Ana Sayfa Blog Sayfa 497

[1 Mayıs İşçi Bayramı] Afet bölgesinde 1 Mayıs kutlamaları

Adil çalışma koşullarını savunan ve emek sömürüsüne karşı çıkan yüzlerce emekçi, Kahramanmaraş depremlerinin vurduğu afet bölgesinde de  1 Mayıs İşçi Bayramı‘nı kutladı.

Kahramanmaraş, Gaziantep, Adana, Malatya, Diyarbakır ve Şanlıurfa‘da birçok sendika, STK, siyasi parti ve halkın katılımıyla büyük mitingler yapılırken, Adıyaman ve Hatay‘da basın açıklamaları okunarak emek savunusu yapıldı.

Kilis‘te ise tarım işçileri para kazanma gayretlerinden ötürü eylemlere katılamayarak 1 Mayıs’ı tarlalarında çalışarak geçirdi.

‣ Gözaltılardan halaylara Türkiye’nin 1 Mayıs’ı

Kahramanmaraş

Hak-İş Konfederasyonu, 1 Mayıs dolayısıyla depremin merkez üssü Kahramanmaraş’ta “Emeğin Evrensel Gücü: Hak-İş” temasıyla bir etkinlik düzenlendi.

İstasyon Mahallesi Gar önünde düzenlenen etkinliğe Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, Kahramanmaraş’ın acılarını paylaşmak ve yürek yangınını söndürmek için 1 Mayıs programını burada yapmak istediklerini aktardı.

Arslan, Türkiye tarihinin en büyük deprem felaketinin acısını yüreklerinde yaşadıklarına vurgu yaparak, Hak-İş olarak depremin ilk anından itibaren yaptıkları çalışmaları şu şekilde özetledi:

AFAD ile koordineli bir şekilde 3 ayrı kurtarma timimizi deprem bölgesine, Maraş’a gönderdik. Hak-İş’te, Afet Koordinasyon ve Kriz Merkezi’ni oluşturarak ihtiyaç duyulan yardım malzemelerinin bölgeye ulaştırılmasını sağladık. Deprem bölgesinde incelemelerde bulunarak, ihtiyaçları yerinde tespit ettik ve yardımlarımızı AFAD koordinasyonunda bölgeye ulaştırdık. Depremin ilk anından ayni yardımlarımızın yanı sıra üyelerimiz başta olmak üzere depremden etkilenen vatandaşlarımıza yönelik 250 milyon liraya yakın yardımda bulunduk. Bu Türkiye’deki sivil toplum ve sendikalar konfederasyonlar içerisinde en yüksek rakamdır. En öndeyiz, ilkiz, lideriz. Biz sadece konuşmuyoruz. Sadece laf etmiyoruz. Biz yapıyoruz.”

Adıyaman

1 Mayıs

Eğitim Sen Adıyaman Şube Başkanı ve KESK Adıyaman Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Abdullah Demir, 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı nedeniyle yayımladığı kutlama mesajında, çalışma yaşamının giderek daha güvencesiz bir hale geldiğini vurguladı.

Demir, “Kapitalizmin kar hırsı, iktidarın rant politikaları nedeniyle sonuçları çok çok ağır olan depremde yaşamlarını yitirenleri saygı ile anıyoruz. Doğal bir felaketin insan eliyle son birkaç yüzyılın en büyük trajedilerinden birine dönüşmesine neden olanlar göstermelik açıklamalarla, birkaç tutuklamayla kendilerini işin içinden sıyıramayacaklar” diye konuştu.

“Her gün yaptıkları sahte açılış törenleriyle, doğalgaz aldatmacasıyla, savaş silahlarını sahneledikleri gösterileriyle bizlere depremin acısını unutturamazlar” diyen Demir, “Bizim TOGG’lara karnımız tok. Hiçbir hamasi nutuk kamusal hizmetlerin çöktüğü gerçeğini gizlemeye yetmez. Zamlar, alım gücündeki erime hayatı yaşanılmaz kılıyor. Başta kadın emekçiler olmak üzere tüm emekçilere gittikçe daha güvencesiz bir çalışma yaşamı dayatılıyor” ifadelerini kullandı.

Özellikle kadınların işsizliğine ve dayatılan çalışma koşullarının yetersizliğine vurgu yapan Abdullah Demir “Ülkemiz her alanda Güvencesizler Cumhuriyeti haline geldi. Kadın işsizliği ve güvencesiz, kayıt dışı çalışma ortamlarında taciz, şiddet ve mobbing her geçen gün artıyor. İşsizlik aldı başını gidiyor. Hiçbir dönemde olmadığı kadar yurt dışına beyin göçü yaşanıyor. İşçi cinayetlerinde adeta katliam yaşanıyor.  Her şeye zam gelirken artmayan, yerinde sayan tek şey bizim maaşlarımız” diye ekledi.

Özgürlüğün, demokrasinin, barışın, laikliğin hâkim olduğu bir gelecek ve ülke için mücadeleye devam edeceklerini belirten Demir, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Eşitlik, özgürlük, adalet, barış, demokrasi ve laiklik için artık yeter diyoruz. … Bu karanlığı işçi sınıfı, emekçiler, kadınlar, gençler, Aleviler, farklılıkları, cinsel yönelimleri reddedilenler, kölelik şartlarında yaşayan göçmenler, sizler, bizler yırtıp atacağız. Bizleri karanlıktan çıkaracak olan işte bu 1 Mayıs meydanlarında açığa çıkan iradedir. … Emekçiler olarak, işçi sınıfı olarak, kadınlar, gençler olarak özgürlük meşalesini yakıyoruz, yeni bir başlangıç için aydınlığa koşuyoruz.”

Hatay

Hatay‘ın Defne ilçesi Harbiye Mahallesi Dükkan Abbud Meydanı’nda Emek Partisi (EMEP) 1 Mayıs basın açıklaması gerçekleştirdi.

Evrensel’in aktardığına göre, açıklamaya Tunus Emekçileri Partisi yöneticisi Mounder Khalfaouı ve Fas Demokratik Yol Örgütü yöneticisi Mouad Elijhrı katıldı. Basın metnini EMEP Hatay il yöneticisi Alperen Demir okudu.

Demir “On binlerce insanımız öldü, bir o kadar insanımız yaralandı, sakat kaldı. Evini, işini ve yaşamsal bütünlüğünü kaybetti” diyerek Kahramanmaraş depremleri nedeniyle yaşanan kayıpları andı.

AKP iktidarının yapmakla övdüğü rezidansları bir dakika içinde yerle bir olurken, deprem gerçeğini ve insan yaşamını yok sayan yapılaşma politikası bu depremi insanlık tarihinin en büyük katliamına dönüştürdü” diyen Alperen Demir, “Depremin üzerinden üç ay geçmesine rağmen temiz su, beslenme ve barınma sorunu devam ediyor. Bu sorunların hiçbiri iktidarın gündeminde değil. Yaz mevsiminin yaklaşmasıyla çadır kentlerde sinek, böcek, haşere ve yılan gibi sorunlar baş göstermeye başladı. AFAD yardım kolilerini depremzedelere dağıtmak yerine, AKP seçim çalışmaları için kullanıyor” açıklamalarında bulundu.

Hatay Valisi ve İl Sağlık Müdürü’nün AKP’den milletvekili adayı olmak için istifa ettiğini hatırlatan Demir, “Tüm bu sorunların yanı sıra enkaz kaldırma işlemi şehrin sağlıklı bir inşası yerine rant ve kâr odaklı ilerliyor. Tek adam ve AKP iktidarının işçilere, emekçilere ve halka yoksulluktan başka vereceği bir şey yoktur ve 14 Mayıs seçimleri tek adam rejimini tarihe gömdüğümüz gün olacaktır. Başta Karyer mahallesi, Darmaşta mahallesi, Halisli mahallesi, Gümüşgöze mahallesi ve tüm Harbiye mahalleleri ve Hatay halkı bu enkazdan alnının akıyla doğrulmayı başaracaktır. Defne Harbiyeli işçi ve emekçiler dünyanın her köşesindeki kardeşleri gibi elbet yağmacı ve talancı kapitalizme karşı demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bir parçası olacaktır. Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’müz 1 Mayıs kutlu olsun” dedi.

Tunus ve Fas’tan gelen temsilciler ise açıklama sonrası geçmiş olsun dileklerini ve birlik, mücadele mesajlarını ilettiler.

Gaziantep

Gaziantep Kırkayak Parkı’nda bir araya gelen Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Emek Partisi (EMEP), Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi (TKP), Tüm Taşıma İşçileri Sendikası (TÜMTİS), Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) emeğin, eşitliğin, özgürlüğün, demokrasin hakim olduğu bir ülke için mücadele çağrısı yaptı.

İşçi ve emekçiler, ağır çalışma koşullarına, baskıya ve yoksulluğa karşı insanca yaşamak için taleplerini dile getirdi. Yapılan açıklamada, “Emeğin, eşitliğin, özgürlüğün, demokrasin, barışın, laikliğin hakim olduğu bir ülke için mücadeleye devam edeceğiz. Bu düzeni değiştireceğiz” denildi.

DİSK Bölge Başkanı Ali Güdücü, “İşçilerin kamu emekçilerin gençlerin kadınların emeklilerin çocuklarımızın geleceği için tarihsel bri dönemde kol kola omuz omuzayız. Sömürülen yok sayılan milyonlar 1 Mayıs alanlarında bir aradayız. Yasakları yıkmak için burdayız. Hakları için adalet demokrasi için barış için mücadele eden işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar 1 Mayıs meydanında buluşuyor. Hayatın her alanında bizlere reva gördükleri kayyum düzeni, ihraçlar, adletsizlikik, cezaeverinde insanlık dışı uygulamalar, gözaltı operasyonlarıdır. Şirket gibi yönetteikleri ülkeyi salgında ekonomik krizde en ağır bedelleri biz ödedik. Bizden hellalik istediler, haram olsun hakkımız” dedi.

“Yeni bir toplumsal düzen için yeni bir başlangıç yapıyoruz” diyerek sözlerini sürdüren Güdücü, “Grev hakkının yasaklanmadığı, sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırıldığı, insanca yaşayacak bir ücretle yaşandığı, kadınlara yönelik şiddetin taciz ve tecavüzün son bulduğu, eşit yurttaşlığın barış ve kardeşliğin hakim olduğu, düşünce ve ifade özgülüğünün suç olarak görülmediği, emeğin eşitliğin özgürlüğün, demokrasin, barışın, laikliğin hakim olduğu bir ülke için mücadeleye devam edeceğiz. Böyle bir dünya mümkün. Kapitalizme karşı, işsizliğe karşı bileşeceğiz; bu düzeni değiştireceğiz. 14 Mayıs’ı bekliyoruz” diye konuştu.

Ardından Gaziantep Demokratik Kadın Platformu adına konuşan Serpil Dağdelen, “Yok sayılan görmezden gelinen göçmen kadınların emeğinin sömürülmesinin ve istismarının son bulması, güvenceli ve kayıtlı istihdamın sağlanması için, alanlardayız. Savaşa hayır dyen barış mücaelesi yürüten kadınlar olarak sözümüzü söylemek varız demek için buradayız. ‘İstanbul Sözleşmesi bizim, vazgeçmiyoruz’ demek, 6284 sayılı Kanun başta olmak üzere hiçbir kazanımımızı pazarlık konusu yaptırmamak için alanlardayız. Çalışma yaşamında kadına yönelik her türlü ayrımcılığın terk edilmesi, cinsiyetçi iş bölümüne son verilmesi için; hane içindeki şiddeti de kapsamına alan ILO 190 Şiddet ve Taciz Sözleşmesi’nin onaylanması için alanlardayız” ifadelerini kullandı.

TÜMTİS üyesi kargo işçisi Mahmut Özdemir “Biz milyonlarız, bizi yok sayamazsınız diyoruz. Krizde, salgında, depremde biz çalıştık. Alınterimizin karşılığını hakkıyla almak istiyoruz. Madenlere biz indik, makinaları, tezgahları biz döndürdük, binaları yolları biz inşa ettik. Ekmeği biz ürettik, kargoları biz taşıdık. Ama aç kaldık, enflasyon altında ezildik. İş cinayetlerine kurban gittik, enkazların altında can verdik. Felaketler kaderimiz oldu. Şimdi gururla söylüyorum; ben sendikalı bir işçiyim. Bütün işçilere de diyorum ki örgütlenmekten haklarınızı aramaktan korkmayın. Tipki bizden önce, yani bundan 137 yıl önce insanlık dışı çalışma koşullarına karşı direnen ve bugüne adını veren 1 Mayıs işçileri gibi” dedi.

Konuşmaların ardından 1 Mayıs halaylarla devam etti.

Kilis

Kilis’teki tarım işçileri ise 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde de tarlalarındaki mesailerine devam etti.

Ziraat Mühendisleri Odası Kilis Temsilcisi Güven Özdemir, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününde tarım işçileri ile bir araya gelerek sorun ve sıkıntılarını dinledi.

DHA‘nın aktardığına göre Özdemir, tarım işçilerinin arazide çalışarak ülke ekonomisine katkı sunduğunu belirterek, “Tarım işçilerimiz 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününde biber fidelerini toprakla buluşturuyor” dedi.

Öte yandan tarım işçileri ise bayram gününde çalıştıklarını ve alın teri ile para kazanma gayretinde olduklarını ifade etti.

Adana

TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, Adana‘da Arif Nihat Asya Parkı‘nda toplanan işçilerle 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü dolayısıyla düzenlenen etkinlikte bir araya geldi.

Atalay, Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen bölgede çalışmalar yürüttüklerini, paylaşmak, yardımlaşmak, kucaklaşmak ve acıları azaltmak için Adana‘da alanda olduklarını belirtti.

Türkiye’de her gün dört işçinin iş kazasında hayatını kaybettiğini belirten Atalay, bu rakamın dünya ortalamasının çok üstünde olduğunu ifade etti.

Çocuk işçilerle ilgili yasal düzenlemeye de ihtiyaç olduğunu anlatan Atalay, seçimlere ilişkin şöyle konuştu:

“Bütün partilerin milletvekili listesini inceledim. Siz de incelediniz. Biz bu ülkede işçi, işsiz, emekli, küçük esnaf, bu ülkenin yüzde 70’iyiz. Meclis’e girecek üç işçi, esnaf, emekli yok. Ne konuşuyoruz biz şimdi? Tulum giymemişse, çiftçilik yapmamışsa, Meclis’te ne anlatacak? Tulum yoksa, tulumun derdini anlatamaz. Yüzde 85 işveren, öbür meslek guruplarını sayıp da bir haksızlık yapmayım diye söylemiyorum. Sermaye ağırlıklı bir Meclis. Dün de öyleydi, ondan evvel öyleydi. Bunu değiştirmediğiniz müddetçe bu problemleri çözemeyiz. Bugün bununla ilgili milletvekili olacak durumum yok. İşveren olacak durumum yok. Türkiye’nin bütün alanlarından, bu Meclis’e işçi kökenli milletvekili sokmazsak sıkıntıları büyütmeye devam ederler.”

Malatya

Malatya’da 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü siyası partilerin ve sendikaların katılımıyla kutlandı.

Her yıl Emeksiz Kavşağı’nda yapılan buluşma bu yıl yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremler nedeniyle İnönü Caddesi Sıtmapınarı kavşağında başladı.

Polis ekiplerinin geniş güvenlik önlemleri aldığı alanda burada toplanan sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler daha sonra İnönü Caddesi üzerinden Dedekorkut kavşağında doğru yürüyüşe geçti. Ellerinde çeşitli pankartlarla sloganlar atarak Abdullah Gül Parkı’na kadar yürüyen grup burada yapılan konuşmaların ardından dağıldı.

Diyarbakır

Diyarbakır’daki işçi ve emekçiler 1 Mayıs kutlaması için Dağkapı Meydanı alanında buluştu.

Tigris Haber‘in aktardığına göre, DİSK, KESK, Genel-İş, Diyarbakır Tabip Odası ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu üyelerinden oluşan tertip komitesi tarafında “Yeni bir başlangıç için emek bizim, gelecek bizim” şiarıyla kutlama yapıldı.

Şanlıurfa

Şanlıurfa‘da 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü nedeniyle yürüyüş ve basın açıklaması düzenlendi.

Pusula‘nın aktardığına göre, Urfa Emek ve Demokrasi Platformu, KESK, İnsan Hakları Derneği, Şanlıurfa Barosu, Şanlıurfa Tabip Odası, TMMOB Şanlıurfa Şubesi gibi birçok sivil toplum kuruluşlarının üyelerinden oluşan kortej, sloganlar atarak mitingin yapılacağı Topçu Meydanı’na doğru yürüdü.

Meydanda yapılan basın açıklamasının ardından çalınan davulların eşliğinde halay çekildi. Çok sayıda vatandaşın katıldığı 1 Mayıs kutlamasında emniyet ekipleri de güvenlik önlemi aldı.

Uzun bir kortej oluşturan kalabalık, “Emek bizim gelecek bizim” pankartı açtı.

[1 Mayıs İşçi Bayramı] Gözaltılardan halaylara Türkiye’nin 1 Mayıs’ı

1 Mayıs İşçi Bayramı, Türkiye‘nin birçok şehirde, meydanlarda kutlanmaya devam ediyor. İstanbul‘daki kutlamalar Maltepe miting alanında yapılırken, başkent Ankara‘da emekçiler Tandoğan‘daki Anadolu Meydanı‘nda toplandı. İzmir‘deki kutlamaların merkezi Gündoğdu Meydanı oldu.

İstanbul’da saat 10.30’dan itibaren 1 Mayıs kutlamalarının yapılacağı Maltepe Meydanı’na girişler başladı. Sendika ve STK’ların oluşturduğu kortejle birlikte, pankart ve bayraklarla gelen binlerce kişi Maltepe Orhangazi Şehir Parkı çevresinde toplanarak, giriş noktalarına yürümeye başladı.

Maltepe’deki buluşmaya sanatçılar, oyuncu sendikaları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanları da katıldı.

DİSK ve Türk-İş, Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’na çelenk bıraktı

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) üyeleri, 1 Mayıs dolayısıyla Taksim Meydanı‘nda bulunan Cumhuriyet Anıtı‘na çelenk bıraktı.

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu‘nun yanı sıra sendika üyelerinin de katıldığı törende Çerkezoğlu, “Bugün 1 Mayıs. İşçi sınıfının dayanışma ve mücadele günü. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyanın dört bir yanında beş kıtada işçi sınıfı bu ülkenin değerlerini ve güzelliklerini üretenler kendi talepleri ve kendi mücadeleleri ile alanlarda. Yılın 364 günü çalışan işçiler 1 Mayıs günü yaşadığımız bu sisteme karşı itirazlarımızı ifade etmek için alanlarda buluşuyoruz. 1 Mayıs Taksim Meydanı‘dır. Bugün buraya DİSK yönetim kurulu olarak geldik. Çelengimizi bıraktık. İki gün önce anmalarımızı da gerçekleştirdik. Şimdi buradan Maltepe meydanına geçeceğiz” diye konuştu.

Yapılan basın açıklamasının ardından grup Taksim’den ayrılarak Maltepe Meydanı’na hareket etti.

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) üyeleri de 1 Mayıs nedeniyle Taksim Meydanı’ndaki Cumhuriyet Anıtı’na çelenk bıraktı. Türk-İş adına açıklama yapan Türkiye Otel Lokanta Dinlenme Yerleri İşçileri Sendikası (TOLEYİS) Genel Başkanı Cemail Bakındı, yaptığı basın açıklamasında Kahramanmaraş depreminde hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı diledi.

Deprem bölgesindeki yaraların bir an önce sarılması için mücadele edilmesi gerektiğini belirten Bakındı, “Bu ülkenin bölünmesine asla müsaade etmeyeceğiz. Türk İş topluluğu vatan ve toprağımız varsa milletimiz varsa biz varız diyen bir topluluktur. Bugüne kadar kazandığımız emeklerden asla taviz vermeyeceğiz. Bu acımasız kapitalist sistem bir gün mutlaka değişecektir” ifadelerini kullandı.

Taksim Meydanı’na yürümek isteyen gruplara müdahale: 10 gözaltı

İstanbul Emniyet Müdürlüğü‘nün aldığı güvenlik önlemleri kapsamında Taksim Meydanı ve çevresi erken saatlerden itibaren demir bariyerlerle kapatıldı.

Polis ekileri, İmam Adnan Sokağı‘ndan Taksim Meydanı’na yürümek isteyen bir gruba müdahale etti. Polis, gruptan 10 kişiyi gözaltına aldı.

Beşiktaş‘ta ara sokaklardan Barbaros Bulvarı‘na çıkarak Taksim’e yürümek isteyen Halkın Kurtuluşu Partisi üyeleri de polis müdahalesi ile karşılaştı. Polis ekiplerinin durdurduğu gruptan yaklaşık 30 kişi gözaltına alınırken, eylem nedeniyle Barbaros Bulvarı Levent istikametinde trafik bir süre durdu.

Beşiktaş Çarşı‘da toplanan Umut-Sen üyesi bir grup da ellerinde taşıdıkları pankartla Taksim’e doğru yürüyüş yapmak istedi. Grubun geçişine izin vermeyen polis ekipleri, bazı kişileri gözaltına aldı.

‣ İstanbul’da 1 Mayıs polis müdahalesiyle başladı

Şişli’den yürümek isteyenlere izin verilmedi

Şişli’de ara sokaklardan gelerek Elmadağ‘da toplanan bir grup da halk evleri yazılı pankart taşıyarak Taksim’e yürümek istedi. Gruba izin vermeyen polis ekipleri, müdahale ederek bazı kişileri gözaltına aldı. Ara sokaklardan çıkarak Osmanbey‘de toplanan bazı gruplara da izin verilmedi. Taksim’e yürümek isteyen gruplara yapılan müdahalede, bazı kişiler gözaltına alındı.

Bariyerlerle kapatılan İstiklal Caddesi girişinde, Taksim Meydanı’na çıkmak isteyen iki kişiye izin verilmedi. Gözaltına alınan iki kişi, polis aracına götürüldü.

‣ Afet bölgesinde 1 Mayıs kutlamaları

Ankara’da Anadolu Meydanı’nda buluşuldu

Ankara‘da 1 Mayıs çeşitli sendika ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla Anadolu Meydanı‘nda kutlandı.

Ankara Tabip Odası, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), DİSK, Genel İş Sendikası, Eğitim Sen ve Türk-İş’in aralarında bulunduğu birçok meslek örgütü, sabahın erken saatlerinden itibaren yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı miting alanına giriş için Atatürk Kültür Merkezi’nde bir araya geldi.

Pankartlar polis tarafından tek tek kontrol edilirken, burada oluşturulan kortejle sloganlar eşliğinde miting alanında yüründü.

Yaşanan ekonomik kriz ve 14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri Ankara’daki mitingin gündemini oluşturdu.

“Enkazın içinde sandıkların hükmü yok”, “En güzel kravatını tak bakalım yargılanacaksın”, “Ak çocuklar değil, aç çocuklar kazanacak”, “Soydular soğana muhtaç ettiler”, “Sınıfa karşı sınıf krize karşı devrim” pankartları taşıyanlar, “İş ekmek yoksa barış da yok”, “Fabrikalar tarlalar, siyasi iktidar her şey emeğin olacak”, “AKP’den hesabı emekçiler soracak” sloganları attı.

Kutlamalarda sanatçı İlkay Akkaya bir konser verdi. Etkinlikler, halaylarla son buldu.

İzmir’de kutlamaların adresi Gündoğdu Meydanı oldu

İzmir‘de Basmane ve Cumhuriyet meydanları ile Alsancak Garı önünde bir araya gelen sendika temsilcileri, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve siyasi parti üyeleri, kortejler oluşturarak kutlama alanına yürüdü.

Gündoğdu Meydanı’nda İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı ve Türk-İş İzmir Üçüncü Bölge Temsilcisi Hayrettin Çakmak birer konuşma yaparak işçilerin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü tebrik etti.

Konuşmaların ardından sanatçı Suavi konser verdi.

Mersin’de 1 Mayıs’ın gündemi yoksulluk ve Akkuyu

Haber: Abidin YAĞMUR

*

1 Mayıs Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü, Mersin Emek ve Demokrasi Platformunun düzenlediği yürüyüş ve mitingle kutlandı.

Kutlamalara Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve Birleşik Kamu İş Konfederasyonu’na (Birleşik Kamu-İş) bağlı sendikaların yanı sıra siyasi partiler ve dernekler de katılım sağladı.

Binlerce emekçinin gündeminde hayat pahalılığı, yoksulluk ve deprem felaketinin yaratığı yıkım vardı. vardı. Emekçiler “Patates soğan, güle güle Erdoğan” şeklinde sloganlar attı.

Fotoğraf: Abidin Yağmur

Mersin’deki 1 Mayıs kutlamaları sabah saatlerinde Millet Bahçesi yanındaki alanda kortejlerin toplanmasıyla başladı. DİSK’e bağlı işçi sendikaları ile KESK ve Birleşik Kamu-İş’e bağlı memur sendikalarında örgütlü emekçilerin yanı sıra Mersin Tabip Odası, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Muhasebeciler Odası, Mersin Barosu, Tüm Emeklilerin Sendikası, 2021 Emekliler Sendikası, Halkevleri, Dersimler Derneği, Sözyüzü Dergisi, Tiyatro Agon, Mimoza Kadın Derneği, LGBTİ+ dernekleri üyeleri de kortej oluşturdu.

Fotoğraf: Abidin Yağmur

Cumhuriyet Halk Partisi, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi, Toplumsal Özgürlük Partisi, Devrimci Parti üyeleri de kortej oluşturarak yürüyüşe katıldı.

Fotoğraf: Abidin Yağmur

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer, Mersin milletvekilleri Ali Mahir Başarır ve Alpay Antmen ve milletvekili adayları da katılımcılar arasında yer aldı.

Fotoğraf: Abidin Yağmur

Mersin Nükleer Karşıtı Platform bileşenleri de beyaz kefenlerini giyerek yürüyüşe katıldı. Akkuyu Nükleer Güç Santralinde çalışan bir işçi de tek başına eyleme katıldı.

Fotoğraf: Abidin Yağmur

Murat Öztürk adlı işçi yürüyüş boyunca “NGS tüm Akkuyu işçileri adına. Yemekler kötü. Hijyen yok. İşçiye zulme son” yazılı pankart taşıdı.

Fotoğraf: Abidin Yağmur

Istrancalar’da dokuz köyü etkileyecek RES projesi İdare Mahkemesi’nden döndü

Edirne İdari Mahkemesi, Kırklareli‘nde yedi köyü etkileyecek rüzgar enerjisi santrali projesini iptal etti.

Dava, iki yıl önce, Doku Derneği‘nin hukukçularının desteği ve Kırklareli Kent Konseyi, Kırklareli Barosu ve Trakya Platformu’nun katkısıyla, santralin kurulmak istendiği alanda yaşayan köylüler tarafından açılmıştı.

İdare Mahkemesi iptal gerekçesinde, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı tarafından verilen “ÇED Olumlu” kararının Türkiye‘nin de imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olmasının yanı sıra, Istrancalar’ın doğal ve sosyal yaşamını risk altına sokacağına dikkat çekti.

‘Yerel türlere ve göç yollarına zarar verir’

Kararda, “Kırklareli Valiliği Çevre ve Sehircilik İl Müdürlüğü tarafından 08/07/2020 tarihinde duyurusu yapılan Kırklareli İli Merkez, Kofçay ilçesi, Tastepe, Terzidere, Kocayazı, Elmacık köyleri ve Merkez ilçesi, Geçit Ağzı, Kuzulu, Kadıköy köyleri mevkiinde RES Anatolia Holding A.Ş. tarafından yapılması planlanan “Elmacık Rüzgar Enerjisi Santrali (19 adet Türbin 70 MWm/70MWe)” ile ilgili bakanlığı verdiği “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararının risklerine şöyle dikkat çekildi:

“49 yıllık bir proje için milyonlarca yılda oluşan ekosistemin risk altında olduğu, arıcılık faaliyetinin yeterli düzeyde incelenmediği, proje alanının nesli küresel ölçekte tehlikede olan şah kartalının yaşam alanı olduğu, proje alanının yine nesli tehlikede olan küçük akbaba tarafından aktif olarak kullanıldığı, leyleklerin önemli göç yolu üzerinde bulunduğu, yarasalarda lokal popülasyonu etkileyecek sayıda ölüm beklenebileceği, bu türlerin doğal yaşam ortamlarının inşaat faaliyetlerine açılmasının uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu, Istrancalar’a RES kurulmasının doğal yaşamın yanı sıra sosyal yaşamı da tehdit ettiği…”

Keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu bilirkişilerin hazırlayıp mahkemeye sunduğu raporda,  bölgede RES kurulmasının telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracağı belirtilmişti.

Bilirkişi raporu: Ormanlık alanın parçalanmasına yol açar

Bilirkişilerin tespitlerinden bazıları şöyleydi:

  • “Proje sahasının 80 m ila 464 m arasındaki muhtelif uzaklıklarında Ergene havzasını besleyen birçok dere/kuru dere mevcuttur ve bu dereler değişen topoğrafik ve atmosferik şartlardan olumsuz etkilenebilecektir.
  • Proje sahasının önemli bir kısmının orman alanı olduğu, dolayısı ile santral yerleşimleri ve bağlantı yollarının açılması aşamasında ağaçların kesilmesi ile karbon yutak alanlarının azalması, oksijen kazanımının düşmesi gibi olumsuz etkiler olusacaktır.
  • Yollar, ENH, ara yollar, RES temelleri nedeniyle bitki örtüsü gelmeyecek alanlar nedeniyle kümülatif olarak değerlendirildiğinde ekosistemde bir parçalanma meydana gelmektedir, çevresindeki açık maden ocakları da eklendiğinde parçalanma artmaktadır. Parçalanma özellikle son on yıllarda ormanın varlığını ve sağlığını sürdürmesini tehlikeye sokacak sınırlara getirmiştir. Küresel iklim değişikliğinin orman varlığı üzerinde olumsuz etkileri olacağı da dikkate alınmalıdır. Ormanın parçalanması RES alanındaki yaban hayatını da (tüm memeli ve kus türleri) olumsuz etkileyecektir.
  • Dava konusu bölge bir tabiat parkı olup yaban hayatı koruma ve geliştirme sahası olarak da korunması gereken özel ve önemli bir alandır (Resim 4). Bu tip alanların kamu yararı yüksek projeler için bile amacı dışında kullanılmasına izin verilmemelidir. Doğal ortamında çok farklı biyoçeşitliliğe (27 tür yarasa tespit edilmiştir) sahip alanların besin zinciri içinde dengesinin bozulmaması gerekmektedir. Doğal dengenin bozulduğu durumlarda telafisi mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkabilmektedir.

  • Hayvancılığın çok özel çeşidi olan arıcılık için ormanlık alanlar son derece önemlidir. Özellikle meşe ormanı arıcılıkta ayrı bir yeri vardır. Meşe ağaçları çiçek açan bir tür olmamasına rağmen ağacın salgıladığı özel bir sıvı arıların bal yapımında çok tercih ettikleri bir maddedir. Rüzgâr türbinleri arıların uçuş alanında olması, hava akımını değiştirmesi arıları etkilemektedir. Bal üretiminin meşakkatli bir iş olması, meşe ormanının tercih edilen bir orman olmasına rağmen değerlendirmeye alınmamıştır.
  • Proje alanı ve çevresinde çeşitli gözlem ve literatür bilgilerine göre 149 kuş türü yaşadığı tespit edilmiştir. Yapılacak kapsamlı ve uzun süreli gözlem çalışmalarıyla bu sayının artacağı da bilinmelidir. Batı Paleartik Bölge‘nin 5 ana göç yolundan birisi Elmacık RES proje sahası üzerindedir. Türbinlerin bulunduğu proje sahası kuş göç yolu üzerinde olduğu, bu bakımdan kuşlar açısından riskli ve yanlış bir bölgede olduğu, dolayısıyla yaban hayatını olumsuz etkilemekte özellikle yarasalar ve kuşlar açısından proje sahasının uygun olmadığı, dolayısıyla yaban hayatını olumsuz etkilemekte özellikle yarasalar ve kuşlar açısından proje sahasının uygun olmadığı tespit edilmiştir.”

Doku Derneği, duyuru tarihi itibariyle başlayan sürecin her aşamasında bilim ve hukuk kurullarıyla köylülerin yanında olduklarını belirterek, “İlimizin doğal ve sosyal yaşamını olumsuz etkileyecek her projeyi bilim ve hukuk insanlarının destek ve katkılarıyla takip etmeye yaşamı ve yaşam alanlarımızı savunmaya devam edeceğiz” dedi.

Bakanlığın karara itiraz etmesi bekleniyor.

Bir ekolojik dayanışma örneği: Pina ve Marmara Denizi

Haber: Melisa GÖNEN

*

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi’nin yürüttüğü “Marmara’nın Umudu Pina projesi ile pinaların korunması ve çoğalması hedefleniyor. Projenin pinanın Marmara denizinde zaman zaman ortaya çıkarak endişe uyandıran  müsilajla mücadelede önemli bir rol üstleneceği belirtiliyor.

Peki proje, pina popülasyonu tehdit altındayken nasıl yürütülecek, pina popülasyonu nasıl artırılacak? Pinalar deniz ekosisteminin direncini nasıl artırıyor? Marmara denizinin de pinanın umudu olduğunu söyleyen uzmanların anlatmak istediği ne? Müsilaj neden Marmara Denizi’nde ortaya çıkmaya devam ediyor?

Onyedi Eylül Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, pina popülasyonu ve Marmara denizi arasındaki dayanışmanın arka planını ve projelerini Yeşil Gazete’ye anlattı.

Mustafa Sarı, proje ile “iki yaralıya” şifa aramak için yola çıktıklarını belirtiyor. Bu yaralılardan biri Akdeniz’in en büyük çift kabuklusu olarak bilinen pina, diğeri ise Marmara Denizi.

Sarı, bu “iki yaralı” için neden Marmara denizinde bir “şifa haritası” oluşturulacağını ise şöyle açıklıyor:

“Pinalar, Marmara denizi dışında topluca öldü. Yani Marmara denizi dışında Akdeniz’de canlı pina habitatları görmek çok zor hale geldi. Bu halde, Marmara denizinin pina için bir umut ışığı, bir sığınak haline geldiğinden söz edebiliyoruz. Dünyada yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış pina için son sığınak bu durumda Marmara Denizi.”

Saatte ortalama altı litre suyu filtreleyebiliyor

Akdeniz’in en büyük çift kabuklusu (bir tür midye) olarak bilinen pina, saatte ortalama altı litre suyu filtreleyebiliyor. Bilimsel adı Pinna nobilis olan canlının ömrü yarım yüzyıl boyunca sürebiliyor. Boyu 120 santimetreye ulaşabilen pinalar, üçgen vücudunun sivri kısmıyla deniz tabanına tutunarak sabit bir yaşam sürüyor. Deniz suyu içindeki mikroskobik besinleri süzerek besleniyor. Denizin kıyısından başlayıp 60 metre derinliğe varan bölgelerde yaşayan pinalar, esas olarak deniz çayırlarının yaşadığı yerleri tercih ediyor.

Ekosisteme önemli hizmetleriyle bilinen deniz çayırlarının pina popülasyonuyla özel bir ilişkisi var. Prof.Dr. Sarı’nın verdiği bilgiye göre; “Deniz çayırlarının tahrip olmasına bağlı olarak pina stokları azalıyor. Pinalar deniz çayırlarının olmadığı yerlerde hafif sert zeminleri tercih ediyor, çamurlu zeminleri çok fazla tercih etmiyorlar.”

Ekosistemin devamı için önemli olan pinalar, Ege’de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
Ayvalık’ın kalem kabukluları ‘pinalar’ ölüyor

‘Akdeniz havzasında pina ölümleri yüzde yüze yaklaştı’

Ekosisteme yaptığı katkılarla Marmara’nın umudu olan pinaların Akdeniz’de 2016 yılından itibaren toplu ölümlere maruz kaldığını açıklayan Mustafa Sarı, “2016 yılından itibaren pinayı tehdit eden bir protozoa ortaya çıktı. Bu da, pinanın sindirim sisteminde hastalığa neden oldu ve bağışıklıkları düştü. Pinanın bağışıklığı düşünce de çoklu hastalıklar devreye girdi. Bu durum 2019’a kadar neredeyse Akdeniz’in tamamında pinaların ölümüyle sonuçlandı” diyerek durumun ciddiyetine dikkat çekiyor.

Çok sınırlı yerlerde, ancak korunaklı bölgelerde bugün pinalara rastlayabildiğimizi söyleyen Sarı, bugün Akdeniz havzasında pina ölümlerinin yüzde yüze yaklaştığını söylüyor. Verdiği bilgilere göre, pinayı tehdit eden başlıca faktör, iklim krizine bağlı artan deniz suyu sıcaklıkları ve deniz suyu tuzundaki oransal değişimler. Pinanın bağışıklığını düşüren protozoa, sıcaklık artışı ve tuzluluğun değişken hale gelmesiyle aktifleşiyor ve böylece pinanın toplu ölümlerine neden oluyor.

‘Denizin dibini tarayan ağlar deniz tabanında yaşayan canlılara zarar veriyor’

Prof. Sarı, pinaları tehdit eden diğer bir faktörün de yaygın şekilde deniz tabanından sökülmesi ve avlanması olduğuna işaret ediyor.

Pinanın deniz zeminine tutunmasını sağlayan Byssus iplikçikleri, bugünkü tekstil endüstrisinde kullanılan sentetik maddeler  gelişmeden önce Akdeniz çevresindeki Fransa, İtalya, İspanya gibi ülkelerde faaliyet gösteren yüzlerce atölyenin ipekli kumaş üretiminde kullanılıyordu:

“Pina, sofralarda lüks tüketim gıdası olarak görülmeye başlandıktan sonra tüketim amaçlı da toplanmaya başladı. Endüstri devriminden sonra da hızlı bir şekilde denizleri kirletmeye başladık. Kirlilik pinaların, yayılım alanlarını sınırlandırdı. Balıkçılık bir endüstri haline geldikçe deniz dibini tarayan trol, algarna gibi denizin dibini süpüren, kazıyan ağlar pina popülasyonuna zarar verdi.”

“Doldurulan kıyılar yaşam alanlarını daralttı”

Deniz ekosistemi için son derece önemli bir işlev yerine getiren bu canlıları tehdit eden riskler sadece bunlarda sınırlı da değil. Deniz kıyısında yoğunlaşan kentleşme de pina popülasyonunu olumsuz etkiliyor. Özellikle kıyı dolgularına  dikkat çeken Prof.Dr.Sarı “Akdeniz’in çevresindeki kentlerde  kıyı ekosistemi doldurularak kent çeperi genişletildi. Bu durum denizlerdeki kirlilik riskini arttırdı. Kıyı dolgularının artmasıyla pinanın yaşayacağı alan daraltıldı” diyor.

Deniz dolgusu: ‘Kamu hizmeti’ diye başladı, müteahhidin gözbebeği oldu

İnsanların, kıyı bölgelerinde ekolojik dengeleri gözetmeden kitleler halinde denize girmesi, su ve dalış sporlarının yaygınlaşması da pina popülasyonunun azalmasıyla ilişkili. “Turizm sektörünün gelişmesiyle ekolojik açıdan kıymetli plajlar yapılaşmaya açıldı, kıyı ekosistemine insan müdahalesi arttı” diyen Prof. Sarı, deniz ekosistemine “estetik kaygılarla” müdahale edilmesinin risklerine de vurgu yapıyor:

“İnsanlar denize girdiklerinde ne deniz çayırı olsun istediler ne de ayaklarına batan pinaları…Bunu dikkate alan turizm sektöründeki yatırımcılar, otellerinin çevresinde bulunan  deniz çayırı alanlarını söktüler. Böylece pina yaşam alanlarını kaybetmiş oldu.”

Akdeniz çevresinde kurulu yüzlerce dalış okulunun varlığını hatırlatan Sarı’ya göre dalış okullarının kullandığı teknelerin yanı sıra deniz tabanına demir atan tüm tekneler deniz tabanında bulunan çayırlara ve pina popülasyonuna zarar veriyor.  “Pinalara zarar veren çoklu bir etki demetinden söz edebiliriz” diyen Sarı, bilim insanlarında kaygı uyandıran en önemli faktörün, temel itkisi küresel iklim değişikliği olan  toplu pina ölümleri olduğunu vurguluyor.

Müsilajı tetikleyen üç unsur

Pinalar için “sığınak” olarak nitelendirilen Marmara Denizi için ise müsilaj tehlikesi sona ermiş değil.   2021 yılında vatandaşları ve bilim dünyasını endişelendiren bir müsilaj felaketi yaşanmış, farklı tarafların bir araya gelerek, denizin kirlilik yükünü azaltmak üzere  hazırladığı 22 maddeden oluşan Marmara Denizi Eylem Planı (MDEP) açıklanmıştı.

Müsilajla mücadele için gecikmeli yasa hazırlığı: Arıtma tesisi zorunluluğu planlanıyor

Bu çalışmalar sırasında bilim insanları, müsilajı tetikleyen üç unsura dikkat çekmişti:

“Müsilajı tetikleyen unsurlardan biri pinanın da mustarip olduğu iklim değişikliği. İkincisi Marmara deniz ekosisteminin karakteristik özelliği gereği deniz şartlarının durağan olması ve üçüncüsü de kirlilik yükünün fazla olması. Bunların hepsi pinanın da derdi.”

Müsilajın bir neden değil sonuç olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sarı, müsilajın Marmara ile kurduğumuz yanlış ilişkinin bir sonucu olduğu görüşünde:  “Çünkü 2021 yılında ortaya çıkan müsilaj felaketinden sonra hazırlanan eylem planı aynı hızda uygulamaya aktarılamadı. Bütün atık arıtma tesislerinin ileri biyolojik arıtmaya dönüştürülmesi gerekiyordu ancak 40 yılda yapılmayan birkaç yılda yapılamaz. Bunun sonucunda, bugün yine müsilajı görüyoruz.”

Marmara Denizi’nde müsilaj kabusu geri mi dönüyor?

Peki bu yanlış ilişkiyle kastedilen nedir? Sarı şöyle açıklıyor:

“Marmara Denizi’nin çevresindeki 25 milyon insanın atığının hala yalnızca yüzde 50’si arıtılıyor. Marmara kıyıları ciddi bir endüstri yükü taşıyor ve bu sanayi kuruluşlarının atıklarının yüzde 70’e yakını hiç arıtılmadan denize akıyor. Çevresindeki tarımsal faaliyetlerde kullanılan gübreler, kimyasal ilaçlar akarsular ve yağışlar aracılığıyla en sonunda denize ulaşıyor. Marmara Denizi önemli bir deniz yolu ve çok sayıda tersane, liman var. Denizcilik atıkları da yeterince arıtılmıyor. Tüm bunlara ilave olarak Marmara kıyıları kıyı dolgularıyla tahrip ediliyor ve deniz enerjisini atamıyor.”

Prof. Dr.Sarı’ya göre,  kirlilik yükünü azaltmadığımız sürece müsilaj riski Marmara denizinin başında Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya devam edecek.

Pina popülasyonunun tek başına kirliliğin yükünü üstlenmesi mümkün değil’

Pina, saatte ortalama altı litre suyu filtreleyerek ekosisteme yardım ediyor. Bu, arıtmadan  denize gönderilen atıkların organik yükünün pinaların normal beslenme süreci içerisinde azaltılması demek.

Bir tür “ekosistem dayanışması” olan sistem, Marmara’nın pinanın biyolojik yeteneklerine dayalı olsa da bu, endüstriyel faaliyetlerin ve  Marmara Denizi etrafında yaşayan 25 milyon insanın neden olduğu kirliliğe karşı sorumluluğumuzun ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor. Uzmanlara göre, pina popülasyonunun tek başına kirliliğin yükünü üstlenmesi mümkün değil.

Prof. Dr. Sarı da atık arıtma sistemlerinin kurulması ve/veya iyileştirilmesinin şart olduğu, çünkü denizin doğal direncini artıracak organizmaları artırmanın tek başına yeterli olmadığı görüşünde: “Bir taraftan atık arıtma tesislerini kurmalıyız ama bir taraftan da denizin doğal direncini artıracak organizmaları desteklememiz gerekiyor. Pina, denizin arıtma, özümseme kapasitesini yükseltecek olan bir organizma. Ancak tek başına ne müsilajı ne de kirlilik yükünü kaldırabilir.”

Pinalar var oldukları günden beri Cebelitarık Boğazı’ndan İstanbul Boğazı’na kadarki bölgede varlıklarını sürdürüyor. Yani eskiden beri Marmara Denizi’nin yerli popülasyonu. Günümüzdeki fark ise artık Marmara denizi dışında canlı pinanın kalmamış olması.

Peki nasıl oluyor da müsilajla boğuşan, sürekli “kirliliğiyle” gündeme gelen Marmara Denizi,  pina popülasyonu için umut vaat ediyor ve hatta bir sığınak niteliği taşıyor?

Mustafa Sarı şöyle yanıtlıyor: “Ekosistemler, çok dirençli sistemlerdir. Milyonlarca yıl boyunca çok farklı etkilere maruz kalmışlar ve bu esneklikleri nedeniyle hayati fonksiyonları sürdürmeyi başarmışlardır. Marmara Denizi de diğer denizler gibi çok dirençlidir. Bu dirençliliği desteklendiği takdirde, eski günlerine geri dönebilmesi de mümkündür. Hiçbir ekosisteme ömür biçemeyiz. Çünkü milyonlarca etkileşim mekanizmasından biz henüz çok azını biliyoruz. Ekosistem kendi içinde çok boyutlu etkileşimler barındırıyor.”

‘Marmara, dünyanın en orijinal denizi’

Marmara’nın dünyanın en kirli denizleri içerisinde değerlendirmenin haksızlık olacağını söyleyen Mustafa Sarı’ya göre, özel bir işleyişe sahip Marmara ekosisteminin direncini artırmak ise, onun bu yapısını anlamaktan geçiyor:

“Marmara denizi dünyanın en orijinal denizi. İkili bir akıntı sistemi var ve pinalar da bu yüzden buradalar. İkili akıntı sistemi, Marmara’yı tuz oranı ve diğer özellikleriyle çevresindeki üç denizden de farklı kılıyor. Bu orijinal yapı, aynı zamanda müsilaj oluşumu için de elverişli. Dolayısıyla müsilajın Marmara’da görülüyor olması, onun en kirli deniz olduğunu göstermiyor. Bu durum Marmara denizinin orijinal yapısına uygun bir yönetime kavuşmadığını gösteriyor.”

Pina popülasyonu insan eliyle artırılırsa, genetik dirençliliği düşer’

Pina popülasyonunu artırmak için, yapılması gereken en önemli şey, onun doğal habitatını korumak. Marmara Denizi’nin sıfırdan altmış metreye kadar bütün kıyıları ve adaların çevreleri, bu canlıların yaşam alanını oluşturuyor. Söz konusu bölgeler korunduğu takdirde pinanın üreyip çoğalması mümkün. Türkiye’nin de taraf olduğu Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Korumaya yönelik Bern Konvansiyonu da türlerin habitatında korunmasını tavsiye ediyor.

Pinayı ortamından alıp kuluçkahanede çoğaltarak denize transfer edileceği bir yöntemin de denendiğini anlatan Mustafa Sarı, zor bir yöntem olmadığını belirtmekle birlikte bunun pina popülasyonunu sürdürülebilir kılmayacağını söylüyor:

“Bu yöntemle pina popülasyonuna iyilik yapmış olmayız, çünkü genetik anlamda pinanın dirençliliğini zayıflatmış oluruz, genetik olarak zayıf olan bireyler de insan  eliyle popülasyona sokulmuş olur. Dolayısıyla popülasyon uzun vadede çökmeye maruz kalır.”

‘Marmara’nın Umudu Pina’ projesinde doğal habitat korunacak

Kendi yürüttükleri projenin de doğaya olabildiğince az müdahale edecek ve doğadaki işleyişe saygıyla yaklaşacak adımlar içereceğini belirten Prof.Dr. Sarı, “Marmara’nın Umudu Pina projesinde, doğal habitatı koruyacağımız bir strateji geliştirmeyi hedefliyoruz. Bir taraftan da bilinci artıracağız ve böylece pina varlığını korumaya devam edecek” diye konuşuyor.

Projenin kampanyasında, Marmara Denizi’ndeki pinaların önemini anlatmak için broşürler bastırıldı, internet sitesi kuruldu. Pina gönüllüsü olmak ve çalışmalara katkıda bulunmak isteyenler, www.umutpina.com.tr adresinden başvuru yapabiliyor.

 

 

 

Araştırma: Fillerin Asya’daki yaşam alanlarının yaklaşık üçte ikisi yok oldu

Asya‘da yaşayan en büyük kara hayvanı olan Asya filleri, bir zamanlar tüm kıtayı kaplayan otlaklarda ve yağmur ormanlarında gezinirdi.

Şu anda nesli tükenmekte olan kalın derili türün habitatları 1700’lerden önce nispeten istikrarlı olsa da, 850 ile 2015 yılları arasındaki arazi kullanım verilerini inceleyen bilim insanları, bir zamanlar Asya’da fillerin yaşamına uygun habitatların yüzde 64’ünün kaybedildiğini tahmin ediyor.

ABD’deki San Diego California Üniversitesi’nde (UCSD) yürütülen çalışmalar, Asya’da kerestecilik, çiftçilik ve tarım da dahil olmak üzere sömürge döneminden kalma arazi kullanım uygulamaları nedeniyle, ortalama habitat boyutunun yüzde 80’den fazla azalarak 99 bin kilometrekareden 16 bin kilometrekareye düştüğünü gösteriyor.

Scientific Reports’ta yayımlanan çalışmada geleneksel arazi yönetimi sistemlerindeki kayba dikkati çeken bilim insanları, “Kıta genelinde Asya filleri (Elephas maximus) için uygun habitatlar, 1700 yılından bu yana yüzde 64’ün üzerinde azaldı. Bu oran, 3,3 milyon kilometrekareye tekabül ediyor” diye belirtiyor.

fil
Fotoğraf: Trunks & Leaves
‣ Filler tehlikede: İklim değişikliği ve kaçak avcılığın kıskacında yaşam

En büyük habitat kaybı Çin ve Hindistan’da

Araştırma ekibine liderlik eden UCSD öğretim üyesi Shermin de Silva ve meslektaşları, 1700’den 2015’e kadar uygun habitat miktarındaki değişime, 13 ülkede 850 ile 2015 yılları arasında fil ekosistemlerinin yayılımı ve parçalanmasındaki değişimi inceleyerek ulaşıyor.

Asya fili yaşam alanları için mevcut küresel alan, 1700’lerden beri hızla azalıyor.

Bulgular, Çin anakarası, Hindistan, Bangladeş, Tayland, Vietnam ve Sumatra‘nın her birinin uygun fil yaşam alanlarının yarısından fazlasını kaybettiğine işaret ediyor. En büyük azalmanın ise uygun yaşam alanlarının yaklaşık yüzde 94’ünün kaybedildiği Çin ile bu oranın yaklaşık yüzde 86 olduğu Hindistan’da olduğu görülüyor.

fil
Fotoğraf: Trunks & Leaves
‣ Afrika orman filleri: Bitki örtüsünü ezerken iklimi koruyorlar

‘İnsan-fil çatışması potansiyeli artıyor’

Kalan fil popülasyonlarının yeterli yaşam alanına sahip olmaması nedeniyle, dünya çapında vahşi yaşamda gördüğümüz bir sorun olan insan-fil çatışması potansiyeli artıyor.

Kâr amacı gütmeyen bir organizasyon olan Trunks & Leaves’in kurucusu olan de Silva, “1600’ler ve 1700’lerde, yalnızca Asya’da değil, küresel olarak arazi kullanımında çarpıcı bir değişiklik olduğuna dair kanıtlar bulunuyor. Dünyanın dört bir yanında, sonuçları bugüne kadar devam eden gerçekten dramatik bir dönüşüm görüyoruz” diyor.

fil
Fotoğraf: Trunks & Leaves
‣ Fil sürüsünün Çin’deki esrarengiz yolculuğu sürüyor

‘Sürdürülebilir bir toplum için, yaşadığımız arazinin tarihini anlamalıyız’

Araştırmanın yazarları, fillerin Asya’daki dağılımını anlamak ve hem fillerin hem de insanların ihtiyaçlarını karşılamak için daha sürdürülebilir arazi kullanımı ve koruma stratejileri geliştirilmesini sağlamak için arazi tarihini dikkate almanın önemli olduğu sonucuna varıyor.

De Silva, şunları aktarıyor:

Günümüzde fillerin yaşadığını bildiğimiz konumlar ile LUH veri setlerine dayanan ilgili çevresel özellikleri, geçmişte benzer habitatların olduğu yerleri anlamak için kullandık. Daha adil ve sürdürülebilir bir toplum inşa edebilmemiz için buraya nasıl geldiğimizin tarihini anlamamız gerekiyor. Bu çalışma, bu anlayışa doğru atılan bir adımdır.

Trakya’da tarım can çekişiyor, sıra hayvancılıkta: Son mera alanları yapılaşmaya açılıyor

Dosya Haber: Serap CÖMERTOĞLU İŞCAN

*

2014 ve 2022 yılları arasında bin 500 hektar meranın amaç dışı kullanıma çıkarıldığı Tekirdağ’da çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan bölge halkı, meralarının daha fazla yok edilmemesi çağrısında bulunuyor.

Süleymanpaşa ilçesinin en verimli merası olarak tanımlanan Karaevli Merası’nda, 27 dönümlük alan, mera statüsünden çıkarılarak eğitim alanı olarak kullanılması kapsamında Jandarma ve  Emniyet İl Müdürlüğü’ne tahsis edilmişti. 27 dönüm haricinde 70 dönümlük alanın daha sosyal tesis kurulması amacıyla mera statüsünden çıkarılması planlanıyor.

Hızlı tren hattı çalışmalarında ortaya çıkan hafriyatın Ergene Karamehmet Mera sahalarına dökülmesi, Çorlu Seymen Merası’na Veliefendi Hipodromu’nun taşınmasına yönelik tartışmaların ardından, Süleymanpaşa Karaevli Merası’na ait geniş bir alanın mera statüsünden çıkarılması köylüler tarafından tepkiyle karşılanıyor.

Meralarının elinden alınması durumunda hayvancılığın biteceğini söyleyen köylüler, “Meramız ne kadar azalırsa hayvancılık o kadar azalır. Meramızın elimizden alınmasını istemiyoruz” diyerek yetkililere sesleniyor.

Meralarının çok verimli olduğuna dikkat çeken Karaevli Muhtarı Aydın Akın, hayvancılık yapabilmeleri için meralarının önem taşıdığını belirtiyor.

‘Meralarımızı kaybetmek istemiyoruz’

Tarım ve hayvancılığın birbirine entegre olduğunu söyleyen Akın, söz konusu meranın aynı zamanda tarımsal sit alanı olduğunu vurgulayarak şunları aktarıyor:

“Tarım ve hayvancılığı desteklemek istenildiği belirtilirken, tam tersi uygulamalar işleme alınmaya çalışılıyor. 27 dönüm eğitim alanı için verildi fakat, sosyal tesis yapılması için 70 dönem daha isteniyor. Devlete ait başka araziler de var. Burası bizim köyümüzdeki hayvancılık için çok önemli. Ayrıca yapılması planlanan sosyal tesis, emsal gösterilerek birçok yer imara açılabilir. Biz meralarımızı kaybetmek istemiyoruz.”

Öte yandan sosyal tesis yapılması planlanan alan, deniz kenarında ve dere yatağında, yoğun yağışlarda ise su baskını meydana gelen bir bölge.

‘Bu kuraklıkta ot yetişiyor’

“Valiliğimiz en iyi meramızı elimizden almaya uğraşıyor” diyen Çiftçi Hüseyin Mert ise şunları paylaşıyor:

“Ot yönünden en iyi meramız burası. Bu kuraklıkta bile ot yetişiyor. Diğer bölgeler, iyice çoraklaştı, hayvanlar bile gezmiyor. Ancak buralarda hayvanlarımızı doyurabiliyoruz. Karaevli,  çiftçilik açısından tarım havzası olarak geçiyor ve burayı yapılaştırmaya çalışıyorlar”

Karaevli merası dışında Tekirdağ’ın önemli meraları arasında yer alan Seymen Merası ve Karamehmet Merası da risk altında.

Seymen Merası.

Çorlu ilçesinde yer alan 2 bin 600 dekarlık Seymen Merası’nın 365 bin 634 m2’lik alanı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne tahsis edilirken; 936 dekar alanın da Türkiye Jokey Kulübü‘ne (TJK) verilmesine ilişkin planlama, Tekirdağ Valiliği Mera Komisyonu’nda değerlendirme aşamasında.

Söz konusu merada, yaklaşık üç bine yakın küçükbaş ve iki bin büyükbaş hayvan, 12 ay boyunca besleniyor.

2014 yılında Tekirdağ’ın  büyükşehir statüsüne geçmesiyle birlikte köy tüzel kişiliklerine bağlı mülklerin, Büyükşehir Belediyesi’ne geçtiğini aktaran Seymenliler,  söz konusu mera alanının büyük bir kısmını köy halkının kendi arazilerini, köy tüzel kişiliklerine bağışlayarak oluşturduklarına dikkat çekiyor.

‘Sermayenin değil, çiftçinin ve hayvancının yanında durulmalı’

Mera alanına, sanayi tesisi, kum ocağı  açılması ya da Türkiye Jokey Kulubü’ne tahsis edilmesi ise bölge halkı tarafından tepkiyle karşılanıyor.

TJK tarafından Veliefendi Hipodromu’nun taşınmayacağı ve mevcut  yerinde kalacağına ilişkin açıklama yapılmasına rağmen vatandaşlar, söz konusu açıklamaya şüpheyle yaklaşıyor.

Tesis yapılmayacağına ilişkin açıklamalara güven duymadıklarını aktaran Seymen halkı, meralarında Türkiye Jokey Kulübü’ne ait tesis istemediklerine ilişkin Tekirdağ Tarım İl Müdürlüğü’ne dilekçe sundu.

Tekirdağ Tarım İl Müdürlüğü’ne bağlı komisyon, mera alanında hipodroma karşı olumsuz rapor verirken,  gözler son karar merci olan Tekirdağ Valiliği İl Mera Komisyonu’na çevrildi.

Komisyondan çıkacak kararı bekleyen Seymen halkı, sermayenin değil, çiftçinin ve hayvancının yanında durulmasını beklediklerini söylüyor.

Seymen merasında Çorlu Belediyesi’ne ait parsel TSK’ya tahsis edildi

Öte yandan geçtiğimiz aylarda ise Çorlu Belediyesi’ne ait Seymen Merası’nda ki 365 bin 634 m2’lik parsel, Milli Savunma Bakanlığı’na tahsis edildi.

Meclis Toplantısı’nda konuşan Çorlu Belediye Başkanı Ahmet Sarıkurt, iyi niyet duyguları ile mera alanında bulunan belediyeye ait parselin verildiğini, karşılığında Ağıl Tepe’de Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından terk edilen alanın, Kent Park yapılmak üzere, belediyeye tahsis edilmesini beklediklerini kaydetti.

Ayrıca Seyman Merası’ndan 49,7 hektar alan da insansız hava araçları üretimi gerçekleştiren Baykar Makine Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi‘ne ait İstanbul Özel Endüstri Bölgesi‘ne tahsis edildi.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı‘nın ‘Endüstri Bölgesi İlave Alan İlanı‘ kararı 32140 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar’ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Baykar Makine Sanayi ve Ticaret AŞ‘ye ait İstanbul’un Esenyurt ve Arnavutköy ilçe sınırlarında bulunan Özel Endüstri Bölgesi’ne Tekirdağ’ın Çorlu İlçesine bağlı Seymen Merası’ndan 71 futbol sahası büyüklüğünde  49,7 hektarlık alan dahil edildi.

Mera alanlarının ortasına çöp depolama tesisi yapılacak

Ergene ilçesi Yulaflı’da ise mera alanlarının ortasında yer alan kum ocağına, çöp depolama tesisi yapılması planlanıyor. 26. Dönem Ak Parti Tekirdağ  Milletvekili Metin Akgün tarafından yapılması planlanan 3. Sınıf Düzenli Depolama Tesisi projesi ile ilgili Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci başladı ve çevresel etki değerlendirmesi başvuru dosyası halkın görüşüne açıldı.

Söz konusu projenin mera alanlarının ortasında yer olmasının risk oluşturacağı belirtilirken, bölgede beslenen hayvanların olumsuz etkileneceğine dikkat çekiliyor.

2021 yılında Halkalı-Kapıkule hızlı tren inşaatında çıkan hafriyatın, Ergene İlçesi Karamehmet Merası’na  dökülmesi de bölgedeki tarım ve hayvancılığı etkileyen çalışmalar arasında yer alıyor.

Kolin İnşaat tarafından yapılan Halkalı Kapıkule hızlı tren hattı inşaatında ortaya çıkan hafriyatın hızlı tren güzergahında yer alan Havsa Merası, Babaeski Merası, Karamehmet Merası’na dökülmesi, söz konusu meraların işlevini kaybetmesine neden oldu.

Ergene Karamehmet Merası

Bakanlar tarafından 2022’de tamamlanacağı belirtilen çalışmalar henüz yapılmadı

Konuyu 2021 yılında Meclis’e taşıyan CHP Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun’a yanıt veren Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın projeye ilişkin ÇED raporuna olumlu görüş verdiğini ve bölgede mera ıslah çalışmaları yürütüldüğü kabul edilirken, asgari düzeyde etkilenme için azami hassasiyet gösterildiği de savunulmuştu.

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin yanıtında, proje kapsamında ortaya çıkan toprak ve hafriyat için mera ıslahı projeleri hazırlandığını, toprak ve bitki örtüsü bozuk olan mera alanlarına ise arazi topografyasına uygun dolgu yapılacağını, yapay mera tesis edileceğini kaydederek, 15 Haziran 2022 tarihinde çalışmaların tamamlanacağını bildirmişti.

Belirtilen tarihin üzerinden 10 ay geçmesine rağmen, Karamehmet Mera alanında Bakanlar tarafından belirtilen çalışmaların yapılmadığı vurgulanıyor.

‘Yasa yok sayılarak suç işleniyor’

Trakya Platformu Yürütme Kurulu Üyesi Murat Sevgi de 4382 sayılı Mera Kanunu’nun Kapıkule Halkalı Hızlı Tren projesi kapsamındaki faaliyetler için yok sayıldığını ve suç işlendiğini aktarıyor.

Hızlı tren hattı boyunca bazı meralar için mera geri dönüşüm projesi hazırlayıp ilgili bakanlıktan onaylatıp izin alındığını söyleyen Sevgi, şunları paylaşıyor:

“Dökülen hafriyat eğim nedeniyle yağmurlarla birlikte alt kısımlardaki tarlaların üzerini tarım dışı toprakla örterek çoraklaştırır ve dere yataklarını doldurarak taşkınlara neden olur. Yükseltilen alan, su havzasında bulunduğu için yoğun yağışlarda Ulaş mahallesini tehlikeye sokabilir”

TMMOB Tekirdağ İl Koordinasyon Kurulu Temsilcisi Cemal Polat ise gıda üretimi alanında kendine yetebilen Türkiye’nin yanlış uygulamalar nedeniyle çoğu gıdayı ithal ettiğine dikkat çekiyor.

Meraların korunmasına yönelik yasa olmasına rağmen amaç dışı kullanımının fazla olduğunu aktaran Polat şunları anlatıyor:

“Amaç dışı kullanım, hayvancılığın temelini oluşturan meraların yok olmasına ve dışa bağımlı hala gelinmesine de etki ediyor. Dışa bağımlılığı azaltmak için yerli üretime yönelik teşvik ve yatırımlarla birlikte yem yetiştiriciliğinde önemli bir yere sahip meralar doğru kullanılmalı.

Hayvancılığın olmazsa olmazı kaba yemin üretim merkezi meralardır ve buralardan temin edilen yem ekonomiktir. Hayvancılıkta da girdilerin yüzde 70’ini yem oluşturuyor. Yeşil ot, kuru ot ya da silajdan oluşur. Kaba yem mera alanlarından sağlanamaz ise işletmenin karlı olması mümkün değildir. Yeni Zelanda, Uruguay, Brezilya, Avusturalya’da hayvancılığın ucuz olmasının nedeni meralara dokunulmamasıdır. Hayvancılıkta girdi maliyetini düşürerek halkına ve ihracata fayda sağlamaktadır. Türkiye’de ise hayvanlar genelde Uruguay’dan, Brezilya’dan ithal ediliyor. Şu an Avrupa Birliği ülkelerinden damızlık hayvan alamıyoruz.”

‘Mera alanlarını imara açmak gıda güvenliğini tehlikeye sokuyor’

Polat, mevcut zihniyet ile devam edildiğinde tamamen dışa bağımlı hale gelineceğini belirterek, mera alanlarının imara ve maden çalışmalarına açılmasının da gıda güvenliğini tehlikeye soktuğunun altını çiziyor.

1940’lı yıllarda mera varlığı 44 milyon hektar civarındayken,  günümüzde ise 12,945 milyon hektara düştü.

Türkiye’deki tarımsal üretimin yüzde 15 civarının, hayvancılığın ise yüzde 14’ünün Kahramanmaraş merkezli meydana gelen ve 11 ilin etkilendiği deprem bölgesinde yapıldığını hatırlatan Polat, devletin bu alanda da gerekli önlemleri alması gerektiği çağrısında bulunuyor.

Anadolu Meraları CEO’su Yasemin Kireç ise deprem sonrası, bölgedeki bazı tarım alanlarının ve meraların imara açılmasının son günlerde tartışmaların odağında olduğunu aktarıyor.

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın verilerine göre depremin etkilendiği illerin bulunduğu bölgelere bakıldığında Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki mera büyüklüğü 1.057 milyon hektar, Akdeniz Bölgesi’nde ise 569 bin hektar.

Bu alanların, büyük ekosistemleri, türleri içinde barındırdığını anlatan Kireç şunları aktarıyor:

“Meraların, hem iklim kriziyle, hem de Türkiye’nin gittikçe büyüyen, en büyük sorunlarından olan kuraklıkla mücadelede yadsınamaz bir güçleri var, çünkü meralar yağışla yeryüzüne düşen suyu toprakta tutar, ekosistemdeki su döngüsünü sağlar. Toprak erozyonunu engeller, karbonu toprağa gömen çok güçlü bir araçtır. Hayvancılık açısından da önemlidir.”

‘Süt hayvancılığında düşüş yaşanıyor’

Tekirdağ Süleymanpaşa Süt Üreticileri Birliği Başkanı Şerif Baykut ise meraların hayvancılık üzerine etkisi ve son dönemdeki süt hayvancılığının, süt ve et fiyatlarının durumuna dikkat çekiyor.

Hayvancılığın temel yapı taşının meralar olduğunu belirten Baykut, bölgedeki hayvancılığın durumunu ise şöyle anlatıyor:

Trakya’da meraların yüzde 90’nında küçükbaş hayvancılık yapılıyor. Kombine et hayvancılığı yerine de süt hayvancılığı daha çok tercih ediliyor. Bölgede bakımı daha çok tercih edilen ve yüksek oranda süt veren hoşteyn [holstein] ırkı büyükbaş hayvanlar ise bölgedeki meralarda otlamaya uygun değil. Kaba yem ihtiyacı, çayır ve meralarda silaj yapımı ile karşılanarak hayvanlar besleniyor.”

Yanlış uygulamalar nedeniyle hayvancılık terk ediliyor

Son yıllarda hayvancılıkta uygulanan yanlış politikalar sonucunda hayvancılık alanında düşüş yaşandığını, hayvancılığın terk edildiğini anlatan Baykut, et ve süt hayvancılığına ilişkin piyasada güven olmadığını vurguluyor.

Tartışmaların odağındaki et ve süt fiyatlarına yansıyan artışın sebepleri arasında ise  hayvan varlığının azalması, yem ve girdi maliyetlerinin artması, elektrik, mazot fiyatlarının yükselmesi, işçi maliyetleri, üreticinin piyasa koşullarına güvenmemesi ve geri çekilmesi, ithalatın yoğun şekilde gerçekleşmesi olarak gösteriliyor.

Devletin bütüncül olarak destek olmadığında büyük riskler oluşabileceği kaydedilirken, tarım ve hayvancılığı teşvik etme ve koruyucu tedbirlerin alınmasının önemi de vurgulanıyor.

Hem hayvan sayısında hem de süt üretiminde büyük düşüşler yaşandığı belirtilirken, 10 yıl önce bin 500 üyesi olan Tekirdağ Süleymanpaşa Süt Üreticileri Birliği’nin şu an 395 üyesinin mevcut olduğu paylaşılıyor.

Baykut’un aktardığı bilgiye göre ise Tekirdağ  Süleymanpaşa Süt Üreticileri Birliği kapsamında günde yaklaşık 60 ton süt toplanırken,  günümüzde 24 ton toplanıyor.

Süt fiyatlarının dengelenmediği takdirde hayvancılıkta denge olmayacağını aktaran Baykut, süt yem paritesinin kırmızı et üretimini de doğrudan etkilediğinin altını çiziyor.

Süt fiyatlarının gelir gider oranına uygun belirlenip üreticiyi küstürmeden politika uygulanması çağrısında bulunan Baykut şunları aktarıyor:

“Çiğ süt fiyatının çoğu zaman maliyetin altında kalması, üreticinin süt satışından kazandığı para ile hayvanlarını besleyeceği yemi alamaması, hayvanlarını kesime göndermesine neden oluyor. Dengesizliğin en temel sebebi de süt fiyatlarıdır. Yem fiyatlarını karşılayıp, hayvanların beslenmesini sağlamak için üreticiye verilebilecek en uygun fiyat 12 liradır. Şu an sütün litre fiyatı 9 veya 9,5 lira arasında değişiyor. Gıda komitesi ise enflasyon artışı yaşanması endişesi ile fiyatları arttırmıyor. Zarar eden üretici işi bırakıyor. Bu durum, büyük bir tehlike arz ediyor. Devlet desteği ve doğru politikalarla hayvancılığa sahip çıkmalıyız.”

Mera ve hayvancılığın mevcut durumuna bağlı olarak, et ve süt ürünlerine erişim ve tüketimde önemli detaylar arasında yerini alıyor:

  • Ülke genelinde yaşanan ekonomik koşullar, hayat pahalılığı ve alım gücünün düşmesi, temel gıdalardaki fiyat artışları çoğu vatandaşın temel besin kaynaklarına erişimini de zorlaştırıyor.
  • Dört kişilik ailenin açlık sınırının 9 bin 591 lira, yoksulluk sınırının  31 bin 241 lira olduğu, nüfusun çoğunun ise 8 bin 506 Türk Lirası asgari ücret aldığı Türkiye’de, protein içeren ürünlerde yaşanan fiyat artışı, sağlıksız ve dengesiz beslenmeye neden oluyor.
  • Temel gıdaların başında yer alan et, yumurta, süt ve süt ürünlerine gelen zamlar özellikle çocuklu aileleri ve sağlıklı beslenmesi gereken orta yaş üstünü doğrudan etkiliyor.  Raflarda etin kilosu 200 lirayı aşarken, 1 litre süt ise  15 lira ile 30 lira arasında değişiyor.

 

 

[1 Mayıs İşçi Bayramı] İstanbul’da 1 Mayıs polis müdahalesiyle başladı

İstanbul Maltepe‘de 1 Mayıs İşçi Bayramı‘nın kutlanacağı miting alanına giriş yerleri polis ekipleri tarafından kapatıldı. Alanda sendika ve partilerin hazırlıkları başladı.

Miting alanının bulunduğu Maltepe Orhangazi Şehir Parkı’nın çevresi ve sahil yolunun bir kısmı kutlama öncesi polis ekipleri tarafından kapatıldı. Sahil yolunu kullanmak isteyen sürücüler, alternatif yollara yönlendirildi.

Siyasi parti, sendika ve demokratik kitle örgütleri, 1 Mayıs’ın kutlanacağı Maltepe Meydanı‘na sabah saatlerinde giriş yapmaya başladı.

Grupların alana girişleri sırasında polis bir korteje müdahale etti.

Çok sayıda kişi gözaltına alınırken gözaltılara engel olmak isteyenlere ise polis biber gazıyla müdahale etti.

Taksim’de gözaltılar

1 Mayıs’ı kutlamak için Taksim’e çıkmak isteyen Mücadele Birliği Platformu ve Devrim İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı İnşaat İş ve Enerji Sen üyeleri polis müdahalesiyle karşılaştı.

Fotoğraf: Twitter / @Disk_Basin_is

Elmadağ’dan Taksim’e yürüyen Mücadele Birliği Platformu üyeleri “Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar her şey emeğin olacak”, “1 Mayıs alanı Taksim Meydanı”, “Yaşasın 1 Mayıs” “Bijî Yek Gulan” sloganları attı. Bu esnada iki kişi darbedilerek gözaltına alındı.

İnşaat İş ve Enerji Sen de aynı yerden Taksim Meydanı’na yürümek istedi. En az 4 kişi gözaltına alındı.

Fotoğraf: MA

Gazetecilere darp ve gözaltı

Gazeteciler Sendika’sının aktardığına göre, 1 Mayıs’ta Taksim ve Beşiktaş’ta haber takibi yapan gazetecilere de müdahale edildi.

Haber takibi yapan Zeynep Kuray darp edilerek gözaltına alınırken, Sultan Eylem Keleş, Gencer Keten, Bülent Kılıç ve Hazar Dost darp edildi.

Sendika, “Gözaltıları serbest bırakın, gazetecileri engellemekten vazgeçin!” çağrısı yaptı.

Umut-Sen, Kuray’ın derhal serbest bırakılması çağrısı yaparken, işkencenin insanlık suçu olduğunu hatırlattı.

İstanbul’da bazı caddeler trafiğe kapatılacak

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, 1 Mayıs İşçi Bayramı nedeniyle trafik yönünden alınan tedbirler kapsamında saat 06.00’dan itibaren Beyoğlu ve Maltepe’de trafiğe kapatılacak yollar ve alternatif güzergahlar belirlendi.

Bu kapsamda, Beyoğlu’nda Sıraselviler Caddesi, Tak-ı Zafer Caddesi, Sadri Alışık Sokak-Atıf Yılmaz Caddesi, Balo Sokak-Turnacıbaşı Caddesi-Zambak Sokak-Meşelik Sokak, Yeni Çarşı Caddesi-Kumbaracı Yokuşu, Asmalı Mescit Caddesi-Meşrutiyet Caddesi-Hamalbaşı Caddesi-Kamer Hatun Caddesi, İlk Belediye Caddesi-Ensiz Sokak trafiğe kapatılacak.

Bu caddeler arasında yer alan İnönü Caddesi ile Mete Caddesi ise sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısınca değerlendirilerek trafiğe açılabilecek.

Bu cadde ve sokaklara alternatif olarak, Refik Saydam Caddesi, Tarlabaşı Bulvarı, Meclis-i Mebusan Caddesi, Tersane Caddesi, Mebusan Yokuşu, Boğazkesen Caddesi, Defterdar Yokuşu ve Kemeraltı Caddesi güzergah olarak kullanılabilecek.

Maltepe’de ise Turgut Özal Bulvarı (Maltepe-Kartal Sahil Yolu), Küçükyalı Maltepe Evlendirme Dairesi önü ile Kartal Çanakkale Caddesi Kavşağı arasında kalan kısım ve bu caddeye çıkan tüm sokaklar trafiğe kapalı olacak.

D-100 kara yolu ve Maltepe Bağdat Caddesi ise kapatılan yollara alternatif güzergah olarak kullanılabilecek.

Büyük devletlerin iklim politikalarına güvenilmez

İklim krizi kötü boyutta ve biz oturup birilerinin bu sorunu çözmesini bekliyoruz. Sizlere kötü bir haber vereyim mi? Kimse bu sorunu çözmeye çalışmıyor. Bu sorunun çözülmesi için rahat yerlerimizden kalkıp hayatımızı değiştirmemiz gerekiyor ama kimse buna yanaşmıyor. Bazı ülkeler biraz yanaşırmış gibi yapıyor ama onlar da sadece söylemde kalıyor ve söylemler ciddi anlamda eyleme dökülemiyor. Birkaç örnek vermeye çalışacağım.

Geçtiğimiz haftalarda en büyük yedi ekonominin liderleri Japonya’da toplanıp iklim krizini de ilgilendiren epeyce karar aldılar. Sonuçlara bakıldığında bu liderlerin hepsi iklim krizinin kötü bir şey olduğunu ve durdurulması için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını söyledi. Çok güzel bir yaklaşım. Ama 1992 yılından bu yana liderler her toplantıda iklim krizinin önemli olduğunu ve kötüleşmeden durdurulması gerektiğini söylüyorlar. İş gerçekten ellerini taşın altına koymaya gelince de hemen yan çiziyorlar.

Dünya 2030’u bekleyebilir mi?

Mesela, iklim krizini durdurabilmek için yapılması gereken şeylerden bir tanesi gelişmiş ülkelerden başlayarak kömürden acilen çıkmak. Bu yolda Kanada ve İngiltere 2030 yılında saldıkları karbondioksiti yakalayıp saklamayan kömürlü termik santrallerin elektrik üretimine izin verilmemesi yönünde bir teklif getirdi. Kanada ve İngiltere’nin de bu yönde iyi niyetli olmadıklarını biliyoruz ama bu en azından elle tutulabilir bir teklif.

2030 yılında kömürü elektrik üretiminde kullanmayacağız. Yeterli mi? Asla değil. Bana kalsa bu yedi ülkenin yani ABD, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya, Kanada ve İngiltere’nin yıllar önce tüm kömürlü termik santrallerini kapatmış olmaları gerekiyordu. Ama bugün “2030’da kapatalım mı?” konusunu tartışıyorlar hala. Daha da kötüsü, bu tartışmanın sonunda “kapatamayız” cevabının ötesinde “yenilerini yapmayalım bari” kararı bile alınamadı. ABD, Almanya ve Japonya değişik bahanelerin ardına sığınarak kömürlü termik santralleri kapatmak için bir zaman bile veremedi. Bunlar bize parmak sallayarak “kömürden çıkmalısınız” diyen ülkeler. Elbette biz kömürden çıkmalıyız, ama bu arkadaşların hem politika üretme hem de teknolojik çözümlerde gelişmekte olan ülkelere yol gösterici olmaları gerekmiyor mu?

Bir diğer örnek de Dünya Bankası ile ilgili olarak yaşandı. Hani biliyorsunuz Dünya Bankası’nın bir önceki başkanı çevre ve iklim sorunlarına fazla eğilmediği için fazlaca eleştiriliyordu. Şimdiki başkanın bu konulara yapılacak yatırımın biraz daha arkasında durması bekleniyor. İşte Rusya ve Suudi Arabistan da tam bu noktada araya girerek Dünya Bankası’nın iklim krizini önleyecek karbon tutma ve saklama teknolojilerine çok daha fazla destek olmasını istedi. 

‘Tut’ ve ‘sakla’ teknolojisi için vakit yok

Biliyorsunuz karbon tutma ve saklama teknolojilerinin gelişimi Paris Anlaşması da dahil olmak üzere iklim krizini önlemenin temel yöntemleri arasında yer alıyor. Konuyu bilmeyenlerin “ne güzel işte petrol ve doğal gaz üretici bu iki ülke bu konuya yatırım yapılmasını istemiş” demeleri gayet doğal. Ancak hemen şunları söylemekte fayda var:

Küresel ısınmayı ortalama sıcaklık artışı 1,5℃’yi geçmeden durdurmamız gerekiyor. Bunu yapabilmek için de 10 yıldan az bir vaktimiz var. Dolayısıyla bizim acilen karbondioksit salımını azaltmamız ve hatta durdurmamız gerekiyor. Bir yandan karbondioksit salmaya devam edip öte yandan da salınan karbondioksiti yakalama teknolojilerini geliştirmeye yatırım yapacak vaktimiz yok. Yatırımı güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yapıp hızla salımları düşürüp sonraki 10 yılda ve sonrasında verdiğimiz zararı hızla geri döndürebilmek için havadaki karbondioksiti emmenin bir yolunu bulmak için yatırım yapabiliriz. Ama bu yatırım asla daha fazla karbondioksit salabilmek için bir yöntem keşfetmeye çalışmak için yapılmamalıdır.

Bugün Rusya ve Suudi Arabistan’ın yapmaya çalıştığı ve ABD’nin de gönülden desteklediği, petrol ve doğal gaz üretmeye devam edip havaya karbondioksit salarken bir yandan da salınan bu karbondioksidi yakalayıp saklamanın kolay ve ucuz bir yolunu keşfetmektir.  Ancak cin lambadan çıktıktan sonra yakalayıp tekrar lambaya tıkmaya çalışmaktansa cini lambadan hiç çıkartmamak çok daha gerçekçi bir çözümdür.

Sonuç olarak gözlerimizi her zaman açık tutmak zorundayız. Çevremizdeki şirketler de devletler de hep bizleri düşünerek yararlı adımlar atıyorlarmış gibi yapıyorlar ama altını azıcık kazıdığınızda aslında yapılanın bizlere ve doğaya hiç de faydalı olmadığını kolayca görebiliyoruz. Onun için lütfen hepimiz gelecek için savaşmaya odaklanalım ve kolay kandırılmayalım.

ZeroBuild Summit’23 Dördüncü Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi sona erdi

ZeroBuild Summit’23 Dördüncü Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi, dördüncü günündeki kapanış oturumu ile son buldu. Yoğun katılım ile gerçekleşen etkinliğin kapanış oturumunda zirvenin çıktıları masaya yatırıldı.

Kapanış oturumunda, ZeroBuild Summit Direktörü Doç. Dr. Gamze Karanfil Kaçmaz, Mühendisler ve Mimarlar Kadın Derneği (MUKAD) Başkanı Züleyha Özcan, Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği (ÇEDBİK) Genel Sekreteri Engin Işıltan, İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi Elif Ersoy, Enerji Verimliliği ve Yönetimi Derneği (EYODER) Başkanı Onur Ünlü, Yeşil Yakalı Kadınlar Derneği (YEYKAD) Yönetim Kurulu Üyesi Cemre Uçar ve Isı, Su, Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği (İZODER) Genel Sekreteri Timur Diz konuşmacı olarak yer aldı.

Doç. Dr. Gamze Karanfil Kaçmaz, “Şubat ayında yaşadığımız deprem felaketinin ardından, afetlerden sonra insanlara güvenli ve konforlu barınma alanları sağlayabilecek yapı konseptinin Sıfır Enerji Bina (SEB) olduğunu bu zirvede bir kez daha anladık. Yapı sektörünün gündemine oturan yeniden yapılanmanın, kendi enerjisini şebekeden bağımsız olarak kendisi üretme potansiyeline sahip Sıfır Enerji Bina’larla yapılmasının önemini ön plana çıkarttık. Umarız ki, seneye sizlerin karşısına ülkemizden daha fazla SEB örneğiyle çıkacağız” sözleriyle zirveyi özetledi.

enerji

‣ ZeroBuild Summit’23 başladı

‘Yapı sektörü yapısal değişiklikler ve yaptırımlarla daha profesyonel bir noktaya ulaştırılmalı’

Farklı alanlardan mühendisler, oda yetkilileri, üniversiteler, sektör profesyonelleri, STK’lar, dernekler gibi değişik grupların birlikte çalışmalar yapmaları gerektiğine değinen Mühendisler ve Mimarlar Kadın Derneği (MUKAD) Başkanı Züleyha Özcan, “Hepimize çok önemli görevlerin düştüğüne inanıyorum. Üyelerimiz arasında da farklı disiplinlerden çok önemli uzmanlar var. Bu uzmanların iş birliğiyle çalışmalar yapması, sesimizin daha gür çıkması gerekiyor” dedi.

Özcan, “Mevcut tespit ve önerilerin kararlılıkla uygulanması ve içinde bulunduğumuz yapı sektörünün daha profesyonel bir hale getirilmesi için yeni yaptırım ve sorumluluklar ile ilerlemeliyiz” diyerek hem arz hem talep tarafının bilinçlenmesi ve doğru tercihler konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Tüm gözleri yapı sektörüne çeviren deprem sonrasında, MUKAD olarak bir deprem ve afet komitesi oluşturduklarını dile getiren Özcan, şunları kaydetti:

Ankara Kent Konseyi ile önümüzdeki aylarda bir deprem zirvesi gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Yapı fonksiyonlarının nasıl çalışacağını, mesleki sorumlulukların ve mühendislik tanımlarının nasıl olması gerektiği üzerine düşündük. Komiteler kurabilecek, odalarla görüşerek bir çalışmaları varsa dahil olmak istediğimizi dile getirdik. Başkent Üniversitesi ile ortak çalışmalar yaptık. Ayrıca STK’ların da bir araya gelmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çok değerli bulduğumuz bu tür çalışmalara bizler de öncülük edebiliriz. Yapı sektöründeki iyileştirmelerin istikrarlı, sürdürülebilir bir şekilde devam etmesi için bütün kapılara gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. MUKAD olarak bunu yapmaya devam edeceğiz.”

enerji

‣ ZeroBuild Summit ’23’ün gündemi, sıfır enerji bina çözümleri: Yılda 20 milyar dolar tasarruf yaratılabilir

‘İBB ile “Net Zero City Projesi” kapsamında sıfır enerjili şehir alanları kuracağız’

Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği (ÇEDBİK) Genel Sekreteri Engin Işıltan, konuşmasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile beraber, Avrupa Birliği’ne bağlı olarak gerçekleştirecekleri Net Zero City Projesi’ni hayata geçirdiklerini dile getirerek projeyi şöyle anlattı:

“İstanbul’da bir pilot bölgede sıfır enerjili bir şehir alanı kurmak için yeşil bina sistemleri kurulacak. Bu konularda terim olarak ne dersek diyelim; ana çatı hep yeşil bina sistemleridir çünkü bunun içinde yaşam döngü analizleri gibi pek çok faktörün dikkate alındığı tam bir sistem vardır.”

Bundan sonra yapılacak her binanın yeşil bina sistemine uygun yapılması ve deprem yönetmeliklerine uyumların tam olarak raporlanması gerektiğini belirten Işıltan, konuşmasında farklı sertifikasyon sistemlerinden de bahsetti.

Engin Işıltan, sertifikasyonlarla ilgili olarak bölge mimarlarının kendi bölgelerinin ihtiyaçlarıyla ilgili bakış açılarının çok kıymetli olduğunun altını çizerek bu nedenle yerel sertifikaların da çok değerli olduğunu söyledi. Bu bağlamda sertifika almanın da aslında şart olmadığını, dolayısıyla vatandaşlar tarafından bu sertifikaların bir külfet olarak görülmemesi gerektiğini dile getiren Işıltan, önemli olanın sistemi uygulamak olduğunu hatırlattı.

enerji

‣ ZeroBuild Summit’23’de sıfır enerjili binalar için örnek yapı ziyarete sunulacak

‘Şantiyelerde şantiye şefleri sadece isim olarak var, şantiyeler sahipsiz’

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi Elif Ersoy, konuşmasında deprem sonrası bölgeye yönelik gönüllü organizasyonlar oluşturarak hasat tespit çalışmaları yaptıklarını, sonuçlarını ise deprem paneli ile kamuoyuyla paylaştıklarını dile getirerek gözlemlerini şöyle aktardı:

“Maalesef 1999 yılında yaşadığımız depremdeki hataların tekrarlandığını, daha önce hiç karşılaşmadığımız hataların yapıldığını gördük. Bu yanlışları aşmak için panel ve sempozyumların düzenlenmesi çok önemli.”

Ersoy’un konuşmasının bir başka ana başlığı ise İBB tarafından hayata geçirilen hızlı tarama çalışmaları oldu. Ersoy, vatandaşların binalarının riskli olarak tespit edildiği takdirde ne yapacaklarını bilmediklerini, bu nedenle konuyla ilgili bir kitapçık hazırladıklarını dile getirerek şunları söyledi:

“Hızlı tarama envanterlerini İBB çıkartıyor, biz de onlara teknik destek veriyoruz. İstanbul’da kentsel dönüşüm bazı yerlerde halen çok yavaş, hızlandırılmalı. Kentsel dönüşüme giren yerlerde ise; deprem riski taraması ardından riskli bina tespiti yapıldıktan sonra ileri inceleme aşamasının da bulunduğu ne yazık ki vatandaşlar tarafından bilinmiyor. İnsanlar sadece ön değerlendirme raporuyla güçlendirme veya yıkım kararı alınacağını zannediyorlar. Halbuki ileri inceleme ile performans analizi yapılması gerekiyor. Bu ileri incelemenin nasıl ve kimler tarafından yapılacağına ve bu aşamanın da sonrasında bina sahiplerinin hangi yolu izleyeceklerine karar verilebilmesi için bir bilgilendirme içerikleri hazırladık.”

Ersoy, inşaat mühendisleri olarak binalardaki sorunların henüz uygulama aşamasında görüldüğünün altını çizerek bu sorunların önlenmesi için sahada çalışan işçilere ve ustalara eğitim verilmesi gerektiğini ifade etti. Şantiyelerde operasyonel sorunlar olduğunu da belirten Ersoy, “Maalesef hiçbir mesleği olmayan insanlar inşaatlarda çalışıyor, bunun çok önemli bir uzmanlık alanı olduğu göz ardı ediliyor. Son afetten önce de dile getirdiğimiz gibi görüyoruz ki, şantiyelerde şantiye şefi yok, görev olarak değil sadece isim olarak varlar, şantiyelerimiz sahipsiz. İnşaatlar, ustalar ve kalfalara bırakılmış durumda. Bu nedenle operasyonel süreç iyi denetlenmeli ve sertifikalı eğitimler düzenlenmeli” diyerek sorunun temelini ortaya koydu.

enerji

‣ ZeroBuild, ‘Sıfır Enerji Binalar’a dönüşümün aciliyetini vurgulayan deklarasyonla sonlandı

‘İklim değişikliği sadece ekolojik değil önemli ekonomik sorunlara da neden oluyor’

Enerji Verimliliği ve Yönetimi Derneği (EYODER) Başkanı Onur Ünlü, şunları aktardı:

“Oyunun kuralları değil, kendisi değişiyor; buradaki oyun dediğimiz hayatın ta kendisi. Artık suçlu aramak yerine doğru işleri hemen yapmamız gerek. Üretim ve tüketim alışkanlıklarının tamamen değiştiği günümüzde, Türkiye olarak yeşil dönüşümden önce maalesef zihniyet dönüşümüne ihtiyacımız var. Yatırımcıların sorumluluğu büyük çünkü onlar neyi istiyorlarsa mimarlar, mühendisler isteneni teslim ediyorlar. Eğer bunu değiştiremezsek yıllarca bu konularda eyleme geçemez, sadece konuşmakla kalırız.”

Dünyada kentsel dönüşümün yeşil ve dijital olmak üzere iki fazlı ilerlediğini belirten Onur Ünlü, “Bu değişimin görünür nedeni sanayimizin daha az emisyon salımına neden olması. Bunu istememizin temel nedeni ise karşı karşıya olduğumuz iklim değişikliği sorunu. İklim değişikliği nasıl bir felakete yol açıyor? Örneğin geçen sene ülkemizde de yaşanan vahşi orman yangınları, aşırı ısı artışları görüyoruz. Küresel ısınmayı şu anda 1,5 derece ısı artışında durdurmaya çalışıyoruz. Böyle bir artışta aynı yangınların yeniden olma olasılığı yüzde 38. Artış 3 dereceye çıktığında ise bu olasılık yüzde 90 olacaktır” ifadelerini kullandı.

enerji

İklim değişikliğinin sadece ekolojik değil ekonomik olarak da önemli sorunları beraberinde getirdiğini belirten Ünlü, küresel ısınmanın 1,5 derecede ile sınırlanması durumunda tüm dünyada yüzde 4 ekonomik daralma yaşanacağını, 2 derecede ise oranın yüzde 11’e çıkacağını bildirdi.

Ekonomik daralmaların beraberinde savaşlara kadar giden sorunlar getirdiğini de hatırlatan Ünlü, “Küresel ısınmaya dur demek bu açıdan da önemli. Akıllı ve hızlı davranmalıyız” tavsiyesinde bulundu.

Ünlü, konuşmasında finansal değerlere yer vererek şunları söyledi:

“Geçen sene enerji kaynaklı ticaret açığımız 109 milyar dolardı. Toplam ticaret açığımız ise 113 milyar dolar. Dolayısıyla dış ticaret açığının büyük bir kısmı enerji kaynaklarından geliyor. Enerjimizi yaklaşık yüzde 75 oranda ithal ettiğimiz için geçen sene 150 milyar dolarlık enerji tüketimi yaptık. Derlediğimiz rakamlar gösteriyor ki; sanayide, konutlarda, şehirleşmede, tarımda enerjide dışa bağımlılığı önlersek ortalama 45 milyar dolar dış ticaret tasarrufu potansiyeli var. Uluslararası tedarik zincirlerdeki pazar zincirleri, eko-inovasyonlar gibi faktörlerdeki potansiyelleri de eklediğimizde ülkenin toplam kazancı 90 milyar dolar olabilir.”

Depremden sonra Türkiye’nin çok büyük bir bölümü için yeniden yapılanma sürecinin hızlı bir şekilde başladığına ve bunun çok iyi değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapan Ünlü, “Şu anda Türkiye’de ülke nüfusunun yüzde 13’ünü kapsayacak kadar bir bölgede yeniden inşa çalışmaları başladı. Bu binaları yeniden yaparken verimsiz olacakları şekilde inşa edecek lüksümüz veya bahanemiz yok” dedi.

Bu noktada yatırımcıya da fırsat tanımak gerektiğini belirterek finans sektörünün yatırımcıya daha dijital ve sıfır enerji binalar üretmesi durumunda finansal destekler sunduğunu, bu şekilde maliyetlerin aslında göz korkutmaması gerektiğinin aktarılmasının önemine dikkat çekti.

enerji

‘Doğru proje yönetimi için iletişim ve koordinasyona standartlar getirilmeli’

Yeşil Yakalı Kadınlar Derneği (YEYKAD) Yönetim Kurulu Üyesi Cemre Uçar, konuşmasında teknik yeterliliklerin yanı sıra, sosyal becerilerin de koordinasyon kurma açısından çok önemli olduğunun altını çizdi. Uçar, şunları söyledi:

“Dernek olarak kadınlar hem işin teknik kısmında hem de teknik olmayan kısımlarında varlar ve var olmalılar diyoruz. Deprem sonrası kurduğumuz koordinasyon ekibimizin deprem bölgesine yönelik gözlemlerine göre; önce insan diyerek insanlar arası iletişim, koordinasyon, kültür ve bilinç yaratmanın önemini atlamamalıyız. Bu alanlardaki standartları hem kendi aramızda belirlemeli hem de kurumlara aşılamalıyız. Proje yönetiminin doğru uygulanması çok mühim.”

YEVKAD’ın yazdığı projeyle STK’larla bir araya geldiğini dile getiren Uçar, “Deprem saha ziyaretlerimizde kurumların gerçek eksikliklerini gördük. Güç yetenekleri olarak da adlandırılan sosyal becerilere dair insan odaklı çalışmalar yapmak, kurumların bu bağlamda şeffaf olmasını sağlamak gerekiyor” diyerek proje yönetimi standartlarını sadece teknik açıdan değil, operasyonel süreçteki iş birliği açısından da ele almak gerektiğini sözlerine ekledi.

enerji

‘AB, enerji verimliliğinde bizden dört kat daha iyi durumda’

Isı, Su, Ses ve Yangın Yalıtımcıları Derneği (İZODER) Genel Sekreteri Timur Diz, öncelikle Türkiye’nin enerji verimliliği anlamında 2000 yılından beri aynı yerde olduğunu üzüntüyle belirterek şunları dile getirdi:

“Bizim aksimize, Avrupa yıllar öncekine göre aynı yerde değil. Avrupa yenilenebilir enerjide 1990 senesine göre karbon seviyesinde yüzde 20 azalma yaşadı. Şu an yüzde 32,5 enerji verimlilikleri var. 2050 yılı karbon nötr hedefleri kapsamında enerji limitlerini azaltmaya devam ederek sürekli iyileştirmeler, güncellemeler yapıyorlar. 2019’dan beri tüm yeni kamu binaları sıfır enerji konseptinde yapılıyor. Biz nSEB (Neredeyse Sıfır Enerji Bina) tanımını daha 2022’de yaptık. AB ise bu konuyu 2010’da ilk kez gündeme getirip 2014-2015 yıllarında resmileştirdi.”

Ayrıca enerji tüketimimizin Türkiye’de 135, 150 KW oranlarında olduğunu, gelişmiş ülkelerde ise bunun 30 veya maksimum 50 KW şeklinde görüldüğünü söyleyen Diz, “İsveç gibi soğuk bir ülkede yaşayan bir vatandaş bile buradaki insanlardan daha az yakıt faturası ödüyor. Avrupa Birliği bu konularda bizden yaklaşık 4 kat daha ileri. Ülke olarak çok hızlı hareket etmeli, gidişatımızı tümden değiştirmeliyiz” dedi.

Dört gün boyunca süren ve 17 oturum ile son bulan ZeroBuild Summit’23 Dördüncü Uluslararası Sıfır Enerji Binalar Zirvesi, Yapı Fuarı’nın YouTube kanalından izlenebiliyor.