İSTANBUL – 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi‘nin 23’ncü yıl dönümünde açıklamalarda bulunan Arama Kurtarma Derneği (AKUT) Genel Başkanı Recep Şalcı, İstanbul’un beklenen büyük depreme hazırlık planlarını değerlendirdi.
İstanbul’da yaşanacak bir afette en büyük sıkıntıların ulaşım ve tahliye olacağını söyleyen Şalcı, “Bunun için yolların ve köprülerin sağlamlaştırılması gerekliydi. Ama bunun binde 1’i bile eksik kalsa İstanbul depremine hazırız diyemeyiz: Bunun tamamının hazır olması gerekiyor” dedi.
Şalcı deprem öncesi hazırlıklara dair ilk olarak ‘kentsel dönüşüm vurgusu yaptı. Depreme hazırlıklı olmak için ilk gerekenin yapı stoklarını yenilemek olduğunu belirten AKUT Başkanı, şöyle konuştu:
“Bireylerin de yapması gerekenleri konuşmamız gerekiyor. Bizim bir depreme hazır olmamız için yapmamız gereken ilk şey; yapı stoklarını yenilemek. Bu da kentsel dönüşümden geçiyor. Kentsel dönüşümü çok iyi planlayıp bir an önce başlamak gerekiyor” dedi.
Türkiye’nin buna hazırlanması 20 yıl sürer
Şalcı şöyle devam etti:
“Beklenen İstanbul depremi eğer beklediğimiz büyüklükte olursa hiçbir zaman hazır olamayız: Bunu söylemek gerekiyor. İstanbul dünyanın en büyük şehirlerinden bir tanesi. Nüfus yoğunluğu çok fazla ve Türkiye’nin buna hazırlanması 20 yıl sürer. 99 depreminden sonra 23 yıl geçti. Bunun çok iyi planlanması gerekiyor. Şu an herhalde en hazır olan yine kamu. Binaların güçlendirilmesi, yenilenmesi ve bu alanda çok hızlı çalışmalar yapıldı. Kamu binalarının yenilenmesi en son geçen yıl yüzde 94’dü, bu yıl yüzde 96’ya ulaştı.”
2018’den önceki binaların riskli olduğunu ve özellikle de 2003’ten önce yapılmış binalarda kesinlikle dayanıklılık testi yapılması gerektiğini söyleyen Şalcı, şöyle devam etti:
“Özellikle 2017 yılından sonra müdahaleci bir politikadan, risk azaltmaya ve önlemeye yönelik bir politikaya yöneldik. Bununla alakalı İl Risk Azaltma Planı (İRAP) planları yapılmaya başlandı. Bu tüm Türkiye’deki afetlerin boyutlarını, ölçülerini ve bunun etkilerini azaltabilecek çalışmaları kapsıyor. İstediğimiz, özlediğimiz devlet politikası da bu oluyor. Dünya artık buna gidiyor.
Türkiye’de üzülerek söylüyoruz, 2018’den önceki binalar riskli binalar. Özellikle 2003- 2018 arasındakiler kısmen biraz daha güvenli ama 2003’den önce yapılan binaların kesinlikle depreme dayanıklılık testi yapılması ve öyle oturulması gerekiyor.
Bu binalarla ilgili yönetmelikler çok net değil ve 2003’den önceki binaların riskli olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
TEKİRDAĞ – Marmaraereğlisi ilçesindeki Kınıklı Deresi‘nin kirlilik sebebiyle siyah renge bürünmesinin ardından Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sudan numune alarak analiz yaptı.
Sonuçların dereye atık su deşarjı yapan bölgedeki pek çok firmanın numuneleriyle karşılaştırılmasıyla deredeki kirliliğin Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanlığı TESKİ Genel Müdürlüğü Sultanköy Biyolojik Atık Su Arıtma Tesisi‘ne ait olduğu belirlendi.
İstanbul’dan doğan Kınıklı Deresi, deşarj edilen bütün atık sularla birlikte Marmara Denizi’ne akıyor. Vatandaşlar kirlilik ve ağır koku nedeniyle sahili kullanamaz hale gelmişti.
Daha önce de ceza almış
Arıtma tesisi çıkışından alınan numunelerle analiz sonucu tesisin standarda aykırı atık su deşarjı yaptığı tespit edildi.
İdari para cezası uygulanacak olan tesisin sahibi TESKİ Genel Müdürlüğü’ne 2 Haziran 2022’de de aynı sebepten 131 bin 516 lira idari para cezası verilmişti.
Tesisin ikinci kez dereyi kirletmesine yönelik herhangi bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı ya da derenin nasıl temizleneceğine dair nasıl bir yol izleneceği ise belirtilmedi.
Sağlık Bakanlığının açıkladığı haftalık Covid-19 verilerine göre; 1 ile 7 Ağustos tarih aralığında 232 bin 253 yeni vaka tespit edildi.
Verilere göre; bu hafta içinde 380 kişi Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetti.
Bakanlığın haftalık Covid-19 tablosuna göre iyileşen hasta sayısı ise 447 bin 132 oldu.
Bugüne kadar Türkiye’de Covid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 100 bin 58.
Verilere göre, bugüne kadar Türkiye’de toplam 16 milyon 528 bin 70 vaka saptandı.
Birinci, ikinci ve üçüncü dozu yaptıranların toplam sayısı 152 milyona yaklaşırken ilk doz aşı yapılma oranı yüzde 93’ün üstünde.
Ancak ikinci doz aşı oranı yüzde 85,60’da kaldı.
Üçüncü dozu yaptıranların sayısı ise yalnızca 28 milyon 118 bin.
Halk Sağlığı Uzmanı Cavit Işık Yavuz, sosyal medya hesabı üzerinden son Covid-19 vakalarını değerlendirerek “Resmi rakamlarda COVİD ölümleri iki buçuk ayda 20 katına çıktı. Müsterih olma değil önlem alma zamanı” dedi.
14 günlük verilerde ölümler SB'nin açıkladığı son verilere göre #COVID19 salgının 14 günlük seyri.
25 Temmuz-1 Ağustos verilerinde ölüm sayısı 11-24 Temmuz dönemine göre %1⃣8⃣3⃣ ⬆️, 2.8 katına çıktı, 253'ten 717'ye ⬆️ Pandemi sürüyor. Bu yükseliş risk gruplarını vuracak. pic.twitter.com/P6MtexJzGk
Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, Japonya, ABD ve Türkiye‘nin de dahil olduğu 42 ülke, Rusya birliklerinin güneydoğu Ukrayna‘daki Zaporizjya Nükleer Santrali‘nden derhal çekilmesi için çağrı yaptı.
Dün yayımlanan ortak bildiride ülkeler, Rus askeri personelinin ve silahlarının nükleer tesiste konuşlandırılmasının “kabul edilemez olduğunu ve saygı duyulması gereken emniyet, güvenlik ve koruma ilkelerini göz ardı ettiğini” söyledi.
Ayrıca nükleer santralde Rus askeri kuvvetlerinin varlığının “operatörün ve Ukraynalı yetkililerin nükleer ve radyasyon güvenliği yükümlülüklerini yerine getirmesini engellediği” belirtildi.
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova, açıklamaya karşı “Batılı ülkelerin, nükleer santrale yönelik tehditlerin Rusya tarafından yaratıldığını iddia ederek yine açık yalanlara başvurduğunu” söyledi.
Nükleer santrale ve çevresine yönelik saldırıların, Kiev’in emirlerine göre hareket eden Ukrayna kuvvetleri tarafından gerçekleştirildiğine dair hiçbir şüphe olmadığını iddia eden Zakharova, Rusya’nın, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan (IAEA) uzmanların tesisi ziyaret edebilmesi ve Ukrayna’nın yıkıcı eylemleri hakkında gerçekçi bir değerlendirme yapabilmesi için gerekli her şeyi yapacaklarını açıkladı.
Avrupa’nın en büyük nükleer santrali olan Zaporijya, Mart ayından beri Rus kuvvetlerin işgali altında.
IAEA Başkanı Raphael Grossi, geçen haftalarda santralde nükleer güvenliğin her ilkesinin ihlal edildiğini, ‘durumun kontrolden çıktığını’ söylemiş ve “Çernobil’e yaptığımız ziyaret gibi, oraya gidebilmek konusunda da ısrarcıyım” diyerek santralde teftişe izin verilmesi için çağrıda bulunmuştu.
Santralde geçtiğimiz hafta birkaç gün arayla iki bombardıman gerçekleşmiş, Ukraynalı şirket Energoatom radyasyon dedektörlerinin hasar gördüğünü açıklayarak ‘Bir nükleer felaket mucizevi bir şekilde önlendi, ancak mucizeler sonsuza kadar süremez’ demiş; Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, Rus nükleer sektörüne yönelik daha ağır yaptırımlar talep etmişti.
İnsan kaynaklı kirletici faaliyetler nedeniyle artan iklim krizi etkileri Avrupa’da sıcak dalgaları olarak görülüyor.
İngiltere, bu hafta sonu aşırı hava koşulları için uyarıların yapıldığı yeni bir sıcak dalgasıyla karşı karşıya.
Fransa, Portekiz, İspanya, Yunanistan ve Hırvatistan haftalar hatta aylardır orman yangınlarıyla mücadele ediyor.
İspanya’da 200 bin hektar yangınlar nedeniyle yok oldu. İspanya’da yaz başından bu yana yangınlar meydana geliyor. Orman yangınları dolayısıyla yüzlerce insan evinden tahliye ediliyor. Ocak 2022’den bu yana İspanya’da 37 büyük orman yangını çıktı.
Portekiz’de ise 11 bin hektarlık arazi yangın nedeniyle kül oldu. Bölge UNESCO koruması altındaydı. Ülkede bir yüzyılın en sıcak Temmuz’u yaşandı.
İtalya’da da 27 bin 883 hektarlık ormanlık alan yangınlar nedeniyle zarar gördü.
Fransa’da ise son 70 yılın en kurak dönemi yaşanıyor. Ülkede bu yıl en az 57 bin 600 hektar yeşil alan yandı.
İngiltere’de rekor sıcaklıklar
Bilim insanları rekor sıcaklıkların iklim değişikliği nedeniyle 10 kat daha olası hale geldiğini söylüyor.
Geçen Temmuz’da ulaşılan rekor sıcaklıktan, 40,3C’den, sonra düşen sıcaklıklara rağmen, İngiltere’de kademeli olarak artması beklenen sıcaklığın daha tehlikeli olacağı belirtiliyor.
12 Ağustos’ta ülkenin güneybatısı, güneyi, merkezi ve doğusunda kuraklık ilan edildi.
Fotoğraf: Raşid Necati Aslım – Anadolu Ajansı
Avon Nehri kurumak üzere
Geçen hafta ise ülkenin Aşağı Avon, Bristol Avon isimleriyle de bilinen, önemli su kaynaklarından yaklaşık 120 kilometrelik Avon Nehri‘nin de pek çok noktasında suyunun neredeyse tamamen kurumaya yüz tuttuğu görüldü.
Londra’dan geçen ünlü Thames Nehri‘nin Gloucestershire’daki kaynağı da kuraklık kriziyle karşı karşıya. İngiliz hükümeti ise bugün ülkenin güney, orta ve doğu bölgelerinde resmi olarak kuraklık ilan edildiğini duyurdu.
Çevre, Gıda ve Köy İşleri Bakanlığından yapılan açıklamada, son 50 yılın en kurak yazının yaşanıyor olması nedeniyle İngiltere’nin yarısından fazlasının kuraklık statüsüne alınmasına karar verildiği bildirildi.
İngiltere’de su ve atık su şirketleri da hortum yasağını (Belirli bir su şirketi tarafından su kıtlığı sırasında uygulanan hortum kullanımına ilişkin resmi kısıtlama) uygulamaya geçti.
Fotoğraf: Raşid Necati Aslım – Anadolu Ajansı
Yangınlar arttı
İngiltere’de itfaiye kuru havada yangınlara karşı uyarılar yaparken ülkede Morrisons, Sainsbury’s, Tesco ve Co-op gibi büyük market zincirleriyüksek hava sıcaklıkları nedeniyle tek kullanımlık mangal satışını durdurdu. Yangınların 150’sinin ise sadece bir haftada çıktığı, geçen hafta yaşandığı belirtildi.
Londra’da Pazar günü sıcaklıklar 33 °C’nin üzerindeydi. Ülkede bu yıl 745 orman yangını yaşandığı bildirildi.
Birleşik Krallık Sağlık Güvenliği Kurumu’ndan uzmanlar İngilizler yaşlılara, sağlık sorunları olanlara ve çocuklara dikkat etmeleri konusunda uyarıda bulunuyor.
Isı kubbesi nedir?
Öte yandan uzmanların ısı kubbesi olarak tanımladığı gelecek aşırı sıcakların Birleşik Krallık‘taki son sıcak dalgasından daha uzun sürebileceği öngörülüyor.
Atmosferin, sıcak okyanus havasını bir kapak gibi hapsetmesi nedeniyle oluşan yüksek basınç koşulları, basınç sistemleri arasındaki etkileşimden kaynaklandığı düşünülen bir kubbeye neden oluyor.
Isı kubbesi altında daha fazla ısıyı hapsediyor ve basınç durağan bir hale geliyor.
Isı kubbesi ayrıca zeminin ısınmasına, nem kaybetmesine ve yangınların çıkması olasılığına sebebiyet veriyor. Isı kubbesi normalin çok üzerinde sıcaklıklara yol açabiliyor.
Araştırma: Sıcak dalgaları artıyor
2020’de yapılan bir çalışma, 1950’lerden bu yana sıcak dalgalarının sıklığının ve uzunluğunun arttığını ortaya koydu.
UNSW Sydney ve UNSW Canberra’dan bilim insanları tarafından yapılan çalışma, Akdeniz’de 1950’den bu yana her on yılda 2,5 sıcak dalgası artışı kaydedildiğini ve Amazon’da bu artışın aynı dönemde fazladan 5 buçuk gün olarak kaydedildiğini ortaya koydu.
Araştırmaya göre; küresel olarak en kötü artışlar 1999’dan bu yana geçen zaman diliminde gerçekleşti.
Sıcak dalgaları, uzun süreli kuraklık olasılığını ve orman yangınları riskini artırıyor. Aynı zamanda bunun ağır ekonomik sonuçları da oluyor. Avustralya’da sıcak dalgalarının hükümete maliyeti bir yılda 6,2 milyar dolar olmuştu.
Kentlerde sıcak dalgası ve ısı adaları
Kentlerde binalar, kaldırım ve betonun bir araya gelmesiyle ortaya çıkan “kentsel ısı adası” da artan sıcaklıklar karşısında ayrıca bir sorun.
Avrupa’da nüfusun yüzde 75’i kentsel alanlarda yaşıyor ve bu da sıcak dalgasının azaltılmasını acil bir endişe haline getiriyor.
Türkiye’de ise bu rakam yüzde 76’yı geçiyor. 1980’den bu yana oran oldukça keskin bir şekilde artmış durumda:
Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi, İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Direktörü Prof. Dr. Murat Türkeş, Yeşil Gazete’de kaleme aldığı bir yazıda kentsel ısı adalarına ilişkin şu ifadeleri kullanıyor:
“Şehirler, onları çevreleyen kırsal alanlardan daha sıcaktır. Asfalt yollar ve beton binalar Güneş ışığını emdikten sonra ısı enerjisi yayar; araç egzozları ve klimalar ek ısı üretir. Buna ‘kentsel ısı adası etkisi’ denir ve bu etki şehir merkezlerini komşu kırsal ya da yarı kırsal alanlardan birkaç derece daha sıcak yapabilir.
İklim değişikliği şiddetlendikçe daha yaygın hale gelen sıcak dalgaları sırasında, kentsel ısı adası etkisi ölümcül sonuçlara yol açabilir. Aslında, Dünya’nın büyük kentlerinin çoğunda, örneğin yalnızca ABD‘de yüz binlerce insanın önümüzdeki on yıllarda mega ısı dalgalarında ölmesi bekleniyor.”
Bunun için çeşitli çözümler öneriliyor. Kentlerde ağaçların varlığı artırılabilir, binalarda yeşil çatılardan yararlanılabilir, şehirlere fıskiyeler gibi daha fazla suyun bulunduğu noktalar inşa edilebilir. Ancak klima açmak bunlardan biri değil.
Klima açmak çevre dostu değil ve etkisinin azaltılmaya çalışıldığı iklim krizine elektrik tüketimi nedeniyle daha da çok katkı sağlamaya sebep oluyor.
İklim değişikliği ile sıcak dalgaları arasında nasıl bir bağlantı var?
Gezegenin ortalama sıcaklığı, sanayi öncesi dönemde bugüne 1,1C arttı. Artan insan faaliyetleri sonucunda atmosfere salınan karbondioksit (CO2) miktarı da artış gösterdi.
Isınmayı 1,5 derece ile sınırlama olasılığına hala açık olan pencerenin aralığını ise hükümetlerin fosil yakıt endüstrisine olan yatırımların önünü kesip kesmeyeceği belirliyor.
Hükümetlerarası İklim Paneli‘nin (IPCC) son raporu ise eylem için zamanın daraldığını söylüyor. Ancak dünyanın harekete geçmek için hala zamanı var.
Atmosferdeki CO2 konsantrasyonu 1750 ile 2020 arasında yüzde 48 arttı.
Karbon emisyonu ile konsantrasyonu arasındaki ayrım ise salınan karbon ve sonrasında salınan karbonların yoğunluğu, birikimi şeklinde yapılabilir.
Karbondioksit, metan, azot dioksit gibi gazlar atmosfere gelen güneş ısısının atmosferde hapsolmasına ve daha az sıcaklığın uzaya çıkmasına sebep oluyor.
Ortalama sıcaklıklar yükseldikçe spektrumun “aşırı sıcak” ucundaki hava miktarı artıyor ve aşırı sıcaklıklar daha sık, daha uzun ve daha yoğun yaşanıyor.
IOP Publishing tarafından yayınlanan yeni bir akademik dergi olan Environmental Research: Climate’nin,28 Haziran’da yayımlanan ilk sayısında dikkat çekilen çalışmaya göre; bilimsel ilişkilendirme çalışmaları, aşırı hava koşullarının ve insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkileri arasında bağlantı kurmada büyük ilerlemelere yol açtı; ancak yayınlanan araştırmalardaki büyük boşluklar, iklim değişikliğinin zararlarını hala tam olarak ortaya koymuyor.
Çalışmaya göre; sanayi öncesi iklimde herhangi bir yılda meydana gelme olasılığı 10’da bir olan bir sıcak dalgası şimdi ortalama olarak neredeyse üç kat daha sık meydana gelecek.
Çalışmanın eş yazarı Imperial College London, Grantham İklim Değişikliği ve Çevre Ensitüsü’nden Dr Friederike Otto, “Bugün meydana gelen her sıcak dalgasının iklim değişikliği nedeniyle daha yoğun ve daha olası hale geldiğini emin olarak söyleyebiliriz” diyor.
When we designed the new colours, in Autumn 2021, only parts of the Middle East and North Africa were >39 C
I thought these temperatures would turn up occasionally in Spain in the summer
Dünya Hava İlişkilendirme Girişimi (World Weather Attribution, WWA) tarafından yapılan bir araştırma da geçen yaz bir Kanada köyünü yok eden sıcak dalgasının iklim değişikliği nedeniyle 150 kat daha fazla olası hale geldiğini ortaya koydu.
Uzmanlara göre, İngiltere’de Temmuz’da kaydedilden sıcak dalgası da iklim değişikliği nedeniyle 10 kat daha olası hale geldi.
WWA’daki ekip, sıcaklıkların iklim modellerinin simüle ettiğinden daha fazla artması nedeniyle bunun aslında mütevazi bir rakam olduğunu da söylüyor.
We have not seen anything like it. We can't compare this looming heat emergency to summer 1976.
A warmer world, thanks to human induced climate change, makes it almost effortless to break extreme heat thresholds. We continue to see this across the planet – not just in Europe. pic.twitter.com/z0FpZ3Mcbb
Grantham Enstitüsü ve WWA’da da çalışan Dr Mariam Zachariah, “Bu yıl o kadar çok ekstrem olay oldu ki, her birine bakmak zorlaştı” diyor ve ekliyor:
“Mesaj, harekete geçmeye başlamak zorunda olmamız ve bizim için çok fazla umudum var; zamanında harekete geçersek, gelecek için iklim değişikliğini uyarlamak ve etkisini azaltmak için yeterince şey yapabiliriz.”
Met Office meteoroloğu Aidan McGivern, ise İngiltere’deki aşırı sıcaklar için şunları söylüyor:
“Bu duruma gelmemeyi ummuştuk, ancak İngiltere’de ilk kez 40C’den daha yüksek bir sıcaklık tahmin ediyoruz. İngiltere’de 40C günlerini görme olasılığı, mevcut iklimde, insan etkisinden etkilenmeyen doğal bir iklime göre on kat daha fazla olabilir.”
Uzmanlar, iklim krizinin neden olduğu yüksek yaz sıcaklıklarının, melanom gibi potansiyel ölümcül cilt kanseri vakalarında artışa neden olabileceğini belirtiyor.
Sağlık uzmanları ve iklim bilimciler, iklim değişikliği nedeniyle daha uzun ve daha sıcak yaşanan yaz mevsiminin, insanların güneşte daha fazla zaman geçirmesi ve UV radyasyonuna daha fazla maruz kalmasına neden olduğu için endişeli.
The Guardian‘a konuşan Sheffield Üniversitesi‘nden tıbbi onkoloji profesörü Sarah Danson, “Melanom hastalarını tedavi eden bir klinisyen olarak, daha sıcak yazlarda devam eden bir eğilimin daha fazla melanom vakası eğilimi görüyorum ve melanomun daha fazla ölüme yol açacağından kesinlikle endişeliyim” diyor.
İngiltere Kanser Araştırmaları Genel Müdürü Michelle Mitchell, iki yılda bir güneş yanığı oluşturacak kadar maruziyetin, cilt kanseri riskini üç katına çıkarabileceği uyarısında bulunurken kanser vakalarındaki artışın, yılın belli aralıklarında art arda günlerde yapılan tatiller nedeniyle daha fazla güneşe maruz kalmak gibi bir dizi faktöre bağlı olabileceği düşünüyor.
Bristol Üniversitesi’nden iklim bilimi uzmanı Prof. Dann Mitchell de daha sıcak bir hava ve sağlık sorunları arasında dolaylı bir ilişki olduğunu şöyle açıklıyor:
“İklim değişikliğinin en belirgin etkilerinden biri, sadece yaz aylarında değil, tüm yıl boyunca daha yüksek sıcaklıklar yaşanması. Sıcaklıklardaki bu değişim, davranış kalıplarını da değiştiriyor. Örneğin Birleşik Krallık’taki insanlar, hava daha sıcak olduğunda daha fazla dışarı çıkma eğiliminde. Bu, yıl boyunca güneş ışığına daha fazla maruz kalmaya ve cilt kanseri için bilinen bir risk faktörü olan UV ışınlarında çok daha fazla maruz kalmaya yol açar.”
İklim krizinin uzun vadeli sağlık sonuçlarının yeterince tartışılmadığını ve belirli bir sıcak dalgasını, belirli bir kanserle ilşkili olduğunu söylemenin zor olduğunu dile getiren Mitchell, “Artan kanser riskini, insan kaynaklı iklim değişikliğinin, daha sıcak günleri daha olası hale getirmesine bağlıyoruz” diyor.
Birleşik Krallık Kanser Araştırmaları’ndan kıdemli sağlık bilgi yöneticisi Karis Betts, kanserin gelişmesi uzun yıllar aldığından son sıcak dalgalarının cilt kanseri vakaları üzerindeki etkisini anlamak için henüz çok erken olduğunun altını çiziyor.
ANKARA –Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nin (ABB), Orta Doğu Teknik Üniversitesi(ODTÜ) arazisinden geçecek “Bilkent-İncek Çevre Yolu Çevre Yolu Bağlantısı” projesi, kent gündeminin odağında.
2017 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın onayladığı planlardan sonra Melih Gökçek yönetimi, gece saatlerinde ODTÜ ormanlarına girip hektarlarca ağacı katletmiş; meslek odalarının açtığı davalar sonucu bu talan durdurulmuştu.
ABB‘nin yeni yönetimi ise 30 Temmuz 2021 tarihinde duyurulan ve 25 Ağustos 2021 tarihinde düzenlenen ihale ile Eskişehir Yolu ve Ankara-Niğde Otoyolu‘nu birbirine bağlayan 11,8 kilometrelik yol yapım projesini tekrar yürürlüğe koydu.
İhaleyi, 39 milyon 344 bin lira ile Haslan İnşaat Mühendislik Enerji Makina Sanayi ve Ticaret A.Ş ve Diyarbakır merkezli Diyarsur Nakliye Otomotiv Sanayi ve Ticaret A.Ş aldı.
Bir yılda tamamlanması düşünülen projenin planlanan bitiş tarihi 14 Ekim 2022 Cuma günü.
Ancak ODTÜ bileşenleri ve kent savunucuları, projeyi yaptırmamakta kararlı. Projenin Mansur Yavaş döneminde yeniden başlatılmasına karşı itirazlar yükselirken öğrenciler de bu projeye dur demek için 27 Temmuzdan bu yana nöbet tutuyor.
Projeden önce araziler satıldı
Hazine ve Maliye Bakanlığı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından 2021 yılında 34; 2022 yılında ise 31 taşınmazı 4046 sayılı Kanun hükümleri kapsamında ihale yolu ile satışa çıkarıldı. Satışa çıkarılan arazilerin bir kısmı ODTÜ çevresinde.
Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde satışa çıkarılan arazilerde İncek, Taşpınar, Kızılcaşar gibi mahalleler öne çıkarken Çankaya ilçesine bağlı Alacaatlı, Söğütözü, Yıldızevler,İlker, Umut, Beytepe, Dikmen, Küçükesat, Hilal, Maltepe mahallelerinde bulunan araziler de hazine tarafından satışa çıkarıldı.
Projeyle Ankara’nın trafik sorununun çözülemeyeceği, ekolojik yapıya daha fazla zarar verileceğini ve kampüs bütünlüğünün bozularak ranta açılacağı gibi pek çok gerekçe ile projeye karşı çıkan meslek örgütleri ve nöbet tutan ODTÜ’lüler Yeşil Gazete’ye konuştu:
Gökçek döneminde iptal edilen onlarca plan, yeni dönemde de onaylandı
ODTÜ Yolu ile ilgili Büyükşehir Belediyesi’nin mahkeme kararlarını uygulama biçiminin doğru olmadığını ifade eden Şehir Plancıları Odası Ankara Şube Sekreteri Ömer Dursunüstün, mahkemelerin benzer birçok ulaşım kararının, hazırlanan imar planları değişikliklerinin iptallerinde, “Ulaşım Ana Planı olmadan, parçacıl karar verildiği” gerekçesini hatırlattı.
Ulaşım yatırımlarının bütüncül bir üst ölçekli plan ve ana planın yönlendirmesiyle belirlenmesi gerektiğine dikkat çeken Dursunüstün, şöyle devam etti:
“Büyükşehir Belediyesi’nin kararlarına karşı açtığımız yüzlerce dava ve iptal kararları var. Mahkeme kararları uygulanacaksa, iptal gerekçelerinin giderilmesi gerekir. Ancak görüyoruz ki Büyükşehir Belediyesi, Gökçek dönemine ait ve rantla ilişkisi artık açık olan bu ulaşım kararlarını hayata geçirmeye kararlı. Sadece birkaç mahkeme kararını seçip “mahkeme kararları uygulanıyor” algısı yaratması doğru değil.
En çok bilinen alanlardan Atatürk Orman Çiftliği’nde (AOÇ), YDA-Demirkafes’te, Ulus’ta ve Ankara’nın hemen her yerinde iptal kararlarımız var. Ancak bmahkeme kararlarını uygulamak şöyle dursun, bunlara rağmen birebir aynı planlar onaylanmakta. Gökçek döneminde iptal edilen onlarca plan, mükerrer şekilde yeni dönemde de onaylandı, onaylanıyor.”
ABB’ye alternatif bir yol önerisi sunmadık: Çünkü plan en başından bilimsel değil
Herhangi bir planlama çalışmasında derelerin, vadilerin, orman ve tarım alanlarının, sit alanları gibi korunması gereken alanların eşik olarak belirlendiğinin altını çizen Dursunüstün, “ODTÜ ve benzer şekilde AOÇ arazilerindeki ulaşım kararlarına bakıldığı zaman bu alanların sanki boş/rezerv alan olarak değerlendirildiğini görüyoruz” dedi:
“Ulaşım kararının hayata geçirilmesiyle parçalanacak olan bu alanların çok hızlı bir şekilde tahsisler, özelleştirmelerle sermayeye aktarıldığını, yapı adalarına dönüştüğünü de biliyoruz.
Öncelikli soru: Ankara’nın bir vizyonu var mı?
Dursunüstün, “Bu yol neden ODTÜ’den geçiyor?” veya “ODTÜ’den geçmese olmaz mı?” gibi soruların, bilimsel yaklaşımdan oldukça uzaklaşıldığını ve durumun kanıksandığını gösterdiğini belirterek şöyle dedi:
“Öncelikle “Ankara’nın bir vizyonu ve amacı var mı? Buna yönelik bir planı var mı? İklim krizinin etkileri başta olmak üzere, Ankara’yı hangi senaryolar bekliyor ve yerel yönetimler bunun için neler yapıyor?” gibi soruları tartışıyor olmamız gerekirken; bir yanlış karar daha olan Niğde otoyoluna bağlanmak için orman alanının katledilmesini, bölünen kısmının ise kısa sürede ranta konu edilmesini sessizce kabullenip, “en azından ormanın kenarından geçebilir mi“ şeklinde, oldukça geri noktadan bir tartışma yürütüyoruz.
Odamız ABB’ye alternatif bir yol önerisi sunmamıştır. Ulaşım kararlarının, bütüncül bir ulaşım ana planı çalışması, analizleri, alternatifleri ve önerileriyle bir arada değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir.
Nereden, hangi analizler doğrultusunda ortaya atıldığı bilinmeyen, bilimsel hiçbir arkaplanı olmayan bir ulaşım kararına alternatif düşünmek, Büyükşehir’in sürdürdüğü bu bilimden uzak tavrı meşrulaştırmak anlamına gelecektir.
Aynı zamanda bu, uzun yıllardır ülkemizde ve en çok da Ankara’da sürdürülen özel araç sahipliliğine dayalı kent içi ulaşım politikalarının da bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Büyükşehir’in bir vizyonu olmalı ve bu doğrultuda bilimsel çalışmalar neticesinde belirlenecek ulaşım kararları ise, toplu taşımayı, toplu taşımada konforu, çevre ve yaşam kalitesini önceleyen bir politika ile belirlenmelidir.
Rant değeri yüksek projeler tekrar onaylanıyor
Gerek Gökçek döneminde gerekse yeni ABB yönetiminde, oda olarak iptal ettirdikleri, yürütmesini durdurdukları ve dava süreci devam eden projelerin bilgisini paylaşan Dursunüstün,”YDA-Demirkafes ve Sinpaş Altınoran en bilinen örneği olduğu için onları anmak gerekiyor” dedi:
“Gökçek döneminde iptal kararlarına rağmen yapımı tamamlandı. Mansur Yavaş yönetiminde ise iptal edilmiş YDA planı 8’inci kez onaylandı ve davalarımız neticesinde tekrar iptal edildi; ardından 9’uncu kez yeniden onaylandı. İncek, Alacaatlı, Dodurga bölgelerinde de parçacıl parsel bazında onaylanan plan değişikliklerine açılan davalarda iptal kararları gelmiş olmasına rağmen inşaat faaliyetleri hızla devam etti ve birçoğu tamamlandı.
Diğer taraftan İmrahor Vadisi, Dikmen Vadisi gibi artık korunmasının önemi tartışılamayacak olan alanlarda dahi iptal kararlarına rağmen yapılaşmayı artıran imar planları yeniden onaylandı.
Mevcut yapı ve nüfus yoğunluğunu artıran, henüz yapılaşmamış alanlarda ise yüksek yoğunluk kararlarıyla rant değerlerini artıran imar planları, iptal kararlarına rağmen bu dönemde de yeniden onaylanmaktadır.
Karakuş: ABB önce Demirkafes kararını uygulasın
TMMOB Ankara Şube Başkanı Tezcan Candan Karakuş ise ABB’nin ODTÜ Yolu için “burayı ranta açmayacağız” sözlerine tepki gösterdi.
“Bu yol Bilkent ile İncek’i bağlayacak ve Niğde otobanına bağlanacak. Yol üzerindeki tüm arazilerde değer artışı olacak. Büyükşehir ranta açmayacağız diyor ama Park Joven Kuleleri‘nde de olduğu gibi rant projelerine yol açıyor” dedi.
Belediyenin yol projesi için ‘yalnızca mahkemelerin kararına riayet ettiği’ açıklamasına ilişkin hukuksal süreçlere itirazlarının devam ettiğini kaydeden Karakuş, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) ve ODTÜ gibi alanların mahkeme süreçleri ile ele alınamayacağını belirterek, “ABB mahkeme kararlarına uyacaksa 8 kez iptal edilen demirkafes kararlarını uygulasın” dedi.
YDA Center – Demirkafes planı neydi?
‘Demirkafes’, Gökçek’in en tartışmalı projelerinden biriydi.
2005 yılında Ankara-Eskişehir yolu üzerinde yapımına başlanan proje, Mimarlar Odası‘nın açtığı davalar sonucu 2008’de durdurulmuştu.
İnşaat, beş yıl boyunca çelik iskeletiyle durması nedeniyle “Demir Kafes” olarak adlandırılmış, 2013’te yeni plan ve proje oluşturulması amacıyla yıkılmıştı.
İnşaatına belediye bütçesinden 80 milyon lira harcanan, yıkım masrafı da kamu bütçesinden karşılanan proje son olarak YDA adlı şirkete devredilmiş; Gökçek, projeyi mali karşılığı 120 milyon dolar bin 650 konut ve 30 bin metrekare ticari alan karşılığı devrettiklerini söylemişti.
Tüm plan değişikleri yargı tarafından kamu yararına uygun olmadıkları gerekçesiyle iptal edilen “Demir Kafes” alanına YDA Center yapılmasına ilişkin yeni ABB yönetiminin 2020 yılında yaptığı plan değişikliği bir kez daha yargıdan dönmüştü.
ODTÜ Yolu projesi, Belediye’nin sitesindeki 2023 Nazım İmar Planı’nda yok
Mahkeme ODTÜ Yolu projesi için ‘kamu yararı’ kararını verirken ABB, karara itiraz etmeden ya da Danıştay’a yürütmeyi durdurmanın iptaliyle ilgili başvuru yapmadan “mahkeme kararlarını uyguluyoruz” diyerek projeyi sürdürmekte ısrarlı.
Yeşil Gazete’ye konuşan ODTÜ Mezunlar Derneği Başkanı Baki Arslan, tepkilere rağmen projedeki ısrarda ‘ABB’deki Melih Gökçek kalıntılarının etkili olduğunu’ ileri sürdü. Arslan, daha önce Mansur Yavaş’ın da katılımıyla yaptıkları görüşmelerde Yavaş’ın bu konuda yanlış yönlendirildiği kanaatine vardıklarını söyledi.
ODTÜ’ye dokunulmadan alternatif yol ağının planlanabileceğini belirten Arslan, “Bundan önce bu yolun gerekliliği tartışılmalıdır. Ankara’nın bilimsel bir Ana Ulaşım planı olmadan da bu gereklilik ortaya konamaz. Ancak Ana Ulaşım Planı yapıldıktan sonra, eğer gerekiyor ise alternatif güzergahlar oluşturulabilir” dedi:
“Mevcut durumda ise, yaklaşık 400 metre yanında, proje yoluna paralel İhsan Doğramacı Bulvarı bulunmaktadır. Bahsi geçen ODTÜ (Rant) Yolu Ankara Büyükşehir Belediyesi web sayfasında bulunan 1/25000 ölçekli 2023 Nazım imar planında da bulunmamaktadır.”
Arslan, yol yapım çalışmalarının ve bu tür projelerin ODTÜ’nün ekolojisine etkisini ise şöyle anlattı:
Bu yol yapılırsa 90 hektardan daha büyük bir arazi ODTÜ ekosisteminden kopartılacak. Trafiğin sebep olacağı ses, gürültü ve ışık kirliliği ile kimyasal kirlilik, sadece orman ekosistemine değil, civardaki tüm ekosistemlere çok ciddi zararlar verecek.
Bizler ODTÜ’nün tüm bileşenleri olarak (Öğrenciler, mezunlar, akademisyenler, çalışanlar) bu yolun yapılmaması için her türlü mücadeleyi vereceğiz, bu konuda oldukça kararlıyız.
Bilinçli bir tercih
Nitekim projeye karşı nöbet tutanlar bugün de ABB Binası önünde eylemdeydi.
“Rant Yolu” projesini portesto eden protesto eden ODTÜ öğrencileri, ODTÜ Mezunları Derneği ve ODTÜ Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Temsilciliği üyeleri basın açıklamasında, “Yol projesinde herhangi bir kamu yararı yok. Yol yapımı ve ihale süreci başlamadan Hazine’nin yol çevresindeki ve hinterlandındaki bazı taşınmazlarını satışa çıkarması bile bu yolun bir rant projesi olduğunu göstermektedir. Makro ulaşım planını yapabilecek ve uygulayabilecek yetkinlikte uzmanlar var iken yapılmıyor olması ne yazık ki bilinçli bir tercihtir ve hem ihale süreçleri hem de planlama süreçleriyle bu yolun tam bir rant dağıtım aracına dönüştürüldüğünün açık göstergesidir” dedi.
ABB önünde yapılan basın açıklaması. “Kampüste iki göl, mevsimsel akarsular, kayalıklar, bozkırlar, ormanlar, çayırlıklar gibi birçok değerli yaşam alanı var ve çok önemli bir canlı çeşitliliği söz konusu.Atatürk Orman Çiftliği’nin ranta kurban edilmesinin ardından Ankara’nın tek ekolojik ve doğal orman alanı olarak kalan ODTÜ’de, tüm ülkede görülen kuş türlerinin yarısından fazlası tespit edildi.Üzerine dökülecek beton onlarca canlı türüne ev sahipliği yapan ekosistemi parçalayarak doğal dengeyi bozacak.”
Açıklama öncesi belediye çalışanlarının öğrencilere çay ikram etmeye çalışması dikkat çekerken, öğrenciler ikramları kabul etmedi.
Basın açıklamasının ardından öğrencilerin yanına gelen ABB Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Kemal Çolakoğlu, gazetecilerin sorularını yanıtlamak isterken öğrenciler durumu sloganlarla protesto etti.
‘Yapılmasın deniyorsa yapmayacağız’ demişti: Yavaş, bu yanlıştan dönsün
Muhalefetin tutumunu ve sessizliğini şaşkınlıkla izlediğini aktaran Baki Arslan, Yeşil Gazete’ye verdiği demeçte Mansur Yavaş’ın katıldığı bir televizyon programında “ODTÜ Yolu yapılmasın deniyorsa, yapmayacağız” dediğini hatırlattı:
“O dönemde birçok vekil, bizlerin yanında yer alıp “bu yolu yaptırmayacağız” demişti. Şimdi ne oldu da sessizler, şaşkınlık verici. Bu durum sanırım tek cümle ile anlatılabilir: Türkiye’de siyaset kirli yapılıyor ve sanırım yanlışa yanlış olduğu için değil de yanlışı kimin yaptığına bakarak karşı çıkılıyor.”
Meslek örgütlerinin ve ODTÜ’lülerin projeye olan itirazlarını ve eleştirilerini görüşmek için ulaştığımız belediye yetkilileri, önümüzdeki hafta kamuoyuyla paylaşacakları kapsamlı bir sunum dosyası üzerinde çalıştıklarını aktardı.
Bu açıklamaya dair Arslan, ‘Yapılmasın deniyorsa yapmayacağız’ diyen birinin çalışmalarının kamuoyu nezdinde karşılık bulmayacağı yorumunu yaptı:
“ABB bugüne kadar yaptığı açıklama ve sunumlarda sürekli olarak bu yolu nasıl yapacaklarını, ekosisteme nasıl daha az zarar vereceklerini anlatmıştır. Yine benzer açıklamalar gelecektir diye düşünüyorum. Ancak yolun gerekliliği ile ilgili bugüne kadar tatmin edici herhangi bir bilimsel bir rapor sunulmadı, sunulamayacaktır.
Ankara halkı seni bunun için seçmedi
Ayrıca daha önce Gökçek’in kullandığı bir stratejiyi de kullanabilir, ODTÜ ile Ankara halkını karşı karşıya getirecek söylemler oluşturmaya çalışabilirler. Geçmişte bunun örneklerini ve dönüşlerini ağır bir şekilde gördük. Hem kampüs hem de kent olarak bedellerini ödedik. CHP’nin buna prim vermeyeceğini umuyoruz. Çünkü bu tür söylemler yalnızca ODTÜ ve kentimize zarar vermez, CHP’nin kitlesinde de farklı reaksiyonlara sebep olur”
Arslan son olarak ABB Başkanı Mansur Yavaş’a şöyle seslendi:
“İ. Melih Gökçek’in yanlış politikalarını devam ettirme, Ankara halkı seni bunun için seçmedi. Bir an önce bu yanlıştan dönmenizi bekliyoruz.”
‘Kavaklık Direnişi’nden bugüne ODTÜ’ye sahip çıkma mücadelesi: Öğrenciler ne diyor?
Politik olarak ODTÜ’nün demokratik yapısına ve ekolojisine zarar verecek “kampüsün kavaklık alanındaKYK’ye ait yurt projesi”ne engel olmak için başlayan Kavaklık İnisiyatifi‘nde yer alan ve şuan ODTÜ Yolu’nun yapılmasına karşı nöbet tutan ODTÜ Siyaset Bilimi öğrencisi Tunahan Gözlügöl, bu projeyi bir yol projesi olarak görmemek gerektiğini söyledi:
“Ahlatlıbel tarafına yeni Yargıtay binası yapıldı: Bu bina yol olmayan, ulaşımın zor olduğu o kadar anlamsız bir yere yapıldı ki resmen kamu yararı yaratıldı. Aynı şekilde şehir hastanesi konseptinin kendisi anlamsız iken yine yol geçmeyen bir yere, plansız ve ciddi paralar dökülen bir proje, yine kamu yararı yaratıyor ve hatta dayatıyor. Bu yola kamu yararı denmesi tamamen planlı, yaratılmış bir durum. Bilinçli plansızlığın, rant odağının sonucu” dedi.
Projenin Melih Gökçek’in bağlantılı olduğu Genç İnşaat’ın milyonluk projesi Park Joven’den de geçtiğini ve projeye bu yüzden ‘rant yolu’ dediklerini aktaran Gözlügöl, sözlerini şöyle sürdürdü:
“O denli bir rant ki Melih Gökçek iptal edilen 2038 şehir planında tam bu kulelerin olduğu yere metro döşemeyi planlamış. Yine bahsettiğimiz yolun üzerinde 2017 yılında yapılan ve İncek tarafından gelen trafiği bu kulelere ileten bir köprü de bulunuyor. Geçen sene Mansur Yavaş ile yapılan görüşmelerde kendisi yalan söyleyip bu kulelerin mühürlü olduğunu ve inşaatın devam etmediğini söylemişti, ancak inşaatın devam ettiğini videolarla kanıtlamıştık.”
Yavaş’a güvenmek imkansız: Zaten teminat da vermedi
Gözlügöl, yeni yönetimin proje sürecindeki tavrına ilişkin şu eleştirileri getirdi:
“Bu tip büyük projelerin son aşaması olan satışlar erken yapılabilsin diye oluşturulan örnek dairelerin olduğunu da çok yakın zamanda sızdırılan videolarla öğrendik. Yani bu projeler hala faal bir şekilde yıllardır devam ediyor ve Mansur Yavaş’ın da engellediği bir şey yok.”
2017 yılında Melih Gökçek’in ‘rekor’ nidalarıyla duyurduğu ve bir gecede bir orman yok edilerek açılan yolun, 90 hektarlık sulak bir alanı da ODTÜ arazisinden kopardığını hatırlatan Gözlügöl, “Her ne kadar Mansur Yavaş bu alanı ranta açmayacağını söylese de bu yolun çevresindeki rant ile ilgili iki lafından biri yalan olmuş Mansur Yavaş’a güvenmek imkansız, ki zaten herhangi bir teminat da vermedi. Yani özetle bu yol için ileri sürülen argümanlar çok ciddi rant barındırıyor ve bu ranta Mansur Yavaş da göz yumuyor” değerlendirmesini yaptı.
“Mansur Yavaş, her ne kadar halk için çalışıyoruz dese de bizlere Melih Gökçek’i oynuyor. Hatta bunu o denli yapıyor ki hiç sıkılmadan “Melih Gökçek’in yarım bıraktığı projeleri tamamlıyoruz” diyerek reklam veriyor, Melih Gökçek’in beton ve asfalt belediyeciliğini devam ettiriyor.”
Mansur Yavaş bu konuda iktidar için Melih Gökçek’ten daha işlevsel, çünkü Melih Gökçek’ten nefret eden muhalif kesim ona karşı çıkarken Yavaş, bu kesimden gelebilecek itirazlara bir tıpa niteliği taşıyor. Bu haliyle Mansur Yavaş, iktidar için muhalif sesi susturabilen bir Melih Gökçek işlevi görüyor.
“Türkiye’de belediyecilik dendiği zaman akla ilk gelen şeyin “inşaat” olması içler acısı” diyen Gözlügöl, Gökçek döneminde inşa edilen ve son zamanlarda yeniden gündeme gelen Ankapark’a da değindi:
“Mesela Ankapark ölü bir yatırım. Yüzlerce milyon dolar orada yok edildi resmen. Bu sadece rant değil aynı zamanda hırsızlıktır. Bunun gibi Melih Gökçek döneminde yapılmış çok ciddi suçlar var ve hepsinin ardında yatan bir çıkar var.
Şimdi Yavaş, övünerek ‘Melih Gökçek’in yarım bıraktığı projeleri devam ettiriyoruz’ diyorken bu arka plandaki çıkarlar devam ediyor demektir.
Belki bu çıkarın aktığı kanal başka ovalara çıkıyor olsa da halkı dağların ardında bırakmış bir masalın başkahramanı Mansur Yavaş olamaz. Hazineden satışlar yapılması kent suçlarının, rantın, ekolojik suçların örtülü bir şekilde yapıldığının en büyük kanıtı.
Rant belediyeciliği sürdükçe ODTÜ parçalanacak bir pasta gibi görülmeye devam edecek
Ankara’nın kendine özgü bir ekosisteminin olduğunu belirten Gözlügöl, Ankara merkezinde az bulunan orman alanların rant için çok değerli alanlar sayıldığını, Ankara’da yükselen kulelerin en büyük reklam aracının “orman manzarası” olduğunu vurgulayarak , Ankara’da merkeze en yakın orman alanlarının da ODTÜ ve AOÇ olduğunu hatırlattı:
“AOÇ, büyük çabalar (!) sonucu neredeyse yok edildi. Bu yok edim en çok Melih Gökçek başkanlığında AKP belediyesinde gerçekleşmiş olsa da Mansur Yavaş geldikten sonra Gökçek’in yarım bıraktıklarını devam ettiriyoruz şiarıyla yükseldi ve AOÇ günümüzde bitik bir halde. Yani geriye ODTÜ kaldı.
“Geçmişten bugüne ODTÜ’nün belediyecilerin ODTÜ’yyü gözüne kestirmesinde en büyük etkenler kanımca hem şehre en yakın ormanlık alan olması, hem de devrimci muhalif kimliğin baskın olmasından.
Nitekim şu günlerde de Rant Yolu’nun yapılması halinde yaratacağı yapı baskısı Malazgirt bulvarı ile ODTÜ’yü paramparça edecek yeni bağlantı yollarını da gerektirecek ki ODTÜ hazırlık binasının altından geçen tünel yol ve Bilkent’ten Malazgirt bulvarına giden ve ODTÜ’nün bölümlerinin olduğu alanı ormandan koparacak bağlantı yolları da halihazırda planlanmış durumda. Yinelemek gerekir ki rant belediyeciliği sürdükçe ODTÜ her zaman parçalanacak bir pasta gibi görülmeye devam edilecek.”
ODTÜ ormanları göçmen kuşların uğrak yeri
Gözlügöl, ODTÜ ormanlarında endemik bitki türlerin yanı sıra çeşitli kuş türlerinin de yaşadığını ve bu konuda ABB yönetimini defalarca bilgilendirdiklerini de sözlerine ekledi.
“Sadece son birkaç haftada Rant Yolu’nda gördüğümüz ve daha önce yok zannedilen kuş türleri gördük. Buna dair raporlar da mevcut. Bunların hepsini ABB ile yapılan toplantılarda defaatle ilettik. Ayrıca, yapılan bir yolun o alanın yakınında bulunan doğal yaşama da etki edeceğini, geçecek yolun oluşturacağı gürültü kirliliğinin özellikle kuşların bu alanlardan çekilmesine yol açabileceğini belirttik.
Birçok kuşun göç ederken dinlendiği ve birçok kuşun yaşam alanı olan ODTÜ ormanı daha üzerinde çalışılmamış başka birçok hayvan türüne de ev sahipliği yapıyor.
Unutulmasın ki ODTÜ arazisi doğal bir alan olmakla birlikte değerli bilimsel çalışmaların da yapıldığı bir alan. Buranın yok olması bilime de çok ciddi etkileri olacaktır.
249 kuş ve 800 bitki türü ‘Rant Yolu’nun tehdidi altında
ODTÜ ormanlarında endemik bitki türlerin yanı sıra çeşitli kuş türleri de yaşamakta.
Bu endemik türlerden ve kuş çeşitlerinden bahsedesen Projeye karşı kampüste nöbet tutanlardan Tarih bölümü öğrencisi Tuğulka Köseoğlu, şimdiye kadar ODTÜ kampüsünde 249 kuş türü tespit edildiğini, bunlardan 6 tanesinin neslinin küresel ölçüde tehlike altında olduğunu kaydetti:
“Rant Yolu’nun yapılması halinde, ODTÜ Kampüsü bu kuşlar için yaşanabilir bir yer olmaktan çıkacak. Kampüste tespit edilen bitki türü sayısı ise 800’den fazla ve bunlar arasında endemik türler de buluyor. Mesela, daha geçen, rant yolu alanı üzerinde, yok olma tehlikesi altında olan Ayaş Gümüşü adında endemik bir geven türü tespit edildi. ABB’nin “orada tek bir ağaç” yok diyerek değersiz ilan ettiği alan üzerinde tespit edildi ve varlığı, Rant Yolu’nun tehdidi altında bulunuyor.”
Kavaklık’ta yanımızda olanlar şimdi nerede?
“Usanmadan sıkılmadan her daim AKP ve onun muhalif örtülü tiranlığına karşı direneceğiz” diyen Gözlügöl, Kavaklık direnişini hatırlatarak, muhalefet vekillerine de eleştiri getirdi:
“ODTÜ öğrencilerini dirayetli bir şekilde okulumuz ve doğamız için direnmeye; Ankara halkını da ODTÜ’de gerçekleşen ve gerçekleşecek kent suçlarının karşısında ses çıkarmaya çağırıyorum. Çünkü buradaki bir suç, koca bir kentin suçudur. Kavaklık Direnişi’nde olduğu gibi Rant Yolu’na karşı da başta ODTÜ Mezunları Derneği olmak üzeri yanımızda olan Mimarlar Odası, Şehir Plancıları odası gibi meslek örgütlerine teşekkür ederek bu samimi direniş ortaklığını devam ettirme çağrısını bütün meslek odalarına yineleyerek yapıyorum.
Kavaklık üç beş kavak ağacının değil koca bir ekosistemin varlığıydı. Burayı işe yaramaz, ticari gösteren herkesin karşısında olduk. Biz Kavaklık Direnişçileri değil, bu ekosistemin katilleri suçludur. Yargılanmayacağız, yargılayacağız! pic.twitter.com/4X5eY2nVSC
Öte yandan asıl çağrıyı, ikiyüzlü siyaset yürüten ve ABB belediyesini alınca susan CHP siyasetçilerine yapmak istiyorum: Bu yol ilk yapıldığında “Gökçek keser, biz dikeriz” pankartıyla poz verek ODTÜ mezunu CHP vekili Aylin Nazlıaka’yı hepimiz hatırlıyoruz. Kavaklık Direnişi’nde de yanımızda olmuştu, teşekkür ederiz. Ancak bütün bunlar, ikiyüzlülüğe göz yumacağımız anlamına da gelmiyor. Geçen sene ABB bu yolun ihalesini askıya çıkardığında kamuoyu oluşturmak için ne kadar vekil varsa aradık. Aradığımız ve hayretler içinde kaldığımız bir vekil olan Nazlıaka bize “beni bulaştırmayın” çıkışını yaptı.
Öncelikle siz bir Ankara vekiliyseniz ve orada bir kent suçu işleniyorsa tabii ki bulaşacaksınız. Sizin işiniz bu.
Sonrasında da Melih Gökçek bu yolu açtığında bu yol rant idi, bu yol talan idi, bu yol ekokıyım idi, bu yol kirli siyasetin bir parçası idi de belediye partiniz CHP’ye geçince aklandı mı? Elbette hayır. Rant Yolu’na “bulaşmıyorsunuz” ve dediğiniz gibi ranta, talana, ekokıyıma, kirli siyasete alet oluyorsunuz. Bu yanlıştan vazgeçin.
Geçen yıl yine CHP’li vekil Orhan Sarıbal ile konuştuğunda, kendisinin “çok haklısınız, biz de bu yola karşıyız, konuşacağız belediye ile, bu yola izin vermeyeceğiz” dediğini aktaran Gözügöl, Sarıbal’ın telefonlarını açmadığını belirtti:
Şu an telefonlarımı bile açmayan Sarıbal’a sormak istiyorum bu suskunluğunuz neden? Nitekim yol çalışması dahi başladı ve geriye asfalt dökmek kalmışken suskunluğunuz asaletten çok “işin ucu CHP’ye dokundu sus, kapıyı çalar çalar giderler” siyasetinden başka bir şey değildir. Bu yanlışınızdan vazgeçin çünkü susmak adına iletişim kurmanın önüne koyduğunuz o kapıyı bir zaman sorma çalmaktan vazgeçip kıracağız ancak asla bu yolun dolayısıyla CHP’nin elinde olan ABB uygulamalarının karşısında olmaktan vazgeçmeyeceğiz. İkiyüzlü siyaseti bir kenara bırakıp halkın, doğanın, ODTÜ’nün çıkarlarını gözetin.”
Belediyenin amacı ne olursa olsun ortada rant var
Tuğulka Köseoğlu da Gökçek döneminde hem Kavaklık yurt inşaatı hem de yol projesine karşı, CHP başta olmak üzere tepki gösteren muhalefet bileşenlerinin şimdi aynı refleksi göstermemesini şöyle yorumladı:
“Demek ki, muhalefetteki söz konusu isimlerin derdi ranta karşı kenti ve doğayı savunmak değilmiş; demek ki yaptıkları, siyasi imaj ve AKP karşıtlığı için kent ve ekoloji mücadelesini kullanmaktan ibaretmiş.”
ABB’nin ranta engel olma yönünde bir çabası olduğuna inanmadığını dile getiren Köseoğlu, buna Park Joven Kuleleri inşaatına dair yaşananları dayanak gösterdi:
“Hem bu yolu yapıp hem de onun spekülatif bir rant ortaya çıkarmasına engel olmak zaten ABB’nin gücü dahilinde de değil. Yol yapılırsa, ABB’nin amacı ne olursa olsun rant ortaya çıkacak. Bu konuda da Park Joven Kuleleri örneğinden bahsedebiliriz:
Mansur Yavaş, 17 Eylül 2021 tarihli ABB-ODTÜ bileşenleri görüşmesinde de rantla mücadele ettiklerini savunmuş ve Park Joven Kulelerinin inşaatını mühürlemelerini bunun kanıtı olarak göstermişti. ABB’nin 25 Eylül 2021 tarihli açıklamasında ise alanın etrafındaki yüksek katlı ve yoğunluklu yapıların planlarının mahkeme kararıyla iptal edilmesi, yine yolun ranta hizmet etmediğinin kanıtı olarak ileri sürülmüştü..
Ancak Park Joven Kulelerinin inşaatı göz göre göre ve büyük bir hızla devam ediyor. Hatta inşaat şirketi, daireleri 2022 yılı içerisinde teslim edeceğini taahhüt edebiliyor. Önümüzde böyle bariz bir örnek varken, ABB’nin sözüne inanmak mümkün değil.”
Yerel yönetimler inşaat şirketleri ile iyi geçinmeye çalışıyor
Bu yolun, kentleşmeyi Ankara’nın güneyine kaydıracağına ve güzergahının geneli üzerinde büyük bir spekülatif ranta sebep olacağına vurgu yapan Köseoğlu, “İktidardan muhalefetine bürokrasi içerisinde bulunan kimselerin bu ranttan pay alacak olmaları meselenin bir yönü” dedi:
“Her yönetimin, iktidarını korumak için şirketlerle iyi geçinme yönünde hareket ettiğini biliyoruz ve bu da meselenin diğer bir önemli yönünü oluşturuyor. İnşaat sektörünün neoliberal dönüşümün lokomotifi işlevi gördüğü ve bu sebeple inşaat şirketlerinin ciddi bir güç kazandığı da malum . Gerek merkezi hükümet gerekse yerel yönetimler, inşaat şirketleri ile iyi geçinmeye çalışıyor; şirketlerin de bu yoldan ne kadar büyük çıkarları olduğu ortada. Tüm bu etkenleri göz önünde bulundurunca, ABB’nin bu yolu yapmaktaki ısrarının sebepleri ortaya çıkıyor. Belediyenin başındaki ismin ve partinin değişmesiyle, izlenen politikalarda radikal değişiklikler olmasını beklememek gerekiyor.”
Nöbette bir gün nasıl geçiyor?
Köseoğlu, tuttukları nöbeti ve yaşanan süreci şöyle anlattı:
“Nöbette bir gün, sabah erkenden kalkıp alanı kontrol etmek için yaptığımız yürüyüş ile başlıyor. Günün önemli bir kısmı nöbet dışındaki bir günün de rutini olan yemek yapmak, yemek yemek, ders çalışmak gibi faaliyetlerle geçiyor. Nöbete desteğe gelenlerle konu hakkında aktarımda bulunduğumuz ve direniş için birlikte neler yapabileceğimiz üzerine sohbetlerimiz oluyor. Birlikte kitap okuyup tartışmak, müzik yapmak ve oyun oynamak da zaman buldukça yaptığımız şeyler.
Şimdiye kadar nöbetle ilgili yönetimden ya da güvenliklerden gelen bir engelleme girişimi ile karşılaşmadık. Gördüğümüz o ki, kayyum yönetim şu sıralar kendini bu mevzudan uzak tutmaya çalışıyor. Ama güvenliklerin her gün ATV motorlar ile nöbet alanını kontrole geldiklerini ve gördüklerini rapor ettiklerini biliyoruz.
Eğer bir azınlığın çıkarı uğruna kampüsümüze, doğaya ve kente saldırmakta ısrar ederlerse, biz de, karşımızdakinin hangi siyasetten olduğuna bakmadan, kampüsümüzü, doğayı ve kenti savunmaktaki kararlılığımızı göstereceğiz.
Söz konusu olan; sadece ODTÜ’lüleri ilgilendiren bir mesele değil. Çünkü doğayı ve kenti savunmak hepimizin sorumluluğu. Bu yüzden herkesi, gücü ölçüsünde bu direnişin bir parçası olmaya çağırıyoruz.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘a yönelik sözleri gerekçesiyle CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında ‘resen’ soruşturma başlattı.
Soruşturma gerekçesi; bazı basın yayın organlarında yayınlanan haberlerin incelenmesinde, İstanbul Planlama Ajansı merkezinde 12 Ağustos’ta gerçekleşen toplantıda, Kaftancıoğlu’nun yaptığı konuşma sırasında konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına yönelik sarf ettiği söz ve beyanların “Cumhurbaşkanına hakaret” suçu kapsamında kalan ifadeler olduğunun öne sürülmesi…
Erdoğan’ın avukatları da suç duyurusunda bulundu: Cezalandırılsın
Erdoğan’ın avukatları da, Cumhurbaşkanı hakkında ‘küçük düşürücü ifadeler’ kullandığı gerekçesiyle Kaftancıoğlu hakkında ayrıca suç duyurusunda bulundu.
Erdoğan’ın avukatları aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan suç duyurusu dilekçesinde, Kaftancıoğlu’nun 12 Ağustos’taki toplantıda yaptığı konuşmada Erdoğan’a yönelik küçük düşürücü, aşağılayıcı ve hukuk düzeni tarafından hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bir üslup ile yüz kızartıcı ifadeler kullanmak suretiyle onur, şeref ve haysiyetini zedelediği ve ağır hakaretler ile kişilik haklarını ihlal ettiği iddia edildi.
“Şüpheli hiçbir ahlaki ve toplumsal değerle bağdaşmayacak şekildeki ifadelerle müvekkilime alenen hakaret etmiş ve bu hakaretleri basın yoluyla yapması sebebiyle suçun nitelikli hali sübut bulmuştur” ifadesine yer verilen dilekçede Kaftancıoğlu’nun “Cumhurbaşkanına alenen hakaret” suçundan cezalandırılması istendi.
Ne demişti?
Canan Kaftancıoğlu, partisinin il gençlik kolları başkanlarının toplantısında şunları söylemişti:
“Partimize, partimizin ilkelerine, gençliğinize, kendinize ve sizlerin hayallerini hedefleri hâline getiren genel başkanımıza, genel başkanımızın sizlere sunduğu imkanlar ve sizin genel başkanımıza, partimize oluşturduğunuz ve artırdığınız enerjiye güvenerek belki de dünya tarihinde bir ilki başaracağız. Demokrasi yoluyla bir diktatörü bu ülkeden göndereceğiz”
Birleşmiş Milletler‘e (BM) üye devletler, üzerinde anlaşmaya varıldığı takdirde gezegenin açık denizlerdeki son, vahşi doğasını korumak için uzun zamandır beklenen bir anlaşmayı hazırlamak üzere New York‘ta toplandı.
BM yetkilileri, 26 Ağustos’a kadar sürecek olan müzakerelerin sonucunun okyanusların nesiller boyu kaderini belirleyeceği uyarısında bulundu. Örgüt ve çevre aktivistleri dünya liderlerinden deniz yaşamını korumak ve biyolojik çeşitlilik kaybını tersine çevirmek için iddialı, yasal olarak bağlayıcı bir anlaşmayı kabul etmesini istiyor.
“Açık denizler, müştereklerin trajedisini özetliyor” diyen WWF International‘ın genel müdürü Marco Lambertini, toplantıyla ilgili “Kimseye ait olmadıkları için cezasızlıkla pervasızca muamele gördüler. Okyanuslarımız için, ‘kimsenin suyunun herkesin suyu olmasını’ ve herkesin sorumluluğunu almasını sağlamak üzere ortak bir yönetim mekanizmasına ihtiyacımız var” dedi.
Sadece yüzde 1’i koruma altında
Ulusların münhasır ekonomik bölgelerinin (EEZ) ötesinde yer alan ve okyanusun üçte ikisini oluşturan açık denizler, balıkçılığın desteklenmesinde, gezegen sağlığı için çok önemli olan ekosistemler için yaşam alanları sağlanmasında ve iklim krizinin etkisinin azaltılmasında hayati bir rol oynuyor.. Ancak açık denizlerin sadece yüzde 1’i koruma altında.
Greenpeace Afrika‘da okyanus kampanyacısı olan Awa Traoré de hükümetlerin bir açık deniz anlaşmasını tartıştığı yirmi yılda deniz yaşamının oloğanüstü zarar gördüğünü kaydetti:
“Burada, Batı Afrika’da, genellikle Avrupa’dan gelen endüstriyel balıkçı gemileri tarafından ciddi şekilde tüketilen balık stoklarını gördük ve bu zaten bölgedeki geçim kaynaklarına ve gıda güvenliğine zarar veriyor. Daha fazla gecikme, liderlerin sözlerini yerine getireceğine inanan herkesin yüzüne vurulmuş bir tokat olacaktır. Delegeler, hükümetlerinin taahhütlerini yerine getirmeli ve iddialı bir küresel okyanus anlaşmasını şimdi sonuçlandırmalı.”
Koruma girişimlerinin yasal dayanağı yok
Şimdiye dek 50 ülke, 2030 yılına kadar gezegenin kara ve denizlerinin %30’unu koruma sözü verdi. Ancak bir anlaşma olmadan, bu taahhütlerin açık denizlerde hiçbir yasal dayanağı bulunmuyor.
Bu ayki görüşmeler, açık denizlerde anlaşmaya varmak için bu yıl yapılan ikinci girişim.
BM genel sekreteri António Guterres, Haziran ayında düzenlenen Okyanus Konferansı‘nda, okyanuslarda acil durum ilan etmiş ve bazı hükümetlerin “egoizm”inin açık deniz anlaşmasını kabul etme çabalarını engellediğini öne sürmüştü.
Lizbon‘daki konferansta, New York antlaşma görüşmelerine başkanlık edecek olan BBNJ (ulusal yargının ötesinde biyolojik çeşitlilik) üzerine hükümetler arası konferansın başkanı Rena Lee de delegelere “Bitiş çizgisine varmak üzereyiz” demişti.
Okyanus, karbondioksitin yanı sıra ısınmanın neden olduğu ısının %90’ını emerek dünyayı iklim krizinden korumada kritik bir role sahip. Ancak Dünya Meteoroloji Örgütü‘nün küresel iklim raporuna göre deniz seviyeleri, okyanus ısınması, asitlenme ve sera gazı konsantrasyonlarının tümü geçen yıl rekor seviyelere ulaştı ve okyanusun bir karbon yutağı olma kapasitesini engelledi.
‘Zaman azalıyor’
50 çevre örgütünden oluşan bir koalisyon olan Açık Denizler İttifakı, müzakereler sırasında ayaklarını sürüdüğünü söyledikleri ülkeleri ifşa etmek ve onları ‘utandırmak’ için bir “anlaşma takipçisi” başlatacak. Uygulamada her ülkenin müzakere pozisyonları, “yüksek” “düşük” veya “her zamanki gibi” şeklinde değerlendirilecek.
Bu arada yüz binlerce insan, 193 ulusun tümünü okyanusu koruyacak güçlü bir anlaşma sunmaya çağıran dilekçeler imzaladı.
Birleşik Krallık ve 27 AB ülkesi de dahil olmak üzere en az 49 ülke, müzakerelerde iddialı bir sonuç elde etme taahhüdünde bulundu.
Açık Denizler İttifakı’nın kıdemli stratejik danışmanı Sophia Tsenikli, “Zaman azalıyor” dedi: “Okyanusun kümülatif tehditlerden kurtulmasını sağlayacak gerçekten güçlü bir anlaşma istiyoruz.”
Yeni bir uluslararası kuruluş oluşturacak olan anlaşmanın diğer kuruluşlarla nasıl etkileşime gireceği, anlaşmaya varmanın önündeki en önemli engellerden biri. Müzakereler BM genel kurulu tarafından ilk başlatıldığında anlaşmanın mevcut örgütleri baltalamaması gerektiği açıkça belirtilmişti.
Pew Charitable Trusts açık deniz koruma programının proje direktörü ve görüşmelerde gözlemci olan Liz Karan, yeni organa deniz koruma alanları kurma ve izleme yetkisi verilmesini ve deniz koruma alanlarının çevresel etki değerlendirmesinin yapılıp yapılmayacağına karar vermede rol oynamasını istiyor. Karan, Lizbon’daki üst düzey koalisyon ve dünya liderlerinden gelen olumlu açıklamalar göz önüne alındığında, siyasi iradenin işleri ilerletmek için var olduğuna dair umutlu olduğunu da söylüyor: “Tamamlanmış ve açık denizlerde etkili koruma ile sonuçlanan bir anlaşmaya ihtiyacımız var.”
Türkiye’de kartalların yaşamı, popülasyonu, karşılaştıkları tehditler ve korunmasına yönelik yıllardır çalışmalar yürüten uzman biyolog Cansu Özcan, bozkır kartallarının korunması için Macar Kuş Araştırmacıları (Macaristan BirdLife) ile birlikte koruma ve araştırma çalışması başlattı. Özcan, Türkiye’de sağlıklı ürediği düşünülen 12 çift bozkır kartalı bulunduğunu söyledi.
‘Bozkır Kartalı Koruma Tanıtımı’ isimli çalışma kapsamında bilim insanları ve doğa film yapımcılarından oluşan, ‘Yırtıcı Kuşların Araştırılması ve Korunması-RAPCON (Raptor Conservation)’ unvanıyla ekip oluşturuldu. Bu kapsamda, nesli tehlike altındaki türlerle ilk çalışma için bozkır kartalı seçildi.
Bölge halkıyla çalışıldı
Küresel ölçekte nesli tehlike altında olan türlerin bilimsel çalışmasının 2022 yılı itibarıyla başlatıldığını belirten Cansu Özcan, “Ülkemizde nesli tehlike altında olan türlerden bozkır kartalı için pilot uygulama olarak İç AnadoluBölgesi’nde çalışılmaya başlandı. Türü tehdit eden unsurlar, üreme başarısı, yayılımı, dağılımı çalışılırken, bölge halkı ile etkin eğitim çalışması da yürütüldü” diye konuştu.
Avrupa’da soyu tükendi
Bozkır kartalının IUCN’in kırmızı listesinde, ‘en tehlike altında’ kategorisinde.
Özcan, hayvanın Türkiye’deki popülasyonuyla ilgili şu bilgileri verdi: “Türkiye’nin hemen her bölgesinde göç döneminde görülüyor fakat sadece İç Anadolu Bölgesi’nden üreme, yuva kayıtları var. Konya, Kırşehir, Aksaray, Kayseri, Nevşehir çalışmanın yapıldığı iller. Yuva kayıtlarının olduğu köyleri çok hassas bir tür olduğu için veremiyoruz. Türkiye’de sağlıklı ürediği düşünülen 12 çift, üreme başarısı oldukça düşük. Dünya toplam popülasyonunun 37 bin çift olduğu tahmin ediliyor. Avrupa‘da soyu tükenmiş, Rusya ve Kazakistan‘da üreme bölgeleri var.”
İnsan kaynaklı hızlı yok oluş
Bozkır kartallarının insan kaynaklı nedenlerle hızlı yok oluş sürecinde olduğunu aktaran Özcan şunları söyledi:
“Çalışmamızda bir yandan türün üreme alanları keşfedilmeye çalışılırken, diğer yandan bölgede ve küresel ölçekte oluşabilecek tehditler tespit edilmeye çalışıldı. Küresel ısınma ve iklim değişikliği başta olmak üzere yanlış tarım yöntemleri, türün yaşam alanı habitatlarının bozulması, aşırı ve yanlış tarım metotları gibi belli başlı sorunların, türü tehdit eden başlıca konular olduğu tespit edildi.
Türün sorunlarının çözümüne dair yöntemler geliştirmeye çalıştıklarını kaydeden Cansu Özcan, bilimsel çalışmaların daha fazla desteklenmesi gerektiğini belirtti.