Ana Sayfa Blog Sayfa 958

TÜİK’ten şubat ayı işsizlik rakamları: Genç işsizlik yüzde 20’yi geçti

Buna göre, 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2022 yılı şubat ayında bir önceki aya göre 178 bin kişi azalarak 3 milyon 579 bin kişi oldu.

İşsizlik oranı ise 0,5 puanlık azalış ile yüzde 10,7 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 9,3 iken kadınlarda ise yüzde 13,4 olarak tahmin edildi.

TÜİK verilerine göre, istihdam edilenlerin sayısı 2022 yılı şubat ayında bir önceki aya göre 90 bin kişi artarak 30 milyon 6 bin kişi, istihdam oranı ise değişim göstermeyerek yüzde 46,6 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 64,0 iken kadınlarda yüzde 29,6 olarak gerçekleşti.

İşgücü 2022 yılı şubat ayında bir önceki aya göre 87 bin kişi azalarak 33 milyon 585 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,2 puanlık azalış ile yüzde 52,2 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 70,6, kadınlarda ise yüzde 34,2 oldu.

Genç işsizliği yüzde 20,7

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 0,6 puanlık azalış ile yüzde 20,7 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 17,7, kadınlarda ise yüzde 26,5 olarak tahmin edildi.

İstihdam edilenlerden referans döneminde işbaşında olanların, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi 2022 yılı şubat ayında bir önceki aya göre 0,3 saat artarak 45,6 saat olarak gerçekleşti.

Geniş tanımlı işsizlik yüzde 21,8

Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı 2022 yılı şubat ayında bir önceki aya göre 0,9 puan azalarak yüzde 21,8 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 14,7 iken potansiyel işgücü ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 18,1 olarak tahmin edildi.

Sosyal medyada tepkiler: İşsiz demeyelim de…

Sosyal medya kullanıcıları ise TÜİK’in yayımladığı rakamları inandırıcı bulmadı.

Cari açık büyüyor

Merkez Bankası da Şubat’ın Ödemeler Dengesi İstatistikleri’ni yayımladı. Buna göre cari işlemler açığı Şubat’ta geçen yılın aynı ayına kıyasla 2 milyar 707 milyon dolar arttı ve 5 milyar 154 milyon dolar düzeyinde gerçekleşti. Bunun sonucunda da 12 aylık cari işlemler açığı 21 milyar 845 milyon dolara yükseldi.

Geçen yılın Şubat ayında 624 milyon dolar olan altın ve enerji hariç cari işlemler fazlası, bu yılın aynı döneminde 2 milyar 167 milyon dolar düzeyinde gerçekleşti. Aynı dönemde hizmetler dengesi kaynaklı net girişler de 874 milyon dolar artarak 1 milyar 608 milyon dolara yükseldi.

Şubat’ta doğrudan yatırımlar kaynaklı 4 milyon dolarlık giriş kaydedilirken, portföy yatırımları kaynaklı 765 milyon dolarlık net çıkış gerçekleşti.

Bankaların varlıkları arttı

Yurtiçi bankaların yurt dışı muhabirlerindeki efektif ve mevduat varlıkları 2 milyar 180 milyon dolar net artış kaydetti. Yurtdışı bankaların yurtiçindeki mevduatları, yabancı para cinsinden 495 milyon dolar ve Türk lirası cinsinden 1 milyar 981 milyon dolar olmak üzere toplam net 2 milyar 476 milyon dolar arttı.

Resmi rezervler de Şubat’ta net 2 milyar 218 milyon dolar azaldı. Net hata noksanda ise 511 milyon dolarlık çıkış yaşandı. Şubat ayında dış ticaret açığı da  bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 135,5 artarak 3 milyar 347 milyon dolardan, 7 milyar 881 milyon dolara çıkmıştı.

 

Berlin’in ödüllü filmleri, 25. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde

Ankara’da düzenlenen 25. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 26 Mayıs – 5 Haziran tarihlerinde dünyanın dört bir yanından kadın sinemacıların filmlerini izleyiciyle buluşturacak.

Bu yıl festival kapsamında gösterilecek filmler arasında Berlinale‘in ödüllü filmleri de alıyor.

Gösterilecek filmlerden biri Berlin Film Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı’yı kazanan Carla Simón imzalı Alcarràs.

Katalan yönetmen Carla Simón, Alcarràs’ta Katalonya’da tarımla uğraşan geniş bir ailenin toprak sahibinin meyve bahçelerini satmak istemesi üzerinde yaşadığı krizi konu alıyor. Ekoloji ve sermaye ilişkilerini ailenin üç neslinin mensupları üzerinden işleyen film, bu yılın eleştirmenler tarafından en çok beğenilen yapımları arasında bulunuyor. Alcarràs, Ankara’da ilk kez Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde izleyiciyle buluşacak.

Uçan Süpürge’nin programında yer alan Berlinale’den ödülle dönen diğer bir film ise Natalia López’in yönettiği Jüri Özel Ödüllü Robe of Gems. Meksikalı yönetmen Natalia López’e ilk filmiyle Gümüş Ayı kazandıran Robe of Gems, Meksika’da kırsala ailesiyle taşınan Isabel’in burada tanıştığı iki kadın ile suç, kayıplar ve uyuşturucu trafiğinin ördüğü şiddet sarmalını fark etmesi üzerinden ilerliyor.

Film, Guardian tarafından “Göz kamaştırıcı ustalıkla çekilmiş bir ilk film” olarak nitelendirildi. Robe of Gems’in Ankara prömiyeri Uçan Süpürge’de yapılacak.

Geçen yıl Tokyo Film Festivali’nden En İyi Film Ödülü ile dönen Kosova yapımı Vera Dreams of the Sea, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde yaptı.

Kaltrina Krasniqi’nin ilk uzun metrajlı kurmaca filmi olan Vera Dreams of the Sea, orta yaşlı tercüman Vera’nın eşinin ölümünden sonra aile sırlarını keşfetmesini konu alan bir dram. Cinsiyet rollerine aile üzerinden bakan film, Türkiye’de ilk kez Uçan Süpürge seçkisinde izleyiciyle buluşacak.

ABD’li sinemacı Nina Menkes’in bu yıl dünya prömiyerini yaptığı, Sundance Film Festivali’nde tartışma yaratan belgeseli Brainwashed: Sex-Camera-Power, gündelik film izleme deneyiminin erkek bakışıyla şekillendiğini ifade ediyor.

Film, sinema dilinin cinsiyet ayrımcılığını 1896-2020 arasında çekilmiş 80 filmden bölümlerle ortaya koymasının yanı sıra Eliza Hittman ve Catherine Hardwicke’in de aralarında olduğu önemli sinemacıların görüşlerine de yer veriyor.

Fransa’da dejavu: Macron ve Le Pen ikinci turda

Fransa‘da cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Birinci turda ilk sonuçlara göre Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron oyların yüzde 27,6’sını, aşırı sağcı rakibi Marine Le Pen ise yüzde 23,4’ünü aldı. İki aday 24 Nisan’da ikinci turda karşı karşıya gelecek.

Macron ve Le Pen 2017’de de seçimin ikinci turunda karşı karşıya gelmişti. Macron, ikinci turda oyların yüzde 66’sını alarak Fransa Cumhurbaşkanı seçilmişti.

BBC‘nin aktardığına göre, bu kez seçimin ikinci turunun daha çekişmeli geçmesi bekleniyor. IFOP-Fiducial şirketinin TF1 televizyonu için yaptığı kamuoyu araştırması, ikinci turda seçimin başa baş geçeceğini gösteriyor. Araştırmaya göre ikinci turda oyların Macron yüzde 51’ini, Le Pen ise yüzde 49’unu alacak.

İlk turda solcu Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi‘nin adayı Jean-Luc Mélenchon oyların yaklaşık yüzde 21,9’unu alarak üçüncü sırada yer aldı. Bir diğer aşırı sağcı aday Eric Zemmour‘un oy oranı yüzde 7’de kalırken, muhafazakar aday Valerie Pecresse oyların sadece yüzde 4,8’ini alabildi. Sosyalist Parti’nin adayı Anne Hidalgo‘nun oy oranı yüzde 1,7’de kaldı.

Yeşiller’in adayı Yannick Jadot ise beklenenin üzerinde bir performans sergileyerek oyların yüzde 4,6’sını aldı.

Seçimlere katılım oranı ise yüzde 74 oldu. Seçmenlerin yüzde 26’sı ise sandık başına gitmedi. Bu da Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimleri için bir rekor.

Macron: Popülizm ve yabancı düşmanlığı Fransa değil

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ilk turda kendisine oy veren seçmenlere ve ikinci turda kendisine destek verilmesi için çağrıda bulunan rakiplerine teşekkür etti. Emmanuel Macron, seçmenlere, aşırı sağın iktidara gelmesini engellemek için ikinci turda kendisine oy vermeleri çağrısı yaptı.

Macron, “Daha hiçbir şey bitmedi. Popülist söyleme ve yabancı düşmanlığına teslimiyet…Bu, Fransa değil” dedi. 

Le Pen: Fransa’ya çekidüzen vereceğim

Marine Le Pen ise ilk tur sonuçlarının netleşmesi sonrası yaptığı açıklamada, Macron’a oy vermeyen herkese, ikinci turda kendisine oy vermeleri çağrısı yaptı. Seçilirse “Tüm Fransız halkının cumhurbaşkanı” olacağını vurgulayan Le Pen, “5 yıl içinde Fransa’ya çekidüzen vereceğini” söyledi.

İlk turda elenen Jean-Luc Mélenchon, Valerie Pecresse, Anne Hidalgo ve Yannick Jadot ile Komünist Parti‘nin adayı Fabien Roussel, seçmenlerine ikinci turda Macron’a oy vermeleri çağrısı yaptı. Dört adayın toplam oy oranı yaklaşık yüzde 33. Aşırı sağcı Eric Zemmour ise beklendiği gibi  ikinci turda Le Pen’e oy verilmesini istedi.

Fransa’da anketlere göre Rusya-Ukrayna Savaşı dışında seçimi etkileyecek en önemli konular ekonomi, göç ve güvenlik.

Açık Radyo Dinleyici Destek Özel Yayını’nın 19’uncusu başladı

Kurulduğundan bu yana herhangi bir sermaye grubuna bağlı olmadan kamusal yayınını sürdüren Açık Radyo‘nun 19. Radyo Günleri, 17 Nisan Pazar günü başlayarak dokuz gün boyunca, Açık Radyo programcıları ve özel konuklarıyla online olarak gerçekleşecek.

Olağan akışını Radyo Şenliği için her yıl dokuz günlüğüne değiştiren Açık Radyo, Dinleyici Destek Özel Yayını için bu ‘müşterek’ alana kültür, sanat dünyası ve ‘kadim’ dinleyicilerinden konuklar alıyor, bazen de onları programcı koltuğuna oturtuyor.

Destek Özel Yayını’ndaki amaç, kurucuların ve neredeyse tümü gönüllü olan programcıların kolektif çabasının, dinleyicinin katılımı ile tamamlanması. Yani, birkaç bin dinleyicinin, her yıl tekrarlanan sürekli maddi katkısı ve fikri katılımı ile, bir müşterek örneği olan radyonun sürdürülebilir, kalıcı bir mecra olması hedefine ulaşmak ve bu sayede, canlılar alemini tehdit edecek boyutlara varan dev krizlere karşı durmak, sosyal hareket yaratmak ve sosyal normu değiştirmek için gerekli olan farkındalığa katkıda bulunmak.

Bu kapsamda dinleyiciler, seçtikleri programın istedikleri bir saatine destek (sponsorluk) verebilecek. Birden fazla program, ya da aynı programın birden fazla saati de desteklenebilecek.

Dinleyiciler, isterlerse taksitlendirerek, kredi kartıyla telefondan, internet üzerinden veya banka havalesi ile desteklerini gerçekleştirebiliyor. Yarım saatlik bir programa 200 lira, bir saatlik bir programa da 350 lira ile destek olunabiliyor. Seçilen program yayınlandığında destekçisinin adı programın başında ve sonunda anılıyor.

Bu seneki destek özel yayını için Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra’nın Açık Radyo dostlarına yazdığı mektubu ise şöyle:

“Şaka gibi! Neredeyse 27 yıldan beri biricik “müşterek”imiz yani ortak varlığımız olarak varlığını sürdüren bu tuhaf radyoyu 1995 senesinde, yayına geçmesine daha aylar varken şöyle tarif etmişiz:

“Büyük para ve güç odaklarının sahipliği altında boğulan bir medya ortamında, Türkiye’nin –ve belki de dünyanın– ender bağımsız yayın organlarından biri …”

Şimdi sizlere bu mektubu yazdığımız tarih: 1 Nisan 2022. Şaka gibi değil mi? 27 yıl sonra o odaklar her yanımızda hepimizin üstüne daha da “çökmüş” halde! Haber, bilgi ve yorumlarını on yıllardır dinleyicimizle paylaşmaya – ya da eşsiz muhalif entelektüel müteveffa Aydın Engin gibi söylersek “bölüşme”ye – çalıştığımız Common Dreams (Müşterek Rüyalar) mecrası da “Yeter Artık!” diye başlıyor:

“Nüfusun %1’i, şirketler medyasının hem sahibi hem de yöneteni durumunda. Bu yüzde 1, statükoyu savunmak, muhalif sesleri bastırmak, zengin ve kudretlileri korumak için elinden geleni ardına koymuyor […] Bizse, %99 için önem taşıyan haber ve bilgileri veriyoruz. Misyonumuz? Bilgi ve esin verebilmek. Ortak yarara hizmet edecek değişimi ateşlemek… Peki nasıl? “Kâr amacı gütmeden, bağımsız, okur-destekli, okuması, yeniden yayınlaması, bölüşmesi parasız…”

Bu paylaşımcı davranış biçiminin bir diğer parlak örneği de DemocracyNow! (Demokrasi, Şimdi!) adlı ünlü muhalif radyo/TV yayınından geliyor. Bizden bir yaş küçük olan (doğ.1996) DN! yayınlarını, bildiğiniz gibi, 10 küsur yıldır hafta içi her sabah sizlerle bölüşmekteyiz. İşte ondan bir “müşterek” tarifi:

“… Her biri kendi adına konuşan bağımsız sesler büyük bir çeşitlilik içinde, dünyada olup bitenler üzerine benzersiz ve kimi zaman kışkırtıcı perspektifler getirirler kulağınıza. DN! izleyicisinin desteğine dayanır: bu da demektir ki bizim editoryal bağımsızlığımız şirketlerin ya da devletin menfaatleri ile asla gölgelenmez…”

Açık Radyo olarak biz de “Neyi Hedefliyoruz?” diye sormuştuk o unutulmaz 1995 yazında:

“Özel değil, özgür/ tüm çıkar gruplarından bağımsız/ ortak çabamızın ürünü/ kuruluşu – işleyişi – yayınları açısından demokratik/ temel hakları savunan/ çok kültürlülüğü ele alan, … müzik-haber-kişilik açısından benzersiz bir ses’e sahip, uluslararası kültür aleminin ayrılmaz bir parçası olmayı hedefleyen … kaliteli ve heyecan verici bir mecra olmak.”

İşte bunu olmaya çalıştık: Sessizlerin sesi olmayı, “Söylemi ile eylemi bir” olmayı. Bir diğer eşsiz muhalif entelektüel Hrant Dink’in tam 17 sene önce radyomuzda büyük bir belagatle dile getirdiği “etik-estetik bütünlüğü”nü kurmayı… Bunları bugün bir ölçüde başardığımızı söyleyebiliriz belki.

Peki nasıl? Siz programcılarımızın yıllar yılı büyük özveri ve enerjiyle sürdürdüğü kolektif gayreti ve bunu içselleştiren dinleyicilerimizin 17 yıldır kesintisiz devam eden maddî desteği sayesinde… Evet şaka gibi! Ama değil işte. 17 yıldır, ağırlıklı olarak dinleyici desteği ile ayaktayız.

Geçen ay Dünya Radyo Günü vesilesiyle kendimize yeniden hatırlattığımız “misyon”u bir daha anarak bitirelim isterseniz.

“Misyonumuz … Dünyanın en acil ve önemli siyasal, sosyal, etik ve estetik meselelerinde sürekli bu ilke ve değerlere bağlı yayın yaparak ortak yarar adına değişim yaratmak…”

Dinleyicilerimizden destek talebimiz elbette karşılıksız kalmayacaktır gene; bundan adımız gibi eminiz.

Sevgiler, saygılar, selamlar.”

Yeşil Havadis programının da yer aldığı Açık Radyo’ya program destekçisi olmak için acikradyo.com adresinden ‘Destek Olun’ düğmesini tıklayabilirsiniz.

Ege Üniversitesi öğrencileri vegan menü hakkını kazandı

Ege Üniversitesi öğrencilerinin aylardır çeşitli eylem ve kampanyalarla talep ettiği vegan menü istekleri sonunda yerine getirildi. Verilen onlarca dilekçenin ve change.org’da açılan imza kampanyasının ardından  öğrencilerin talebini kabul eden üniversite yönetimi, bugünden (11 Nisan)  itibaren 1,2 ve 3 Nolu yemekhanelerde vegan menü verileceğini açıkladı.

Rektör Prof. Dr. Necdet Budak, haberi Instagram hesabından şu sözlerle duyurdu: “Öğrenci odaklı yönetim anlayışımız çerçevesinde öğrencilerimizin talebini dikkate alarak kampüs yemekhanelerimizde vegan menü servisini başlattık. Öğrencilerimizin taleplerini hassasiyetle ele alıp çözüm üretmeye devam edeceğiz.”

Vegan öğrenciler de rektörlük binası önünde düzenledikleri basın açıklamasında ” 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 47’inci Maddesi’ne göre Ege Üniversitesi’nin öğrencilerin beslenme ihtiyacını en iyi şekilde karşılamakla yükümlü olduğuna” dikkat çekti.

Ege Üniversitesi’nin dışında vegan ve vejetaryen menü çıkaran diğer üniversiteler, İstanbul Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İTÜ, Yıldız Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, ODTÜ, Ankara Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi. 

Üniversitelerin vegan menülerinde et, süt ürünleri ve yumurta içermeyen yemekler bulunuyor.  Yemekler meyve, sebze, kepekli tahıllar, baklagiller kullanılarak hazırlanıyor.

Sırada Marmara Üniversitesi var

Marmara Üniversitesi öğrencileri de vegan müne çıkaran üniversitelere dahil olmak için bir imza kampanyası sürdürüyor. Öğrencilerin change.org’da devam eden imza kampanyasında şu ifadeler yer alıyor:

“Üniversitelerdeki yemekhanelerde sadece tek bir kesime dönük yemek çıkarmak hiç de adil değil! Ülke genelinde milyonlarca öğrencinin yemek yediği yemekhanelerde bu öğrencilerin hepsinin ‘etçil’ olduğunu düşünmek ne kadar da yanlıştır! Hayvansal ürün içerikli yiyecekler sadece et yiyebilenler içindir. Oysa vegan menüler tüm insanların yiyebileceği besinleri içerir. Hayvan etinden ve hayvanlardan elde edilenlerden yapılan yemekleri yemek istemeyen bizler vegan menü istemekteyiz.”

Sinop davası Danıştay’a gidiyor

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı meslek odaları, başta Sinop Nükleer Karşıtı Platform olmak üzere Sinop ve Samsun’dan çeşitli çevre örgütleri ve sivil toplum kuruluşları ile çok sayıda Sinoplu’nun açtığı Sinop İnceburun Mevkii’nde yapımı planlanan ‘Sinop Nükleer Güç Santrali’ (Sinop NGS) projesi hakkında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen ‘Çevresel Etki Değerlendirme Olumlu’ kararının iptali için açılan dava, otuz günlük inceleme süresi bile dolmadan Samsun 3. İdare Mahkemesi tarafından reddedildi.

Oysa başta TTB ve TMMOB bağlı meslek odaları tarafından Sinop Nükleer Güç Santrali için hazırlanan ÇED raporunu inceleyerek kapsamlı karşı raporlar hazırlamıştı. TTB Halk Sağlığı Kolu altı aya varan bir çalışma sonucu bakanlığın şaşırtıcı kısalıkta bir süre içinde olumlu kararı verilen ÇED raporunu sayfa sayfa incelemiş, bilimsel eleştirini raporlaştırmış ve bu raporunu da kitaplaştırarak mahkemeye sunmuştu. Otuz günde bile incelenip değerlendirilemeyecek ve üstelik değerlendirilmesi uzmanlık isteyen bu karşı bilimsel raporu, mahkeme heyeti on günden kısa sürede değerlendirip reddetti.

Nükleer santral kurulması planlanan alanın içinde Sarıkum Tabiat Koruma Alanı da bulunuyor.

Eğer rapora gerçekten bu ülkeyi, canlılarını, ekosistemini düşünerek bakabilselerdi, ÇED raporunun ne kadar yanıltıcı ve bilimsellikten uzak bilgilerle dolu olduğunu görebileceklerdi. Eğer o rapora daha yakından bakabilselerdi, Sinop NGS’nin kurulması için seçilen alanın içinde Bozburun Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Hamsilos Tabiat Parkı, Sarıkum Tabiat Koruma Alanı, Aksaz- Karagöl Sulak Alanı ile Sarıkum Sulak Alanı gibi hassas alanlar bulunduğunu görebileceklerdi. Yine TTB’nin bilimsel raporunu dikkatli olarak okusalardı; o ÇED raporunda 75 bin kişinin yaşadığı ve yaz aylarında bu nüfusun 300 bin kişiye ulaştığı bölge ile ilgili sağlık verilerinin önemli ölçüde eksik olduğunu, ÇED raporunda nükleer santralde çalışacak personel için verilecek sağlık hizmetleri konusunda bilgi bulunmadığını da görebileceklerdi.

ÇED’de iklim değişikliği riskleri, kazalar ve atık depolama da yok

ÇED raporunun eksikleri bununla da sınırlı değil; mevsimsel ve iklim ile ilgili özelliklerin ve küresel iklim krizi nedeniyle artan iklim afetlerinin nükleer santralin inşaatı ve işletmesi sırasında oluşturabileceği etkiler ile ilgili raporda ayrıntılı değerlendirme yapılmamış, atıklar için ara depolama ve son depolama aşaması için detaylı bilgiye de yer verilmemiş. Ayrıca ÇED raporunun en önemli eksiklerinden biri de kazalara yaklaşımı; nükleer santrallerle ilgili kaygıların en önemli nedeni de oluşabilecek kazalar ve bunların oluşturacağı çevre ve insan sağlığı üzerine yıkıcı etkileri: Raporda kazaların nadir görülen durumlar olduğu belirtilmekle birlikte son 35 yıl içerisinde nükleer kazalar için yapılan sınıflanmada en ağır sonuçları olan 7 seviyesinde iki kaza (Çernobil ve Fukuşima) oldu. Bu kazalarda yaşananlar sadece ortama yayılan radyoaktif maddelerin sorun oluşturmadığını gösterdi. Kaza sonrasında bu durumun yönetilmesi aşamasında insan eliyle alınan yanlış kararlar da ağır sonuçlara neden oldu. Ülkemizde şu anda yapılmakta olan Akkuyu Nükleer Santrali (Akdeniz’de) ve yapılması planlanan Sinop Nükleer Santrali’nde (Karadeniz’de) oluşabilecek bir kazanın hem ülkemiz hem de diğer ülkeler için sonuçlarının göz önünde bulundurulması şart.

İnşaatı süren Akkuyu NGS.

Ayrıca Sinop’a kuş uçumu 700 kilometre uzaklıkta süren Rusya-Ukrayna savaşı bilindiği gibi NGS ile ilgili başka bir tehlikeyi de gündeme taşıdı. Bu santrallerin ve/veya çevresindeki destek tesislerinin, nükleer atık depolama alanlarının silahlı gruplar tarafından kolayca vurulabileceği gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı. Bu tehdit savaşlarda çevre ve insan sağlığı üzerinde en az nükleer silahların kullanılması kadar ciddi sonuçlar ortaya çıkarabilecektir. Bu gelişme ilk günden beri ülkemizde nükleer güç santrallerinin kurulmasına karşı çıkan başta TTB olmak üzere tüm çevrelerin haklılığını bir kez daha ispatladı. Ayrıca Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar nedeniyle Akkuyu NGS inşaatında son günlerde yaşananlar da nükleer enerjinin Türkiye’yi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın iddiasının tam tersine enerji üretimi açısından ne kadar dışa bağımlı hale getirdiğini de ispatlıyor.

Samsun 3. İdare Mahkemesi’nin aldığı ÇED olumlu kararının iptaline ilişkin davanın reddi kararı davacılar tarafından Danıştay’a da taşınacak. Nükleer enerji ile ilgili yapılmış tüm bilimsel çalışmalar dikkate alınarak hazırlanan Sinop NGS’nin ÇED raporunun eleştirileri okunana ve NGS’nin insan ve çevre sağlığı açısından oluşturduğu büyük tehdit anlaşılana kadar bu mücadele sürecek.

Çünkü biz tüm canlılar için yaşamın sürdürülebilirliğini savunuyoruz.

 

Adalar’da Akdeniz foku mağarası tespit edildi

Marmara Denizi‘nde yapılan yeni bir keşif, nesli tehlike altındaki Akdeniz fokları için umut ışığı oldu. Deniz Yaşamını Koruma Derneği, Adalar halkının nesillerdir bölgede yaşayan foklarla ilgili anlattığı hikayeleri dikkate alarak bir çalışma başlattı. Çalışma sonucunda bölgede bulunan bir mağara, Akdeniz Koruma Derneği ile inceleme altına alındı ve buranın bir “fok mağarası” olduğu tespit edildi. Önümüzdeki günlerde kurulacak fotokapanlarla, bölgede bu türün yaşamı incelenecek.

Mağaranın yeri, Akdeniz foklarının hayatlarını tehlikeye atmamak için kamuoyuna açıklanmıyor.

Akdeniz fokları, Dünya Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından dünyada “nesli tehlike altında”, Akdeniz genelinde ise “kritik derece tehlike altında” olarak gösteriliyor.

AA‘ya konuşan Akdeniz Koruma Derneği Akdeniz Foku Program Koordinatörü ve Deniz Biyoloğu Ezgi Saydam, Akdeniz fokunun Türkiye kıyılarındaki önemli habitatları göz önünde bulundurulduğunda Marmara’nın önemli bir nokta olduğu ve 70’li yıllarda popülasyonu bu bölgede çok daha yüksekken, 90’lı yıllarda sayılarının azalmaya başladığı bilgisini verdi.

Fotoğraf: Arife Karakum/ AA

Dünyada 700’den az, Türkiye’de 100 birey kaldı

Bunun nedenini “habitat kaybı” olarak açıklayan Saydam, şöyle devam etti:

“Buna neden olan şey de kıyıda aşırı kentleşme ve aynı zamanda insan baskısı. Sayılarının azaldığını biliyoruz Marmara’da. Buna ek olarak aşırı su ürünleri avcılığı, besin kaynaklarındaki azalma ve deniz kirliliğinden bahsedilebilir. Ama hala Çanakkale Boğazı girişine yakın bölgelerde, Marmara Denizi’nde birkaç fokun varlığı bilinmekte. Akdeniz foklarının sayısı dünya genelinde 700’den az, Türkiye kıyılarında ise 100 kadarının yaşadığı bilinmekte. Dünya Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği kırmızı listesine göre Akdeniz fokları dünya genelinde ‘nesli tehlike altında’ Akdeniz genelinde ise ‘kritik derece tehlike altında’ olarak sınıflandırılan bir tür. Bu nedenle koruma çalışmaları önem taşıyor. Besin zincirinde üst basamaklarda olan yırtıcılardan biri olan Akdeniz foklarının varlığı, aslında denizel ekosisteminin sağlıklı olduğunun bir göstergesi. Marmara Denizi’nde bu nedenle Akdeniz fokunun varlığı önem taşımakta.”

‘Mağaraların konumlarını gizli tutuyoruz’ 

Tespit edilen mağaranın, 30 yıl öncesinde Akdeniz foku tarafından kullanıldığı bilgisine ulaştıklarını, gerekli izinler alındıktan sonra mağaraya fotokapan kamera yerleştirileceğini anlatan Saydam “Marmara’da başka mağaraların olduğu biliniyor, ancak bu mağaraların konumları hakkında net bir bilgi paylaşmamayı tercih ediyoruz. Çünkü tür üzerindeki tehditler düşünüldüğünde insan baskısı ve habitat kaybı en başta geliyor. Biz mağaralarının konumlarının bilgisinin gizli kalmasını tercih ediyoruz” dedi.

‘Akdeniz kökenli canlıların son barınma bölgesi’ 

Deniz Yaşamanı Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Volkan Narcı da bölgenin Akdeniz kökenli canlıların son barınma bölgesi olduğuna dikkati çekerek şöyle konuştu: “Burada eski Rum ve Türk balıkçıların ağ attığı, fokların olduğu ve balıkçıların foklarla yaşadığı maceralar anlatılır. Bölgenin koruma alanı ilan edilip hayalet ağlardan temizlenmesinden sonra bu kadim bilgilerin ışığında gitmeye başladık. Bu mağarayı böylece keşfetmiş olduk. Akdeniz Koruma Derneği ile buradaki verileri, bilgileri paylaştıktan sonra akademik anlamda buranın bir fok mağarası olduğu, gün yüzüne çıkmış oldu.”

Adalar’da yaşan ve çalışmalarda da yer alan Serço Ekşiyan ise çocukluk yaşlarından bu yana fok hikayeleri duyduğunu anlattı:

“Ben 1968-1969 yıllarında balıkçıların foklardan şikayetçi olduğuna şahidim. Hatta bir avcı arkadaşımızı kandırıp kurtulmaya çalıştıklarına şahit oldum, çocuktum, beni yanlarından kovdular. O zamandan beri hatırlıyorum. Su altı ile ilgilendiğim için daha sonra eski balıkçılardan öğrendiğimle mağaranın yerini aradım, buldum.”

Sinop Nükleer Santrali’ne verilen ‘ÇED Olumlu’ kararına karşı açılan dava reddedildi

Samsun 3’üncü İdare Mahkemesi, Sinop‘ta yapılması planlanan nükleer santrale Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu raporuna karşı açılan davanın reddine karar verdi.

Japonya‘nın vazgeçmesinin ardından EUAS International ICC şirketinin üstlendiği Sinop Nükleer Santrali Projesi’ne yöre halkının bütün itirazlarına rağmen ÇED olumlu raporu verilmiş, biri milletvekili 59 bireysel katılımcı ve Nükleer Karşıt Platform‘un yanı sıra Sinop ve Ayancık Belediye Başkanlığı ile EMO, ŞPO, JMO, Metalurji Mühendisleri Odası, TTB, KESK, Sinop Barosu, SNKPDER, ÇYDD, KENTSAV, Sinop ÇDD, Ayancık ÇKD karara karşı davacı olmuştu.

İlgili haber: Sinop Nükleer Santrali ÇED davasında itiraz dilekçeleri sunuldu: Sinop’u feda etmeyeceğiz

Dava kapsamında istenen bilirkişi raporunu hazırlayacak 15 kişilik heyet, 10 kilometreye uzanan alanın incelemesini bir buçuk saat gibi kısa bir sürede tamamlamış ve incelemeye yalnızca davalı taraf alınmıştı.

İlgili haber: Sinop NGS davasında ‘tanıdık’ heyetten yıldırım hızıyla bilirkişi incelemesi

Davacılar, Sinop Nükleer Güç Santrali projesine verilen  “Çevresel Etki Değerlendirme Olumlu” kararının, hukuksal ve bilimsel-teknik açıdan geçerli bir rapor olmadığı ve formalite icabı hazırlandığını belirterek;

  • yaşanacak bir kaza durumunda felakete yol açacağı,
  • kaza olmaması durumunda bile çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerinin yüksek olduğu,
  • Sinop Nükleer Güç Santralininen önemli çevresel zararlarından birinin de deniz ekosistemine vereceği zarar olduğu, dört ünite için günlük 27.993.600 metreküp deniz suyunun soğutmada kullanılacağı ve sonra denize bırakılacağı, bu
    suyun yaratacağı ısı farkının deniz ekosistemine ağır hasar vereceği,
  • yer seçiminin hatalı olduğu,
  • planlama ilkelerine aykırı davranıldığı, kamu yararı bulunmadığı, halkın görüşünün alınmadığı,
  • üretilen elektriğe yılda 4 milyar dolar ödeneceği, TEİAŞ’ın 2019 verilerine göre bu miktar elektriğin piyasadan 3,5 milyar dolara alınabileceği,
  • hukuka ve mevzuata aykırı olduğu

gerekçeleriyle iptalini ve öncelikle yürütülmesinin durdurulmasını talep etmişti.

Çevre ve Şehiriclik Bakanlığı, Enerji Üretim A.Ş, Nükleer Düzenleme Kurumu ve Elektrik Üretim A.Ş ise savunmasında, “Sinop Valiliği tarafından halka duyurulan projeye ilgili kurum ve kuruluşların olumlu görüş bildirdiği, Sinop Nükleer Güç Santraline ihtiyaç bulunmadığı iddiasının gerçeği yansıtmadığı, projenin çevresel etkilerinin mevzuatın gerektirdiği biçimde araştırılıp incelendiği, olası çevresel etkilerin en aza indirilmesi için gereken önlemlerin alındığı”nı belirtmişti.

İlgili haber: Sinop’a nükleer santral toplantısına STK temsilcileri alınmadı
İlgili haber: Sinop NGS, halka Sinop’u terk ettirme projesidir!

Mahkeme, nihai kararında, bilirkişi raporunun “Sinop NGS’nin, Türkiye’nin enerji ihtiyacının karşılanması, diğer alternatif enerji kaynakları ile karşılaştırılması, seçilen teknolojinin uygunluğu ve yeterliliği, alternatif teknolojiler arasındaki yeri, alternatifleri değerlendirmedeki yeterlilik, nükleer kazalar, nükleer santrallerin uluslararası denetim usul ve esasları hakkında genel uygulama çerçevesinde projenin uluslararası kriterlere uygunluğu bakımından, ÇED Raporunda uygun şekilde ele alındığının görüldüğü”nü belirterek, raporda yer alan eksiklik ve uyarılara rağmen davanın reddine karar verdi.

Davacılar kararı Danıştay’a taşıyarak temyize götürecek.

İlgili haber: Sinop nükleer santrali davasında TEMA Fukuşima’ya işaret etti: Tarih unutmaz
İlgili haber: Akkuyu’da Sinop’ta yargı kamu vicdanına karşı, tek çare dayanışma – Pınar Demircan

Ne olmuştu?

2013 yılının Mayıs ayında Japonya ve Türkiye hükümetleri arasında yapılan anlaşmaya göre başlatılan proje sürecinde Japon şirketinin  ÇED başvurusu yapılmadan önce projeden çekilmesi üzerine  EUAS International ICC Merkezi Jersey Adaları Türkiye Merkez Şubesi “proje üstlenicisi” yapılarak ÇED sürecine başlanmıştı.

ÇED süreci kapsamında gerçekleştirilmesi gereken halkın katılımı toplantısı Sinop halkının itirazlarına rağmen yapılmış sayılmış, 2019 yılının Aralık ayında Ankara’da yapılan değerlendirme toplantısına ise Sinop’tan katılan sivil toplum örgütleri alınmamıştı.

Buna mukabil halkın katılımı toplantısında Sinop Nükleer karşıtı Platform üyesi 17 kişiye dava açılmış, 4 Mart 2020 tarihinde davalıların beraatiyle sonuçlanmıştı.

ÇED Raporu ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 11 Eylül 2020 tarihinde onaylanmıştı.

İlgili haber: Sinop’ta nükleer santral davası: Nükleeri değil, yaşamı savun

Muhabirlerimiz Metin Yoksu ve Ruşen Takva, ÇGD’den ödüllerini aldı

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) tarafından verilen ‘2021 Yılın Başarılı Gazetecileri’ ödüllerinde, Hasankeyf haberiyle Yerel Medya Haber Ödülü’ne layık görülen Metin Yoksu ve Afgan göçüne ilişkin haberleriyle Rafet Genç Haber Ödülü‘nü kazanan Ruşen Takva, düzenlenen törende ödüllerini aldı.

Metin Yoksu ‘Suya gömülen Hasankeyf’ten sonrası: Elektriksiz, susuz derme çatma yaşamlar’ haberinde, Ilısu Barajı’nın yok ettiği köyleri gezerek, çadırlarda yaşayan insanlarla görüşmeler yapmış, fotoğraflar çekmiş ve tahribatın insani boyutta sürdüğünü gözler önüne sermişti.

Yerel Medya Haber Ödülü‘nü alan Yoksu, şu konuşmayı yaptı:

“Son yıllarda ne kadar tartışma konusu olursa da gazetecilik bir noktada usta çırak ilişkisi içerisinde ilerler. Çoğu zaman ustanızla yan yana gelemezsiniz. Benim de ustalarım var. Onlar hakikati yazdıkları için öldürülen failleri devlet tarafından saklanan gazeteciler.

İsimlerini saymak mümkün değil. Yüzlerce gazeteci hakikati yazdıkları için öldürüldü. Ben de burada hepimizin ismini bildiklerini sayacağım. Musa Anter, Uğur Mumcu ve Metin Göktepe, benim ustalarım. Onlardan kalan miras bana hakikati ortaya çıkarmak için güç veriyor. Hakikati ortaya çıkarırken de taraflı olmam gerektiğini fısıldıyorlar her masa başına geçtiğimde.

Benim tarafım şiddete uğrayan kadının, Kürdün, Ermeni‘nin yanı. Benim tarafım cinsel istismara uğrayan çocuğun yanı. Benim tarafım işkenceye uğrayan köylülerin yanı. Benim tarafim Dicle vadisinde katledilen börtünün böceğin yanı. Benim tarafim kepçelerle mezarları tahrip edilen Süryani halkının yanı.

Metin Yoksu

“Gazetecilik yaparken elbette ki hepiniz kadar korkuyorum. Bu topraklarda gazetecilik yaptığınızda iktidarın sopası hep tepenizde. Gözaltı ve tutuklanma hepimiz önünde sürekli duruyor. Bazen haberleri yazarken korkuyorum ama tam o esnada ustalarımın sesi yardımıma koşuyor.”

Ne mutlu ki hala korkusunu yenen birçok gazetecilik mecrası var ve bizler de gazetecilik yapabiliyoruz. Ödül aldığım haberimi yayımlayan Yeşil Gazete sayesinde, coğrafyamda yaşanan ekolojik yıkımları anlatma imkanı buluyorum.

Bu ödülü alarak en güzel cevabı vermiş olduk

Van başta olmak üzere Doğu Anadolu’dan haberler üreten gazeteci Ruşen Takva ise Afgan göçüne ilişkin haberleriyle Rafet Genç Haber Ödülü‘ne layık görüldü.

Ruşen Takva, Sınır boyunda insanlık dramı berdevam: Umuda yürüyenler
dosya haberinde Suriye ve Afganistan‘dan İran ve Irak üzerinden kaçak yollarla Türkiye‘ye giren mültecilerin yüzlerce kilometrelik yolculuklarına eşlik etmişti.

Ödülünü alan Takva‘nın sahnedeki konuşması şöyle oldu:

“Çok keyifli bir giriş oldu benim adıma. Az önce orada otururken de fark ettim, onlarca canlı yayına bağlandım böyle bir heyecan yaşamamıştım. Bu heyecanı yaşamak çok önemliydi, bunun için çok teşekkür ederim.

Haber ilk yayımlandığı zaman İçişleri Bakanlığı hiç şaşmaz bir şekilde, hep beklendiği şekilde haberi yalanlamayı tercih etmişti. Bununla birlikte yerelde aynı onun gibi düşünen, kendinden var ettiği gazeteciler de aynı onun gibi beni hedef göstererek haberi yalanlamaya gitmişti.

Fakat orada Bakanlık haberi doğruladı, bir ay sonra da Cumhurbaşkanlığı böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızı söyledi. Ben doğrulanmıştım ama bizi hedef gösterenler, halaaynı fikirde konuşmaya devam ettiler.

Peki bugün onlara ne oldu? Hala gazetecilik oynamaya devam ediyorlar. Ama biz bu ödülü alarak en güzel cevabı vermiş olduk.

Akabinde bize soruşturmalar, mahkemeler açıldı. Gerçi kısa süre içerisinde beraat ettik ama bu görüntüleri çekerken yanımda olan arkadaşım Şenol‘a, hukuki süreçte başımıza gelen her şeyde hem avukatlığımı hem yoldaşlığımı yapan sevgili Burcu‘ya ve bu kelimeleri tek tek dinleyecek olan anneme çok teşekkür ediyorum. ”

Çeşme Çevre Platformu, Altınkum Plajı’ndaki ‘beach club’ yıkımına karşı dava açmaya hazırlanıyor

Birinci derece SİT alanı olmasına rağmen Yeşilköylü Atık Yönetimi Madencilik Tic. Ltd. Şti’ne üç yıllığına ‘beach club’ için kiralanan İzmir‘in Çeşme ilçesine bağlı Altınkum Plajı‘nda doğa tahribatı sürüyor.

Altınkum Mahallesi Çavuşkuyu Mevkii kıyı kesiminde devam eden  projeye karşı Çeşme Çevre Platformu, dava hazırlığında olduğunu açıkladı.

Platform, açıklamasıda, “Çeşme markasını tüm Türkiye’ye ve dünyaya tanıtan, kumları gerçekten altın olan Altınkum Plajı, şu anda bir maden firması tarafından tamamen tahrip edilmekte. Çevreciler ve vatandaşların resmi makamlara yaptıkları tüm şikayetler havada kaldı” denildi.

Beach club için yüz yıllık ardıç ağaçlarının köklerinden sökülmüş, binlerce kum zambağının tahrip edimiş, eşsiz altınkum tepeciklerinin tamamen yok edilmiş olduğunun altını çizen Platform, “Dava açmak veya mahkemeyi kazanmak ne yazık ki yok edilen yaşam alanlarını, doğayı tekrar geri getirmiyor” ifadelerini kullandı.

Yumurtlama alanları yok edildi, trafolar kuruldu

Doğal SİT alanı olan ve kıyı kenar kanununa göre korunan bu alanda, denizin içine demir iskeleler kurulduğu, balık yumurtlama yuvalarının yok edildiği de vurgulandı.

İlgili haber: Çeşme’de asırlık ağaçları ‘beach club’ için kestiler

 

İnşaatçı firmanın Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan 6 metrekare portatif büfe, 21 metrekare teras, 4 metrekare de cankurtaran kabini dahil olmak üzere 1400 metrekare arazi kiraladığı, yıllık kira bedeli sadece 360 bin lira olan bu alanda büyük iş makinalarıyla 20 Bin metrekareye yakın bir alanın tamamen tahrip edildiği belirtilen açıklamada şunlar kaydedildi:

“Savcılık inceleme başlattı, belediye zarara ilişkin birçok tutanak tuttu, basın yüzlerce defa haber yaptı, video ve fotoğraf yayınladı; ancak Bakanlık hala CİMER üzerinden “orada tahribat yoktur” diye cevap verip, CİMER’e de yanlış bilgi veriyor.

İzmir 2. Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, “Vatandaş hayal görüyor, orada tahribat falan yok” tutumu içinde.”

İlgili haber: Çeşme Altınkum’da madencilik firmasına sahilde büfe izni

GEDİZ Elektrik firması tarafından alana getirilen beton elektrik direklerinin yaklaşık 300-400 kilovatlık elektriğe (2-3 fabrikaya yeter) işaret ettiği söylenen açıklamada, “Ne hikmet ise evlere bile doğru dürüst ceryan veremeyen GEDİZ Elektirik dağıtım firması, tek bir konutun bulunmadığı, tarım olmayan deniz kıyısı yere yüksek enerji çekiyor” denildi.

Çeşme’de konutlara elektrik veremiyor ama 6m2’lik meşrubat büfesi için bir ilçeye yetecek elektrik hattı ve trafo döşüyor.

Açıklamada Çeşme Çevre Platformu ve yöre halkı, Ocak 2022’den beri yaptığı hiçbir resmi toplu şikayete, Savcılığa suç duyurusuna ve Bakanlığa müracaatına sonuç alamadığını, tahribatın resmi makamların göz yumması ve desteğiyle son hızla devam ettiğini belirterek çok yakında karşı dava açacaklarını duyurdu.