Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

İklim eylemine ihanet mi?

0

İklim krizini durdurmak üzere yapılan uluslararası çabalar 1992 yılında başladı. Rio’da bir araya gelen ülkelerin temsilcileri, iklim krizinin tehlikeli olduğuna ve durdurulması gerektiğine karar verdiler. Ancak Rio’da temeli atılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) bir iyi niyet belgesiydi. Gelişmiş ülkelerin sera gazı salımlarını 1990 seviyesinin altına düşürmelerini öngörüyordu. Uluslararası arenada yaptırım gücü olacak bir anlaşma daha sonra senelik olarak toplanacak Taraflar Konferanslarına (COP) bırakılmıştı. “Olsun” denildi, “en azından sorunun varlığı kabul edildi ya, bu doğru yolda atılan bir adımdır.”

Kyoto

1997’de taraflar üçüncü kez Kyoto’da bir araya geldiklerinde ilk defa bir anlaşma ortaya konuldu. Bu anlaşma sadece gelişmiş ülkelerin azaltım yapmasını sağlamanın yanında kaçamak oynamak için de oldukça fazla yöntem ortaya koyuyordu. Ayrıca  anlaşma 2008 ile 2012 yılları arasında geçerliydi. Ülkelerin 1997 ile 2008 arasında yaşayacakları tüm değişimler de yok sayılmıştı. “Olsun” denildi, “en azından gelişmiş ülkeler kabul ettiler ve salımların çoğunluğu zaten onlardan kaynaklanıyor, bu da ciddi bir ilerlemedir, Kyoto Protokolü’nün devamında gelişmekte olan ülkeler de bu anlaşma rejimine katılır ve sorunu çözme yolunda bir adım daha atılmış olur.”

Kyoto Protokolü’nü o noktada en fazla salım yapan ABD, kabul etmek için meclisine bile getiremedi. Kanada anlaşma süresi başladıktan sonra anlaşmadan ayrıldı. Bu protokolü “ciddiye alan” neredeyse sadece Avrupa Birliği kaldı.

Kopenhag

2012’de Kyoto Protokolü’nün süresi tamamlandıktan sonra nasıl bir anlaşma yapılacağına dair görüşmeler epey önceden başladı ama bu görüşmelerin 2009’da Kopenhag‘daki konferansta sonuca ulaşıp bir anlaşma yapılması umuluyordu. Ne yazık ki Kopenhag tamamen bir hayal kırıklığı oldu. Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında bir uzlaşmaya varılamadığından hiçbir anlaşma yapılamadı. Son anda iki tane önemli karar alındı. “İklim değişikliği küresel sıcaklık artışı iki dereceye varmadan durdurulmalıdır” dendi ve bu konuda gelişmekte olan ülkelerin kapasite geliştirmelerine yardımcı olmak için gelişmiş ülkelerin her yıl 100 milyar dolar vermeleri kabul edildi. “Olsun” denildi, “en azından artık ısınmaya rakamsal bir sınır belirlendi ve gelişmiş ülkelerin sorumluluklarını yerine getirmek için para ödemelerinin kabul edilmiş olması da önemli bir şeydir. Bağlayıcı bir anlaşmaya kısa sürede varılır.”

Ne yazık ki Kopenhag’dan sonraki tüm konferanslar ufak ilerlemelerle doluydu ve bir anlaşmaya varmak mümkün olmadı. Sadece, Avrupa Birliği kendi salım taahhütlerini 2012 sonrasına da uzattı. “Eh, bu da bir şey, en azından AB bu yolda lokomotiflik yapıyor” dedik.

Lima 

2014’te Lima’daki konferans da iyi gitmiyordu. Çin’in iklim görüşmecisi Xie Zhenhua, son noktada ilginç bir fikir attı ortaya. “Madem ülkeler bir ortak paydada buluşamıyorlar, o zaman herkes ne yapmak istediğini söylesin, o bağlamda anlaşalım”. Elbette böyle bir anlaşmanın anlamı yoktu, ama ülkelerin de başka türlü anlaşmaları imkansızdı ve buradan Paris Anlaşması doğdu. Her ülke iklim krizini durdurmak için kendi doğru bildiğini yapacak ve çıkacak sonucun da yeryüzünü en fazla 1,5 ℃ ısıtacağı umulacaktı. “Olsun” denildi, “Kyoto sonrası bir anlaşma bile yapılamamıştı. Şimdi en azından devletler masaya oturup bir anlaşmaya imza attılar. Bu anlaşma için verilen taahhütler yeryüzünü 3 ℃ ısınmaya doğru götürüyor olabilir ama arada ülkelere baskı yaparak taahhütlerini geliştirmelerini ve 1,5 ℃ hedefine doğru gitmelerini sağlayabiliriz.”

2015’ten 2021’e kadar ülkelerin verdikleri taahhütlerin iklim hedefleri ile uyumlulaştırılmasına çalışıldı. 1,5 ℃ ısınma hedefinin tutulabilmesi için iyi ihtimalde tüm ülkelerin toplam sera gazı salımlarını 2050 yılına kadar doğanın emebileceği seviyeye düşürmeleri gerekiyordu. Ancak bu hedefe uygun olarak hareket eden bir tek Avrupa Birliği vardı. Avrupa Birliği 2030 yılı için %55 azaltım ve 2050 yılında da net sıfır olma hedefini ortaya koydu. Bunun ötesinde, hem kendi ekonomisini korumak, hem de bu hedeflerin diğer ülkelere de yayılmasını sağlamak için hem Emisyon Ticaret Sistemi’nde değişiklikler yapmayı planladı hem de karbon kaçağını engellemek için Sınırda Karbon Vergisi Düzenlemesini devreye sokmayı düşündü. “Çok güzel fikir” dedik, “böylelikle düşük karbonlu ve çevreye duyarlı üretim ve tüketim en azından Avrupa Birliği zoruyla diğer devletlere de yayılır.” Ülkemizde de başlayan “eyvah, karbon vergisi gelirse ne yaparız” paniği bu planın belki de bir umut olabileceği düşüncesini yarattı.

Avrupa Parlamentosu

Sonra 8 Haziran 2022’de bu düzenlemeler Avrupa Parlamentosunun önüne geldi. Bu haliyle parlamentoda kabul edilmesi uzun süredir uyutulmaya çalışılan halklar açısından belki de ilk başarı olacaktı. Yalnız, parlamentoya gelmeden önce bazı maddeler eklenerek teklif oldukça sulandırıldı. Parlamentoya gelen haliyle bu teklif geçecek olsa Avrupa Birliği’nin 2030’a kadar %55 azaltım yapıp 2050 yılında da net karbon sıfır olması hayal olacaktı. İklim mücadelesi ile geçen 30 yılın sonunda ilk defa “olsun” denmedi. “Böyle olmaz, bu kadar sulandırılmış bir kanun teklifini kabul etmiyoruz, bu teklif iklim krizini durdurmak için yetersiz!” denilerek önerilen değişikliklerle birlikte teklif komisyona geri gönderildi.

Şimdi, ülkemiz de dahil olmak üzere çoğu yerdeki üreticiler rahat bir nefes aldılar. Uzunca bir süre daha atmosfere serbestçe karbondioksit salmaya ve bunun için bir bedel ödememeye devam edecekler. Bu üreticilerin Avrupa Parlamentosundaki temsilcileri de büyük bir zafer kazanmış oldular. Kaybeden ise yeryüzü ve insanlık oldu.

Tüm bu olayların sonunda benim hissiyatım “artık dibe vurduk, politika üretme ve uluslararası işbirliği alanında girebileceğimiz daha kötü bir durum kalmadı” şeklinde açıklanabilir. Yalnız eminim ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump tekrar başa gelirse bu lafımı da yiyebilirim. Şu andaki durumda iklim politikası üretme yolundaki yolların sonuna gelindiğine ve başka bir yol denenmesi gerektiğine olan inancım artıyor. Elbette komisyon bu teklifi daha doğru bir hale sokup parlamentoya geri gönderebilir. Elbette parlamento bu teklifi görüşüp kabul edebilir. Elbette bu uygulamalar Avrupa’dan yeryüzünün geri kalan kısımlarına yayılabilir. Elbette gelecekte tüm ülkeler net sıfır karbon salar bir duruma gelebilirler. Ama bunu sıcaklıkları tehlikeli sınırların ötesine çıkmadan yapabilme imkanımız artık ortadan kalkmış durumda. Sorunu bu şekilde ötelediğimiz her sene sıcaklık artışının da biraz daha fazla olmasını peşinen kabullenmiş oluyoruz. Artık 1,5 ℃ istesek bile düşemeyeceğimiz bir sıcaklık. Yakında aynı şeyi 2 ℃ için söylüyor olacağız. 

Gelecekte çocuklarımız bugünlere bakıp yapılan hataları daha net olarak derslerde anlatacaklar, eğer hala okullar kalırsa! “Oysa akıllarını başlarına toplasalar belki de sorunu çözerlerdi, ama para daha ağır bastı” diyecekler.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.