Ana Sayfa Blog Sayfa 233

Deprem bölgesinde inceleme: Bulanık, çamurlu su tespiti ve yer altı sularında çekilme

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli meydana gelen deprem, geniş bir bölgeyi sarsarak büyük çaplı bir felakete neden oldu. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi‘nden (DEÜ) bir grup bilim insanı, 11 ili etkileyen deprem bölgesindeki suyu inceledi.

Deprem sonrası afet bölgelerinde şebeke kırılmaları nedeniyle çok sayıda sorun oluştuğunu, mikrobiyal kirlenme gözlemlediklerini ifade eden DEÜ Çevre Mühendisliği Bölümü‘nden Prof. Dr. Azize Ayol, bölgedeki deprem hareketliliği nedeniyle bazı yerlerde bulanık ve çamurlu suya rastladıklarını ayrıca bazı bölgelerde yer altı suyunun çekildiğini veya akış yönünün değiştiğini gözlemlediklerini belirtti.

DHA‘nın haberine göre, deprem sonrası afet bölgelerinde şebeke kırılmaları nedeniyle çok sayıda sorun oluştuğunu belirten Prof. Dr. Ayol, ”Mikrobiyal kirlenme gözlemledik. Bazı yerlerde deprem hareketliliği nedeniyle suyun çamurlu ve bulanık akması söz konusuydu. Depremden sonra su şebekelerinde onarım yapıldı. Hemen hemen onarım olmayan ilimiz yok. Oldukça önemli bir çalışmayla bakım ve onarım faaliyetleri yapıldı” dedi ve ekledi:

Ancak bölgedeki depremlerin sürüyor olması nedeniyle zaman zaman şebekeden hala bulanık ve çamurlu su akabiliyor. Dolayısıyla bu suyun kullanılmaması, içilmemesi gerekiyor.”

DEPREM
Fotoğraf: DHA

Dünya Sağlık Örgütü‘nün, içme suyunda bulanıklık oranının 5 NTU’nun üzerinde olmaması gerektiğini ve kesinlikle tüketilmemesi gerektiğini açıkladığını belirten Prof. Dr. Ayol, ”Deprem aktifliğine bağlı olarak süregelen deprem nedeniyle bazı yerlerde, 10 ile 50 arasında ölçümler yaptığımız oldu. Birkaç gün geçince tekrar yaptığımız ölçümlerde bu seviyenin normale düştüğünü de gördük” ifadelerini kullandı.

‘Yer altı suyu da etkilendi’

TÜBİTAK destekli ya da yürüttükleri projelerde, yer altı suyu kalitesini de izlediklerini belirten Prof. Dr Ayol, “Hemen hemen 11 ilimizde bu çalışmaları yürütüyoruz. Kaynak olarak belirlediğimiz kuyularda, dönem dönem su numunesi alamıyoruz. Ya yer altı suyu oradan çekilmiş ya yer değiştirmiş oluyor. Bunlar kritik tespitler. Bilimsel sonuçlara ulaşabilmemiz için bu tespitlerin uzunca bir süre izlenmesi gerekiyor” dedi.

‘Arıtma ünitesine ihtiyaç var’

Bölgede arıtma ünitelerine ihtiyaç bulunduğunu belirten Prof. Dr. Ayol şu ifadelerde bulundu:

Afet bölgelerinde bu sürecin ne kadar uzun süreceğini bilmiyoruz. Asrın felaketi dediğimiz bir durum söz konusu. Dolayısıyla o bölgelerde şebeke suyuna ya da sağlıklı suya erişim uzun bir süreç alacak. Su kullandığımız ürünler açısından kritik.”

Fotoğraf: DHA

Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü olarak, su arıtma noktasında bölgenin acil ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik Adıyaman, Malatya ve Hatay‘da çalıştıklarını ve bölgede toplamda 7 su arıtma ünitesi  kurduklarını ifade eden Ayol, ”Özellikle bebeklerin, çocukların, gençlerin ve daha yaşlı olan kişilerin kemik sağlığına zarar vermeyecek şekilde de bir yapılanmaya gittik. Özel mineral takviyeli bir arıtma sistemi geliştirdik.” açıklamasında bulundu.

Sadece arıtma işlemini yapmadıklarını, mineral takviyesi ile suyu zenginleştirdiklerini belirten Ayol,  ”Sayın Rektör, hocamız Prof. Dr. Nükhet Hotar‘ın destekleriyle bu çalışmaları yürüttük. Ancak bu su arıtma ünitelerinin ivedilikle kurulması gereken yerler var, alanlar var” dedi ve ekledi:

Su arıtma sistemlerinin yaygınlaştırılmasını, afet bölgeleri özelinde gelecek planlamalarının yapılması gerektiğini düşünüyorum. Afetzedelerimiz ise emin olmadıkları, bulanık olan suyu tüketmesin.”

Araştırma: Yaban hayvanlarının yaşam alanları kentleşme tehlikesi altında

ABD ve Kanada‘daki 20 şehirde yapılan araştırmada, kentleşmenin yaban hayatı üzerindeki etkisine dikkat çekildi. Prof. Dr. Çağan Şekercioğlu, bu şehirlerdeki fotokapanlarla toplanan verileri analiz ederek, kentleşme sonucu oluşan aşırı sıcaklık koşullarının birçok canlı türünün hayatta kalmasını zorlaştırdığını belirtti.

AA’dan Yeşim Yüksel’in aktardığına göre; Şekercioğlu, iklim değişikliği ve nüfus artışı gibi insan kaynaklı çevresel değişikliklerin yeşil alanların azalmasına ve canlıların yaşam alanlarının yok olmasına neden olduğunu ifade etti.

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) verilerine göre, dünya nüfusu son 25 yılda 2,1 milyar artarak 2022’de 8 milyara ulaştı. Bu nüfusun yüzde 52,2’si şehirlerde yaşıyor. Kentleşme ve iklim değişikliğinin birleşik etkileri, Şekercioğlu’nun da içinde bulunduğu araştırmacılar tarafından Nature Ecology & Evolution dergisinde yayımlanan bir çalışmada incelendi.

Birçok memeli kentleşme yüzünden artık şehirlerde yaşayamıyor

Bu çalışmada, ABD ve Kanada’daki 20 şehirde 725 noktaya yerleştirilen fotokapanlardan toplanan 20 binden fazla görüntü incelendi. Utah ve Koç Üniversitelerinde öğretim üyesi olan ve KuzeyDoğa Derneği Başkanı olan Şekercioğlu, 37 yerli memeli türüne ait verilerin toplandığını açıkladı.

Şekercioğlu, şehirleşmenin hayvanların yaşam koşullarını olumsuz etkilediğini, özellikle şehirlerde sıcaklığın daha fazla tutulduğunu ve memelilerin faaliyetlerini geceye kaydırdığını belirtti.

İstanbul’daki tarım arazilerinin yüzde 37’si kentleşme tehdidi altında
ABD-Meksika sınırındaki duvar yaban hayatını tehdit ediyor

Yeşil alanın fazla olduğu kuzey şehirlerindeki hayvanların daha az etkilendiğini, ancak birçok memeli türünün şehirlerde yaşayamadığını ifade eden Prof. Dr. Şekercioğlu şöyle dedi:

“Bu, iklim değişikliğinin etkisini artırıyor çünkü şehirdeki beton ve asfalt ile ağaçların yok edilmesi ısı adası etkisine neden oluyor. Hem daha sıcak hem de sıcağı daha fazla tutan beton ve asfalt adalar yarattık. Memeliler, çoğu faaliyetlerini geceye kaydırdı çünkü insanlardan daha uzak durmak, geceleri daha serin ve iklim değişikliğiyle artan ısı adası etkisinden biraz daha uzaklaşmak istiyorlar. Daha kuzeyde ve yeşil şehirlerde yaşayan hayvanların daha az etkilendiğini gördük ama yine de birçok memeli türü şehirlerde yaşayamıyor.”

Bazı türler şehirlerde sıkışıp kalıyor

Şekercioğlu, yeşil alan miktarının hayvanların hayatta kalma ihtimalini etkilediğini belirterek, dünya çapındaki şehirlerdeki yeşil alan dağılımını ve şehirlere uyum sağlayan türlerin azınlıkta olduğunu vurguladı. Ayrıca, kentleşmenin yaban hayatı üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için şehir parklarının doğal bitki örtüsünü korumanın önemini ve sokakta yaşayan hayvanların yaban hayatı üzerindeki etkisini anlattı.

Ayrıca, iklim değişikliğinin aşırı sıcaklıklarla hayvanların beslenme ve hareket kabiliyetlerini kısıtladığını, bazı türlerin şehirlerdeki dar yeşil alanlarda sıkışıp kalabileceğini ve bu durumun türlerin yok olmasına yol açabileceğini belirtti. Şekercioğlu, iklim değişikliğinin devam etmesi durumunda Amazon Yağmur Ormanlarının savanalara dönüşebileceğini ve bu durumun bölgedeki kuş türleri üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğini ifade etti.

kentleşme

Şekercioğlu, Oslo‘da yüzde 68, Singapur‘da yüzde 47, Sidney‘de yüzde 46, Viyana‘da yüzde 45,5, Londra‘da yüzde 33 ve New York‘ta yüzde 27 olan şehirlerdeki yeşil alan dağılımının İstanbul‘da yüzde 2,2 olduğuna dikkat çekti. “Şehirlere uyum sağlayan türler azınlıkta ama şehirleri çok daha yaşanabilir hale getirebiliriz” diyen Prof. Dr. Şekercioğlu, şöyle ekledi: “Kurt ne yaparsanız yapın şehirde yaşayamaz ama şehirde yaşayabilen hayvanların sayısını artırmak için şehir parklarının alanını artırmak, bitki örtüsünü doğal haliyle korumak, doğal türleri orada yetiştirmek ve korumak gerekiyor. Gözümüze hoş gelen şehir parkları için bazen ekolojik olarak çöl gibi diyebiliriz.”

Sokaklarda yaşayan hayvanların da durumuna dikkat çeken Şekercioğlı: “Başıboş sokak kedileri ve sokak köpeklerinin de sayıları arttıkça, özellikle İstanbul gibi büyükşehirlerde zaten çok az kalmış olan yeşil alanlar, yaban hayatı için ölüm tuzakları, ekolojik tuzaklar haline geliyor. Özellikle kediler, yeşil alanlara gelen kuşları avlıyor. Köpekler de tavşan, karaca, sincap gibi memelileri. Kedi ve köpeklerin her yıl yüz milyonlarca belki de milyarlarca yabani hayvan bireyini yok ettiklerini tahmin ediyorum” dedi.

Şekercioğlu, Türkiye’de milli parkların yüzölçümünün artırılması gerektiğini, fosil yakıtların bırakılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçilmesi gerektiğini vurguladı ve kişisel tüketimin bilinçli şekilde azaltılmasının önemine dikkat çekti.

‘HPV aşısı daha fazla geciktirilmeden ulusal aşı takvimine alınmalı, ücretsiz olmalı’

İstanbul Tabip Odası (İTO) ve Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD), 16 Ocak Salı günü, Human Papilloma Virüs (HPV) aşısına ilişkin son günlerde gündeme getirilen bilimsel temellere dayanmayan açıklamalara basın toplantısıyla cevap verdi. İTO Cağaloğlu binasında düzenlenen basın toplantısında, HPV aşısının daha fazla geciktirilmeden ulusal aşı takvimine alınarak, ücretsiz olarak yapılması, HPV tarama programlarının yaygınlaştırılması çağrısında bulunuldu.

İTO Genel Sekreteri Dr. Ertuğrul Oruç, İTO Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ayşen Yavru ve TJOD İstanbul Şubesi’nden Dr. Samet Topuz’un katıldığı basın toplantısı, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Irmak Saraç’ın video mesajıyla başladı.

Rahim ağzı kanserinin, dünyada kadın kanserleri arasında dördüncü,  Türkiye’de ise 10 – 11’inci sırada yer aldığını ifade eden Dr. Saraç, rahim ağzı kanserlerinden birinci korunma yolunun HPV aşısı olduğunu vurguladı:

‘Yüzde 90 oranında bir koruyucu’

Dr. Samet Topuz, aşıların insanlık tarihinin tıp alanındaki en önemli buluşu olduğunu söyledi ve rahim ağzı kanserine karşı en etkili yöntemlerden biri olan aşıların yüzde 90 oranında bir koruyuculuğa sahip olduğu bilgisini verdi.

HPV aşısının yüksek koruyuculuğuna dikkat çeken Dr. Ertuğrul Oruç da, aşıların güvenli olduğunu belirtti ve bir an önce HPV aşısının ulusal aşı takvimine alınması çağrısı yaptı.

Dr. Ayşen Yavru’nun okuduğu basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

Rahim ağzı kanseri bilhassa toplumdaki kadın popülasyonunu tehdit eden, önlenebilir ve erken tanı konulduğunda tedavi edilebilir bir kanser türüdür. HPV denilen ve en az 14 tanesinin yüksek riskli olduğu 100’den fazla tipi olan bu virüs, en sık karşılaşılan ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan birinin etkenidir. Her yıl yaklaşık 14 milyon kişinin bu virüsle enfekte olduğu tahmin ediliyor ve bir insan ömrü boyunca yüzde 80 olasılıkla bu virüsle karşılaşmaktadır.”

Dr. Ayşen Yavru, Dr. Ertuğrul Oruç ve Dr. Samet Topuz Fotoğraf: istabip.org

‘Kansere bağlı ölümlerin yüzde doksanı düşük ve orta gelirli ülkelerde’

Bu virüse bağlı oluşan rahim ağzı kanserinin, hala dünya genelinde kadınlarda en sık görülen kanserler arasında dördüncü sırada olduğunu ifade eden Dr. Yavru, önlenebilir ve erken evrede yakalandığında tedavi edilebilir bir kanser olan rahim ağzı kanserinin bütün ülkelerde görülüyor olmasına rağmen, sıklığının düşük ve orta gelirli ülkelerde çok daha yüksek olduğunu ve  bu kansere bağlı ölümlerin yüzde doksanının da düşük ve orta gelirli ülkelerde meydana geldiğini vurguladı.

Bu kanserden korunmak için iki önemli imkan bulunduğunu söyleyen Dr. Yavru, bunların HPV Aşısı ve HPV Tarama Programı olduğunu bildirdi.

HPV aşılamasıyla rahim ağzı kanserlerinin yüzde yetmişi ve yine HPV’ye bağlı genital siğillerin yüzde doksanın önlenebildiğini açıklayan Dr. Yavru şunları söyledi:

Aynı zamanda bu aşılamayla, HPV’ye bağlı diğer kanser türlerine karşı da bir korunma sağlanabilmektedir. Mevcut bilgiler doğrultusunda öncelikli olarak 9-14 yaş aralığındaki kız çocuklarının aşılanmaları bir an önce hayata geçirilmelidir. Bu yaş aralığındaki kız çocuklarına altı ay arayla iki doz yapılacak aşılama yeterli koruma sağlamaktadır.”

Erkek çocukları da aşı uygulaması kapsamında

15 yaşından sonra yeterli koruma için, 1-2. ay ve 6. ay şeklinde 3 doz aşılama yapılması gerektiğini belirten Dr. Yavru, ”Bağışıklık sisteminin baskılandığı durumlarda ise yaştan bağımsız olarak toplam 3 doz uygulanmalıdır. Ayrıca bazı ülkelerde yakın zamanda erkek çocukları da aşı uygulaması kapsamına alınmıştır” dedi.

Ulusal aşı takvimi

Dünya Sağlık Örgütü rahim ağzı kanserini elimine etmek hedefiyle bir stratejik plan geliştirdiğini ve bu plana göre hareket eden ülkelerde 2030 yılına dek:

• 15 yaş ve altı kız çocuklarının yüzde doksanının aşılanması,
• 35 yaşına kadar kadınların en az bir kere uygun yöntemle HPV taramasından geçirilmesi ve bunun 45 yaşında bir kez daha tekrarlanması gerektiğine dikkat çeken Dr. Yavru şu ifadelerde bulundu:

”Gelişmiş ülkelerin birbirinden farklı saygın üniversitelerinde çalışan bilim insanlarının milyonlarca hasta üzerinde yaptığı araştırmalar ve bu araştırma sonuçlarının farklı bilimsel platformlarda tartışılmasından süzülüp gelen, tıp literatürüne geçen bilgiler ışığında, HPV aşısı ve rahim ağzı kanseriyle ilgili mevcut durum ve yapılması gerekenler bellidir.”

HPV aşısının; ABD, İngiltere, Almanya, Avustralya, Kanada, Belçika, Norveç, Finlandiya, Portekiz ve Fransa gibi Dünya’nın pek çok gelişmiş ülkesinin yıllardır ulusal aşı takviminde bulunduğunu ifade eden Dr. Yavru,  ücretsiz olarak yapıldığına dikkat çekti.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın Kasım 2022’de Türkiye’de de HPV aşısının ücretsiz olarak yapılacağını açıklamasının üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmesine karşın henüz bu konuda bir adım atılmadığını belirten Dr. Yavru şunları söyledi:

”İki doz HPV aşısının maliyetinin 6500 TL’yi bulduğu dikkate alınırsa, içinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda dar gelirli vatandaşlarımızın bu aşıyı yaptırması neredeyse olanaksızdır. Sağlık Bakanlığı’na bilimsel gerçekler ışığında halkın sağlığını koruma sorumluğunu hatırlatıyor ve bu vesileyle bir kez daha sesleniyoruz:

• HPV aşısı daha fazla geciktirilmeden ulusal aşı takvimine alınarak ücretsiz olarak yapılmalıdır.
• HPV tarama programları yaygınlaştırılmalıdır.
• Üreme sağlığı ve aile planlaması malzemelerinin temini konusundaki sorunlar bir an önce çözüme kavuşturulmalıdır.”

Akkuyu’daki menenjit ölümleri: Kaç işçi hastalandı?

Mersin‘de yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) bu kez de menenjit salgınıyla adından söz ettirdi. Mersin Tabip Odası Akkuyu’daki menenjit salgınıyla ilgili “Kaynağı araştırılmalı” çağrısı yaptı. Beş işçininin hayatının menenjitten kaybettiği iddiasına ilişkin konuşan Tabip Odası Başkanı Dr. Nasır Nesanır, ölen işçilerden birine menenjit teşhisi konulduğunu doğruladı. Akkuyu Nükleer A.Ş. de yazılı açıklama ile iki işçinin hayatını kaybettiğini doğruladı. Konu aynı zamanda Meclis gündemine de taşındı.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Akkuyu Nükleer Santrali’ndeki menenjit salgını iddiaları hakkında “Sağlık Bakanlığı soruşturma başlattı mı?” diye sordu.

Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Sözcüler Kurulu Üyesi ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Mersin Milletvekili Perihan Koca, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca‘nın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.

‣  ‘Akkuyu’yu neresinden tutsak elimizde kalıyor: Koşar adım felakete gidiyoruz’
‣ ‘Rusya’ya ait Akkuyu nükleer santrali geleceğimizi tehdit ediyor’
‣ Akkuyu nükleer santrali Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşındı: İnsanlığa karşı suç işleniyor
‣ Dışarıda protesto, içeride ‘yakıt töreni’: Akkuyu’da ‘Barış için atom enerjisi’ bayrağı çekildi

İşçilerin salgınla ilgili mesajları

Ayrıca sosyal medyada işçilerin WhatsApp üzerinden yaptığı konuşmaların bulunduğu grubun ekran görüntüleri paylaşıldı. Vakaların kamuoyu tarafından duyulmasının kaynağı olarak da bu mesajlar gösterildi:

‘Burada önemli olan: Kaynak ne?’

Dr. Nasır Nesanır, kendilerine iki vaka konusunda bilgi geldiğini aktardı. Mersin Tabip Odası Başkanı bir işçiye menenjit teşhisi konulduğunu belirtti. Diğer işçinin testinin negatif çıktığını kaydeden Nesanır, “Ancak bazı durumlarda antibiyotik tedavisine başlanmışsa bu kişinin testi negatif verebilir” dedi.

BirGün’ün aktardığına göre; hastalığın çok yakın temasla bulaştığına dikkat çeken Nesanır “Hastalık solunum yolu ile bulaşabilir ama çok çok yakın temas gerekli. Temasta bulunan sağlıkçıların aşısı, koruyucu antibiyotikleri de anında verilmiş orada sıkıntı olmamış” diye konuştu. Hastalığın kaynağının araştırılması gerektiğini anlatan Nesanır, özetle şunları söyledi:

“Burada önemli olan kaynak ne, burada en az 10 gün önce virüsü almak gerekir. Bu işçi bu zaman zarfında burada mıydı, eğer oradaysa kaynak orasıdır. Ya da izne gittiyse belki oradan kapıp geldi, bunları kamuoyuyla paylaşmaları gerekir. Menenjit ile karşı karşıya kalındıysa hızlıca tedavi edilmeli. Bulantı, kusma, baş ağrısı gibi belirtisi oluyor. Bu belirtiler diğer hastalık belirtilerine benzediği için ve çok sık karşılaşılmadığı için diğer hastalıklarla karıştırılabiliyor. Çok hızlı ve akut gelişen hastalık beyin zarını, omuriliği etkiliyor, virüs kana karışabiliyor. O belirtiler hissedilince hemen müdahale edilmeli. Burada saatlerin bile önemi var. Tabip Odası olarak il sağlık ve bakanlık yetkilileri ile görüştük. Aciller, hekimler bilgilendirildi. Antibiyotik alması gereken personele antibiyotikleri, koruyucu tedavileri verildi. Akkuyu’daki personelde de koruma tedbirleri alınmış, yakın teması olanlar için belli protoküller yapıldı.”

Şirketten açıklama

Akkuyu Nükleer A.Ş.’den yapılan yazılı açıklamada ise iki çalışanın menenjitle ilişkili olarak hastaneye kaldırıldığına dair şu ifadelere yer verildi:

“Söz konusu olaya ilişkin, 11 Ocak 2024 tarihinde, Akkuyu NGS inşaatında çalışan 2 kişi menenjit şüphesiyle Mersin’de hastaneye kaldırılmıştır. Hastaneye kaldırılan kişiler ne yazık ki hayatlarını kaybetmiştir. Çalışanlardan birinin neisseria menenjiti teşhisi ile yaşamını yitirdiği saptanırken, diğer çalışanın vefatında menenjit şüphesi olsa da kan tetkiklerinde bakteriyel etken tespit edilememiştir.

Akkuyu Nükleer A.Ş. olarak hayatını kaybeden çalışma arkadaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diler, merhumların ailelerinin her zaman yanında olacağımızı belirtmek isteriz. Konuya ilişkin olarak, Akkuyu Nükleer A.Ş.’nin iş güvenliği ve personel koruma uzmanlarının yanı sıra sağlık çalışanları da gerekli denetimleri gerçekleştirmektedir. Akkuyu NGS inşaat sahasında ve saha çalışanlarının konakladığı kamplarda ek sağlık personeli de görevlendirilmiştir.

Akkuyu NGS inşaat sahasında ve proje çalışanlarının yaşadığı kamplarda Türkiye Cumhuriyeti mevzuatının gerekliliklerine uygun olarak tüm çalışanlara temel sağlık hizmetleri sağlamak için yeterli sağlık merkezleri bulunmakta, bulaşıcı hastalık belirtileri gösteren çalışanlara ilişkin güncel bilgiler ivedilikle Türkiye Cumhuriyeti resmî kurumlarına iletilmektedir. Buna ek olarak İl Sağlık Müdürlüğü temsilcileri de sıhhi ve epidemiyolojik standartlara uygunluğu doğrulamak için Akkuyu NGS sahasında düzenli olarak denetimler gerçekleştirmektedir.

Ayrıca sahada görev yapan tüm çalışanlar, hijyen ve sosyal mesafe kurallarına titizlikle uymaları, tıbbi maske kullanmaları ve herhangi bir rahatsızlık belirtisi durumunda derhal tıbbi yardım almaları gerektiği konusunda bilgilendirilmiştir.”

Akkuyu Nükleer Güç Santrali

TİP: Açıklama belirsizliklerle, aklamalarla geldi

Öte yandan TİP Mersin Örgütü, Mersin İl Sağlık Müdürlüğü önünde dün (16 Ocak) bir eylem gerçekleştirerek “Akkuyu NGS’den salgını kabul eden açıklama belirsizliklerle, aklama çabalarıyla geldi. Durmayacağız” dedi. Sosyal medyada yapılan açıklamada ise şu ifadelere yer verildi:

“İşçilerin hayatını yok sayan, ölümle başbaşa bırakan koşullarınızı tüm ülkeye nasıl ifşa ettiysek, ellerimizi yakanızda tutmaya da devam edeceğiz! 

Yağmur altında beklettiğiniz, raporlarını gizlediğiniz, salgının kol gezdiği sahada tuttuğunuz her işçinin hesabını vereceksiniz!”

Gözler Sağlık Bakanı Koca’da

TÖP Sözcüler Kurulu Üyesi ve DEM Parti Mersin Milletvekili Perihan Koca, Fahrettin Koca’ya menenjit salgınına ilişkin soru önergesi yöneltti. Soruların arasında şunlara yer verildi:

  1. Mersin ilinde yapımına devam edilen Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde menenjit hastalığının yayıldığı ile ilgili iddialarla ilgili niçin bir açıklama yapılmıyor? Hastalanan işçilerin sayısı kaçtır? Hastaların sağlık durumu nedir?
  2. Olası bir menenjit salgınıyla ilgili bakanlığınızın bir çalışması var mıdır? Ülkemizde görülme sıklığı Avrupa ülkelerine oranla çok daha fazla olduğu bilinen menenjit hastalığına neden olan meningok enfeksiyonları niçin aşı kapsamına alınmamaktadır?

[İklim Masası] İklim değişikliği, istilacı türlerin yayılışını hızlandırıyor

İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Prof. Dr. Ali Serhan Tarkan‘ın kaleme aldığı ve iklim kriziyle istilacı türler ilişkisini ele aldığı makalesini  yayımlıyoruz. 

*

İklim değişikliğiyle birlikte ekosistemlerin istilalara daha savunmasız hale
gelmesi, biyolojik istilaların hızını görülmemiş seviyelere çıkardı.

İstilalar hem yerel biyoçeşitliliği tehdit ediyor hem de ekonomik ve halk sağlığı riskleri taşıyor. Coğrafi konumu nedeniyle Türkiye de istilalar karşısında büyük oranda savunmasız.

Karşılaştıkları ekosistemi etkin ve hızlı bir şekilde domine eden, yerli olmayan
bitki, hayvan ve diğer organizmalar, ‘istilacı türler’ olarak tanımlanıyor. İklim
değişikliğinin ekosistemleri daha savunmasız hale getirmesi, küreselleşme
nedeniyle zaten artmış olan istila hızını görülmemiş seviyelere yükseltti.

Yeni dahil oldukları ekosistemlerde doğal rekabetçileri bulunmayan istilacı türler, yerel biyoçeşitliliği tehdit ediyor, yerli fauna ve floraya önemli zararlar verebiliyor. Bunun yanı sıra, ciddi ekonomik ve halk sağlığı etkilerine sebep olabiliyor.

Bilimsel çalışmalara göre istilacı türlerin yol açtığı toplam ekonomik maliyet,
ABD’de 4.5 trilyon doları buluyor. Türkiye’de ise yıllık maliyetin yarım milyar dolara ulaştığı hesaplanıyor.

İstilacı türlerin yayılmasını önlemek ve olumsuz etkilerini sınırlandırmak için
yüksek yayılma ve etki potansiyeline sahip türlere odaklanmak ve istilacılığa açık, kırılgan ekosistemleri yakından takip etmek önem taşıyor.

İstilacı türlerden katil yosunlar.

Küreselleşme ve iklim değişikliği, istila hızını artırdı

Biyolojik istilalar, aslında yeni bir durum değil: Gezegende yaşamın tarihi
boyunca var olmuş olan, doğanın temel ve ayrılmaz bir parçası. Karşı karşıya
olduğumuz sorun, biyolojik istilaların, özellikle küreselleşme ve antropojenik
etkiler nedeniyle, bugüne dek görülmemiş artışıyla ilgili.

Türleşme (coğrafi izolasyon ve yer değiştirme gibi çeşitli doğal süreçler
sonucunda yeni ekolojik türlerin ortaya çıktığı evrimsel süreç) yüzlerce veya
binlerce yıl sürüyor ve son derece yavaş ilerliyor. Ancak son birkaç yüzyılda,
insanların büyük mesafeleri hızla kat edecek ve daha fazla malzeme taşıyacak
teknolojiler kullanmaya başlaması, bu durumu değiştirdi. İnsan ve malzeme
hareketinin giderek artması ve hızlanması, çeşitli bitki, hayvan ve organizmaların tamamen yeni ortamlara taşınmasını kolaylaştırdı.

Yeni ekosistemlerle karşılaşan birçok organizma, yabancı çevresel koşullarda
hayatta kalamayarak yok olabildiği gibi, bazıları ise ancak kasıtlı olarak
yetiştirildikleri koşullarda hayatta kalabiliyor. Öte yandan bir kısmı ise istilacı hale gelerek, yerlisi olmadıkları bir ortamda varlık gösterip yayılabiliyorlar.

Habitatlarda değişikliklere neden olan ve böylelikle yerli flora ve faunayı daha savunmasız hale getiren iklim değişikliği ise bu istila olasılıklarının artmasına sebep oluyor ve istilaları kolaylaştırır.

İklim değişikliği, ekosistemleri savunmasız bırakıyor

Sıcaklık ve yağış gibi çevrenin önemli olgularını, aşırı hava olaylarının sıklığını, atmosfer bileşimini ve arazi örtüsünü değiştiren iklim değişikliği, istilacı türlerin coğrafi yayılışını hızlandırıyor. Bu durum, özellikle kırılgan habitatları tehdit ediyor.

Sıcaklık, atmosferdeki karbondioksit (CO2) miktarı ve mevcut besinler, türlerin hayatta kalmasını belirleyen temel faktörleri oluşturuyor. Bu faktörlerdeki her türlü değişiklik, ekosistemleri etkiliyor ve istila olasılığını artırıyor.

Türlerin yeni bir ortama yerleşim süreci, bugüne kadar geniş çaplı araştırmalara konu olmuş bir alan.

Bu alanda çalışan birçok bilim insanı, iklim değişikliğinin hedef habitatları değiştirdiğini ve buna bağlı olarak da yerli fauna ve floranın
kaynak sıkıntısı çekebildiğini kabul ediyor. Bu sıkıntı, artan rekabetle
birleştiğinde, ekosistemler istilalara karşı daha savunmasız hale geliyor.

İstilacı balıklar Süveyş Kanalı yoluyla Akdeniz’e geliyor. Fotoğraf: Imago

Artan sıcaklıklar, istilacı organizmalara yaşam olanağı sunuyor

Birçok türün coğrafi yayılımı üzerinde en derin etkiyi yapan faktörlerden ikisi,
yağış ve sıcaklıklar. Yağışlarda gözlenen değişimler, suyu seven veya suya
dayanıklı olan türlerin birbirleriyle rekabet etmelerine neden olabiliyor.

Yükselen sıcaklıklar ise, mevcut dağılımı güney bölgeleriyle sınırlı olan bazı türlerin kuzeye yayılmasına izin veriyor.  Artan sıcaklıklar, aksi takdirde hayatta kalamayacak olan bazı istilacı. organizmaların, kış aylarında hayatta kalmalarına neden olabilir. Benzer şekilde, serin ve soğuk suları tercih eden bazı balık türlerinin habitatları daralabilir; sıcak su balık türlerinin habitatı ise genişleyebilir.

Örneğin, Türkiye’ye akvaryum balığı ticareti vasıtasıyla giren ve daha sonra Eskişehir‘deki çeşitli sıcak su kaynaklarına giren tropikal kökenli çeşitli kedi balığı türlerinin bu sayede popülasyon oluşturup varlıklarını sürdürebildiklerini biliyoruz.

İklim değişikliği nedeniyle iklim koşullarının değiştiği stresli ekosistemler, yabancı türlerin başarılı bir şekilde istilasını kolaylaştırabilecek daha fazla kaynak ve imkan sağlayabilir. Nitekim bazı çalışmalar , değişken koşullarda yaşanan kısa süreli bir artışın, yabancı türlerin yerleşimini kolaylaştırabileceğini gösteriyor.

Öte yandan, hızlanan insan kaynaklı iklim değişikliği, hızlı yayılma becerisi
olmayan ve nesil süreleri uzun olan türleri de dezavantajlı hale getirebilir.

Hızlı yayılabilen türler ise avantajlı konuma gelecektir. Geniş bir enlem aralığına yayılan ve böylece geniş bir iklim yelpazesine tolerans gösterebilen türler, genellikle en başarılı istilacılardır.

İstilacı türlerin ABD’ye maliyeti 4.52 trilyon dolar

Başarılı istilacılara iyi bir örnek, Yeni Zelanda ve Hawaii’den verilebilir: Bu
bölgelerdeki bitki örtüsünün yaklaşık yarısı, yabancı türlerden meydana geliyor. Kuzey Kaliforniya’da ise neredeyse bütün ekosistemlerdeki yerel türler, benzer yabancı türlerle yer değiştirmiş durumda.

Öte yandan sıcak ve güneşli ikliminin yanı sıra önemli ulaşım ve ticaret
merkezlerine de ev sahipliği yapan Florida, tür istilaları söz konusu olduğunda Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti kabul ediliyor. Doğal düşmanları olmadan hızlı bir şekilde büyüyen ve yayılan yabancı bitkiler, Florida’nın ormanlarının, sulak alanlarının ve su yollarının binlerce dönümünü kaplayarak hem eyalet hem de ülke ekonomisi üzerinde ciddi yük oluşturuyor.

Amerika Birleşik Devletleri genelinde 2022 yılında yapılan bir çalışmaya göre,
1960 ile 2020 yılları arasında istilacı türlerin yol açtığı maliyet, toplam 4.52 trilyon dolara ulaştı.

Gecen sene, istilacı otların yangın sebeplerinden olduğu Hawaii. Fotoğraf: Rick Bowmer / AP

İstilaların Türkiye’ye bedeli yılda yarım milyar dolara ulaştı

Avrupa ve Asya’nın kesiştiği, benzersiz bir kıtalararası konumda bulunan ve
geniş taşıma ağı ile ticaret bağlantılarına sahip olan Türkiye de, biyolojik istilalara karşı son derece savunmasız.

Henüz tamamlanan, yayınlanma aşamasındaki çalışmamız ise, Türkiye’de
biyolojik istilaların neden olduğu ekonomik maliyetlerin ilk analizini ortaya koyar nitelikte.

Bu çalışmaya göre, Türkiye’de ekonomik zarar meydana getiren yabancı
türlerin neden olduğu toplam ekonomik maliyet, 1960-2022 yılları arasında 4.1 milyar dolara ulaşmış görünüyor.

Ancak bu maliyetler, ülke genelindeki tüm istilacı türlerin  yüzde 10’undan azını kapsıyor. Etkilenen sektörler arasında yer alan tarım, 2.85 milyar dolar ile en yüksek toplam maliyeti sırtlanırken, onu, 1.20 milyar dolar maliyet ile balıkçılık sektörü izliyor. Yıllık maliyetlerin zaman içinde üstel olarak artarak 2020-2022 yıllarında yılda 504 milyon dolara ulaştığı görülüyor ve önümüzdeki 15-20 yılda daha da artması bekleniyor.

Türk akademisyenler, Akdeniz Bölgesi’nde muz alanlarındaki çalışmaları sırasında dünyada istilacı olarak kabul edilen yabancı bitki türü keşfetti. Söz konusu türün, Asya kıtasına özgü olan, Türkiye florasında ise kaydı olmayan “Cardamine occulta Hornem” (Brassicaceae, Asya teresi) olduğu belirlendi. ( Düzce Üniversitesi – Anadolu Ajansı )

İstilacı türler, insan sağlığını tehdit edebilir

Birçok istilacı organizmanın, insan sağlığı üzerinde de olumsuz etkileri bulunuyor. Yabancı türler, hastalık oluşturabildiği gibi, hastalığın taşınmasına da neden olabiliyor. Birçok yüzyıl önce, çiçek hastalığı Kuzey Amerika’ya Eski Dünya’dan, Kara Veba ise Uzak Doğu’dan, istilacı olarak gelmişlerdi.

Daha yakın zamanlı bir örnek olarak ise ABD’ye ithal edilen Asya kaplan
sivrisineği (Aedes albopictus) verilebilir.

Sarı humma ve Batı Nil Virüsü gibi birçok virüsün etkili bir taşıyıcısı olan bu sivrisinek, yayılıp yerleşik hale geldiği çeşitli bölgelerde halk sağlığı konusunda ciddi endişeler yaratıyor. Bu tür, 2011’de Türkiye’deki ilk tespitinden sonra 10 sene içerisinde hızlı bir şekilde yayılarak hemen hemen bütün ülke ölçeğinde tespit edilecek yoğunluklara ulaşmıştır.

Türkiye’deki istilacı türlerin oluşturdukları maliyetleri inceleyen yeni bir çalışma , bu türün kısa bir süre içerisinde 60 milyon dolarlık bir maliyete neden olduğunu göstermiştir.

Sağlık etkilerinin yanı sıra bu istilalar, bir ekosistemin içindeki tüm türler için
hayatta kalma kurallarını değiştirebilir ve yaşamsal işlevlerini büyük ölçüde
etkileyebilir. En geri dönüşü olmayan etkiler, genetik soy tükenmeleridir. Bu, bir türün tamamen ortadan kalkması, dolayısıyla dünya biyoçeşitlilik haritasından silinmesi anlamına gelir.

KKTC Sağlık Bakanlığı, Girne kentinde istilacı tür Asya kaplan sivrisineğinin tespit edildiğini açıklayarak, vatandaşlardan önlem almalarını istedi.
( KKTC Sağlık Bakanlığı – Anadolu Ajansı )

Yüksek yayılma potansiyeline sahip türlere odaklanılmalı

Yaşam tarihi boyunca var olan istilaların endişe verici hale gelmesinin nedeni,
bugün olağanüstü bir hızla gerçekleşmeleri. Bu durum, geniş ölçekli bir küresel farkındalık yaratılması ve eylem planları hazırlanmasını gerektiriyor.
İstilacı türlerin, duyarlı ortamlara yayılmasının önlenebilmesi için gereken ilk
adım, belirli bir ekosisteme tehdit oluşturan türlerin tespit edilmesi.

Bu noktada, daha sonra istilacı hale gelen yabancı türler ile hayatta kalmak için göç etmek durumunda kalmış çeşitli yerli türler arasında ayrım yapmak gerekiyor.

İstilacı türlerde dikkat edilmesi gereken bir diğer konu, yayılmanın çoğunlukla hızlı ve kontrolsüz oluşu. Özellikle iklimlerin değişmesi, yeni istilacı türlerin, yeni iklim bölgelerine yayılmasının önünü açabilir.

Karar vericilerin bu yeni istilalar konusunda hazırlıklı olması ve yayılma potansiyeline sahip popülasyonlara odaklanmaları, bu bağlamda önem taşıyor.

İzleme, erken tespit ve hızlı müdahale gerekli

Bununla beraber, iklim değişikliği karşısında istilacılığa özellikle açık
ekosistemlerin hangileri olduğunun tespit edilmesi de önem taşıyor. Etkileşimlerin nihai sonucunu tahmin etmek oldukça zor olduğundan, durumu izlemek, erken tespit etmek ve gerektiğinde hızla müdahale edebilmek şart.

İstilacı türlerin yeni bir ortama başarılı bir şekilde yerleşmesi durumunda, kontrol ve yönetim için çok daha ciddi çabalara, insan gücüne ve ekonomik desteğe ihtiyaç duyulacağı muhakkak.

Küresel olarak her yıl, yalnızca  zararlı organizmaların kontrolü için, milyarlarca dolar, harcanıyor. En son dünya ölçeğinde gerçekleştirilen bir çalışma, bu masrafın yıllık 423 milyar dolar olduğunu ortaya koydu.

Farklı bir çalışma ise istilacı türlerin yol açtığı maddi hasarlara odaklanıyor. Buna göre, son 50 yılda maddi hasarlar sonucu oluşan maliyet 1.2 trilyon dolar civarında.

Ekologlar, artık türlerin ve ekosistemlerin tek bir iklim değişikliği faktörüne nasıl tepki verdiğini daha iyi anlıyorlar. Buna karşın, bu faktörlerin birbirleriyle nasıl etkileşime girdiği ve bu fenomenlerin yoğunluğunun farklı bölgelerde nasıl değişeceği gibi sorular, belirsizliğini koruyor. Bu nedenle istilacılarla mücadelede tek bir faktörün değil birçok olası faktörün birlikte rol oynadığı dikkate alınarak hareket edilmesi gerekiyor.

Aynı zamanda bu faktörlerin bölgeden bölgeye değişiklikler gösterebileceği gerçeği de göz ardı edilmemeli.

IPCC’nin 60. oturumu İstanbul’da başladı

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPPC) 60. oturumu, Türkiye‘nin ev sahipliğinde İstanbul‘daki Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda dün başladı.

Delegeler dün (16 Ocak) yedinci değerlendirme döngüsünün çalışmalarını başlattı. Dünkü birleşimde 59’uncu oturumun taslak raporunun onaylanması, IPCC Güven Fonu Programı ve Bütçesi ve diğer IPCC faaliyetleri ile ilgili konular konuşuldu. Toplantıda üç hedefin altı çizildi: Kapsayıcılık, politika ile değerlendirmelerin artırılması ve disiplinlerarası yaklaşımların belirlenmesi. Bu üç hedefin yedinci değerlendirme raporunu öncekilerden farklı bir noktada konumlandırması bekleniyor. Çalışma programına ilişkin tartışmaların bu toplantıya hakim olması bekleniyor.

Açılışta konuşmacılar bu yeni değerlendirme döngüsü için hedefleri vurguladı. IPCC Başkanı Jim Skea delegeleri “gelecekteki IPCC çalışmalarını şekillendirmede cesur ve stratejik” olmaya teşvik etti.

IPCC nedir
IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu açıklandı
IPCC Sentez Raporu’nun kısa bilimsel bireşimi
IPCC
IPCC Başkanı Jim Skea

Birleşmiş Milletler Çevre Programı İcra Direktörü Inger Andersen, politikaların uygunluğunun sürdürülmesi ve “bizi daha iyi bir dünyaya götürecek açık işaret levhalarının” belirlenmesi gerektiğini belirtti.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) İcra Sekreteri Simon Stiell, IPCC’nin kapsamlı girdilerinin, 2028’de tamamlanması planlanan ikinci küresel envanterin bilgilendirilmesi için çok değerli olacağını söyledi. Stiell IPCC ile UNFCCC zaman çizelgelerinin uyumlu hale getirilmesinin iklim değişikliği konusundaki eylemleri hızlandırabileceği yönündeki görüşünü dile getirdi.

Dünya Meteoroloji Örgütü Genel Sekreteri Celeste Saulo, IPCC’nin bölgesel ve cinsiyet dengesini iyileştirme taahhüdünü memnuniyetle karşılayarak Panel’in Büro üyelerinin yüzde 40’ından fazlasının kadın olduğuna dikkat çekti.

Tüm dünyanın merakla beklediği IPCC raporu açıklandı
IPCC iklim değişikliği raporu Türkiye için ne söylüyor?
IPCC Raporu: Acil eylem için zaman daralıyor
Fotoğraf: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı Fatma Varank

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı Fatma Varank, Türkiye’nin IPCC’nin yedinci değerlendirme döngüsünde daha fazla kadın ve genç yazar görmek istediğini dile getirdi.

IPCC

Varank IPCC’nin politika ve karar alma süreçlerine sağladığı bilimsel katkılarıyla iklim değişikliği ile mücadelede kritik bir rol oynadığını belirtti. Türkiye’nin ev sahipliğiyle düzenlenen IPCC’nin 60. oturumunun bu görevi daha da ileriye taşımak adına önemli bir fırsat sağlayacağını ifade etti. Varank ayrıca 2026’ta gerçekleştirilecek 31. Taraflar Konferansı‘nın (COP31) Türkiye’nin ev sahipliğinde yapılması talebini de yeniden dile getirdi.

Yatağanlı gönüllüler ormanı kurtardı, mermer ocağını genişletme projesi iptal edildi

Muğla’da faaliyet gösteren ve Bodrum Doğaltaş Madencilik Ltd. Şti. tarafından işletilen maden ocağı için 175 hektarlık bir alanda kapasite geliştirilmesi başvurusu yapılmıştı ve “ÇED gerekli değildir” kararı alınmıştı. İşletmeye karşı gönüllülerin açtığı dava sonucu, kapasite arttırma için verilen karar iptal edildi.

Muğla’nın Yatağan ilçesine bağlı Turgut Mahallesi sınırlarında bulunan maden ocağı, 2019 yılında 23,79 hektarlık bir alan için “ÇED kapsam dışı” kararı alınarak faaliyete geçmişti. 

Şirket, 175 hektarlık (yaklaşık 245 futbol sahası büyüklüğünde) bir alanda kapasite arttırma çalışmaları için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvurmuştu ve Bakanlık tarafından “ÇED gerekli değildir” kararı verilmişti. 175 hektarlık ruhsat (ÇED) sahasında yılda 20 bin metreküp blok mermer üretilmesi planlanıyordu. 

Muğla Yeşil Yaşam Derneği gönüllülerinden hukukçu Mehmet Cilsal’ın başvurusu ve çevre gönüllülerinin desteğiyle, karara karşı dava açıldı. Davada, proje için “ÇED Gerekli Değildir” kararının hukuka aykırı olduğu, 35.058 adet kızılçam ağacının kesilmesi planlandığı, bölgede zeytinliklerin bulunduğu, proje tanıtım dosyasının eksiklikler barındırdığı ve bu faaliyetlerin bitki örtüsüne, ormanlarda erozyona ve habitat kaybına yol açacağı belirtildi.

Dava dosyasında ayrıca şirketin işletme ruhsatının hukuksuz olduğu, proje dosyasında gerekli belgelerin eksik olduğu, ilgili kurumlardan görüş alınmadan işlem tesis edildiği, yolların sulanarak toz kontrolünün yapılmadığı ve halihazırda çalışmakta olan ocağın bir rehabilitasyon projesinin olmadığı iddiaları da yer aldı.

Sonuç olarak davanın kabul edilmesiyle, 175 hektarlık alanda bulunan; kızılçam, sandal ve boylu ardıç ağaçları ile kaplı, birçok kurbağa, sürüngen, kuş ve memeli türüne ev sahipliği yapan ormanlık alan ile çalışma alanının yaklaşık 2 kilometre yakınlarında bulunan zeytinlikler kurtarılmış oldu.

İklim değişikliği Hint Okyanusu’nda Tropik Belal Siklonu’nu tetikliyor

Doğu Afrika’daki Mauritius‘ta 15 Ocak’ta etkisini gösteren Tropik Siklon Belal, özellikle Başkent ve çevresindeki bölgelerde şiddetli sel baskınlarına ve en az bir kişinin ölümüne yol açtı. Hükümet, motosikletli bir kişinin sel nedeniyle yaşanan bir kazada hayatını kaybettiğini ve bunun üzerine sokağa çıkma yasağı getirildiğini duyurdu.

Euronews’in haberine göre, ülkede acil durum ve sağlık çalışanları, güvenlik hizmetleri üyeleri ve tıbbi tedavi gerekenler dışında herkesin evde kalması istendi. Sel suları evleri ve diğer yapıları tehdit ettiği için bazı bölgelerde tahliyeler yapıldı. Okullar kapatıldı, hastanelere ise sadece acil servislerin açık tutulması talimatı verildi.

1,2 milyon nüfuslu ada ülkesinin ana havaalanı kapatıldı ve hükümet, uçuşların belirsiz bir süre için iptal edildiğini açıkladı. Mauritius Merkez Bankası binasının da sel baskınından etkilendiği bildirildi.

Tropik Belal Siklonu
Kaynak: pointactu.fr

‘En kötüsü henüz yaşanmadı’

Meteoroloji Dairesi, siklonun gözünün Mauritius’a daha yakın geçeceğini ve 16 Ocak sabahı adanın 90 kilometre güneyinden geçeceğini belirterek, en kötüsünün henüz yaşanmadığı konusunda uyarıda bulundu.

Siklon Belal, önce Fransız Reunion Adası‘nı vurdu. Burada 15 Ocak sabahı etkili olan yoğun yağmurlar ve şiddetli rüzgarlar, hanelerin yaklaşık dörtte birinde elektrik kesintisine neden oldu. Reunion’da birçok kişi internet ve telefon hizmetlerinden mahrum kaldı, on binlerce eve su bağlantısı kesildi. 

Kabus senaryosu: Görülmemiş şiddetteki Otis Kasırgası Acapulco kentiyle tüm iletişimi kesti
İnsan kaynaklı iklim değişikliği aşırı hava olaylarını şiddetlendirecek
Yüksek sıcaklıklar, tropikal ormanların fotosentez mekanizmasını baltalıyor

Reunion, Belal yaklaşınca Pazar günü en yüksek fırtına uyarı seviyesini ilan etti. Mor uyarı altında, insanlar evde kalmaya ve hatta acil servislerin bile kilit altında tutulması talimatı verildi. Meteo France, siklonun 15 Ocak’ta adaya ulaştığını ve ağır yağışlar, şiddetli rüzgarlar ve güçlü, sekiz metre yüksekliğinde dalgalar getirdiğini bildirdi. 

Fırtınanın en şiddetli bölümü Reunion’u 15 Ocak öğleden sonra geçtikten sonra, siklon Mauritius’a, yaklaşık 220 kilometre kuzeydoğusundaki adaya doğru ilerledi.

Tropik Siklon Belal
Fotoğraf: AP Photo / Lewis Joly

Tropik Belal Siklonu: İnsan kaynaklı ‘doğal afet’

Bilim insanları, siklonların Güney Afrika‘da ocak ve mart ayları arasında yaygın olduğunu, bu dönemde Güney Yarımküre’de okyanusların en sıcak sıcaklıklarına ulaştığını belirtiyor. Daha sıcak su, siklonlar için yakıt görevi görüyor.

Ancak insan kaynaklı iklim değişikliğinin, siklonların daha sık ve yağışlı hale gelmesine neden olduğu, bu olayların yoğunluğunu artırdığı belirtiliyor. Bazı iklim bilimciler, 2022’de yapılan bir çalışmada, küresel ısınmanın bölgedeki bazı siklonların şiddeti ile doğrudan bir bağlantısı olduğunu tespit etti.

World Weather Attribution grubunun yaptığı bu çalışma, iklim değişikliğinin, o yıl gerçekleşen Tropik Fırtına Ana ve Tropik Siklon Batsirai gibi aşırı hava olaylarının yağış olasılığını ve şiddetini artırdığını sonuçlandırdı.

2019’da, Siklon Idai Hint Okyanusu’ndan Afrika’ya ulaşarak Mozambik, Malavi ve Zimbabve‘de binden fazla kişinin ölümüne ve büyük bir insani krize neden oldu. Birleşmiş Milletler, bunun Güney Yarımküre’de kaydedilen en ölümcül fırtınalardan biri olduğunu açıkladı.

Kentsel dönüşüm yasa değişikliği: Kadıköy’ü ne bekliyor

Kentsel dönüşüm yasa değişikliği hakkındaki ‘Kadıköy’ü ne bekliyor’ toplantısı 5 Ocak Cuma günü Kadıköy Belediyesi Evlendirme Dairesi’nde gerçekleşti.

Kadıköy mahalle muhtarları tarafından düzenlenen toplantıda, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi 47.Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Ülkü Sakalar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kentsel Dönüşüm Müdürü Rahmi Hızır ve Avukat Mehmet Ümit Erdem konuşmacı olarak yer aldı.

Kentsel dönüşüm başkanlığı

Esin Köymen, 6306 sayılı afet riski alanlarının dönüştürülmesi hakkındaki kanunu ya da kanunla getirilen değişikliğin neden iptal edilmesi gerektiği anlattı.

16 Ekim’de yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Kentsel Dönüşüm Başkanlığı oluşturulduğunu belirten Köymen, “Bu başkanlığın görevleri sıralandığında birincisi, 6306 sayılı yasa ile verilen görevleri yapma ve yetkileri kullanmak. İkincisi, afet riski altındaki yapıların ve alanların dönüştürülmesine ilişkin mevzuatı hazırlamak. Üçüncü, 5393 sayılı yasa ile yıpranan tarihi dokularda uygulanan mevzuatla ilgili alanları ilan etmek ve yine 5393 sayılı yasa belediye kanunun 73. Maddesi kapsamındaki uygulamalara ilişkin, kentsel dönüşüm ve kentsel gelişim alanlarını ilan etmek. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan verilen diğer görevleri yapmak” dedi.

Köymen, bu durumun şimdiye kadar görülen düzenlemelerin dışında olduğunu dile getirdi.

Mülkiyette el değiştirilme çabası

Açık alanda kamuya ait her alanın, yapılaşma ile sonuçlanan bir düzenleme ile karşı karşıya olunduğunu söyleyen Köymen, “Olası afet durumunda toplanma alanlarımız dahil olmak üzere bütün alanlar, yapılaşma riski ile karşı karşıya” şeklinde konuştu.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın verilerine göre ülke genelinde riskli yapı tespitinin ve riski olduğu tahmin edilen yapı stoğunun yüzde 2’sine bile ulaşamadığını aktaran Köymen, “Dolayısıyla bu riskli yapı 6306 sayılı yasanın, gerçek anlamda riskli yapıları bertaraf edip, sağlam konutların yapılmasından öte gayrimenkul değeri daha yüksek olan yerlerde mülkiyetlerin el değiştirmesine yönelten bir çaba ile karşı karşıyayız” ifadesinde bulundu.

Köymen, gerçek anlamda riski olan bölgelerin riskli alan ilan edilmediğini, gayrimenkul değeri üzerinden bu durumun gerçekleştiğini vurguladı.

Fotoğraf: DHA

Yeni düzenleme ne getiriyor?

Yeni düzenleme ile rezerv alan ilan edilmesinin önünün açıldığını söyleyen Köymen, “Rezerv yapı alanının tanımını değiştirerek artık, yeni yapılmak üzere ayrılacak alanların ötesinde mevcut yapılı alanların rezerv alan ilan edilmesinin önünü açmış oldu” ifadelerini kullandı.

İmar planlarının askı süreçleri ile ilgili düzenlemenin önemli olduğunu kaydeden Köymen, “Rezerv yapı alanı ilan edilen bölgede, doğrudan bakanlık eliyle yapılan imar planlarının askı süreci 15 gün, askı sürecine itiraz ise beş gün. 20 gün içerisinde imar planları yürürlüğe girmiş oluyor” dedi ve ekledi:

Bakanlık tarafından yapılacak ya da yaptırılacak yapı projelerinin kendi bünyelerinde hazırlanması söz konusu. Yani imar planlarını kendileri yapıyor, yapı projelerini kendileri yapıyor, ruhsatlarını da kendileri veriyor. Dolayısıyla imar planı yapılacak yerleri ve rezerv alanları kendileri belirliyor yerel yönetimlerin yetkilerini bu düzenlemeyle merkez yönetime geçiriyorlar.”

‘Yağmalanma organize ediliyor’

Köymen konuşmasına şu sözlerle devam etti:

Türk vatandaşlığının verilebilmesi için, 400 bin ABD doları karşılığında bir gayrimenkul, kat mülkiyeti ve kat irtifakı gerekiyor. Kat mülkiyeti, mevcut yapılarla ilgili. Ama kat irtifakı, yapı ruhsatı sırasında kullanıldığı için bu şu demektir; Toplu Konut idaresi eliyle ya da Kentsel Dönüşüm Başkanlığı eliyle, yaklaşık olarak 12 milyonluk konutlar, vatandaşlık vermek karşılığında müşteri garantili süreci organize etmiş oluyorlar.”

Bütün bu düzenlemelerin, afetlerle ilgili yapılan düzenlemelerde daha sağlam konutlarda yaşanılması gerekliliğinden öte, kentlerin yağmalanması ve mülkiyetlerin el değiştirmesiyle bağlantılı bir süreci organize ettiğini vurgulayan Köymen, ”Özellikle kent içerisinde gelir durumuna bağlı olarak, orta ve alt gelir gruplarının kent içerisinde yaşadığı yerlerde, gayrimenkul değerleri çok yüksekse, bütün bu düzenlemelerle gayrimenkul değerleri daha düşük olan yerlere doğru, taşınmasının önünün açan bir düzenlemeden bahsediyoruz” dedi.

‘Hiçbirimizin, mülkiyet garantisi yok’

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu, afet toplanma alanı olarak belirlenen bütün kamusal arazilerin sermaye gruplarına pazarlandığını belirterek şunları kaydetti:

Bugün hiçbirimizin, mülkiyet garantisi yok, herkesin mülkü tehlike altında.”

Yeni yasa ile her şeyin hızlandırıldığını vurgulayan Giritlioğlu, “Riskli yapı olarak tespit edilen yapıların yıkılması için 6306 sayılı kanunda en az 60 gün süre veriliyordu, şimdi maksimum 90 gün süre veriliyor. Bu durum sürecin çok kısaldığı anlamına geliyor ve hızlı bir süreç içerisinde tahliyelerin nasıl yapılacağı ve barınma çok ciddi bir sorun” şeklinde konuştu.

‘Mülke çökme süreci’

Kent merkezlerinin başkalarına pazarlanacağını dile getiren Giritlioğlu, “Bir zamanlar kent merkezinde, dişiyle tırnağıyla kredi alarak ev sahibi olabilmiş insanlar, bugün bir daha asla İstanbul’un merkez semtlerinde ev sahibi olamaz. Kendi evlerini tekrardan satın alacaklar ya da kentin herhangi bir yerinde başka bir evde oturup, eski semtlerine bir daha dönemeyecekler” şeklinde konuştu.

Ev borçlarının ödenemediği bir durumda, mülkiyetin hazineye geçeceğinin altını çizen Giritlioğlu, “Bu bir mülke çökme süreci” dedi ve ekledi:

Yoksul ve dar gelirliler için da tuhaf bir durum var, kamu onlara hissedar olduğunda, üzerinde haciz veya şerh gibi durumlar varsa temiz kısmına hissedar oluyor, ardından da onlara sadece ölene kadar oturma imkânı tanıyor. Mülkiyet hakkı tanımıyor.”

Mülkiyet hakkı ihlali

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Ülkü Sakalar, rezerv alan hakkında İBB ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) neler yaptığını anlattı ve ekledi:

CHP olarak bu kanun çıktığından beri biz durumun barınma hakkına engel olan, gerçek bir kentsel dönüşümü sağlamayan, anayasanın mülkiyet hakkını ihlal eden maddeleri nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuru hazırlığı yaptık ve 4 Ocak’ta başvurduk.”

Bugüne kadar Çevre Bakanlığı’nın 157 tane rezerv yapı alanı ilan ettiğini vurgulayan Sakalar, bu alanların çok büyük kısmının askeri alanlar olduğunu aktardı.

‘İmar yönetmeliği bekletiliyor’

Sakalar Kadıköy için kat ilavesi hakkında şöyle konuştu:

“İBB olarak CHP çoğunlukta olmadığı için, şu anda tam iki senedir mecliste bekleyen İstanbul imar yönetmeliği var. Biz bununla, İstanbul’da şu anda kentsel ve yerinde dönüşümü sağlayamayan yapılar var, en büyük sorun bu. Yerinde dönüşümü sağlayabilmek için, biz İstanbul imar yönetmeliğini hazırladık, meclise sunduk. İki defa Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) oyları ile mecliste reddedildi. Başkanımızın vetosu ile yeniden geldi, dokuz aydır en son haliyle bekliyor. Yine mecliste bekleyen güçlendirme yönetmeliği hazırladık.”

İstanbul’un bina sayısı 1 milyon 300 bin

İBB Kentsel Dönüşüm Müdürü Rahmi Hızır, İBB olarak binalarda Hızlı Tarama Testi yaptıklarını ve bu testi Bakanlığa da önerdiklerini ama kabul edilmediğini söyledi. İstanbul’da 1 milyon 300 bin bina olduğunu belirten Hızır, bunların yaklaşık 800 bin adetinin 2000 yılı öncesinde yapıldığını kaydetti.

Hızır, “Bizim bunları etaplamamız lazım çünkü aynı anda 800 bin binaya müdahale gibi bir olanağımız maalesef yok. Bunları gruplandırabilirsek, bu sefer en ağır hasar alacak ‘E’ grubundan başlayarak, ‘D’ grubu belki depreme kadar ‘C’ grubuna kadar güçlendirmeyi ve yenilebilmeyi sağlayabiliriz” dedi.

Riskli alanda risksiz yapı

Avukat Mehmet Ümit Erdem de riskli alanlardaki risksiz yapılar hakkında şöyle konuştu:

“Riskli alanlarda risksiz binaların bulunması halinde, takdir hakkı idarede gibi duruyor. Bu binalar başvuru üzerine uygulama dışı tutulabilir. Bu durumda alan mevcut uygulama parselinden ayrılır veya maliklerin anlaşması durumunda, planın içinde kalır ama mevcut bütünlüğü korunur. Yani bina yıkılmaz, proje onun etrafında yapılır. Fakat genellikle uygulama bütünlüğü bakımından, risksiz yapılarda riskli yapı sürecine tabi oluyorlar. Siz binayı müteahhite yaptırıyorsunuz, binanız sağlam ama etrafındaki binalar riskli olduğu için, bu alan riskli ilan edildiğinden proje bütünlüğü adı altında sizin binanıza da yıkım süreci başlatılabiliyor.”

Öte yandan Elazığ 1. İdare Mahkemesi tarafından, hasar tespit çalışması sonucunda taşınmazın az hasarlı olarak belirlenmesine ilişkin hasar tespit raporunun iptali talebiyle açılan davada itiraz konusu olan kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varıldı. Mahkeme iptal için başvurdu.

Bugün Resmi Gazete‘de Anayasa Mahkemesi’nin yayımlanan kararı, 4864 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle eklenen altıncı paragrafın birinci cümlesinde yer alan ”… hasar tespit raporları ancak asıl işlemlerle birlikte dava konusu edilebilir” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline oybirliğiyle karar verildi.

Phaselis’e Dokunma Hareketi’ne Doğa Hizmet Ödülü

Türkiye Ormancılar Derneği Batı Akdeniz Şubesi (TODBA), kuruluşunun 100. yılında “2023 Yılı Doğa Hizmet Ödülü”Phaselis’e Dokunma Hareketi’ne verdi.

Antalya’nın Kemer ilçesinde bulunan Phaselis Antik Kenti, koruma kararına karşı yapılaşma tehdidi altında ve gönüllüler, Şubat 2023’ten beri bölgede devam eden hukuksuz çalışmalara karşı mücadelesini sürdürüyor.

Phaselis’e Dokunma Hareketi üyelerinden Erol Malçok, “İnsanların öğrenilmiş çaresizlik içerisinde evinde oturduğu ve ne yapsak bir şey olmuyor dediği bir dönemde, bir yandan depremin yaralarını sarmaya çalışırken, bir yandan da Phaselis’i koruma mücadelesi verdik ve çok iyi yol aldık” dedi. 

Phaselis mücadelesinin herkese umut olduğunu ifade eden Malçok, “Bu mücadelenin üç ayağı var; bilim, hukuk ve aktivizm. Umut eder ve azmedersek başarabiliriz” şeklinde konuştu.

Akdeniz’in doğal ve kültürel mirası tehlikede: Phaselis’te 1. Derece Sit Alanına beton dökülüyor
Phaselis’i betona boğan projeye karşı nöbet başlatıldı
Phaselis’e Dokunma Hareketi’nden bakan Ersoy’a yalanlama

Mahkemeden Phaselis’te yürütmeyi durdurma kararı

Davanın avukatlarından Tuncay Koç, ödül töreninde mahkemenin projeye karşı açılan davada yürütmeyi durdurma kararı verdiğini açıkladı ve törene katılan çok sayıda Phaselis’e Dokunma Hareketi gönüllüsü ile STK temsilcisi, haberi sevinçle karşıladı.

Phaselis’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başlattığı projeyle ilgili Mimarlar Odası, bölge halkı ve gönüllülerin açtığı davada Mahkeme, hukuka aykırı bulduğu projeyle ilgili yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Phaselis

Phaselis’te ne olmuştu?

Antalya’nın Kemer ilçesinde bulunan 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı statüsündeki koruma alanı Phaselis Antik Kenti, iki ayrı plaj işletmesi yapılması için doğal alanların ve tarihi öneme sahip yapıların tahribatı riskiyle karşı karşıya kalmıştı.

20 Şubat 2023’te doğal ve arkeolojik açıdan koruma altındaki alana girişine izin verilen iş makineleri; ateş yakmanın, çadır kurmanın, çivi dahi çakmanın yasak olduğu sit alanına girerek yol açma, yol genişletme ve ağaç kesme çalışmaları yapmıştı.

Toplam 85 bin metrekarelik alanda uygulanması planlanan proje kapsamında kafeterya, otopark, karşılama merkezi, cankurtaran ünitesi, duş ve tuvaletler gibi günlük kullanımlara yönelik yapıların inşası için büyük miktarda betonun yanı sıra, PVC, demir ve alüminyum ve ahşap malzemelerin de kullanılması öngörülüyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, kafeterya, otopark, karşılama merkezi, cankurtaran ünitesi, duş ve tuvaletler gibi günlük kullanımlara yönelik proje için özel bir inşaat ve restorasyon şirketine ihale verdi. Projeyle ilgili ihale dosyasında yer alan bilgilere göre arazide 2 bin 892 metreküplük derin kazı yapılacak ve bin 139 metreküp beton kullanılacak. Beydağları Sahil Milli Parkı sınırları içinde bulunan arazinin içerisinde tarım arazileri de yer alıyor.