Ana Sayfa Blog Sayfa 804

Temiz çevre artık bir insan hakkı ama gençler aksiyon bekliyor

Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreye erişim, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 28 Temmuz’da yaptığı oylamayla evrensel bir insan hakkı olarak kabul edildi.

Türkiye de oylamada ‘evet’ diyen ülkeler arasında yer aldı. Change.org’da çevre ve iklim alanlarında çeşitli kampanyalar başlatan gençler ise bu kararı “umut verici fakat bunun kâğıt üzerinde bir imza değil, gerçek ve bugünden başlayan eylemler olması gerektiği” şeklinde değerlendirdi.

Fotoğraf: Cansu Acar

Çevre hakkı ilk kez 1972’de Stockholm’de gerçekleşen Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansı’nda dile getirilmiş ve burada kabul edilen Stockholm Bildirgesi’nde özgür ve eşit olmanın; onurlu ve refah içinde bir yaşama olanak veren kaliteli bir çevrede, yeterli yaşam koşulları sağlanmış olarak yaşamanın, insanların temel bir hakkı olduğu vurgulanmıştı.

8 Ocak 2021’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nde, temiz çevrenin insan hakkı olduğuna dair tasarı oy çokluğuyla kabul edildi.

Çevre hakkının ilk kez dile getirilmesinden tam 50 yıl sonra, 28 Temmuz 2022’de, BM Genel Kurulu’ndan, İnsan Hakları Konseyi kararına benzer bir metinle tarihi karar çıktı:

Yasal bir bağlayıcılığı olmasa da gezegen üzerinde yaşayan her bir bireyin, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevreye erişiminin olması evrensel bir insan hakkı olarak kabul edildi.

Karbonsuz ve iklim krizine karşı daha dirençli bir Türkiye için change.org’da çeşitli mücadele alanlarında imza kampanyaları başlatan gençler Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan çıkan bu tarihi kararı şöyle değerlendirdi:

“BM’nin temiz ve sağlıklı bir çevreye erişimi bir insan hakkı olarak tanıması aslında bir başarı değil, bir öze dönüş hareketidir. Biz insanlar ne kadar kendimizi doğanın kanunlarından ayrıştırmak için yarattığımız bu sistemde, bilinçsizce, konforla çevrelemeye çalışsak da biz doğanın çocuklarıyız. Onun sağlığı bizim sağlığımız; çünkü biz oyuz, ondan ayrı değil bir bütünüz.

Genç İklim Aktivisti Deniz Yazıcı

‘Tuz Gölü için bir eylem planı elzem’

Bu yüzden Tuz Gölü’nü ve onu çevreleyen diğer göl ve sazlıkları kurtarmanın yaşam mücadeleleri olduğunu aktaran Deniz Yazıcı, “Orada son iki yıldır her yaz ölen flamingolar ve son 30-40 yıldır gölün küçülmesiyle tehdit altına giren canlılar bizim de acımızdır. Devletimizin bu yüzden Tuz Gölü’nü, doğal yollarla ve doğanın kadim bilgisinden yararlanacak şekilde bir eylem planı oluşturması elzemdir” dedi.

Baran Örnek

BM’nin almış olduğu bu kararla beraber Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, DSİ Genel Müdürü Prof. Dr. Lütfi Akca ve Konya Valisi Vahdettin Özkan’ın Tuz Gölü’nün kurtarılmasını harekete geçilmediği takdirde hizmetinde oldukları vatandaşların temel varlığını tehdit eden bir konu olarak ele almalarını isteyen Deniz Yazıcı, change.org’da başlattığı kampanyası için de imza talebinde bulundu.

Genç İklim Aktivisti Baran Örnek ise “Türkiye bu hakkı tanımışken, Anayasamız sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkımızı güvenceye alırken yetkililerin bizleri iklim krizi ve etkilerine karşı yeterince koruyamaması bir insan hakkı ihlalidir” diyerek şu ifadeleri kullandı:

 

Geçtiğimiz yıl Polonya hükümetine karşı, vatandaşlarını bu krizden koruyamadığı gerekçesiyle açılan dava tüm dünyadan gençlerin gelecekleri hakkında endişeli ve bu endişelerinde haklı olduğunu kanıtlıyor. Durum böyleyken ve sıcak hava dalgaları bizleri beklerken ormanlarımız göz göre göre yangınlara feda ediliyor. Bu durumun krizi derinleştirdiği, felaketi körüklediği fark edilmiyor mu? En temel haklarımızı, insan haklarımızı savunuyor; karar alıcılardan ormansızlaşmanın önüne geçecek politikalar üretmelerini talep ediyoruz!”

Örnek, ayrıca 2021’de yaşanan yangınların ihmalsizlik nedeniyle yeniden yaşanmaması için başlattığı kampanyaya imza çağrısında bulundu.

‘Türkiye 2030’a kadar kömürden çıkmalı’

İklim krizinin aciliyeti göz önüne alındığında ve şu ana kadar yol açtığı can kaybı, sağlık ve çevre sorunları dikkate alındığında, bu karar çok geç görünmektedir. İnsanlar varlığının başlangıcından beri yaşamları için doğaya bağımlılardı. Sağlıklı bir çevre bütün medeniyetlerimizin altyapısını oluşturmaktadır. Biyoçeşitliliği az ya da hiç olmayan bir dünyada, sera gazlarıyla kirlenmiş bir atmosferde insanların hayatlarına normal, sağlıklı bir şekilde devam etme şansları yoktur. BM’in bu açıklamasının başka bir boş vaat olmaması için, bir an önce fosil yakıtları yakmayı bırakmalı; kömür ön planda olarak global sera gazı emisyon oranımızı azaltmalı ve sürdürülebilir, yeşil çözümleri uygulamalıyız. Türkiye de kendine düşen sorumluluğu uygulaması için öncelikle 2030’a kadar kömürden çıkmalı.

İklim İçin Gençlik Ekibini Temsilen Maya Özbayoğlu

Maya Özbayoğlu da bu talebi desteklemek kampanyaya imza çağrısında bulundu.

‘Alınan kararlar aksiyona dönüşmeli’

Melisa Akkuş

Genç İklim Aktivistlerini Temsilen Melisa Akkuş da şunları söyledi:

“Bir iklim aktivisti olarak bu kararın verilmesi bana güven verdi fakat haklarımızı gerçekten hakkımız olarak yaşamalıyız. Yani alınan kararlar aksiyona dönüşmeli, sadece kâğıt üzerine atılan bir imzayla kalmamalı.

Ben somut adımların atıldığını 2030’da, 2050’de değil şimdi görmek istiyorum. İklim krizi ile mücadele, 2050’lilere ertelenecek durumda kesinlikle değil.”

İskoçya’da regl ürünleri ücretsiz dağıtılacak

İskoçya, kadın hakları savunucuların uzun süredir kampanyalar yürüttüğü reg döneminde kullanılan ürünlerin ücretsiz dağıtılması talebine yanıt veren ilk ülke oldu. Hükümetin kabul ettiği yasaya göre, ülkedeki belediyeler ve eğitim kurumları söz konusu ürünleri ihtiyacı olanlara ücretsiz dağıtılacak.

İskoçya Sosyal Adalet Bakanı Shona Robison, regl dönemi ürünlerine erişim sağlamanın “eşitlik ilkesinin temel niteliği olduğunu ve bu ürünlere erişimin önündeki mali engellerin kaldırıldığını” söyledi.

‘Yaşam maliyetleri arttı, herkes erişebilmeli’

Artan yaşam maliyeti nedeniyle insanların zor seçimler yaptığı bir zamanda bu durumun her zamankinden daha önemli olduğunu vurgulayan Robison şöyle konuştu:

“Kimsenin regl ürünlerine erişemeyeceği bir konumda olmasını istemiyoruz. 2018’den beri tüm okullarımızda, kolejlerimizde ve üniversitelerimizde öğrencilere ücretsiz dönem ürünleri sağlayarak çığır açan bir eylem gerçekleştirdik, okullar için mevcut olan regl sağlığı kaynaklarını iyileştirdik. Dünyada böyle bir eylemde bulunan ilk hükümet olmaktan da gurur duyuyoruz.”

İskoçya’da kadın hakları mücadelesi yürüten ve regl dönemi ürünlerinin ücretsiz dağıtılması için kampanyalar düzenleyen Hey Girls grubunun kurucusu Celia Hodson ise “Dönem Ürün Yasası, dönem ürünlerinin herkese ücretsiz olarak sunulması gerektiğini kabul etmede öncülük ettiğini gösteriyor. Yasanın ihtiyacı olanlara destek olacağını umuyoruz” diye konuştu.

Geçen mayıs ayında da İspanya’da kadınların uzun süredir talep ettiği regl izni hakkı yasal hale gelmiş; Avrupa’da ilk kez uygulanacak yasa kapsamında çalışanların menstrual dönemlerinde ayda beş güne kadar izin yapabilmesine olanak tanınmıştı.

Günler önce keşif kararı verilen Peri Vadisi’nde şirket çalışmaya başladı

Bingöl Metal Madencilik tarafından Bingöl’ün Kiğı ve Adaklı ilçelerine bağlı Eskikavak, İlbey, CevizliAysaklı köyleri ve bu köylere bağlı mezraları kapsayan yaklaşık 500 hektarlık alanda yapılması planlanan kompleks cevher maden projesi için mahkeme süreci beklenmeden faaliyetlere başlandı. Şirkete karşı açılan davada günler önce keşif kararı alınmış, dava kapsamında yürütmeyi durdurma kararı için bekleniyordu.

Köyde perşembe günü maden faaliyetlerine karşı bir protesto gerçekleştirilmişti. 

‣ [Madene karşı yollarda-1] Yurttaşlar Peri Vadisi için direniş yolculuğuna başladı
‣[Madene karşı yollarda-2] Direniş son durak: Peri Vadisi’nde maden projelerine izin vermeyeceğiz

Maden şirketi Bingöl Metal Madencilik’in protestodan sonra bölgede tünel kazmaya başladığını Yeşil Gazete muhabiri Fırat Bulut duyurdu. 

Maden şantiye alanında bir video çeken İlbey Köyü’nden Mesut Adar, “Burada damar bulmuşlar madenle ilgili. Tüneli buradan delmişler, gidiyorlar. Yarın bir gün buradan delip gidecekler. . Artık nereye kadar gideceklerse… Yarın bir gün burada dinamit patlatıldığı zaman bir tane hayvan bulamayacaksınız. Bütün canlılar yok olacak” dedi.

Görüntülerde dağın altından bir tünel girişinin kazıldığı görülüyor. Vatandaşlar sesini durdurmaya çalışıyor, tepkilerini basın açıklamalarıyla, eylemlerle dile getiriyor. 

Avrupalı işçilerden aşırı sıcaklara karşı yeni iş yasası talebi

Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC), iki aydır aşırı kuraklık ve dev orman yangınlarına neden olan sıcak dalgalarının art arda yaşandığı Avrupa ülkelerinde, işçiler için yeni bir çalışma yasası çıkarılmasını talep etti.

Çalışma saat ve izinlerinin aşırı sıcaklara göre düzenlenmesini isteyen ETUC, aktif çalışanların yüzde 23’ünün yaz aylarının en az dörtte birinde aşırı sıcaklara maruz kaldığını bu oranın tarım ve sanayi sektörlerinde yüzde 36, inşaat sektöründe yüzde 38 olduğunu belirtti.

Örgüt, Avrupa Komisyonu‘nu da harekete geçmeye çağırdı: “Ölümcül sıcak dalgalarıyla dolu bir yaz, Avrupa’nın işçileri iklim değişikliğinin etkilerinden korumak için neden maksimum çalışma sıcaklıklarına ilişkin bir yasaya ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.”

Temmuz ayında, ilk aşırı sıcak uyarısı karşısında, İngiliz işçi sendikası GMB de işçileri kavurucu, tehlikeli derecede sağlıksız çalışmaya zorlanmaktan korumak için mümkün olan en kısa sürede bir yasa çıkarılması çağrısında bulunmuştu. Birleşik Krallık‘ta, bir işçinin haklı bir şekilde eve gönderilmeyi talep edebilmesi için bir işyerinin ne kadar sıcak olması gerektiğini tanımlayan bir düzenleme bulunmuyor.

Çok sıcak ne kadar sıcak?

Ülkedeki sağlık ve güvenlik yönergeleri, işyerinin çalışma koşullarının uygun ve konforlu olmasını gerektiriyor ancak yalnızca aşırı soğuk tanımlanıyor ve  sıcaklıkların bir ofis ortamında 16 santigrat derecenin altına veya iş fiziksel olarak zorluysa 13 derecenin altına düşmemesi gerektiğini belirtiyor.

Girişimler var ama yetersiz

Şaşırtıcı bir şekilde, yüksek sıcaklıklara çok daha alışkın olan ülkeler de sıcak dalgalarına hazırlıklı değil.

Avrupa Birliği düzeyinde, işyerinde izin verilen maksimum sıcaklığı tanımlayan ortak bir kural yok.  Ancak bazı ülkeler kendi uygulamalarını hayata geçirdi.

Fransa‘da, ülkenin iş yasalarını dikte eden “Code du Travail”, maksimum işyeri sıcaklığını belirlemese de işverenlerin, işçilerinin işlerini güvenli koşullar altında yapabilmelerini sağlamalarını gerektiriyor. Bu da işçileri aşırı sıcaktan kaynaklanan risklerden korumayı da içeriyor.

Yasanın bir maddesine göre, inşaat sektöründeki işverenler, çalışanlarına günde en az 3 litre su sağlamalı. Başka bir hükümde de, çalışanların yaşamları için ani bir tehlikeden korktuklarında işlerini kesmelerine izin veriliyor. Ancak bunun bir sıcak dalgası durumunu içerip içermediği yoruma bağlı.

Ülkede, 2020 yılında yüksek sıcaklıklar nedeniyle 12 işçi hayatını kaybetti.

Avrupa sıcak dalgasıyla boğuşuyor: Yüzlerce ölüm, dört bir yanda orman yangını

İtalya‘da da iş kanunu, işyerinde izin verilen maksimum sıcaklığı tanımlamasa da Fransa’ya benzer şekilde, işverenlerin, çalışanlarının işlerini güvenli bir şekilde yapabileceklerinden emin olmalarını gerektiriyor.

Ülkenin en yüksek temyiz mahkemesinin 2015 tarihli bir kararına göre, işverenler güvenli çalışma koşullarını garanti etmezse veya “yasak” sıcaklıklarda çalıştırırsa, işçiler gelir kaybetmeden veya işten atılmadan faaliyetlerini durdurma hakkına sahip.

2015 kararında mahkeme, aşırı soğuk durumunu görüştüğü bir davada karar vermişti, ancak aynı yönergenin aşırı yüksek sıcaklıklara uygulanmaması için hiçbir neden yok.

Birleşik Krallık’taki rekor sıcaklıklar, Avrupa’daki sıcak dalgasının olağanüstülüğünün altını çiziyor

Almanya‘da da Batı Avrupa‘nın çoğunda olduğu gibi, sıcak dalgaları etkisini gösterirken, ülke vatandaşları da tıpkı öğrencilere verilen “sıcak izinleri” gibi iş yerlerinde de aynı uygulamanın yapılmasını tartışıyor.

Almanya, işyerindeki maksimum sıcaklığı normal şartlarda 26 santigrat derece olarak tanımlıyor ancak bu kanunla belirlenmiş bir sınır değil. Sıcaklıklar 26 santigrat dereceyi aşarsa, işverenler, termometre içilebilir su sağlamak ve molalara izin vermek de dahil olmak üzere, işçilerin faaliyetlerine güvenli bir şekilde devam etmelerini sağlamakla yükümlü.

Aşırı sıcaklara ve sıcak dalgalarına biraz daha alışkın, Akdeniz ülkesi İspanya’da ise maksimum işyeri sıcaklığı  oldukça net bir şekilde düzenlenmiş durumda.

Ülkenin Ulusal İş Yerinde Hijyen ve Güvenlik Enstitüsü , bir ofiste çalışmak için 17 ila 27 santigrat derece arasında bir sıcaklığın gerekli olduğunu, hafif fiziksel çaba gerektiren işlerin ise 14 ila 25 santigrat derece arasında yapılması gerektiğini belirtiyor.

Bir işveren bu gerekliliklere uymazsa, işçiler bunları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müfettişliği‘ne veya sendikalarına şikayet edebiliyor.

Ancak işyerlerinde sıcaklıklara karşı yasal koruma önlemleri, giderek ısınan gezegendeki sıcaklıklar kadar hızlı artmıyor.

İdeal çalışma sıcaklığı 16-24 derece

Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre, insanlar için en uygun çalışma koşullarının 16°C ile 24°C.  ETUC, başvurusunda araştırmaların sıcaklıklar yükseldikçe iş kazası riskini arttırdığına dikkat çekti.

Araştırmalara göre hava sıcaklığının 30°C’nin üzerine çıktığında iş kazası riskin yüzde 5-7 oranında,  38°C’yi aştığında ise yüzde 10 ila yüzde 5 arasında artıyor.

ETUC Genel Sekreter Yardımcısı Claes-Mikael Stahl “Bu yaz İspanya’da tanık olduğumuz gibi, güneşten korunmasız çalışan insanlar için sıcak hava dalgaları ölümcül olabilir. İşçiler her gün iklim krizinin ön saflarında yer alıyor ve aşırı sıcaklıklardan sürekli artan tehlikeye karşı korunmaya ihtiyaçları var” dedi.

Stahl, bu nedenle de maksimum çalışma sıcaklıkları konusunda Avrupa çapında mevzuata ihtiyaç olduğunu kaydetti: “Politikacılar klimalı ofislerinin rahatlığında, en savunmasız çalışanlara yönelik tehlikeyi görmezden gelmeye devam edemezler.”

Eskişehir Sevinç Mahallesi sakinleri: Ekolojik mülteci olmak istemiyoruz

Dosya Haber: Merve AKMAN

*

ESKİŞEHİR- Domatesi, biberi ve süt ürünleriyle ünlü Sevinç Mahallesi’ne Yer Altı Kömür Ocağı Projesi planlanıyor. IV. Grup Yer Altı Kömür Ocağı Projesi’nden sağlanacak kömür ile bölgede bulunan Yunus Emre Termik Santrali’ne yakıt sağlanacak.

Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’nca hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) başvuru dosyası incelendiğinde projenin bulunduğu bölgenin yerleşim yerine çok yakın olduğu görülüyor. Üstelik derelerin ve Porsuk Çayı’nın da habitatında yer almasından dolayı bölgede birçok su kaynağı tehlikede. Çiftçiler ve kent yetkilileri tepkili.

Ruhsat alanı

2017’den itibaren süregelen tartışmaların konusu olan Eskişehir Alpu Kömürlü Termik Santrali de projeyle birlikte yeniden gündeme geldi. Kömür ocağı faaliyete geçerse mahalle sakinleri evlerini terk etmek; yani ekoloji göçmeni olmak zorunda kalacak.

Bu yılın başında ocak için yapılması planlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Bilgilendirme Toplantısı, mahalle sakinlerinin tepkisi yüzünden yapılamamıştı. Odunpazarı ilçesine bağlı Sevinç Mahallesi halkı, bölgede yoğun tarım ve hayvancılık faaliyeti gerçekleştirdiklerini belirterek toplantı salonunu terk etmişti.

Kömür ocağının yapılacağı alanın bir kısmı.

Açılmak istenen yeraltı ocağı, mahalleye 15 km, kuş uçusu 3-4 km uzaklıkta bulunuyor. Projenin tam olarak 10.959,98 hektar alanda gerçekmesi planlanıyor. Ayrıca yer altı su kaynaklarına ulaşım için 80 adet sondaj kuyusu açılacak. İthalata uygun olmayan, kalitesizliği ve düşük enerjisi ile bilinen linyit madeni çıkarılacak ocağın çevresinde kurutma kanalı, Hacıosman Deresi, Akpınar Deresi, Maslak Deresi, İncesu Deresi ve Porsuk Çayı yer alıyor.

Alpu Kömürlü Termik Santrali’ne dair uzun yıllar araştırmalar yapan Maden Mühendisi Ümit Yıldırım’ın Türkiye’de linyit kullanımına dair verdiği bilgiler şöyle:

“Linyit düşük kalorili bir maden. Tamamen termik santralle vasıtasıyla ısınma amaçlı ya da enerji üretimi için kullanılır. Linyitlerin 2500-4500 kalori arasındaki değerlere sahip olanları kullanılabilir diye düşünülür. Daha düşük kalorililer tarımda gübre olarak kullanılıyor. Kalorisi düşük olduğu için çıkarılmasına ve kömürlü termik santrallerinin yapılmasına gerek yok. Kömür ocağı eşittir termik santral demek. Güney Afrika ve Rusya’dan kömür ithal ediyoruz. Kalitesi düşük. Termik santralden dolayı da fazlasıyla ithal etmek durumunda kalacağız. Kamyonlar ya da taşıyıcı bantlarla taşınan kömürlerin ciddi denetiminin yapılması gerekiyor. Bundan dolayı bilinçli denetçilere ihtiyacımız var.”

Sevinç Köyü

Tarım ve hayvancılık bölgesi

Yeraltı ocağının çalışma alanı içinde, en büyükleri Sevinç ve kuzeyindeki Gündüzler mahalleleri olmak üzere, Alpu Belediyesi’ne bağlı Aktepe, Bahçecik, Çukurhisar, Esence, Fevziye, Gökçeoğlu, Güneli, Karakamış, Osmaniye, Söğütcük ve Yeşildon mahalleri; Odunpazarı Belediyesi’ne bağlı Ağapınar, Çavlum, Karaçay, Karahöyük, Kireçköy, Sevinç, Yassıhöyük ve Yürükkaracaören mahalleleri ve Tepebaşı Belediyesi’ne bağlı Ahılar, Beyazaltın, Cumhuriyet, Danişment, Gökdere, Gündüzler, Kızılcaören, Kozlubel ve Yakakayı mahalleleri bulunuyor.

20 Ocak 2022 tarihinde yapılan ÇED toplantısında gergin anlar yaşandı.

‘En lezzetli Eskişehir domatesi burada yetişiyor’

Konuyla ilgili gelişmeleri yakından takip eden CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer mahallenin, Anadolu’nun buğday ambarlarından biri olan Alpu Ovası’nın dibinde bir köy olduğuna dikkat çekiyor:

“12 bin büyükbaş, 6 bin 500 küçükbaş hayvan var sadece bu bölgede! En lezzetli Eskişehir domatesi burada yetişiyor. Mısır burada yetişiyor. Yer altı suları var. Ama gelin görün ki tarım ve hayvancılığın merkezlerinden biri olan böyle bir bölge kömür ocağı açma projesi ile gündeme geliyor.”

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, ÇED bilgilendirme toplantısında.

Ocak ayında yapılan ÇED toplantısında tüm Eskişehir’in kenetlendiğini ve toplantının yapılmadığını hatırlatan Çakırözer, “Fakat projenin iptali söz konusu değil. Daha önce de sit alanı ilan edilen ve koruma altına alınan Alpu ovamızda kömürlü termik santral projesi yapmak için inat edildi ama Eskişehirliler buna izin vermedi. Şimdi Sevinç de buna izin vermeyecek. Çünkü burada bir kömür ocağı açılırsa hayvancılık, tarım bitecek. Temiz havamız, suyumuz kirlenecek. Köylüsüyle, kentlisiyle yüzbinlerce Eskişehirli Sevinç köyünün, Eskişehir’imizin kömür solumasına, zehir solumasına izin vermeyeceğiz” diye konuşuyor.

Sevinç Köyü

Proje alanında memeli hayvanlar grubuna dahil 32 tür, dört endemik tür ve 43 kuş türü var. Ayrıca “Alaca Sansar” gibi soyu tükenme tehlikesi altında olan türler de bölgenin yerlilerinden. Kömür ocağı faaliyete geçerse, söz konusu canlı yaşamı büyük risk altına girecek, hali hazırda bozulmuş olan popülasyonların dengesi riske girebilir.

“Alaca Sansar” gibi soyu tükenme tehlikesi altında olan türler de bölgede bulunuyor.

‘Yeraltı sularımız yok olacak’

Mahallede çiftçilik yapan Devran Karatay ise, kömür ocağı projesinin zaten giderek artış gösteren kuraklığı da tetikleyeceğini söylüyor:

“Türkiye’nin en verimli ovalarından biriyiz. Arpa ve buğdayın yanı sıra mısır, pancar, patates, soğan ve ayçiçeği gibi çok çeşitli bitkilerle tarım yapıyoruz. Bu projeye karşı çıkmamızın en büyük sebebi yer altı sularımızın tamamen bitmesine neden olacak. 2014 yılından itibaren ciddi derecede kuraklığı hissediyoruz. Sulama sıkıntısından kaynaklı her tarlada yüzde30’a yakın azalma olacak.”

Eskişehir Kent Konseyi Başkanı Nuray Akçasoy

‘Kabus geri döndü’

Eskişehir Kent Konseyi Başkanı Nuray Akçasoy, “Eyvah! Kabus geri döndü dedik. Kömürlü termik santral ile bağlantısının olacağını düşündük” diyor.

Sevinç Mahallesi ve civarında hayvancılığın yoğun olarak yapıldığını, mera alanlarının geniş olduğunu anlatan Akçasoy, kömür çıkarılırken oluşacak obrukların tarım arazilerini yok edeceğini ve hayvanların otlama alanının kalmayacağını vurguluyor.

Kömür çıkartılırken kullanılacak yer altı suyu hakkında herhangi bir veriye ulaşamadıklarını belirten Akçasoy şöyle konuşuyor:

“Kömürün soğutulması işlemi sırasında kullanılacak kömürlü suyu ne yapacağız? Havuz mu yapılacak ya da direkt toprağa mı karışacak? Bu durum gelecek 5-10 yıl içinde tarım arazisinin yok olması demek . Suyun verimli kullanılması için her kuruma ve her bireye büyük sorumluluk düşüyor. Biz Eskişehir’e gelecek her türlü yatırımı istiyoruz ama bu yatırımlar için kriterlerimiz var. Havamızı, suyumuz, toğrağımızı kirletecek bir projeyi neden isteyelim?”

Çalışma alanı içerisinde yer alan kuyuların konumu

Raporda ‘beklenen felaket’

İklim krizinin ana sorumlularından biri fosil yakıt kullanımı. Dünyadaki karbon salımlarının beşte birine ise kömürlü termik santrallerin sebep olduğu biliniyor. Bu nedenle kömürlü termik santraller ve fosil yakıta dayalı enerji politikalarının yerine ekosistemle uyumlu, yenilenebilir enerji üretimine dayalı politikaların hızla hayata geçmesi gerekiyor. Kömürlü trmik santrallerin etkisi ise sadece kurulduğu bölgeyle sınırlı değil. Uzmanlar, inşa izni verilirken sadece ÇED mevzuatı yükümlülükleri değil tüm canlılar için sağlık ve sosyal etkileri dahil eden geniş bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğini söylüyor.

Kaynak-Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Genel Müdürlüğü

Buna rağmen ÇED başvuru dosyasında projenin yapılmasının temel gerekçelerinden biri dünyada kömürün payının 1973-2018 yılları arasında 2,5 puan artması olarak belirtilmiş.

Sevinç Köyü

Temiz Hava Hakkı Platformu’nun Ağustos 2020 tarihinde yayımladığı, Eskişehir Alpu’da planlanan “Kömürlü Termik Santrali Etki Değerlendirmesi” raporunda çarpıcı başlıklar yer almıştı:

  • Planlanan termik santralin olumsuz etkileri sadece Eskişehir’i değil, Ankara, Afyonkarahisar, Aksaray, Bartın, Bilecik, Bolu, Bursa, Çankırı, Çorum, Denizli, Düzce, Isparta, Karabük, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Sakarya, Uşak, Yozgat, Zonguldak olmak üzere toplam 24 ili etkileyecek.
  • Projenin yaratacağı hava kirliliği, 35 yıl boyunca en az 3200 erken ölüme neden olacak.
  • Proje kapsamında, 575 futbol sahası büyüklüğünde (toplam 419,9 hektar) tarım toprağı, tarım amacı dışında kullanılmak suretiyle doğrudan ortadan kalkacak.
  • Alpu santralinin salacağı cıvanın, su havzalarına ve dolayısıyla Porsuk Çayı ve Sakarya Nehri aracılığıyla tüm Türkiye’de besin zincirine gireceği öngörülüyor.
  • Bölgede tarımsal üretimin sona ermesiyle çiftçi kayıt sistemine kayıtlı olan 25 bin kişinin bir kısmının faaliyetine son vereceği, çiftçilikten geçinen bu hanelerin ve tarım işçiliği yapan kişilerin işsiz kalacağı tahmin ediliyor.

‘Tamamen rant projesi’

Bölgenin yöresel otlarının meşhur olduğunu ve kuşaklardır kullanıldığını anlatan Tarım ve hayvancılıkla geçinen Burhan Türkmen’e göre, projeden dolayı geçmişin çevresel değerlerini de kaybedecekler:

Burhan Türkmen

 

“Süt üretimi düşecek. Mera sahalarımız yok olacak haliyle hayvancılık da bitecek. Domates, biber, patlıcan gibi temel gıda maddelerinin üretimi yapılmayacak. Bir diğer yandan kömür ocağı sahası okullara çok yakın. Çocuklarımızın sağlığı da tehlikeye girecek. Alternatif enerji projelerine karşı değiliz. Neden değersiz bir kömür için uğraşıyoruz? Tamamen rant projesi. Biz bu ocağı istemiyoruz, izin de vermeyeceğiz. “

‘Ailemin böyle bir ortamda yaşamasını istemiyorum’

Ekrem Kaya

Ailesi uzun yıllardır hayvancılıkla uğraşan Ekrem Kaya’nın görüşleri de şöyle:

“Kömür ocağını köyümüzde isteyen yok. Kömür madeninin olduğu bölgelerde çevrenin ne derece heba olduğunu görüyoruz. Ailemin böyle bir ortamda yaşamasını istemiyorum. Avrupa standartlarına göre de yapılacağını hiç zannetmiyorum. Santralden çıkacak duman her şeyi bitirecek.”

Burada yaklaşık 500 haneyiz diyen Çiftçi Emrah Işlı da “Mis gibi köyümüzün doğası mahvolacak. Projenin dibinde hemen yerleşim yeri mevcut. Topraklarımızı bırakıp, göç mü edeceğiz?” diye soruyor.

Emrah Işlı

Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt’un endişeleri var. Önemli ölçüde tarımsal arazinin bir daha düzeltilmeyecek şekilde bozulacağını öne sürüyor:

“Patlatma suretiyle işlem yapılacak ve bu işlemin azaltılacağı söyleniyor. Türkiye’de büyük şirketlerin hep haklı çıkması ve onların dediği doğrultuda işlemlerin düzenlenmesi nedeniyle endişeliyim. Güçlü bir firma alacak. Devletin çizdiği kurallara göre çalışma yapılmayacak. Firmanın istediği doğrultuda yapabilecek.”

Binlerce ton kömür nereye nakledilecek ve nerede kullanılacak gibi soruların cevapsız kaldığını belirten Başkan Kurt, sadece bölgenin değil tüm şehrin temel kuşkusunu da dile getiriyor:

“En kolay yol yıllardır konuştuğumuz, yapılması düşünülen kömürlü termik santrali projesinin olduğu yer. O kuşku her zaman var. Devlet bu kuşkuyu giderecek bir program ortaya koymadı. Ürettiğimiz enerjiyi tüketecek sanayimiz yok. Yeşil enerji, temiz enerji her zaman tercih edilen bir unsur. Belediyemizin Türkmentokat Mahallesi sınırlarında güneş enerjisi santrali var. Sevinç Mahallesi’ne de çok yakın. Alternatif kaynaklara yönelmeliyiz.”

Merve Akman, Odunpazarı Belediye Başkanı Av. Kazım Kurt’tan değerlendirmelerini alıyor.

Türkiye’nin elektrik ve kömür denklemi

Türkiye’de elektrik üretimi paylarına göre sırasıyla doğalgaz, hidroelektrik, taş kömürü ve linyit, ithal kömür, rüzgar, motorin ve fuel-oil gibi sıvı yakıtlar jeotermal, biyogaz ve güneş enerjisi ile yapılıyor.

2021 yıl sonu verilerine göre Türkiye’nin toplam elektrik üretimi 331,49 milyar kWs.

2021 yıl sonu itibariyle toplam üretimdeki payı yüzde 31,43 olan kömüre dayalı elektrik üretiminden, yerli kömüre dayalı üretimimiz (linyit-asfaltit-taşkömürü) 43,9 milyar kWs’den 49,4 milyar kWs’e yükselerek toplam elektrik üretiminin yüzde 14,9’unu oluştururken, ithal kömüre dayalı santrallerdeki üretim bir önceki yıla göre 7,67 milyar kWs azalarak bu rakam toplam elektrik üretimin yüzde 16,53’ünü oluşturuyor.

Sevinç Köyü

2022 yılı Nisan sonu itibariyle enerji üretiminde linyitin payı: yüzde 10,95.
Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu 2021 yılı raporuna göre ise, ithal kömürün enerji tüketimindeki payı yüzde 17.2 oranında.

2021 yılında en fazla kömür ithalatı yapılan ülke Rusya Federasyonu olup 14,39 milyon ton civarında gerçekleşti. Kolombiya’dan yapılan ithalat ise 14,35 milyon ton civarında.

Sevinç Köyü

Türkiye İstatistik Kurumu’na göre 2021 yılı toplam kömür ithalatı 37,27 milyon ton.

Son yıllarda kömür ithalatındaki artışın en önemli nedeni, elektrik üretimi amaçlı kullanılacak buhar kömürlerine olan talepteki ciddi artış gösteriliyor.
Elektrik Mühendisleri Odası’nın 2021 başında yayımladığı rapora göre ise Türkiye’de enerji açığı değil, aksine arz fazlası bulunuyor.

ÇED toplantısından…

2020 yılında Saatlik Puant’ın (elektriklerin en yüksek fiyata sahip olduğu saat) anormal iklim koşulları gibi etkenler olmamasına rağmen 49.556 MW olarak 3 Eylül tarihinde gerçekleştiği belirtilen raporda, “Puant güç kurulu güç oranının yüzde 52 düzeyinde olduğu göz öününe alındığında, arz fazlası atıl kapasitenin her geçen yıl artarak devam ettiği görülmektedir. Kurulu güç–üretim arasındaki makasın açılmasının plansızlık, öngörüsüzlükle ihtiyaçtan fazla santral kurulmasıdır” deniyor.

Dünya vazgeçerken…

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç’ın dikkat çektiği nokta ise Dünya genelinde iklim krizine yönelik, uyum ve azaltım önlemleri için kömürden çıkış tarihleri verilirken, yeni kömür madeni ve termik santral yatırımlarının yapılması. Kamuoyunda büyüyen tepkiye vurgu yapan Ataç, şöyle konuşuyor:

“Bu gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, yeni kömür ve termik santral projeleri iklim krizini derinleştirmekle kalmayacak, Türkiye’nin son dönemdeki iklim politikalarına aykırı olacaktır. Diğer yandan iklim krizinin sebep olduğu kuraklık ve üründe rekolte düşüşlerinin yaşanması, artık Türkiye’nin kaybedecek bir metrekare bile tarım arazisinin olmadığını göstermektedir.”

Ataç, kömür ocağındaki asit maden drenajının yaratacağı tehditlere de dikkat çekiyor:

“Kömür madeni çıkarabilmek adına yer altı sularının çekilmesi, su döngüsünü bozarak, su varlıklarının azalmasına ya da o bölgede suların tamamen tükenmesine neden oluyor. Bir diğer problem ise asit maden drenajı oluşumu. Asit maden drenajı ile temas eden canlılar zehirlenebilmekte ve hatta hayatlarını kaybedebilmektedir. Aynı zamanda bu sıvı, toprak ve su varlıklarını kirletmektedir. Kömürün termik santrallerde yakılmasıyla ortaya çıkan kükürt oksit (SOx) ve azot oksit (NOx) salımı toprağın ve yüzey sularının asidifikasyonunu artırıp, toprağın yapısını bozabiliyor. Aynı zamanda kömür madenciliği ve termik santrallerden kaynaklı hava kirliliği ciddi bir halk sağlığı sorunu olup, insanlarda üst solunum yolları hastalıkları ve akciğer kanseri görülme sıklığını artırıyor.”

Elektriğe mi ihtiyacımız var domatese mi?

Eskişehir Elektrik Mühendisleri Odası’nın Yönetim Kurulu Üyesi Salih Eğerci

Elektrik Mühendisleri Odası Eskişehir Şubesi, verilen ÇED raporunun iptali için çok sayıda başvuru yapmış, ancak sonuç alamamış. Odanın Yönetim Kurulu üyesi Salih Eğerci, ülkenin enerji politikalarındaki yanlışlıktan dolayı yaşanan genel sıkıntıların her yere yansıdığından şikayet ediyor:

“Elektrik üretiminin yüzde 75’ini özel sektör sağlıyor. Halbuki bunun kamusal hizmet olması lazım. Kar amacı güderseniz doğayı, insanı önemsemeden projeler yaparsanız zarar edersiniz.”

Yüzeysel bir değerlendirme ile ÇED raporları hazırlanması gerektiğini belirten Eğerci, ilgililer ve vatandaşlarla verilerin paylaşılmasını talep ediyor:

“Enerji üretim kısmını daha uzak ve çorak arazilerde yapabiliriz. Elektriğe mi daha çok ihtiyacımız var yoksa domatese mi? Bunu sorgulamamız lazım.”

Alpu’da ne olmuştu?

21 Ocak 2017 tarihli Resmi Gazete‘de Bakanlar Kurulu tarafından, Türkiye’de tarımsal üretim verimi yüksek olan bazı ovalar koruma altına alındı. Eskişehir Alpu Ovası da Büyük Ova Koruma Statüsü altına alınan ovalar arasında idi.

Bakanlar Kurulu Kararı‘na göre, “Tarımsal üretim potansiyeli yüksek, erozyon, kirlenme, amaç dışı veya yanlış kullanımlar gibi çeşitli nedenlerle toprak kaybı ve arazi bozulmalarının hızlı geliştiği ovalar büyük ova koruma alanı olarak belirlenmiştir” denildi.

Mücadele süreci…

Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) Eylül 2017’de Büyük Ova Koruma Alanı içerisinde bulunan Eskişehir Alpu Ovası’nda termik santral yapılması için Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) ile bağlı ortaklıklarına ait kömür rezerv alanının özelleştirmesine karar verdi.

2 Ocak 2018’de EÜAŞ, Toprak Koruma Kurulu’nda santralin yapılacağı alanın ‘tarım alanı’ olmaktan çıkarılmasını önerdi. Önerisi reddedilince TKK’da karar alma yönetmeliği değiştirildi. 30 Ocak’ta aynı talep yinelendi ve kabul edildi.

Alpu Termik Santrali için ÇED raporu 25 Ocak 2018 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunuldu. 6 Mart 2018 tarihinde ÇED olumlu kararı verildi.

26 Nisan 2018 yılındaki özelleştirme ihalesi tepkilerin ardından ertelendi. Yedi kez ertelenme yaşandıktan sonra ihale, Haziran 2019’da komple iptal edildi.

Nisan 2018’de termik santral projesine kömür sağlaması amaçlanan Sevinç Kömür Ocağı için verilen ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı, Eskişehir 2. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Ağustos 2018’de Danıştay 14’üncü Dairesi tarafından onaylandı.

Danıştay 10 Dairesi, Temmuz 2018’de tarım arazisi vasfından çıkarılma kararının yürütmesini durdurdu.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Alpu Ovası’nda termik santral yapılmasının önünü açan özelleştirmeyi onayan Danıştay 13. Dairesi‘nin kararını oy çokluğu ile bozdu.

İnsanlar kavga etti, ceza köpeğe kesildi

Trabzon’da bekçilerle vatandaşlar arasında çıkan arbedede, sahibini korumak için bekçiyi ısıran köpek karakolun önüne bağlandı.

Vakfıkebir ilçesinde gece yarısı sokakta gezen bekçilerle vatandaşlar arasında tartışma çıktı. D.Ç., M.C.Ö. ve F.K. (31) ile bekçiler arasında çıkan tartışma büyüdü ve arbedeye dönüştü. Bu sırada D.Ç.’nin bir bekçiye yumruk attığı ve köpeğini bekçilerin üzerine saldığı iddia edildi. Köpek, bekçilerden birini bacağından ısırdı.

haberturk.com‘dan Enis Yıldırım‘ın aktardığına göre, bölgeye gelen takviye ekiplerle birlikte üç kişi gözaltına alındı. Köpek de karakol kapısına bağlandı. Yaralanan bekçinin durumunun iyi olduğu öğrenilirken karakol önünde bekleyen hayvanın akıbetinin ne olacağı bilinmiyor.

‘Öldürülecek iddiası’

Trabzon Hayvanları Koruma ve Yaşatma Derneği’nden yapılan açıklamada şunlar denildi:

“Bu köpek şu ada Vakfıkebir’de karakolun önünde iki gündür bağlı. Sebebi de bir gün önce delikanlılarla iki bekçi kavga etmiş. Bekçiler de biber gazı ve cop kullanınca köpek savunma içgüdüsüyle kavgaya karışmış. Her olayda olduğu gibi fatura köpeğe kesilmiş. Bize gelen bilgiye göre köpek uyutulacakmış. Köpek iki gündür neden barınağa götürülmedi? Uyutma kararını kim verecek?”

Saldırgan köpeğin bile rehabilite edilip yerine bırakıldığını, saldırgan tavırları sürdürürse ve ancak veteriner uygun görürse uyutulabileceğini belirten dernek açıklamasında “Köpeğin barınağa alınmasını, devlet veterinerleri tarafından saldırgan olup olmadığına karar verilmesini istiyoruz’’ dedi.

Gökten teflon tava yağar mı?

Mantık çerçevesinde düşünüldüğünde gökten teflon tava tabii ki yağmaz ancak teflon tavayı tercih nedeni yapan teflon yağabilir. Hatta yağıyor bile. Hatta su geçirmez montunuz, mutfak dolabınız, yer ve duvar kaplamanız da gökten yağabilir. Sonuçta kullandığımız her türlü üstün teknolojik ürünün bir de diyeti olmalı.

Gelin tüm bu malzemelerin ortak noktası olan ve artık yağmurla beraber güvenli sınırların çok üzerinde bir konsantrasyonla yeryüzüne inen bir malzemeyi tekrar değerlendirelim. Tekrar diyorum çünkü uzun bir süre önce bu kimyasalları yazmış ve özellikle inşaat faaliyetlerinden kaynaklı olarak ortaya çıkan ve sonsuza kadar da doğada kalan kimyasallar için özel önlemler alınması gerektiğini belirtmiştim.

Bahsettiğim kimyasal PFAS. PFAS, en iyi bilinenleri perflorooktanoik asit (PFOA) ve perflorooktan sülfonik asit (PFOS) olan 4700’den fazla insan yapımı kimyasaldan oluşan bir gruptur. PFAS, yağ ve su tutmazlık, sıcaklık ve kimyasal maddelere direnç ve yüzey aktif madde özellikleri dâhil olmak üzere benzersiz kimyasal ve fiziksel özellikleri nedeniyle çok çeşitli tüketici ürünlerinde ve endüstriyel uygulamalarda kullanılmaktadır. Dünya genelinde hangi uygulamalarda, hangi seviyelerde ve hangi spesifik PFAS’ların kullanıldığına dair çok sınırlı bilgi mevcuttur. Türkiye’de buna dair bir liste bulmanız neredeyse imkânsız. Ancak kaba bir liste yapacak olursak aşağıdaki ürünlerde PFAS’lardan bir tanesi muhtemelen vardır.

  • Teflon tava
  • Kek kalıpları
  • Yanmaz yapışmaz mutfak ekipmanları
  • Pişirme kağıdı
  • Kızartma tavalarında
  • Mobilya kaplamaları
  • Fastfood kutuları ve kâğıtları
  • Su geçirmez tekstil ürünleri
  • Kimyasala karşı dayanıklı endüstriyel ürünler
  • Leke tutmayan cephe boyalarında
  • Yangın söndürme köpükleri
  • Böcek ilaçları

Çevresel, sağlık ve ekonomik maliyeti yüksek

Bu listeyi uzatabiliriz ancak sadece bu kadarlık bir liste bile bu kimyasalların ne denli yoğun ve genişçe kullanıldığı hakkında fikir veriyor. Dolayısıyla bu kimyasal grubunun yağmur ve karla birlikte yeryüzüne inmesi de oldukça olağan. Peki bu kadar yoğun kullanılan bir kimyasal grubunun sağlık üzerine hiç mi etkisi yok? Varsa neden bu kadar yoğun kullanılıyor? Bu soruların hepsinin cevabı aslında petrokimya endüstrisiyle ilişkili. Petrokimya endüstrisi bu kimyasalların sağlık etkisini hep örtbas edip tüm ürünlerde kullanımını da adeta dayatıyor.

Bu kimyasalların sağlık etkisi oldukça çeşitli, ama en bilinen etkileri gelişim üzerine. Bunun yanında birçok kanser ile de doğrudan ve dolaylı ilişkisi mevcut. Olumsuz sağlık etkileri açısından en fazla risk altında olan gruplar PFAS’a maruz kalan çocuklar ve yaşlılar. Çünkü her iki grup da oldukça hassas.  Üstelik bu etki sadece insan üzerine de değil. Tüm canlı grupları bu kirleticinin etkisi altında.

Vücutta ve ortamlarda birikiyor

Bu kimyasalın en önemli bir diğer özelliği ise birikimsel olmasıdır. Yani farklı tipleri, farklı ortamlarda birikme eğilimi gösterirler. 2018’de Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi EFSA, PFOA ve PFOS için daha önce belirlenmiş olan kritik alım seviyelerinin yaptıkları değerlendirme sonucu oldukça düşürdü. Yani çok az miktarda maruziyet bile risk yaratmaktadır. Bu değişim sonucu Avrupa’da birçok alanda PFAS varlığı güvenli sınırların üstüne çıkmış oldu. Aslında zaten öyleydi ama 2008 öncesi belirlenen limit değerlere göre riskli olmayan alanlar 2008 sonrası değişiklikle beraber riskli sınıfa dâhil oldu.

PFAS’a maruz kalmanın çevresel ve sağlık etkisinin bir de ekonomik maliyeti söz konusu. Avrupa genelinde PFAS kaynaklı oluşan sağlık problemlerinin yarattığı yıllık maliyetlerin 52-84 milyar EUR olduğu tahmin ediliyor. Bu duruma dair Türkiye özelinde bir değerlendirme yapmak imkânsız gibi. Çünkü hangi hastalığın ne düzeyde vuku bulduğu ve hastaların yaşam öyküsü gibi veriler ne paylaşılıyor ne de yayınlanıyor. Hatta bu konuda çalışma yapmanız bile imkansız gibi. Dolayısıyla kimyasal kirlilik ve ilişkili sağlık problemlerinin değerlendirmesini ancak tahmin edebiliyoruz. Ancak şunu söyleyebiliriz ki, kimya fabrikalarının tarım alanları içerisinde olduğu, plastik kullanımının herhangi bir sınırlamasının olmadığı, her türlü çöpün ithal edildiği ve her yerde petrokimya yatırımlarının yapıldığı bir ülkede olduğumuz gerçeğini düşünürsek, önemli düzeyde bu kimyasallara maruz kaldığımızı söyleyebilirim.

Yağmur ve karla üzerimize yağıyor

Ayrıca bu kimyasala maruz kalmak için ille de üretildiği yerde bulunmanıza gerek de yok. Son yapılan bir çalışma -ki bu yazının da başlığının kaynağıdır- küresel olarak yağmur ve kar içindeki PFAS miktarlarının güvenli limitleri aştığını ortaya koydu. Daha önce yapılan çalışmalar, Antarktika ve Tibet‘in kentsel, kırsal ve uzak bölgelerindeki yağışların Çevre Koruma Ajansı‘nın EPA’nın perflorooktanoik asit (PFOA) için ömür boyu maruz kalma için belirlediği güvenli limitleri aştığı biliniyordu. Ancak daha kapsamlı olarak yapılan son çalışmada seçilen dört perfloroalkil asidin (PFAA’lar) (yani, perflorooktansülfonik asit (PFOS), perflorooktanoik asit (PFOA), perflorohekzansülfonik asit (PFHxS) ve perflorononanoik asit (PFNA)) küresel olarak yağmur suyu, toprak ve yüzey sularındaki miktarlarını hem birbirleriyle hem de önerilen kılavuz seviyeleri ile karşılaştırıldı ve çalışmanın sonuçlarına göre küresel olarak yağmur suyundaki PFOA ve PFOS seviyelerinin genellikle ABD EPA’nın belirlediği güvenli seviyelerini büyük ölçüde aştığı sonucuna varıldı. Yazarlar bu nedenle, bu dört PFAA’nın atmosferdeki küresel dağılımının, kimyasal kirlilik için var olan gezegensel sınırı aştığı yorumunu yapıyorlar. Zaten bu sebeple de çalışmalarının ismine gezegensel limitin aşıldığı tespitini koymuşlar.

Bu şu anlama geliyor: PFAA’lar kalıcı olma özelliklerinden dolayı tüm çevresel döngülerde artık sınırı aşan seviyelerde mevcut olacak ve bu birikim kullanım devam ettikçe de artacak. Artık bu saatten sonra yapılabilecek tek şey, PFAS üretimi ve kullanımının hızla sınırlandırılması. Bu yapılmazsa yakın gelecekte ne sağlıklı bir çevreden ne de sağlıklı bir insandan bahsedemeyeceğiz.

Ayıyı bayıltan acı baldaki zehir miktarı, kuraklıkla birlikte artıyor

Düzce‘de halk arasında ‘acı bal, delibal’ olarak bilinen orman gülü balından yiyen ayının sarhoşluk geçirdiği görüntüler viral olmuş; uzmanlar, içindeki grayanotoksin maddesi nedeniyle bu balın kontrolsüz kullanımında insanlarda kalp durmasına kadar giden riskleri olduğu konusunda uyarmıştı.

Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden (KTÜ) Fen Fakültesi Biyokimya Bölümü’nden bal uzmanı Prof. Dr. Sevgi Kolaylı da baldaki zehir etkisinin, kuraklığın etkisiyle arttığına dikkat çekiyor:

“Kurak zamanlarda verimi artan delibalda toksinlerin miktarı da doğal olarak artıyor. Bu yaz olduğu gibi yağışın az olduğu dönemde bal verimi artıyor ve özellikle böyle dönemlerde insanlarda da zehirlenmeler görülüyor.”

Dünyada yüzde 98’i Karadeniz Bölgesi‘nde üretilen acı bal, komar olarak da bilinen ormangülü çiçeğinden elde ediliyor.

Bu balın sağlık faydaları açısından çok önemli olduğunun ve ilaç sanayine kazandırılması gerektiğini savunan Prof. Kolaylı, sofralık bal olarak tüketilmemesi gerektiğinin altını çiziyor:

“Bu bal, filmlere konu olmuş ve hatta biyolojik silah olarak da kullanılmış. Dünyada ilk biyolojik silah olarak kullanılan baldır delibal. Zigana yörelerinde İran askerleri geri dönerken delibaldan yemiş ve topluca etkilenmiş.”

Delibal, Türkiye’de Karadeniz ikliminin görüldüğü ve deniz seviyesinden 3 bin metre yüksekliğe kadar olan bölgelerde yetişen  beyaz ormangülü ve Kafkas ormangülü çiçeklerinden elde ediliyor. Deniz seviyesinde mayıs ayında çiçek açan bu bitki yüksek alanlarda yaz süresince çiçekli kalabiliyor.

Dalı, yaprakları ve çiçekleri de zehirli olan bitkiye halk arasında ‘kuzu katili’, ‘dana katili’ de deniyor.

Avrupa‘da doktor gözetiminde tansiyon düşürücü olarak kullanılabilen bu balın kontrolsüz v tüketimi ise çok ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Alışkın olmayan veya bazı hastalıkalra sahip kişilerde bu sorunlar çok az miktarlarda bile ortaya çıkabiliyor.

Bu etkiler, halk arasında ‘bal tutması’ olarak da bilinen baygınlık ve sarhoşluğa benzeyen semptomların yanı sıra, kusma, ani tansiyon düşüklüğü, halüsinasyon görme ve aşırı tansiyon düşüklüğünden kalp durmasına kadar gidebiliyor, bazen iki güne kadar da sürebiliyor.

Zehirlenme belirtileri ise genelde şöyle: Kalp ritmi bozukluğu, boğazda yanma, deride ve gözde kızarma, bulantı, kusma, ağız ve burunda kaşınma, tükürükte artış, bulanık görme veya geçici körlük, baş ağrısı ve dönmesi, ishal, tansiyon düşüklüğü ve bilinç kaybı.

 

Kapadokya’da peri bacaları ve manastırı yok edecek yol görüntülendi

UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde yer alan Kapadokya’da peri bacaları ve Bizans dönemi manastırları üzerinde devam eden yol yapımı yerinde görüntülendi.

Yapılan gözlemlere göre büyük bir kısmı biten yol daha şimdiden bölgedeki kaya oluşumlarına ve tarihi yapılara zarar vermiş ancak esas ciddi tahribat yolun kalan 500-600 metrelik bölümünde olacak.

Evrensel‘den Özer Akdemir’in haberine göre; bölge UNESCO Dünya Mirası korumasının yanı sıra 1. Derece Arkeolojik ve doğal sit alanının tam ortasında, Göreme Açık Hava Müzesi’nde bulunuyor.

Fotoğraf: Özer Akdemir

Ortahisar-Göreme arasındaki eski yoldan geçen araçların yarattığı titreşimin önemli bir kültür mirası olan Tokalı kilisesine zarar verdiği gerekçesiyle kapatılması meselesi de yeni değil.

2011 yılında Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu bu yolun kapatılması kararını vermiş ama yol aradan 11 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen kullanmaya devam edilmiş. İşte bu eski yolun trafiğe kapatılması için geçtiğimiz haftalarda başlanılan yeni yol da eski yola paralel bir konumda bulunuyor. Eski yolla yeni yol arasında peri bacalarından oluşan bir vadi var. Yapımı süren yeni yol bu vadinin yamaçlarını oluşturan kayalık bir arazinin tam üzerindeki platodan geçiyor.

Yol, hem peri bacalarının hem tarihi eserlerin tam ortasında bir konumda yer alıyor.

Yol aynı zamanda Kapadokya’nın en önemli tarihi yapılarından Saklı Kilise’nin de neredeyse üzerinden geçiyor. Her ne kadar Kapadokya Alan Başkanlığı yolun Saklı Kilise’ye 18 metre uzaklıkta olduğunu ileri sürse de (ki bu bile yolun kiliseye çok yakın olduğunun itirafı bir anlamda) dronla yapılan çekimler yolun Saklı Kilise’nin giriş kısmının hemen üzerinde bulunduğunu ortaya koyuyor.

Kapadokya Koruma Grubu sözcüsü Mükremin Tokmak drone çekimleri üzerinden yaptığı değerlendirmede Saklı Kilise’nin kayaların içine doğru uzadığını, yani yolun altında kaldığını ileri sürüyor. Tokmak şunları söylüyor;

“Evet eski yoldaki trafik Tokalı Manastırı’na zarar veriyordu hakikaten ancak bunun önlemi alınabilirdi. Mesela başta tur otobüsleri olmak üzere ağır tonajlı araçların bu bölgeye gelmesine izin verilmez, tur araçları aşağıda bir yere park ettirilip turistler Manastır’a yürür ya da taşınabilirdi. Bunu yapmak yerine Kapadokya’nın en karakteristik özelliklerinin olduğu bir yerin ortasına yeni yol yapıyorlar. Bu akılla bilimle, vicdanla anlaşılabilir bir şey değil. Bunun adı vandalizmdir.”

Fotoğraf- Mükremin Toprak

Kayalık bir platonun üzerinde geçirilen yolun toprakları aşağıda, dik bir eğimin olduğu yerden Saklı Kilise’nin bulunduğu vadiye doğru akıtılmıştı.

Mükremin Tokmak bu dik eğimin düşürülebilmesi için kayalık platonun oyularak düzleneceğini, bu arada altta bulunan bütün mağaraların yok olacağını iddia ediyor. Yol, vadiden 500-600 metre daha gittikten sonra eski yolla birleşecek.

Yolun devamının yapılması durumunda şimdiye kadarki kısımlarda yol açtığı tahribattan çok daha büyük bir tahribata neden olacağı bir bakışta görülebiliyor.

Öte yandan manastırın giriş kapısı üzerindeki kırmızı desenleri göstererek yapının Hıristiyanlık resim yapmanın yasak olduğu erken Bizans dönemine ait olabileceğini dile getiren Tokmak, kilisesi, barınma odaları, kileri ve iç içe gezilebilen kat kat yapısı ile son derece önemli bir manastır kompleksinin yol inşaatı ile yok edileceğini söylüyor. Platonun altının kaya mağaraları ile dolu olduğunu belirten Tokmak’a göre yol bu mağaraları da yok edecek.

Tokmak iş makinelerinin Kapadokya’da koruma altındaki alanlara girmesinin yasak olduğunu belirterek “Bu makinelerin burada olması bile başlı başına suç” dedi.

Yolun genişliğini adımlayan Tokmak yaklaşık 16 adımda geçtiği yolun Alan Başkanlığının ileri sürdüğü gibi 5-6 metre genişliğinde değil en az 12-13 metre genişliğinde olduğunu ifade etti.

Yolla ilgili TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin dava açtığını aktaran Tokmak, Kapadokya’yı koruma gönüllüleri olarak kendilerinin de bu tahribatın durdurulması, şu ana kadar verilen zararın tespiti ve sorumluların cezalandırılması için sonuna kadar çaba göstereceklerini söyledi.

CHP’li İlgezdi’den rapor: Beyin, kalp ve ortopedi ameliyatları yapılamıyor, hastalar ciddi risk altında

CHP Genel Başkan Yardımcısı diş hekimi Gamze Akkuş İlgezdihastanelerde yaşanan medikal malzeme eksikliğine ilişkin hazırladığı ‘Sağlık Sistemi Alarm Veriyor’ başlıklı raporunda, görüntüleme hizmetlerinin  beyin ve kalp-damar cerrahi ameliyatlarının ve ortopedi ameliyatlarının ciddi şekilde aksadığını belirtti.

İlgezdi, “Türkiye, AKP iktidarında ve onun eseri olan Sağlıkta Dönüşüm Programı ile poliklinikleri kapattıran, doktor bulunamayan, paran kadar sağlık hizmeti aldığın, hatta doktora diplomasını yırttıran bir hale geldi.” açıklamasını yaptı.

ANKA‘nın aktardığına göre İlgezdi’nin, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na sunduğu raporda şu tespitler yer alıyor:

  • Radyolojik tetkikler; beyin, kalp ve orotpedi ameliyatları aksıyor: “Sağlık hizmetlerinin içerisinde cerrahi hizmetler oldukça kıymetli ve hasta bakımında aksatılmadan yerine getirilmesi gereken tıbbi işlemlerin başında gelmektedir.
  • Ancak geldiğimiz aşamada, sağlığın bu çok önemli hatta stratejik olarak dahi nitelendirilebileceğimiz hizmetleri layıkıyla yerine getirilememektedir. Türkiye Sağlık Endüstrisi İşverenleri Sendikası, yaşanan sıkıntıların büyük boyutta olduğunu ifade ediyor. Özellikle görüntüleme hizmetleri (radyolojik tetkikler), beyin cerrahi ameliyatları, kalp-damar cerrahisi ameliyatları, ortopedi ameliyatları ciddi derece aksamakta ve belirsiz sürelere ertelenmektedir.

Radyolojik tetkikler için en erken  3-6 AY arasına randevu veriliyor

  • Doğru teşhis ve tedavi için son derece önemli olan MR, tomografi, ultrason, endoskopi, VHS gibi işlemler için hastalara 3-6 ay arasında gün verilmek suretiyle tetkikler ertelenmektedir.
  • Bu durum hem hastayı stres içerisinde yaşamaya mahkum ederken, hem de muhtemel önlenebilir hastalıkların artmasına ve hastanın tedavi sürecine cevap veremeyecek sonuçlarla karşılaşmasına sebep olmaktadır.

Tüm branşlarda yokluk: Tedarik zinciri bozuldu

  • Sadece yukarıda ifade ettiğimiz branşlarda değil, tüm branş ve departmanlarda yokluk sorunu ve aksamalar yaşanmaktadır. Çünkü tedarik zinciri bozulmuştur.
  • Bunun önemli iki sebebi var. Birincisi; şehir hastanelerinde hizmet ifasında temin ve tedarik, yüklenici firmaya emanet edilmiştir. Yüklenici firma ise tamamen konuya ticari olarak bakıyor ve ihtiyaç olan cihaz ya da malzemenin piyasa değerine ve tedarik etmemesi durumunda ödeyeceği ceza tutarına bakıyor. Eğer ceza düşük kalıyor ise tedariki yapmayıp cezasını ödüyor; tam bir garabet.
  • Diğer önemli sebep ise tedarik sağlayan firmaların hak edişleri ödenmiyor, bugün 10 ay geçmiş olmasına rağmen hâlâ firmalara ödemeleri yapılmamaktadır.

Beyin ameliyatları yapılamıyor, kalp pili bulunamıyor

  • Beyin cerrahide, özellikle kraniotomi cihazı alınamamaktadır ve dolayısıyla çok önemli beyin cerrahi ameliyatları yapılamamaktadır. Çünkü hastanın kafatasını açacak cihaz başta olmak üzere önemli birçok ekipman bulunamamaktadır.
  • Beyin ve kalp pilleri bulunamamaktadır.
  • Kalp-damar cerrahisinde ise göğüs kafesinin açılmasına yönelik cihazlar, kardiyolojik piller vb. temin edilememektedir. Bu son derece önemli olan ameliyat yapılamadığından hastalar ciddi hayati risklerle karşı karşıya kalmış durumdadırlar.
  • Ortopedide durum daha da vahimdir. Hastalar ciddi sakatlıklarla karşı karşıyadırlar. Çünkü hiçbir ortopedik implant ameliyatı yapılamamaktadır.”