Ana Sayfa Blog Sayfa 156

Tiyatro

[email protected]

27 Mart, Dünya Tiyatrolar Günü, duymuşsunuzdur. Tiyatro, elbette önemseniyor ama sanki gündelik yaşamın içinde sürüklenmekte olan diğer “şeyler” gibi onu da adıyla anıyoruz sadece. Oysa kolayca geçiverdiğimiz kavramlardan/ olgulardan/ sanatsal dolayımlardan-parlamalardan biri değil mi?

Haftalardır genellikle yerel seçimlerden konuşuyoruz. Yerel seçimlerim ülkenin geleceğine, belki dünyadaki diğer politik davranışların akışına, barışa ve demokrasiye olabilecek etkilerine kadar kapsamlı bir tartışma biraz heyecanlandırdı bazılarımızı ama gereğinden fazla boğucu bir laf kalabalığı da sürüyor. Bu hafta sonu seçimler yapılacak ve belki başka şeyleri tartışmaya başlayacağız.

Tekrar tiyatroya dönelim. Tuhaf gücü olan bir kavram olan tiyatro nasıl bir sanat veya sanatın tiyatro halindeki gücü nereden ortaya çıkıyor? Eğer kentle ilgileniyorsanız, daha da ilginç olan soru tiyatronun kentle ilişkisinin doğası nedir? Tiyatro ya da mim sadece kentle ilgili olmayabilir, kırsal alanın da, kendi habitusuna göre bir temsil biçimi, göstermelik oyunu, ritüeli, ya da düşlerle-hayalle ilgili kurguları vardır. Bazen inançlar-din nedeniyle, bazen doğayla kurulan ilişkilerle veya mevsim değişimlerine hazırlanışta vb. tiyatro ya da onun ögeleri vardır mutlaka.

Tiyatro ile etkileşimi bir kenti nasıl dönüştürür?

Ortadoğu coğrafyasında ve Anadolu’nun bir bölümünde, Kerbela olaylarının hala ne kadar güçlü ve dramatik bir biçimde yaşanmakta olduğunu Metin And kitaplarında-makalelerinde incelemişti. Şaman dinin ritüelleri, Orta Asya’dan belki Orta Avrupa’ya kadar uzanan bir kuşakta, bazı halklar arasında hala saf veya dönüşümler uğramış biçimlerde yaşıyor. Kakava bahar şenlikleri, Newroz kutlamaları vb. belki insan topluluğunun en eski zamanlardan beri sürdürdükleri yaşam pratikleri. (2017 Nisanında YG’de yayınlanan “Apukurya”yı hatırlıyorum) Bu etkinliklerden bazıları “tiyatro olsun” diye yapılmıyor elbette, ama bunların içinde bir temsil, bir gerilim veya bir taklit, bir mim bulunuyor. Tiyatro kendi adıyla değil ancak anlamı ve özündeki toplumsal enerjiler dolayısıyla toplumla etkileşiyor.

Yine de kentlere dönelim biz. Kentlerdeki tiyatrolara, kamusal alanda tiyatroyla kentin karşılıklı konumlanışları konusuna… Temel soru şu: Bir kent tiyatro ile nasıl etkileşir ve bu etkileşim tiyatroyu ve kenti nasıl dönüştürür?

Gerçi aynı soruyu, bütün sanatlar için de sorabiliriz ve sormalıyız: Müzik ve kent ilişkisi nedir? Sinema ile kent ilişkisi nedir? Kentin; resimle, heykelle, plastik sanatların her türüyle, mimariyle ve operayla, baleyle ve elbette edebiyatla ilişkisi nedir? Sonuç olarak asıl soruyu belki şöyle formüle edebiliriz: Kentin sanatlarla etkileşiminin anlamları ve yaratıları ile ilgili kuram ve her kentin kendi kimliğiyle özgül olarak beliren nitelikler nasıl anlaşılmalı/ yorumlanmalı?

Aklımızın bir köşesinde elbette şöyle bir postulat bulunuyordur: “Sanatın her türü kentin kimliğinin oluşumunda ve gelişiminde, kentlilerin gündelik yaşamında ve kentin entelektüel atmosferinde, bütün kurumlarında ve ortamlarında, hem somut- işlevsel ve estetik hem de oldukça soyut, felsefi ve sosyolojik- sosyal psikolojik belki daha da çok ideolojik biçimlerde katkıda bulunur.”

Bu postulatı da, şimdilik bir yana bırakarak, yeniden tiyatroya dönelim. Tiyatronun kente katkısı nedir? Ama bu soruyu hemen şu iki soru izleyecektir elbette: Hangi çeşit tiyatroya ve hangi çeşit kente? Bir kentte pek çok farklı yaklaşımla, farklı yaratı biçimleri için kurulmuş tiyatro çeşitleri olabilir. Ağır başlı ve kanıtlanmış tiyatrocular ve tiyatro oyunları için klasik tiyatrolardan sanat tiyatrolarına, deneysel ya da popüler tiyatroya veya kabareyle karışık olanlara, politik tiyatro/ “ajit-prop” örneklerine/ epik tiyatroya ya da halk tiyatroları/ geleneksel halk tiyatrosu-oyunlarına hatta gölge oyunlarına, kuklalara kadar pek çok tür…

Kentten kente, dönemden döneme değişen etki

Bu türlerin bir kısmı ya da hepsi birden kentlerin sahnelerinde veya sokaklarında, eğlence yerlerinde veya çadırlarda vb. kendi izleyicisiyle karşılaşıyor ve sözünü söylüyor ya da gösteriyor nesneleri veya simgeleri, oyununu kuruyor ve heyecanı/ sanatsal- somut ve genellikle estetik heyecanı kurgu veya anlık olarak yaratıyor. Sonra çekiliyor ama etkileşimin enerjisi kentin damarlarında dolaşmayı sürdürüyor ve belki giderek rafine oluyor, damıtılıyor ve sıçramalara başlıyor?

Ama ikinci soru da önemli: Hangi kentte? Bir kasabada mı, bir küçük kentte mi, küçük bile olsa bir metropolün eteğindeki yerleşimde mi? Büyük kentte mi, metropolde, hatta dünya metropolünde mi? İstanbul’da mı, Ankara’da mı, Erzurum’da mı? Hatta New York’ta mı, Berlin’de mi, yoksa Moskova’da mı? Her kentin her tiyatro somut olayı başka türlüdür ve farklı kalıcılıklara, farklı birikimlere neden olacak etkileşimlere neden olmuştur/ olmaktadır mutlaka… Hatta belki dönemler bile önemlidir. İstanbul’daki Tanzimat Tiyatrosu’nun ve Güllü Agop’un, Ankara’daki Cumhuriyet Tiyatrosu’nun ya da “Belle-époque” çağında Paris Tiyatrosu’nun farklı etkileşim örüntüleri vardı kentlerle ya da o dönemin kentlileriyle. Bu kentlilerin hepsinin tiyatro izleyicisi olması bile gerekmez. O sahneden veya oyun alanından kente dalga-dalga yayılan bir etki söz konusu olabilir ve bu hem diğer sanatları/ kentin diğer sanatçılarını hem de kent halkının bazı bölümlerini heyecanlandırır, harekete geçirir veya derinlemesine bir meditasyona yönlendirir?

Kent toplumlarını tiyatro gibi kolektif bir arayışı yaratmaya, geliştirmeye ve yaşatmaya, belki bütün zamanlarda gerekli olacak bir sanatı var etmeye, daha sonra da, (en azından Akdeniz’in) birçok kentinde binlerce ton taş taşıyıp topografyanın uygun olduğu yerlerde sahne ve izleyicinin oturma yerlerini inşa etmeye zorlayan ihtiyaç/ motif neydi acaba? Eğer o motifi anlayamazsak tiyatro ile kent arasındaki ilişkiyi de anlamak zor olacak. Antik Grek ve Roma kentinden bu güne kadar gelen mirasın da nasıl güçlenerek yaşadığını anlayamayacağız.

Bazı kültürlerin kentlerinde “tiyatro” belki bir kurum/ bir mekan olarak hiç olmadı. Bazı kentlerde ise her ne kadar yüzyıllarca boğulmaya, yok edilmeye uğraşıldıysa da yeniden parladı ve toplumla ilişkilerini daha üst düzeylere taşıyabildi. Tiyatrosu olan bir kentle, hiçbir zaman tiyatrosu olmamış kentlerin arasında acaba bir fark var mıdır? Nasıl bir fark vardır ve nereden doğar bu fark? Acaba tiyatronun bir işlev olarak çok daha soyut anlamı ve işlevi üzerinden düşünecek olsak, belki tiyatrosu olmayan bazı kültürlerde onun yerine geçebilecek/ onun işlevine benzer işlevler yüklenmiş başka kurumlar/ formlar veya gelenekler vardır? Gölge-hayal oyunları, kuklalar, meddahlar-oyunlar, hatta kamusal alandaki masal anlatıcıları gibi?

*

Bu küçük deneme, elbette bu soruları yanıtlamayı değil, bu alanda düşünmeye başlamayı ve eğer düşünce ilerlerse tiyatroyla bir sanat olarak ya da bir toplumsallaşma biçimi olarak kentsel mekan/ ya da açık-kapalı kamusal mekan arasındaki etkileşim üzerinden yeni bakış açıları/ belki hipotezler veya kuram arayışını amaçlıyor.

Tiyatronun (ya da benzeri olguların) ne olduğu ve kuramı hakkında belki dünyanın bütün kültürlerinde, gelişmiş/ çok geniş bir literatür olduğunu biliyoruz. Kent için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Ama kentlerle tiyatro etkileşimi üzerine genel olarak ya da diyelim günümüz Londra’sı, İstanbul’u, Beyrut’u veya antik Sagalassos veya Atina’sı hatta sömürgecilik öncesi Pekin veya Kyoto vb. yi de dikkate alarak üretilmiş daha özel bilgiler/ literatür var mıdır?

Dahası da var: Kentlerdeki bütün sanatlar ve kentler arasındaki etkileşimin daha genel ve kentlere özel teorisini yapabilmek üzere bir arayışa girmek imkansızı istemek mi olur?

 

Marmaraereğlisi’nde mahallenin köpeğini vurup öldüren muhtar serbest bırakıldı

Haber: Serap CÖMERTOĞLU İŞCAN

*

Marmaraereğlisi’nde sokak köpeğini silahla vurarak öldüren Kamaradere Mahallesi muhtarı, adli kontrol şartıyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Mahallede yaşayan bir köpeği beylik tabancasıyla vurarak öldüren muhtar Hidayet Karaaslan, İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde verdiği ifadesinde hayvanın “mal ve can emniyetine karşı tehdit oluşturduğunu” iddia etti, “kuduz olabilirdi” diyerek kendisine saldırdığını öne sürdü.

Silahına el konulan Karaaslan, çıkarıldığı mahkemede  meskun mahalde ateşli silah kullanmak ve 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’na aykırı davranma suçlarından yargılandı. İlk duruşmada da adli kontrol şartıyla tutuksuz yargılanmasına karar verilerek serbest bırakıldı.

Köpeğe yapılan otopsi sonucunda,  kuduz ya da başka bir hastalık taşımadığı, yakın mesafeden bir el ateş edilmesi sonucunda öldüğü tespit edildi.

‘Tavuklarına zarar vermiş, korkutma amacıyla ateş etmiş’

Sosyal medyadan açıklama yapan Muhtar Karaaslan’ın köpeğin mal ve can güvenliğini tehdit ettiği ve uyarı amacıyla ateş ettiğine yönelik ifadeleri hak savunucuları tarafından tepkiyle karşılandı. Kamusal alanda uyarı amaçlı dahi ateş açılmanın tehlikeli olduğunu belirten hayvanseverler, köpeğin barınağa teslim edilmemesi ve çözüm üretilmeden silahla vurulmasını eleştirdi.

Muhtar Karaaslan ise, Kamaradere Mahallesi adlı hesap üzerinden bir açıklama yaparak kendini aklamaya çalıştı ve öldürdüğü hayvanın ‘can ve mal güvenliğine tehdit oluşturduğunu’ öne sürdü; kendisinin ve mahalle sakinlerinin tavuklarına zarar verdiği için “uyarı amaçlı” ateş ettiğini iddia etti.

Tekirdağ Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Bedia İlerler ise öldürme eyleminin yanlışlıkla olmaktan ziyade bilinçli olarak yapıldığını dile getirdi.

Kamusal alanda, uyarı amaçlı dahi olsa ateş açılmasının tehlikeli olduğunu ve kamu görevlisinin silahla ateş açarak uyarmak dışında, barınakla iletişime geçip, hayvanın rehabilite edilmesine yönelik çalışma yürütmesi gerektiğini kaydeden İlerler şunları söyledi:

“İkaz atışı havaya yapılır. Hayvana denk gelecek şekilde ateş açılması, uyarıdan ziyade kasıtlı olarak yapıldığını düşündürür. Hiçbir sebep, bir canlıyı hayattan koparmak için geçerli değildir. Özellikle yaşam alanı olan bir mahallede, silahlı bir uyarıda bulunma düşüncesi ise kabul edilemez. Kamu görevi yürüten birinin, sorunları çözme şekli silahla olamaz. Bahsedildiği gibi köpek diğer canlılara zarar veriyorsa, barınakla iletişime geçilir ve hayvan rehabilite edilebilirdi. Toplum olarak saldırgan tavırlarla sorunları çözme eğiliminden kurtulmamız ve dünya üzerinde yaşayan tek canlının insan olduğu düşüncesinden kurtulmamız gerekiyor. Hayvanlara yönelik yasalar ise daha ağır cezai yaptırımlar olmalı”

‘Kontrol altındaki hayvan bilerek öldürüldü’

Marmaraereğlisi Hayvanseverler Platformu Başkanı Gülseren Tezcaner de bir kent hayvanının katledilmesiyle ilgili hiçbir mazeretin kabul edilemeyeceğin, Kamaradere mahallesinin köy statüsünde olmadığı için bahsi geçen tavuk, kaz gibi hayvanlara da bakılamayacağını kaydetti.

Öldürülen köpeğin küpeli ve takipte olan bir hayvan olduğunu aktaran Tezcaner, şunları paylaştı:

“Köpeğin kuduz olma ihtimali yoktu. Yanlışlıkla vurulduğuna ilişkin açıklama yapılması ise oldukça ironik. Yanlışlıkla vurulduğunda veterinere götürülebilirdi. Kamu görevlisi tarafından, belediyenin kontrolünde olan bir canlı öldürüldü ve bu can kamu malıdır. Bilerek canlının ölümüne sebep olundu. Karneli, küpeli, aşılı, çipli ve kısır olup, kanunen kamu malıdır. Bu durum gözetilmeli ve tutuklu yargılanmalı. Ayrıca, pazar günü gerçekleşecek seçimlerde oğlu muhtar adayı. Seçim gününde de tedirginliklerimiz var. Her şeyi bekliyoruz”

Slovakya son kömür santralini de kapattı

Slovakya, son kömür yakıtlı elektrik santralinde üretimi bu hafta durdurdu. Bundan böyle ülkede elektrik ihtiyacının tamamı nükleer ve yenilenebilir kaynaklardan sağlanacak.

Ülkede kömürden aşamalı olarak çıkma tarihi olarak daha önce 2030 yılı belirlenmişti, ancak şimdi planlar 2024 ortasına kadar kömürü tamamen terk etmek üzere revize edildi. Belçika, Avusturya, İsveç ve Portekiz de 2024’te kömürden tamamen çıkacak.

Santralin faaliyeti haziran sonunda tamamen duracak

Doğu Slovakya‘nın Michalovce bölgesinde bulunan son kömürlü santral Vojany, 1966’da açılmıştı.

Euronews’in aktardığına göre, tesisin sahibi Slovenské Elektrárne şirketi, Haziran 2024 itibarıyla ülkede üretilen elektriğin tamamının doğrudan CO2 içermeyeceğini duyurdu. Santralin her biri 110 MW’lik iki ünitesi bu haftadan itibaren daha fazla üretim yapmayacak. Haziran ayı sonuna kadar da faaliyetlerini tamamen durduracak.

Slovakya’da önceleri yerli kömürden elektrik üretimini sübvanse etmek için yılda yaklaşık 100 milyon Euro harcanıyordu. Ülke ekonomisinin karbondan arındırılmasıyla ilgili bir araştırmada, kömürlü santrallerin kapatılması, 605 milyon Euro’ya kadar sağlık, sosyal ve ekonomik tasarrufa katkıda bulunacak “en faydalı iklim önlemi” olarak gösterildi.

2030’da kömürden çıkış 102 bin hayatı kurtaracak
Polonya’nın kömür bölgesi, kömürden tamamen çıkıyor
Vietnam kömürden çıkış için 15,5 milyar dolar destek alacak
Kolombiya ve Panama kömürden aşamalı çıkış taahhüdü verdi

Alternatif yakıt arayışları sonuçsuz kaldı

Şirket, santrali kapatmak yerine önce atık ve biyokütle yakmaya yönelmek istemişti ancak bu alternatif yakıt tedariğinin güvenilmez ve yetersiz olduğu sonucuna varıldı. Aynı nedenle geçen yıl Novaky kömür santrali de kapatılmıştı.

İnşa edildiği dönemde eski Çekoslovakya’nın en büyük enerji santrali olan Vojany, birkaç yıldır ekonomik açıdan sıkıntı çekiyor. Sahipleri, bunun elektrik fiyatlarındaki uzun vadeli düşüş ve CO2 izinleri ile kömürün yüksek maliyetinden kaynaklandığını belirtiyor.

Bulgaristan’dan ‘kömürden çıkış’ planlarında geri adım
G7 güneş ve rüzgar hedeflerini artırdı, kömürden çıkış tarihi ise hâlâ belirsiz
Küresel kömür talebinin önümüzdeki yıllarda azalması bekleniyor
Rapor: Kimsenin işsiz kalmadığı bir ‘kömürden çıkış’ mümkün 

Kapatılan santral ‘yeşil işler’e uyarlanacak

Bangladeş’te transseksüel cemaat için cami açıldı

Bangladeş‘teki transseksüel “hicra” topluluğu, büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkedeki cemaatten kovulmasının ardından kendi camisini açtı.

Başkent Dakka‘nın kuzeyinde, Brahmaputra nehri kıyısındaki Mymensingh yakınlarında inşa edilen caminin arazisi hükümet tarafından bağışlandı. İnşaat ise topluluk üyelerinin bağışları sayesinde yapıldı.

Duvarları ve çatısı teneke kaplı tek odalı bir barakadan oluşan mütevazı yapı, son yıllarda daha fazla yasal ve siyasi tanınırlık elde eden, ancak hala köklü önyargılardan musdarip olan azınlık için yeni bir topluluk merkezi haline geldi.

Bangladeş’te ilk ve tek örnek

AFP‘ye konuşan Hicra derneğinin kurucusu olan Müftü Abdur Rahman AzadÜçüncü Cinsiyet için Dakshin Char Kalibari Mescidi” adını taşıyan yeni caminin ülkede türünün ilk ve şimdilik tek örneği olduğunu söyledi.

Azad, başka bir şehirde planlanan benzer bir girişimin geçen ay yerel halkın protestosu üzerine durdurulduğunu da belirtti.

Caminin yanında, hicra topluluğu için bir de mezarlık alanı bulunuyor. Müslüman çoğunluk, transseksüellerin bedenlerinin kendi mezarlıklarına gömülmesine sıcak bakmıyor. Geçen yıl yerel bir Müslüman mezarlığı yetkilileri, genç bir hicra kadını kendi arazisine gömmeyi reddetmişti.

‘Herkesin dua etme hakkı var’

Caminin 65 yaşındaki imamı Abdul Motaleb, hicra topluluğuna yapılan zulmün İslam inancının öğretilerine aykırı olduğunu söyledi: “Hepimiz insanız. Belki bazıları erkek, bazıları kadın ama hepimiz insanız. Allah Kur’an-ı Kerim’i herkes için indirdi, bu yüzden herkesin dua etme hakkı vardır, kimse inkar edilemez.”

Transseksüel olmayan Motaleb, bu camiye geldiğinden beri hicraların karakterlerinden ve yaptıklarından çok etkilendiğini de ekledi ve diğer  Bangladeşlilerin hicraların inancından ve gücünden bir şeyler öğrenebileceğini ifade etti.

Hicra topluluğu lideri Joyita Tonu ise camiyi dolduran cemaate hitaben yaptığı konuşmada, “Bundan böyle hiç kimse bir hicrayı camimizde namaz kılmaktan alıkoyamaz. Kimse bizimle alay edemez.” dedi.

Yapıyı daha fazla insana hitap edecek kadar büyütmeyi uman Tonu bunu çok yakında yapacaklarını ve yüzlerce insanın birlikte dua etmesini umduklarını söyledi.

İlahiyat okuyan 42 yaşındaki Sonia da cinsiyetini kadın olarak değiştirdikten sonra camide namaz kılınmasının hoş görülmediğini ve evde ibadet etmesinin salık verildiğini anlatttı:  Hayatım boyunca bir daha camide namaz kılabileceğimi hayal bile edemezdim. Şimdi burası bizim camimiz. Artık kimse hayır diyemez.” 

Bagladeş’teki hicra topluluğuna tanınan haklar neler?

Hicralar, 2013 yılından bu yana topluluk üyelerinin kendilerini üçüncü bir cinsiyet olarak tanımlamalarına resmen izin veren Bangladeş’te giderek artan yasal haklardan faydalanabiliyor.

Bangladeş siyasetinde de görünmeye başlayan topluluk üyelerinden bir kadın 2021’de kırsal bir kasabanın belediye başkanı seçildi.

Ancak mülkiyet ve evlilik haklarından yoksun olan hicra cemaati hala tanınma ve kabul görme mücadelesi veriyor. Topluluk ayrıca istihdamda sıklıkla ayrımcılığa uğruyor ve ortalama bir Bangladeşliye kıyasla daha fazla şiddet suçu ve yoksulluk mağduru olabiliyor.

Madagaskar’ı vuran Gamane Kasırgası’nda en az 18 kişi öldü, binlerce kişi yerinden oldu

Hint Okyanusu’ndaki Madagaskar adasının kuzeyini etkileyen tropik Gamane Kasırgası nedeniyle en az 18 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce ev sular altında kaldı, en az 20 bin insan yerinden oldu.

Kasırganın adayı teğet geçmesi bekleniyordu, ancak yön değiştiren siklon dün erken saatlerde Madagaskar’ın Vohemar bölgesini vurdu.  

Bölgeden gelen video görüntülerinde köylerden şelale gibi akan sular ve evlerinde mahsur kalanlara yardım etmeye çalışırken bellerine kadar gelen suda insan zincirleri yapan insanlar görülüyor. Kasırga yüzünden çok sayıda yol ve köprü de yıkıldı. Elektrik kesintileri ise tüm bölgede halen sürüyor. 

Ülkenin ulusal afet yönetimi ofisi BMGRC‘nin genel müdürü Elack Andriakaja, Gamane gibi kasırgaları nadir gördüklerini söyledi:  “Sistem bir yerin üzerinde  durduğunda tüm altyapıyı mahvediyor. Ve bunun halk açısından ciddi sonuçları oluyor.”

Hasarın tam boyutu hala belirsiz çünkü bölgedeki birçok köyün ülkenin geri kalanıyla bağlantısı kesilmiş durumda ve bu da kurtarma ekiplerinin erişimini zorlaştırıyor. Yaralandığı tespit edilen kişi sayısı üç, dört kişinin de kayıp olduğu belirtiliyor. 

Saatte ortalama 150 km hızla ilerleyen kasırga, beraberinde getirdiği yoğun yağışla neredeyse tüm adayı etkiledi. Bazı yerlerde rüzgarın hızı saatte  210 km olarak ölçüldü. 

“Tropikal fırtına” olarak sınıflandırılan ve bu yıl Madagaskar’ın kasırga ve fırtına sezonunun ilk siklonu olan Gamane’nin etkisini bugün akşam saatlerinde yitirmesi bekleniyor. 

Güneydoğu Afrika kıyılarında yer alan Madagaskar, şiddetli hava koşullarından düzenli olarak etkileniyor. Ancak küresel ısınmanın etkisiyle kasırga mevsimleri kayıyor, siklonlar, fırtınalar ve aşırı yağışların sayısı ve gücü artıyor. Bu da yarattıkları tahribatın her geçen yıl daha da büyümesine neden oluyor.

Bir yıl önce, tropik Freddy Kasırgası hem ülkeyi hem de komşu ana kara ülkeleri Mozambik ve Malavi’yi harap etmiş; 500’den fazla insan hayatını kaybetmişti. 

İklim krizi: Tarihin en uzun süreli kasırgası Afrika’da 522 can aldı

Madagaskar, iklim krizinin etkilerini aşırı sıcaklar ve buna bağlı kuraklık ve gıda güvencesizliği şeklinde de yaşıyor.

Madagaskar’da rekor sıcak dalgası: İklim krizi olmasa ‘neredeyse imkansızdı’
‘Madagaskar, dünyada iklim krizinin kıtlığa yol açtığı ilk ülke olmak üzere’

 

Türkiye’de ilk: İklim aktivisti hissedarlar şirket genel kurullarında

İklim için 350 Derneği’nin öncülüğünde geçen sene olduğu gibi bankalar ile bu sene Türkiye’de ilk defa bir şirketten de hisse satın alan iklim aktivistleri, katıldıkları genel kurul toplantılarında iklim taahhütlerini yineleyip bu konuda atılacak adımların takipçisi olacaklarını belirtti.

Dünyada son yıllarda büyük fosil yakıt şirketleri ve bu şirketlere fon sağlayan bankalara aktivist hissedarların uyguladığı baskı ve elde ettiği başarılar sonrası Türkiye’de de ilk defa geçtiğimiz sene iklim aktivisti hissedarlar bankaların genel kurullarına katılarak, taleplerini dile getirmişti. Bu sene ise ilk defa üretim süreçlerinin karbonsuzlaştırılması adına şirketlerden de hisse alan iklim aktivistleri, iklim krizi ile mücadelede sorumlu banka ve şirketlerin hızla gerekli adımları atmaları konusunda harekete geçti.

Banka ve şirketlerden ‘müzakere’ talebi

Son bir haftada biri şirket olmak üzere üç ayrı genel kurulda söz alan iklim aktivisti hissedarlar, fosil yakıttan çıkışın hızlanabilmesi adına hissedarı oldukları kurumların politikalarına yönelik taleplerini iletti.  Bu sayede iklim hareketinin taleplerini banka ve şirketlerin üst yönetimlerine ileterek bir müzakere kapısını da araladılar.

İklim taleplerinin dile getirildiği ilk genel kurul, geçtiğimiz hafta düzenlenen Akbank genel kurulu oldu. Toplantıya katılan aktivist hissedar Öykü Ay sadece kömür yatırımlarının desteklenmemesi kararının yeterli olmadığının altını çizerek, kömürle ilişkili tüm kurumlara da finansman sağlanmaması talebinde bulundu. Hissedarların ikinci adresi yeni kömür projelerine finansman sağlamama ve 2040’ta kömürden çıkış kararları alan Garanti Bankası’nın genel kurulu idi. Bankadan bir adet sembolik hisse alan Barış Eceçelik, 2040 tarihinin öne çekilmesini ve kömürle ilgili hiçbir şirkete finansman sağlanmamasını talep etti.

“Hayatımda ilk defa bir aktivist hissedara cevap veriyorum”

Geçtiğimiz sene sadece banka genel kurullarına katılan aktivist hissedarlar bu sene ilk defa iklim krizi ile mücadelede şirketlerin de rolünü ön plana çıkartmak ve taleplerini doğrudan iletebilmek adına Erdemir ve İsdemir’den de hisseler aldı.

Erdemir hissedarı Elif Cansu İlhan, şirketin genel kurulunda yaptığı konuşmada şunları dile getirdi: “Hepimizin bildiği gibi Türkiye net sıfır hedefine sahip ülkelerden biri ve bu hedefe ulaşılmasını emisyon azaltımı hedefini koyan devlet değil, üretim biçimlerini değiştirecek olan şirketler sağlayacak. Başka bir deyişle bu hedefe ulaşmak için hemen hemen her sektörün üretim süreçlerini karbonsuzlaştırması gerekecek.”

İlhan, bu bağlamda şirkete şunları sordu: “Halihazırda ne kadar cevher, kömür ve doğalgaz kullanılmaktadır? Özellikle kömür kullanımına tam olarak ne zaman ve nasıl son verilecektir?”

Türkiye’de şirketler için de bir ilk olan “iklim aktivisti hissedar” katılımı, şirketlerin de dikkatini çekti. Erdemir Genel Kurulu Divan Başkanı, Cansu İlhan’ın sorusunu, “Hayatımda ilk defa bir iklim aktivisti hissedara cevap veriyorum” diyerek yanıtlamaya başladı.

İklim için 350 Derneği’nden Selen Karaca da Türkiye’de başlattıkları aktivist hissedar yaklaşımının iklim kriziyle mücadelede banka ve şirketlerin daha aktif bir rol olmasını sağlamak ve bu konuda hem şirket yönetimlerinde hem de diğer hissedarlarda farkındalık yaratmayı amaçladığını belirterek, banka ve şirketlere hissedarlarının taleplerini dikkate almaları konusunda çağrıda bulundu.

Araştırma: Küresel ısınma Dünya’nın dönüşünü yavaşlatıyor

Artan küresel sıcaklıklar Dünya‘nın kutup buz tabakalarını eritirken, değişen su varlığı, gezegenimizin kütlesinin  öyle büyük bir yeniden dağılımı yaratıyor ki, dönüş hızı düşüyor.

Bilim dergisi Nature’da yayımlanan araştırmaya göre, iklim değişikliğinin bu olağandışı sonucu, gezegenin dönüş hızını etkileyen diğer güçlerle, zamanı ölçme  şeklimizi bile değiştirebilecek şekillerde etkileşime giriyor. Buna göre sadece birkaç yıl içinde ilk kez bir “artık saniye”yi silmek zorunda kalabiliriz .

Artık saniye, Dünya’nın Güneş etrafındaki turunu çeşitli nedenlerle yavaş ya da hızlı gerçekleştirmesi sonucu, yıl sonunda meydana gelen fazlalığa deniyor. Bunu oluşturan en önemli etmen ise okyanusta Güneş ve Ay‘ın kütle çekimleri nedeniyle yaşanan gelgitler .

Dünyanın çoğu, saatleri ve zamanı düzenlemek için Koordineli Evrensel Saati (UTC) kullanıyor. Ölçüm teknikleri son birkaç on yılda çok daha hassas hale geldiğinden, diğer çeşitli faktörlerle bağlantılı olan Dünya’nın dönüşünün yavaşlamasını telafi etmek için zaman zaman UTC’ye bir artık saniye ekleniyor.

Artık saniye eklendiğinde, belirlenen günün son dakikası 61 saniyeye çıkıyor ve ek saniye 23:59:60 olarak etiketleniyor. Bu, Dünya’nın Güneş’e göre dönüşüne ve günlük yaşam için kullanılan standart zamana dayanan “sivil zaman” ile çok daha kesin olan “atomik zaman” arasındaki uyumu koruyor.

Araştırmada, söz konusu yavaşlamanın “artık saniye” uygulamasının ertelenmesine yol açabileceği, bu kapsamda 2026 yılında yapılması öngörülen eklemenin, 2029’a kalabileceğine işaret ediliyor.

İklim değişikliğinin daha önce hiç yaşanmamış, çok büyük etkisi

Araştırmanın ortak yazarlarından, Kaliforniya San Diego Üniversitesi, Scripps Oşinografi Enstütüsü‘den jeofizikçi  Duncan Agnew, “Bu, küresel ısınma nedeniyle tanık olduğumuz ve “daha önce hiç yaşanmamış’; iklim değişikliğinin etkisinin tüm Dünya’nın dönüşünü değiştirecek kadar  büyük olduğunu gösteren şeylerden bir diğeri” dedi

Grönland ve Antarktika‘yı kaplayan kilometrelerce kalınlıktaki buz tabakalarının kütlesi, okyanuslara güçlü bir çekim kuvveti uygular. Buz tabakaları eridikçe, tüm bu kütle kutuplardan ekvatora doğru kayar, bu da çekim gücünü azaltır ve aynı zamanda Dünya’nın dönüşünün yavaşlamasına neden olur. Uzmanlar bunun somut olarak anlamak için, buz üzerinde kollarını sıkıca başının etrafına sıkıştırmış halde zarif bir şekilde dönen bir artistik patinajcıyı hayal etmenizi istiyor: Sporcunun, yavaş yavaş kollarını indirip uzuvlarını dışarı doğru uzattıkça dönüşlerinin yavaşlaması gibi bir etkiden bahsediyorlar. 

Buz tabakasının fiyort dolaşımı üzerindeki etkileri konusunda uzmanlaşmış ve yeni çalışmaya dahil olmayan fiziksel oşinograf Kylie Kinne, “Buz erimelerinin etkilerinin bu kadar çok yönlü olması çok ilginç. Buzun erimesinin iklimi ve gezegeni değiştirmesinin yeni yollarını keşfetmeye devam ediyoruz ve bu çalışma gerçekten bunu vurguluyor” diye konuştu. 

Küresel ısınma olmasaydı…

Duncan Agnew’in kanıtladığı şey;  kutup buzunun erimesinden kaynaklanan yavaşlamanın, sıvı dış çekirdeğimizin dönüşündeki değişikliklerden kaynaklanan Dünya’nın dönüş hızını etkili bir şekilde maskeliyor olması. Son 50 yılda bir gün yaklaşık 0,0025 saniye kısaldı. Küresel ısınma hiç olmasaydı muhtemelen bir artık saniyeyi daha erken çıkarmamız gerekecekti. Isınmanın etkisiyle bunu 2028 veya 2029 civarında yapmamız gerekeceğini tahmin eden Agnew, birçok önemli sistemin hassas zaman işleyişine dayandığı göz önüne alındığında, “Daha önce hiçbir zaman negatif bir artık saniye yaşanmamıştı ve artık saniyelerin kendisi de bilgisayar ağlarını çalıştıran insanlar için her zaman bir sorun olmuştur” diyor. 

Yeni çalışmada yer almayan Lamont-Doherty Dünya Gözlemevi’nden fizikçi Spahr Webb ise artık saniyelerin telekomünikasyon dışında pek önemli olmadığı kanısında. Küresel zaman işleyişinden sorumlu kuruluş olan Uluslararası Ağırlık ve Ölçü Bürosu (BIPM), 2022’de artık saniyelerin 2035 yılına kadar kaldırılması yönünde oy kullanmıştı. Bu yeni araştırmanın böyle bir kararı nasıl etkileyeceği henüz bilinmiyor.

Yeni çalışmayı gözden geçiren ve Nature için bir yorum yazan Harvard Üniversitesi‘nden jeofizikçi Jerry X. Mitrovica,  bulguların şimdiye dek yaşanan deneyimler ile şu anda bizi çevreleyen teknoloji arasındaki ayrımı vurguladığı belirterek “İnsanlar olarak algılarımıza rağmen, Dünya mükemmel bir zaman tutucu değil” diyerek, bu bölünmenin nasıl halledileceğini sorguluyor:  “Gün tanımımıza saniyeler ekleyerek veya çıkararak bu uçurumu gidermeye devam mı edeceğiz, yoksa bu düzensiz farkı normal kabul edip sürekli düzeltme zahmetinden vazgeçecek miyiz?”

Şantiyeye çevrilen Hatay’da Valilik ve belediye de madencilik yapacak

Haber: Burcu ÖZKAYA GÜNAYDIN

*

6 Şubat depremlerinin üzerinden 14 ay geçmesine rağmen şehirde normal bir hayata geçilmedi. Kentte 300 binden fazla ev ihtiyacı var. Bunun çok az bir kısmı bitti. 200 bin kişi konteyner kentlerde kalırken, resmi olmayan çadır ve konteynerde kalan sayısı da az değil. Barınmanın yanı sıra altyapı, temiz suya erişim gibi insani sorunlar devam ediyor. Bir taraftan bu sorunlar sürerken diğer taraftan yeni bina, hastaneler için ihaleler, yeni maden alanları, var olan maden alanlarını genişletme izinleri veriliyor. Her ay onlarca maden tesisi için izin verilen Hatay’da kentin sağlam yerleri de şantiyeye döndü.

3 Ağustos tarihinde AFAD Koordinasyon Merkezi’nde yapılan toplantıda, Hatay Valiliği Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği İl Müdürlüğü bünyesinde bir komisyon kararıyla 2020 yılında düzenlenen 192 sayılı Mahalli Çevre Kurul kararı ile hassas alan düzenlemesi yürürlükten kaldırıldı. Bu karara göre, Hatay’da madencilik faaliyeti için Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu şartı aranmayacak. Maden arama izinlerinin kaldırılmasının gerekçesi ise yeniden yapılacak kentin hammadde ihtiyacı.

Bina yıkımı sırasında oluşan toz bulutu. Hatay aylardır asbest ve toz bulutuyla yaşarken, şimdi de taş ve mermer ocaklarıyla zehirlenecek. - Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın
Bina yıkımı sırasında oluşan toz bulutu. Hatay aylardır asbest ve toz bulutuyla yaşarken, şimdi de taş ve mermer ocaklarıyla zehirlenecek. – Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

‘Bu karar Antakya’yı öldürmektir’ 

14 aydır usulsüz bina yıkımı ile asbeste maruz kalan Antakya’da hava kirliliği halk sağlığı sorunu haline geldi. İnsanlar çadırlarda, sokakta yürürken, hayatının her alanında asbeste maruz kaldı. Mevcut maden ocakları dahi Antakya’ya fazlayken, yeni maden ocaklarına izin verildi.

Antakya Çevre ve Koruma Derneği ilk andan beri takipçisi olduğu konuya dair defalarca “Bu karar Hatay’ın öldürmektir” diye açıklama yaptı. Mevcut madenlerin devam ettiği yeni madenlerin ise izinleri çıksa da henüz faaliyete geçmediği öğrenildi.

Bu karardan günümüze kadarki süreçte 54 adet kalker ocağı (Taşocağı) ve 3 adet Mermer ocağı projesine ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verildi.

Aylardır toza, asbeste maruz kalan Hatay, şimdi de taş ve mermer ocaklarıyla boğulacak.- Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın
Bir binanın yıkılmasının ardından havaya karışan toz bulutu. Aylardır toza, asbeste maruz kalan Hatay, şimdi de taş ve mermer ocaklarıyla boğulacak.- Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Valilik ve belediye de maden arayacak

Şirketlerin yanı sıra Hatay Valiliği Yatırım İzlem Koordinasyon Başkanlığı, Altınözü Belediyesi de Hatay’ın çeşitli yerlerinde madencilik faaliyeti yapacak.

Peki ‘ÇED gerekli değildir’ raporlarının ardında hangi şirket, kurum ve kuruluşlar ve Hatay’ın nerelerinde madencilik faaliyeti yapacak? İşte onlardan bazıları şöyle:

  • Hatay Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı tarafından Kuruyer mahallesinde 5 Ocak 2024 tarihinde ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı ile kalker ocağı, kırma eleme, hazır beton, yapı elemanları, asfalt plent ve mekanik plent tesisi faaliyete geçirilmesine izin verildi.
  • Hatay Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı, Yukarı Okçular mahallesinde de 8 Eylül 2023 tarihinde ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararıyla kalker ocağı ve kırma eleme tesisi yapılacak.
  • Altınözü Belediye Başkanlığı tarafından Defne Yukarıokçular mahallesinde 8 Eylül 2023 tarihinde ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı ile kalker ocağı, kırma eleme tesisi ve hazır beton üretim santrali faaliyete geçirilecek.
  • Devlet Su İşleri (DSİ) 6. Bölge Müdürlüğü tarafından Ballıöz mahallesinde 31 Ağustos 2023 tarihinde verilen ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı ile taş ocağında kapasite artışı yapıldı. Mevcut sahada taş ocağının kapasitesinin yıllık 640 bin tondan 1 milyon ton çıkarılması planlanıyor.
  • Karayolları 5. Bölge Müdürlüğü tarafından Antakya İlçesinde Hammadde Üretim İzin Belgeli Saha içerisinde 20 Kasım 2023 tarihinde ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı ile kalker ocağı ve kırma, eleme tesisi yapılacak.
  • Kartaş İnşaat tarafından Kuruyer mahallesinde 8 Aralık 2023 tarihinde ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararıyla sahada patlatma paterni ve patlayıcı madde miktarı değişikliğine bağlı üretim artışına izin verildi.
  • Gürtaş İnşaat’a 2 Ocak 2024 tarihinde Kuruyer mahallesinde ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararıyla sahada patlatma paterni ve patlayıcı madde miktarı değişikliğine bağlı kırma- eleme tesisi kapasite artışına onay verildi.
  • Mart ayında da Hatay’ın farklı bölgelerinde onlarca şirkete maden tesisi için onay verildi. 22 Mart 2024 tarihinde Yayladağı Şenköy’de hazır beton yapımına izin verilen şirketlerden biri Mimaray İnşaat. Mimaray İnşaatın sahibi Hatay Vakfı Başkanı İhsan Aydeğer, depremden iki ay sonra dönemin AKP‘li TBMM Başkanı Mustafa Şentop’u ziyaret etti. Ziyaretten kısa bir süre sonra Aydeğer’in şirketi Mimaray İnşaat’ın da içinde olduğu üç şirkete Hatay’da 1 milyar 614 milyon 835 bin TL bedelli 504 deprem konutu ve ahır yapım işi ihalesi verildi.
  • Yine 22 Mart tarihinde onaylanan işletmelerden biri İskenderun Arsuz’a bağlı Nergizlik. Mirza Müteahhit ve Madencilik Şirketi Nergizlik’te mermer ocağı tesisi kurulumu için izni onaylandı. Nergizlik birkaç sene önce yangın çıkan yerler arasında yer alıyor.
  • 12 Mart tarihinde ise Kırıkhan ilçesi Karamağara mevkiinde Denas Madencilik‘e kalker ocağı kapasite artışına izin verildi. Nas Beton ve Denas Madencilik aynı şirket. Nas Beton da bu süreçte çeşitli yerlerde tesis için izin aldı.
Çekmece mahallesi, Ballıöz'den bir kare. Burası havası, suyu, doğası çok temiz ve güzel bir bölge. Burada mevcut bir taş ocağı var. 'ÇED gerekli değildir' kararıyla kapasite artışına gidildi. - Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın
Çekmece mahallesi, Ballıöz’den bir kare. Burası havası, suyu, doğası çok temiz ve güzel bir bölge. Burada mevcut bir taş ocağı var. ‘ÇED gerekli değildir’ kararıyla kapasite artışına gidildi. – Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Hava, su, toprak, insan zehirlenecek

Bu yukarıda yer alan işletmelerden sadece Antakya ilçesinde onaylanan işletmelerde 175 hektar mera, 178.5 hektar orman ve 24,87 hektar tarım alanı” kullanılacak. Taş ocaklarında üretim için ayda 110, yılda ise bin 322 adet patlatma yapılacak.

Patlatma malzemesi ise amonyum nitrat ile fueloil karışımı bir madde. İşletmelerde meydana gelecek toz miktarı 3 milyon 768 bin 152 kg, İşletmelerde kullanılacak yıllık su miktarı ise 447 bin ton.

Kırma Eleme tesislerinin, beton santrallerinin ve asfalt plentlerinin de çalışacak olması bölgede toz ve gaz emisyonlarından kaynaklı çok ciddi hava, su ve toprak kirliliği meydana gelecek. Bu kirliliğin çevre ve insan sağlığına ciddi zararları var.

Hatay’da rüzgârlı hava hâkim olduğu için taş ocaklarında üretim ve nakliye işleminde oluşacak toz emisyonlarının zararları daha da artacak. Zehirli ve farklı toz türlerine maruz kalacak insanlarda kanser, tahriş ve astım gibi alerjik reaksiyonların artmaması için hiçbir neden yok.

Belen ilçesi Kıcı mevkiinde taş ocağının kurulmak isteniyor. Bu bölgenin geçim kaynakları zeytinlik, hayvan otlatdıkları meralar ve tarım alanları. Taş ocağı hepsinin yok olmasına neden olacak. Dün CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kara Kıcı'da köylülerle bir araya geldi. Kara, konuyu da meclis gündemine taşıyacak.
Belen ilçesi Kıcı mevkiinde taş ocağının kurulmak isteniyor. Bu bölgenin geçim kaynakları zeytinlik, hayvan otlattıkları meralar ve tarım alanları. Taş ocağı hepsinin yok olmasına neden olacak. Dün (28 Mart)CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kara, Kıcı’da köylülerle bir araya geldi. Kara, konuyu da meclis gündemine taşıyacak.- Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Patlatmalar Hatay’da sarsıntıları tetikleyecek 

Taş ocaklarında gerçekleştirilen patlamalarla oluşan sarsıntılar deprem etkisi yaratıyor. Bursa, Gemlik’te 2007 yılında gerçekleştirilen bir patlatmanın istasyon kayıtlarıyla, aynı yıl Trabzon’da gerçekleştirilen diğer bir patlatmanın istasyon kayıtlarının 2,6 büyüklüğünde bir sarsıntı yarattığı tespit edildi.

Hatay’da yılda 5 bin 464 adet patlama yapılarak 31 milyon 784 bin 772 kg/yıl patlatma malzemesinin kullanılacak olmasının birçok sarsıntıyı meydana getireceği tahmin ediliyor.

Bu kadar toz, gürültü, patlamanın olduğu işletmeler yerleşim alanlarına 60, 80 ve 250 metre mesafe uzaklıkta. Yukarıokçular mahallesine konutlar 150 metre mesafede, Gökçegöz mahallesine 500 metre, Narlıca mahallesine 290 metre mesafede Kuruyer mahallesine 315 metre mesafede yer alıyor.

Ayrıca Kuruyer mahallesinde hem zeytinlikler var hem de Altınözü Yaban Hayatı Geliştirme Sahasına sadece 800 metre uzaklıkta. Defne Çekmece’ye bağlı Ballıöz ise hem endemik bitkiler hem de doğa açısından çok zengin bir bölge. Antakyalıların yazın mesire alanı ve doğa yürüyüşlerine kullandığı bölgede genişçe bir alan şantiyeye çevrildi. Şantiyeye çok yakın bölgede yaşayan insanlar da var.

Çekmece mahallesi, Ballıöz'den bir kare. Taş ocağının yakınında evler var, çiftçilik, hayvancılık yapılıyor. Ayrıca bu bölge endemik bitki çeşitliliği açısından da önemli bir bölge.- Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın
Çekmece mahallesi, Ballıöz’den bir kare. Taş ocağının yakınında evler var, çiftçilik, hayvancılık yapılıyor. Ayrıca bu bölge endemik bitki çeşitliliği açısından da önemli bir bölge.- Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Savaştan kaçan gazellalar yok olacak 

Kırıkhan ilçesinde işletmenin faaliyet alanında Hatay Dağ Ceylanı (Gazella gazella) Yaban Hayatı Geliştirme Sahası var. Taş ocağının faaliyetleri Dağ Ceylanı Yaban Hayatı Geliştirme Sahasına çok zarar verecek.

Kırıkhan ilçesinde yapılmak istenen taş ocağı için uzunca bir süredir mücadele var. Suriye savaşından kaçan gazella gazellalar, on yıl önce Türkiye'ye sığındı. Taş ocağı faaliyeti yapılmak istenen yer onların yaşam alanı. Taş ocağında yapılacak patlatmalardan korkan dağ ceylanları zamanla yok olacak.
Kırıkhan ilçesinde yapılmak istenen taş ocağı için uzunca bir süredir mücadele var. Suriye savaşından kaçan gazella gazellalar, on yıl önce Türkiye’ye sığındı. Taş ocağı faaliyeti yapılmak istenen yer onların yaşam alanı. Taş ocağında yapılacak patlatmalardan korkan dağ ceylanları zamanla yok olacak. – Fotoğraf: Burcu Özkaya Günaydın

Gazella gazellalar nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan dağ ceylanları. 2009’da 150 civarında olan sayısı, 10 yılda 925’e ulaştı. Dağ ceylanları İsrail dışında sadece Hatay’ın Kırıkhan ve Kumlu ilçeleri arasındaki Kızılkaya mevkiinde Suriye sınırı bölgesinde yaklaşık 13 bin hektar alanda yaşıyor. Binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın ise topraklarından ayrı bir hayat geçirmesine neden olan Suriye savaşı, dağ ceylanlarını da etkiledi.

Sınır, tel örgü bilmeyen gazella gazellalar, tehlike durumunda Suriye tarafından tel örgüleri aşarak, Kırıkhan’a geçtiler. 2016 yılında çatışmaların yoğun olduğu süreçte sınır hattına bir duvar yapıldı. Suriye ile ceylanlar da ayrıldı.

İnsanın yapısına benzeyen ceylanlar kendilerini tehlikede hissettiklerinde ağlıyorlar ve korku devam ederse düşüp ölüyorlar. Bu bölgede dinamitle patlatma yapılırsa savaştan Türkiye’ye kaçan ceylanlar da yok olacak.      

Hindistan’da köylüler kuraklığa karşı duvar ördü

Kuzey Hindistan’daki Racastan eyaletinin kırsal kesiminde yer alan Surajpura köyü sakinleri, iklim değişikliğinin zararlarına karşı el birliğiyle duvar ördü. Yaklaşık bin 500 metre uzunluğundaki ve 4,5 metre yüksekliğindeki bir çamur duvar ile eşit uzunluktaki bir hendek inşa eden köylüler, topraklarını yeniden canlandırdı. Altı ay süren bu çalışma, köyün 650 sakini için bir mimari harika olarak kabul ediliyor.

Guardian‘ın aktardığına göre duvar, geçtiğimiz yıl yağmur suyu akıntılarını durdurarak ve hendek aracılığıyla suyu kurak arazilere yönlendirerek başarılı oldu. Bu sayede, yirmi yılı aşkın süredir ilk kez bölgedeki topraklar canlandırıldı.

Bu çalışmanın ardından, Surajpura sakinleri topraklarının yeniden yeşermeye başladığını, kuyularının suyla dolduğunu ve göçmen kuşların arazilerine geri döndüğünü gözlemledi. İş bulmak için ayrılan köylüler de çiftliklerine geri döndü.

Hindistan'da kuraklık
Fotoğraf: Roli Srivastava / The Migration Story

Kuraklıkla mücadelede Hindistan’ın en büyük eyaleti olan Racastan, yüzey altı su seviyelerinin tehlikeli derecede düşük olduğu “karanlık bölgeler” olarak adlandırılan alanlarda ve neredeyse yüzde 7’si tarıma elverişsiz olan topraklarda bulunuyor.

Birleşmiş Milletler, dünyanın büyük yeraltı su havzalarının yarısından fazlasının doğal yenilenme hızından daha hızlı tükendiği konusunda geçtiğimiz yıl uyarıda bulunmuştu ve Hindistan, mevcut kuyuların erişemeyeceği seviyelere düşen yeraltı suyu riski taşıyan ülkeler arasında.

Surajpura’daki duvar, Mahatma Gandhi Ulusal Kırsal İstihdam Garanti Programı (MGNREGA) kapsamında inşa edildi. Program, Hindistan’ın en büyük iş programlarından biri olarak kabul edilen, talep üzerine kırsal hane halklarına yılda 100 gün iş garantisi veren bir hükümet destekli sosyal refah politikası olarak biliniyor.

Programın son yıllarda kuraklık ve sel felaketlerinin yanı sıra Covid-19 pandemisi sırasında da ülkenin en yoksul topluluklarına destek sağladığı belirtiliyor. Ancak şimdi, iklim aktivistleri programın iklim belirsizlikleri arasında köylerde su güvenliğini inşa etmede oynadığı rolü giderek daha fazla vurguluyor.

Hindistan'da kuraklık
Fotoğraf: Roli Srivastava / The Migration Story

Programın sadece iş yaratma aracı olarak değil, bir iklim eylemi aracı olarak da görülmesi gerektiğini belirten uzmanlar, geleceğimizi korumanın tek yolunun bu olduğunu ifade ediyor.

Surajpura köy meclisi başkanı Ramlal Jat, duvar projesine öncülük eden eğitimli bir avukat. Jat, köyden göç edenlerin yaklaşık yüzde 60’ının geri döndüğünü belirtiyor. “İnsanlar, su ve yem bulunabilir olduğu için hayvanlara yatırım yapıyor. Köyümüzde tarıma bağlı geçim kaynaklarını yeniden canlandırmak istiyoruz” diyor ve duvarı güçlendirmek için fon arayışında olduğunu ekliyor.

Filistin savunucusu aktivistlerin baskısıyla Elbit, İngiltere’de geri adım attı

Direniş grubu Palestine Action’ın sürdürdüğü eylemler sonucunda İsrail‘in silah ticaretinde önemli yeri olan Elbit Sistemleri, İngiltere Tamworth‘ta bulunan ‘Elite KL’ fabrikasını satmak zorunda kaldı. Bu fabrika daha önce askeri araçlar için soğutma ve güç yönetimi sistemleri üretiyordu fakat düşen kârlar ve artan güvenlik maliyetleri nedeniyle satışa çıkarıldı.

Satış geçtiğimiz ay tamamlandıktan sonra, Elite KL’nin yeni sahipleri, Griffin Newco Ltd. olarak listelenen şirket, Elbit ile herhangi bir bağlantılarının olmayacağını ve silah üretimini durdurduklarını Palestine Action’a gönderdiği bir e-posta ile doğruladı.

Yayınlanan mesajda, “Elite KL Limited’in bir İngiltere yatırım konsorsiyumu tarafından yakın zamanda satın alınmasının ardından, yeni atanan yönetim kurulu, tüm gelecek savunma sözleşmelerinden çekilme ve eski ana şirketi ile olan ilişkisini sonlandırma konusunda oy birliğiyle anlaşmıştır” denildi.

Bu başarı, Palestine Action’ın varoluşundan bu yana, Elbit’in İngiltere’de faaliyet göstermesini imkansız hale getirmeyi amaçlayan sürekli direniş eylemlerinin doğrudan bir sonucu olarak görülüyor.

Şirket, özel sermaye konsorsiyumuna işletmeyi satmadan önce, Elite KL’nin işletme kârlarının üç çeyrekten fazla düştüğünü bildirdi. Elbit, güvenlik için yapmak zorunda kaldıkları artan harcamaları ve karşılaştıkları yüksek tedarik zinciri maliyetlerini sorumlu tuttu.

İsrail-Hamas savaşı ‘sivillerin benzeri görülmemiş ızdırabıyla’ sürüyor: İnsanlık üstün gelmeli
İsrail’in Filistin politikası Vicdan Mahkemesi’nde yargılandı

Hak savunucuları Elbit’i köşeye sıkıştırdı

Palestine Action’ın ısrarlı eylemlerinin Elbit’e pahalıya mal olduğu bildiriliyor. İlk eylem, Kasım 2020’de gerçekleşti ve Elite KL’nin tesisleri kırılarak, bina kan kırmızı boyayla kaplandı. Mart ve Temmuz 2021 arasında, tesis üç kez çatı işgalleri ile eyleme kapandı, Mart 2021’de kırmızıya boyandı, fabrikanın kamera sistemleri söküldü ve Mayıs ayında tekrar işgal edildi. Artan güvenlik önlemlerine rağmen Temmuz’da bir çatı işgali daha gerçekleşti, site bir kez daha kırmızıya boyandı ve pencereleri ile donanımları kırıldı.

Elbit

Şubat 2022’de, aktivistler sitenin haftalarca kapanmasına neden oldu – bir işgal sonrası 250 bin sterlinden fazla zarara neden olan eylemlerle çatı kiremitleri tek tek çıkarıldı. Bunun ardından Elbit, site etrafına bir güvenlik perimetresi kurdu ama bu da yetersiz kaldı. Bir ay sonra, Palestine Action Tamworth’a dönüp tekrar çatıyı işgal etti ve altı kişinin tutuklanmasına rağmen, İsrail’in askeri makineleri için parça üretimi engellendi.

Elite KL, ‘özel termal yönetim işi’ olarak biliniyor. Satıştan bu yana şirket, otobüs ve trenler için soğutma sistemlerine odaklanıyor ancak Elbit altında bu sistemleri askeri araçlar için üretiyordu. 2023 Aralık’ına kadar, Elite KL’nin web sitesi askeri ve savunma ürünlerini tanıtıyordu ve İsrail’in ölümcül Merkava tankları için parçalar sağladığı biliniyordu.

Şirketin İsrail’e askeri kara araçları için ‘ML6a’ bileşenleri sağladığını gösteren ihracat lisans kayıtları bulunuyor. Ayrıca, tank operatörlerinin askeri yelekleri için soğutma sistemleri ürettiği de biliniyor.

Elbit Sistemleri, İsrail askerinin yüzde 85’ine drone ve kara tabanlı askeri ekipman sağlayan bir firma. Aynı zamanda Gazze‘nin kuşatma altındaki nüfusuna karşı kullanılan geniş bir mühimmat ve silah yelpazesi sunuyor.

Şirketin CEO’su Bazhalel Machlis ise, İsrail askerinin, Gazze’deki devam eden soykırım sırasında şirketin sunduğu “hayati” hizmetler için teşekkür ettiğini iddia ediyor

Palestine Action sözcüsü şunları ifade etti:

“Tamworth’taki İsrail silah fabrikasını işgal edip söküm yapan her aktivist, İsrail’in silah ticaretine son vermek ve Filistinli baskısından kar elde etmeyi sona erdirmek için bunu yaptı. Elbit’in her yenilgisi, Filistin halkı için bir zaferdir.

Elbit’in Tamworth’tan çıkarılması, doğrudan eylemin gerekli bir taktik olduğunu bir kez daha gösteriyor. Gazze soykırımı karşısında bu taktik kullanılmalı ve güçlendirilmelidir.”