedi.
Yeşiller Milletvekili Par Holmgren de “Yeşil fonlarda yapılacak büyük kesintilerin iklim politikaları üzerinde yıkıcı bir etkiye yol açmasını bekliyoruz” diye konuştu. Stockholm Çevre Enstitüsü’nün yönetim kurulu başkanı ve eski çevre bakanı Isabella Lövin ise ülkedeki yeşil mücadelenin 35 yıl geriye gittiğine işaret etti.
Konflikter mellan framtida generationers rätt till en god livsmiljö och dagens näringsliv dömas av internt inom Näringsdep? Ingen departementschef med ansvar för miljömålen? Miljöfrågan har kastats tillbaka 35 år i tiden. #miljödepartementethttps://t.co/DRettlxEXC
İsveç’te, ilk kez bağımsız çevre bakanlığı 1987’de kurulmuştu. Bundan önce Tarım Bakanlığı ve ardından da birleşik Çevre ve Enerji Bakanlığı, çevre ve iklim sorunlarıyla ilgilenmekle görevlendirilmişti. Dünyada ilklerden biri olan İsveç Çevre Koruma Ajansı ise 1967’de kurulmuştu.
Yeni program: Paris’e uyum, nükleeri artırma
İsveç hükümetinin geçen hafta açıklanan yeni programında, enerji krizi ön planda, ancak çevre ve iklim değişikliği, iktidarın ilk yılında ele alınması gereken yedi öncelikli alandan biri olarak gösteriliyor. 62 sayfalık programda, ülkenin karbon emisyonlarının azaltılmasına ilişkin Paris Anlaşması dahil ulusal ve uluslararası hedeflerin karşılanacağı belirtiliyor.
Muhafazakar Parti, Liberal Parti ve Hristiyan Demokrat Partisi’nin kurduğu sağ koalisyon hükümeti ayrıca yeni nükleer santraller inşa etmek için 36 milyar € kredi garantisi ile nükleer enerji için bütçede daha fazla para ayırmış durumda ve mevcut nükleer santralleri kapatmayı daha zor hale getirecek kurallar getirmeyi planlıyor. Kısa vadede elektrik arzının güvenliğini sağlamak (ve fiyatları düşük tutmak) için hükümet, ülkenin güneyinde son birkaç yılda kapatılan iki nükleer santrali yeniden açmayı da planları arasına aldılar.
Ayrıca hükümet tarafından finanse edilen enerji faturaları için bir tavan fiyat kasım ayına kadar belirlenecek ve elektrikli araçlar için şarj noktaları ağı genişletilecek.
İsveç Yeşiller Partisi eş başkanları Märta Stenevi and Per Bolund.
Feminist dış politikadan da vazgeçtiler
Başbakan Kristersson’un yeni kabineyi açıklamasının ardından konuşan yeni Dışişleri Bakanı Tobias Billström de söz konusu “etiketlemenin İsveç’in uluslararası gündemi açısından zarar verici olabileceği” gerekçesiyle ülkenin dünyada öncüsü olduğu “feminist dış politika”dan vazgeçtiklerini duyurdu.
“Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, İsveç’in ve yeni hükümetin temel bir değeri olduğunu” söyleyen Ballström, “Fakat biz ‘feminist dış politika’ ifadesini kullanmayacağız çünkü bir şeylere getirilen etiketlerin içeriğin üzerini örtme eğilimi vardır” dedi.
Yeni bakan İsveç’in başta NATO‘ya üyelik başvurusu olmak üzere diğer dış politika gündemlerinde büyük bir değişiklik olmayacağını söylerken The Guardian, feminist dış politika konulu pek çok yayının İsveç Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinden kaldırılmaya başladığını yazdı.
Üçlü sağ partinin kurduğu koalisyon hükümetine aşırı sağcı İsveç Demokratlar Partisi (SD) de dışarıdan destek veriyor.24 bakanlıktan oluşan kabinede 13 erkek, 11 kadın bakan bulunuyor.