Ana Sayfa Blog Sayfa 882

SIPRI: Nükleer silahlanma yükseliş eğiliminde

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) yıllardır azalma trendinde olan nükleer silahlanmanın, Rusya-Ukrayna savaşının da etkisiyle yeniden artacağı tahmininde bulundu.

Enstitü’nün bugün açıkladığı yeni yıllık raporunda dünyadaki nükleer başlık sayısını 12 bin 705 olarak belirtiliyor. 5 bin 997 nükleer başlığa sahip Rusya ve 5 bin 425 başlığı bulunan ABD dünyadaki nükleer başlıkların yüzde 90’ına sahip. Her iki ülkede de 2021 ile 2022 ocak ayları arasında nükleer başlık sayısı gerilemiş olsa da bu durum, orduların yıllardır ıskartaya çıkarttığı nükleer başlıkların demonte edilmesinden kaynaklanıyor. SIPRI,  nükleer başlık sayılarının gelecek on yıl içinde yeniden artacağını öngörüyor.

Enstitünün uzmanlarından Hans M. Kristensen “Soğuk Savaş’ın sonundan beri nükleer silahların azalmasında sona gelindiği yönünde açık bir işaret var” dedi.

Nükleer başlık sahipleri silahsızlanma niyetinde değil

Dünyadaki nükleer silah sayısı Soğuk Savaş’ın sürdüğü 1980’li yıllarda mevcut olan nükleer silah miktarının sadece beşte biri düzeyinde.

Ancak rapora göre hem ABD hem de Rusya, nükleer başlık, taşıyıcı sistemler ve üretim tesislerinin modernizasyonu için kapsamlı ve masraflı programlar yürütüyor. Aynı durum nükleer silahları olan Birleşik Krallık, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore için de geçerli.

Bu ülkelerden hiçbiri nükleer silahsızlanma niyeti taşımadığı gibi, Çin nükleer silah cephaneliğini kapsamlı bir biçimde geliştirmeyi planlıyor. Birleşik Krallık ise 2021’de nükleer silah envanteri için koyduğu üst sınırı yukarı çekeceğini duyurdu.

BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri olan ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa ve Çin ocak ayındaki ortak açıklamalarında “Nükleer bir savaşın kazanılamayacağını ve hiçbir zaman yürütülmemesi gerektiğini vurguluyoruz” demişti, ancak SIPRI beş ülkenin de nükleer cephaneliklerini genişlettikleri ya da modernize ettiklerini belirtiyor.

‘Risk Soğuk Savaş’tan beri en üst seviyede’

SIPRI Direktörü Dan Smith “Her ne kadar geçen yıl nükleer silahların kontrolünde ve nükleer silahsızlanmada bazı önemli adımlar atılmış olsa da şu anda nükleer silah kullanım riski, Soğuk Savaş’ın zirvede olduğu dönemden bu yana en yüksek seviyede” diye konuştu.

SIPRI uzmanı Kristensen de Ukrayna savaşının dünyadaki nükleer silahlanma trendine katkı yapacağı tahmininde bulundu. Rus konvansiyonel silahlı kuvvetlerinin umulan başarıyı gösteremediğine dikkat çeken  Kristensen Moskova’nın bu nedenle gelecekte nükleer silahlara daha fazla başvurabileceğini; NATO‘nun da Ukrayna Savaşı esnasında nükleer silahların önemini fark ettiğini kaydetti.

SIPRI uzmanı, Hindistan ile Pakistan arasında süren anlaşmazlığa, Çin-Hindistan sınırında sürekli büyüyen düşmanlıklara ve Kuzey Kore’nin nükleer silahlanma çabalarına da dikkat çekti.

Karadeniz sahilinde 300 metrede 89 kilo çöp: Yüzde 90’ı plastik

RTEÜ Su Ürünleri Fakültesi Mikroplastik Araştırma Grubu ekip lideri, Deniz Biyolojisi Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Ülgen Aytan, “Günlük hayatta kullandığımız her türlü plastik çeşitli yollarla denize ulaşıyor. Öğrencilerimizle 300 metrelik kıyı şeridi boyunca 80 kilogram çöp topladık, yüzde 90’ını plastikler oluşturuyor. Bunların içerisinde plastik şişeler ve yiyecek ambalajları çok önemli bir yer tutuyor. Birkaç gün sonra özellikle bir fırtına sonrası bu kıyı şeridine geldiğimizde bu miktar ya da daha fazla plastik bulmamız oldukça olası” dedi.

Bilim insanlarından uyarı: Plastik kirliliğinin sonlandırılması için, üretiminin sınırlandırılması şart

“Deniz bizim ona gönderdiğimiz plastikleri kusuyor, plajda sonlanıyor” diye konuşan Aytan şunları kaydetti:

“Bu plastikler deniz yaşamı için çok büyük bir tehdit çünkü bir süre sonra yine denize ulaşıyorlar. Akıntı ve rüzgarlarla kıyıya vuruyorlar, kıyıdan tekrar denize, bu iki ortam arasında gide gele her geçen gün ufak parçalara ayrılarak mikroplastiklere dönüşüyorlar, bunların da parçalanması ile birlikte nanoplastikler oluşuyor.”

İlgili haber: Her üç ölü deniz kaplumbağasından birinin midesinden plastik çıkıyor

Doç. Aytan plastiğin global problem ve denizler üzerinde hızla artan en büyük tehdit olduğunu anlattı:

“Plastik üretiminin önümüzdeki yıllarda hızla artması bekleniyor. Günlük hayatta kullanılmaları denizde sonlanmaları demek. Bu artan üretim trendleriyle birlikte yakın gelecekte denizde plastik miktarlarının daha da artmasını bekliyoruz. Olumsuz etkileri laboratuvar çalışmalarıyla doğrulanıyor. Ülkemiz denizlerinde yapılan çalışmalar mikroplastiklerin birçok besinsel seviyeden canlıda, mikroskobik canlılardan tutun da omurgasız canlılara, balıklara, deniz memelilere kadar bulunmakta. Dolayısıyla çeşitli yollarla deniz ortamını tehdit etmekte, iklimimize etki etmekte. Yapacağımız şey plastikleri ciddi anlamda azaltmak.”

İlgili haber: Yaşayan insanların akciğerlerinde ilk kez mikroplastik görüldü

Günlük hayatta kullanılan plastiklerin büyük kısmının tek kullanımlık plastiklerden oluştuğunu belirten Doç. Dr. Aytan, “Yapmamız gereken şey öncelikle tek kullanımlık plastikleri hayatımızdan çıkarmak.  Yine bertarafın doğru şekilde yapılması lazım. Özellikle Karadeniz’de kıyı boyunca yapılan dolgular ve nehir vadisine yapılan boşaltımlar denize çok büyük bir plastik girdisi sağlıyor. Yerel yönetimlerin bunu göz önünde bulundurarak Karadeniz’e giren plastik miktarını azaltmada büyük çaba sarf etmesi gerek” diye konuştu.

Denizleri en çok kirleten ülkelerin başında Türkiye geliyor

Türkiye sadece Karadeniz’i değil, bütün denizlerini başta plastik olmak üzere çöpe boğan ülkelerin başında geliyor. WWF’nin 2019’da yayımladığı rapora göre, her yıl doğaya terk edilen plastik atıkların 600 bin tonunun yolculuğu Akdeniz’e kadar uzanıyor. Akdeniz bölgesinde atık yönetimi dışında kalan plastik çöplerin yüzde 43.1’i Mısır’da, yüzde 19.1’i Türkiye’de, yüzde 7.6’sı ise İtalya‘da. Bu üç ülkeyi Cezayir ve Fas takip ediyor.

2019 rakamlarıyla Mısır’da doğaya terk edilen plastik atıkların yaklaşık 250 bin tonu Akdeniz’e karışıyor. Türkiye’de bu rakam 110 bin, İtalya’da ise 40 bin.

Fransa’da parlamento seçimleri: Macron, sol-yeşil ittifaka yenilecek mi?

Fransa, 577 milletvekilinden oluşan Ulusal Meclis seçiminin ilk turu için dün sandık başına gitti.

Nisan ayında yapılan başkanlık seçiminde aşırı sağcı aday Marine le Pen‘e karşı kazanarak ikinci kez cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron‘un vaatlerini gerçekleştirebilmesi için bu seçimlerde salt çoğunluğu, yani 289 sandalyeyi alması gerekiyor.

İlk turda salt çoğunluğun sağlanamaması halinde 19 Haziran’da seçimin ikinci turu yapılacak.

Macron’un en büyük rakibi ise genel seçimde üçüncü gelerek ikinci tura kalamayan aşırı solcu Jean-Luc Melenchon‘un lideri olduğu Boyun Eğmeyen Fransa ( La France Insoumise- LFİ) Partisi öncülüğünde kurulan ve Yeşiller Partisi (EEVL), Sosyalist Partisi (PS) ve Komünist Parti‘yi (PCF) kapsayan sol-ekolojik “Sosyal ve Ekolojik Yeni Halk Birliği” (NUPES) ittifakı.

İlgili haber: Fransa’da sol ittifakın ayak sesleri: Yeşiller ve Melanchon anlaşmaya vardı

Snadık çıkış anketleri ve kamuoyu araştırmaları, Macron’un çoğunluğu elde etmesinin zor olduğunu gösteriyor. Macron’un salt çoğunluğu alamadığı veya basit nispi çoğunluk kazanabildiği bir senaryo, François Mitterrand başkanlığındaki başbakan Michel Rocard hükümetinin ülkeyi basit bir nispi çoğunluk ile yönettiği 1988’den bu yana bir ilk olacak.

Ifop‘un sandık çıkış anketleri Macron’un Ensemble ittifakının mecliste 275 ila 310; NUPES ittifakının 180 ila 210 sandalye elde etmesini öngörüyor; ancak Ipsos‘un anketine göre Ensemble,  mecliste 255 ila 295 sandalye alabiliyor.

Ön seçim sonuçlarına göre iki ittifak da yüzde 25,7 oy ile başa baş gidiyor.

2017’deki mecli seçimlerinde Macron yanlısı partiler ilk turda yüzde 28,21 oy almıtı. Le Monde‘un yorumuna göre bu gerileme, cumhurbaşkanına önümüzdeki beş yılın tehlikeleri hakkında bir mesaj gönderiyor.

Melenchon liderliğinde kısa süre önce kurulan sol-yeşil ittifak NUPES’un ise parlamenter seçimlerde yeni bir büyük siyasi güç olarak ortaya çıktığı yorumları yapıldı. Koalisyonun, ikinci tur seçimlerini kazanamasa bile, “yeni sol” olarak hükümete ve cumhurbaşkanına karşı ana muhalefet gücü haline gelebileceği belirtiliyor.

Fotoğraf: Julien Daniel / Ler Monde

Öte yandan aynı ankete göre merkez sağdaki Cumhuriyetçiler Partisi (LR), Bağımsızlar ve Demokratlar Birliği (UDI) gibi sağ partiler toplamda 50 ila 80 sandalye kazanırken, Marine le Pen önderliğindeki Ulusal Birlik (RN), 20 ila 45 milletvekili çıkarabiliyor. Le Pen, milletvekili olmak için yarıştığı Pas-de-Calais vilayetinde yüksek oy alarak ikinci tura kalmaya hak kazandı.

Seçimlerin ilk turunda katılım ise yüzde 47,5 ile rekor kırdı. Sandığa gitmeyen yüzde 52 ile Fransa’da tarihin en düşük katılımı gerçekleşmiş oldu.

Macron’un yeni göreve getirdiği Başbakan Elisabeth Borne, düşük katılıma dikkat çekerek, hedeflerini ancal “güçlü ve net bir bir çoğunluğa” ulaşmaları halinde gerçekleştirebileceklerini söyledi.

İlgili haber: Fransa’da otuz yıl sonra ilk kadın başbakan Elisabeth Borne oldu

 

Akdeniz Üniversitesi, KYK yurtları ve intiharlar: Üç intihar inceleniyor

Akdeniz Üniversitesi’nde okuyan ve KYK yurtlarında kalan öğrencilerin intiharlarına ilişkin Antalya Valiliği tarafından açıklama yapıldı. Valiliğin yazılı açıklamasında 2021-2022 öğretim yılı içinde üç ayrı intihar olayının gerçekleştiği ve kayıtlara intihar olarak geçtiği ayrıca konuyla ilgili inceleme ve soruşturmaların yürütülmekte olduğu bilgisi paylaşıldı.

Son günlerde sosyal medyada yapılan “Akdeniz Üniversitesi’nde neler oluyor” başlıklı paylaşımlarda üniversite öğrencilerinin intiharları gündeme getirilmiş ve bir soruşturma dahi yapılmadığı eleştirileri yapılmıştı.

Ayrıca Elmalılı Hamdi Yazır Yurt Müdürlüğü de dahil olmak üzere şehirdeki yurtlarda kalan öğrencilerin intiharlarına dikkat çekilmişti. Konuyla ilgili çok sayıda yerel haber de daha önce servis edilmiş durumda. Olayların en dikkat çeken ve eleştirilen kısmı ise yurtlarda maddi gerekçeler nedeniyle kameraların olmamasıydı.

Akdeniz Üniversitesi ve Antalya Valiliği tarafından olaylara ilişkin açıklamalar yapıldı. Valiliğin açıklamasında “İlimizde KYGM ve özel olmak üzere toplam 46 Yurt ile 19 bin 950 öğrenciye hizmet verilmektedir. 157 adedi Elmalılı Hamdi Yazır Yurt Müdürlüğünde olmak üzere KYGM ait 14 adet yurdumuzda toplam bin 435 adet kamera ve bunun yanı sıra fiziki unsurlarla da güvenlik tedbirleri sağlanmaktadır. 2021-2022 Eğitim-Öğretim yılı içerisinde meydana gelen 3 olay, alınan tanık beyanları ve olay yeri incelemesine ek olarak kamera kayıtları tetkiki sonucu adli kayıtlarımıza intihar olarak geçmiştir” denildi.

14 yurtta bin 435 adet kamera olduğunun bildirildiği Valilik açıklamasında konuyla ilgili inceleme ve soruşturmanın Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde Emniyet Müdürlüğünce yürütüldüğü belirtildi. Ayrıca Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü tarafından da idari soruşturma yürütüldüğü aktarıldı. Ancak Valiliğin açıklamasında intiharlara ilişkin ayrıntı verilmedi.

Akdeniz Üniversitesi tarafından yapılan açıklamada ise “Hepimizi derinden sarsan bu olaylarla ilgili gerekli inceleme yapılması için geçtiğimiz hafta içerisinde bir komisyon kurulmuştur. Komisyonumuz sorumluluk ve yetki alanımızda olmamasına rağmen vakaların gerçekleştiği yurtlardaki incelemelerin yapılabilmesi, olayın tüm boyutlarıyla aydınlatılabilmesi ve de önleyici tedbirlerin alınabilmesi amacıyla çalışmalarını hassasiyetle devam ettirecektir” denildi.

Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü: İddialar asılsız

Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada ise sosyal medyadaki iddiaların asılsız olduğu belirtilerek “Antalya ilinde Genel Müdürlüğü‘müze bağlı yurtlarda 2021-2022 eğitim- öğretim yılı içerisinde gerçekleşen üç ölümlü intihar vakası ile ilgili sosyal medyada gündem olan ve olayların saklandığı yönündeki iddialar gerçekleri yansıtmamaktadır. Her üç olay emniyet tarafından soruşturulmuş, olay yeri incelemeleri yapılmış, gerekli ifadeler alınmış ve dosyalar savcılığa intikal etmiştir. Süreç adli makamlarımız tarafından titizlikle yürütülmektedir” denildi ve eklendi:

 “Olayların meydana geldiği yurtlarımızda güvenlik kameraları 24 saat aktiftir, görüntüler incelenmek üzere ivedilikle ilgili makamlara teslim edilmiştir. Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü olarak, tüm birimlerimizle, yaşanan bu üzücü olayların detaylı incelemelerini yakından takip ettiğimizi ve sürecin başından itibaren emniyet ve adli makamlarımızla koordineli bir şekilde yürütüldüğünü kamuoyunun bilgisine sunarız.”

İntihar eden Halil Gülcan’ın kardeşi: Yurtta ne hikmetse kamera yok

Öte yandan Cihan Gülcan isimli bir sosyal medya kullanıcısı 11 Mayıs’ta kardeşi Halil Gülcan’ın intihar haberini arkadaşlarından sabah saat 5.30’da aldığını ancak olayın 1.47’de gerçekleştiğini öğrendiğini paylaştı. Cihan Gülcan, intihar olayının ardından olaya ilişkin yurt görevlilerinden veya herhangi bir polis memurundan sabaha kadar bilgi verilmediğini aktardı.

Gülcan, olayı kendisine kardeşinin arkadaşlarının bildirmesi üzerine, habere inanmadığını ve sonrasında teyit etmek için aradığı polis memurundan ancak öğrenebildiğini söyledi. Yurt Müdürlüğünün bu süreçte kendilerine haber vermeden ve izin almadan Halil Gülcan’ın eşyalarını arkadaşlarına teslim ettiğini ve Gülcan’ın eşyalarını arkadaşlarından aldığını belirtti. Ayrıca Cihan Gülcan’ın sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşıma göre; yurtta kamera yok. Gülcan bu olayı şu sözlerle eleştiriyor:

“Yurtta ne hikmetse kamera yok…

Olayın nasıl gerçekleştiği konusunda herhangi bir fikrimiz yok. Kafamızda birçok soru işareti var ve hiçbirine cevap yok.”

Sudan’da batan kargo gemisinde 15 binden fazla koyun can verdi

Binlerce koyunla dolu, aşırı yüklü bir kargo gemisi, Sudan’ın Kızıldeniz limanı Sevakin‘de battı. Badr-1 adlı gemideki 15.800 hayvanın çoğu boğularak öldü.  Mürettebatın tamamı ise kurtarıldı.

Kargo gemisinin, taşıması gerekenden birkaç bin daha fazla hayvan yüklediği belirtildi. Gemi, hayvanları Sudan’dan Suudi Arabistan’a ihraç ediyordu.

Adını açıklamayan Sudanlı üst düzey bir liman yetkilisi, “Bedir 1 gemisi Pazar sabahı erken saatlerde battı. Yük sınırlarını aşan 15.800 koyun taşıyordu, ancak ene fazla 9 bin koyun taşıması gerekiyordu” dedi. 

Sudan Ulusal İhracatçı Derneği’nden yapılan açıklamada ise, geminin limanda batmasının “saatler sürdüğü” belirtildi, kazanın araştırılması için çağrıda bulunuldu. Dernek yetkilileri de sadece 700 koyunun canlı kurtarıldığı, ancak onların da “çok hasta olduğunu ve bu nedenle çok fazla yaşamalarını beklemediklerini” söyledi.

‘Ekonomik ve çevresel etkileri olacak’

Bir başka Sudanlı bir devlet yetkilisi de, kazanın limanın işleyişini etkileyeceğini ve binlerce hayvanın denizde ölmesinin “büyük ihtimalle ekonomik ve çevresel sorunlara neden olacağını” söyledi.

Geçen ay aynı limanın kargo bölümünde çıkan yangında bölgede büyük hasar oluşmuştu. Yangının çıkış sebebinin belirlenmesi için soruşturma başlatılmıştı, ancak sonuçları henüz açıklanmadı

Haziran’ın ortasında yurdun dört bir yanında sel, fırtına ve hortum

Ankara’da vatandaşlar günlerdir sele, fırtınaya ve hortuma karşı yaşam mücadelesi veriyor. Günlerce başkenti üst üste vuran sel nedeniyle üç vatandaş hayatını kaybetti. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden ardı ardına Ankara için kuvvetli ve sağanak yağış uyarıları yapıldı.

Öte yandan Kütahya, Çorum, Amasya ve Silivri’de de sel ve hortum yaşandı. Vatandaşlar bu bölgelerde ilk defa hortumla karşılaşttıklarını belirterek yaşanan paniğe dikkat çekti. 

Başkentte yaşanan fırtınada saatte 92 km rüzgar hızı ölçülürken 127 kg yağış gerçekleştiği duyuruldu.

Dün Akyurt’ta bir kişi işyerinde elektrik akımına kapılarak hayatını kaybederken bir kişi de selden kaçmaya çalışırken yüksekten düşerek vefat etti.

11 Haziran’da Altındağ’da bir kişi arabasında suya kapılarak hayatını kaybetti.  CHP Mamak Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı İlkay Yiğit de selde hayatını kaybetti.

Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan açıklamaya göre; son dört günde yaşanan 250 ağaç devrilmesi, 63 çatı uçması, 5 istinat duvarı çökmesi, 166 mahsur kalma dâhil 6670 olaya müdahale edildi. 

İlgili haber: Yassine Lembarki: İnsanlık için en kötü ve en iyi çağ, krizi aşabiliriz [İklim Kuşağı-28]

Tüm ilçelerde aynı anda sel

Belediye ayrıca başkentin tüm ilçelerinde aynı anda sel yaşandığını duyurdu. 

985 su baskını, 188 mahsur kalma, 106 hasar, 148 ağaç devrilmesi, 125 çatı uçması ve 130 araç zararı ihbarı yapıldı. 

İlgili haber: Küresel ısınma, deniz ekosisteminde son 250 milyon yılın en büyük yok oluşuna sebep olabilir: Çare 1.5 derece
Fotoğraf: AA

Belediye tarafından yapılan ihbar ve müdahale verilerine göre; en çok ihbar 171’le Çankaya’dan geldi. Çankaya’yı Mamak, Sincan ve Keçiören takip etti. 

Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanlığı, cep telefonlarına gönderdiği sesli “hayati uyarı bildirimi” mesajı ile vatandaşları muhtemel sel, taşkın ve heyelan tehlikelerine karşı uyardı. Sosyal medyada pek çok vatandaş AFAD’ın mesajları sonrasında panik yaşadığını aktardı.

İlgili haber: Greta Thunberg’den iklim kriziyle mücadele için el kitabı

Selin ardından pek çok bölgede belediye ekipleri temizlik çalışmalarına başladı. AFAD, ASKİ, UMKE, JAK, AKUT ve İHH de belediye ekiplerine yardımda bulundu.

Başkent Ankara’da öğlen saatlerinde etkili olan yağmur nedeniyle bir nakliye firmasının kullandığı taşıma asansörü devrildi. ( Coşkun Ergül – Anadolu Ajansı )

Ankara’da Esenboğa’da çıkan hortum, uçakların piste inememesine, başka havalimanlarına iniş gerçekleştirmesine neden oldu.

 Vatandaşlardan bazıları yaşanan sellerden dolayı altyapı sorunlarından hareketle belediyeyi eleştirirken bazıları da sorunun kaynağı olarak iklim krizini işaret etti. 

Ankara’nın Akyurt ilçesinde sağanak hayatı olumsuz etkiliyor. İlçede akşam saatlerinde bastıran yağış nedeniyle bazı cadde ve sokaklar sel sularıyla doldu, araçlar yolda kaldı. ( Mehmet Kaman – Anadolu Ajansı )
İlgili haber: İklim aktivistlerinden ‘Dünya Günü’ kampanyası: İklim acil durumu ilan edilsin

İklim değişikliği ve aşırı hava olayları

İnsan faaliyetleri sonucunda yaşanan aşırı hava olayları, iklim değişikliği kaynaklı ve gittikçe artan felaketlerin sonuçları olarak gösteriliyor.

Fotoğraf: DHA

İklim değişikliğinin etkileri nedeniyle Türkiye kış aylarında daha az yağış almaya başlarken, son yıllarda ani yaz sağanaklarının sayısı, sıklığı ve şiddeti artmış durumda.  

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu Akdeniz havzasındaki sıcaklıklar küresel ortalamadan yüzde 20 daha hızlı yükseliyor. 

Fotoğraf: DHA

Ani ve ve yoğun sağanaklar kentleri vurduğunda da bunun etkileri de ölümcül olabiliyor.

Bunun son örneği ise Haziran ortasında Ankara’da yaşanmış durumda.

İklim değişikliğinin küresel piyasalara etkisinin incelendiği son araştırmaya göre; iklim değişikliği 2050’ye kadar yıllık küresel ekonomik hasılanın yüzde 4’ünün kaybına neden olabilir. Rapora göre yoksul ülkeler yine iklim krizini sırtlanacak. Türkiye’de en çok öne çıkan tehditler ise sıcak dalgaları ve su stresi.

Fotoğraf: DHA

Çoğu ülke için, iklim değişikliğinin etkilerine maruz kalma oranları ve iklim değişikliğinden kaynaklanan maliyetler de halihazırda artıyor. 

Sigorta şirketi Swiss Re‘ye göre son 10 yılda sadece fırtınalar, orman yangınları ve sel felaketleri küresel olarak GSYİH‘nın yaklaşık yüzde 0,3’ü kadar kayıplara neden oldu.

İklim krizi sonucunda yaşanan aşırı hava olaylarından olumsuz yönde en çok etkilenenler ise kırılgan kesimler oluyor. 

Başkent Ankara’da öğlen saatlerinde yağmur etkili oldu. Bazı cadde, bulvar ve sokaklar, mazgalların tıkanmasıyla yağmur suyuyla doldu. ( Erçin Ertürk – Anadolu Ajansı )

Kırılgan kesimlerin içerisine yine daha yoksul ülkelerin vatandaşları, kadınlar, ötekileştirilen kesimler giriyor. 

Dünya Meteoroloji Örgütü, son 50 yılda dünyanın herhangi bir yerinde ortalama olarak hava, iklim veya su ile ilgili bir felaketin meydana geldiğini  ve günlük 115 ölüme ve 202 milyon doların üzerinde kayba neden olduğunu ortaya koyuyor.

Gıda krizine çözüm olarak yeşil ekonomi ilkeleri

Son zamanlarda özellikle gıda fiyatlarında ciddi artışlar var. Bu artışların sebebi Türkiye açısından yanlış ekonomi politikaları ve antidemokratik yönetim olsa da, gıda krizi dünya çapında herkesi az veya çok etkiliyor. Temel sebep, artık fosil yakıtlar ile tarımsal üretimi destekleme lüksümüzün olmaması.

Ancak başka sebepler de var…

Evet, suni gübreden tarımsal zehirlere, toprak işlemeden nakliyeye tarımsal üretim neredeyse tamamen fosil yakıtlara bağımlı. Ayrıca özellikle şehirlerdeki insanların beslenmesi için ‘nasılsa nakliyesi mümkün’ mantığı ile ülkeler; ithalat ile ihtiyaçlarını karşılamak üzerine planlamışlar gıda tedarik sistemlerini. Dolayısı ile daha önceden kolayca ve uygun fiyatla uzaklardan ithal edilen bitkisel yağ veya buğday, o uzaklarda savaş olması durumunda birden piyasaları etkileyip fiyatları yükseltiyor. Bunun yanı sıra bir de kartelleşmiş tedarikçiler var. Piyasadaki birkaç dev gıda dağıtıcısı aralarında anlaşıp bir ürünün fiyatını ortak olarak belirleyebiliyorlar ve dün üçe aldığınız yağı bugün ancak beşten alabiliyorsunuz.

Kısacası fosil yakıtlara bağlı neoliberal politikalar üzerine kurulu gıda üretim ve dağıtım sistemi artık kangren olmuş durumda. Bu sistemde şimdilik en çok, düşük gelirliler eziliyor gibi görünüyor. Aslında yüksek gelirliler de, tıbbi açıdan ciddi anlamda olumsuz etkileniyorlar ancak fatura ödenebildiği için bu maliyet pek de görünür değil.

Açıkçası büyük resimde değişmesi gereken çok şey var ve bunların bugünden yarına hızla değişmesini ummak pek mümkün değil. Ancak emin olun bireysel olarak yeşil ekonomi kurallarına uymak, iklim krizine duyarlı olmak ve sorumlu davranmak, gıda krizinin olumsuz etkilerinden daha az etkilenmenizi sağlar.

Nasıl mı? Gelin birkaç örnek verelim.

Yeşil Ekonomi gıda alanında neler öneriyor?

Yeşil ekonomi gıda alanında yerel üretim yerel tüketimi savunur. Tüketimde karbon ayak izimizin düşürülmesi gerektiğini söyler. Döngüsel ekonomiyi desteklerken ‘sıfır atık’ kavramını önerir. Paylaşmayı ve biyoçeşitliliğin desteklenmesini talep eder. Tarımsal ürünlerin zamanında tüketilmesi gerektiğini söyler. Ve evet, tüm bu öneriler aynı zamanda sizin daha ucuza daha iyi beslenmenizi sağlayacaktır.

Şu aşamada mevcut ekonomik düzenin, kapitalist muhasebe sisteminin beyinlerimize kazıdığı ön kabuller ve reklamların bizi boğduğu sapkın söylemlerin yankısı ile bana itiraz ettiğinizi duyar gibiyim: “Organik ürünler pahalı, balkonda sebze yetiştiremiyorum, çocuklar öyle her şeyi yemiyor, hayvansal ürünleri azaltmam mümkün değil”

Fizikçi Einstein’ ın meşhur lafı ile yanıtlamak istiyorum bu tepkilerinizi: “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur”

Evet, bunlar önyargılar. Yeşil ekonominin sizi zenginleştirme yolları çeşitlidir ve çoğu zaman bir muhasebe tablosunda zenginleştiğinizi göremezsiniz. Aynı sebzeden daha çok besin aldığınızı, daha sağlıklı olmanız dolayısı ile azalan tıbbi giderlerinizi fark edemeyebilirsiniz. Ancak bu görünmez destek daha zenginleştiğiniz gerçeğini değiştirmez, sadece zenginleşme seviyenizin tespit edilemediğini gösterir.

Size burada tüm bu davranış değişikliği çabalarınızın sizi nasıl zenginleştirip, daha iyi ve sağlıklı doyuracağını tüm detayları ile anlatıp büyük bir ekonomik iktisat teorisi yayınlayamayacağım. Ancak belki birkaç örnek verebilir ve bu tavır değişikliği için neler yapabileceğinizi söyleyebilirim.

Ne yapmalı?

Bireysel olarak yapılabilecekleri şöyle örnekleyebiliriz:

Yerel üretim yerel tüketim: Yakınlardan gelen gıdaları tercih edin. Ne kadar yakından geliyorsa, gıdanın karbon ayak izi en azından nakliye açısından o kadar düşüktür. Hele kendi balkonunuzda yetiştirdiğiniz gıda bu açıdan en iyidir. Az olabilir, asla yetmeyecek olabilir ama en azından size öğretir. Mesela diyelim Bursa ilinde bahçenizde karpuz yetiştirirseniz, mayıs ayında karpuz fiyatlarının yüksekliğinden şikayet etmenin absürt olduğunu bilirsiniz çünkü bırakın meyveyi daha karpuzlarınız çiçek bile açmamıştır.

Karbon ayak izimizin düşürülmesi: Karbon ayak izi konusunda elbette yakındaki ürünleri talep etmek iyidir ancak günümüz koşullarında tamamen fosil yakıtlara bağımlı kölelik düzeni hayvancılığı da en önemli karbon emisyonu kaynaklarındandır. Eğer serbest gezip kendi gıdasını kendi bulan hayvansal ürünlere ulaşamıyorsanız; bilin ki tükettiğiniz hayvansal ürünler hem sağlığınıza zararlı, hem hayvan haklarını hiçe sayan ve hem de gitgide pahalılaşacak kötü besin kaynaklarıdır. Bu konuda bugün yapılabileceklerin başında ‘az ama öz’ felsefesini uygulamayı öneririm.

Döngüsel ekonomi ve ‘sıfır atık’: Bir alandan bitkisel üretim yaparken toprağın kendi kendini geliştirmesi, içerisindeki canlılığın artması gerekir. Bu amaçla da toprağa organik maddeler gelmelidir. Doğal döngüde otçul hayvanlar bitkileri yerken dışkılarını onlara hediye eder. Öldüklerinde de bedenlerinden kalan kemikler ve artıklar toprağı besler. Tarımsal üretim modelleri de bu şekilde doğayı taklit etmeli, bitkiler yapay kimyasal gübrelerle değil o topraktan alınan ürünlerin atıklarının toprağa geri dönmesi ile beslenmelidir. Mevcut durumda insanlar hayvan dışkısı ve kompost kullanarak bunu sağlamaktadırlar. Tarımsal üretimde döngüsellik bu şekilde sağlanabilir ve ‘sıfır atık’ yolunda ilerlenir. Bu yöntemler gıdaların daha sağlıklı olmasını ve fosil yakıtların artan fiyatlarını göz önüne aldığımızda görece daha ucuza üretilmesini sağlar.

Paylaşma kültürü: O gün bolca kuru fasulye yaptınız diyelim. Daha doğrusu yeşil ekonomi modeline göre eğer iyi yapıyorsanız ve komşularınız varsa kuru fasulyeyi biraz bol yapın. Ve birkaç tabak da komşularınıza verin. Böylece onlar da iyi yaptıkları bir yemeği bolca yaptıklarında size bir tabak gönderirler. Paylaşma ve yardımlaşma gıda tedariki kırılganlığını azaltır.

Biyoçeşitliliğin desteklenmesi: Endüstri tek bir ürünü, en kolay nakledilebilecek ve en zor bozulacak şekilde üretip size sunarak kar elde etmek için elinden geleni yapar. Oysa, olabildiğince çeşitli ürünlerin olabildiğince çeşitli türleri ile beslenmemiz bizler için daha sağlıklıdır. Patatesin birkaç farklı çeşidi, tahılın ve sebzelerin farklı çeşitleri ile beslenmek tek türle sürekli beslenmekten faydalıdır. Her şeyin çoğu zarar, azı karardır. Dolayısı ile “bugün ne yemek pişirsem, yesem?” diye düşünen kişinin, bahçesindeki ısırgan otundan çorba yapmayı bir ihtimal olarak alması bir Yeşil ekonomi uygulamasıdır.

Tarımsal ürünlerin zamanında tüketilmesi: Turfanda ürünler ekolojik değildir. Organik belgesi olsa bile kışın üretilmiş bir domates ekolojik bir ürün olarak kabul edilemez. Karbon ayak izi yüksektir ve ister istemez de pahalıdır. Reklamlar ve piyasanın dayatmalarına kanmayıp, tarımsal ürünlerin hangi dönemlerde yetiştiğini takip edin. Özellikle bölgenizdeki gıdaların ne zaman olgun ve tüketilir olduğunu bilin ve tüketiminizi buna göre ayarlayın. Kışın domates fiyatlarının yüksekliğinden şikayet ediyorsanız bilin ki yeşil ekonominin faydalarından yararlanamıyor ve her geçen gün fakirleşiyorsunuz.

Nasıl yapmalı? 

Bence tüm bu tavsiyelere uyabilmek için en büyük girdi Yeşil ekonominin tarım ve gıda alanında uygulamalarının içerisine girerek orada yaşamaktır. Bu konuda çalışan bir çok gıda kooperatifi, dernek ve sivil toplum kuruluşu hatta yeşil siyasi partiler var. Gidin gönüllü olun. Haftada birkaç saatinizi gönüllü olarak bu organizasyonlara harcayın. Bu organizasyonların mail listelerine ve sosyal medya hesaplarına abone olun. Bugün başlayın ve seneye daha iyi beslendiğinizi görün.

İnanıyorum ve biliyorum ki aynı maaşı alan, aynı yerde yaşayan iki ayrı kişiden yeşil ekonomik ilkelere bağlı kalanlar birçok açıdan daha zengindirler.

Siz de aklın yolunu seçin.

İlk başlarda zorlansanız da bu treni kaçırmayın.

Yeşil enerji maliyeti ‘yapısal ve sistematik’ olarak düşüyor

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Yeşil Ekonomi ve İklim Eylemi Genel Müdürü Harry Boyd-Carpenter, son zamanlarda yüksek seyreden fosil yakıt fiyatlarının bir noktada yeniden düşeceğini söyledi. Boyd-Carpenter, “Fiyatlar, sonrasında ise yine artacak. Bunu yüksek karbon-yüksek oynaklık, düşük karbon-düşük oynaklık diye ifade ediyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

Düşük karbon enerji kaynak maliyetlerinin sistematik ve yapısal şekilde düşüş gösterdiğini kaydeden Boyd-Carpenter, şunlara dikkat çekti:

“Fosil yakıt fiyatlarında iniş ve çıkışlarla dolu kısır bir döngü olmasına rağmen düşük karbon kaynakların fiyatlarının zamanla düşmeye devam edeceğini öngörüyoruz. Yeşil projelere yatırım yapmak yüksek karbon ve oynaklıktan düşük karbon ve düşük oynaklığa geçiş yapmak anlamına geliyor. Neredeyse tüm yeşil yatırımlar bu tanıma uyuyor. Şu anda yeşil yatırımlar ve bu yatırımların finansmanı oldukça iyi seyrediyor. Yeşil kaynaklara yatırım yapmak ekonomik ve ticari açıdan da mantıklı.”

Yatırımların seyrini etkileyen iki önemli faktör olduğunu aktaran Boyd-Carpenter, “Bir tarafta artan sermaye maliyetleri ve faiz oranları var. Tedarik zincirindeki aksamalardan dolayı fiyatlarda önemli derecede artış var. Tüm bu gelişmeler yatırımları yavaşlatıyor. Diğer tarafta ise karbonsuzlaşma, düşen maliyetler, kaynak çeşitliliğiyle enerji güvenliğini artırma ve belli kaynaklara bağımlılığı azaltmanın mükemmel bileşimi var. Bu etkenler de orta ve uzun vadede yeşil yatırımları teşvik ediyor” ifadelerini kullandı.

Güneşten elektrik üretim maliyeti yüzde 85 düştü

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’nın (IRENA) verileri 2010-2020 döneminde güneşten elektrik üretim maliyetinin yüzde 85, kara rüzgar santrallerinden yüzde 56 ve deniz üstü rüzgar enerjisinden üretim maliyetinin ise yüzde 48 düştüğünü gösteriyor.

Uluslararası Enerji Ajansına (IEA) göre ise fiyatları düşürmede ve fosil yakıtlara bağımlılığı azaltmada büyük potansiyel vadeden yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyetleri, son dönemde ham madde fiyatlarındaki artış nedeniyle yükseldi. Bu yükseliş yeşil kaynaklarda 10 yılda sağlanan düşüş eğilimini sekteye uğratsa da doğal gaz, kömür ve petrol fiyatları çok daha hızlı artış gösterdiği için yeşil kaynakların rekabet gücü büyüyor.

IEA, geçen yıl 265 gigavat ilave kurulumla yıllık bazda rekor kıran yenilenebilir kaynaklarda bu yıl 320 gigavat ilave kapasitenin devreye alınacağını öngörüyor.

 

Boğluca Deresi’nde toplu balık ölümleri: Nedeni araştırılıyor

İstanbul Silivri‘deki Boğluca Deresi‘nde toplu balık ölümleri yaşandı. Derede yalnızca balıklar değil, kaplumbağa, kurbağa gibi başka canlıların da öldüğü görüldü. Dere, Marmara Denizi‘ne dökülüyor.

Bölge halkı toplu ölümlerinin derenin uzun yıllardır temizlenmemesinden kaynaklandığını söylerken; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sudan aldığı numuneleri labaratuvara gönderdi.

Suyun pH değerinin ölçümünde herhangi bir olumsuzluğa rastlanmadı, toplu balık ölümlerinin asıl nedeni laboratuvara gönderilen numunelerin incelenmesi sonrasında ortaya çıkacak.

DHA‘ya konuşan 20 yıllık bölge sakini İbrahim Mutluer şunları söyledi:

“Bu durum çok rahatsız ediyor. Üç sene önce bu dere temizleniyordu. Balık ölümleri içler acısı. Şu an durumu görüyorsunuz, anlatmaya lüzum yok. Kokudan dolayı camlarımızı açamıyoruz.”

Sakinlerden İsmail İpek ise “Her sene temizlik yapılsa böyle olmaz. Yılanlar, kaplumbağalar, balıklar vardı. Ekmek kırıntılarını dereye atardık. Deniz suyunun basılacağını söylediler ama o da olmadı” dedi.

Öte yandan dün etkili olan sağanak nedeniyle deredeki suyun seviyesi de yükseldi.

Türkiye, son 100 günde sadece Rusya’dan 6,7 milyar Euro’luk fosil yakıt ithal etti

Rusya, mayıs ayında ihracat hacminde düşüş yaşamasına rağmen, ülkenin Ukrayna’yı işgalinin ilk 100 gününde fosil yakıt ihracatından 93 milyar Euro gelir elde etti.

Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi’nin (Centre for Research on Energy and Clean Air, CREA) Rusya’nın petrol ve kömür sevkiyatı ile boru hatlarıyla ihraç ettiği doğal gazın incelediği araştırma, ihracatın %61’inin Avrupa Birliği’ne yapıldığını ortaya koyuyor. AB’nin Rusya’dan ithal ettiği petrol, kömür ve doğal gaz için ödediği miktar yaklaşık 57 milyar Euro.

Ukrayna’daki savaşın ilk 100 günü incelendiğinde Rusya’dan en fazla fosil yakıt ithal eden ilk beş ülke arasında Türkiye de yer alıyor. Türkiye, son 100 günde sadece Rusya’dan 6,7 milyar Euro’luk fosil yakıt ithalatı gerçekleştirdi. Rusya’dan en çok doğal gaz ithalatı yapan ülkeler arasında, Almanya ve İtalya’nın ardından Türkiye üçüncü sırada yer alıyor. 

Ukrayna savaşı için kullanılıyor

Fosil yakıt ihracatından elde edilen gelir, Rusya devlet bütçesindeki gelirin %40’ını oluşturuyor ve Rusya’nın askeri harekatının temel finansmanını oluşturuyor. Rusya maliye bakanı, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamasında, ülkenin fosil yakıt ihracatından elde ettiği gelirin bu yıl önemli ölçüde artacağını dile getirdi ve gelirdeki bu artışın bir bölümünün Ukrayna’daki “özel operasyonun” finansmanı için kullanılacağını vurguladı. Rusya’nın ihracat hacminde düşüş yaşanmasına rağmen, küresel ölçekte yüksek seyreden yakıt fiyatları, Rusya’nın ihracat gelirine artış olarak yansıdı.

Aslında Rusya’dan yapılan fosil yakıt ihracatının toplam hacmi, işgalden önceki zamana kıyasla mayıs ayında %15 azaldı. AB’nin Rusya’dan yaptığı ithalat miktarı, Polonya, Baltık ülkeleri ve İskandinav ülkelerinin öncülüğünü yaptığı girişimlerle, mayıs ayında %20 düşüş gösterdi. Bu ülkeden ithal edilen petrolün fiyatı da birçok ülke ve firmanın Rusya’dan arz edilen ürünlerden imtina etmesi sonucunda, uluslararası piyasa fiyatının %30 altına geriledi. Talepteki düşüş ve indirimli fiyatların maliyeti ise, Rus ekonomisine mayıs ayında günde yaklaşık 200 milyon Euro kayıp olarak yansıdı.

Ancak, küresel ölçekte fosil yakıt talebinde gerçekleşen artış, beklenmedik bir durumla sonuçlandı. Rusya’dan ithal edilen fosil yakıtların ortalama fiyatı, küresel ölçekte alıcı bulan fiyatlardan düşük seyretmesine rağmen, geçtiğimiz yıla kıyasla ortalama %60 yüksek seviyede gerçekleşti.

Çin en büyük ithalatçı

 CREA’nın baş analisti Lauri Myllyvirta, “Küresel ölçekte, fosil yakıt ithalatını ikame edecek temiz enerji kurulumunu hızlandırmamız, yüksek yakıt fiyatlarını yavaşlatmamız gerekiyor” dedi. 

Rapora göre, Çin, Almanya’yı geride bırakarak, en büyük ithalatçı konumuna geldi. Çin’in ithalatında az bir artış görülürken, Almanya’da mütevazı bir gerileme yaşandı.  Rusya’dan en fazla ithalat gerçekleştiren ülkeler arasında Çin (12,6 milyar Euro), Almanya (12,1 milyar Euro), İtalya (7,8 milyar Euro), Hollanda (7,8 milyar Euro), Türkiye (6,7 milyar Euro), Polonya (4,4 milyar Euro), Fransa (4,3 milyar Euro), Hindistan (3,4 milyar Euro) ve Güney Kore (3,4 milyar Euro) yer alıyor.

Polonya ve ABD’nin ki ülkenin mayıs ayında gerçekleştirdiği ithalat miktarı, işgal öncesine kıyasla sırasıyla sırasıyla 30 milyon ve 20 milyon Euro düşüş gösterdi. Litvanya, Finlandiya ve Estonya da bu ülkeden ithalatlarını yüzde 50 oranında azalttı. En büyük düşüş, Avrupa’ya boru hatlarıyla gelen doğal gaz ithalatında gerçekleşti ve yıllık bazda %25 düşüş yaşandı.

Rusya deniz yolunu kullanıyor

Hindistan, Fransa, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ise ithalatı artırdı. Hindistan, Rusya’nın ham petrol ihracatının %18’ine denk gelen miktarda petrol satın alarak, Rusya’dan ihraç edilen ham petrolün önemli ithalatçıları arasında yerini aldı. Ham petrolün kayda değer miktarı, rafine ham petrol ürünleri halinde yeniden ihraç ediliyor ve bu ürünleri ithal eden ülkeler arasında Avrupa ülkeleri de yer alıyor.  Fransa, spot piyasalarda LNG ve petrolün en büyük alıcısı oldu; bu durum ithalatı artırdı.

Myllyvirta şunları söyledi: “Rus petrolünün yeni pazarlara ihracatı, Yunanistan ve diğer Avrupalı denizcilik şirketleri yoluyla yapılıyor. Rus petrolünün daha uzak coğrafyalardaki piyasalara sevk edilmesi sebebiyle, nakliye amaçlı tanker altyapısına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Örneğin, Rus petrolünü Hindistan ve Orta Doğu‘ya taşıyan tankerlerin %80’i Avrupa veya ABD’ye ait. Bu durumun Avrupa Birliği’nin bir sonraki odak konusu olması gerekiyor” diyor.