Bursa Nilüfer Belediyesi’nin bu yıl “Dünyayı sev, geyiği öp, festivale gel” sloganıyla düzenlediği Nilüfer Müzik Festivali, programının bir kısmını Beyoğlu Madam Niça’da duyurdu.
Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem, burada festival sahnesinde yer alacak isimlerden bazılarını ve festival programını açıkladı. Mor ve Ötesi, Ceza, The Blaze, Melike Şahin, Köfn, Şena Şener, Ozbi, Jakuzi ve No Land’in de sahne alacağı festivalde belediyenin ’İklim Yılı’’ teması çerçevesinde katılımcılara konuyla ilgili sorumluluk aşılayacak etkinlikler de gerçekleştirecek.
İlk kez 2015 yılında düzenlenen festival, o yılki gelirini Yerel Tohum Kütüphanesi’ne bağışlamıştı. Pandemi nedeniyle geçen yıl ara verilen Nilüfer Müzik Festivali’nin bu yılki teması ‘İklim Yılı’. Bu yıl, iklim değişikliği konusunda farkındalık yaratmaya odaklanan festival, 2-3-4 Eylül tarihlerinde Bursa’da Balat Atatürk Ormanı’nda gerçekleşecek.
200 bin metrekarelik dev festival alanında, müzikseverleri Bursa’da buluşturacak festival alanına katılımcılar ücretsiz servislerle gidilebilecek. Hazırlanan kamp alanında isteyenlerin, çadır kurup konaklayabileceği Nilüfer Müzik Festivali’ne girişler, 2 Eylül Cuma günü başlayacak.
Birleşmiş Milletler (BM) iklim görüşmeleri ‘ikiyüzlülük’ yorumlarıyla sonuçlandı.Avrupa hükümetleri, gelişmekte olan ülkelere iklim kriziyle mücadele etmeleri konusunda yardımcı olmamalarına ek olarak bir de fosil yakıt rezervlerinden yararlanmaya çalışmakla suçlandı.
7-18 Kasım‘da ayında Mısır‘da yapılacak BM İklim Zirvesi (COP27) için ön hazırlıkların yapıldığı Bonn İklim Değişikliği Konferansı dün sonlandı.
Patricia Espinosa
Guardian‘dan Fiona Harvey‘in aktardığına göre; yaklaşık bir hafta süren konferans kapsamında önceki toplantılardan ertelenen bir dizi madde ve COP 27’deki başarının belirlenmesinde kilit rol oynayacak birkaç üst düzey, tartışmalı konu yer aldı: İklim krizine uyum, gelişmekte olan ülkelere – özellikle finansman konusunda- yardım, kayıp ve zararların belirlenmesi.
BM iklim müzakerelerinin son turu dün Almanya’nın Bonn kentinde çıkmaza girdi.
Çok az ülke, Kasım’da İskoçya Glasgow‘da gerçekleşen COP26 zirvesinde vaat ettikleri daha sert emisyon kesintileri planlarını hazırlıyorlar. Ayrıca yoksul ülkelerin iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamaları için finansman ve yardımlar da hala yetersiz.
Ülkelerin Ukrayna’daki savaşa ve artan enerji fiyatlarına verecekleri tepkilerin, dünyanın 1.5C eşliğinde kalıp kalamayacağı konusunda belirleyici olacak. Bu noktada ülkelerin verebileceği kararlar arasında yenilenebilir enerji ve verimliliğini artırmak ile yeni fosil yakıt kaynakları aramak gibi seçenekler sayılabilir.
Almanya da dahil olmak üzere bazı Avrupa Birliği (AB) üye ülkeleri, Avrupa’nın şu anda Rusya’dan satın aldığı büyük miktarlardaki gaza bağımlı olmamak için fosil yakıt ithalatını genişletmeyi planlıyor.
İkiyüzlü yorumu: Yoksul ülkelere destek yok ama yeni fosil yakıt avında
Ancak Climate Action Network International‘ın iklim etkileri danışmanı Harjeet Singh, Almanya ve diğer ülkelerin gelişmekte olan ülkelere desteği reddederken yurtdışında yeni fosil yakıtlar tedarik etmesinin ikiyüzlülük olduğunu söylüyor.
Corporate Accountability’de iklim araştırması ve politikası direktörü olan Rachel Rose Jackson, bunun BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘nin (UNFCCC) imzalanmasının 30. yıldönümü olduğuna dikkat çekti ve ekledi:
“Otuz yıl sonra, küresel kuzey ülkeleri hala tehlikeli bir şekilde fosil yakıtlara bağımlı. ‘1.5’i canlı tutmak’ konusunda ahkam keserken, kendi fosil yakıt kullanımlarını azaltmak için devasa bir ölçekte başarısız oluyorlar.”
Bir iklim liderinden beklentiler
İklim Eylem Ağı Avrupa direktörü Chiara Martinelli ise “Avrupa ülkeleri, Rusya’dan gelen petrol ve gazı gelişmekte olan ülkelerden gelenlerle değiştirmek ve onları daha fazla fosil yakıtlara mecbur bırakmak yerine, iklim ve enerji hedeflerini acilen kitlesel olarak geliştirmesi gerekiyor. Bir iklim liderinin yapması gereken bu” şeklinde konuştu.
Bonn’daki gelişmekte olan ülkeler, zengin ülkelerin iklim krizinin uyum sağlanamayacak kadar şiddetli etkileri olan “kayıp ve hasar” konusunda taahhüt sunma konusunda işi yavaştan aldıklarına dair endişelerini dile getirdiler.
G7’den finansman beklentisi
E3G düşünce kuruluşundan Alden Meyer, G7’nin bu ay Almanya’da bir araya geldiğinde yoksul ülkelerin iklim krizinin etkileriyle mücadele etmesine yardımcı olacak fon planlarıyla öne çıkması gerektiğini söyledi:
“G7 liderleri, gelişmekte olan ülkelerin kayıp ve zarar için finansmanı keskin bir şekilde artırma çağrısına yanıt vermeli.”
BM, Bonn konferansında önemli teknik çalışmaların yapıldığını bildirdi. 1.5C hedefine yönelik küresel ilerlemeyi gözden geçirmenin bir yolu olarak 2015 Paris Anlaşması‘nda öngörülen “küresel stok sayımı” konusunda ilk adımlar atıldı.
‘Hükümetlerin tek başına iklim krizini çözemeyeceğini biliyoruz’
Konferansın açılış konuşmasında “Hükümetlerin tek başına iklim krizini çözemeyeceğini biliyoruz” diyen UNFCCC Sekretaryası İcra Direktörü Patricia Espinosa, Paris Anlaşması’nın kabulünün ardından gelen parıltı azaldıkça ve uygulama gerekliliği ortaya çıktıkça, zor soruların hızlı bir şekilde yanıtlanması gerektiğini bildirerek şunları söylemişti:
“İklim değişikliğinin katlanarak ilerlediğini anlamak zorundayız; artık sadece kademeli ilerlemeyi göze alamayız. Bu müzakereleri daha hızlı ilerletmeliyiz. Glasgow‘dan sonra, tam uygulama yönergeleri artık yürürlükte ve ülkeler iklim eylemini uygulamak ve hızlandırmak için ihtiyaç duydukları her şeye sahipler. Bu başarıya ulaşmaya yardımcı olmak için burada ele alınması gereken ana konulara aşinayız: azaltma, uyum & kayıp ve hasar ve finansman ve uygulama araçları.”
Dengeli bir anlaşmaya ulaşmak için bu alanların her birinde acilen siyasi düzeyde müdahalelere ve kararlara ihtiyaç olduğunu söyleyen Espinosa, şöyle demişti:
“Bunu yapmak, dünyaya doğru yönde ilerlediğimize dair net bir mesaj gönderecektir. Çünkü dünyanın Şarm El-Şeyh’te tek bir sorusu olacak: Glasgow’dan bu yana ne gibi ilerleme kaydettiniz?”
Mısır’daki COP27 öncelikle uygulamaya odaklanacak ve ulusların mevzuat, politikalar ve programlar aracılığıyla ve tüm yetki alanları ve sektörlerde Paris Anlaşması’nı kendi ülkelerinde uygulamaya nasıl başlayacaklarını göstermeleri bekleniyor.
Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından Mars‘a gönderilen uzay aracı Perseverance, Kızıl Gezegen’in yüzeyinde insan çöpleri tespit etti.
Perseverance ekibi, Twitter’da paylaştıkları mesajda aracın Mars yüzeyine inişinde aşırı hava değişimlerinden korunması için üzerine sarılan termal battaniyenin parçalarına rastladıklarını açıkladı. Robotun geçen yıl iniş yaptığı noktanın 2 kilometre uzaklığında bu manzarayla karşılaştıklarını belirten ekip “Bunu burada bulmuş olmak çok şaşırtıcı. Bu parça iniş sırasında mı buraya geldi yoksa rüzgâr mı buraya taşıdı, emin değiliz” ifadelerini kullandı.
My team has spotted something unexpected: It’s a piece of a thermal blanket that they think may have come from my descent stage, the rocket-powered jet pack that set me down on landing day back in 2021. pic.twitter.com/O4rIaEABLu
— NASA's Perseverance Mars Rover (@NASAPersevere) June 15, 2022
İlk kez görülmüyor
Mars’ın yüzeyinde insan çöpüne ilk kez rastlanmıyor. Nisan ayında Ingenuity adlı uzay helikopteri hem kendisinin hem de Perseverance’ın inişi için kullanılan teknik malzemeden geride kalan çöpleri görüntülemişti.
Uzayda çöp izlerine rastlanması özellikle de bu alanda çalışma yapan kurumlar açısından giderek daha büyük endişe yaratıyor. Uzay misyonlarından geride kalan bot, kürek, Apollo uzay aracının Ay yüzeyinde bıraktığı araçlar gibi parçalar bakir olan gezegen yapılarının kirlenmesine yol açabiliyor. Dünya’nın yörüngesi de uydular ve uzay çöpü nedeniyle kalabalıklaşırken Dünya’dan uzaya yapılacak yolculuklar da daha tehlikeli bir hal alıyor.
Ayrıca Dünya’yı çevreleyen bozulmuş uydular, tornavidalar, paraşütler ya da geride kalan diğer artıklar Uluslararası Uzay İstasyonu için de büyük risk yaratıyor.
Uzayla ilgili mevcut yasalar ise 1967’de imzalanan Dış Uzay Anlaşması‘nın çok ötesine geçebilmiş durumda değil.
Fransa’daki Lille Üniversitesi’nden bir araştırma ekibi farklı şehir manzaraları karşısında gönüllü katılımcıların nasıl reaksiyon göstereceğini test etmek için VR (sanal gerçeklik) kullandı.
Araştırmaya katılan 36 kişi, laboratuvar ortamında göz takip etme özelliği olan VR gözlükleri taktı. Araştırmacılar katılımcılara düz bir bina ve gri kaldırımlardan oluşan çevre ile yeşil alan ve parlak pembe, sarı renklerin olduğu çevreyi gösterdi.
Frontiers in Virtual Reality dergisinde yayımlanan araştırmada, göz kırpmaları izlenerek atılımcıların en çok neyle ilgilendiği tespit edildi. Katılımcılar ayrıca deneyimleriyle ilgili anketi doldurdu.
Adımlar yavaşlıyor, nabız yükseliyor
Katılımcıların bitki görünce daha yavaş yürüdüğü ve nabızlarının yükseldiği görüldü. Ayrıca kafalarını yere gömmek yerine daha ileri ve yukarı baktıkları tespit edildi. Çevreye renk ekleyip çıkarmanın katılımcılar üzerinde çok fazla bir etkisi gözlemlenmekle birlikte renkli desenler resme eklendiğinde daha meraklı ve uyanık olduğu görüldü.
Çalışma şehirde küçük ayarlamalar yaparak moral yükseltmenin mümkün olduğu sonucuna vardı.
Araştırmanın baş yazarı kognitif psikoloji profesörü Yvonne Delevoye-Turrell, “İnsan davranışında sanal gerçeklikle elde edilen varyasyonların doğal ortamlarda elde edilecek değişiklikler hakkında fikir vereceğini düşünüyoruz” dedi.
Delevoye-Turrell, çalışmada VR gözlüğü kullandıklarını da hatırlatarak, gerçek hayatta katılımcıların deneyimlediği ses, trafik, hava durumu gibi koşulların çevrenin kontrolünü zorlaştıracağını da belirtti.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Yeşil Gazete‘ye Güneydoğu Anadolu‘dan ekoloji haberleri hazırlayan gazeteci Metin Yoksu hakkında “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla iddianame hazırladı.
İstanbul 23’üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamede, Yoksu’nun sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlar gerekçe gösterildi.
Yoksu, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Emniyette Twitter hesabımdan yayınlanan Erdoğan, Binali Yıldırım ve Metin Akpınar haberleri ile ilgili soru soruluyor ve ifadem alınmıştı. Başka konudan aldıkları ifadeyi başka bir dosyaya ekliyorlar. Hani hukuk!”
Cezada artırım istendi
Yoksu’nun, Suruç Katliamı‘nda hayatını kaybedenlerin cenaze töreninde çektiği bir fotoğrafı ile “Kürdistan” ibaresiyle yaptığı paylaşımlar iddianamede yer alırken, paylaşımlarını basın-yayın yoluyla yapması nedeniyle cezada artırıma gidilmesi talep edildi.
İddianamede Yoksu’nun Instagram paylaşımları da yer aldı.
Uluslararası Af Örgütü, cezaevinde bulunan yedi Gezi tutuklusu Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ı düşünce mahkumu ilan etti.
Düşünce mahkûmu sıfatı, hapsedilmelerine yol açan koşullarda şiddete veya nefrete başvurmadıkları ya da bunları savunmadıkları halde kimlikleri veya kanaatleri nedeniyle hapsedilen kişilere veriliyor.
bianet‘ten Hikmet Adal‘ın aktardığına göre, ilan kararı bugün Galata’daki Postane Binasında gerçekleştirilen basın toplantısına açıklandı. Toplantıya Kampanya Direktörü Tarık Beyhan, Vekil Direktör Ruhat Sena Akşener ve Yönetim Kurulu Başkanı Kerem Dikmen katıldı.
‘Derhal serbest bırakılmalılar’
Toplantıya bir video mesaj gönderen Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, tutuklamaları ‘şoke edici adaletsizlik’ olarak nitelendirdi ve “Türkiye’de yargı sisteminin muhalefeti susturmak için bir baskı aracına dönüştüğünü gösteriyor” dedi.
Gezi davası tutuklularının “düşünce mahkumu” olduğunu belirten ve derhal serbet bırakılmaların isteyen Callamart şöyle konuştu:
“Bu yedi kişinin düşünce mahkumu ilan edilmesi, keyfi tutukluluk ve siyasi güdümlü yargılamalarla başlayıp şov niteliğinde bir dava ve mahkumiyet kararlarıyla biten adaletsizlik güncesinin teşhis edilmesidir. Yedi kişinin maruz kaldığı adaletsizlik, Türkiye’de insan haklarına yönelik aşırı sert baskılar kapsamında çok sayıda kişinin yaşadığı adaletsizliğin bir örneğidir”
Ruhat Sena Akşener ise Gezi 7’lisinin düşünce mahkumu ilan edilmesinin siyasi saikle cezaevinde tutuldukları anlamına geldiğini söyledi. Akşener, “Kararımızla, adil yargılanma koşulları yerine getirilmeden, kanıtlara dayanmadan siyasi bir karar alındığını böylece yeniledik. Bu, Türkiye’de ifade özgürlüğünün geldiği nokta açısından son derece önemli” dedi.
25 Nisan’daki Gezi Davasında İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi Osman Kavala’ya hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüsten ağırlaştırılmış müebbet, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi’ye ise bu suça yardımdan 18 yıl hapis cezası vermişti. Heyette bulunan üye hakim Murat Bircan‘ın AKP‘den Samsun milletvekili aday adayı olduğu ortaya çıktı.
İngiltere İçişleri Bakanı Priti Patel, Irak ve Afganistan’daki suçlarla ilgili belgeleri yayımlayan WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange’ın ABD’ye iade edilmesi kararını imzaladı.
İçişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, “Hem sulh ceza mahkemesi hem de yüksek mahkemenin değerlendirmesinin ardından 17 Haziran’da sayın Julian Assange’ın ABD’ye iadesine karar verildi” denildi.
Açıklamada, Assange’ın karara itiraz için 14 günlük süresi bulunduğu aktarıldı.
WikiLeaks’ten yapılan açıklamada ise karara tepki gösterildi:
“Bugün, basın özgürlüğü ve İngiliz demokrasisi için kara bir gün. Bu ülkede ifade özgürlüğünü önemseyen herkes, İçişleri Bakanı’nın Julian Assange’ın suikastını planlayan ABD’ye iadesini onayladığı için derin bir utanç duymalıdır.”
Assange’ın yanlış bir şey yapmadığı, suç işlemediği, gazeteci ve yayıncı olarak işini yaptığı vurgulanan metinde, “Bu ülkede basın özgürlüğünün sınırlarını artık yabancı kanunlar belirliyor ve sektörün en prestijli ödüllerini kazanan gazetecilik bu hale geldi” denildi.
‘Yeni bir savaşın başlangıcı’
Karara itiraz edileceği ifade edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
“Bugün, savaşın sonu değil. Bu sadece yeni bir yasal savaşın başlangıcı. Hukuki sistem üzerinden temyize gideceğiz, bir sonraki temyiz, Yargıtay’da olacak. Sokaklarda daha yüksek sesle mücadele edip daha çok bağıracağız, örgütleneceğiz ve Julian’ın hikayesini herkese anlatacağız.”
175 yılla yargılanabilir
Nisan 2019’dan bu yana İngiltere’de tutuklu bulunan Avustralya doğumlu Assange’ın ABD’ye iade edilmesi durumunda 175 yıl hapisle yargılanabileceği belirtiliyor.
Özellikle Amerikan ordusunun Irak ve Afganistan’da “savaş suçu” olabilecek eylemlerine ilişkin binlerce gizli belge yayımlamakla suçlanan Assange’ı Washington, casusluktan yargılamak istiyor.
Assange destekçileri de davanın basın özgürlüğüne ciddi bir saldırı olduğunu belirtiyor.
Assange’ın kurduğu WikiLeaks, 2010’da aralarında ABD’nin Irak ve Afganistan’da işlediği suçları da delillendiren çok sayıda gizli belgeyi yayımlamıştı.
ABD’nin casuslukla suçladığı ve iadesini istediği Assange, hakkında tecavüz ve cinsel taciz suçlamalarıyla açılan davalar için İsveç’e iadesi gündemdeyken, Haziran 2012’de Ekvador’unLondra Büyükelçiliğine sığınmıştı.
Assange, Ekvador’un Londra Büyükelçiliğinden 11 Nisan 2019’da çıkarılarak gözaltına alınmış ve “kefaletle serbest bırakılma şartlarını ihlal etmekten” tutuklanarak Londra’daki Belmarsh Hapishanesi’ne konulmuştu.
Mahkeme, Assange’ı bu suçtan 50 hafta hapse mahkum etmişti. 50 haftalık cezasını dolduran Assange’ın iade talebi çerçevesinde tutuklu kalmasına karar verilmişti.
Duruşmaların ardından 4 Ocak 2021’de Assange’ın intihar riskinin yüksek olduğu ve ABD hapishanesinde özel idari önlemlere tabi tutulacağı, özellikle de istihbarat topluluğunun kendisine düşman olması nedeniyle “gerçek bir risk altında” olduğu gerekçesiyle ABD’nin iade talebi reddedilmişti. ABD ise karara itiraz etmişti.
ABD, temyizi kazanabilmek için WikiLeaks kurucusunun yüksek güvenlikli hapishanelerde tutulmayacağı ve hapis cezasını ülkesi Avustralya’da çekebileceği taahhüdünde bulunmuştu.
Savunma ekibi ise CIA’nın, Assange’ı Ekvador’un Londra Büyükelçiliğinde saklandığı sırada kaçırma ve öldürme planı yaptığına ilişkin haberleri dayanak göstererek can güvenliğine vurgu yapmıştı.
ABD, temyizi kazanabilmek için WikiLeaks kurucusunun yüksek güvenlikli hapishanelerde tutulmayacağı ve hapis cezasını ülkesi Avustralya’da çekebileceği taahhüdünde bulunmuştu.
10 Aralık 2021’de Yüksek Mahkeme, verilen teminatları yeterli bularak alt mahkemenin kararını bozarak ve Assange’ın ABD’ye iade edilebileceğine hükmetti. Bunun üzerine Assange’ın savunma ekibi, davayı Yargıtay’a taşımak için Yüksek Mahkeme‘ye izin başvurusunda bulundu.
Wikileaks’e sızarak muhbirlik yapan FBI ajanı Sigurdur Ingi Thordarson ise Julien Assange iddialarının doğru olmadığını kabul etmiş; iddianamede yer alan ‘büyük bir bölümünün’ kendisi tarafından uydurulduğunu açıklamıştı.
Buna rağmen Yüksek Mahkeme 14 Mart’ta verdiği kararla, Assange’ın ABD’ye iade edilebileceği yönündeki karara itirazını reddetti.
20 Nisan’da da WestminsterSulh Ceza Mahkemesi‘nin iadeye hükmetmesiyle konu nihai karar için İçişleri Bakanı Priti Patel‘in önüne gitmişti.
Kuraklık, özellikle gelişmekte olan ülkelerde sürdürülebilir kalkınmaya yönelik en büyük tehditler arasında yer almakla birlikte, etkisi gelişmiş ülkelerde de giderek artıyor. Aslında model kestirimleri, 2050 yılına kadar kuraklıkların Dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını etkileyebileceğini gösteriyor [1].
Konuya sayılarla baktığımızda, kuraklıkların 1900 ile 2019 yılları arasında Dünya’da 2.7 milyar insanı etkilediği ve 11.7 milyon ölüme neden olduğunu öğreniyoruz. Kuraklıkların sayısı ve süresi, önceki 20 yıla (WMO, 2021a) kıyasla 2000 yılından bu yana % 29 arttı. Bu ise 2.3 milyardan fazla insan zaten su stresiyle karşı karşıyayken çok daha büyük bir sorun. 2040 yılına kadar olasılıkla her dört çocuktan biri de dahil olmak üzere (UNICEF, 2019), giderek daha fazla su kıtlığı olan bölgelerde yaşıyor olacağız. Hiçbir ülke kuraklığa karşı bağışık değildir (UN-Water, 2021). Dahası, üretilen gelecek öngörüleri, 2050 yılına kadar –aslında yeryüzünün her bölgesinde ve her yılında ya da döneminde oluşabilecek olan– kuraklık olaylarının Dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını etkileyebileceğini gösteriyor.
Şekil 1: Karapınar yeşeriyor (Mirzabaev ve ark., 2018): “Ana ağaç türleri, kurak karasal iklim koşullarına ve sıcak/çok sıcak sıcaklık rejimine karşı dirençleri açısından ağaçlandırma için seçilen Karapınar rüzgâr erozyonu alanının büyük bir kısmındaki karma bitki örtüsünün 2013 yılından bir görünüşü (Fotoğraf: Murat Türkeş, 17.06.2013) ve bu yılın logosu.”
Bu yıl, Uluslararası Çölleşme ve Kuraklıkla Savaşım Günü‘nün teması olan “Kuraklıktan Birlikte Yükselmek ya da Arınmak“, insanlık ve biyosferdeki (Yerküre’nin yaşam küresi) ekosistemleri için ciddi kötü sonuçlardan kaçınmak üzere erken bir eylemin gerekliliğini vurguluyor (Şekil 1). Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Savaşım Sözleşmesi (UNCCD) Genel Sekreteri İbrahim Thiaw, 2022 Çölleşme ve Kuraklık Günü temasını “Kuraklıktan Birlikte Yükselmek” olarak açıklarken şunları söyledi [1]:
“Kuraklık, insan ve doğal sistemlerin bir parçası olmuştur, ancak şu anda yaşadığımız şey, büyük ölçüde insan etkinliğinin bir sonucudur. Son kuraklıklar, Dünya için tehlikeli bir geleceğe işaret ediyor. Gıda ve su kıtlığının yanı sıra şiddetli kuraklığın neden olduğu orman yangınları son yıllarda yoğunlaştı.”
Kuraklık ve çölleşme nedir?
Kuraklık, genel olarak, dünyanın herhangi bir bölgesinde ve herhangi bir zamanda, yağışın belirli bir süre uzun süreli ortalamanın, ortancanın ya da belirlenen bir normalin (normal değerin) altında kalması sonucunda ortaya çıkan şiddetli ya da aşırı su açığı ya da hidrolojik dengesizliği tanımlamak için kullanılan bir kavramdır (Türkeş, 2013). Kuraklık, iklim değişimleri ile bağlantılı olarak (iklimin çeşitli zaman ölçeklerindeki kendi değişkenliği) oluşur ve ardışık birkaç yıl ya da daha uzun bir süre boyunca etkili olabilir. Temel olarak, şiddet, süre ve coğrafi yayılış bileşenleri ile nitelendirilebilen üç boyutlu bir doğa olayı olan kuraklığın tek bir tanımı yoktur. Günümüzde kuraklıklar, meteorolojik, tarımsal, hidrolojik ve sosyoekonomik kuraklık olmak üzere 4 ana gruba ayrılarak incelenir. Kuraklığın en genel tanımı, başta yazdığımız meteorolojik kuraklık için yapılandır (Türkeş, 2017).
Çölleşme ise, “klimatolojik olarak kurak, yarıkurak ve kurakça yarınemli iklim koşullarının egemen olduğu alanlarda oluşan arazi bozulmasıdır. Öncelikle insan etkinlikleri ve iklimsel değişmelerden (hava sıcaklıklarının, buharlaşmanın, kuraklıkların artması ya da yağış rejiminin daha düzensiz yani daha değişken olması, vb.) kaynaklanır (UNCCD, 1995; Türkeş, 2013).” Çölleşme, var olan coğrafi çöllerin (kurak ya da tam kurak çöl jeomorfolojisi, çöl kumulları, kumul tepeleri ya da barkanlar, vb.) genişlemesi anlamına gelmez. Bunun başlıca nedeni, Dünya’nın kara alanının üçte birinden fazlasını kaplayan kurak alan ekosistemlerinin aşırı insan kullanımına ya da sömürüsüne ve uygunsuz arazi kullanımına (kötü toprak ve orman yönetimi) karşı son derece savunmasız olmasıdır (Türkeş, 2013). Yoksulluk, siyasi istikrarsızlık, ormansızlaşma, aşırı otlatma, kötü sulama ve tarım uygulamaları, arazinin üretkenliğini zayıflatabilir, arazinin çok daha az üretken olmasına yol açan çölleşme süreçlerinin baskın olmasına yol açabilir (Türkeş ve ark., 2020).
Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Savaşım Günü, çölleşmeyle mücadeleye yönelik uluslararası çabalar konusunda kamuoyunu bilinçlendirmek için her yıl kutlanıyor. Gün, herkese, arazi bozulumunun her ülke, bölge ve toplum için geçerli olmasının, problem çözme, güçlü topluluk katılımı ve her düzeyde işbirliği yoluyla elde edilebileceğini hatırlatmak için eşsiz bir olanaktır aynı zamanda. Konu artık daha fazla dikkat gerektiriyor. Arazi bozulduğunda ve üretken olmayı bıraktığında, doğal alanlar bozulur ve dönüşür. Böylece sera gazı salımları artarken, yaşam alanları ve biyolojik çeşitlilik azalır. Ayrıca, COVID-19 gibi pandemik zoonozları sınırlandıracak/durduracak ve bizi kuraklık, sel, kum ve toz fırtınaları gibi aşırı hava ve iklim olaylarından koruyacak daha az doğal ve vahşi alan olduğu anlamına gelir. Bu nedenle UNCCD, küresel toplumun tüm üyelerini toprağa ve genel olarak araziye sınırlı ve değerli bir doğal sermaye olarak davranmaya, Covid-19 salgınının zayıflayıp yok olmasında sağlığına öncelik vermeye ve BM Ekosistem Restorasyonu On Yılı boyunca araziyi eski haline getirmek için daha fazla çabalamaya çağırıyor. Herkesin oynayacağı bir rolü vardır, çünkü herkesin gelecekte bir payı vardır.
Türkiye’de kurak bölgeler
Kısaca Türkiye’deki kurak bölgelerden söz etmek gerekirse, Aridite (Kuraklık) İndisine ya da başka iklim sınıflandırmalarına göre, çölleşmenin baskın ve tanıtıcı fiziki coğrafya gösterge ve özellikleri (jeomorfoloji, ekolojik biyocoğrafya, hidroloji, vb.) açısından, Türkiye’de gerçek çöllerin yer aldığı çok kurak ve çöl benzeri koşulların yaşandığı gerçek kurak (arid) arazileryoktur (Türkeş, 2013, 2017). Buna karşılık aridite koşullarına göre, farklı şiddetlerde çölleşmeye açık ya da çölleşmeden etkilenebilirliği olan, yarıkurak, kurakça-yarınemli ve nemlice-yarınemli bölge ve yöreler bulunur. (Şekil 2).
Şekil 2: Haritada, (i) tam kırmızı dolgu (yarıkurak), (ii) çapraz tarama (kurakça-yarınemli) ve (iii) kare tarama (nemlice-yarınemli) ile gösterilen tüm alanlar, Türkiye’nin klimatolojik olarak yıllık su açığı bulunan, kuraklık ve çölleşmeye eğilimli bölgelerine karşılık gelirken; (iv) mavinin tonlarında renklendirilen ancak taranmamış yerlerde, indis değerleri 0.80-1.0 arasında kalan alanlar yarınemli, (v) 1.0-2.0 arasında kalan alanlar nemli/çok nemli ve (vi) 2.0’den yüksek olan alanlar ise çok fazla (aşırı) nemli bölgeleri gösterir (Türkeş, 2013).
Aridite İndisi’ne (Şekil 2) göre, Türkiye’de çölleşmeye eğilimli yarıkurak ve kurakça-yarınemli araziler, ülke topraklarının yaklaşık % 30’unu kaplar. Nemlice-yarınemli kuraklık sınıfı ile birlikte bu oran % 60’a ulaşır. Türkiye’nin su iklimindeki mevsimsellik ve yıllararası değişkenlik de dikkat çekici derecede yüksektir. Gelecekte iklim değişikliği + arazi bozulumuyla birlikte, Türkiye’deki çölleşme süreçlerine daha eğilimli (etkilenebilirliği daha yüksek) kurak ve yarıkurak arazilerindaha geniş alanları kaplayacağı öngörülüyor (Turkes ve ark., 2020).
2022’de sayılarla kuraklığa bir bakış
Konunun boyutu ve ciddiyeti daha net kavranabilsin diye, küresel ve bölgesel ölçekte kuraklığı sayılarla aşağıdaki gibi özetlemek istiyorum (Mirzabaev ve ark., 2018; IPCC, 2021, 2022; UNICEF, 2019; Türkeş, 2021; UN Water, 2021; WHO, 2021; WMO, 2021ab) [1, 2, 3]:
İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin artan kuraklık riskine yol açtığına dair güçlü kanıtlar var. İnsan etkinliklerinin doğrudan katkısıyla, Dünya’nın ortalama yüzey sıcaklıklarında hızlı bir artış var. Kuraklık 1970’den 2019’a kadar, toplamda yaklaşık 650,000 ölümle en büyük insan kayıplarına yol açan tehlikelerden biriydi. Dönem boyunca iklimle ilgili tüm ölümlerin yüzde 90’ından fazlası gelişmekte olan ülkelerde oluştu.
Kuraklıktan kaynaklanan ekonomik kayıplar son on yılda kat kat arttı. Küresel olarak olasılıkla 55 milyon insan her yıl kuraklıktan doğrudan etkileniyor ve bu da kuraklığı Dünya’nın hemen hemen her yerinde hayvancılık ve bitkisel ürünler için en ciddi tehlike haline getiriyor. Yaklaşık 160 milyon çocuk şiddetli ve uzun süreli kuraklıklara maruz kalıyor; 2040 yılına kadar her dört çocuktan birinin aşırı su sıkıntısı olan bölgelerde yaşayacağı tahmin ediliyor.
Genellikle kuraklık hafife alınır. Kuraklığın toplumlar, ekosistemler ve ekonomiler üzerinde derin, yaygın ve hafife alınan, gerçekteyse çok ciddi etkileri vardır ve gerçek kayıpların yalnızca bir kısmı hesaba katılır. Oysak ki, 2000-2019 döneminde 1.4 milyardan fazla insankuraklıktan etkilendi. Bu, kuraklığı selden sonra en fazla insanı etkileyen ikinci felaket yapıyor. Afrika, 70’i Doğu Afrika’da oluşan 134 kurak olayı ile diğer kıtalardan daha sık kuraklıktan etkilenmişti.
Şiddetli kuraklıkların etkisinin Hindistan’ın gayri safi yurtiçi hasılasını % 2 ila 5 oranında azalttığı kestiriliyor: Avustralya Binyıl Kuraklığının bir sonucu olarak, 2002-2010 döneminde toplam tarımsal üretkenlik yüzde 18 düşmüş durumda. Geçtiğimiz yüzyılda, Avrupa’da aralarında Türkiye’den olanların da bulunduğu milyonlarca insanı etkileyen ve 27.8 milyar ABD dolarından fazla ekonomik kayba neden olan 45 büyük kuraklık olayı oluştu. Bugün, Avrupa Birliği’ndeki arazi alanının yıllık ortalama yüzde 15’i ve nüfusun yüzde 17’si kuraklıktan etkileniyor.
Su toplamanın yükü, özellikle kurak alanlarda orantısız bir şekilde kadınlara (% 72) ve kız çocuklarına (% 9) düşmektedir. Bazı durumlarda kadınlar ve kız çocukları, zar zor aldıkları ya da edindikleri kalorinin yüzde 40’ını su taşımak için harcamaktadır.
2020 ve 2021 yıllarında, bazı Akdeniz ülkeleri, Orta Doğu ve Türkiye (2019 sonbaharında başlamıştı) ile Güney Amerika kıtasında yaygın yağış açıkları yani kuvvetli-şiddetli kuraklıklar yaşandı. Kuraklık, ürün verimi ve rekoltesindeki oynaklığının ya da değişkenliğinin önemli bir itici gücüdür ve önemli mali kayıplara yol açabilecek düşük verimlere neden olur.
Öngörüldüğü gibi, Paris antlaşması kapsamında verilen sözlerde ve bunlarla yakından bağlantılı küresel ısınma hedeflerinde başarısız olunursa, ki öyle görünüyor, küresel ısınma 2100 yılına kadar 3 °C’ye ulaşır hatta geçerse, kuraklık kayıpları, Akdeniz ve Avrupa’nın Atlantik bölgelerinde öngörülen kuraklık kayıplarındaki en büyük artışla, bugünkünden beş kat daha fazla olabilecektir.
Referanslar
IPCC. 2021. Climate Change 2021: The Physical Science Basis. Contribution of Working Group I to the Sixth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Masson-Delmotte, V., et al., (eds.)]. Cambridge University Press. In Press.
IPCC. 2022. Climate Change 2022: Impacts, Adaptation and Vulnerability. Contribution of Working Group II to the Sixth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Draft.
Mirzabaev, A., J. Wu, J. Evans, F. García-Oliva, I.A.G. Hussein, M.H. Iqbal, J. Kimutai, T. Knowles, F. Meza, D. Nedjraoui, F. Tena, M. Türkeş, R.J. Vázquez, M. Weltz, 2019: Desertification. In: Climate Change and Land: an IPCC special report on climate change, desertification, land degradation, sustainable land management, food security, and greenhouse gas fluxes in terrestrial ecosystems [P.R. Shukla, et al., (eds.)]. In press.
Turkes, M., Turp, M. T., An, N., Ozturk, T., and Kurnaz, M. L., 2020. Impacts of Climate Change on Precipitation Climatology and Variability in Turkey, Chapter 14. In Harmancioglu, N. B., Altinbilek, D. (Eds.), Water Resources of Turkey. World Water Resources, vol 2. Springer, Cham, pp 467-491. https://doi.org/10.1007/978-3-030-11729-0_14
Türkeş, M. 2013. İklim Verileri Kullanılarak Türkiye’nin Çölleşme Haritası Dokümanı Hazırlanması Raporu. Birinci Baskı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü Yayını, ISBN: 978-6054610-51-8, 57 sayfa: Ankara.
Türkeş, M. 2017. Türkiye’nin iklimsel değişkenlik ve sosyo-ekolojik göstergeler açısından kuraklıktan etkilenebilirlik ve risk çözümlemesi. Ege Coğrafya Dergisi 26(2), 47-70.
Türkes, M. 2021. Türkiye’nin Su İklimi, İklim Değişikliği ve 2019-2020 Kuraklığı. EKOIQ, Ocak-Şubat, 90-97.
Türkeş, M., Öztaş, T., Tercan, E., Erpul, G., Karagöz, A., Dengiz, O., Doğan, O., Şahin, K. and Avcıoğlu, B. 2020. Desertification vulnerability and risk assessment for Turkey via an Analytical Hierarchy Process model. Land Degradationa & Development, 31(2): 205-214; https://doi.org/10.1002/ldr.3441
UNCCD. 1995. The United Nations Convention to Combat Desertification in those Countries Experiencing Serious Drought and/or Desertification, Particularly in Africa, Text with Annexes, United Nations Environment Programme (UNEP): Geneva.
Kahramanmaraş’ta yapılması planlanan ve Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Olumlu kararı iptal edilen Elbistan (Akbayır) ve Afşin C Termik Santralleri’nden C Termik Santrali’nin yapımına olanak sağlayan Toprak Koruma Kurulu kararına yönelik TEMA Vakfı’nın açtığı davada da iptal kararı verildi. Ancak bölgede faaliyette olan Afşin-Elbistan A Termik Santrali için yapılan ek ünite proje başvurusu Kahramanmaraşlıları kaygılandırmış durumda.
TEMA Vakfı tarafından konuya ilişkin yapılan açıklamada iklim krizini ve halk sağlığını görmezden gelen enerji ve maden politikalarına işaret edilerek daha bütünsel ve kapsayıcı politikalara ihtiyaç olduğu dile getirildi.
Termik santrallerle yaklaşık 40 yıllık bir geçmişi olan Kahramanmaraş’ta, 1987’de Afşin-Elbistan A ve 2004’te Afşin-Elbistan B Termik Santralleri faaliyete geçti. Ardından 2018’de Elbistan ilçesinde yapılması planlanan Elbistan(Akbayır) Termik Santrali projesine “ÇED Olumlu” kararı verildi. 2019’da Afşin C Termik Santrali için acele kamulaştırmalar yapıldı ve santralin çevresel etkileri açısından uygunluğu, bakanlık tarafından onaylandı.
Diğer yandan Ocak’ta Afşin-Elbistan A Termik Santrali’ne ek ünite proje başvurusu yapılarak yeni bir ÇED süreci başlatıldı. Ek ünite başvurusu için Nisan’da gerçekleştirilen, TEMA Vakfı’nın da katıldığı Halkın Katılım Toplantısı’nda ise Afşin ve Elbistanlılar “Termik Santralin külüne, dumanına doyduk; termik santral istemiyoruz!” demişlerdi.
A Santrali: Etkisi tespit edilmeyen, çevre izinleri eksik bir santral!
TEMA Vakfı tarafından yapılan açıklamada, “Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’nden işletmeye alındığı tarih itibarıyla muaf olan bu santral; mevzuatta tanımlanmış çevresel sorumluluklarını hala yerine getirmemiş olup, geçici faaliyet belgesi ile çalışmaya devam etmektedir. Mevcut durum içerisinde ek ünite başvurusu, Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olması sebebiyle net sıfır hedefiyle ters düşmektedir” ifadeleri yer aldı.
‘Santral yalnızca bir enerji politikası değil, aynı zamanda çevre ve sağlık politikasıdır!’
Vakıf yaptığı açıklamada; “Yeni termik santrallerin inşası, yerli kömür varlığının değerlendirilmesi gerektiğini savunan bir enerji politikası anlayışına dayandırılılıyor. Ancak termik santraller ve kömür madenciliği, doğal varlıkları tüketiyor ve dünyayı yok ediyor. Yakın zamanda bölgede yapılması planlanan iki santrale yönelik iptal kararlarının verilmesi çok önemli bir kazanım olmakla beraber bölgede gelecek nesillerin ekolojik haklarının korunmasının da yolunu açmıştır. İklim krizini ve halk sağlığını görmezden gelen bir enerji ve maden politikası eksik kalacaktır. Daha bütünsel, daha kapsayıcı politikalara ihtiyaç var” dedi.
Maraş’ta kendisini yaşamı savunmaya adamış İbrahim Yalçın’ın, ansızın yaşamını yitirmesinin acısını yaşadıklarını ifade eden Vakıf, Yalçın’ı andı ve tüm canlıların sağlıklı bir çevrede yaşam hakkının altını çizdi.
Hormon takviyesi, pestisitler ve doğal olmayan üretim teknikleri ile sebze ve meyvelere neredeyse istediğimiz her zaman market raflarından ulaşabiliyoruz.
Ancak besinleri mevsiminde tüketmek hem doğa hem de sağlığımız için oldukça önemli: Mevsiminde yetişmemiş meyve-sebze, doğa şartlarıyla işbirliği yapılarak değil, doğayla mücadele ederek üretildiğinden, üretiminde hibrid tohum, böcek ilacı ve kimyasal gübre kullanım oranı yükseliyor.
Peki haziran ayında hangi sebze ve meyveler tüketilmeli?
Yeşil Düşünce Derneği tarafından hazırlanan takvim hangi mevsimde neleri yememiz gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.
Yaz geldiğine göre sebze ve meyvelerin de ince kabuklu olanlarını tüketme vakti geldi demektir! ☀️
🧐 Bu şölen içerisinde sizin en sevdiğiniz meyve ve sebzeler hangileri?🍅 🫑 🍆🥒 🍓 🍉 🍈