Feminist Gece Yürüyüşü‘ne bir hafta kala kadınlar, kadınlara “Geliyor musun?” diye soruyor. Her yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü‘nde düzenlenen ve son yıllarda polisin sert müdahaleleri altında gerçekleştirilen Feminist Gece Yürüyüşü‘nün ilk videosunda, kadınlara ataerkil düzenin kadına çizdiği ev sınırları içerisinden çıkıp birlikte dayanışma çağrısında bulunuluyor.
19 senedir gecelerde, meydanlarda ve Taksim’de gerçekleştirilen Feminist Gece Yürüyüşü’nün 20. yılında kadınlar, erkin onlardan aldıklarını geri almak için saat 19.30’da Taksim’de bir araya geliyor. Birçok farklı şehirde gerçekleştirilen yürüyüş, Taksim’deki Fransız Kültür Merkezi önünden başlatılarak İstiklal Caddesi boyunca sürdürülüyor.
Patriyarkaya, heteroseksizme, iktidara ve bütün erk yapılara karşı feminist mücadelede kazanımlara yenilerini katmak için kadınları sokağa çıkmaya çağıran, feminist ve lgbti+ filmlerden sahnelere de yer verilen video şöyle:
Geliyor musun? Geliyoruuuum🔥🔥🔥
19 yıldır yürüyoruz, yürüdüğümüz yollarda geceler de sokaklar da meydanlar da bizim diyoruz.
Bu yıl 20. yılında kalabalığımızı, coşkumuzu, isyanımızı mücadelemizi daha da büyütüyoruz. Hep birlikte Feminist Gece Yürüyüşü'nde buluşuyoruz. pic.twitter.com/tOx1g7f75d
Feminist Gece Yürüyüşü videosu sosyal medyada da dolaşıma sokuldu. Birçok sosyal medya kullanıcısı videoya yanıt olarak yürüyüşte patriyarkaya karşı kadın mücadelesini desteklemek üzere yürüyüşe geleceğini söyledi. Videoda bazı sahneleri yer alan filmler ise şöyle:
Öte yandan 8 Mart’ta ritme uygun zıpladıkları için feministler yargılanıyor. 19. Feminist Gece Yürüyüşü’nde “Zıpla zıpla zıplamayan Tayyip’tir” şeklinde slogan attıkları için “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ile suçlanıp gözaltına alınan kadınların davası öncesi Çağlayan‘da bulunan İstanbul Adliyesi önünde görüntü vererek “Dünyayı durdurmak için zıplamaya devam ediyoruz” dediler.
Dünya Kadınlar Günü ne zamandan beri yapılıyor?
1908’de New York’ta 15 bin çalışan kadın ideal yaşam şartlarına uygun çalışma düzeni için ayaklanmış, ardından 1909’da Amerika Sosyalist Partisi 8 Mart’ı Ulusal Kadınlar Günü ilan etmişti. Uluslararası etkinlikler ise 1911’de başladı.
Rusya’nın Ukrayna‘ya başlattığı savaşa karşı dünyadan çeşitli yaptırımlar gelmeye devam ediyor. Dün akşam olağanüstü toplanan Birleşmiş Milletler (BM) toplantısından sonra açıklama yapan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Ukrayna için bir trajedi ile karşı karşıyayız, aynı anda hepimiz için potansiyel olarak feci sonuçları olabilecek büyük bir bölgesel kriz var” dedi.
Guterres, Ukrayna’daki savaşın tüm dünyayı yenilenebilir enerjiye geçmek için örnek olması gerektiğini söyledi. Guterres Rusya’nın nükleer tehdidine ilişkin de “Hiç bir şey nükleer silahların kullanılmasını meşrulaştıramaz. Mülteci sayıları her dakika hızla artıyor. Tek çözüm barış. Ukrayna’ya yapılanlar uluslararası hukuku da zorluyor” açıklamasını yaptı.
Avrupa, petrol bağımlılığını çözmeye çalışıyor
Rusya’dan Avrupa‘ya enerji akışı devam etse de yaptırımların ardından Rusya’dan gelen doğal gaz ve petrol akışının kesilmesi durumunda başvurulacak olası aternatifler tartışılıyor. AB Enerji Bakanları, enerji alternatiflerini tartışmak için toplanmıştı.
Avrupa, enerjide yüzde 35 oranında Rusya’dan gelen doğal gaza bağımlı ve petrolün dörtte birini Rusya’dan ithal ediyor.Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Enerjiden Sorumlu Üyesi Kadri Simson“Mevcut değerlendirmemize göre AB bu kışı güvenli biçimde atlatabilir” açıklamasını yaparak, halihazırda depolardaki gaz seviyesinin yüzde 30 civarında olduğunu söyledi.
AB’nin petrol konusunda dirençli bir stratejik rezerv sistemi olduğunu söyleyen Simson, ülkelerin en az 90 günlük petrol rezervinin bulunduğunu da söyledi. Simson, stratejik rezervlerin, arz kesintisi yaşanması halinde hemen piyasaya sürülebileceğini, bunun geçmişte de yaşandığını belirtti.
İhtiyacının üçte ikisini Rusya’dan karşılayan Almanya , Kuzey Akım 2 Hattı‘nın onayını durdurmasının ardından kırılgan bir konuma düştü. Başbakan Olaf Scholz bundan sonra uygulanacak enerji politikasının sadece ekonomi ve iklim için değil, güvenlik bakımından da önem arz ettiğini belirtti ve Rusya’dan gelen doğalgazın yerini ABD’den LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) ile doldurmaya yöneleceğini açıkladı.
Almanya, İngiltere, ve Fransa‘da nükleer ve kömür santrallerinin çoğunu 1,5 derece hedefi doğrultusunda kapatmıştı.
Cezayir’in ulusal petrol ve doğal gaz şirketi Sonatrach, Avrupa Birliği’ne daha fazla gaz gönderebileceğini açıkladı. Azerbaycan ve Tunus‘tan gelebilecek gazın ithalatının da artabileceği belirtiliyor.
Rusya ekonomik yaptırımlardan etkileniyor
Rus bankalarının SWIFT sisteminden çıkarılarak küresel finans piyasalarından dışlanması, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına dair büyük bir yaptırım oluşturuyor; Rusya, petrol ve gaz ihracatı için SWIFT sistemine bağımlı.
ABD, AB ve İngiltere‘nin Rus banka ve biryelerini piyasalardan dışlamasının ardından Rus rublesi, %30 seviyesinde sert bir düşüşle karşılaştı. Rusya Merkez Bankası, politika faizlerini iki kat yükselterek yüzde 9,5’ten yüzde 20’ye çıkardı.
Kremlin’den yapılan açıklamada Rusya’nın Batılı ülkeler tarafından getirilen yaptırımları aşacağı belirtildi ve “Rusya’ya Batı tarafından getirilen yaptırımlar sert ancak ülkemiz bu zararın üstesinden gelecek gerekli potansiyele sahiptir” denildi.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in imzaladığı kararnameyle, Rusya vatandaşlarının döviz cinsinden dış borç vermeleri ve ülke dışındaki banka hesaplarına döviz yatırmaları yasaklandı. Rusya’nın ilerleyen zamanlarda tedarik sorunları ve dışa bağımlı olduğu emtiaların fiyatının artmasından dolayı alım gücünün azalacağı öngörülüyor.
Ham petrolün fiyatı yüzde 4,5 artarken dolar ve altın değer kazandı.
Tarafsızlar da yaptırım kararı aldı
Uzun süreli tarafsızlık duruşu sergileyen ülkelerden İsveç, Norveç, Finlandiya, Avusturya, İrlanda ve İsviçre de AB’nin yaptırım kararlarına katıldığını açıkladı.
İsviçre’de Başkan Ignazio Cassis, “Federal Konsey, Putin ve birkaç bakanının mal varlıklarını dondurmaya karar verdi. Polonya’ya kaçan Ukraynalılar için temel ihtiyaç maddeleri göndereceğiz” dedi.
Rusya’nın, eylemleriyle Ukrayna’yı hedef aldığını ancak aynı zamanda tüm Avrupa’nın güvenliğine saldırdığını söyleyen Finlandiya da Ukrayna’ya askeri ekipmanlar gönderecek. Başbakan Sanna Marin Ukrayna’ya gönderilen bu yardımı “Finlandiya için tarihi bir karar” şeklinde değerlendirdi.
NATO üyesi olmayan çatışma ülkelerine silah göndermeyen Norveç de Ukrayna’ya teçhizat gönderirken, İsveç ve Avusturya da hava sahasını Ruslara kapattı ve saldırıları kınadı.
Rusya da dün kendi ülkesinin hava sahasını 36 ülkeye kapatmıştı.
İran dini lideri Ayetullah Hamaney, Ukrayna’nın ‘ABD’nin yarattığı krizlerin kurbanı’ olduğunu belirtirken bazı analistler, yaptırımların Çin ve Rusya’yı yakınlaştırabileceğini ifade ediyor.
Fotoğraf: Brendan Hoffman – New York Times
ABD, Rusya’nın Birleşmiş Milletler’deki 12 diplomatının diplomasi dışı faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle ülkeyi terk etmelerini istedi.
Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Ukrayna’nın Madrid’deki uydu merkezinden Rusya’nın askeri hareketliliğine ilişkin istihbarat bilgileri talep ettiğini, AB’ye üye ülkelerin Ukrayna’ya ikili askeri desteği artarak sürdürmekte kararlı olduğunu açıkladı.
Türkiye, Montrö’yü uygulayacak
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Kıyıdaş olan ve olmayan bütün ülkeleri boğazlardan savaş gemisi geçirmemesi konusunda uyardık. Montrö ne diyorsa bunu uyguladık, bundan sonra da bunu uygulayacağız” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuya ilişkin “Montrö Sözleşmesi’nin boğazlardaki gemi trafiği konusunda ülkemize verdiği yetkiyi krizin tırmanmasının önüne geçecek şekilde kullanma kararındayız” açıklamasını yaptı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Rusya ile Ukrayna arasında yapılacak görüşmelerin son derece kritik olduğunu belirterek, “Bu çerçevede Türkiye olarak her türlü yapıcı katkıyı vermekteyiz” dedi.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, yarın Ukrayna ile ilgili olarak Meclis‘i bilgilendirecek.
İstanbul Sanayi Odası (İSO), şubat ayına ilişkin perakende ve toptan fiyat endekslerini yayımladı. TÜİK’in perşembe günü yapacağı enflasyon açıklaması öncesinde açıklanan rakamlar, yüzde 50 barajının da aşılacağını gösteriyor.
Ticaret Odası’nın hesaplamalarına göre; şubat ayında İstanbul’da perakende fiyatlar aylık bazda yüzde 4,44 artış kaydederken toptan fiyatlar ise yüzde 3,38 arttı. Böylece İstanbul’da perakende fiyatlardaki yıllık artış yüzde 55,32; toptan fiyatlarda ise yüzde 58,39 olarak gerçekleşti.
Bu oran, enflasyonda son 20 yılın zirvesini oluşturuyor.
İstanbul’da perakende fiyatlar ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 13,78, geçen yıl aynı aya göre yüzde 50,91 artış göstermişti.
En yüksek artış sağlık harcamalarında
Şubat 2022’de perakende fiyatları bir önceki aya göre; sağlık ve kişisel harcamalarda yüzde 7,04, ev eşyası fiyatlarında yüzde 6,47, gıda fiyatlarında yüzde 5,92, ulaştırma ve haberleşmede ise yüzde 5,53 arttı. Konut harcamalarında yüzde 2,28, kültür, eğitim ve eğlence fiyatlarında yüzde 2,25 yükseliş görülürken, giyim fiyatları yüzde 1,91 düştü.
İstanbul’da toptan fiyatlarda bir önceki aya göre; madenlerde yüzde 5,48, gıda fiyatlarında yüzde 3,63, yakacak ve enerjide yüzde 3,42, inşaat gurubu fiyatlarında yüzde 2,18, ve mensucat grubunda binde 2 artış görüldü.
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) elektrikte yüzde 10’luk KDV indirimi yapıldığını duyurdu. AKP‘li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada elektrik faturalarında yeni düzenlemeye gidildiğini açıklamıştı.
Bugünden itibaren geçerli olan yeni tarife mesken abonelerinin günlük 8 kilovatsaate kadar tüketim miktarı için nihai fiyat kilovatsaat başına 1 lira 26 kuruş, bu limitin üstündeki tüketim için ise 1 lira 89 kuruş olarak açıklandı. Açıklamada söz konusu oranın mesken abonelerinin yüzde 81’ini yani yaklaşık 32 milyon aboneyi kapsadığı belirtildi.
İndirim: 350 lira yerine 302 lira
EPDK tarafından yapılan açıklamada; düşük kademenin kapsadığı tüketim miktarının artırılması ile birlikte mesken abonelerinin nihai faturasına yansıyan indirim oranının yüzde 14 seviyesine ulaşabileceği bildirildi. Buna göre bir ayda 240 kilovatsaat tüketen bir mesken abonesi Şubat’ta 350 TL elektrik faturası öderken, aynı tüketim miktarı için bu ay 302 TL fatura ödeyecek.
Altı milyon aboneyi kapsıyor
Yapılan bir diğer düzenleme ile de ticarethane statüsündeki abonelikler için de kademe uygulamasına geçildiği duyuruldu. Bugünden itibaren ilgili abonelerin günlük 30 kWh’e (aylık 900 kWh) kadar tüketimleri için yüzde 25 oranında indirim yapıldı. Ticarethane abonelerinin günlük 30 kWh’e kadar olan tüketim miktarları için nihai fiyat 2,05 TL/ kWh olarak belirlendi. Bu düzenleme ticarethane abonelerinin yüzde 91’ini, yani yaklaşık 6 milyon 315 bin aboneyi kapsıyor. EPDK’nin açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
“Ayrıca kurumumuz tarafından Dağıtım Lisansı Sahibi Tüzel Kişiler ve Görevli Tedarik Şirketlerinin Tarife Uygulamalarına İlişkin Usul ve Esaslar’da da değişiklik yapılarak mesken abone grubunun kapsamı genişletilmiştir. Böylelikle 1 Mart 2022 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere iktisadi işletmeleri hariç olmak üzere dernek ve vakıf merkezleri ile bunların şubeleri, cemevleri, köylerde içme suyu temini ve dağıtımı amaçlı kullanılan tesisler, mesken abone grubu kapsamına alınmıştır.”
Ne olmuştu?
HICP endeksine göre Türkiye yüzde 89.6 ile Avrupa’da enerji fiyatları en çok artan ülke konumunda. Enerji ithalatı için ödenen tutar ise ocakta geçen yılın aynı ayına göre yüzde 236 artarak 8 milyar 824 milyon dolara yükseldi. Türkiye Avrupa ülkeleri içerisinde enerji fiyatları en çok artan ülke oldu.
Vatandaşlar Şubat başından itibaren, elektriğe yapılan zamlar için sokağa çıkmış, zamların geri alınmasını istemişti. CHP İstanbul’un 39 ilçesinde gerçekleştirdiği basın açıklaması ile vatandaşların ve esnafın elini büken elektrik zammını protesto etmişti.
İstanbul‘daki Prens Adaları‘nın doğa mirası mimozasını korumak, bilinçle geleceğe taşımak ve acımasızca yapılan uygulamalara son vermek için farkındalık yaratma amacı ile düzenlenen Adalar Mimoza Festivali“Mimofest” 5-6 Mart tarihlerinde Büyükada‘da yapılacak.
Adalar Müzesi tarafından düzenlenecek etkinlikte mimoza yetiştirme, doğru kesim ve budama teknikleri, Adalar’ın çiçekçilik geçmişi ve mimozanın Adalar tarihindeki önemi gibi konularda uzmanların katılımı ile oturumlar gerçekleştirilecek.
Programda ayrıca Bahçe Tarihçisi Gürsan Ergil’in rehberliğinde yapılacak Büyükada Mimoza Turu kapsamında Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci başbakanı Fethi Okyar Evi’ni ve korusunu ziyaret, müzede mimoza ve Ççiçekçilik üzerine oturumlar, mimoza kapı çelengi ile mimoza baskı atölyeleri ve Cansu Aslan konseri ile Büyükada Rum Yetimhanesi bahçesinde ayrılan alanda mimoza dikimi gibi etkinlikler de bulunuyor.
Adalar’ın göz bebeği
Adalar’ın simgesi olan ve baharın gelişini müjdeleyen mimozalar botanikte nezaket, saygı, zarafet, bolluk, sevgi ve dostluğa işaret ediyor. Latince adı Acacia Dealbata, anavatanı ise Güney Doğu Avustralya ve Tazmanya olan bu güzel kokulu çiçek, bir rivayete göre 1800’lerde İngiliz bir lord tarafından Adalar’a taşınmış, iki yüz yıldan fazla bir sürede de yörenin verimli toprağı ile ılıman iklimine uyum sağlayarak endemik hale gelmiş.
1990’lı yıllardan itibaren İstanbul’un farklı semtlerinde artan taleple birlikte satılan mimozalar, gerçekte bir katliamın kurbanı. Kaçak olarak gerek ormandan gerekse özel bahçelerden, ağaçları yok etmek pahasına kesilen ve şehre kaçırılan mimozaların azalması ve adaya özgü bu nadide türün yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalması Adalar’da yaşayan sivil inisiyatifi harekete geçirdi. Mimozanın değerinin anlaşılması ve yanlış uygulamalara son verilmesi için çalışan yerel yönetim ve Mimozada gibi inisiyatiflerin de içinde olduğu sivil toplum kuruluşları, Mimofest ile daha geniş bir kitleye ulaşmayı ve konu hakkında farkındalığın artmasını hedefliyor. Festivalin sembolünden de anlaşıldığı üzere, daldaki her mimoza tomurcuğu Prens Adaları’ndan birini temsil ediyor.
Adalar’ın çiçekçilik geçmişine bir saygı duruşu niteliğinde olan ve bundan sonra her yıl tekrarlanması planlanan Mimofest’e katılanlar, mimoza kokuları eşliğinde uzmanlardan bilgiler alacak; mimoza ürünleri standındaki ürünleri inceleme, eşsiz hikayeler dinleme, atölyelere katılma ve baharın gelişini Büyükada’da yaşama imkânı bulacak.
Kişi sayısı kapasitelerinin sınırlı olduğu etkinliklerle ilgili daha fazla bilgiye Adalar Müzesi’nden ulaşabilir.
Mimofest Adalar Mimoza Festivali Programı
5 Mart Cumartesi
10.30 – 17.00 Mimoza ürünleri standları 11.00 – Büyükada Mimoza Turu Gürsan Ergil (Bahçe Tarihçisi)
Büyükada Luna Park meydanında buluşma.
Büyükada Büyük tur yolu üzerinden Fethi Okyar Korusu.
Mimoza ağaçlarıyla çevrili yolda mimoza hakkında bilgi: Mimoza nasıl yetişir, ne kadar yaşar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci başbakanı Fethi Okyar Evi’ni ziyaret. 13.30 – Adalar Müzesi’ne dönüş. Müze Cafe’de çay-kahve ikramı.
ATÖLYE
11.00-15.00 Gül Bolulu ile Mimoza Baskı Atölyesi
Katılım ücretlidir. / Kayıt: 0532 498 3338
OTURUM VE KONFERANSLAR (Oturumlar müzenin kapalı alanında yapılacağı için sayı sınırlaması bulunuyor.
13.00 – 13.30 Mimoza Nasıl Yetişir, Ne Zaman Çiçek Açar? Arzu Özkuş (Ziraat Mühendisi) 13.45 – 14.15 Adalar’da Bahçeleri ve Bayramlarıyla Çiçekçilik – Halim Bulutoğlu 14.45- 15.15 Hayalden Gerçeğe, Tohumdan Arboretuma: Çiçek Kokulu bir Ada Hikayesi- Eva Kent – Işıl Sayın Bilallar 15.30 – 16.00 Kendine Yetebilen Kolektif bir Alan: Ada- Park- Sanat Yaman İrepoğlu (Yüksek Mimar)
6 Mart Pazar
10.30 – 17.00 Mimoza ürünleri standları – Adalar Müzesi 11.00 – Büyükada Mimoza Turu Halim Bulutoğlu & Işıl Sayın Bilallar
Büyükada Luna Park Meydanı’nda buluşma.
Büyükada Büyük tur yolu üzerinden Fethi Okyar Korusu.
Mimoza ağaçlarıyla çevrili yolda mimoza hakkında bilgi: Mimoza nasıl yetişir, ne kadar yaşar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci başbakanı Fethi Okyar Evi’ni ziyaret. 13.30 – Adalar Müzesi’ne dönüş.
Müze Cafe’de çay-kahve ikramı.
ATÖLYE
12.00 – 13.30, 14.00-15.30 Eva Kent ile Mimoza Kapı Çelengi Atölyesi
Katılım ücretlidir. Kayıt: 0532 234 34 35
MİMOZA FİDE DİKİMİ
14.00 – Büyükada Rum Yetimhanesi bahçesine mimoza fidanları dikimi.
Tarih boyunca devletler arasındaki rekabet, çeşitli eşitsizliklerin kaynağı olmuştur. Harvey’in ifadesiyle sürekli birikime dayanan kapitalizmin içkin çelişkilerini dünya sahnesine taşıyan bu ilişki biçimi bize savaşın kaçınılmaz bir sonuç olduğunu hep hatırlatır. Bu durum, kapitalizmin tekelci karakterinden ileri gelirken emperyal devletler arasında kurulan bölgesel ittifaklar ve azalan fırsatlar karşısında kaynak ihtiyacı içinde bulunmanın itici kuvvetiyle bir başka ülkenin toprağını işgal biçiminde tezahür eder. [1]
Bu yazının iddiası Ukrayna’nın Rusya tarafından işgalinin kapitalizmin çıkmaz sokaklarından birinde gerçekleştiğine ve dışa bağımlılığın nükleer endüstri devi Rusya’yı da çaresiz durumda bırakarak saldırganlaştırmış olma ihtimaline yaslanmaktadır. Bununla birlikte yazının gayesi nükleer enerji penceresinden bakarak benzer koşullar doğduğunda ülkemiz dahil başka coğrafyalarda Ukrayna’da yaşanan işgalin vuku bulma ihtimaline işaret etmektir. Hele bu ihtimal siyasi iktidarların ticari bağlantılarla elini güçlendirdiği ve kendi bekası için kapıyı açmaktan imtina etmediği durumlarda işgalci güçlerin pencereden değil, kapıdan girmesine olanak veriyorsa, bu süreç yazının ilerleyen kısmında açıklayacağımız üzere iktidarın “Ak” kuyusuna da dönüşebilir.
Geçmiş deneyimler referans alındığında enerji kaynaklarının savaş çıkarma payını azımsamak mümkün değildir. Bilindiği gibi 1. Dünya Savaşı’nın bitmesinden kısa bir süre sonra nüfus artışına bağlı olarak endüstrileşmede ilerlemenin sağlanması için doğal kaynaklara ihtiyacın artması, gelişme ve kalkınma ideali ikinci bir savaşı başlatma eğilimlerini beslemiştir. Akabinde, kaynak bağımlılığı ve uluslararasılaşmanın derinleşmesiyle bu ihtimalin güçlendiği de zamanında Soğuk Savaş döneminde görülmüştür. Maalesef bundan önce en son Suriye’de yaşandığı gibi bu saldırganlık hali çeşitli şekillerde de gerekçelendirilmektedir. Öyle ki yalnızca yenilenebilir enerji kaynağı olarak bilinen güneş ve rüzgar enerjisinin kapitalizmin “el koyma” yoluyla sürekli birikim hedefine hizmet etmediği söylenebilir. Bu enerji çeşidinin bağımlılık yaratmadığı gibi alınıp götürülemeyeceği için bir savaşı da tetiklemeyeceği kabul görür.
Ukrayna’nın işgalinde beni yukarıdaki bağlam üzerine düşünmeye sevk eden şey Rusya ile çekişme çerçevesinde kuşatmanın Çernobil’den başlaması oldu. İki ayrılıkçı bölge (Donetsk ve Luhansk) üzerinden yapılan açıklamalar, düşmanlık mesajları, Rusya Devlet Başkanı Putin’in SSCB’nin mirasına sahip çıkma kararı nasıl bir perdelemeydi de dünya kamuoyu olarak, Çernobil’de bir nedenle 20-30 kat yükselen radyasyon dozlarını konuşmaya başlamıştık? Fakat daha da ilginci bu artışın askeri araçların tesis sahasına girmesiyle topraktaki radyoaktif tozların havalanmasıyla gerçekleştiği yönündeki açıklamalar oldu. Böyle komik bir gerekçe, Rusya’ya ait güçlerin Çernobil’de radyoaktif kirliliğe yol açmayacağına dair dünya kamuoyunu teskin etmek için mi yapılmıştı yoksa, bir başka operasyona dair soru işaretlerinin doğmasını gizlemek için mi ortaya atılmıştı? Zira uzmanlara göre de Rusya’ya ait güçler bölgede ateş açmamış ve patlama meydana gelmemişken yalnızca topraktaki radyasyon tozlarının havalanmasıyla radyasyon dozunun 20-30 kat yükselmesi pek mümkün değildi. Peki sahadaki radyasyonun yayılımının izlenmesi için kullanılan ölçüm monitörleri neden devreden çıkarılmıştı? Ya Rusya’ya ait güçlerin Çernobil tesisinde Ukraynalı askerlerle mücadele etmesi, onları esir alması ve Çernobil tesisinin yönetiminin el değiştirmesi nedendi? Üstelik Çernobil’de üzerinde lahit olan 4’üncü reaktörün içindeki havuzlarda soğutma prosesine devam edilen 21 bin adet yakıt çubuğuna ek olarak tesis sahasında inşa edilerek yeni kullanıma açılan nükleer atık deposunda 4 bin metreküp yüksek seviyeli nükleer atık varken.
Ayrıca bu tesislerdeki teknik görevlilerin zapturapt altına alınması Rusya güçleri için de risk demek değil miydi? Rusya’ya ait güçlerin yanında nükleer uzmanlar ve bilim insanları mı vardı? Kimi siyaset bilimciler ve bilirkişiler Çernobil’in Kiev’e gitmek için en kısa yol olduğundan, yani yol üstünde olduğu için kuşatıldığından bahsediyor ancak, tesisin ele geçirilmesi bizim daha derin düşünmemizi gerekli kılıyor ki bu yazının derdi de nükleer enerjiye dair büyük resmi gösteren bir perspektif sunmak. Zira “el koymak” insanlık tarihine kök salmış olan kapitalizmin doğasından gelir ve çirkin sureti bütün eşitsizliklerin arkasında görülebilir. Dolayısıyla bugün yaşananlar da bu el koyma alışkanlığının nükleer enerji boyutunda yaşandığını bize söylüyor olabilir. Gelin şimdi büyük resmi görmemiz için eksik parçaları tamamlayalım.
‘Kıymetli’ atıkları kaybetmenin maliyeti büyük
Nükleer enerji üretimini önceki ve sonraki prosesleriyle birlikte düşünmek gerekir. Yani nükleer enerji üretimi asla sadece bir tesis içindeki operasyondan ibaret değildir. Bu operasyonun gerçekleşmesi için nükleer yakıta ihtiyaç vardır. Ham uranyumun işlenmesiyle elde edilen yakıt, kullanım sonrasında nükleer atık haline gelir ve bu kez 20-30 yıl soğutulmasının ardından ya Ukrayna’daki gibi kuru depolanması yapılır ya da dünya genelinde (Fransa, İngiltere, Rusya, ABD, Hindistan, Japonya) sınırlı sayıdaki tesislerden birinde yeniden işlenir. En son ise dünyada henüz tam anlamıyla faaliyete geçmiş örneği bulunmamakla beraber nihai olarak depolanması söz konusudur. [2] Nükleer atığın işlenerek yeniden yakıt haline getirilmesinde ise Rusya’nın başı çektiği söylenebilir. Esasen dünya genelinde pek çok ülke ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde Rusya nükleer atıklardan yakıt üretme prosesinin de lideridir. Bu da Rusya tarafından üretilen reaktörlerde uranyum yakıtına göre bir kaza veya sızıntı halinde çok daha büyük ekolojik felakete neden olan bir yakıtın kullanıldığına işaret olarak düşünülebilir. [3]
Rusya nükleer atık geri dönüşümü anlaşmalarından birini de Ukrayna ile yapmıştır. Buna göre Ukrayna her yıl ülke sınırları içindeki 15 reaktörün atıklarını 200 milyon dolar maliyete katlanarak Rusya’ya göndermektedir. Ne var ki 2005 yılında Ukrayna’da dönemin Enerji Bakanı Yuriy Nedashkovsky, 250 milyon dolar karşılığında Çernobil tesis sahasında 100 yıllık bir koruma vadeden bir depolama tesisi kurulması için ABD menşeili Holtec firması ile anlaşır ve Rusya ile bu alışveriş sona erer. ABD menşeili Development Finance Corporation (DFC) şirketinin sağladığı finans kredisi desteğiyle Holtec tarafından inşa edilen (en fazla 100 yıl koruma taahhüt eden) kuru-depolama tesisi 16 yılın sonunda deneme testleri yapılmış olarak 6 Kasım 2021 tarihinde faaliyete açılır. Şimdilik 4 bin metreküp atık bulunsa da bu depo artık Ukrayna’nın ihtiyacı olan enerjinin yüzde 51’ini üreten 15 nükleer reaktörün atıklarının muhafaza edileceği yerdir. Böylece Ukrayna bir seferde 250 milyon dolarlık maliyete katlanarak nükleer atığın Rusya tarafından alınması için her yıl 200 milyon doları Rusya’ya ödemekten kurtulmuştur. Yani ABD tarafından bu deponun inşa edilmesiyle Rusya hem nükleer yakıt üretimi için nükleer atık tedarikini hem de her yıl için 200 milyon dolarlık bir gelir kapısını kaybetmiş durumdadır. Üstelik 1991 yılından itibaren faaliyet gösteren Rusya menşeili nükleer yakıt şirketi TVEL en son nükleer atıklardan yakıt üretmek üzere yüz milyonlarca dolarlık yatırım yapıp yeni bir tesisi Moskova’da operasyona başlatmışken.
Çernobil’de atıkların saklanması için inşa edilen dev koruyucu kubbe.
Öte yandan Rusya’nın son 10 yıldır yurt dışı yatırımlarıyla dünya genelinde atağa kalktığı dikkate alınırsa yakıt ihtiyacının arttığı göz önüne alınmalıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun Rusya yapımı reaktörlere yakıt tedarik etmek üzere kurulmuş bir kamu işletmesi olan TVEL ülkedeki 76 reaktörün ve Türkiye’de Akkuyu NGS gibi inşaat halindeki reaktörler hariç, bugün operasyon halindeki 13 reaktöre ek olarak 30 araştırma reaktörü ile yüzen ve buzkıran reaktörlerine yakıt üretmek için yıllık olarak 5500 ton uranyuma ve nükleer atığa ihtiyaç duymaktadır. Zira bugün Ural Dağları‘nda, Kalmika’da ve Hazar Denizi’nde açtığı madenlerle dünya genelinde uranyum rezervinin yüzde 9’una sahip olan Rusya için bu miktar, değil genişleyen nükleer portföyüne, kendi nükleer santrallerin ihtiyacını karşılamaya bile yetmiyor. Esasen ihtiyaç duyduğu yakıtın ancak yarısını karşılayabilen Rusya’nın önümüzdeki dönemde altı yeni uranyum madeni daha açmaya hazırlanması da bu ihtiyaçtan bağımsız değil.
Rusya’nın nükleer yakıt üretimi yapmak için darboğaz içinde olmasının bir diğer nedeni de 2014 yılından itibaren Avustralya’nın Gürcistan ve Ukrayna’nın işgal girişimleriyle gerekçelendirerek bu ülkeye yönelik uranyum ihracatını askıya almış bulunması. Bu konuda Avustralya Başbakanının parlamentoya verdiği demeçte, “Avustralya’nın şu anda Rusya gibi uluslararası hukuku açıkça ihlal eden bir ülkeye uranyum satmaya niyeti yok” sözleri de bir süredir Rusya’nın nükleer santralleri için gereksinim duyduğu nükleer yakıt tedarikinde örtük bir ambargoya mı maruz kaldığı yönündeki tespitimizi doğruluyor.
Görünüşe göre Ukrayna’ya savaş ilanıyla “işgalci güç” ilan edilen Rusya, bugünkü aşamada tüm diğer pazarlardan olabileceği gibi nükleer endüstri pazarından da dışlanacak. Bunun ilk emarelerini Finlandiya’da Hanhikivi 1 projesinin gözden geçirileceğine dair açıklamalar ortaya koyuyor; Macaristan’da Rosatom‘un yapması planlanan iki reaktörün inşasından vazgeçilebileceğine ilişkin duyumlar da iddiamızı destekliyor. Benzer şekilde devlet işletmesi TVEL ile 2016 yılında imzalanan anlaşma çerçevesinde Rusya’ya nükleer yakıt ikmalinde bulunan İsveç devletine ait enerji şirketi Vattenfall da bir sonraki açıklamaya kadar Rusya’ya nükleer yakıt sağlamayacağını duyurmuş bulunuyor. Avustralya’da uranyum satışlarının yeniden başlamasına dair bir ihtimal gözükmediği gibi diğer tedarikçilerin de Rusya’yı kara listeye alması söz konusu. Yukarıda belirttiğimiz gibi yerli madenler şu anda Rusya’nın yıllık uranyum ihtiyacının yaklaşık yarısını sağlayabilirken Rusya’nın uranyum ithalatının engellenmesi elinin kolunun daha da bağlanması anlamına geliyor. Rusya ile sivil nükleer ticarete dahil olan şirket ve kamu işletmelerinden de benzer duyuruların yapılacağı düşünülüyor.
Akkuyu NGS.
Türkiye, nükleer atıklar için Rusya’ya büyük meblağlar ödeyecek
Nükleer yakıt tedarikini baltalayan süreçlerin daha ağırının bu kez Rusya’nın yurt dışı yatırımlarına karşı uygulanmak üzere olduğu açık. Yani Rusya’nın liderliğindeki tüm yeni reaktör projeleri “haydut devletin cezalandırılması” için iptal edilebilir. Zira gördüğünüz gibi nükleer endüstrinin başını çeken Rusya’nın örtük bir şekilde maruz kaldığı nükleer yakıt ambargosunun üstüne şimdi de nükleer endüstri pastasından aldığı pay küçültülmekte, hatta kendi dilimi artık başka tabaklarda. Nitekim nükleerin iklim krizine çözüm olarak enerji taksonomisine katılmasıyla kömürden vazgeçmek zorunda kalan Polonya’da, ABD tarafından bir nükleer santral kurulmasında anlaşılmış olması da ABD ve Rusya arasında nükleer endüstri pastasında bir çekişme ihtimalini güçlendiriyor.
Bu çerçevede Rusya’nın İran, Mısır ve Türkiye’deki nükleer santral yatırımları ne olacak?
Yazının bağlamı ve yukarıdaki açıklamaların ışığında ülkemizde siyasi iktidarın hegemonyasını destekleyen ticari bağlantılarını güçlendirdiği, bizim büyük “iş anlaşması” olarak gördüğümüz Akkuyu NGS diğer ülkelerde iptal edilen projelere göre açık ara bağımlılık, hatta teslimiyet içeren özellikte oluşuyla “Ak” bir kuyudan farksızdır. “Ak”lığı siyasi iktidarın projesi olmasından değil halen ülkemizde bu projenin gelişme ve kalkınma için kurulduğuna inanılmasından ileri gelmektedir. Bu projede “kuyu” olarak görünen en başta Akkuyu NGS’nin Rusya’ya toprak ve bir liman teslim edilerek gerçekleştirilmesi ve Rosatom şirketinin yönetim hisselerinin hiçbir zaman yüzde 51’den az olmayacağının garanti edilmesiyle, idarenin Rusya’ya verilmiş olmasıdır. Kaldı ki bugün bu projeye ait hisselerin yüzde yüzü Rusya’ya ait durumdadır. 20 milyar dolara inşa edilen Akkuyu NGS’nin Rusya devletine ait Rosatom’un bir şirket olarak 15 yıl boyunca toplam 35 milyar dolarlık garanti ödemesiyle yatırımın geri dönüşünü en az yüzde 42 karla sağlayacak olması işin sadece maddi boyutu olmakla beraber Akkuyu NGS, bu ülkenin çalınan geleceğinden, bu projenin alternatif maliyeti ile başat ihtiyaçlarının karşılanmasından feragat edildiği gerçeğinden ayrı düşünülemez.
Akkuyu NGS’yi bu yazı özelinde Ukrayna’da yaşananlardan öğrendiklerimizle ele alırsak bu kuyunun derinliği yukarıdaki açıklamayla sınırlı değil, zira bu proje için katlanılan maliyetlerin aslında sonu yok. Çünkü Akkuyu NGS’nin ÇED sürecinde bir evin tuvaletsiz inşa edilmesi metaforuyla açıklanan şekilde asla operasyon proseslerinden ayrı düşünülmemesi gereken nükleer atık maliyetine dair verilmesi gereken bilgi kendilerine sorulmasına rağmen ne şirket ne de hükümet yetkilileri tarafından resmi olarak paylaşıldı. Fakat görüyoruz ki nükleer atık depolama maliyeti 250 milyon dolar ve yıllardır biz nükleer karşıtlarının telaffuz ettiği rakamları doğruluyor. Ne dersiniz ömrü 80 yıl varsayılan nükleer santralin atıklarını her yıl Rusya’ya göndermek için en az 200 milyon dolar mı öderiz? Yoksa bir seferde 250 milyon dolarlık maliyeti üstlenip daha ağır yükten artık kurtulalım diyerek atıkları Rusya’ya göndermez ABD’ye ya da bir başka ülkeye kuru-depolama tesisi yaptırır da bedelini “yerli ve milli” bir teslimiyetle mi öderiz? Ancak bu bir seçenek bile olmayabilir. Çünkü Akkuyu NGS yukarıda açıkladığımız gibi Rusya’nın malı, Rusya ne isterse öyle olur! Bununla beraber, nükleer atıkların yakıt yapılmak üzere her yıl 200 milyon dolar maliyete ve bu atıkların denizlerimizden ve boğazlardan geçiş riskine katlanıp Rusya’da işlenmesinden sonra nihai atık kısmının Türkiye’de depolanmak zorunda olduğu ve Türkiye’ye geri gönderileceği de bir gerçek. Zira Rusya kanunlarına göre nihai atıklar hangi ülkeden getirildiyse o ülkeye geri gönderilmek zorunda. Yani Türkiye nükleer atıklarını hem her yıl 200 milyon dolar ödeyerek Rusya’ya gönderecek hem de nihai atıklarını depolamak için 250 milyon dolarlık bir tesis inşa edecek!
Rosatom’un Orta Doğu projelerine gelirsek, resmi biraz daha netleştirmek gerekirse haritada görüldüğü gibi nükleer endüstri pazarı dünya genelinde ABD ve Rusya’nın başını çektiği toplam 4-5 ülke için bir paylaşım alanıdır ve kurulan nükleer santraller de konuşlandırıldıkları coğrafyaları kontrol aracıdır. Şunun altını çizmek isteriz ki, Akkuyu NGS, Rusya’nın İran ve Mısır’daki nükleer santral projeleriyle birlikte diğer emperyal devletlerle rekabetinde elini güçlendirerek Doğu Akdeniz‘i kontrol altına almasını sağlayacaktır. Özellikle Akdeniz’in karşı kıyısında Mısır’daki Rosatom girişiminin, geçen yıl Doğu Akdeniz’de yaşanan enerji çekişmesi çerçevesinde Doğu Akdeniz’de hakimiyet kurmaya hizmet edeceği görülür.
Yazının sonuna gelirken dilerseniz ülkemizde hala nükleer santral sahibi olmayı güç sayan yurttaşlarımızın 15 reaktörü ve 4 bin ton nükleer atığıyla Ukrayna’nın “nükleer güç” olup olmadığı sorusunu yanıtlamasını isteyelim. Ardından gelin şunu da itiraf edelim; emperyal devletlerin sahip olduğu teknoloji pazarında piyon olmak ve dışa bağımlı bir teknoloji kullanmak yerine iştahlı şirketlerini doyurmak zorunda olan devletlerin el koyma güdülerini beslemeyen doğaya uyumlu ve ekolojik hakları tahrip etmeyen, kaynağını direkt doğadan alan, karmaşık prosesleri olmadığı için teknolojik bağımlılık yaratmayan enerji çeşidinin tercih edilmesi size de tek çözüm gibi görünmüyor mu? Ukrayna’nın acı deneyimi diğer devletlerin ders çıkararak nükleer enerjiden vazgeçmesini sağlamalıdır. Hazır iklim krizinde sürdürülebilirlik bağlamında iklim dostu taksonomisine nükleer enerjinin girip girmeyeceği tartışmasının eşiğindeyken nükleerden iklim krizine çözüm olmadığı [4] gerçeğinin yanı sıra bir de “Dünya barışı” için vazgeçilmesi sağlanmalıdır. Ukrayna’daki işgal ve ilhak girişimi dünya genelinde nükleer karşıtlarının Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (IAEA) Rosatom projelerinden vazgeçilmesi yönünde baskı yapacağı bir kampanyanın başlatılmasının fitilini ateşlemelidir. Kaldı ki bugün Rusya’nın yaptığını yarın başka devletler de yapabilir.
Türkiye’ye dönersek, itiraf edin, en çok da Akkuyu NGS inşaatı iyi ki henüz bitmemiş diye içinizden geçirdiniz değil mi? Fakat bugün bitmediyse de inşaat tamamlanmaya yakın. Şimdi arkanıza yaslanın ve derin bir nefes alın. Zira Akkuyu NGS’nin durdurulması bugün her zamankinden daha mümkün. Dünya devletleri birbiri ardına Rusya ile imzaladıkları projeleri iptal ederken ve Türkiye’de nedense her zaman hep bir çekince olarak sunulan “proje iptal bedeli” Avrupa’daki iptallerde telaffuz dahi edilmezken bu rüzgarın akımından faydalanarak rahatlıkla Akkuyu için iptal girişiminde bulunulabilir. Kaldı ki Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ve işgal ötesinde ilhak girişimi bile mücbir sebep sayılabilir. Ne var ki ülkemizde siyasi beka için kazanılmak zorunda olan bir genel seçim varken hiç şüphesiz bunu yerli ve milli şirketlerimize rant vaat eden, iş ve istihdam masalına yaslanarak Akkuyu NGS’yi her zaman seçim propagandası olarak kullanan siyasi iktidar yapmayacaktır. Fakat unutmayalım, Akkuyu NGS’nin durdurulması yönündeki talebi yükseltmek bu seçimlerden sonra imkansız hale gelecek. O nedenle bir kez daha yinelemekte yarar var: Ukrayna’nın acı deneyiminden yola çıkarak yani, başımıza gelecekleri şimdiden öngörerek Akkuyu NGS’nin durdurulmasını sağlamak yalnızca bizim elimizde ve şuna inanın bugün bu talebimizi iş insanlarından işveren derneklerine uzanan yelpazede iktidarın bütün kanallarına iletmek ve onları ikna etmek için elimiz hiç olmadığı kadar güçlü!
(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.)
*
[1] Harvey, D., 2012, Sermayenin Sınırları, çev. Utku Balaban, Ankara, Tan Kitabevi Yayınları, 528-530 [2] Finlandiya’da 2004’te inşasına başlanmış olan Onkalo Atık Deposu’nun 2020’de operasyona başlatılması öngörülmekteydi. Yerin altında inşa edilen bu tesis de en fazla 100 yıllık koruma taahhüt etmektedir. [3] Nükleer atıktan işlenerek elde edilen yakıtın bir kaza veya sızıntı halinde yol açtığı ekolojik tahribat çok daha büyüktür. Kullanılmış MOX yakıtları kullanılmış normal uranyum yakıtına göre beş kat daha fazla plütonyum barındırır. Pu-242’nin 380,000 yıllık, ve Neptunium-237’nin 2.14 milyon yıllık yarılanma ömürleriyle MOX atıklarının saklanması gelecek için çok daha ciddi riskler taşıyor. Daha fazlası için tıklayın [4] Bu konuda Yeşil Gazete‘deki yazıların yanı sıra şu video da izlenebilir.
Dün Rusya ve Ukrayna’nın görüşeceklerini onaylamalarının ardından iki tarafın heyetleri, Belarus‘un Ukrayna sınırındaki Gomel şehrinde müzakere masasına oturdu. Ukrayna heyeti görüşmelere, güvenlik sebebiyle Polonya‘ya ait bir uçakla gitti.
Görüşmenin başlarken Belarus Dışişleri Bakanı Vladimir Makey, “Bugünkü toplantının düzenlenmesiyle ilgili her türlü istek ve önerileriniz kabul edilecek ve yerine getirilecektir” şeklinde konuştu.
Altı saat süren toplantının ardından Ukraynalı bir yetkili “Heyetler danışma için başkentlere dönüyor” açıklaması yaparken Rusya tarafından da ilerleyen günlerde ikinci bir görüşme yapılacağı belirtildi.
Rusya’dan yapılan açıklamada Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Ukrayna ve Rusya heyetlerinin Belarus’taki müzakere görüşmelerini kamuoyuna açıklamayacaklarını, müzakerelerin sessiz ilerleyeceğini söylemişti.
Ukrayna Devlet Başkanlığı tarafından görüşme öncesi yapılan açıklamada, Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko ‘nun Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelesnkiy’ye, Ukraynalı delegelerin seyahati boyunca, görüşmeler esnasında ve delegelerin dönüşüne kadar uçakların, helikopterlerin, roketlerin Belarus topraklarında oldukları yerde kalacaklarına dair taahhüt verdiği aktarıldı.
Zelenskiy, görüşme öncesi, Rusya ile müzakerelerin tarafsız bir ülkede yapılmasını istediğini ve İstanbul, Bakü veya Varşova önerisinde bulunduğunu ifade etmiş; “Belarus’taki görüşmenin sonuç vereceğine inanmıyorum ama şans verilmeli” açıklamasını yapmıştı.
Görüşme öncesi Kremlin‘den yapılan açıklamada Putin’in görüşmede ön şart koştuğu aktarıldı. Açıklamada Putin’in Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron‘a telefonda ‘Rusya’nın meşru güvenlik endişelerinin dikkate alınması’ gerektiğini söyleyerek müzakere için şu talepleri sıraladığı açıklandı: “Ukrayna devletinin askersizleştirilmesi, Kırım’da Rus egemenliğinin tanınması, tarafsız statüsünün garantilenmesi ve Nazilerden arındırılması.” Fransa’dan yapılan açıklamaya göre Macron da Putin’e sivilleri hedef almayı bırakmaları çağrısını yaptı.
Rus heyet görüşme öncesi açıklamasında “En kısa sürede anlaşmak istiyoruz” demiş, Ukrayna Devlet Başkanlığı Ofisi’nden yapılan açıklamada, “Ukrayna heyeti, Kırım ve Donbas da dahil olmak üzere Ukrayna topraklarındaki tüm Rus güçlerinin çekilmesini talep edecek” denmişti.
Zelenskiy: Savaş suçu işleniyor
Ukrayna ve Rusya arasındaki müzakerelerin ilk gününün sonunda konuşan Zelenskiy, Rusya’nın müzakereler boyunca saldırıları sürdürmesine rağmen görüşmelerin devam edeceğini söyledi.
Zelenskiy şöyle dedi:
“Bu müzakereler, bölgelerimizin, şehirlerimizin bombalanması ve ateş edilmesi devam ederken gerçekleşti. Müzakere süreci ile saldırıların koordine olduğu açık Rusya’nın o kadar da kurnaz olmayan bir planla bizi ezmeye çalıştığını iddia ediyorum. Böyle bir taktiğe izin vermeyeceğiz. Gerçek müzakereler, ancak bir taraf diğerine tam müzakere anında roket topçuları ile saldırmadığı zaman gerçekleşebilir.”
Rusya’nın Ukrayna topraklarına beş günde 56 roket ve 113 seyir füzesi ile saldırdığını açıklayan Zelenskiy, Harkov şehrinin roket topları ile bombalamasını ‘savaş suçu’ olarak tanımladı ve “Barışçıl yerleşim alanları, görünürde askeri tesis yok. Kayıtlar bunun hatalı yaylım ateşi değil, kasıtlı bir yıkım olduğunu kanıtlıyor. Böyle bir suç için uluslararası bir mahkeme kurulacak. Bu, tüm uluslararası sözleşmelerin ihlalidir” dedi.
Zelenskiy konuşmasının devamında, “Dünyada hiç kimse barışçıl Ukraynalıların katledilmesinden dolayı seni affetmeyecek. Burası Ukrayna, burası Avrupa, yıl 2022. Roketler, bombalar ve toplarla donanmış kötülük bir an önce durdurulmalı” şeklinde konuştu.
Rusya’nın bu şartlarda Birleşmiş Milletler üyesi olamayacağını savunan Zelenskiy, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘ndeki daimi üyeliğinden de çıkarılması gerektiğini söyledi. Zelenskiy ayrıca diğer ülkelere hava sahaları, limanları ve kanalları Rus uçaklarına ve gemilerine kapatmak gibi yaptırımlar önerdi.
Ukraynalı lider ayrıca Rusya’nın enerji kaynaklarının ihracatından yüz milyarlarca dolar kazanmaması gerektiğini ifade etti. Zelenskiy, Rus birliklerinin elektrik üretim tesislerini kapatarak kenti elektriksiz bırakmak istediklerini, sürekli yolladıkları yüzlerce sabotajcıyı etkisiz hale getiridiklerini de açıkladı.
Fotoğraf: Reuters
Ukrayna’nın doğusunda, ayrılıkçıların kontrolündeki Donetsk bölgesinde yetkililer, Ukrayna’nın top atışları nedeniyle sivillerin öldüğünü açıkladı.
Donetsk’in Horlivka kasabasında Pazartesi günü, top atışı sonucu iki öğretmen hayatını kaybederken, Ohtırka kentindeki Rus bombardımanı sonucu 70 Ukrayna askerinin hayatını kaybettiği belirtildi.
Fotoğraf: Reuters
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de erken saatlerde yaptığı açıklamada, “hem iddia edilen savaş suçları hem de insanlığa karşı suçların işlendiğine inanmak için makul bir temel olduğunu” belirterek Ukrayna’daki savaşla ilgili soruşturma başlatacağını söyledi. Af Örgütü, Rusya‘nın 25 Şubat’tabiri çocuk üç kişinin öldürdüğünü, bir diğer çocuğun ise yaralandığını açıklamış, saldırının “savaş suçu” kapsamına alınabileceğinibelirtmişti.
Birleşmiş Milletler, Rusya’nın işgali sonrasında Ukrayna’dan kaçanların sayısının yarım milyonu aştığını açıkladı.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Ukrayna’da Covid-19 ve diğer kritik hastalıkları olanlarve yaralıların ihtiyacı olan oksijen tüpü kaynaklarının çok azaldığını açıkladı, acil gönderileri Polonya üzerinden almak için çalıştıklarını belirtti.
Pentagon: Rus ordularının yüzde 75’i Ukrayna’ya girdi
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) yetkilisi dün yaptığı açıklamada Rusya’nın Ukrayna sınır bölgesinde topladığı birliklerin yaklaşık yüzde 75’inin ülkeye girdiğini söyleyerek “Pazar akşamından Pazartesi akşamına kadar Rusya’nın Kiev cephesinde beş kilometre civarında ilerledi ve kente 25 kilometre kadar yaklaştı” dedi.
Yetkili, Rus ordusunun lojistik sorunlar ve Ukrayna ordusunun sert direnişi nedeniyle planladığı şekilde ilerleyemediğini belirtti ve Ukrayna’nın Kiev’e giden bir köprüyü yıktığını ve Rus güçlerinin yakıtının tükenmesinin ilerleyişi kısmen yavaşlattığını söyledi. Belarus ordusunun da henüz Rusya’ya destek olmak için Ukrayna’ya girmediğini açıklayan yetkili, “Rusya halen Ukrayna hava sahasında üstünlüğü elde edemedi. Kiev’i alamadıklarında oluşacak öfkeyle Rusların daha saldırganlaşmasından endişe ediyoruz” açıklamasını da yaptı.
ABD Savunma Bakanlığı dün yaptığı açıklamada Ukrayna üzerinde uçuşa yasak bölge ilan edemeyeceklerini, böylesi bir adımın NATO’yu Rusya ile karşı karşıya getireceğini duyurmuştu.
Tyler Hicks- New York Times
Avrupa Birliği ülkelerinden Ukrayna’ya savaş mühimmatı gönderilmeye devam ediyor. Avustralya Ukrayna’ya 50 milyon dolar değerinde silah yardımında bulunacağını açıklarken, Almanya da Baltık Denizi’ne Tornado tipi savaş uçakları ve bir gözetleme uçağı gönderdiğini aktarmıştı.
Ukrayna’da halk molotof kokteylleri hazırlayarak kendini savunmaya çalışıyor. Ukrayna Savunma Bakanlığı, halka molotof kokteyli atarken kullanmaları için Rus zırhlı araçlarının zayıf noktalarını gösteren bir paylaşım yaptı. Daha önce, Rusya’ya karşı savaşmak için Ukrayna’ya gidecek yabancılardan vize istenmeyeceğini açıklanmıştı.
SakaryaHendek’te Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası’nda 3 Temmuz 2020 tarihinde yedi işçinin hayatını kaybettiği, 128 kişinin de yaralandığı patlamaya ilişkin davada karar açıklandı.
Dün gerçekleştirilen davanın 8. duruşmasında 7 sanık hakkında “Bilinçli taksirle birden çok ölüme ve yaralanmaya neden olma” suçlarından indirim de uygulayarak 6 yıl ila 16 yıl 3 ay arasında değişen oranlarda hapis cezası verildi. Sanıklar ek savunmalarında patlamayla ilgili “sabotaj” iddialarını yinelediler ve beraatlarını talep ettiler. Mağdur yakınları ve avukatlar da bir kez daha hükmün ‘olası kast’ üzerine kurulmasını talep etti.
Dava ile ilgili kararını açıklayan mahkeme; ‘olası kast‘la değil, ‘bilinçli taksirle birden çok ölüme ve yaralanmaya neden olma’ suçlarından ceza verdi. Mahkeme, verdiği cezalarda da çeşitli oranlarda indirim uyguladı. Buna göre, fabrikanın sahiplerinden Yaşar Coşkun ve Ali Rıza Ergenç Coşkun 16 yıl 3 ay, Hasan Ali Velioğlu 12 yıl 6 ay, diğer sanıklar Asiye Angın, Erşan Öztürk ve Ahmet Çağrıcı da 6 yıl 8 ay hapse mahkûm edildi.
Fabrika sahibi tahliye edildi
ANKA Haber Ajansı’nın aktardığına göre; fabrika sahiplerinden Hasan Ali Velioğlu’nun tutuklu kaldığı süre göz önüne alınarak tahliyesine karar verildi. Dava kapsamında sadece fabrika sahiplerinden Yaşar Coşkun tutuklu kaldı. Aileler ve mağdur avukatları karara tepki gösterdi.
Fabrika sahipleri Yaşar Coşkun ile Hasan Ali Velioğlu’nun da aralarında bulunduğu 7 sanık hakkında ‘bilinçli taksirle birden çok ölüme ve yaralanmaya neden olma’ suçlamasıyla Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmış, sanıklara savunma hakkı tanınmıştı. Dünkü duruşmada sanıklar ‘olası kastla insan öldürme’ ve ‘yaralanmaya neden olma’ suçları kapsamında ek savunma yaptı.
Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce yapılan duruşma öncesi mağdur yakınları ve avukatları açıklama yaptı. Duruşma çevresinde kolluk kuvvetlerince geniş güvenlik önlemi aldı.
Ne olmuştu?
Sakarya Hendek’te 15 dönüm üzerine kurulu havai fişek fabrikasında 3 Temmuz 2020’de saat bir patlama yaşanmış, patlama çevre şehirlerden de hissedilmişti. Faciada yedi kişi hayatını kaybetmiş, 127 kişi de yaralanmıştı.
Patlamaya ilişkin daha sonra gözaltına alınan aralarında fabrika sahibinin de bulunduğu beş kişi tutuklanmıştı.
İddianamede, sanıkların “bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma” suçundan iki yıl sekizr aydan 22 yıl 6’şar aya kadar hapisle cezalandırılması talep edilmişti.
Cumhuriyet savcısı, 6 Ekim 2021’de, sanıkların görev ve sorumluluklarına işaret ederek cezalandırılmaları yönünde görüş bildirmişti. Mütalaada; Ali Rıza Ergenç Coşkun ve Yaşar Coşkun‘un “olayın meydana gelmesinde ihmal ve kusurlarının bulunduğu”, sanık Hasan Ali Velioğlu‘nun resmi olarak fabrika müdürü olmasa da fabrikada fiilen bu sıfatla görev yaptığı, sanık Erşan Öztürk‘ün fabrikada yetki ve söz sahibi olduğu, sanık Asiye Angın ve katılan sanık Ahmet Çağırıcı‘nın işveren vekili sıfatıyla olayın meydana gelmesinde ihmal ve kusurlarının olduğu; sanık Aslı Bozkurt‘un ihmal ve kusurunun bulunduğu iddia edilmişti. Sanıklar hakkında iki yıl sekizer aydan 22 yıl altışar aya kadar hapis cezası istenmişti.
Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ’nin (YK Enerji) Muğla Milas’taki iki termik santraline kömür sağlamak amacıyla genişletilmek istenen kömür madeni sahasının İkizköy Mahallesi’ndeki Akbelen Ormanı‘nı yok etmemesi için hukuki mücadele devam ederken bugün maden yönetmeliğinde değişiklik yapıldı. Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelikle birlikte tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlarında madencilik faaliyetlerinin önü açıldı.
Yönetmelik “zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine” Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından izin verilebilmesini sağlıyor. İkizköylüler karara şöyle itiraz ediyor:
— Akbelen Yuvamız Vermeyeceğiz 🌱🫒🌲 (@ikizkoydireniyo) March 1, 2022
‘Madenler için zeytinlikler taşınabilir’ kararı
İkizköylüler ise hukuk mücadelesini sürdürüyor. Nisan 2021’de şirkete Akbelen Ormanı’nda maden işletme izni veren Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli imzalı kararın iptali için açılan dava devam ediyor. Davanın tekrarlanan bilirkişi keşfi bugün saat 10.00’da İkizköy’de gerçekleştirilecek. Yöre halkı kamuoyunu Akbelen Ormanı’nı korumaya, İkizköy’e çağırırken; yönetmeliklerde zeytinliklerin taşınmasını, orman alanının maden ocağı için görmezden gelinmesini sağlayan değişiklikler yapılıyor.
Resmi Gazete’de yayınlanan ‘Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’ şöyle:
“Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla Genel Müdürlük tarafından belirlenen çalışma takvimi içerisinde zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir.”
Bakanlık zeytin sahasının taşınması için izin verdi
Söz konusu yönetmelikte zeytin sahasının taşınmasının mümkün olmadığı durumlarda da madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetler bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getirmesinin zorunlu tutulduğu belirtiliyor. Ancak söz konusu değişikliğe ilişkin olarak İkizköy Çevre Komitesi “Zeytinciliğin ıslahı ve yabanilerinin aşılattırılması hakkında kanun kapsamında maden, enerji, ve benzeri hiçbir zeytincilik dışı faaliyete izin verilemez. Bu daha önce de defalarca denendi ve kamuoyunun yoğun baskısı ile geri çekilmek zorunda kaldı. YK Enerji AŞ’ye verilmek istenen alanda, ormanla içiçe geçmiş en az 100-150 dönümlük zeytinlik alan var. Akbelen Ormanını çevreleyen 1500 dönüm de zeytinlik var” diyerek tepkilerini ortaya koydu.
Madde madde gerçekler
Daha önce söz konusu alana maden şirketi genel müdürü tarafından 22 bin zeytin ağacı dikildiği iddia edilmişti. Bilirkişi heyetinden bir kişinin Covid-19’a yakalanması nedeniyle 8 Şubat’ta yapılacak bilirkişi keşfi, bugüne ertelenmişti. İkizköylüler’in şirket yöneticilerine ilişkin açıklaması da şöyle:
“22 bin zeytin ağacı diktiklerini iddia eden YK Genel Müdürü şunları gizliyor:
Şirket tarafından dikildiği iddia edilen 22 bin zeytin ağacı, özelleştirme öncesi TKİ tarafından dikilmiştir (Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu 2012 Yılı Faaliyet Raporu).
Şirketin 2017 yılında kamulaştırma yoluyla ele geçirdiği İkizköy Işıkdere mevkiinde 20 bin zeytin ağacı kömür madeni için yok edilmiştir. Kamulaştırma sonrası ne kadarlık bir ormanlık alanda kaç ağacın yok edildiği bilinmemektedir.
Şirket, hâlihazırda en az 35 bin zeytin ağacının bulunduğu İkizköy, Çamköy ve Karacahisar mahallelerinde toplam 3 bin dönümlük zeytinlik ve tarım arazisini satın alarak ya da kamulaştırarak maden sahası açmak istemektedir.
Şirket, hâlihazırda 780 dönümlük yaşlı ve doğal bir kızılçam ormanı olan Akbelen Ormanı’nı yok ederek maden sahası açmak istemektedir.
Yok edilen ağaçların yanı sıra dikkat edilmesi gereken tüm orman ekosisteminin madencilik için ortadan kaldırılacağı gerçeğidir. Geçen ay yayınlanan bir bilimsel rapora göre; Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri, 1986’dan beri 35 bin 195 kişinin ölümüne yol açtı.
36 yılda bu santrallerin yol açtığı toplam sağlık maliyeti, 768,45 milyar TL. Bu iki santralin yılda kazandığı 200 milyon TL için öldürdüğü, hasta ettiği insanlar nedeniyle devletin sırtındaki sağlık harcaması kamburu, yılda 20 milyar TL’dir. Kömürün bedelini biz yaşamımızla, devletse termiklerin neden olduğu sağlık harcamaları nedeniyle bütçe açığıyla ödüyor.
Ne olmuştu?
Akbelen Ormanı’ın 740 dönümlük bölümündeki ağaçlar, Limak Holding ve İÇTAŞ ortalığıyla kurulan YK Enerji tarafından işletilen Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerine linyit sağlayacak maden ocağı açmak için kesilmek isteniyor. Şirketin bunun için gerekli izinleri de almış ve ocak ÇED Yönetmeliği’nden muaf tutulmuştu ancak İkizköylüler, çevre aktivistleri ve hukukçular karara itiraz etti. Kesimleri önlemek için 22 Nisan’da başlatılan nöbetse halen sürüyor.
Geçen yaz, Türkiye‘nin Ege ve Akdeniz sahilleri başta olmak üzere pek çok bölgesinde çıkan yangınlardan etkilenen Muğla‘da, bölge halkı yangınlara müdaha ederken, şirket tarafından yangın bahanesiyle 105 ağaç kesilmiş; İkizköy halkının direnmesi üzerine jandarma sert müdahalede bulunmuştu.
Maden ocağına karşı, KARDOK Derneği‘nin açtığı davalarda Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi ve Muğla 1’inci İdare Mahkemesiyürütmeyi durdurma kararı verdi. Muğla Valiliği de kömür taşıma bandının yapımını durdurdu. Bölgede ilk yapılan keşifte hakimin avukatlara hakaret etmesi nedeniyle avukatlar Arif Ali Cangı, İsmail Hakkı Atal ve Şiar Rişvanoğlu reddi hakim başvurusunda bulunmuştu.
Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgali bugün altıncı gününde. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin kararıyla başlayan savaşta Rusya, kuzeyde Kiev, kuzeydoğuda Kharkiv ve güneyde Kherson olmak üzere üç şehre saldırı hatları kurdu. AB, ABD ve müttefikleri, bazı belirlenmiş Rus bankalarını uluslararası ödeme sistemi SWIFT‘ten çıkarmak konusunda anlaştı. 15’ten fazla ülke Ukrayna’ya tanksavar, silah ve askeri yardım göndereceğini duyururken, birçok ülke de hava sahasını Rus uçaklarına kapattı. Putin, ülkesine yönelik ağır yaptırımlar ve “NATO ülkelerinden gelen saldırgan açıklamaların ardından orduya, nükleer caydırıcı güçleri yüksek alarma geçirme emri” verdiğini açıkladı. Rusya ve Ukrayna dün müzakere toplantısı yaptı. Toplantı sırasında Ukrayna’daki Rus birliklerinin saldırıları durmadı.