Ana Sayfa Blog Sayfa 281

[COP28] Zirvenin üçüncü gününde gündem yenilenebilir enerji, yeni mali katkılar

Birleşik Arap Emirlikleri‘nin Dubai kentinde süren BM İklim Değişikliği 28. Taraflar Konferansı (COP28 ), üçüncü gününe girdi.

Bugünkü (2 Kasım Cumartesi) oturumlarda ülkeler ve petrol şirketleri, küresel ısınmayla mücadelede büyük ilerleme sözü verdi. 100 ülke, yenilenebilir enerji kullanımını 2030 itibarıyla üç katına çıkarmayı taahhüt etti.

Ayrıca Aramco‘nun da aralarında bulunduğu 50 petrol ve doğalgaz şirketi de 2050 itibarıyla, küresel ısınmaya neden olan gazlara ek yapmayı durdurma vaadinde bulundu.

Vaatler yalnızca karbon emisyonunu kapsıyor. Fosil yakıtlar söz konusu vaatler içinde yer almıyor. Bu nedenle çevreciler ülkelerin ve şirketlerin verdikleri bu sözlerin küresel ısınmayla mücadelede yeterli olmayacağını savunuyor.

Kayıp ve zarar fonuna yeni destekler

Zirvenin ilk gününde açıklanarak, özellikle iklim krizine karşı dezavantajlı ülkelerin memnuniyetle karşıladığı Kayıp ve Zarar Fonu‘na desteklerin açıklanmasına üçüncü gün de devam edildi.  Kanada fona 16 milyon dolarlık destek açıkladı. Hollanda fona 15 milyon dolar, ülke finansman düzenlemeleri için de 25 milyon dolarlık destek verecek. Slovenya 1,5 milyon Euro, İtalya da 100 milyon Euro taahhütte bulundu. 

COP28’in üçüncü gününde Dünya İklim Eylem Zirvesi de düzenlendi. Zirvede konuşan COP28 Başkanı Sultan Al Jaber, sektörler arası iş birliğini artırmayı ve sağlık sektöründeki emisyonları azaltmayı amaçlayan iklim-sağlık finansmanını 123 ülkenin onayladığını duyurdu.

Bugün 2023 Zayed Sürdürülebilirlik Ödülleri de sahiplerine teslim edildi.

Yenilenebilir hedefi

Başkan Al Jaber ve Uluslarası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Fatih Birol, dün  40’tan fazla ülke ve büyük CEO tarafından desteklendiğini söyledikleri bir bildiri yayımlayarak 2030 yılına kadar 11,000 GW’a ulaşma ve yıllık enerji verimliliği iyileştirmelerini iki katına çıkarma hedefi etrafında fikir birliği olduğunu açıklamıştı.

Erken hedefler sonuca etki edecek mi? 

Zirvenin hemen ilk günlerinde kayıp-hasar fonu ve yenilenebilir enerji konusunda sağlanan ilerlemeler COP28 düzenleyicileri ve katılımcılarını memnun ettik. Ancak uzmanlar ikinci yarının daha zor geçeceğini söylüyor.  Al-Jaber’in “büyük bir zafer” için Küresel Durum Değerlendirmesi’nde ortaya konan talepleri karşılayacak bir anlaşma yapması gerektiğine işaret ediliyor. Bunun ana başlığının da fosil yakıtları aşamalı olarak ortadan kaldıracak ve x3 temiz enerji hedefini net bir hesap verebilirlik mekanizmasına sahip bir BM metnine yerleştirecek bir plan ve tüm sektörleri ve gazları kapsayan ulusal iklim planları olması gerekiyor.

Kim ne istiyor? 

İlk taslak “Küresel Stok Sayımı” metni Cuma günü saat 02:00’de yayımlansa da henüz anlaşma için erken. Katılımcıların mevcut pozisyonları ise şöyle:

  • Çin: Spesifik, sektörel hedeflere (enerji) karşı çıkıyor; ticari tedbirlerin (CBAM) ele alınmasını istiyor.
  • Suudi Arabistan: Fosil yakıt ve enerji referanslarına karşı çıkıyor; IPCC‘nin verilerini sorguluyor, CCS‘yi (karbon yakalama ve depolama) destekliyor.
  • AILAC (Latin Amerika): Fosil yakıtların kullanımdan kaldırılması için bastırıyor.
  • ABD: 2.1C için daha geniş tabanı zorluyor; CCS yanlısı; fosil yakıtlar konusunda pozisyonu mesafeli.
  • AB: Azaltılmamış fosil yakıtların aşamalı olarak sonlandırılmasını, x3 temiz enerjiyi, CCS’nin sınırlı kullanımını, NDC‘lerde (Ulusal Katkı Beyanı) sektörel eylemi savunuyor.
  • Küçük Ada Ülkeleri (AOSIS): IPCC’nin verilerine ve bilim tavsiyelerine odaklanılmasını, iklim krizinin etkilerinin giderilmsine yönelik daha fazla nakit ve fosil yakıtların aşamalı olarak azaltılmasını talep ediyorlar.
  • Afrika Grubu: Adil ve hakkaniyetli enerji geçişi, finansmana erişim ve CBAM endişeleri için durum tespiti yapmak istiyorlar.
  • Brezilya: CBAM’ın endişelerini yineleyerek, daha zengin ülkelerin sera gazı kesintileri ve nakit konusunda liderliği savunuyor.

Sınırda Karbon Mekanizması

Ticaret ve Sınırda Karbon Mekanizması’nın (CBAM) halihazırda büyük borç yükleriyle mücadele eden ülkeler üzerindeki etkisi gündemde giderek daha fazla yer tutuyor. AB, Birleşik Krallık ve ABD için bu, yerel endüstrileri korumak ve değişimden yararlanmak için tasarlanmış önemli bir politika önlemi. Ancak Eylül ayındaki Nairobi İklim Deklarasyonu‘nun da açıkça ortaya koyduğu gibi, birçok Afrika ülkesi bunun ‘adil ve eşit şartlarda’ rekabet etmelerini engelleyeceğini düşünüyor.

Rakamlarla COP

  • 598 milyon dolar: COP28’de şu ana kadar yapılan kayıp ve hasar taahhütleri (Man City’nin değerinden hala 300 milyon dolar daha az)
  • 14 milyar $: AFDB tarafından desteklenen Afrika Adaptasyon Hızlandırıcısı kapsamında adaptasyon için.
  • 15.5 milyar dolar: Vietnam’ın JET-P Kaynak Mobilizasyon Planı.  (gaz dahil)
  • 16 milyar dolar: COP başladığından beri küresel petrol ve gaz endüstrisinin net geliri. Fransa, Kenya, Barbados, Antigua ve Barbuda ve İspanya bunun temiz yatırımlar için nasıl kullanılabileceğini düşünüyor.

BAE’nin iklim notu

Görüşmeler sürerken, BAE çalışanlarının ülkenin kendi iklim planlarını gözden geçirmeleri gerekebilir. Climate Action Tracker‘daki uzmanlar BAE’nin notunu ‘kritik derecede yetersiz’ olarak revize etti. Bunun nedeni, F-gaz (klima) emisyonlarına ilişkin tahminlerin önemli ölçüde yüksek olması. ADNOC‘un Hail & Ghasha açık deniz gaz sahalarını geliştirmek için ekim ayında yaptığı 17 milyar dolar değerindeki sözleşmeler de bu konuda yardımcı olmuyor. CAT yıllık COP güncellemesi 5 Aralık’da  yapılacak.

COP danışmanı istifa etti

Eski Marshall Adaları Başkanı Hilda Heine, BBC’nin BAE’nin 2023’te petrol ve gaz anlaşmaları yapmak için iklim ikili anlaşmalarını kullandığına dair ifşaatlarının ardından COP28 danışma komitesini terk eden ilk kişi oldu. Al Jaber’e yazdığı mektupta “Bu eylemler COP başkanlığının ve bir bütün olarak sürecin bütünlüğüne zarar vermektedir” dedi. COP28 yetkilileri ise medyaya gönderdikleri e-postalarda BBC’yi suçladı:  “Bu süreç boyunca tamamen açık, net ve dürüst olduk ve doğrulanmamış haberlerin ekibimizi etkilediğini görmek utanç verici.”

Metan hibeleri

ABD İklim Elçisi John Kerry ve Başkan Yardımcısı Colisha Harris de Dubai’de görüşmelere katılıyor.  Ülkeler, hayır kurumları ve endüstri, metan azaltımı için 1 milyar doların üzerinde hibe finansmanı açıkladı: Bu, özellikle gelişmekte olan ülkelerde emisyonları #GlobalMethanePledge doğrultusunda azaltmaya yönelik küresel eylemi katalize edecek.

Kerry sosyal medya hesabından şu değerlendirmeyi yaptı: “Metan ve diğer CO2 olmayan emisyonlar mevcut ısınmanın yarısından fazlasına neden oluyor, ancak küresel ilginin yarısından çok daha azını görüyor. COP28 Başkanlığı, ülkelere tüm sektörlerdeki sera gazlarını Paris Anlaşması hedeflerine dahil etmeleri ve CO2 dışı azaltımları hızlandırmaları çağrısında bulundu.”

İran konferansı terk etti

İsrail ve Hamas savaşıyla ilgili gerginlik dün (1 Aralık Cuma)  iklim zirvesine de sıçradı ve İran heyeti İsrail Cumhurbaşkanı Herzog‘un gelişi nedeniyle konferansı terk etti. IRNA haber ajansına göre İran, Herzog’un varlığı “bu konferansın amaç ve ilkelerine aykırı” buldu. Herzog’un COP28 konuşması ise Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşid’in konuşmaları gibi çatışmaya odaklandı.

Hastaneler tehdit altında

Dün akşam yayımlanan analize göre, fosil yakıt enerjisine güvenmek, hastanelerin en çok ihtiyaç duydukları hava felaketleri sırasında kapanmakla karşı karşıya kalmalarına neden olabilir. İklim riski analiz firması XDI tarafından yapılan çalışma, 200.000 küresel hastaneye yönelik aşırı hava tehditlerinin ısınmanın devam etmesiyle nasıl artacağını inceliyor.

[COP28] ABD dahil yedi ülke ‘kömür sonrası temiz enerji ittifakı’na katıldı

Bu yıl başkanlığını Birleşik Arap Emirlikleri‘nin yürüttüğü Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı‘nda (COP28), kömürden temiz enerjiye dönüşümü hızlandırmak için yedi  ülke yeni taahhüt açıkladı.

ABD, Çekya, Dominik Cumhuriyeti, İzlanda, Kosova, Norveç ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, kömürden temiz enerjiye geçişi hızlandırmak için çalışan ulusal ve uluslararası hükümetler ve kuruluşlardan oluşan ittifak olan Powering Past Coal Alliance’a katıldı.

Ülkeler, yeni kömürlü termik santral geliştirmeme ve mevcut kömür santrallerini aşamalı olarak kapatma taahhüdünü duyurdu.

ABD 2035’e kadar elektrik sektörünü karbonsuzlaştıracak

Dünyanın en büyük üçüncü kömür ülkesi olan ABD, elektrik sektörünü 2035’e kadar karbonsuzlaştırmayı hedeflerken, Çekya 2033 ve Kosova 2050’de elektrik sektörünü karbonsuzlaştırmayı planlıyor. Dominik Cumhuriyeti ise kömürden çıkış stratejisi hazırlamayı taahhüt etti.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İzlanda ve Norveç hali hazırda faaliyette kömür santrali bulunmamasına rağmen kömürden temiz enerjiye geçişi hızlandırmak için ittifaka katıldı.

‘Diğer ülkeler üzerinde baskı oluşturacak’

Düşünce kuruluş E3G Program Lideri Leo Roberts, ülkelerin yeni taahhütlerine ilişkin değerlendirmesinde şunları söyledi:

“ABD’nin Paris iklim hedefleri doğrultusunda kömürü aşamalı olarak terk etme taahhüdünde bulunması, emisyon azaltımı açısında çok önemli. Dünyanın en büyük ekonomisinin dünyanın en kirletici fosil yakıtından hızla uzaklaşmayı taahhüt etmesi, sembolik olarak da çığır açıcı. Şu anda OECD ülkelerinin yüzde 80’inden fazlasının Powering Past Coal Alliance üyesi olduğu bir noktadayız ve bu da onları küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırma hedefiyle uyumlu şekilde kömürden çıkış yoluna sokuyor. Bu durum, başta Japonya, Avustralya ve Güney Kore olmak üzere henüz bu konuda taahhütte bulunmamış olan az sayıdaki ülke üzerinde önemli bir baskı oluşturuyor.”

‘Sadece güzel bir fikir değil, ön koşul’

Londra merkezli düşünce kuruluşu Ember Politika ve Strateji Başkanı Richard Black ise kömürü aşamalı olarak terk etmenin sadece güzel bir fikir olmadığını, aynı zamanda iklim değişikliğini yavaşlatmak için bir ön koşul olduğunu belirterek, “Tüm ülkeler aynı hızda hareket edemez, ancak giderek artan sayıda ülke için kömür artık enerji sistemlerinin ihtiyaç duymadığı bir kaynak. ABD gibi müreffeh ülkelerin de gazı aşamalı olarak azaltmaya başlayabilecekleri ve gerçek anlamda temiz bir enerji geleceğine kapı açacakları gün çok uzak değil” diye konuştu.

[COP28] Türkiye’nin 2050’de elektriğin yüzde 91’inin temiz kaynaklardan üretmesi, 2053’de ‘net sıfır’ mümkün

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM), Dubai’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı’nda (COP28) düzenlediği bir basın toplantısıyla Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası’nın “Dönüşümün Takvimi ve Coğrafyası” başlıklı üçüncü ve son raporunu açıkladı.

Rapor; Türkiye’nin net sıfır CO2 emisyonu hedefine kömürü aşamalı olarak devreden çıkararak, yenilenebilir enerjiye (ağırlıklı olarak güneş ve rüzgar) hızla geçerek, iletim sistemindeki esneklik seçeneklerini kullanarak (pompaj depolaması, bataryalar vb.) ve sanayi, ulaşım ve binalarda elektrifikasyon ve enerji verimliliği yoluyla nasıl ulaşabileceğini gösteriyor.

Net Sıfır Senaryosu, karbon tutma, yakalama ve negatif emisyon teknolojileri kullanılmadan Türkiye’nin emisyonlarını 2018 seviyelerine kıyasla 2030 yılında yüzde 32 ve 2050 yılında yüzde 68 oranında nasıl azaltabileceğini ortaya koyuyor.

Basın toplantısında, İPM İklim Değişikliği Çalışmaları koordinatörü ve projenin lideri Dr. Ümit Şahin, üç yıllık projenin öne çıkan bulgularını sunarak Türkiye’de daha iddialı bir iklim politikasıyla 2053 yılına kadar net sıfırın nasıl mümkün olduğunu açıkladı.

Çalışmanın ilk aşamasına göre, Türkiye emisyonlarını 2030 yılına kadar 2018 seviyelerine kıyasla yüzde 32 oranında azaltabilir ve 2050 yılına kadar yüzde 68 oranında azaltım sağlayabilir. Raporda, kömür yakıtlı enerji santrallerinin çok büyük bir kısmının 2035 yılına kadar, tamamının ise 2040 yılına kadar tamamen kapatılabileceği vurgulanıyor.

Raporun maliyet analizi kısmı ise net sıfır senaryosunda özetlenen dönüşümün yatırım, işletme, bakım ve diğer maliyetler dahil toplam maliyetinin 2020-2030 yılları arasında 171 milyar dolar olduğunu ortaya koyuyor. Toplam faydaların büyük bir kısmının (70 milyar dolar) azalan yakıt tüketiminden kaynaklandığı belirtilen çalışmada, net maliyetin 101 milyar dolar veya yılda yaklaşık 10 milyar dolar olduğu tahmin edildi.

2023’te tamamlanan üçüncü aşama ise, elektrik sektörünün dönüşümünün zamanlamasına, coğrafi dağılımına ve şebeke üzerindeki etkisine odaklanarak beş yıllık aralıklarla karbonsuzlaştırma yörüngesini önceliklendiriyor. Rapor, kömürden uzaklaşmayı tamamlamak için elektrik sektöründeki mevcut kömürlü termik santrallerin ne zaman ve hangi sırayla aşamalı olarak kapatılabileceğine dair içgörüler sunarken uygun depolama tesisleriyle birlikte belirli bölgelerde yeni gaz ve yenilenebilir enerji santrallerine duyulan ihtiyacı özetliyor ve bunların ne zaman ve ne ölçüde hayata geçirilmesi gerektiğini belirtiyor.

Ilgaz: Türkiye fosil yakıtların terk edilmesine veya azaltılmasına karşı olduğunu açıkladı

Basın toplantısının moderatörlüğünü yapan Oil Change International’dan Mahir Ilgaz açılışta şunları söyledi:

“Bu sabah GST’de Türkiye delegasyonu fosil yakıtların hem terk edilmesine hem de azaltılmasına dair herhangi bir karara karşı olduklarını ilk kez bu kadar açık olarak söyledi. Bunu duymak benim için şaşkınlık vericiydi. Gerçi bunun Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı’yla uyumlu, dürüst bir pozisyon olduğu söylenebilir belki, ama bu yine de bazı önemli fosil yakıt üreticisi ülkelerin bile fosil yakıtlardan çıkış veya azaltma konusunda görece ileri bir pozisyon aldığı bir dönemde böyle bir açıklama kafa karıştırıcı. Ayrıca Türkiye’nin bu pozisyonu enerji güvenliği kaygıları nedeniyle aldığını söylemesi de şaşırtıcıydı, çünkü iklim değişiklilğinin etkilerine karşı bu kadar kırılgan ve fosil yakıt ithalatına bu kadar bağımlı bir ülkenin en kısa zamanda fosil yakıtlardan kurtulmaya çalışması beklenirdi.”

Şahin: 2053 net sıfır hedefi çok önemli

Basın toplantısında raporun çıktılarını açıklayan Sabancı Üniversitesi İPM İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Dr. Ümit Şahin ise  Türkiye’nin 2053’te net sıfır emisyona ulaşma hedefinin çok önemli olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

“Üç yıldır yürüttüğümüz kapsamlı çalışmalarla, yenilenebilir ve temiz kaynaklara dayalı bir enerji sistemiyle 2053’te net sıfır emisyon hedefine ulaşmanın mümkün olduğunu gösterdik. Türkiye’nin emisyonları 2050’ye kadar yüzde 68 azalabilir. Şebeke esnekliğini sağlayacak önlemlerin alınmasıyla yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payı 2050’de yüzde 91’e ulaşabilir, depolama sistemlerinin kapasitesi 40 gigavatı bulabilir. Elektrikli araç stokunun ise 2050’de 19,4 milyona ulaşarak binek araç pazarındaki payının yüzde 66’ye çıkabileceğini öngördük.”

Linyit kömür santral kapasitesinin 2030’da 3 gigavata düşürülebileceğini ve bu santrallerin 2035’te tamamen kapatılabileceğini ifade eden Şahin, ” Devam çalışmamız, net-sıfır hedefine adım adım nasıl ulaşılacağını göstermeye yardımcı oldu. İthal kömürlü termik santral kapasitesinin ise 2030’da 4 gigavata gerileyeceğini ve 2035’ten sonra tamamen kapatılabileceğini hesapladık. Böylece 2050’de fosil yakıtlara dayalı enerji üretimi sadece yüzde 7 olurken, güneş, rüzgar, jeotermal ve biyokütlenin elektrik üretimindeki payı yüzde 80’e yükselecek.” bilgisini paylaştı.

İlhan:  Artıştan azaltım kabul edilemez

Avrupa İklim Eylem Ağı Türkiye‘den Elif Cansu İlhan ise İPM’nin son üç raporunun özellikle önemli olduğunu ve 2050’de net sıfır için bir yol haritası sunduğunu vurguladı:

“Türkiye hala gelişmekte olan bir ülke olduğu gerekçesini iklim değişikliğinde üzerine düşeni yapmamak için kullanmaya devam ediyor. Dün COP28’in açılışında Türkiye’nin baş müzakerecisi Türkiye’nin 1,5 derece sıcaklık artışının etkilerini yaşamaya başladığını söyledi, ancak iklim değişikliğiyle mücadele için yapılanlar, iklim acil durumu yaşayan bir ülkeye uygun değil. Türkiye’nin ilk ulusal katkı beyanındaki artıştan azaltım hedefi aslında 2030’a kadar emisyonlarını yüzde 30’dan fazla arttırma hedefi anlamına geliyor. Geçen yıl pek çok ülkenin 1,5-2 derece ile uyumlu olmasa da hedeflerini daha güçlü olacak şekilde güncellediği COP27’de Türkiye’nin böyle bir artış hedefi vermesi kabul edilemez. Ayrıca Türkiye’nin emisyonlarını tepe noktaya çıkarmak için 2038 yılını hedef koyması da kabul edilemez ve 2053’te net sıfır hedefiyle de uyumlu değil. Türkiye’deki iklim STK’ları olarak başlattığımız 2030 iklim hedefleri kampanyasında Türkiye’nin emisyonlarını 2030’a kadar %35 azaltma hedefi belirlemesini talep ediyoruz. Bu tabii artıştan azaltım hedefi olmamalı, hemen başlayacak şekilde mutlak emisyon azaltım hedefi istiyoruz. Türkiye iklim krizinden sorumlu bir ülke olarak üzerine düşen adil katkıyı yapmalıdır. Türkiye’nin politika yapıcıları iklim hedeflerinin aynı zamanda çok sayıda başka faydası da olduğunu anlamalı. Biz de kampanyamızda emisyonları azaltmak için yapılacakların istihdam için, sanayi için iyi olduğunu, yenilenebilir enerji yatırımlarıyla yeni işler yaratılabileceğini, ekonomik kriz de yaşayan Türkiye’de enerji fiyatlarının düşmesiyle enflasyonla da mücadele edilmiş olacağını ve pek çok ekonomik sorunun çözüleceğini söylüyoruz. Ayrıca adil dönüşüm bölgesel eşitsizlikleri de azaltabilir. Dün Türkiye’nin iklim delegasyonu Kayıp ve Zarar Fonu‘ndan para almak istediklerini de söyledi. Oysa Türkiye’nin azaltım hedefi belirleyerek adil geçiş fonuna erişebilir olması daha gerçekçi ve uygun olur. İPM raporları adil dönüşüm planlarıyla bölgesel olarak insan onuruna uygun yeşil işler yaratılabileceğini, böylece ekonomik ve sosyal sınıflar arasındaki eşitsizliklerin de azaltılacağını gösteriyor.”

Rapordan öne çıkanlar…

Üç ciltlik raporda “enerji sektörü”yle ilgili öne çıkan başlıklar şöyle:

  • Türkiye linyit kömür santrallerinin hepsini 2035’e kadar, ithal kömür santralleri dahil tüm kömür santrallerini ise 2040’tan önce devreden çıkarabilir. Buna göre, kömürlü termik santrallerin çoğu 2030’ların ilk yarısında aşamalı olarak kapatılmalı. Yerli linyit santrallerinin 2020 yılında 9,5 GW olan kurulu gücü, 2030 yılında 3 GW’a düşürülmeli ve ve 2035 yılına kadar tamamının aşamalı olarak kapatılmalı. 2020’de yaklaşık 9 GW olan ithal kömür santrallerinin kurulu gücü 2030’da 4 GW’a, 2035’te 1,3 GW’a düşmesi ve ve 2040’ta tamamen kapanması öngörülüyor.

  • Bu sayede 2020 yılında 135 MtCO2 olan elektrik sektöründen kaynaklanan CO2 emisyonları 2030 yılında yüzde 48, 2035 yılında yüzde 78 ve 2050 yılında yüzde 88 azalarak 18 MtCO2’ye düşüyor.

  • Rüzgâr kapasitesinde hızlı bir artış ve ardından güneş enerjisi kapasitesinde önemli bir büyüme söz konusu. Yeni rüzgar ve güneş santrali kurulumları Batı ve Orta Anadolu‘da yoğunlaşıyor.
  • Türkiye’nin kara ve deniz üstü rüzgar enerjisi kurulu gücü, Net Sıfır Senaryosu’nda 2030’da 32 gigavatı ve 2050’de 62 gigavatı geçebilir.
  • Rüzgar enerjisi kurulu gücünün 2030’da bu seviyeye ulaşması mevcut kapasiteye göre yüzde 122 artış anlamına gelirken, 2050’de 62 gigavatı aşması durumunda toplam rüzgar enerjisi kapasitesi yüzde 330 yükselmiş olacak.. 2040’tan sonra sisteme konsantre güneş ve açık deniz rüzgâr kapasiteleri de eklenmektedir.
  • Türkiye’nin güneş enerjisi kurulu gücü ise çok daha hızlı bir büyümeyle 2030’da 36 gigavata, 2050’de yüzde 193 gigavata ulaşabilir. Bu durumda, Türkiye’nin güneş enerji kurulu gücü 2030’da mevcut kapasiteye göre yüzde 155 artarken, 2050’de ise bu artış 14 katı bulabilir.
  • Yeni rüzgar enerjisi santrallerinin çoğunluğunun Batı Anadolu ve Batı Akdeniz bölgesinde, güneş enerjisi santrallerinin de Orta Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yoğunlaşacağı öngörülüyor.
  • Jeotermal enerji, biyokütle enerji santralleri ve hidroelektrik santral kapasitesi daha mütevazı bir artış göstermektedir.
  • Türkiye’de depolama tesislerine yapılacak yatırımlarla 2030’a kadar 5,7 gigavat kapasiteye ulaşılabileceği hesaplanırken, 2050’de bu kapasitenin 40 gigavata yükselebileceği tahmin ediliyor. Esneklik mekanizması olarak kullanılabilecek uluslararası enterkonneksiyon hatlarının (ENTSO-E ve Gürcistan) Net Transfer Kapasitesinin 2020’de 1 GW’tan 2030’da 3,4 GW’a ve 2050’de 9 GW’a çıkması beklen Depolama santrallerinin kurulumunun Orta Anadolu bölgesinde yoğunlaşacağı öngörülüyor.
  • 2020’de, modern yenilenebilir enerji kaynaklarının (güneş, rüzgar, jeotermal, biyokütle) payı yüzde 17’dir ve kademeli olarak 2030’da yüzde 46’ya, 2035’te yüzde 64’e yükseliyor ve 2050’de yaklaşık yüzde 80’e ulaşıyor. Buna karşılık, fosil yakıt kaynaklarının elektrik üretimindeki payı 2020’de yüzde 58’den hızla azalarak 2030’da yüzde 29’a, 2035’te yüzde 13’e ve son olarak 2050’de yüzde 7’ye düşüyor.
  • Net Sıfır Senaryosunda, Akkuyu‘da 4,8 GW kapasiteli bir nükleer enerji santrali inşa halinde. Elektrik sistemine 2030 yılında yüzde 8 oranında giren nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payı yıllar içinde azalarak 2030 yılında yüzde 6,5’e, 2050 yılında ise yüzde 5’e düşüyor.

‘Diğer sektörler’

Rapor serisinde “diğer sektörler” için hazırlanan yol haritası ise şu şekilde:

  • Ulaşım sektöründe, fosil yakıttan yeşil hidrojene geçiş çok öne çıkıyor. 2020’de neredeyse sıfır olan elektrikli araçların payı 2030’da yüzde 20’ye (3,8 milyon EVs) ve 2050’de yüzde 66’ya (19,4 milyon EVs) ulaşabilir.
  • Ulaşım sektöründeki dönüşümün hız kazanmasıyla 2030’da toplam binek araç pazarının yüzde 20’sini elektrikli binek araçların oluşturacağı, bu oranın 2050’de yüzde 66’ya çıkabileceği hesaplanıyor. Bu durumda 2050’de Türkiye’deki toplam elektrikli binek araç sayısının 19,4 milyonu bulması bekleniyor. Böylece diğer sektörlerdeki dönüşümün de sağlanması durumunda, Türkiye’nin 2053 için belirlediği net sıfır emisyon hedefine ulaşabileceğine kesin gözüyle bakılıyor.
  • 2018’de 83 MtCO2 olan ulaştırma sektöründen kaynaklanan CO2 emisyonlarının 2030’da yüzde 21, 2050’de yüzde 65 azalarak yaklaşık 29 MtCO2’ye düşeceği öngörülüyor.
  • Binalarda kömür, sıvı yakıt ve biyokütle tüketiminin 2030 yılına kadar aşamalı olarak kaldırılması ve elektrifikasyon nedeniyle binalarda gaz ve LPG tüketiminin 2050 yılına kadar ortadan kalkması durumunda binalardan kaynaklanan toplam emisyonlar 2030 yılında 2018 seviyesine kıyasla yüzde 46 azalıyor ve 2046 yılına kadar tamamen ortadan kalkıyor.
  • Sanayide enerji tüketiminden kaynaklanan toplam emisyonlar 2018 yılına kıyasla 2030 yılında yüzde 23, 2050 yılında yüzde 67 oranında azalıyor. 2050 yılında, sanayide enerji kullanımından kaynaklanan 30 MtCO2 artık emisyonun yüzde 57’si yüksek enerji ve yüzde 23,5’i düşük enerji yoğunluklu sanayilerden kaynaklanıyor.
  • Çalışmada sanayiden kaynaklanan proses emisyonlarının azaltılması en zorlu konu olarak belirlenmiş Yüksek enerji yoğun sektörlerde talep değişikliği, endüstriyel süreçlerden kaynaklanan emisyonların azaltılmasına yol açan kilit bir bileşen olacağı öngörülüyor. Buna göre, proses emisyonları 2030 yılında yüzde 12, 2050 yılında yüzde 43 daha düşük olacak.  Ancak bu durumda bile, sadece proses emisyonlarındaki artış durdurulacak ve 2050 yılına gelindiğinde hala yaklaşık yıllık 58 MtCO2 emisyona sebep olacaktır.

Türkiye’nin emisyonları

Türkiye Paris Anlaşması’nı 2021 yılında onayladı ve 2053 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmayı hedefliyor. 2023 yılı itibariyle 85 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık 18. ülkesi ve 1,15 trilyon dolarla 17. büyük ekonomisi olan Türkiye’nin sera gazı emisyonları artıyor. Sera gazı emisyonları 2021 yılında 1990 yılı seviyelerine kıyasla %157 oranında artarak 564 milyon tona ulaştı. Karbondioksit (CO2) emisyonları ise 1990 yılından bu yana neredeyse iki katına çıkarak 452 milyon tona (küresel CO2 emisyonlarının %1,2’si) ulaştı. Bu hızlı artış, Türkiye’yi fosil yakıtlar ve sanayiden kaynaklanan CO2 emisyonları bakımından dünya genelindeki 195 ülke arasında 13. sıraya yerleştirdi.  Türkiye’nin kişi başına CO2 emisyonu 5,4 ton ile küresel ortalamanın üzerinde olup 64. Sırada bulunuyor. Tarihsel sorumluluk açısından önemli olan kümülatif emisyonlar açısından ise 26. sırada yer alıyor.  Artan emisyonları ve G20 üyeliği nedeniyle iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir rol oynuyor.

2053’e kadar net sıfır emisyon hedefi, Türkiye’nin iklim politikasında önemli bir dönüm noktası oldu. Paris’ten önce Türkiye herhangi bir emisyon azaltımı taahhüdünde bulunmamıştı. Şimdi ise önümüzdeki otuz yıl içinde emisyonların net sıfıra indirilmesi hedefleniyor. Ancak, yayınlanmış herhangi bir uzun vadeli strateji ve kömürden çıkış politikasının yanı sıra NDC’deki zayıf, tutarsız kısa vadeli taahhütler nedeniyle bu niyetler temelsiz kalıyor. Yavaş ilerleyen sürecin nedenlerinden biri, enerji güvenliği, şebeke gereksinimleri ve baz yük ihtiyaçları ile ilgili endişeler nedeniyle enerji sektörünün isteksizliği gibi görünüyor. Bununla birlikte, şebeke esnekliği ve kömürden çıkış hedefi için gerekli adımlar atıldığı sürece, Türkiye 2053 hedefine yenilenebilir kapasite artışı ile ulaşabilir.

Türkiye’nin iklim hedefi

 Türkiye, Nisan 2023’te BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘ne (UNFCCC) Güncellenmiş İlk Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkısını (NDC) sundu. Buna göre de  genel sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar referans senaryoya kıyasla %41 oranında azaltmayı ve emisyonları azaltmadan önce 2038 yılında zirveye ulaşmayı taahhüt etti. Sonuç olarak, Türkiye’nin sera gazı emisyonları, 2020 seviyelerine kıyasla %32 artarak 2030 yılında 693 milyon tona ulaşacak.

Ayrıca, enerji dönüşümünün hızlandırılmaması ve  mutlak azaltım hedefi taahhüt etmemesi halinde 2038 yılına kadar emisyonları artırmak ve 15 yıl içinde net sıfıra inmek çok mantıklı görünmüyor.

[COP28] İddialı bir COP28 paketi için define avı başlıyor!

Uluslararası İklim Eylem Ağı’nın (CAN International) koordinasyonu ile sivil toplum örgütlerinin UNFCCC toplantılarında yayınladığı ECO haber bültenininden başlıkları, Avrupa İklim Eylem Ağı aracılığı ve Ayşe Bereket’in çevirisi ile paylaşıyoruz.

*

ECO olarak hepinize Altın Şehri Dubai’ye hoş geldiniz diyoruz. En iddialı COP sonucunu bulmak için define avına çıkalım.  Yerlerinize… Hazır ol… Başla!

Umarız yüksekten korkmuyorsunuzdur, ne gökdelenlerden ne de bu iki hafta içinde sonuçlandırılması gereken dağ kadar meseleden. Dikkatlerin dağılması riski de bir o kadar yüksek. Müzakereciler koridorlar, basın odaları ve gündem maddeleri labirentinde yollarını bulmak gerçek bir define avına çıkmış görünüyorlar. Aynı anda gerçekleştirileceği düşünülen yüzlerce vaat ve inisiyatif de cabası.

ECO olarak, delegelere defineyi bulmaları için öneriler hazırladık. İşte tepeleri aşıp defineyi bulmanıza ve COP28’de başarılı bir sonuç elde etmenize yardımcı olacak birkaç ipucu:

Delegeler ve Devlet Başkanları: Büyük ödüle giden yolun bireysel açıklamalar ve inisiyatiflerden geçmediğinin, nihai sonuç bildirgesine konulacak gerçek ve dönüştürücü çözümler olduğunu bilmeniz gerekiyor. 

cop28

  1. İddialı, adil ve eşitlikçi bir enerji paketi bulun 

Böyle bir paket, tüm fosil yakıtlardan adil, hızlı, yüzde yüz ve finanse edilen bir çıkış gerektiriyor. Ve evet, buna doğal gaz da dahil. “Düşük karbonlu gaz” veya “temiz kömür” gibi aldatmacalara kanmayın. Kapsamlı bir paketin, doğaya olumlu ve topluma faydalı katkıları olan yenilenebilir enerjinin aşamalı olarak devreye alınmasını ve iddialı enerji verimliliği hedeflerini de içermesi gerekiyor. 

Hala aklınız karışıksa, buyurun size başka ipuçları:

  • Yenilenebilir enerji kaynaklarını 2030 yılına kadar, 2022’ye kıyasla üç katına çıkarmak mı? Evet.
  • Enerji verimliliğini 2030 yılına kadar, 2022’ye kıyasla iki katına çıkarmak mı? Evet. 
  • Bunlar iddialı bir sonuç elde etmek için yeterli mi? Elbette değil.

Yukarıda yazdıklarımızı gerçekleştirseniz bile, sadece sisin içindeki yanılsamaların arasından geçmekle yetinmiş oluyorsunuz ve en önemli ipucunu kaçırıyorsunuz: Öldürücü fosil yakıtlardan hızlı ve adil çıkış için bir zaman çizelgesi. Ayrıca adımlarınıza dikkat etmenizi öneriyoruz, Karbon Yakalama ve Depolama gibi tehlikeli ve dikkat dağıtan şeylere takılırsanız ve “karbonu yakalanmamış-unabated” kelimesiyle kurulan tuzaklara düşer veya zehirli nükleer enerjiye sırtınızı dayarsanız, tekrar başa dönersiniz. 

Gelecekteki spekülatif teknolojik çözümlere bahis oynayarak mızıkçılık yapmaya da yeltenebilirsiniz. Ancak bu sorunu şu anda çözmenin tek yolu, şu anda mevcut olan ve kanıtlanmış araçları kullanmak. 

Son olarak, bu ilk dönüm noktası gerçekleştirmek için enerji dönüşümün nasıl adil ve eşitlikçi olmasını sağlayacağınıza dair net bir fikriniz olması gerekiyor. Bu, bir yandan gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere trilyonlarca kamu finansmanı aktarımını sağlamak, diğer yandan ise Adil Geçiş Çalışma Programı’nın etkilenen işgücü ve toplulukları desteklenmesine ve adil geçişin hızlandırılmasına yönelik öneriler sunmasını sağlamak anlamına geliyor.

cop28

  1. İklim değişikliği etkilerini ele alın (Bu ipucunu dikkatlice okuyun zira bu hayat kurtaran bir ipucu)

Başını kuma gömen devekuşu olmayalım. İklim değişikliğinin etkilerini, selleri, sıcak dalgalarını, hortumları, yükselen deniz seviyelerini görüyoruz ve bunun için ne yapmamız gerektiğini biliyoruz.

İşin içinden çıkamıyorsanız, işte size birkaç ipucu:

  • Küresel Uyum Hedefi’ne (Global Goal on Adaptation –GGA) ilişkin kapsamlı bir çerçeve hakkında bir karara varmanız, bunu onaylamanız ve işleyişe koymanız gerekiyor.
  • Uyumun azaltımla aynı seviyeye yükseltilmesi için GGA‘ya kalıcı bir gündem maddesi koyun.
  • Uyum finansmanının ne kadar gerekli olduğunu unutmayın. Herhangi rastgele bir taahhüt değil, finansman açıklarını gidermek için gereken miktarlarda gerçek para. 
  • Kırılgan toplulukları desteklemek için Kayıp ve Hasar Fonu’nu iklim krizinden en çok etkilenenlerin ihtiyaç ve önceliklerini karşılayacak ve insan haklarını koruyacak şekilde faaliyete geçirin.
  • Kayıp ve Hasar Fonu’nu bir an önce faaliyete geçirin. Hadi anlaşalım ve gerçekten kırılganların ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir fon oluşturduğumuzdan emin olalım!
  • Gerçek iklim adaletini sağlamak için fonu yüz milyarlarca dolarla yeni, ek, öngörülebilir ve yeterli kaynaklarla dolduralım.
  1. Finansman aktarımını sağlayın yoksa çıkmaza girersiniz. 

ECO, COP28 öncesinde bazı Tarafların (nihayet) görevlerini yerine getirip 100 milyar ABD doları hedefine ulaştıklarına dair söylentiler duydu. Bunlar kulağa hoş geliyor ancak… bu söylenti aynı zamanda Tarafların define avına başladıkları noktaya, yani en başa, geri dönmelerine ve ECO’nun kendilerine ilkeleri hatırlatmasına yol açtı: 

Mali vaatlerin yerine getirilmesi, iyi bilinen “Ortak Fakat Farklılaştırılmış Sorumluluklar ve Göreli Yeterlikler İlkesi” (CBDR-RC) ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda iklim eyleminin temel bir ön koşulu. Masada yeterli miktarda ve gerçek para olmadığı sürece taahhütlerin ve hedeflerin hiçbir faydası yok. Haydi Delegeler, hedeflerinizi hayata geçirecek finansmanı sağlamanızın zamanı geldi!

Kaybedilen zamanı ve mevcut mali açıkları nasıl telafi edeceğinizi açıklamadan 100 milyar dolar hedefine üç yıl geç ulaştığımız için kendimizi tebrik edemeyiz (ve hayır, çifte sayma ve rakamları büyütmek için kredi kullanma iyi bir fikir değil – 14 adım geriye gidin)

Gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin enerji dönüşümü için üzerlerine düşeni yapmaları gerekiyor: uyum finansmanı ile başlayıp (büyük ipucu: finansmanı iki katına çıkarmak işin sırrı ama yeterli değil!), Kayıp ve Hasar Fonu’nu başlatmak için sermaye sağlamaları ve kamu finansmanı ve hibe bulmaları lazım. 

  1. Geçmişin, bugünün ve geleceğin değerlendirmesini yapın

Tüm ipuçlarımızı dikkatlice takip ettiyseniz sizi tebrik ederiz, son aşamaya varmak üzeresiniz. 

Ancak, zaferi kazanmadan önce yapmanız gereken önemli bir şey var: yolculuğunuzun bir değerlendirmesini yapın. Evet doğru okudunuz sevgili delegeler, gerçek iklim eylemi hazinesini ancak geriye bakıp nereden geldiğinizi anlayabilirseniz ve geleceğe bakıp şu anda bizi 2,7°C derecenin üzerinde bir küresel ısınmaya götüren rotayı düzeltmeye kararlıysanız kazanabilirsiniz. 

[COP28] 120’nin üzerinde ülke sağlık deklarasyonunu imzaladı

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Dubai kentinde düzenlenen BM İklim Zirvesi- COP28’in üçüncü gününde bir deklarasyona daha imza atıldı. Dün (1 Aralık) Gıda Sistemleri Deklarasyonu’nun imzalanmasının ardından, bugün de İklim ve Sağlık Deklarasyonu imzalandı. Ayrıca ilk kez bir COP’ta Sağlık Günü’nde, dünyanın dört bir yanından 40 milyondan fazla sağlık çalışanı, COP28’deki iklim müzakerelerinde sağlığa öncelik verilmesi için Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve sivil toplum örgütleri tarafından yapılan eylem çağrısına katıldı.

Deklarasyona Kanada, ABD, Avrupa Birliği, Arjantin, Azerbaycan, Brezilya ve Ukrayna’nın da arasında bulunduğu 123 ülke imza attı. Türkiye Gıda Sistemleri Deklarasyonu’nda da olduğu gibi bu deklarasyona da imza atmadı. Deklarasyona imza atan ülkeler şöyle:

Sağlık Deklarasyonu'na imza atan ülkelerin listesi
Sağlık Deklarasyonu’na imza atan ülkelerin listesi

Deklarasyonun içerisinde sağlık sistemlerinin iklime dirençli, düşük karbonlu, sürdürülebilir ve eşitlikçi olacak şekilde dönüştürülmesi gibi amaçlara yer veriliyor.

‣[COP28] 130’un üzerinde devlet başkanı Gıda Sistemleri Deklarasyonu’nu imzaladı

123 ülke iklime odaklı sağlık sistemleri için taahhütte bulundu

COVID-19’a da işaret edilen deklarasyon metninde söz konusu salgından alınan dersler ışığında şimdiki ve gelecek nesillerin yararı için iklime dirençli kalkınmanın geliştirilmesi gerektiği bildirildi.

Öte yandan iklime odaklı daha iyi sağlık sistemlerinin oluşturulması, toplumların ve en hassas nüfusların iklim değişikliğinin etkilerine karşı daha iyi hazırlanması için ortaya koyulacak çalışmalar için ortak hedefler belirlendi.

Deklarasyona imza atan 123 ülke bu doğrultuda hareket etmek için taahhütte bulunmuş oldu.

İklim ve Sağlık Liderler Toplantısı’nda imzalanan deklarasyon kapsamında verilen taahhütler arasında şunlar bulunuyor:

  • Yerli Halklar, yerel topluluklar, kadınlar, çocuklar ve gençler, sağlık çalışanları ve uygulayıcıları, engelliler ve iklim değişikliğinin sağlık etkilerine karşı en savunmasız nüfuslar ile yakın ortaklıklar da dahil olmak üzere, azaltım ve uyum eylemlerinden elde edilen sağlık kazanımlarını en üst düzeye çıkaran ve iklim değişikliğinden kaynaklanan sağlık etkilerinin daha kötüye gitmesini önleyen politikaların geliştirilmesi ve uygulanmasının güçlendirilmesi.
  • Tek Sağlık (One Health) yaklaşımının uygulanması; sağlığın çevresel belirleyicilerinin ele alınması; çevresel ve iklimsel faktörler ile antimikrobiyal direnç arasındaki bağlantılara ilişkin araştırmaların güçlendirilmesi ve pandeminin önlenmesi, hazırlıklı olunması ve müdahale edilmesinde etkili bir araç olarak zoonotik yayılmaların erken tespitine yönelik çabaların yoğunlaştırılması gibi insan, hayvan, çevre ve iklim sağlığı sorunlarına ilişkin işbirliğinin kolaylaştırılması.
  • Sektörler arasında olumlu sağlık sonuçları sağlayan uyum eylemlerine öncelik vererek ve bunları uygulayarak, sağlıklı nüfusların iklim direncine katkıda bulunduğunu ve bunun bir etkisi olduğunu, gıda ve tarım, su ve sanitasyon, konut, kentsel planlama, sağlık hizmetleri, ulaşım ve enerji dahil olmak üzere bir dizi sektörde başarılı uyumun bir sonucu olduğunu kabul etmek.
  • İklim-sağlık bilgi hizmetleri, gözetim, erken uyarı ve müdahale sistemleri ve iklime hazır sağlık işgücünün güçlendirilmesi de dâhil olmak üzere, sağlık sistemlerinin iklime duyarlı hastalık ve sağlık risklerini öngörme ve bunlara karşı uyum müdahaleleri uygulama becerilerinin geliştirilmesi.
  • Örneğin ruh sağlığı ve psikososyal refah, geleneksel tıbbi bilgi kaybı, geçim kaynakları ve kültür kaybı ve iklim kaynaklı yerinden edilme ve göç dahil olmak üzere iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkilerini ele almak için kapsamlı bir müdahalenin teşvik edilmesi.
  • Ülkeler içindeki ve arasındaki eşitsizliklerle mücadele edilmesi ve SDG3 (Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri) de dahil olmak üzere Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşılmasını hızlandırmaya yönelik politikalar izlenmesi; yoksulluğun ve açlığın azaltılması; sağlık ve geçim kaynaklarının iyileştirilmesi; sosyal koruma sistemlerinin güçlendirilmesi, gıda güvenliği ve beslenmenin iyileştirilmesi, herkes için temiz enerji kaynaklarına, güvenli içme suyuna ve sanitasyon ve hijyene erişim; ve evrensel sağlık kapsamına ulaşmak için çalışılması.
  • Sağlık sistemlerinin sera gazı emisyonlarını değerlendirmek ve tedarik zincirleri de dahil olmak üzere ulusal sağlık sistemleri için eylem planları, ulusal olarak belirlenmiş karbonsuzlaştırma hedefleri ve tedarik standartları geliştirmek gibi sağlık sektöründe emisyonları azaltmaya ve atıkları azaltmaya yönelik adımları teşvik etmek.
  • İklim ve Sağlık Alanında Dönüştürücü Eylem İttifakı (ATACH) gibi girişimler de dâhil olmak üzere, disiplinler arası ve ötesi araştırmaların, sektörler arası işbirliğinin, en iyi uygulamaların paylaşılmasının ve iklim-sağlık bağının ilerlemenin izlenmesinin güçlendirilmesi.
  • Deklarasyonda ayrıca sağlık aktörlerinin, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde, sağlık ve iklim değişikliği faaliyetleri için finansmana erişimde çeşitli zorluklarla karşılaştığına işaret edildi.

Deklarasyondaki finansal taahhütler

Bu kapsamda finansman akışlarının verimliliğini ve etkinliğini artırmak için iklim değişikliği ve sağlığın kesişim noktasındaki uyumluluktan daha iyi yararlanılması gerektiğinin altını çizildi. Finansman açısından ise şu taahhütlerde bulunuldu:

  • Yerel bütçelerden, çok taraflı kalkınma bankalarından, çok taraflı iklim fonlarından, sağlık finansman kurumlarından, yardım kuruluşlarından, iki taraflı kalkınma ajanslarından ve özel sektör aktörlerinden iklim ve sağlık yatırımlarının ölçeklendirilmesinin teşvik edilmesi.
  • Kalkınma bankaları da dahil olmak üzere uluslararası finansman sağlayıcılarının iklim ve sağlık portföyleri arasındaki sinerjiyi güçlendirmeye ve sağlık-iklim bağlantısında ülke liderliğindeki proje ve programlara desteklerini artırmaya teşvik edilmesi.
  • İklim-sağlık müdahalelerinin finansmanı ve uygulanmasına ilişkin öğrenilenlerin ve en iyi uygulamaların paylaşılması ve iklim-sağlık finansmanı için mevcut ihtiyaçlara ilişkin, ülke öncelikleri ve ihtiyaçlarına dayanan ortak bir anlayış geliştirilmesi. COP28 başkanlığı, ATACH finans çalışma grubu ve iklim-sağlık finansmanı için ortak Kalkınma Bankası çalışma grubu da dahil olmak üzere bu konuda devam eden çabaları memnuniyetle karşılıyoruz.
  • İklim-sağlık girişimleri de dâhil olmak üzere, iklim finansmanının verimliliği ve etkinliğine ilişkin ortak anlayışı güçlendirmek ve olumlu sağlık sonuçlarının elde edilmesini en üst düzeye çıkarmak amacıyla, iklim finansmanının izleme, şeffaflık ve değerlendirme çabalarının iyileştirilmesi.
  • İmzacı ülkeler, bu amaçlara ulaşmak için – ulusal koşullarına göre – sağlıkla ilgili hususların iklim politikası süreçlerine ve iklimle ilgili hususların sağlık politikası gündemlerine daha iyi entegre edilmesini takip etmeyi taahhüt etti.
  • Halk sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerin en aza indirilmesi amacıyla ilgili Paris Anlaşması ve BMİDÇS süreçleri bağlamında sağlık hususlarının dahil edilmesi ve ilgili ve uygun olduğu durumlarda Dünya Sağlık Örgütü’nünkiler de dahil olmak üzere küresel sağlık çalışma programlarında iklim hususlarının ana akımlaştırılması.
  • Ulusal olarak belirlenen katkıların bir sonraki turunun, uzun vadeli düşük sera gazı emisyonlu kalkınma stratejilerinin, ulusal uyum planlarının ve uyum iletişimlerinin tasarlanmasında uygun olduğu şekilde sağlığın dikkate alınması.
  • ATACH girişimi de dâhil olmak üzere, iklim değişikliği ve sağlık alanında ulusal ve çok taraflı işbirliğini güçlendirmek ve sinerji yaratmak amacıyla çeşitli bakanlıklar ve paydaşlarla düzenli olarak bir araya gelmeyi taahhüt ediyoruz. Gelecekteki BM İklim Değişikliği Konferanslarında, Dünya Sağlık Asamblelerinde ve diğer küresel toplantılarda kolektif ilerlememizi gözden geçireceğiz.

40 milyondan fazla sağlık çalışanı eylem çağrısında bulundu

Öte yandan Sağlık Günü’nde, 40 milyondan fazla sağlık çalışanı, COP28’deki iklim müzakerelerinde sağlığa öncelik verilmesi için Dünya Sağlık Örgütü ve sivil toplum örgütleri tarafından yapılan eylem çağrısına katıldı.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından bugün (2 Aralık) yapılan açıklamada iklim konusundaki eylemsizliğin her geçen gün hayatlara mal olduğunu ve sağlığı etkilediğini bildirdi.

Sağlık çalışanları, fosil yakıtların kullanımdan kaldırılması, temiz enerjiye geçiş, dayanıklılığın arttırılması ve değişen iklimin etkilerine karşı en savunmasız durumda olan kişi ve toplulukların desteklenmesi için acil ve cesur adımlar atılmasını talep etti.

Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, “Sağlık ve iklim değişikliğinin yarattığı acil zorluklar karşısında, sağlık profesyonelleri sağlık sonuçlarını iyileştirmek ve iklim krizlerini ele almak için her türlü çabada birlik içinde” dedi ve ekledi:

“Bu, gelecek nesiller için daha sağlıklı ve daha dirençli bir dünyaya katkıda bulunmamız için hepimize ilham veriyor.”

Plastik Anlaşması 3. tur görüşmeleri bitti: Bilim insanları ne diyor-3

Plastik Anlaşması‘nın 3’üncü. tur görüşmeleri geçtiğimiz haftalarda tamamlandı. Görüşmeler ne yazık ki oturumlar arası müzakere masaları kurulamadan bitti. Bu hayal kırıklığının 4’üncü tur görüşmelerini olumsuz etkileyeceği şüphesiz. Bu durumun sorumlusu olan “benzer düşünen fosiller” ise durumdan gayet memnunlar.

Aslında daha INC-3 görüşmeleri başlamadan önce bile müzakerelerin temelinin ne olacağı konusunda önemli anlaşmazlıklar vardı. Bu anlaşmazlıkların temelinde oldukça iddialı olan ve INC Başkanı Gustavo Meza-Cuadra (Peru), Fransa‘nın Paris kentindeki INC-2’de tartışılanlardan hareketle hazırladığı Sıfır Taslak bulunuyordu. Şüphesiz ki başkan Meza-Cuadra’nın niyeti, müzakerelere temel oluşturacak bir yazılı metin oluşturmaktı. Bu nedenle de düzenlenmesi gereken konulara ilişkin ana tutumları kısa ve net bir şekilde özetlemişti. Ayrıca her bir konu başlığı için oldukça hırslı bir opsiyonun yanında daha az hırslı başka alternatifler de sunulmuştu.

Sıfır Taslak, istediği dengeyi kuramadı

Ancak bu bazı ülkeler için yeterli olmadı. Sıfır Taslağı dengesiz bir metin olarak gördüler ve belirli konularda herhangi bir düzenleme istemeyen konumlarını yansıtmak amacıyla, özellikle ilgili hükümler kapsamında taslakta herhangi bir metnin yer almaması seçeneğini talep ettiler. Hatta Körfez İşbirliği Konseyi’ne üye ülkeler daha da ileri giderek genel beyanlarında plastik polimerlere dair tüm ifadelerin Sıfır Taslak’tan çıkarılması çağrısında bile bulundu. İşte tüm bunlar hayal kırıklığı yaratan sonuca giden yoldaki taşları döşeyen adımlar oldu ve tüm delegasyonların safari yapıp gelmekten başka bir anlamı olmayan bir toplantı daha geçmiş oldu.

Her ne kadar 3’üncü tur görüşmeler hayal kırıklığı ile sonuçlanmış olsa da biz yine de sonraki tartışmalar için de faydalı olabilecek olan SCEPT yaklaşımını anlatmaya devam edelim.

Ne yapmalı?

Bir önceki yazımızda sıfır taslağın bölüm II’sinde yer alan hususların çoğuna değinmiştik. Özellikle kimyasallar ve polimerlerle ilgili kısımlara dair olması gerekenleri bir bir anlatmıştık. Bu bölümde de ürün tasarımı, bileşimi performansı, genişletilmiş üretici sorumluluğu, atık yönetimi ve mevcut plastik kirliliğine dair yapılması gerekenlere dair görüşleri aktarmaya çalışacağım. Bu sefer uzun uzun yazmak yerine maddeler halinde bir liste sunmanın daha uygun ve okuması daha kolay bir yaklaşım olacağı kanısındayım.

  1. Ürün tasarımı, bileşimi ve performansı için Seçenek 1’de yer alan metnin benimsenmesi gereklidir. Çünkü bu metinde yer alan maddeler, yasal olarak bağlayıcı ve küresel olarak kabul edilmiş unsurları destekler niteliktedir. Seçenek 1 tam olarak şunu söylemektedir:
  • Her bir taraf, kendi topraklarında üretilen ve piyasasında bulunan plastik ve plastik ürünlerin, ilgili olduğu durumlarda sektöre veya ürüne özgü kriterler ve unsurlar da dahil olmak üzere, ek C bölüm I’de yer alan asgari tasarım ve performans kriterlerine ve diğer ilgili unsurlara, söz konusu ekte tanımlanan zaman dilimi içerisinde uymasını zorunlu kılacaktır.
  • Her bir taraf, kendi topraklarında üretilen ve pazarında mevcut olan plastikler ve plastik ürünler için, ilgili olduğu durumlarda sektöre veya ürüne özgü kriterler ve unsurlar da dahil olmak üzere ek C’nin I. bölümünde yer alan tasarım ve performans kriterlerine ve diğer ilgili unsurlara dayalı belgelendirme prosedürleri ve etiketleme gereklilikleri oluşturacak ve sürdürecek ve plastiklerin ve plastik ürünlerin bu kriterlere ve unsurlara uygun olarak uygun şekilde etiketlenmesini zorunlu kılacaktır.”
  1. Plastik ürünlerin güvenlik, sürdürülebilirlik ve temel tasarım kriterleri, sektöre özgü kriterlerle birlikte öne çıkarılmalıdır.
  2. Aşağı yönlü çözüm önerileri yerine sıfır atık hiyerarşisinin de önerdiği gibi yeniden kullanım, yeniden doldurma, onarım ve en son da geri dönüşüm hedefleri önceliklendirilmelidir.
  3. Plastiğin üretimi ve tüm yaşam döngüsü boyunca güvenli ve sürdürülebilir kapalı döngü sistemleri için minimum tasarım kriterleri belirlenmelidir.
  4. Alternatif plastikler ve ürünleri için ayrı bir madde gereklilidir ve bu alternatif malzemelerin içeriği ve çevresel etkilerine dair şeffaflık benimsenmeli tanım karmaşıklığı giderilmelidir.
  5. Plastiğe dair uluslararası standartlar ve uyumlaştırılmış sistemler kullanılmalı ancak bunlar yapılırken anlaşma aracının gereksinimleri de karşılamalıdır.
  6. Geri dönüştürülmüş içeriğe sahip ürünlerde dikkatli olunmalı, kimyasallar ve mikro/nano plastiklere dair riskler göz önünde bulundurulmalıdır.
  7. Genişletilmiş üretici sorumluluğu, sadece bir ödeme aracı olarak görülmemeli, sürdürülebilir yeniden kullanım sistemlerini teşvik etmelidir.
  8. Atık yönetimi için küresel sektörel hedeflere odaklanılmalı ve yeşil finansman teşvik edilmelidir. Atık yönetiminin ayrılmaz bir parçası olan atık toplayıcıları gözetilmeli onlara dönük adil geçiş hakkındaki maddeler güncellenmeli ve atık toplayıcılarına özel önlemler alınmalıdır.
  9. Balıkçılık malzemeleri için özel yönetişim önemlidir ve gemi kaynaklı plastiklere karşı tedbirler alınmalıdır.
  10. Plastik kirliliği küresel boyutta ele alınmalıdır ve özel bir terimoloji kullanılmalıdır. Bunun yanında plastik kirliliği konusunda bilimsel kriterler belirlenmeli ve sürdürülebilir (yeşil yıkamacı olmayan) iş modelleri teşvik edilmelidir. Plastik kirliliğiyle mücadele için risk analizleri ve önlemler ön planda tutulmalıdır.
  11. Yerel hususları değerlendirebilecek geçiş organları oluşturulmalı ve finansman konusunda netlik sağlanmalıdır.
  12. Plastik yaşam döngüsü boyunca şeffaflık, takip, izleme ve etiketleme kriterleri belirlenmeli; kimyasal ve partikül göçü gibi şeffaflık kriterleri tüm plastik ürünleri kapsamalıdır. Ayrıca plastiklerin güvenlik ve sürdürülebilirlikle ilgili bilgileri ticari muafiyet olmaksızın açıklanmalıdır.
  13. Özellikle, yönetim organı tarafından kabul edilecek kılavuz İlkeler, tüm plastik ürünleri için belirli şeffaflık kriterlerinin dahil edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
  14. Plastik ürünlerle ilgili nano ve mikroplastik içeriği, polimer türü, geri dönüştürülmüş içerik, dayanıklılık standardı ve güvenli kullanım bilgileri açık ve net bir şekilde etiketlenmelidir.
  15. Gelişmekte olan küçük ada devletleri gibi yerel hususları değerlendirebilecek bölgesel ve uluslararası geçiş organları kurulmalıdır.
  16. Stockholm Sözleşmesi’nin gizli ticari bilgiler için muafiyet tanımaması ilkesinin bu anlaşmada plastikler için de geçerli olması gereklidir.

Binalardan kaynaklanan kuş ölümleri artarken, şehirler çözüm arıyor

Yazan: Richard Mertens

Yeşil Gazete için çeviren: Hatice Pehlevan

*

David Willard, kırk yılı aşkın bir süredir yaptığı gibi, ilkbahar ve sonbaharda çoğu sabah erken saatlerde ölüleri toplamak için dışarı çıkıyor. Chicago‘daki Field Doğa Tarihi Müzesi‘nde emekli bir kuş küratörü olan Willard, Michigan Gölü kıyısındaki modernist dev dikdörtgen McCormick Place‘in cam duvarlarına çarparak ölen ardıç kuşlarını, ötleğenleri, serçeleri ve diğer göçmen kuşları toplamak için karanlıkta ofisinden bir mil yürüyor. Ölü kuşları plastik bir market poşetine; sersemlemiş ama hala hayatta olanları ise daha sonra yakındaki bir tepedeki çalılıklara bırakılmak üzere kağıt bir sandviç poşetine koyuyor.

Aslen 1960 yılında bir şehir parkında inşa edilen McCormick Place, Kuzey Amerika‘nın en büyük kongre merkezi. Willard ve meslektaşlarının gayreti sayesinde, kuş katili olarak da geniş bir ün kazanmış. Willard, göç mevsiminde iyi bir günde yarım düzine ölü kuş bulabiliyor; kötü bir günde ise belki 100. Bu ayın başlarında, nadir görülen bir hava ve göç düzeni kombinasyonu, Michigan Gölü kıyısından güneye uçan kuş sürülerini getirdi. Willard, McCormick Place’de, çoğu ötleğen olmak üzere 966 ölü buldu. Yaklaşık 100 tanesi de binaya çarpmıştı ama hâlâ hayattaydı. Willard, “Korkutucuydu” diyor.

Geceleri parlak ışıklar hem kuşların yönünü şaşırtıyor hem de onları kendine çekiyor. Gün ağarırken ağaçların ve gökyüzünün pencere yansımaları onları ölüm tuzağına düşürüyor.”

Kuş çarpmaları Birleşik Devletler’de -ve dünya genelinde- giderek büyüyen bir sorun. Dört yıl önce bilim insanları Kuzey Amerika’daki kuş sayısının geçen yarım yüzyıl boyunca yaklaşık 3 milyar veya neredeyse yüzde 30 azaldığını bildirdi. Bilim insanları bariz nedenin habitat kaybı olduğunu, daha az göze batan diğer bir nedenin ise cam duvar ve pencereli modern takıntımız olduğunu söylüyorlar. 2014’te The Condor dergisinde yayınlanan tahminlere göre bina çarpışmaları ABD’de her yıl yüzlerce milyon kuşu öldürüyor ve toplam kuş sayısını yüzde 2-9 arasında azaltıyor. Cam binaların hızla çoğaldığı Çin şehirlerinde de bilim insanları, yakın zamanlı bir mektupla Science’a, kuş çarpmalarının “kuşların ölüm oranında önemli bir küresel faktör olduğunu” yazdı.

Kuş ölümlerini önlemek için çabalar

Aynı zamanda, çarpışmaları azaltmak ve şehirleri daha kuş dostu hale getirmek için ABD ve Kanada genelinde artan çabalar var. Her geçen gün daha çok sayıda şehirdeki işletmeler, bina yöneticilerinden ilkbahar ve sonbahar göçleri sırasında ışıkları kısmalarını isteyen “ışıkları söndürme” programlarına katılıyor. Mimarlar,  kuşların görebileceği ve kaçınabileceği camlar kullanarak kuş çarpışmalarını azaltan binalar tasarlıyorlar. Ve New York gibi büyük şehirlerden Illinois, Lake County gibi daha küçük topluluklara kadar giderek daha fazla topluluk, yeni inşaatlarda kuş dostu cam kullanılmasını zorunlu kılan yönetmelikleri benimsiyor.

Kuş bilimci (ornitolog) David Willard, McCormik Place’e çarparak ölen ölü bir serçeyi tutuyor.  Fotoğraf: Richard Mertens

Kuş çarpışmaları sorununun iki nedeni var: Cam ve ışıklar. Göçmen kuşlar çoğunlukla geceleri uçar ve bilim insanları parlak ışıkların onları hem şaşırttığını hem de cezbettiğini söylüyor. Gün ağardığında ise ağaçların ve gökyüzünün pencere yansımaları kuşları ölüme çekiyor. Bazı koşullar altında cam, kuşlar için görünmez oluyor ve ötesindeki alanları hedeflerken ona çarpıyorlar. Bu sadece parlak ışıklı şehir merkezleri için değil, kırsal ve banliyö evleri de dahil olmak üzere şehir merkezlerinden uzaktaki binalar için de bir sorun. Her yükseklikteki ışıklar kuşları çekebiliyor ve yönlerini şaşırtabilirken, çarpışmaların çoğu da en alt katlarda meydana geliyor. Aslında, kuşların çoğu gökdelenlerin üst katlarında değil, alçak ticari bölgelerde ve konut mahallelerinde ölüyor.

Işıkları kapatma programı

Bu ay Chicago‘da yaşanan toplu çarpışmalar gibi olaylar – ki bu türden tek olay değil – eski bir soruna yeni bir dikkat çekerek kuş severlere, çevrecilere, mimarlara ve diğerlerine şehirleri kuşlar için daha güvenli hale getirme konusunda ilham verdi. Bu çabalardan biri, işletmeleri ve bina yöneticilerini göç dönemlerinde dış ışıkları kısmaya, yukarı yönlü ışıkları perdelemeye ve mümkün olduğunca iç ışıkları kapatmaya ikna etmeye odaklanıyor. Chicago, programı 1995 yılında başlayan Toronto örneğini izleyerek 1999 yılında Işıkları Kapatma programını başlatan ilk ABD kenti oldu. Hareket şu anda 48 ABD şehrine ulaşmıştı.

Şehirler ve hatta daha küçük yerleşim birimleri bile kuş dostu camlar gerektiren kuralları benimsiyor.

Bu arada, gönüllülerden oluşan gruplar çarpışmaları izliyor, sabahları ölüleri almak, yaralıları kurtarmak ve en tehlikeli binaları belirlemek için dışarı çıkıyorlar. Chicago’da 200’den fazla gönüllü sırayla şehir merkezinde devriye geziyor. Bu, organize edilmesi zor, emek yoğun bir iş. New York’ta da gönüllülerden oluşan büyük bir ekip var, ancak NYC Audubon ayrıca herkesin bir kuş çarpışmasını bildirmesine olanak tanıyan dBird adlı çevrimiçi bir sistem kurdu.

Ayrı bir çaba da kuşlar için güvenli camların geliştirilmesi ve kullanılmasına odaklanmış durumda Chicago’dan Jeanne Gang gibi mimarlar, fabrikada seramik noktalar yapılan veya kuşlar tarafından görülebilen diğer tasarımlarla işlenen fritli cam kullanan binalar tasarlıyor. Mimarlar, kuşlar için özellikle tehlikeli olan geniş camları parçalara ayırmak için, ışığa izin veren ancak kuşlar tarafından görülebilen dekoratif paneller de dahil olmak üzere başka teknikler kullanıyor.

Bu arada, mevcut pencereleri iyileştirmenin yolları popülerleşiyor. Bir Toronto şirketi olan Feather Friendly, ev sahiplerinin ve bina sahiplerinin pencerelerine küçük noktalar yapıştırmak için kullanabilecekleri vinil bir film satıyor. Şirket, satışlarının son beş yılda yirmi kat arttığını söylüyor. Araştırmalar pencere uygulamalarının işe yaradığını gösteriyor. 2022’de yayınlanan bir çalışmada, bir araştırmacı, Oklahoma Stillwater‘daki cam otobüs duraklarının yan tarafına noktalar uygulamış ve bunların kuş çarpışmalarını yüzde 64 oranında azalttığını tespit etmişti.

Chicago Üniversitesi yurdunda bazı pencereler, kısmen hem ışığın içeri girmesine olanak tanıyan hem de kuşların görebileceği dekoratif panellerle kaplı. STEVE HALL / HEDRICH BLESSING

Bugüne kadar kuş dostu camların kullanımı büyük oranda gönüllüğe dayandı ve çoğunlukla New York City’deki Jacob Javits Kongre Merkezi ve Gang tarafından tasarlanan Chicago Üniversitesi yurt kuleleri dahil, okul ve üniversiteler gibi kamu binalarında kullanıldı. Ancak kentler ve daha küçük yerleşim birimleri bile giderek artan bir şekilde bu özellikleri gerektiren kuralları benimsiyor.

New York şehri 2020 yılında, tüm yeni inşaatların yanı sıra dış camlarında değişiklik yapılan binaların 75 feet yüksekliğe kadar olan katlarında kuş dostu cam kullanılmasını gerektiren yerel bir yasa çıkardı. Washington, D.C. de önümüzdeki yıl yürürlüğe girecek benzer bir yönetmeliği kabul etti. (Etkilenen yüksekliği 100 feet’e çıkarıyor.) 2022’de Nashville yetkilileri, yerel koruma çabalarına katılan beş kadın tarafından ikna edilerek Bird Safe Nashville adı altında Lights Out programına katıldı. İlk olarak 30 katlı cam genel merkezi Nashville siluetine hakim olan lastik şirketi Bridgestone Americas imza attı; Nashville City Center ofis kulesi, UBS Kulesi ve Life & Casualty Kulesi de dahil olmak üzere bir düzine önde gelen binanın yöneticileri de ışıklarını kısmayı kabul etti.

Bu, kuş popülasyonumuza telafisi mümkün olmayan zararlar veren ve yeterince önemsenmeyen bir sorun” diyor bir kuş bilimci.

Ancak diğer bina sahipleri direniyorlar. Bird Safe Nashville‘in organizatörlerinden Jackie Byrom, “Bu Nashville için yeni bir konsept,” diyor:  “Nashville üzerinde göç eden kuşlar olduğunu bilmiyordum. Çoğu insan bilmiyor.” Lights Out savunucuları, başka yerlerde bina yöneticilerinin ışıkları kapatmanın bir yük olduğunu (hareket dedektörlerinin artan kullanımı bu konuda yardımcı olacaktır) bazı kiracıların güvenlik nedenleriyle ışıklarını açık tutmayı tercih ettiklerini ve iş logolarının aydınlatıldığını söylüyorlar.

Kuş çarpmaları yeni bir sorun değil, ancak bilim insanları ve çevreciler cam binaların daha popüler hale gelmesinden sonra 1970’lere kadar konuyu ciddiye almaya başlamadı. Carbondale‘deki Southern Illinois Üniversitesi‘nde yüksek lisans öğrencisi olan Daniel Klem Jr, ABD’de kuşların pencerelere çarpması ile ilgili ilk gerçek çalışmayı, bu şehirdeki ölümleri takip ederek gerçekleştirdi. Ülke çapında pencere çarpmalarından kaynaklanan ölümlerin yılda 97 ila 975 milyon kuş arasında olduğunu tahmin etti ve pencerelerin yakınındaki kuş cezbedici unsurları ortadan kaldırmak veya pencereleri kısmen örtmek gibi çözümleri savunmaya başladı. Ancak o dönem, önerilerinin çoğunun dikkate alınmadığını söyledi.

Bu pencereye uygulanan vinil noktalar pencere camını kuşların daha fazla görebileceği hale getiriyor. FEATHER FRIENDLY

Allentown, Pensilvanya’daki Muhlenburg Yüksekokulu’nda kuş bilimi (ornitoloji) ve korumacılık kürsüsüde profesör olan Klem, “Şimdiye kadar bunun kuş popülasyonumuzda telafi edilemez hasarlara yol açan, az dikkat edilmiş bir sorun olduğunu düşündüm” diyor. Ama ‘son 10 yıldır’ daha umutlu olduğunu, ‘bir şeylerin olduğunu’ da ekliyor.

David Willard neredeyse tüm hayatı boyunca bu konu üzerinde çalışmış. Geçtiğimiz hafta, şafaktan önce McCormick Place’e geldi ve üç katlı binanın etrafında dolaşmaya başladı. Hızlı hareket ediyor, gölgelerin içine bakıyor, küçük tüy kümeleri için betonu tarıyordu.

Willard, işçilerin binanın içinde zaten meşgul olduklarını, ancak batı ve kuzey taraflarında hiç ışık görülmediğini söyledi – bu taraflar tarihsel olarak en çok kuş çarpmalarının görüldüğü yerlerdi. İki hafta önceki toplu katliamdan sonra bina yöneticileri içerideki ışıkları engellemek için perdeleri indirmişti. Bu, çevrecilerin ve kuş gözlemcilerinin uzun zamandır istediği bir şeydi ve perdelerin asılı olmadığı, ışıkların gecenin içinde pırıl pırıl parladığı ve yüzlerce kuşun yaşamını yitirdiği o günle keskin bir tezat oluşturuyordu. Willard, “Camsız hale getirmek dışında yapabilecekleri en iyi şey bu” dedi.

2021 yılında bilim insanları McCormik Place’nde ışıkları kıımanın kuş çarpmalarını yüzde 60’a kadar azalttığını belirtti.”

O günü Willard hiç ölü kuş bulmadı. Ama binanın batı tarafında Lakeshore Drive’e doğru yön gösteren parlak bir şekilde aydınlatılmış yürüyüş yolundan aşağıya geçince beton üzerinde duran bir ardıçkuşunu fark etti. Hareket etmesi için çabaladı ama hareket etmiyordu. Yavaşça arkasından yaklaştı, sonra onu hızla kaptı ve bir kese kâğıdının içine koydu. Az ötede ölü bir bataklık serçesini, ardından bir çam bülbülünü ve bir çorba kaşığına sığacak kadar küçük, ancak bir onsun (2,35 gram) beşte biri ağırlığında bir tüy yığını olan altın taçlı bir kral kuşunu aldı.

1982’den beri Willard ve diğerleri Chicago alanlarında yaklaşık olarak 160.000 ölü kuş topladı; McCormik Place’den topladıklarının nerdeyse çeyreği. Araştırmacılar her bir kuşun türünü, cinsiyetini, yaşını ve ağırlığını veri tabanına giriyor, bunların bilim insanlarına kuş popülasyonu ve göç modellerine ilişkin bilgi vermesini umut ediyorlar. Gönüllüler daha sonra kuşların tüylerini soyuyor ve leş yiyen böcekler onların etini yiyor. İskeletler Field’in sürekli genişleyen koleksiyonuna katılıyor.

Chicago’daki Michigan Gölü kıyısında bulunan McCormik Place Göl Kenarı Merkez. Fotoğraf: Serhii Chrucky.

İki yıl önce, McCormick Place’in uzun süreli izlenmesi, Klem’in 1970’lerde güney Illinois’de yaptığı çalışmaya rakip olacak önemde bir bulguya yol açtı. Kongre işleri 2000 yılı civarında yavaşlamış ve McCormick Place’in Lakeside Center‘ındaki karanlık günlerin sayısı artmıştı. Bu durum Willard ve Field Müzesi‘ndeki meslektaşlarının binanın karanlık olduğu zamanlardaki kuş çarpışmalarının sayısını, aydınlık olduğu zamanlardaki çarpışmaların sayısıyla karşılaştırmalarına olanak sağladı. Bunu yirmi yıl boyunca takip ettiler ve 2021 yılında, ışıkların karartılmasının kuş çarpışmalarını yüzde 60 oranında azalttığını bildirdiler. Bu, en azından tek bir bina ölçeğinde, ışıkları kapatmanın işe yarayabileceğinin açık bir kanıtıydı.

Willard, “Cesaret kırıcı olan şey, çözümlerin ya da durumu daha iyi hale getirecek şeylerin uygulanmadığını görmek. Bu sinir bozucu” derken kuzeye, şehir merkezine doğru baktı. Birçok binanın ışıkları kısılmıştı ve şehir durgun bir görünüme bürünmüştü. Ama aynı zamanda “kuşları öldürmek için tasarlanmış gibi görünen” birçok yeni cam binayı da fark etti.

Bir buçuk tur attıktan sonra  gün ağarırken cama çarpmış olabilecek kuşları kontrol etmek için kuzey tarafına, sonra da müzeye geri döndü. Uzakta, Michagan Gölü yükselen güneşin altında gri ve düz bir şekilde uzanıyordu.

“Sanırım iyimserim,” dedi kuşları omzuna astığı sırt çantasına yerleştirirken: “Ama insanların dikkatini çekmek için bir gecede 900 ölü kuşa ihtiyaç duyulmasından nefret ediyorum.”

Makalenin İngilizce orijinali

 

 

Altyapı olarak ekosistemler: İklim direncine yönelik yeni bir yol

Yazan: Richard Schiffman

Yeşil Gazete için çeviren: Ali Serdar Gültekin

*

Peyzaj mimarlığı denince akla kent parkları, bahçeler ve golf sahaları gibi küçük ölçekli rekreasyon alanları gelebilir. MacArthur “Deha Ödülü” sahibi Kate Orff ise daha büyük ve ekolojik açıdan daha iddialı bir vizyona sahip.

Columbia Üniversitesi Kentsel Tasarım Programı Direktörü Orff, mimarların sadece güzel alanlar yaratmaktan daha fazlasını yapması gerektiğine inanıyor: “Hem insan topluluklarını bir araya getirmeye yardımcı olan hem de onları iklim değişikliğinin tahribatına karşı koruyan esnek yaşam ortamları yaratmak için doğayla birlikte çalışmaları gerekiyor.”

Orff’un 2007 yılında kurduğu New York merkezli tasarım firması SCAPE, şu anda Louisiana’da Mississippi Nehri Deltası‘nda deniz seviyesinin yükselmesine ve arazi kaybına karşı koyacak bir proje üzerinde çalışıyor. SCAPE ayrıca Chattahoochee Nehri boyunca 200 km uzunluğunda bir patika ve yeşil yol oluşturmak için Atlanta Bölge Komisyonu ile ortaklık kurdu ve nehir kıyısındaki ırksal çeşitliliğe sahip toplulukları nehre duydukları ortak sevgi temelinde bir araya getirmeyi amaçlıyor.

Yale Environment 360‘a verdiği röportajda Orff, doğal sistemleri eski haline getirmenin tek başına yeterli olmadığını söyledi: “Bizim dışımızda, dağ eteklerinde bir yerlerde el değmemiş bir ‘saf doğa’ yok. Dünyayı zaten olduğu hale ‘getirdik’, bu yüzden şimdi yeniden oluşturulmasına çok ama çok güçlü bir şekilde el atmamız gerekiyor. … İklim adaptasyonunun büyük bir kısmı, halihazırda inşa ettiklerimizi yeniden inşa etmek olabilir.”

Büyük ölçekli, esnek bir peyzaj mimarlığı

Orff’un Yale Environment 360’ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

İklim değişikliği çağında peyzaj mimarlığının rolü nedir?

Kate Orff: 1997’de okula gittiğimden bu yana dünya kökten değişti ve neyin gerekli ve önemli olduğuna dair görüşlerimiz de buna bağlı olarak değişti. Ben de lisanslı bir profesyonel peyzaj mimarı olarak öğrendiğim araçları – bahçecilik, tesviye ve drenaj, zemini ve toprağı şekillendirme – kullandım. Ancak bunları çok farklı bir amaçla kullandım.

Hedeflerimden biri, peyzaj mimarlığını kendi vizyonumu empoze ettiğim tepeden inme bir şey olarak değil, daha çok birçok sesi kanalize etmenin toplum odaklı bir yolu olarak düşünmek. İkinci hedefim ise iklim değişikliğinin etkilerine odaklanmak ve tüm mesleği büyük ölçekli iklim adaptasyon projelerine doğru kaydırmak.

SCAPE’i bu tür ekolojik projelerde yer almak için kurdunuz.

Bu doğru. SCAPE özel bir tasarım pratiğidir, bu nedenle sahil parkları ve bahçeleri gibi geleneksel projelerimiz var, ancak aynı zamanda gerçekten büyük ölçekli esneklik ve adaptasyon planlaması da yapıyoruz.

Bunun bir örneği, Louisiana‘nın Kıyı Koruma ve Restorasyon Kurumu ile birlikte, esasen eyalete bakan ve kıyı bölgesi için yatırım ve projelere rehberlik etmeye yardımcı olan devasa bir plan üzerinde çalışmamız.

Louisiana, deniz seviyesinin yükselmesi gibi antropojenik faktörler nedeniyle yaklaşık 2.000 mil karelik bir alanı kaybetti. Kıyı restorasyonu ve risk azaltma için bataklık oluşturma ile dip bölgelerin yeniden ağaçlandırılması, tortu derivasyonları ve ilgili peyzaj restorasyonu ve istihdam yaratma stratejilerini birleştiren bir ana plan geliştirilmesine yardımcı oluyoruz.

Yapmaya çalıştığımız şey, birçok yerel projeyi daha büyük ölçekli sistemik bir yaklaşıma, daha büyük ölçekli bir esneklik planına entegre etmek.

Yani temelde bu geniş bölgeye bakıyor ve çeşitli bölgelerinde ne yapılması gerektiğini öneriyorsunuz?

Evet, böylece hepsi bir araya geliyor. Genellikle sadece parça parça yanıt veriyoruz. Sistemde bir çöküş var ama bunu orada burada sınırlı projelerle ele alıyoruz. Yapmaya çalıştığımız şey, birçok yerel projeyi daha büyük ölçekli sistemik bir yaklaşıma, daha büyük ölçekli bir esneklik planına entegre etmek.

Biyolojik çevrenin tasarımı

Bize Yaşayan Dalgakıranlar projesinden bahsedin. Hangi aşamadasınız ve hedefleriniz neler?

Ekim 2012’de Sandy Fırtınası’nın vurmasının ardından New York Konut ve Kentsel Gelişim DepartmanıRebuild by Design” adlı bir proje başlattı. Staten Island‘daki Yaşayan Dalgakıranlar projesini geliştirmek için onlarla birlikte çalıştık. Esasen istiridyelerle tohumlanan taş çekirdekli bir dalgakıran olan bu yapı, zararlı dalga hareketini denklemden çıkarıyor ve sahilin yeniden inşasına yardımcı oluyor. Aynı zamanda kritik gelgit arası deniz ekosistemini, yok edildiği kentsel peyzaja geri getiriyor. Gelecek yıl istiridye yetiştiriciliği başlayacak.

İstiridyeler bir zamanlar New York Limanı’nda önemli bir türdü.

Doğru, 1900’lerde çökene kadar kilit taşı bir türdü. Belki de yüzde 20’si istiridye resiflerinden oluşan bir limandan sıfıra indik. Bu derin fiziksel bir değişimdi. Esasen daha yavaş, daha temiz sudan daha hızlı, daha kirli suya geçtik, çünkü istiridyeler suyu, özellikle de fazla nitrojeni filtreliyor. Bu da deniz yaşamımızın büyük bir kısmında çöküşe yol açtı.

Yaşayan Dalgakıranlar projesi 2022 yılında Staten Island, New York açıklarında inşa ediliyor. Sahada istiridye yetiştiriciliğinin önümüzdeki yıl başlaması bekleniyor. SCAPE

Bunun gibi bir proje peyzaj mimarlığı hakkında yeni bir düşünce tarzı gerektiriyor, değil mi? Sadece fiziksel peyzajı tasarlamıyorsunuz. Biyolojik çevrenin tasarımında da aktif bir rol alıyorsunuz.

Şimdi, altıncı yok oluşla birlikte, altyapının ne anlama geldiği konusunda radikal bir şekilde farklı düşünmemiz gerekiyor. Yaşamı dahil etmemiz ve örneğin ormanların suyumuzu ve havamızı temizlemesi anlamında canlı peyzajların bir altyapı biçimi olduğunu görmemiz gerekiyor. İstiridye resifleri suyu temizler ve kıyıyı destekler; mangrov ormanları ise kıyı şeridimizin bozulmadan kalmasına yardımcı olur. Heyecan verici bir değişiklik de ekosistemleri altyapı olarak yeniden çerçevelememiz ve bunların etkinliğini test edip modellememizdir.

‘Artık ‘doğal doğa’ yok, onu olduğu hale biz getirdik’

Bu bazen yeşil altyapı olarak da adlandırılıyor, değil mi?

Evet, esasen yaşayan sistemlerin tasarlanması ve yerleştirilmesidir – yeniden ağaçlandırma, mercanların restorasyonu, suyu yakalamak ve tutmak için biyo-su kanalları inşa etmek. Temelde fiziksel peyzaj ve bizi ayakta tutan ekolojik sistemler hakkında düşünmek ve bunları sadece acil durumlara yanıt vermek için değil, uzun vadede uyum sağlamamıza yardımcı olmak için şehirlere geri örmek, toplumlarımızın dokusuna geri işlemektir.

Bu tür konulardan bahsederken genellikle “doğayı restore etmekten” bahsetmemeniz ilgimi çekti. Bunun yerine “rejeneratif tasarım” dediğiniz bir şeyden bahsediyorsunuz. Aradaki fark nedir?

Doğayı restore etmek, doğanın iyiliği için doğayı geri getirmeye çalışmaktır. Her ne kadar ben de zaman zaman bu arzudan dolayı suçlu olsam da, su kalitemiz değiştiği, hava ve su sıcaklıklarımız değiştiği için bu mümkün değil. Benim yapmaya çalıştığım şey, doğal sistemleri toplumlar için iklim riskini azaltacak stratejik bir şekilde yeniden inşa etmek.

Tasarımı sadece katkı sağlamak veya ‘güzelleştirmek’ olarak düşünmek yerine, çevresel hatalarımızı geri almayı düşünmeliyiz.

Söylediklerinizden alıntı yaparsak: “Artık doğal doğa yok. Artık bu bir tasarım meselesi.” Bununla ne demek istediniz?

Biz insanlar gezegeni derinden etkiliyoruz. Bizim dışımızda, dağların eteklerinde bir yerlerde el değmemiş bir “saf doğa” yok. Dünyayı zaten olduğu hale “getirdik”, bu yüzden şimdi yeniden oluşturulmasına çok ama çok güçlü bir şekilde el atmamız gerekiyor. Bu, çalışma, niyet, tasarım, finansman ve siyasi beceriler gerektiren bir tasarım meselesi.  Bu, geçmişi restore etmeye yönelik naif veya nostaljik bir girişim değildir. Bunun yerine, riski azaltmak için doğal sistemleri katmanlaştırıyor ve doğanın korunduğu bu melez geleceği inşa ediyor.

‘Eski kurallar artık geçerli değil’

Staten Island’da açık denizde bir dalgakıran inşa ediyorsunuz, ancak diğer yerlerde sel sırasında suyun gidebileceği bir yer sağlamak için bazı inşa edilmiş yapıların yıkılmasını savundunuz.

Kıyı şeritlerimizi yumuşatmalıyız, yolları kritik göç yollarından kaldırmalıyız. Aksi takdirde ani seller daha da kötüleşecek ve biyoçeşitliliğimiz azalmaya devam edecek. Dolayısıyla iklim adaptasyonunun büyük bir kısmı, halihazırda inşa ettiklerimizi yeniden inşa etmek olabilir. Tasarımı sadece katkı sağlayan veya “güzelleştiren” bir şey olarak düşünmek yerine, nehirlere baraj yapmak, kıyılarımızı perdelemek ve akarsuları betonlaştırmak gibi çevresel hatalarımızı geri almayı düşünmeliyiz. Nehirlere ve sellere yer açmaya başlamalıyız.

Orff (ortada) Memphis’teki Tom Lee Parkının maketine bakıyor. MEMPHIS NEHRİ PARKLARI ORTAKLIĞI

Büyük altyapı projeleriyle doğayı kontrol etmeye çalıştık. Ama bu geri tepebilir, değil mi?

On yıllar boyunca altyapı “tek amaçlı” olarak inşa edildi, genellikle mühendisler tarafından bir sistemin bir unsurunu izole etmek ve bir sorunu çözmek için tasarlandı. Örneğin, Staten Island‘da, Süper Fırtına Sandy sırasında, suyu dışarıda tutmak için tasarlanan bir setin aşılması, suyu dışarıda tutmak yerine bir mahallenin içine hapseden ve birkaç ölümle sonuçlanan bir “küvet etkisi” ile sonuçlandı. Doğal sistemleri yerinde sabitlemeye çalışıyoruz. Ancak elbette doğal sistemler bu şekilde tepki vermiyor ve birçok bölgede daha yoğun yağmurların yaşandığı, daha aşırı sıcaklarla karşı karşıya kaldığımız, deniz seviyelerinin yükseldiği iklim değişikliğine uğramış bir çevre için tamamen yetersiz kalıyor. Açıkçası eski kurallar artık geçerli değil.

Üzerinde çok düşündüğünüz bir bölge de Mississippi Nehri. Bir Mississippi Nehri Ulusal Parkı önerdiniz. Bu nasıl olabilir?

Amerikan peyzajı hakkında daha kapsamlı düşünmemiz gerekiyor. Eskiden bunu yapardık – ülkeyi boydan boya geçen Route 66 veya Ulusal Park Sistemini kurduğumuzda bile. Bir zamanlar daha büyük ölçekte düşünüyorduk. Şimdi o kadar kutuplaşmış, o kadar parçalanmış durumdayız ki, sadece küçük bir alanda hemen mümkün olan bir sonraki şeyi düşünebiliyoruz.

Dolayısıyla Mississippi Nehri Ulusal Parkı, nehri taşkın yatağına geri bağlayan ve Iowa‘lı domuz çiftçisinden Louisiana‘lı karidesçiye kadar paydaşlarını birbirine bağlayan ve bana göre nihayetinde bu topluluklardan bazılarının karşı karşıya kalacağı riski azaltan daha büyük bir vizyon öneren bir fikirdi.

Chattahoochee projesi aynı zamanda her zaman fazla etkileşim içinde olmayan topluluklardan insanları bir araya getirmekle de ilgili.

Milli park çerçevesi nehri sağlıklı bir duruma geri getirmenin bir yolu olabilir mi?

Milli park çerçevesi, her ne kadar kusurlu olsa da, bu toprakları rekreasyon ve iklim adaptasyonu amaçları için bir araya getirmenin ve nehri yaşayan bir sistem olarak geri getirmenin bir yoludur. Çünkü şu anda öyle değil. Nehir parçalanmış durumda ve aşağı Mississippi’de bir kanalizasyon olarak varlığını sürdürüyor, yukarı nehir ise inşa edilmiş setlerin gerisinde akıyor, dolayısıyla bir sel felaketi yaşadığımızda çok büyük boyutlara ulaşıyor.

Biraz daha az iddialı bir ölçekte, Atlanta Metropolitan Bölgesi’nde Chattahoochee RiverLands adında, hem beyaz hem de Siyah topluluklardan geçen 125 mil uzunluğunda bir bisiklet yolu ve yeşil yol projeniz var. Bu tür projelerin kutuplaşmış toplumları bir araya getirmeye yardımcı olabileceğini söylediniz.

Bu proje için bürokrasiyi aşarak kamu ve özel arazilerden oluşan bir mozaik üzerinden bir erişim yolu çizdik. Bu, nehrin ekolojisini ve tarihini sergileyen, tarihsel olarak parçalanmış bir kamusal alanı bir araya getirmek için radikal bir çabadır. RiverLands‘in amacı, fiziksel ayak izinin ötesinde, kamu bilincini artırmak, bağlantıları ve erişimi iyileştirmek, uzun bir çevresel ırkçılık mirasını ele almak, yetersiz hizmet alan topluluklar için hareketliliği genişletmek ve su kaynaklarının korunması ve korunmasına ilişkin güçlü bir bölgesel miras üzerine inşa etmektir.

Bu, aynı zamanda her zaman çok fazla etkileşim içinde olmayan topluluklardan insanları bir araya getirmekle de ilgili – ve bu zaten işe yarıyor. Nehirler insanları bir araya getirme, birbirinden kopuk yerleri birbirine bağlama ve şehirlere yeniden hayat verme gücüne sahiptir.

(Bu röportaj uzunluk ve anlaşılırlık açısından düzenlenmiştir.)

Makalenin İngilizce orijinali

Haysiyet

Immanuel Kant’a göre haysiyet (= özsaygı) sahibi olmak paha biçilemez olmaktır, insan zihninin ürünü olan hiçbir nesnenin ve hiçbir değerin kendisi yerine geçemiyor, kendisine hükmedemiyor olmasıdır.

Vurgulamakta fayda var: “Fiyatının ol(a)mamasıdır! Piyasa kurallarının işle(ye)memesidir! Satın alınamaz olmaktır!”: “Amaçların hükümdarlığında her şeyin ya pahası ya da haysiyeti bulunur. Eğer pahası varsa, bunun yerine muadilini geçirmek mümkündür; eğer paha biçilemez bir konuma yükseldiyse ve bu yüzden de muadili olması mümkün değilse, haysiyeti vardır.” [1] [2]

*

[1] May, T.,Şiddetsiz Direniş: Felsefi Bir Giriş”, s. 144. – Yazardan biraz taşarak yorumladığımı söylemek isterim.
Farklı bir çeviri ve yorum için bkz.: “Defter”, s. 40: Orhan Koçak bir kavram olarak “Haysiyet”in farklı anlamlandırılmaları konusunda uzun bir yolculuğa çıkar. Kavramı kullananların muktedirlere olan yakınlıklarına göre içeriğinin değiştiğini örneklendirerek saptar: Refik Halit Karay’dan Walter Benjamin’e, Turgut Uyar’dan Immanuel Kant’a uzanan engebeli bir yolculuktur bu; “izzet-i nefis”ten “başı dik olmak”a, “vakar”dan “namus”a kadar muhtelif duraklara uğrar.

Ve Kant’ı alıntılar: “Amaçlar krallığında her şeyin ya bir fiyatı vardır ya da bir haysiyeti. Fiyatı olan şey, bir eşdeğer olarak başka bir şeyle değiştirilebilir; buna karşılık her türlü fiyatın üstüne çıkan ve bu yüzden de hiçbir eşdeğer(i) kabul etmeyen şeyin bir haysiyeti vardır. İlişmeyelim”, s. 165.
[2] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanacak olan Çok Kalpli Asi adlı deneme kitabından bir bölüm.

 

 

[COP28] Erdoğan iklim zirvesinde ‘artıştan azaltım’ hedeflerini övdü

BM 28. İklim Değişikliği Konferansı‘nın (COP28) ikinci gününde liderler birer birer sahneye çıkıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Birleşik Arap Emirlikleri‘nin Dubai kentinde gerçekleştirilen iklim zirvesinde Türkiye‘nin iklim hedeflerine ilişkin konuştu. Neredeyse her bir noktasında ekokırıma davetiye çıkaran maden ocaklarını ve termik santrallerini destekleyen kararlarına rağmen Erdoğan, COP28’de “Şehirlerimizin yeniden inşasında da çevreyi korumak, iklim ve çevre dostu yapılar inşa etmek önceliklerimizin başında yer almaktadır” dedi.

[COP27] Ümit Şahin: Türkiye’nin açıkladığı, azaltım değil artış hedefi 
2012-2022 yıllarında 110 bin hektar ormanlık alan için madencilik izni verildi 

Koronavirüs salgını ve Ukrayna-Rusya savaşının ardından dünyanın Gazze’deki katliamların acı sonuçlarıyla karşı karşı olduğuna da değinen Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye tüm bu krizlerde barışın yanında olmuş, adalet ve hakkaniyet temelinde çözüm için çalışmıştır. İklim değişikliğine de bu perspektiften yaklaşıyoruz. Sera gazı emisyonunda tarihi sorumluluğumuz yüzde 1’in altında olmasına rağmen kendi imkanlarımızı kullanarak çok önemli adımlar atıyoruz” dedi.

[Soldan sağa sırayla] Erdoğan, Guterres ve
[Soldan sağa sırayla] Guterres, Erdoğan ve Nehyan
2053 yılı itibariyle net sıfır emisyon hedefini gerçekleştirmeyi öngördüğünü belirten Erdoğan, “2030 senesine kadar emisyon azaltım hedefimizi iki katına çıkardık. Bu kapsamda yıl sonu itibariyle ise 66,6 milyon ton karbondioksit emisyon azaltımı bekliyoruz” ifadelerini kullandı.

“Toplam kurulu güç içerisinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını yüzde 55’e yükselttik” diyen Erdoğan, Türkiye’nin bu oranla Avrupa’da 5’nci, dünyada ise 12’nci sırada yer aldığına dikkat çekerek şunları aktardı:

“Jeotermal kurulu gücünde Avrupa’da birinci, dünyada dördüncüyüz. Hidroelektrik santrali kurulu gücünde ise Avrupa’da ikinci, dünyada dokuzuncu sıradayız. Hidrojen teknolojileri stratejimizi uygulamaya aldık. Ayrıca net sıfır emisyon hedefi bağlamında çelik, alüminyum, çimento ve gübre sektörleri karbonsuzlaşma yol haritamızı tamamladık. 2053’te yenilenebilir enerjinin payını yüzde 69’a çıkarmayı planlıyoruz.”

Emine Erdoğan‘ın himayesinde başlatılan sıfır atık projesine de değinen Recep Tayyip Erdoğan,  bu projeyle atıkların geri kazanım oranının 2035 yılında yüzde 60’a taşınacağını aktardı.

Çevre Kanunu’nda değişikliğe muhalefet şerhi: Çevre Ajansı, çevreyi rant alanı haline getirmeyi görev edindi
‣Çevre Ajansı’nın yetkilerini genişleten torba yasa, TBMM Komisyonu’ndan geçti 

erdoğan

‘Şehirlerimizin yeniden inşasında iklim ve çevre dostu yapılar inşa etmek önceliğimiz’

İklim finansmanına da değinen Tayyip Erdoğan, “Tüm bu çalışmaların maliyetinin yüksekliği hepimizin malumudur. İklim finansmanı kaynaklarını ve teknoloji transferi imkanlarına daha adil şekilde erişebilmemiz bu bakımdan büyük önem arz ediyor” dedi. Erdoğan 6 Şubat’ta Maraş merkezli gerçekleşen depremlere de değindi:

“6 Şubat’ta yaşadığımız deprem felaketine rağmen ne ekonomide ne de iklim değişikliğiyle mücadeledeki hedeflerimizden hiçbir zaman kopmadık. 14 milyon insanımızı ve 11 ilimizi olumsuz etkileyen depremlerin yol açtığı yaraları hamd olsun hızla sarıyoruz. Şehirlerimizin yeniden inşasında da çevreyi korumak, iklim ve çevre dostu yapılar inşa etmek önceliklerimizin başında yer almaktadır.”

Deprem yıkmadı ama bu devlet bizi yıkacak
‘İmara uygun değil’ denilen Dikmece’ye nasıl TOKİ yapılır?

İklim krizi ile ilgili görüşlerimizi paylaşırken Filistin‘deki insani krize değinmeden geçemeyiz’

Erdoğan iklim zirvesinde gerçekleştirdiği konuşmasında Gazze’de yaşanan insani krize de değindi:

İklim krizi ile ilgili görüşlerimizi paylaşırken, hemen yanı başımızda Filistin topraklarında yaşanan insani krize değinmeden geçemeyiz. İsrail saldırıları sonucu çoğunluğu çocuk ve kadın 16 bini aşkın Filistinli masum sivilin hayatını kaybetmesi, hiçbir şekilde meşru gösterilemez. Gazze’de yaşananlar insanlık suçudur, savaş suçudur ve bu suçu işleyenlerden uluslararası hukuk önünde mutlaka hesap sorulmalıdır. Son gelişmelerle birlikte 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen ve toprak bütünlüğüne haiz bir Filistin devletinin kurulmasının ehemmiyetini hep birlikte tekrar gördük. Türkiye olarak bunun tesis ve temini noktasında her türlü sorumluluğu almaya hazırız.”

Recep Tayyip Erdoğan ayrıca “Dünya beşten büyüktür” ve “Daha adil bir dünya mümkündür” ifadelerini kullandı.

Türkiye COP31’in ev sahipliğine aday oldu

Son olarak Erdoğan, 31. Taraflar Konferansı’na ev sahipliği yapmak için Türkiye’nin aday olduğunu aktardı:

“Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 60’ıncı oturumunu Ocak ayında İstanbul‘da gerçekleştireceğiz. Ayrıca 2026 yılında düzenlenecek Birleşmiş Milletler iklim değişikliği 31. Taraflar konferansına ev sahipliği için de adaylığımızı açıkladık. Siz değerli dostlarımın bu kapsamda gereken desteği vereceğinizden şüphe duymuyorum.”