Ana Sayfa Blog Sayfa 582

Ali Babacan: Toplanan paralar şeffaf bir şekilde dağıtılmalı

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, “Türkiye Tek Yürek” kampanyasında yapılan bağışlara ilişkin, “Toplanan paraların mutlaka şeffaf olarak dağıtılması lazım. Milyonlarca insanın televizyon başına toplanıp açık bir şekilde toplanan yardımın, yine açık ve şeffaf bir şekilde dağıtılması lazım” dedi.

Babacan, Kahramanmaraş merkezli depremlere ilişkin, “Hep birlikte, el ele vermeden yaraların sarılması mümkün değil. Bunun için de çok iyi bir plan, organizasyon gerekiyor” diye konuştu.

Diyarbakır’a giderek Koşuyolu Parkı’nda açıklamalarda bulunan Babacan, depremzedelerin yaralarının sarılması ve yeni konutların inşası için organize edilen “Türkiye Tek Yürek” kampanyasında toplanan paraların şeffaf şekilde dağıtılması gerektiğini ifade ederek, şunları söyledi:

Bu millet basiretli, sağduyusu yüksek ve metanetli. Evladını enkazdan çıkarıp, toprağa verip, yardım dağıtma merkezine koşan insanları gördüm. Ülkeyi yönetenlerle millet el ele vererek bu sorunları aşacak. Bunu gerçekleştirdiğimiz zaman inanın Türkiye çok çabuk ayağa kalkacak, koşmaya başlayacak.

Antakya, Gaziantep, İslahiye ve Nurdağı, Kahramanmaraş ve Adıyaman, Pazarcık, Elbistan, Malatya ve Elazığ‘da bulunduğunu aktaran Babacan, ülke genelinde en acil ihtiyaçların çadır ve bu çadırların ısınması, çadırların zemin izolasyonu ve seyyar tuvaletler olduğunu söyledi.

Hasarın büyüklüğünün ve etkilenen geniş coğrafyanın güçlü organizasyon gerektirdiğini vurgulayan Babacan, şöyle konuştu:

“Nereden bakarsanız bakın deprem 11 ilde çok büyük hasara yol açmış. Çok büyük insan kaybına yol açmış bir afetle karşı karşıyayız. Böylesine büyük bir afetin altından merkezi hükümetin, iktidarın tek başına kalkması mümkün değil. Mutlaka merkezi hükümetin, bakanlıkların yerel yönetimlerle, sivil toplum kuruluşlarıyla, gönüllülerle beraber çalışıyor olması lazım. Bunun için de çok iyi bir plan, organizasyon gerekiyor.”

Ali Babacan ve eşi Ülkü Zeynep Babacan, “Türkiye Tek Yürek” kampanyasına destek olmak üzere birer maaşlarını bağışlamıştı.

Maraş depreminin 12’nci günü: Resmi verilere göre can kaybı 38 bin 44’e yükseldi

6 Şubat’ta dokuz saat arayla meydana gelen ve merkez üssü Kahramanmaraş olan iki depremde yaşanan yıkım nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı artmaya devam ediyor.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından 16 Şubat saat 23.00 itibarıyla yapılan açıklamada, “Alınan son bilgilere göre Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve Elazığ illerinde toplam 38 bin 44 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir” ifadelerine yer verildi.

Depremlerin ardından bölgede 4 bin 734 artçı depremin meydana geldi.

Bölgede AFAD, PAK, JAK, JÖAK, DİSAK, Sahil Güvenlik, DAK, Güven, İtfaiye, Tahlisiye, MEB, STK’lar ve uluslararası arama kurtarma personelinden oluşan toplam 29 bin 160 arama kurtarma personeli görev yapıyor. Dışişleri Bakanlığı ile yapılan görüşmeler neticesinde diğer ülkelerden gelen ve görevi devam eden arama kurtarma personeli sayısı 11 bin 488.

AFAD, Emniyet, Jandarma, MSB, UMKE, Ambulans Ekipleri, Yerel Güvenlik, Yerel Destek Ekipleri ve 9 bin 908 gönüllü dahil olmak üzere, sahada görevlendirilen saha personel sayısı ile birlikte bölgede görev yapan toplam personel sayısı 264 bin 389.

Afet bölgesine başta ekskavatör, çekici, vinç, dozer, kamyon, arazöz, treyler, greyder, vidanjör vb. iş makineleri olmak üzere toplam 12 bin 600 araç sevk edildi.

Afet bölgelerine 38 Vali, 160 Mülki İdare Amiri, 19 AFAD üst yöneticisi ile 68 il müdürü görevlendirildi. Uluslararası yardımların koordinasyonu için 12 büyükelçi ve 16 Dışişleri Bakanlığı personeli bölgede görevlendirildi.

Bölgeye, personel ve malzeme sevkiyatı için hava köprüsü kuruldu. Hava Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Sahil Güvenlik Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğü’ne bağlı 121 helikopter ve 78 uçak görev yapmakta olup bugüne kadar toplam 7 bin 940 sorti yapıldı.

Bölgeye personel, malzeme sevkiyatı ve tahliye amacıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 24, Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından iki olmak üzere toplam 26 gemi görevlendirildi.

Afet barınma grubu

Bakanlıklar, ilgili kurum ve kuruluşlar ile uluslararası ülke ve kuruluşlar tarafından 386 bin 874 çadır sevk edilmiş olup bunların 172 bin 265’i kuruldu. Bölgeye 3 milyon 282 bin 725 battaniye sevk edildi. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 78 bin 500 kişiye geçici barınma hizmeti, 79 bin 720 barınma malzemesi verildi.

Afet beslenme grubu

Kızılay, AFAD, MSB, Jandarma ve Sivil Toplum Kuruluşlarından (İHH, Hayrat, Beşir, TDV, İnisiyatif Dernekleri) toplam 354 mobil mutfak, 86 ikram aracı, 38 mobil fırın ve 330 hizmet aracı bölgeye sevk edildi. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2 milyon 179 bin 630 beslenme hizmeti verildi.

Afet bölgesinde 33 milyon 908 bin 749 sıcak yemek, 7 milyon 499 bin 136 çorba, 20 milyon 722 bin 136 su, 37 milyon 072 bin 121 ekmek, 14 milyon 477 bin 997 ikramlık malzeme, 2 milyon 384 bin 785 içecek dağıtımı yapıldı.

Afet psikososyal destek grubu

Dört Mobil Sosyal Hizmet merkezi, Kahramanmaraş, Hatay, Osmaniye ve Malatya illerine gönderildi. Deprem bölgesine sevk edilen personel sayısı 2 bin 502 iken, deprem bölgesi dışında 2 bin 722 personel ve bin 154 araç sevk edildi. Deprem bölgesinde 382 bin 565, deprem bölgesi dışında 115 bin 660 olmak üzere toplam 498 bin 225 kişiye psikososyal destek verildi.

Depremde yıkılan binalarla ilgili 54 kişi tutuklandı

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Diyarbakır Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezi’nde Kahramanmaraş merkezli depremlerde yıkılan binalara ilişkin, açıklamalarda bulundu.

Depremde yıkılan binalarla ilgili soruşturmalarda 245 şüpheli hakkında işlem yapıldığını, 54 şüphelinin tutuklandığını, yedi kişinin ise hakkında yakalama kararı çıkarıldığını aktaran Bozdağ, “İnşasında, denetiminde, kullanımında sorumluluğu olan herkesin kusuru ayrı ayrı değerlendirilmektedir. Adana, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa ve Kilis‘te delil tespit işlemleri tamamlanmıştır. Deliller toplanmadan hiçbir enkaz kaldırılmamaktadır” dedi.

‘Sorumlular yargı önünde hesap verecektir’

Bozdağ, binaların denetimlerinde sorumluluğu olanların tespiti ve defin işlemlerinin büyük bir titizlikle sürdürülmesi için yoğun bir çalışma yürütüldüğünü belirterek “Hakimler ve Savcılar Kurulumuz bölgeye çok sayıda gönüllü savcı görevlendirmiştir. Adli Tıp Kurumumuz da görevlendirmeyi gönüllüler üzerinden yapmaktadır” dedi.

“Binaların müteahhitleri, belediyedeki mesuller, kolon kesenler dahil olmak üzere ihmali ve kusuru olanlar ayrımı olmaksızın soruşturulmaktadır. Sadece müteahhitler değil ilgili herkes soruşturuluyor. Bütün bu sorumlulara dair savcılıklarımız tarafından resen soruşturmalar başlatıldı. Deliller titizlikle toplanıyor. Vatandaşlarımız tarafından dile getirilen her türlü iddia da titizlikle değerlendiriliyor. Sorumlular yargı önünde hesap verecek. Adalet terazisinde tartılacaklar.”

‘Deliller toplanmadan hiçbir enkaz kaldırılmamalı’

Delillerin toplanması da dahil adli işlemlerin gecikmemesi için 478 Cumhuriyet Savcısı görevlendirildiğini kaydeden Bozdağ, 600 bilirkişinin de sahada olduğunu söyledi.

Bozdağ, “Deliller toplanmadan hiçbir enkaz kaldırılmamaktadır. Ayrıca deliller enkaz kaldırma çalışmalarına engel olmadan alınmaktadır. Türkiye bir hukuk devletidir. Kimsenin delil karartmaya gücü yetmez. Bir aksama, savsama söz konusu değildir. Aksini iddia eden bunun delilini ortaya koymalıdır” diye konuştu.

Prof. Dr. Kayıhan Pala: Bulaşıcı hastalık ve yangınları önlemek için çadırlar arası mesafeye dikkat!

Kahramanmaraş’ta geçtiğimiz hafta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin ardından etkilenen illerde temiz içme ve kullanma suları, tuvalet ve banyo, etkili atık yönetimi ve bertarafı olmaması, soğuk kış koşulları ve çadır kentlerdeki toplu yaşama bağlı olarak hijyen sorunları baş gösterdi.

Halk sağlığı uzmanları afetin ilk günlerinden itibaren salgın hastalıkların önüne geçilebilmesi için koşulların iyileştirilmesine yönelik çağrılarda bulunuyor. 

Seyyar tuvalet ve banyolar hala bölgeye yeterli ölçüde ulaşabilmiş değil. Barınma, gıda, su, tedaviye erişim ve hijyen koşulları şehirden şehire farklılık gösteriyor. Birçok merkezde arama kurtarma çalışmaları tamamlanmış, çadır kentler kurulmuş, su ve hijyen koşulları sağlanmış olsa da özellikle kırsal kesimdeki yerleşimler arasında daha arama kurtarma, yardım veya sağlık ekiplerinin henüz ulaşamadığı yerler var. Bu durum, sağlık koşullarına dair genel bir çerçeve çizilmesini zorlaştırıyor.

Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala, afet bölgesindeki sağlık alanına ilişkin son durumu Yeşil Gazete’ye değerlendirerek salgın hastalık endişelerine ışık tuttu.

Fotoğraf: Médecins sans Frontières

‘Türkiye’de tek bir kolera vakası yok’

Son günlerde afet bölgesinde kolera vakalarının görülmeye başladığına yönelik endişelere değinen Pala, afetten etkilenen 10 ilde şu ana kadar bildirilen tek bir kolera vakasının bulunmadığını açıkladı.

Depremden yıkıcı boyutta etkilenen Suriye’de koleranın önemli bir tehdit olması, Türkiye’de bu tür vakaların görüldüğüne dair endişeleri tetiklemiş olabilir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan açıklama, ülkede 77 bin kolera vakası olduğuna yer veriyor.

Türkiye için bu tür bir durumun söz konusu olmadığını ifade eden halk sağlığı uzmanı, “Türkiye’de bir kolera tehdidi oluşmaması için çaba gösteriyoruz” dedi: “Hem yerel yönetimler, hem Sağlık Bakanlığı da çok ciddi önlemler almış durumda.”

Fotoğraf: Türk Tabipleri Birliği

‘Uyuz ciddi bir problem, ishal ise salgına dönüşmemiş durumda’

Afet bölgesindeki koşullardan ötürü endişe duyulan konular arasında uyuz vakaları da bulunuyor. Prof. Dr. Pala, deprem öncesinde de bölgede uyuz vakalarının bulunduğunu, ancak afetle birlikte vakaların arttığını açıkladı:

Uyuz gerçekten ciddi bir problem gibi görünüyor. Deprem öncesinde de uyuz vakaları bu bölgede vardı. Depremle birlikte kötü yaşam koşulları, özellikle hijyenden uzak yaşamak meselesi yüzünden uyuz vakalarında bir artış var.

Henüz ishalli hastalıkların bir salgına dönüştüğünü söylemek için yeterli veri bulunmadığına vurgulayan Pala, aralarında ishal vakalarının görüldüğünü ve vakalar arasında çocukların da bulunduğunu belirtti. İshalli hastalıkların önlenmesinde temiz suyun önemli bir faktör olduğunun altını çizen halk sağlığı uzmanı, “Dün itibarıyla Sağlık Bakanlığı, Çevre Sağlığı Laboratuvarı getirdi. Çevre sağlığı teknisyenleri sahadalar. Suda klorize yapılıyor, eksik olan yerlerde klor desteği sağlanıyor, su analizleri yapılıyor” dedi ve ekledi:

Bu çalışmalar böyle devam edecek olursa, sudan kaynaklanan bir ishalli hastalık salgını beklemeyiz. Ama ishalli hastalıklar bir tek sudan kaynaklanmaz, aynı zamanda gıda güvenliği de önemlidir. Bölgede gıda güvenliğiyle ilgili sorunlar halen söz konusu. Dolayısıyla sürecin yakından izlenmesi lazım.

Çadırlardaki ısıtıcılara dikkat

Afet bölgesinde geceleri sıcaklığın sıfırın altında 15 dereceye kadar düştüğü yerler bulunuyor. Depremzedeler, çadır veya konteynerlere kurdukları sobalarda kömür yakarak ısınma sağlıyor. Ancak sobalar önerildiği şekilde kullanılmazsa, karbononoksit zehirlenmesine davetiye çıkarabiliyor.

Pala, son günlerde karbonmonoksit zehirlenmesi görüldüğüne dair açıklamalara değinerek, bu bulgularla hastanelere başvuran kişilerin sayısının şu anda az olduğunu kaydetti.

“Bunun yanı sıra daha önemli bir şey var” diyen halk sağlığı uzmanı, ısıtıcılar nedeniyle çadırlarda yangınların görülmeye başlandığını belirtti. Çadırlar arasındaki mesafeye dikkat edilmesinin önemini vurgulayan Pala, şunları söyledi:

Şimdilik yangınların sayıları az, ama biz en başından beri çadır kamplar kurulurken çadırların birbirine bitişik olmaması gerektiğini, bunun hem bulaşıcı hastalık riskini önlemek hem de yangınların çadırdan çadıra geçişi engellemek açısından önemli olduğunu söylemeye çalışıyoruz.

Prof. Dr. Pala, bu yangınlardan dolayı yanık vakasıyla hastaneye başvuranların olduğunu, ancak henüz hayatı tehdit eden bir durum ya da can kaybının söz konusu olmadığını kaydetti.

Köylerde ihtiyaçlara erişim sorunları sürüyor

Pala ve hekim arkadaşları, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği adına, beş gündür sahada Hatay’ın farklı ilçeleri ve kırsal bölgelerini ziyaret ediyor. 

Bir köyde enkazdan çıkarılan ve yakınlarının cenaze işlemleri tamamlanana kadar hastaneye bırakılan üç yaşındaki bir çocuğun daha sonra hangi hastaneye nakledildiğinin bilinmediği ve bu nedenle bulunamadığını örnek veren Pala, bu tür “dramatik” sorunların devam ettiğini bildirdi.

Prof. Dr. Pala, şunları ekledi:

Başka bir köyde, hastalar ilaçlara erişmekle ilgili sorun yaşıyorlar. Kırsal alanlara bazı yardımların ulaşmasında, yiyecek, içecek ve çadır ve ilaçlara erişimde sorunlar olduğunu söyleyebilirim.

‘Hatay’da barınma, beslenme, gıda güvenliği, temiz suya erişim ve atık sorunları devam ediyor’

Şu anda bulunduğu Hatay’daki genel sağlık koşullarını aktaran Pala, şu ifadelere yer verdi:

“Dün ve bugün itibarıyla tedavi edici hizmetlerdeki sorunlar büyük ölçüde aşılmış durumda. Ancak birinci basamak, sağlığı koruyucu hizmetlerle ilgili henüz herhangi bir işlem başlayabilmiş değil. Dolayısıyla bağışıklama başta olmak üzere barınma, beslenme, gıda güvenliği, temiz suya erişim, atık suların ve katı atıkların insanların sağlığına zarar vermeyecek şekilde ortamdan uzaklaştırılması işlemleri ile ilgili şu anda sıkıntılar devam ediyor.”

Halk sağlığı uzmanı Pala, depremde yıkılan Hatay Devlet Hastanesi’nin depreme dayanıklı olmayan koşullarda hizmete açılmış olmasının kabul edilemez bir durum olduğunu ifade ederek, sağlık çalışanları adına tepkilerini dile getirdi:

“Hatay Devlet Hastanesi’nin yıkılan binasını gördük. Hala orada arama kurtarma çalışmaları devam ediyor. Hastaneden bize şu ana kadar bize verilen bilgiler, altısı sağlık çalışanı ve diğerleri hasta olmak üzere 61 cansız bedenin çıkartıldığı. Bu koşullarda sağlık çalışanlarının ve hastaların o hastanede hizmet almalarına izin verilmesini gerçekten anlamak mümkün değil. Bunu özellikle vurgulamak isteriz, çok kızgınız, çok canımız sıkkın, çok öfkeliyiz. Bu, kabul edilemez bir durum.”

Kendi çadırını kendi yaptı: Başvurduk, nasip olursa konteynere geçmek istiyoruz

Video haber: Gürcan ÖZTÜRK

*

Kahramanmaraş merkezli iki depremin ardından vatandaşların barınma sorunları hala devam ediyor. Birçoğu yakınını kaybeden yurttaş yas tutamadan hemen zorlu yaşama uğraşına başlamak zorunda kaldı. Soğuk hava koşullarına karşı mücadele eden vatandaşların konteyner bekleyişi ise sürüyor. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesindeki Cumali Kıtay‘ın ve ailesinin kaldığı çadıra misafir oluyoruz. Kıtay, depremin küçükken yaşamış olduğu depremden çok daha farklı olduğunu anlatıyor.

Cumali Kıtay, hala Pazarcık’ta ikamet ettiğini söylüyor fakat artık başında bir çatısı yok ve kendi yaptığı naylondan çadıra sığınmış durumda. Deprem olduktan sonra çocuklarını akrabalarının arabasına bıraktıklarını söyleyen Kıtay, henüz ilk gün hiçbir arama kurtarma ekibi gelmediği için komşularını kendilerinin enkaz altından kurtardığını söylüyor. Ne yazık ki bir komşusunun henüz üç yaşındaki çocuğu enkaz altında hayatını kaybediyor. Onlarca acıya şahit olduğu gözlerinden anlaşılan Kıtay şunları anlatıyor:

Deprem nedeniyle yurtlarından çıkarılan öğrenciler konuşuyor: Çare diye yaratılan yeni çaresizlikler…

Haber: Defne SARIÖZ

*

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz cumartesi üniversitelerin Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) ait yurtlarının depremzedelere açılacağı ve öğretim yılı sonuna eğitim ve öğrenimin uzaktan yapılacağı yolundaki açıklamalarının ardından KYK yurtlarında kalan öğrencilerden “olabildiğince hızlı bir şekilde” yurda gelerek eşyalarını almaları istendi.

Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın açıklamasına göre, ailesi deprem bölgesinde ikamet etmekte olan öğrenciler ise nöbetçi yurtlara yerleştirilecek. Ancak evi depremde hasar gördüğü halde tamamen yıkılmadığı için depremzede sayılmadığını söyleyen Filiz’e böyle bir hak tanınmamış.

Ne yapacaklar, sınıfta mı bırakacaklar beni?”

Deprem sırasında Hatay’ın Defne ilçesinde ailesinin yanında bulunan Pamukkale Üniversitesi Ana Sınıfı Öğretmenliği bölümü öğrencisi Filiz, ülkede sayısız otel varken KYK’ların boşaltılmasına öfkeli:

“Hem yerimizden, hem eğitimimizden olduk. Ben burada ailemle mi uğraşayım -depremzedeyiz, başkasının evindeyiz- yurttaki eşyalarımın derdine mi düşeyim, neyin derdine düşeyim, oraya bir sürü insan gidecek otobüs parası (verecek) bir sürü insan zaten yoklukta…”

Depremde amcasının kızını, teyzesinin iki çocuğunu, arkadaşını ve arkadaşının çocuğunu kaybeden Filiz, depremin dördüncü günü ailesiyle birlikte Hatay’dan Antalya’ya gitmiş. Evlerinin duvarlarında çatlaklar olduğu için dönmeyi düşünmüyorlar:

“Elektrik ve su yok. Ben online eğitime nasıl geçeyim, nasıl eşyalarımı almaya gideyim, zaten yollar kırık. Demek ki evimin de yıkılması gerekiyormuş depremzede sayılmam için.

(…) Benim yaşadığım yerde internet yok. Ben evden kaçarken bilgisayarımı çıkarmadım, canımı kurtarma derdindeydim. KPSS çalışıyorum mesela, ne kitabım kaldı ne eşyam kaldı ne bişey kaldı. Evet evim yıkılmadı ama öyle bir depremdi ki…. Biz deprem değil kıyamet günü dedik. Yani 2 dakika sürmedi her şey kırıldı dolaplar devrildi kitaplar her şey üst üste devrildi. Çıkarken telefonumu bile almayabilirdim uzaktan eğitim nasıl yapacağım? Ne yapacaklar sınıfta mı bırakacaklar beni?”

Online eğitim niteliksiz eğitim demek’

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) Mimarlık Fakültesi, Endüstriyel Tasarım Bölümü öğrencisi Ece, depremden bizzat etkilenmemiş ancak tanıdıklarını kaybeden ve depremzedelerle dayanışmak için bölgeye giden arkadaşları var. Kendisinin de memleketinde depremzedeler için çalıştığını söyleyen Ece, bir yandan da bu kararla uğraşmanın kendisini psikolojik olarak yıprattığını ifade ediyor.

“İnsanlar sadece ailelerini, birinci derece akrabalarını kaybettiyse (yurtlarda) kalabiliyor ama insanlar arkadaşlarını, akrabalarını kaybetti. (…) Sınıf arkadaşımız babasını kaybetti depremde, şu an KYK’da kalıyor, yanına gidip destek olamıyoruz.

Biz üniversitelerde sadece okumuyoruz. Üniversiteye gittiğimiz şehrin vatandaşı gibi oluyoruz oralar bizim memleketimiz gibi oluyor, yıllarca orada okuyoruz orada yaşıyoruz ve o arkadaşımız şu anda tek başına orada duruyor. Dışarı çıkamıyor sosyalleşemiyor konuşamıyor hiçbir arkadaşı yanına gidemiyor.”

Bu işin manevi yönü. Bir de okunan bölümün uzaktan eğitime ne derece uygun olduğu konusu var. Ece, mimarlık gibi atölye kullanmayı gerektiren bölümlerde okuyanlar için uzaktan eğitimin verimsizliğini pandemi sırasında deneyimlemiş. Eğitim öğretimin gerekirse ertelenmesi, ama başladığında uzaktan olmaması gerektiği düşüncesinde:

‣ Üniversitelere ilişkin uzaktan eğitim kararına tepki yağıyor

Çukurova Öğretim Elemanları: Uzaktan eğitim kararından vazgeçilmeli

İYTE üç fakülteye sahip bir enstitü: Mimarlık, Mühendislik ve Fen Fakültesi. Bizim okulumuzda hiçbir ders online olamaz çünkü fen fakültesi laboratuvar dersleri görüyor moleküler biyoloji ve genetik bölümü kimya bölümü ana dersleri hep laboratuvarda, (…) bir deneyi sekiz-dokuz kişi yapabiliyor, deney raporlarını ortak yazıyorlar bu yüzden online eğitim niteliksiz eğitim demek ve bu kabul edilebilir bir şey değil.”

Ece’ye göre bu karar, depremzedeler açısından da ne uygun ne de güvenli. Yurtların kapılarında kilit olmadığını, altı kişilik odalarda yatakların ranza olduğunu, iki hafta temizlik yapılmadığını ve tuvaletlerin ortak olduğunu söyleyen Ece, kendileri öğrenci olarak yurtlarda zorlanırken bir ailenin yaşamasının çok zor olduğunu, otellerin ve pansiyonların yerine öğrenci yurtlarının depremzedelere tashih edilmesinin yanlışlığını vurguluyor.

Depremden etkilenmeyenleri bile etkiler’

Yine karar sırasında İstanbul’da depremzedeler için gönüllü çalışmaları koordine eden Türk Alman Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği bölümü hazırlık öğrencisi Evrim, ADHD hastası olduğunu ve yüz yüze eğitimde bile dikkatini toplamakta güçlük çektiğini ifade ediyor. Ülkede ne zaman bir olay olsa ilk eğitimin gözden çıkarıldığını söyleyen Evrim, “Bazılarının derdine çare olmak için yeni bir çaresizlik yaratmak ne kadar mantıklı?” diye soruyor.

Psikiyatrist, psikoterapist Dr. Agah Aydın da ruh sağlığı uzmanları olarak öğrencilerin bir arada bulunmasının öneminin, müfredatın takibinden öte iyileştirici ve onarıcı etkileri dolayısıyla altını çizdiklerini belirtiyor ve söz konusu kararın yeni travmalar yaratacağını ifade ediyor:

“Bu tür büyük afetlerden sonra insan kontrol duygusunu yitirir. Kontrolünün olup olmamasıyla ilgilidir travma; kontrolünü sağlayamayacağı kaygısı, travmayı derinleştirir.

(…) Travma bir bakıma insanın seçme ve belirleme yetisini ya da bu dünya üzerindeki varlığını etkisini kaybettiği korkusudur. Bunu geri kazandırdığınızda ruhsal olarak da katkı sağlamış olursunuz. Öğrencilerin ya da vatandaşların seçme ve belirleme hakkını elinizden alırsanız travmatize edersiniz.”

Yurtların öğrencilerin evi olduğunu söyleyen Aydın’a göre, öğrenciler okula devam etmek istiyorsa etmeli, yurtlarında kalmak istiyorsa da kalmalı. Aksi halde, yeni bir travma yaratılmış olacak:

“Belki de pek çoğu için ilk travma olacak bu, depremden etkilenmeyenleri bile etkiler bu: Benim hayat üstünde ülkem üstünde kendi hayatım üstünde hiçbir etkim yok yani duygusunu yaratabilir.”

‘Gençliğimiz heba oluyor’

Yeditepe Üniversitesi’nde okuyan ve Ensar Vakfı’na bağlı bir yurtta (Ensar Vakfı da geçtiğimiz pazar yurtlarını depremzedelere açacağını duyurdu) kalan Deniz’in anlattıkları tam da bunu düşündürüyor. Ailesi ve yakın çevresi depremden etkilenmemiş, kendisi de geçen yılın başında yeni bir kentte yeni bir hayata başlamış.

Okulu hibrit eğitim modeline geçecek, ancak kendisi İstanbul’da kirayı karşılayacak maddi geliri olmadığı için ailesinin yanına dönmek zorunda. Tam üniversiteye alışmaya başladığını, yeni arkadaşlar edindiğini düşünürken onlarla artık sadece İstanbul’a geldiğinde görüşebilecek duruma geldiğini söylüyor:

“Bahar döneminde sosyal hayatım oldukça kötü etkilenmişti. Sosyal becerilerimi hiç geliştiremedim, bunun eksikliğini hala da yaşıyorum. Haber üç gün önce geldi ve hala aklım almıyor. Önümüzdeki sekiz ay boyunca memlekette olacağım, arkadaşlarımla görüşemeyeceğim…”

Deniz aynı zamanda okulunun LGBTİ+ dayanışma topluluğu olan 7 Tepe 7 Renk’in bir parçası. Kendisinin, annesiyle her şeyi paylaşabildiğini ve ilişkisinin çok iyi olduğunu söylüyor ancak herkes onun kadar şanslı değil. İzmir’de, yurttan çıkmak zorunda kalan ve ailesi cinsel yöneliminden ötürü kendisini reddettiği için gidecek yeri olmadığını söyleyen bir öğrencinin 7 Tepe 7 Renk’e yardım çağrısında bulunduğunu anlatıyor.

Konu, bir çok yönden ele alınmayı hak ediyor, ancak görünüşe göre devletin düşünecek vakti olmadı. Depremden beş gün sonra öğrencilerin yurtlarından çıkması yönünde karar alındı ve eşyalarını bir an önce almaları için mühlet verildi. Sosyal medyada öğrencilerin özel eşyalarının büyük boy çöp poşetlerine konulduğu videolar dolaşıyor, hatta bazı görüntülere göre eşyalar poşetlerle yurt kapılarının önüne atılmış.

“Fakültelerimize, kampüslerimize, hayatımıza geri dönmek istiyoruz” diyen Ece’nin sözleri, binlerce öğrencinin duygu durumunu özetliyor:

“Ben 21 yaşındayım bu ülkede daha hiç oy kullanmadım ve oyumu bile vermediğim bir sistemin yanlış kararları yüzünden gençliğim heba oluyor. Türkiye‘nin dördüncü büyük bilim üniversitesinde okuyorum. Biz bu okulları kazanabilmek için en güzel yaşlarımızı, en güzel anlarımızı heba ettik. Biz bu ülkenin okuyan gençleri olarak bunları hak etmiyoruz.”

(Görüşmecilerin talebi üzerine yazıda geçen tüm isimler değiştirilmiştir)

Öte yandan depremzedelerin yurtlara yerleştirilmesine de başladı. Depremzedeler yerlerini kendilerine bırakan öğrencilere teşekkür etti.

 

Depremin üzerinden günler geçti: Barınma sorunu hala çözülemedi

Video haber: Metin YOKSU

*

Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden 10 gün geçti ancak ne enkaz tamamen kaldırılabildi ne de barınma sorunu çözüldü. Enkaza dönen iller arasında yer alan Adıyaman, Malatya, Kahramanmaraş‘ın bulunduğumuz çeşitli sokaklarında, köylerinde ve caddelerinde yüzlerce insandan yükselen sesin barınma sorununa işaret ettiğini söyleyebiliriz.

Soğuk hava koşullarının özellikle geceleri kendini hissettirdiği bölgede, -15 derecelere varan gecelerde vatandaşlar artık sokaklarda kalamaz hale geldi. Can kaybı 36 bin 187’e ulaştı ve henüz kaldırılmamış enkazlar bulunuyor. Kimi noktalardan depremin 10 gün sonrasında dahi umut veren kurtuluş haberleri geliyor. Binlerce gönüllü, deprem bölgesinde dayanışmayı sürdürüyor, depremzedelere her manada yardım eli uzatmaya çalışıyor. Deprem bölgesinden son notlar:

Depremden arta kalan yalnızca enkaza dönmüş şehirler olmadı, aynı zamanda toplumsal hafızaya kazınan birtakım görüntüler de gündeme oturdu. Bunlardan biri Adıyaman Valisi’nin gülümsemesiyken, bir diğeri gazetelerde atılamayan manşetlerdi. AFAD’ın ilk günlerde yetişemediği illerden yükselen isyanlar ve köylerde unutulduğunu söyleyen insanların çağrıları da aynı şekilde akılda kalan görüntülerden oldu.

Birçok insan barınma sorunu nedeniyle riske rağmen evlerine giriyor. Çadır ve konteyner henüz tam anlamıyla ulaştırılabilmiş değil ve vatandaşlar sabaha kadar battaniyelerle tir tir titrediğini söyleyerek yardım çağrılarını yineliyor.

Eko Afet Grubu Adıyaman’da: Yıkıntı atıkları Atatürk Barajı’nı besleyen derelere dökülüyor

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) Ekoloji Birliği ve İklim Adaleti Koalisyonu temsilcilerinin ve Karıncalar Ekoloji Ağı aktivistlerinin bir araya gelerek oluşturduğu Ekoloji Hareketleri Afet Grubu, dün deprem bölgesine doğru çıktığı yolculukta Adıyaman‘a ulaştı.

Eko Afet Grubu deprem bölgesine gidiyor

Burada konuşan ÇMO temsilcisi, şu anda Adıyaman’daki durumu tespit etseler de depremden etkilenen bütün kentlerde durumun aynı olduğunu söyledi:

“Deprem sırasında yaşanan can ve mal kayıplarının yanı sıra afet atıkları da tehlike saçıyor. Deprem bölgesine giden Çevre Mühendisleri Odası atık yönetimi ve halk sağlığı konusunda uyarılarda bulundu. Adıyaman’da afet yıkıntı atıkları baraja dökülmektedir.

Adıyaman’da sokakta yaşayan insanlar için; tuvalet ve kullanım suyu ihtiyacı acil bir öneme sahiptir. Tuvalet sularının yollara aktığı tespit edilmiş, herhangi bir önlem alınmadığı belirlenmiştir. Bu durum, bölgede kolera vb. gibi salgınların zeminini hazırlamaktadır.”

Enkaz kaldırma için eylem planı yok

Adıyaman’da enkaz kaldırma çalışmasının, arama kurtarma çalışmasının aksine hızlı bir şekilde yapıldığına dikkat çeken ÇMO; ” TMMOB ile yapılan görüşmelerde Hükümetin enkaz kaldırma çalışması için eylem planının olmadığı, Adıyaman’da enkaz atıklarının yerleşim yerlerine yakın yerlere döküldüğü, bu atıkların dere yatağına yakın olduğunu ve dere yatağının arkasında Atatürk Barajı’nın bulunduğu tespit edilmiştir.

Bu atıkların özellikle asbest içermesi, bölgede şu anda çalışanlar için risk oluşturmakta ve önlem alınmasını zorunlu kılmaktadır.”

Açıklamada, yerinden yapılan gözlemlerde herhangi bir önlemin de alınmadığı belirtildi: “Adıyaman’da plansız ve programsız yapılan enkaz kaldırma çalışmalarının şehirde yeni problemlerin kaynağını oluşturacağı bilinmektedir. Adıyaman dışındaki şehirlerde de durum bu şekildedir.”

İAK: Moloz dökmek yasaktır tabelasının dibine enkaz atıkları yığılıyor

Eko Afet Grubu’nun bileşimlerinden İklim Adaleti Koalisyonu da sosyal medyadan bir paylaşım yaparak, Adıyaman’da kaldırılan enkazların molozlarının, “moloz dökmek yasaktır” uyarısının hemen yanından, dere yatağına döküldüğünü vurguladı.

Grup, deprem bölgesinde yardım faaliyetlerine de katılıyor, hem yanlarında götürdükleri hem de dışarıdan gelen malzemelerin depremzedelere ulaştırılmasına çalışıyor.

Enkazdan moloza

Çok insan öldü. Henüz çok azını biliyoruz. Hala yıkılan bina enkazlarının altında 100 bine yakın insan olduğu tahmin ediliyor. TMMOB’a göre daha el değmemiş enkazlar var ve sayısı da hiç azımsanacak düzeyde değil. Aslında hala enkaz alanları cinayet mahalli! Dolayısıyla enkaza moloz muamelesi yapmadan önce konuşulması gereken çok daha ciddi meselelerimiz var.

Konu hakkında hiçbir uzmanlığı olmayan, kulaktan duyma bilgilerle Twitter şaklabanlığı yapanları bir kenara koyarsak aklı başında sağlıklı tüm herkes meselenin moloz meselesine indirgemenin vahim sonuçları olabileceğini zaten söylüyor. Ancak gösteri toplumu her zaman şaklabanları tercih eder, üstelik elle tutulur hiçbir detay bilgi ve öneri de yapmadıkları halde. Hâlihazırda çöpten ve molozdan dolayı birer şantiye alanına dönüşen şehirlerin hafriyat molozu problemini hiç hatırlamayıp birden etkileşim verilen bir dönemde afet bölgelerinin moloz sorununu dile getirmelerinin altında etkileşim kasıp biraz daha nasıl takipçi elde ederimden başka bir amaç olmadığı açık. Koca bir şehir enkaz alanıyken, tek bir sağlam yapı neredeyse kalmamışken ve ortalık yapılan çalışmalardan kaynaklı yönetilemeyen çöp probleminden dolayı kırılıyorken bir anda altında binlerce insanın bedeninin bulunduğu enkazı moloz olarak değerlendiren ve bol bol goygoy içeren paylaşımlar yapmanın başka ne anlamı olabilir ki? Enkazın yarattığı problemin erişilemeyen bedenler olduğu açıkken olayı moloz problemine indirgemek hiç iyi niyetli değil.

1999, yeniden…

1999 depreminde de benzer bir süreç yaşanmıştı. O zaman daha asbest, atık, çöp gibi meselelere olan duyarlılık bu kadar yüksek değildi. Çok az enkaza müdahale edilebilmiş ve uzun süre deprem alanları ceset kokusuyla hafızalarda yer edinmişti. Daha sonra enkaz moloza dönüşmüş ve kaldırılan molozlarla birlikte ismi sadece kayıtlarda olan binlerce cansız beden moloz yığınları arasında hafriyat sahalarına çürümeye terk edilmişti.

Dönemin siyasal İslamcı “muhalif sesi” ancak şimdinin muktediri Yeni Şafak Gazetesi bu durumu “Şehirler Ölüm Kokuyor” başlığıyla vermişti. Resmi sayılar 5840 kişinin kaybolduğunu söylüyordu. İşte bu sayı molozlarla beraber hafriyat sahalarına nakledilmişti. Yaz aylarıydı ve hava oldukça sıcaktı. Enkaz altında kalıp ya hemen ölen ya da yardım gitmediği için ölenlerin cesetleri, çok hızlı kokuştuğu için bu sorunu ortadan kaldırmak için tüm enkaz 5840 kişiyle birlikte kaldırılmıştı.

Şimdi aynı şey tekrar edecek gibi görünüyor. Enkaz görüntülerinin yaratacağı öfkenin berhavası ancak enkazın bir an önce ortadan kaldırılmasıyla mümkün. Ortaya yayılacak ölü kokusu ancak böyle toptan kaldırılabilir. Yoksa zihni sinir depremcinin söylediği gibi enkaza çamaşır suyu ve kireç serpilemeyeceğine göre yapılacak ilk iş enkazı moloza dönüştürüp bir anda ticari bir faaliyet konusu yapmak. İşte moloz ve etkileri konulu söylemlerin dolaşıma girmesinin nedeni bu! Aynı hızı enkaz arama ya da yardım organizasyonunda göremiyorken moloz kaldırma işinde görüyor olmak herhalde tesadüf değil. Çünkü enkaz moloza dönüştüğünde artık mekanik cansız ve gri renkli malzemeler yığınından bahsediyor olacağız. Bir de artık biliyoruz ki bir ihale ülkesiyiz ve bu iş de birilerine ihale edilecek. O ihaleyi alanların bu işi nasıl yapacaklarını belirleyen yönetmelikler de çıkaracağız ve ilk birkaç hafta bunları sıkı da kontrol edeceğiz. Ancak sonra herkes normal yaşantısına dönmeye devam edince enkazdan moloza geçiş hızından dolayı gri beton yığınları arasında kalanların ölmüş bedenlerinin kopmuş uzuvlarının kepçe dişlerine takıldığı görüntüleri sosyal medya hesaplarından öğreneceğiz. Bunların olacağını görmek için müneccim olmaya gerek yok. Umarım yanılırım.

Yeni şahlanış: Betonun yükselişi

Bunların olmaması için tüm bedenlerin enkazdan çıkartılması ve enkazların tek tek incelenmesi gerekiyor. Ancak durum ne yazık ki bunun olmayacağının işaretlerini veriyor. Kısa bir süre sonra tüm enkazların incelendiğini artık arama kurtarma faaliyetlerinin devam edilmesine lüzum olmadığını duyacak gibiyiz. Sonra bir seferberlik hareketi ile yeni bir şahlanış hareketine girme süreci. Betonun yeniden yükselişi! İnşaat ya Resul Allah! Ardından açıklanacak kayıp sayısı. Kayıp demek ölüm demek değil. Bir şey kaybolunca ölmüş olduğunu idrak edemiyorsunuz. Bu nedenle Gölcük depremindeki ölü sayısına kayıpların sayısı eklenmemiş. Onlar ayrı bir istatistik olarak duvara asılmıştı.

Tüm enkazlardan tüm bedenler çıkartılır ise işte ondan sonra molozun nasıl kaldırılması ve ne yapılması gerektiğini de elbet konuşabiliriz. Hatta işin uzmanları bunları ofislerinde elbette hazırlasın. Ancak moloz için yer arama çalışmalarına şimdiden başlamak, enkaz nedir, kirletici nedir buna dair Google bilgisiyle söyledikleri tezvirattan öte olmayan şaklabanların birbirlerini takdir eden, tebrik eden, güzelleyen ilgi yağmacılığına prim verecek şekilde yapmak izansızlıktır.

Ayrıca daha henüz enkazdan kurtulanların hayatlarını devam ettirirken oluşan çöplerin yönetimine dair bile elle tutulur bir girişim oluşturulamamışken, tüm deprem bölgeleri tek kullanımlık plastik çöplüğü görüntüsü verirken, enkaz-moloz ilişkisine dair atıp tutulanlar yaklaşımın vahametini de gözler önüne seriyor. Çünkü hafriyat moloz ilişkisine dair söylenenlerin ve verilen reflekslerin onda birinin ortaya çıkan hafriyat dışı kirliliğe dair verilmemiş olması yaklaşımdaki art niyeti ve kötü kokuların da işareti gibi. Altında binlerce cansız beden bulunan enkazlar, hiçbir gözünü para bürümüş moloz tüccarının dedektörlü altın arama ya da ortaya çıkacak kıymetli atık aç gözlülüğüne kurban edilemez, edilmemeli.

Saros Körfezi’ne ilk gemi girdi: Tehlikenin farkında mısınız?

Edirne’nin Keşan ilçesine bağlı Sazlıdere ve Gökçetepe köyleri arasına BOTAŞ tarafından yapılan Yüzer Depolama ve Yeniden Gazlaştırma Ünitesi (FSRU) Doğalgaz Aktarma Limanı’na ilk gemi dün (15 Şubat)  geldi.

Mısır’ın Damietta Limanı’ndan çıkan ve 15 Şubat sabah saatlerinde Saros Körfezi’ne giren Vasant 1 isimli Hindistan bandıralı gemi, akşamüstü saatlerinde Mecidiye Sahili açıklarından römorkör refakatiyle yaklaşık altı saatte limana taşındı.

Yüzer depolama ve üretim yapabilen 117 bin 600 gross tonluk gemi, 294 metre uzunluk ve 48 metre genişliğe sahip.

Limana demirleyen geminin fotoğraflarını paylaşan Saros Gönüllüleri, bölgenin 1. derece fay hattında bulunduğunu belirterek duruma tepki gösterdi.

Daha İskenderun Limanı’nın ateşi sönmedi

Akvitistler paylaşımlarında şunları kaydetti:

“100 bin ton ağırlığında, 300 metre uzunluğunda dev FSRU Gemisi, Cennet Saros’umuzun sığ, temiz, berrak sularına girdi. Halk, 200 bin imza topladı. 1038 kişiyi temsilen dava açtı. 5 bin kişi miting yaptı. 10 farklı disiplinden bilim insanı bilirkişi raporlarında ‘olmaz’ dedi. Halkın hukuk savaşına rağmen ‘üstün kamu yararı’ şeklinde çıkan mahkeme kararı ile maalesef proje durdurulmadı. Daha İskenderun Limanı’nın ateşi sönmeden 1. derece fay hattı üzerinde gezen büyük tehlikenin farkında mısınız?”

Doğalgaz Aktarma Limanı’nın Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde olduğunu hatırlatan Saros Gönüllüleri Dayanışması Sözcüsü Mürşide Ertürk Çoban, “Saros’ta LNG taşımacılığı büyük risktir. Saros’a girecek her gemi, Trakya’nın kalbine konulan bomba anlamına geliyor. LNG gemisi patlaması durumunda, 55 bin ton patlayıcı etkisi yaratacaktır. Yine söylüyoruz, hep söyleyeceğiz; bilimin yolundan ilerleyecek, göz göre göre felakete seyirci kalmayacağız. Mücadelemiz devam ediyor. Saros’a kıymayın” dedi.

FSRU Doğalgaz Aktarma Limanı’yla ilgili süreç, 31 Mayıs 2018 tarihinde Edirne Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’nün internet sitesinde ‘ÇED süreci başlatılmıştır’ şeklindeki duyurunun ardından başlamıştı. Beş yıldır bölge halkının ve binlerce çevrecinin tepkisine rağmen proje devam etti. Proje kapsamında, bölgede yaklaşık 10 bin ağacın kesildiği belirtiliyor.

Saros Körfezi’nden Kırklareli’ne: Trakya ekosistemi saldırı altında
‘Saros Körfezi’nde hem bilim hem de hukuk çiğneniyor’
Mahkeme açıkladı: Saros FSRU Liman ve Boru Hattı Projesi’nin ÇED olumlu kararı iptal

‘Doğa ile inatlaşmayın’

Saros Gönüllüleri Dayanışması​​​​​ Keşan Kent Konseyi ise BOTAŞ’a çağrıda bulundu: “Doğa ile inatlaşmayın”

Konseyin açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

“Yaklaşık beş  yıldır Saros Körfezi’nde Sazlıdere ve Gökçetepe köyleri arasına BOTAŞ tarafından yapılmaya çalışılan FSRU Limanı ve kara boru hattı çalışmalarında hukuk, bilim yok sayılarak sona gelindi. 15 Şubat günü Saros Körfezi’nde bir gemi göründü. Uzun bir uğraştan sonra FSRU Limanına yanaştırıldı.

​Hukuku ve bilimi yok sayarak çalışmalarını sürdüren BOTAŞ toplumsal acılarımızı sürekli olarak fırsata çevirdi. 17 km kara boru hattı çalışmalarında COVİD 19 pandemisini kullandı. Pandeminin en yaygın olduğu, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı sürede binlerce ağaç kesilerek boru hattı çalışması yürütüldü.

​Şimdi de ülkemizi yasa boğan ülke olarak depremin yarattığı acılar yüreklerimizi sızlatırken Sessiz sedasız Gemi FSRU Limanına yanaştırıldı.
​BOTAŞ’a çağrımızdır. Doğa ile inatlaşmayın!”

Depremin merkezi Maraş ile Malatya‘nın arasının 220 km olmasına rağmen, Malatya’nın enkaza döndüğünü hatırlatan Kent Konseyi, “Ganos fay hattı ile FSRU Limanının arası 7 km’dir” dedi.

​Keşan Kent Konseyi ve Saros Gönüllülere Dayanışması, 18 Şubat Cumartesi günü saat 13.00’de Sazlıdere köyünde FSRU Limanı ve gemi manzaralı tepede kitlesel basın açıklaması yapacak.