Ana Sayfa Blog Sayfa 766

Japonya’da tayfun alarmı: 9 milyon kişinin evlerini terk etmesi istendi

Japonya‘da dünden itibaren etkili olmaya başlayan Nanmadol Tayfunu nedeniyle Kyuşu, Şikoku ve Çugoku bölgelerinde yaşayan 9 milyon kişinin evlerini tahliye etmesi istendi.

Ülkenin güneyindeki Kyuşu Adası‘nı vuran tayfun şimdiden bir kişinin ölümüne ve 70 kişinin yaralanmasına neden oldu. Tayfunun önümüzdeki günlerde Kyuşu’nun doğusuna yönelerek başkent Tokyo‘nun da yer aldığı ana kara Honşu‘ya hareket etmesi bekleniyor.

BBC‘nin aktardığına göre, on binlerce kişi pazar gecesini acil durum toplanma alanlarında geçirdi ve yaklaşık 350 bin konutta enerji kesintileri yaşandı. Önümüzdeki günlerde yoğun sel ve toprak kayması yaşanması beklenirken ülkedeki birçok ulaşım hizmeti askıya alındı ve işletmeler kapandı. Yerleşim alanlarını korumak için de yollara kum torbaları yerleştirildi.

Hızlı tren hizmetleri ve feribotlar durduruldu ve yüzlerce uçuş iptal edildi. Pazar günü Kyuşu Adası’ndaki bir nehrin yatağı taşarken, Kagoşima kentinde de toprak kayması yaşandı.

Japon medya kuruluşu NHK‘ya göre bir kişi aracında nehir sularına kapılarak hayatını kaybetti.

Rüzgarın hızı saatte 234 km’ye ulaştı

Nanmadol Tayfunu’nun etkisini artırmasıyla rüzgarın hızının da saatte234 kilometreye ulaştığı belirtildi. Ülkenin bazı bölgelerinde 24 saatlik bir süre içinde metrekareye 40 santimetre yağış bekleniyor. 

Kyuşu'da yaşanan toprak kaymasının ardından arama kurtarma çalışmaları sürüyor

Tayfun sırasında çekilen video kayıtları bina çatılarının uçup gittiğini ve yol kenarlarındaki ilan panolarının söküldüğünü gösteriyor. Fırtınanın Honşu Adası’ndan geçtikten sonra Çarşamba günü okyanusa doğru ilerlemesi bekleniyor.

Başkent Tokyo’da ise şimdiden sağanak yağış etkili oluyor. Şehirdeki metro hatları kapatıldı. Kagoşima, Miyazaki, Oita, Kumamoto ve Yamaguçi kentlerinde yaşayan 500 binden fazla kişi için en yüksek alarm uyarısı verildi.

New York‘ta yapılacak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu‘nda konuşma yapması beklenen Japonya Başbakan Fumio Kişida tayfun sebebiyle seyahatini salı gününe erteledi.

‘Süper tayfun’

Nanmadol, ABD Ortak Tayfun Uyarı Merkezi (JTWC) tarafından ‘süper tayfun’ olarak tanımlandı. Rüzgar hızının saatte 240 kilometreyi aştığı fırtınalara bu tanımlama yapılıyor.

Bilim insanları, La Niña hava olayından dolayı bu yıl yoğun bir fırtına sezonunun yaşanmasını öngörmüştü.

La Niña hava olayı Büyük Okyanus‘ta küresel sıcaklıkları düşürüyor, güçlü rüzgarların Güney Amerika’dan uzağa, Endonezya‘ya doğru götürmesiyle ortaya çıkıyor. Atlantik ve Karayip bölgelerinde iklim krizi yüzünden deniz suyu sıcaklarının yükselmesinin de etkili olabileceği düşünülüyor.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli de (IPCC), iklim krizinin etkileriyle dünyada yoğun tropikal siklonların artacağı uyarısını yapmıştı.

Birleşik Krallık 2. Elizabeth’i uğurluyor

8 Eylül’de yaz tatilini geçirdiği İskoçya’nın Aberdeenshire bölgesindeki Balmoral Kalesi’nde 96 yaşında hayatını kaybeden Birleşik Krallık Kraliçesi 2. Elizabeth için, ölümünden 11 gün sonra Londra’nın merkezindeki Westminster Abbey Kilisesi’nde cenaze töreni düzenlendi.  Töreni, Westminster Kilisesi’nin rahibi David Hoyle yönetti.

2. Elizabeth’in naaşı, hayatını kaybettiği İskoçya’dan başlayarak ülkenin pek çok yerinde halkın ziyaretine açılmış; 24 saate varan uzun kuyruklar oluşturan halk büyük kalabalıklar halinde kraliçesine veda etmişti.

Kraliçe’nin tabutu Westminster Salonu’ndan çıkarak, resmi cenaze törenin yapılacağı Westminster Kilisesi’ne top arabası üzerinde taşınarak getirildi. Tabuta Kraliçe’nin çocukları Kral 3. Charles, Prenses Anne, Prens Andrew ve Prens Edward eşlik etti. Onların ardından da Prens William ve Harry de dahil olmak üzere torunları yürüdü.

Dünya genelinden çok sayıda üst düzey devlet yetkilisinin yer aldığı, yaklaşık 2 bin kişinin katılımıyla düzenlenen tören saat 13.00’da başladı.

Başbakan Liz Truss ve İngiliz Uluslar Topluluğu Genel Sekreteri Patricia Scotland’ın da yer aldığı törende kutsal metinlerden okumalar yapıldı.

Törene, ABD Başkanı Joe Biden ile eşi Jill Biden, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella, İrlanda Cumhurbaşkanı Michael Higgins, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin eşi Olena Zelenska başta olmak üzere 500’e yakın dünya lideri ve üst düzey isim katıldı.

Cenaze töreninde, Türkiye’yi temsilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yerine Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da yer aldı.

Kraliçe 2. Elizabeth’in cenazesine katılacak liderlere: Özel jetle gelmeyin, tören alanına otobüsle gidin!

Ülke genelinde iki dakikalık saygı duruşu

Westminster Abbey Kilisesi’ndeki töreninin ardından, ülke genelinde iki dakikalık saygı duruşu yapıldı ve ardından Hanehalkı Süvarileri tarafından trompetlerle ‘Son Mesaj’ isimli eser çalındı.

Törenin ardından Kraliçe Elizabeth’in tabutu, Hyde Park’ın girişindeki Wellington Arch’a ve oradan da defnedileceği Windsor’a götürülecek.

Windsor Kalesi’ne getirilecek Kraliçe’nin naaşı, kaledeki St. George Şapeli’ne nakledilecek ve özel aile töreniyle defin işlemi gerçekleştirilecek.

Kraliçe 2. Elizabeth Birleşik Krallık tarihinde, tahtta en uzun kalan hükümdar ünvanını taşıyordu.

 

Yoksul ülkeler COP27’den iklim tazminatı bekliyor

Dünyanın en yoksul ülkeleri, BM‘nin kasım ayında Mısır‘da düzenleyeceği 27.  İklim Değişikliği Konferansı‘nda (COP27) savunmasız ulusların iklimin neden olduğu zararları telafi edecek bir fon teklifleriyle ilerlemesinde ısrar edecek. 

İklim tazminatı, iklim krizinin sorumlusu olan zengin ülkelerin, buna en az katkı veren ve en çok etkilenen ülkelerdeki iklim felaketleri nedeniyle uğradıkları zararlarına karşılık ödemeleri gereken bedel anlamına geliyor.

Dakar‘da bir araya gelen 46 uluslu En Az Gelişmiş Ülkeler (LDC) bloğundan çevre bakanları ve uzmanlar, ülkelerinin iklim etkisine en çok maruz kaldığını, ancak buna neden olan karbon emisyonlarından en az sorumlu olduklarını hatırlattı. 

‘Kayıp ve hasar mekanizması oluşturulmalı’

İklim Zirvesi öncesinde bir bildiri yayımlayan grup, kayıp ve hasar için bir finansman mekanizması kurmanın “çok önemli” olduğunu kaydetti; ayrıca gelişmiş ve zengin ülkelerin karbon emisyonlarında hızlı ve derin kesintiler yapmaları ve zengin ekonomilerin iklim yardımı konusunda geçmişteki taahhütlerini yerine getirmeleri için “tüm taraflara, özellikle de büyük yayıcılara” yapılan çağrıyı yineledi. 

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 27. Taraflar Konferansı- COP27,  6-18 Kasım tarihlerinde Mısır’ın Şarm El-Şeyh tatil beldesinde gerçekleştirilecek.

Yıllık toplantılar genellikle emisyon kısıtlamaları ve finansman konusundaki ulusal taahhütler konusunda şiddetli tartışmalara ve protestolara sahne oluyor. Zengin ülkeler daha önce yoksul ulusların karbon emisyonlarını azaltmalarına ve iklim değişikliğine karşı direnç oluşturmalarına yardımcı olmak için milyarlarca dolar vaat etmişti, ancak beklenen fon aktarılmadı. 

Ağırlıklı olarak Afrika ve Asya‘dan ülkeleri bir araya getiren LDC bloğu, özellikle sel ve yükselen denizler gibi iklimle ilgili zararlardan zarar gören hassas ülkelerin tazmin edilmesi için kampanya yürütüyor. Yaklaşan görüşmelerin finansman sağlamak için bir mekanizma oluşturmasını istiyor.

Dünyanın ilk küresel fosil yakıt veri tabanı: Rezervlerin tümü üretilirse 3.5 trilyon ton emisyon salacak

‘Bölgesel kuraklıklar küresel hale geldi’: Dünya alarm veriyor

Avrupa‘dan ABD‘ye, Çin‘den Orta Doğu‘ya birçok bölgeyi etkisi altına alan ve birçok nehir ve gölde tarihin en düşük su seviyeleriyle kendisini gösteren kuraklık tarım, gıda güvenliği, ticaret ve enerji alanlarında yeni risk ve zorlukları beraberinde getiriyor.

AA‘ya konuşan Bilkent Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Thomas Zimmermann, Orta Çağ’da Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde görülen ve halkın kurak dönemlerdeki su seviyelerini işaretlemesiyle kuraklığın simgesi haline gelen “açlık taşlarının” geçmişte yaşanan kurak dönemlere ışık tuttuğunu belirterek, o dönemlerde yaşanan kuraklıkların bölgesel ve kısa süreli olarak gerçekleştiğini söyledi.

Geçmişte de iklimde değişiklikler, inişler ve çıkışlar görüldüğünü ancak bu iklim değişikliklerinin daha küçük ölçekli ve kısa süreli olduğunu anlatan Zimmermann, ön tarih ve erken tarih dönemlerinde iklim değişiklikleri ve kuraklıkların, genelde insanlar tarafından kaynakların kötü ve aşırı kullanımıyla değil; yanardağ patlaması gibi doğal afetlerle, güneş aktivitelerindeki değişikliklerle ya da dünyanın genel jeolojik-iklimsel döngülerinden kaynaklanan felaketlerle tetiklendiğini ifade etti.

Günümüzdeki kuraklık geçmiş dönemlerden farklı

İklimdeki doğal döngülü iniş çıkışlarla ya da doğal felaketlerle tetiklenen kuraklıkların bölgesel bir etki gösterdiğinin altını çizen Zimmermann, milattan önce 3000 ile 2000 yılları arasında Anadolu‘da 200-300 sene süren bir aşırı kuraklığın paleoiklim haritalarda belirgin izler bıraktığını ancak çevredeki bölgelerin çok farklı etkilendiğini aktardı:

“Bir bölgede kuraklık sebebiyle göç olmuş ve yerleşim alanları terk edilmişken, komşu bölgede hiçbir değişiklik yaşanmamış, başka bir komşu bölgede ticari ve yerleşim aktiviteleri bile yoğunlaşmıştır. Aynı durum açlık taşları için de geçerli. Bu taşlar kuraklığın olumsuz bölgesel etkilerini temsil ediyor ama kuraklıklar uzun sürmedi, ekonomiyi ve yaşam tarzlarını kökten değiştiren durumlara sebebiyet vermedi. Günümüzde dünyanın birçok yerinde görülen kuraklık geçmişteki örneklerinden farklı. Şu anki durum ne yazık ki bütün gezegenimizi kapsıyor.”

Eski, göl, deniz, kutup buzları ve mağara sedimentlerinde kayıtlı olan RCC’lerin (Hızlı İklimsel Değişim) genelde küresel değil bölgesel olduğunu vurgulayan Zimmermann, “19’ncu yüzyıldan itibaren fosil yakıtlar yakmak, yağmur ormanlarını yok etmek gibi aktivitelerde bulunan çağdaş insanın parmak izinin, küresel iklim değişikliği ve şu anda yaşanan kuraklıklar üzerindeki etkisi çok daha büyük” dedi.

‘Nehirlerin kuruması dönemsel bir durum değil’

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz da sıcak hava dalgalarının göller ve nehirlerdeki buharlaşmayı artırdığını ancak bu artışın şu anda Amerika’dan Çin’e kadar neredeyse tüm kuzey yarım kürede görülen sorunun başta gelen sebebi olmadığını ifade etti:

“Yağış rejiminde meydana gelen değişiklik bu bölgelere düşen yağışı azaltmıştır, ana sorun budur. Hava aynı anda hem sıcak hem de yağışlı olabilir. Öyle bir durumda bu denli şiddetli kuraklık görülmezdi. Ayrıca kışın kar yağışının azalması ve artan sıcaklıklardan dolayı bu akarsuları besleyen bir diğer kaynak olan buzullar da hızla kayboluyor. Tüm bunların bileşkesi bugün görülen kuraklığı oluşturuyor.”

Yağışların azaldığı bir ortamda su tüketiminin her şey normalmiş gibi sürdürülmesinin nehirlerin debisini etkileyeceği uyarısında bulunan Kurnaz, “Ne yazık ki nehirlerin kuruması dönemsel bir durum değil ve yeryüzünün bazı bölgelerinde hem yağışların azalması, hem de su kullanımının artması nedeniyle bu problem de gün geçtikçe ciddileşecektir. Batı Avrupa bu bağlamda dönemsel bir kuraklık yaşıyor ama ABD, Avrupa, ülkemiz ve Çin’de görülen kuraklıkların geçici olacağını söylemek zor” dedi.

Dünya genelinde tatlı suyun yaklaşık dörtte üçünün tarımda kullanıldığı bilgisini paylaşan Kurnaz, şunları söyledi:

“Dolayısıyla azalan su miktarı da öncelikle tarımı vuracaktır. Biz dört mevsim yeşillik yemek istediğimizde bunun tarımı da dört mevsime yayılan bir sulama gerektirmektedir. Oysa eskiden olduğu gibi her şeyi kararında ve mevsiminde tüketecek olursak, tarımsal sulama için aşırı su harcamadan da gıda güvenliğini sağlamak mümkündür. Özellikle tarımsal sulamada çok dikkatli davranarak hızla modern, az su gerektiren sistemlere yönelmek uzun vadede uyum için en önemli önlemdir. Ülkemiz pek fazla normalin ötesinde bir durumla karşı karşıya değil. Ama Avrupa, ABD ve Çin’de rekolte kaybı görüleceği neredeyse kesin.”

Tatlı su kaynaklarının yok oluşu birçok alanı etkiliyor

Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Çakmakcı ise yağışların azalması ve sıcak dalgaları nedeniyle Avrupa, ABD, Asya, Ortadoğu ülkeleri ve Türkiye‘de birçok nehrin su miktarının azaldığını aktararak şu örnekleri verdi:

Kuzey Amerika‘daki Kolorado Nehri‘nin akışının 2050 yılına kadar yüzde 10 ila 30 azalması bekleniyor. Avrupa’daki Ren Nehri’nin 883 kilometresi gemi ulaşımı amacıyla da kullanılıyor. Buradaki su seviyeleri, artan sıcaklıklar ve yağış eksikliği sebebiyle zaman zaman düşüyor ve su seviyesinin azalması neticesinde gemi ulaşımı kurak dönemlerde yapılamamaktadır. Çin’deki Yangtze Nehri’nde de su seviyesinde azalma oluyor  ve bazı bölgelerde nehir yatağı ortaya çıkıyor. Yangtze’yi besleyen kollarda da su miktarının azaldığı görülüyor.”

Gölleri besleyen nehirlerin kuruması veya debisinin azalması neticesinde göllerin de kuruduğunu anlatan Çakmakcı, son 60 yılda Türkiye’de 70 civarında doğal gölün kuruduğunu, dünyada da aralarında Aral Gölü (Kazakistan ve Özbekistan), Çad Gölü (Çad, Kamerun, Nijer ve Nijerya), Urumiye Gölü (İran), Walker Gölü (ABD), Albert Gölü (Avustralya), Cuitzeo Gölü‘nün (Meksika) de bulunduğu birçok gölde su seviyelerinin azaldığını söyledi.

Nehir ve göllerde su seviyelerinin düşmesiyle ulaşılabilir tatlı su miktarının da azaldığını vurgulayan Çakmakcı, bu durumun içme suyu temini, tarımsal üretim, enerji ve taşımacılık faaliyetlerini olumsuz yönde etkilediğini, nehir yataklarında ve göllerde yaşayan canlı türlerini yok ederek ekolojik dengeyi bozduğunu belirtti.

Nüfusla birlikte su kullanımı artıyor

Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vakur Sümer de gelecekte su varlığı sabitken nüfusun sürekli arttığına dikkat çekerek Avrupa, ABD ve Türkiye’yi daha zor günlerin beklediği uyarısını yaptı.

Tarım arazilerinin Orta ve Kuzey Avrupa’da genellikle yağmurla sulandığını ancak yağışlardaki azalmanın tarım arazilerini de etkilediğini anlatan Sümer şunları söyledi: “ABD ve Türkiye’de ise nehirlerin tarım arazilerini sulamadaki rolü çok daha fazla. Bu nehirler, özellikle tarım alanlarının sulanmasında kullanılan gölet ve barajları oluşturuyor. Dolayısıyla şüphesiz dünyanın en büyük tarım üreticisi olan ABD ve Türkiye’deki tarım üretimini sıkıntıya sokma riski var. Bu durum kısa vadede fiyatlarda artış olacağı, ardından tarımsal ürünlerin ancak ticaretle karşılanabileceği anlamına geliyor. Dolayısıyla gıda güvensizliği riski söz konusu.”

Nehirlerin kurumasının lojistik ve ticaret sektörlerini de olumsuz etkilediğine değinen Sümer, “Hiç kurumaz denilen Ren Nehri gibi nehirlerin debisinin düşmesi sonucunda pek çok geminin seyrüsefere çıkamadığı bilinen bir gerçek. Artan enerji maliyetleri nedeniyle nehirlerin kullanılamaması deniz limanlarına olan mecburiyeti artıracak. Bu da buradaki fiyatların daha da artması anlamına gelecek. Bu durum, tüm dünyadaki ekonomik yükü ve enflasyonu tetikler nitelikte. Özellikle Avrupa’yı çok parlak bir kış beklemiyor” dedi.

İran’da Amini’nin öldürülmesine kadın öfkesi: Saç keserek, başörtüsü yakarak protesto

İran‘da ahlak polisi tarafından gözaltına darp edilerek alındıktan sonra hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ölümü ülke çapında protestolara ve sosyal medyada tepkilere yol açtı.

Amini, başörtüsü kurallarına uymadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alınmıştı. Genç kadının ahlak polisi tarafından dövüldüğü ve işkenceye maruz kaldığına ilişkin görüntüler sosyal medyada yayıldı. Polis ise Amini’nin Tahran‘daki ahlak polisinin karakolunda 13 Eylül’de aniden kalp rahatsızlığı yaşayarak acilen hastaneye kaldırıldığını öne sürdü.

Cuma günü hayatını kaybeden Amini’nin Sakkız şehrinde hafta sonu gerçekleşen cenazesinde “Diktatöre ölüm” sloganlarının atıldığı protestolar düzenlendi.

Slogan, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in başörtüsü kurallarının katı bir şekilde uygulanması açısından yürüttüğü baskıcı politikaları hedefliyor.

Ülkede Kürtlerin yoğun yaşadığı Sakkız şehri dışında Senendec’te de eylemler düzenlendi.

18 Eylül’de sosyal medyada yayılan bir videoda öfkeli insanların bir yürüyüş gerçekleştirdiği ve Kürtçe “Jin, Jiyan, Azadi” (Kadın, hayat ve özgürlük) slaganları attığı görüldü. Bazı görüntülerde ise kadınların başörtülerini çıkararak yürüyüşe katıldığı yer aldı.

Güvenlik görevlilerinin protestoculara ateş açtığı görüntüler de sosyal medyada paylaşıldı.

İran sokaklarında başörtüsünü çıkarıp yürüyüş düzenleyen ya da başörtüsünü yakan kadınlar görüldüğü gibi sosyal medyada da saçlarını kesen kadınların videoları viral oldu.

Kimi İran efsanelerinde de kadınların saçlarını kesmesi yas sürecinin bir parçası olarak anlatılırken bu inanış Amini’nin ölümünden sonra bir öfke temsiline dönüşmüş durumda.

Grev çağrısı

Bazı Kürt siyasi partiler ve muhalefet grupları grev çağrısında bulunurken bazı işyerleri kepenklerini kapatacağını açıkladı.

Amini’nin ailesini arayarak başsağlığı dileyen İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, meselenin detaylıca soruşturulması için emir verdiğini aktardı.

Amini’nin babası ise Hammihan gazetesine yaptığı açıklamada rejim yanlısı yayınların iddialarının aksine kızının epilepsi, diyabet ve beyin tümörü gibi rahatsızlıklarının olduğunu reddetti. Karakolda yaşananlara dikkat çekerek, “Koridorların içinde ne oldu?” sorusunu yöneltti.

İran’da başörtüsü yasağına ve ahlak polisinin uygulamalarına karşı uzun zamandır tepkiler var.

Dünyanın ilk küresel fosil yakıt veri tabanı: Rezervlerin tümü üretilirse 3.5 trilyon ton emisyona neden olacak

Üretim ve rezervlerden kaynaklanan emisyonlara ilişkin ilk kamuya açık veri tabanı yayımlandı. Bununla fosil yakıt tedarikinin şeffaflığında büyük ilerleme kaydediliyor.

Bir çok ülke tarafından desteklenen ve Fosil Yakıtların Yayılmasını Önleme Anlaşması (Fossil Fuel Non-Proliferation Treaty ) kapsamında Carbon Tracker ve Global Energy Monitor tarafından geliştirilen veri tabanı, küresel fosil yakıt rezervleri ve üretiminden kaynaklanan toplam sera gazı emisyonlarını tahmin etmeyi ve kalan karbon bütçesi üzerindeki etkisini göstermeyi hedefliyor.

Bugün yayınlanan yeni veriler, dünya rezervlerinin üretilmesinin ve yakılmasının 3,5 trilyon tonun üzerinde sera gazı emisyonuna yol açacağını, bunun da 1, 5 derece hedefi için kalan karbon bütçesinin yedi katından fazla ve sanayi devriminden bu yana üretilen tüm emisyonlardan daha fazla olduğunu gösteriyor.

Fosil yakıt arzı fazlası

Bugüne kadar iklim değişikliği ile mücadele çabaları petrol, gaz ve kömür talebini ve tüketimini azaltmaya odaklandı, ancak bu yakıtların arzını göz ardı etti. Örneğin Paris Anlaşması, bu yakıtların küresel sera gazı emisyonlarının %75’inden fazlasını oluşturmasına rağmen fosil yakıt üretiminden bahsetmiyor bile.

UNEP Üretim Açığı (Procudtion Gap) raporları, kalan karbon bütçesiyle ilgili olarak büyük ölçekte bir fosil yakıt fazlası gerçeğini ortaya koyarken, IEA ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırmak istiyorsak yeni sahaların geliştirilemeyeceğini ve bazı mevcut sahaların erken emekli olacağını gösterdi.

Ancak politika yapıcılar ve sivil toplum, bu aşamalı kesintinin nasıl yönetileceğine ilişkin kararları verebilmek için gereken varlık düzeyindeki verilerden yoksun. Piyasalar da hangi varlıkların karaya oturacağını tahmin edecek bilgilerde sahip değil.

Küresel Fosil Yakıtlar Veri Tabanı bu veri boşluğunu doldurmak için oluşturuldu. Bu, dünya çapında fosil yakıt üretimi ve rezervlerinin karbon bütçesi üzerindeki etkilerini izleyen ilk halka açık veri tabanı. Bağımsız  varsayım ve hesaplamalarıylı tamamen şeffaf olarak gerçekleştirilen veri tabanının zamanı geldiğinde uluslararası iklim politikası oluşturma sürecinde resmi olarak yer alacağı umuluyor.

Sadece ABD ve Rusya’nın rezervleri küresel bütçeyi aşıyor

Veri Tabanı, küresel üretimin %75’ini kapsayan 89 ülkedeki 50.000’den fazla sahadan veri içeriyor. Diğer göstergelerin yanı sıra, ABD ve Rusya‘nın her birinin, diğer tüm ülkeler üretimi derhal durdursa bile, tüm küresel karbon bütçesini aşacak kadar fosil yakıt rezervine sahip olduğunu gösteriyor. Veri tabanı kapsamındaki 50.000 saha arasında en güçlü emisyon kaynağı, her yıl yaklaşık 525 milyon ton karbon emisyonu üreten Suudi Arabistan’daki Ghawar petrol sahası olarak yer alıyor.

Emisyon verileri, hükümetlerin aşırı fosil yakıt arzının ‘nasıl’ azaltılacağı sorusunu yanıtlamak için ihtiyaç duyacakları bilgi türlerinden sadece biri.  Zaman içinde arzın aşamalı olarak azaltılmasının nasıl yönetileceğine ilişkin karar alma sürecine etki edebilecek belirli varlıklarla ilişkili vergi ve telif hakları da dahil olmak üzere ekonomik nitelikleri içerecek şekilde genişletileceği belirtiliyor.

Çalışmanın ilk ‘hibrit uygulamalarından’ biri, aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere, fosil yakıt emisyonlarını karlılık ve kişi başına düşen GSYİH açısından konumlarıyla eşleştiriyor.

Buradan üç tespit ortaya çıkıyor. Kömür, düşük karlılığı ve düşük gelirli ülkelerdeki yoğunlaşmayı yansıtacak şekilde sol altta kümeleniyor. Petrol üreticileri grafiğin üst kısmında kümeleniyor, çünkü petrol birim enerji başına gaz veya kömürden çok daha fazla kar sağlamaya devam ederken, OECD ülkeleri (sağ alt) fosil yakıt üretimi, özellikle bu ülkelerin ekonomilerinin genel gücü göz önüne alındığında, nispeten düşük karlılıkla karakterize ediliyor.

Carbon Tracker Initiative (Karbon Takipçisi Girişimi) ayrıca, fosil yakıt üretiminden kaynaklanan emisyonları ve Ekstraktif Endüstriler Şeffaflık Girişimi (EITI) üyesi 20 ülkede üretici şirketler tarafından ödenen vergileri karşılaştırmak için EITI ile birlikte çalışarak aşağıdaki tabloyu hazırladı.

Bu tablo, ton emisyon başına ödenen vergilerde büyük bir farklılık olduğunu ortaya koyuyor; Örneğin Irak ton emisyon başına yaklaşık 100 dolar vergi öderken, bu rakam Birleşik Krallık‘ta ton başına 5 doların biraz üzerinde seyrediyor.

Veri Tabanı bugün New York‘ta Natural Resource Governance Institute (Doğal Kaynaklar Yönetişim Enstitüsü) ile işbirliği içinde düzenlenen ve Almanya, Tuvalu ve Vanuatu‘dan hükümet temsilcilerinin yanı sıra BM Çevre Programı‘nın da katılacağı bir etkinlikle başlatılacak.

Veri tabanı için ne dediler?

Tuvalu Adalet, İletişim ve Dışişleri Bakanı Simon Kofe söz konusu çalışma için şunları söyledi:

“Artık kömür, petrol ve gaz üretiminin etkin bir şekilde sona erdirilmesine yardımcı olabilecek bir araca sahibiz. Küresel Veri Tabanı, hükümetlerin, şirketlerin ve yatırımcıların fosil yakıt üretimlerini 1,5 sıcaklık sınırıyla uyumlu hale getirecek kararlar almalarına yardımcı olacak ve böylece ada ülkesi evlerimizin yanı sıra küresel topluluğumuzdaki tüm ülkelerin yok olmasını somut olarak önleyecektir. Bizler Pasifik‘te küresel sera gazı emisyonlarının sadece %0,03’ünden sorumluyuz ve yine de gezegenimizin ve gelecek nesillerin ortak iyiliği için üzerimize düşeni yapmaya kararlıyız. Hükümetler olarak, gerçek iklim liderliğini ancak hesap verebilirlikle, tutarlılıkla ve kendi taahhütlerimizle uyum göstermekle ortaya koyabiliriz. Paris Anlaşması uluslararası iklim yönetişiminde bir dönüm noktası olmuştur. Küresel Veri Tabanı de bir başka dönüm noktasıdır.”

Veri tabanının sivil toplumun üretim kararlarını ulusal iklim politikalarıyla ilişkilendirmesini sağlayacağını ve hükümetlerler şirketleri fosil yakıtların geliştirilmesi konusunda daha hesap verebilir hale getireceğini kaydeden Carbon Tracker’ın kurucusu ve Veri Tabanı Yürütme Komitesi Başkanı Mark Campanale, “Aynı şekilde, bankaların ve yatırımcıların belirli varlıkların atıl varlık haline gelşme riskini daha doğru bir şekilde değerlendirmelerini sağlayacaktır” dedi.

Natural Resource Governance Institute Başkanı ve İcra Kurulu Başkanı Suneeta Kaimal ise şunları söyledi: “Veri Tabanı, fosil yakıtlarla ilgili hayati bilgilere açık erişim yönünde atılmış memnuniyet verici bir adımdır. Adil bir küresel enerji geçişi için daha fazla şeffaflık, devletler arasında daha iyi koordinasyon ve fosil yakıt üretimi için daha güçlü hesap verebilirlik gerektiriyor. Artık her yerde vatandaşlar ve yatırımcılar, hükümetleri ve şirketleri kararlarından sorumlu tutmak için önemli bir araca sahipler.”

Küresel Fosil Veri Tabanı, veri tabanının ilk bulgularını özetleyen bir raporla birlikte https://fossilfuelregistry.org adresinde yayınlandı.

 

Çamuralemin mandaları ve ortak geleceğimiz

Bundan sadece birkaç sene önce, İstanbul Havalimanı proje alanının yüzde 81’i ormanla, yüzde 9’u ise suyla kaplıydı. 2014 ile 2018 yılları arasında gerçekleşen inşaatın sonunda Arnavutköy ilçesindeki tarım ve hayvancılık faaliyetleri büyük ölçüde kısıtlandı veya yok oldu.

Bugün havalimanından arta kalan yeşil alanların çoğu beyaz renkli dikenli tellerle çevrili. Bu beyaz çitler yeşil alanları üçgenlere, dikdörtgenlere ve yamuklara bölmüş durumda. Aralarında mandalar dolaşıyor ve otluyor. Afgan çobanlar ellerinde değnekle manda güdüyor. Bazı yerlerde, mandalar çitlerin üzerinden geçerken çitleri yıkmış, bacakları kan içinde yoluna devam ediyor. Eskiden çamurlu sulara battıkları ve yuvarlandıkları göletler kurumuş. Mandaların fotoğrafını çekecek olursanız ufukta muhakkak bir uçak kareye giriyor. Hayvanlar uçakların gürültüsünden huzursuz. O beyaz çitler yüzünden tüm peyzaj gökyüzünden sarkan bir çift elin eskiz kâğıdı gibi görünüyor. Bu gidişle, güzelim Arnavutköy ilçesi asfalt ve betonla kaplı sıradan bir İstanbul ilçesine dönüşecek.

Fotoğraflar: Akgün İlhan.

Mandalar 17. İstanbul Bienali’nde

Bu gidişata mandaların hikâyesi üzerinden “hayır” demek için Cooking Sections sanatçı kolektifinin kurucuları Daniel Fernandez Pascual ve Alon Schwabe, “Çamuralem” adlı projede, benim de aralarında bulunduğum Türkiye’den araştırmacılar;  Anadolu Meraları, Burçin Çıngay, Itri Levent Erkol, Melisa Bal ve Mustafa Avcı ile bir araya geldi. Bu kolektif çalışma, Büyükdere35 Sanat Galerisi’nde bir yerleştirme ve Manda Festivali ile İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 17. İstanbul Bienali’nin parçası oldu.

Manda Festivali, 17 Eylülde 2022 tarihinde Arnavutköy ilçesinin Baklalı köyü yakınlarında gerçekleşti. Festivalde eş zamanlı rehberli yürüyüşler gerçekleştirildi. Mandaların yaşamını anlatmak üzere manda yetiştiricileri Müslüm Aybaş ve Cengiz Akın’ın düzenlediği iki gezinin yanı sıra, benim  İstanbul’un su yönetimini anlattığım Terkos Gölü’nde son bulan bir su yürüyüşü yapıldı. Ayrıca festivalde, civardaki bitki türlerini tanıtan Burçin Çıngay ve kuş türlerini anlatan İnci Şardağ tarafından yapılan iki farklı yürüyüş daha vardı. Arnavutköy Müzisyen ve Sanatçı Yetiştirme Derneği müzisyenleri iki yüzden fazla katılımcıyı enerjik performanslarıyla dans ettirdi. Festival sanatçı Gülinler’in projeye özel hazırladığı şarkının prömiyeri ve şarkıları ile sona erdi.

Manda yetiştiriciliğinin sorunları

Manda yetiştiriciliğinin en önemli sorunlarının başında ortak meraların kaybı geliyor.  Mandalar İstanbul Havalimanı inşa edilene kadar ortak çayır ve meralarda serbestçe gezinir ve otlanırdı. Ancak hem havalimanı ve Kuzey Marmara Otoyolu gibi gerçekleştirilmiş projeler,  hem de Kanal İstanbul gibi henüz planlama aşamasındaki projeler nedeniyle arazinin emlak değeri arttığından, topraklar arazi sahipleri tarafından satılarak defalarca el değiştirdi. Büyük kısmı proje alanında kalan, geriye kalanı da parçalanmış ve çitlenmiş eski meralar artık mandaların erişimine açık değil. Mandalarını hazır yemle beslemeye çalışan küçük ölçekli aile işletmeleri büyük bir gider kalemi ile baş başa kalmış durumda.

Mandaların tek sorunu bu değil. Arnavutköy’ün doğal peyzajı içinde bulunan çamur göletleri toprakla birlikte kaybedilmiş durumda. İstanbul Havalimanı kurulurken proje alanında bulunan 70 gölet kurutulmuş ve molozla doldurulduktan sonra toprak sıkıştırılmıştı. İstanbul’un iklim değişikliği ile birlikte değişen mikro iklimi de bölgeyi daha uzun kurak dönemlere maruz bırakıyor. Derelerin akmadığı, sulak alanların kuruduğu ve göletlerin olmadığı topraklarda mandaların yaşaması giderek güçleşiyor. Çiftçiler birer ikişer ata mesleği mandacılığı bırakıyor.

Ortak geleceğimiz için korumak

Bu hikâyenin kaybedeni sadece mandalar ve manda yetiştiricisi aileler değil. Bu hikâyenin diğer kaybedenleri de biziz. Mandasıyla ve insanıyla doğa ve kültür mirasını kaybeden biziz. Size bir sorum olacak. Siz İstanbul’un Yeniköy, Tayakadın, Baklalı ve Akpınar gibi muhteşem köylerini gidip gördünüz mü? Mandaları ve mandalarına evlatları gibi emek veren insanları tanıdınız mı? Manda kaymağına bal katıp simitle yediniz mi? Ya da manda yoğurdundan yapılmış bir bardak ayran içtiniz mi? Bu sorular, nerde eksik kaldığımızı ve nelerden mahrum bırakıldığımızı gösteriyor. Mandalar, insanlar, kuşlar, bitkiler ve su, Manda Festivali’nde buluştu. Her şey çok güzeldi. Neleri kaybetmek üzere olduğumuzu bir kez daha gördük. Doğayı ve insanı bir arada korursak, her şey çok güzel olacak.

Et yerine balık tüketmek, küresel iklim değişikliği için bir çözüm mü?

Güçlü bir sera gazı olan metanın en önemli kaynağı endüstriyel ölçekte et üretimi… Sera gazları içindeki toplam payı %18-20 arasında değişen metan emisyonunun yarıya yakını endüstriyel et yetiştiriciliğinden ve tarım alanlarından kaynaklanıyor. Metan gazını iklim değişikliği açısından önemli bir sera gazı haline gelmesindeki neden ise atmosferi birim başına karbondioksitten 20 kat daha güçlü ısıtma potansiyeline sahip olması ve atmosferdeki ömrünün karbondioksitten uzun olması… Bir başka anlatımla bir kg metanın salınması, 84 kg karbondioksit emisyonuna eş değer… Bu durum metan emisyonlarının küresel ölçekte hızla arttığı da göz önünde bulundurulduğu zaman küresel iklimin değişikliği açısından endişelerin artmasına neden oluyor.

Daha az emisyon üretiyorlar

Küresel çapta metan emisyonlarını azaltmanın en önemli yollarından biri de endüstriyel et üretimini bırakmak ve et tüketimini kontrol altına alabilmekten geçiyor. 8 Eylül’de Communications Earth & Environment dergisinde  yayımlanan bir makale, et tüketiminin yerine rahatlıkla balığın konabileceğini gösteriyor. Araştırmanın amacı ‘deniz ürünü tüketmenin iklim üzerine etkilerini nitelikli beslenme odağından sapmadan anlayabilmek’ olarak özetlenmiş.

Makaleye göre çiftliklerde yetiştirilen midye, istiridye gibi çift kabuklu deniz hayvanlarının ve hamsi, sardalye, uskumru ve ringa balığı gibi doğal ortamdan yakalanan, küçük, deniz yüzeyine yakın yaşayan balıkların, ete oranla daha az sera gazı emisyonu ürettiğini gösteriyor.

Ayrıca bu su ürünleri sığır, koyun eti veya tavuktan daha fazla besleyici olduğu araştırmacılar tarafından ortaya konmuş. 41 deniz ürünü türünü kullanan araştırmacılar, belirli yağlar ve vitaminler gibi temel besinleri hesaba katan bir besin yoğunluğu skoru oluşturmuşlar. İncelenen türler arasında çiftlik ve doğal ortamdan yakalanmış balıklar, kabuklular, çift kabuklular ve sefalopodlar (ahtapot ve kalamar içeren grup) var. Ekip daha sonra, besin yoğunluklarını üretimleri veya yakalamalarıyla ilişkili emisyonlarla karşılaştırmak için bu türlerin 34’ü için mevcut emisyon verilerini kullanmış. Deniz ürünleri türlerinin yarısı, emisyonlar açısından düşük, beslenme açısından yüksek değerlerde bulunmuş. Doğal ortamda yakalanmış pembe somon (Oncorhynchus gorbuscha), başka bir somon türü (Oncorhynchus nerka), küçük hamsi, sardalye, ringa balığı gibi balıklar ile midye, istiridye gibi çiftlik çift kabukluları besin yoğunluğu yüksek, düşük emisyonlu protein kaynakları olarak en iyi seçenekler olduğu bulunmuş. Morina balığı (Gadus sp.) gibi beyaz balıklar ise da düşük bir emisyon etkisine sahip olmasına karşın beslenme açısından tatmin edici olmadığı görülmüş. Doğal yakalanan kabuklular en yüksek sera gazı emisyonlarına sahipmiş ve karbon ayak izi açısından sadece sığır etinden avantajlı bulunmuş.

Ya yok olan balık popülasyonu?

Araştırmacılar, emisyon verilerinin, soğutma veya nakliye yoluyla üretilenler gibi ‘üretim sonrası’ emisyonları içermediğini de belirtiyorlar. Yani bu durumda yerel üretim ve yerel tüketimin önemi de ortaya çıkıyor.

Araştırma sonuçları deniz ürünlerinin gıda sistemlerindeki rolüne daha fazla önem vermemiz gerekliliğini ortaya koyuyor. Ayrıca araştırmacıların tüketim için dikkat çektiği ikinci bir etken ise deniz ürünlerinin fiyatı… Araştırma ekibinde yer alan Kanada, Halifax’taki Dalhousie Üniversitesi’nden Tyedmers, fiyatların deniz ürünleri diyetlerine erişimi zorlaştırıcı bir faktör olduğunu kabul etmekle beraber  ‘Deniz ürünlerini sığır eti yerine koymak için her fırsat değerlendirilmeli, bu küçük bir iklim kazancıdır’ diyor ve ekliyor: “Her öğün masada deniz ürünü olmak zorunda değil.”

Araştırma ekibi okyanus ve denizlerdeki küresel iklim değişikliği sonucu yaşanan sıcaklık artışı nedeniyle balık varlığının azalması ve bunun fiyatlar üzerindeki etkisi konusunda ise bir yorum yapmamışlar.

Küresel iklim krizi her geçen yıl daha derinleşiyor. Artık dünyanın büyük bir bölümünde küresel iklim krizinin çevre ve insan sağlığı üzerine yaptığı olumsuz etkileri daha fazla yaşamaya başladık. Sadece bu yıl yaşananlara bakarsak sorunun ne kadar derinleştiğini görebiliriz. Avrupa ve Kuzey Amerika kıtasında yaşanan sıcak dalgaları ve orman yangınları, Pakistan’da yaşanan seller binlerce insanın yaşamını yitirmesine, milyonlarca insanın ise evsiz kalmasına ve iklim göçmeni durumuna düşmesine neden oldu. Dünyanın birçok bölgesinde kuraklık sürüyor. Kuraklığın etkisi ile gıda ve su kıtlığı yaşanıyor.

Kesin çare olmayacak

Küresel iklim değişikliğini durdurmak için tek çözüm ise başta kömür olmak üzere fosil yakıtların kullanımının bir an önce terk edilmesinden geçiyor. Çünkü fosil yakıtların kullanımı sonucu ortaya çıkan sera gazları atmosferdeki sera gazlarının yaklaşık %60’ını oluşturuyor. Et ürünlerinin yerine balık tüketiminin artırılması ise kişisel karbon ayak izini mutlaka düşürecektir ama küresel iklim krizine ise kesin çare olmayacak ve etkisi küresel iklim değişikliği ve sonuçlarına karşı sadece toplumsal duyarlılığı artırmak ile kişisel karbon ayak izini azalmakla sınırlı kalacak.

Gerek sağlığımız, gerekse küresel iklim değişikliği açısından et üretimi kaynaklı metan emisyonlarını düşürebilmek için balık tüketimine ağırlık verelim, ama gerçek çözümün fosil yakıtların kullanımının terk edilmesinde olduğunu unutmadan yapalım bunu…

 

Putin ve Erdoğan görüşmesi sonrası Akkuyu’da IC İçtaş’la devam kararı

Akkuyu Nükleer’de Rusya tarafının Türkiye‘den IC İçtaş şirketiyle mühendislik, satın alma ve inşaat anlaşmasını 26 Temmuz’da iptal etmesinin ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan IC İçtaş şirketinin 20 milyar dolarlık projeye yeniden dönüşü konusunda anlaşmaya vardı. 

Bloomberght’nin aktardığına göre; şirketin 30 Temmuz’da üç Rus ortak tarafından kurulan TSM Enerji adlı şirketle devam edeceği ifade edilmiş konu yerli ortağın itirazı üzerine iki ülke arasında en üst düzeyde görüşmelere taşınmıştı.

Sözleşmede Proje Şirketi olarak anılan firma, bugün Akkuyu Nükleer A.Ş. olarak anılan şirket. Yaklaşık 7,2 milyar TL sermayeye sahip şirketin beş Rus hissedarı var.

Akkuyu Nükleer AŞ internet sitesindeki bilgilere göre şirketin bugünkü hissedarları Rusya Federasyonu Hükümetinin ilgili kararnamesiyle yetkilendirilen şirketlerden oluşuyor.

Şirketin açıklamasına göre IC İçtaş İnşaat, Akkuyu Nükleer AŞ ile direkt hiçbir sözleşmenin tarafı değil. Anlaşma Rus Titan-2 şirketiyle beraber kurulmuş olan Titan 2 IC İçtaş A.Ş ve Akkuyu Nükleer AŞ. arasında imzalandı.

Akkuyu NGS inşaat projesi, dünyada ‘Yap, İşlet, Sahip Ol’ modeliyle inşa edilen ilk NGS projesi olarak tanımlanıyor. Rosatom Devlet Kuruluşu’nun projedeki payı yüzde 99.2.

Projenin toplam maliyeti, yaklaşık 20 milyar doları seviyesinde.

İki hafta önce dördüncü reaktör ünitesinin temeli atılan nükleer tesisin, 4 bin 800 megavatlık kapasiteye sahip olması amaçlanıyor.

Putin Erdoğan görüşmesi öncesi Akkuyu’da yaşananlar

Geçen haftalarda Akkuyu NGS işçilere ödenmeyen maaşlarla ve işten çıkarılmalarla gündeme gelmişti. 

İnşaatın durma noktasında olduğu belirtilmiş, adını vermek istemeyen bir işçi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki buluşmanın beklendiğini ve işin geleceği hakkında bir şey bilmediklerini ifade etmişti. 

Tüm gözlerin 15-16 Eylül tarihlerinde Özbekistan’ın Semerkant kentinde düzenlenen Şangay İşbirliği Örgütü toplantısında gerçekleşmesi beklenen Putin-Erdoğan görüşmesinde olduğunu vurgulanıyordu. 

Nükleer reaktörün yapıldığı alanda İçtaş’ın işçisinin kalmadığını da aktaran çalışan, “Orada kalan Rus firmasının kendi bünyesine aldığı az sayıdaki İçtaş elemanı var. Üç ya da dört firma var ama onlar da işçi azaltmaya gitti. Gitmek zorundalar çünkü zaten ödeme yapacak da hâlleri yok” demişti. 

Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında çalışan işçi yaşadıkları mağduriyetleri şöyle anlatmıştı: 

“Maaşlar yatacaktı ancak ertelenip duruyor. Bugün itibarıyla mağdur işçi sayısı 15 bin kişi diyebilirim.”

Ne olmuştu?

Mersin‘de inşası devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (Akkuyu NGS) müteahhit firması Titan2 – IC İçtaş şirketi ile sözleşmesini fesheden Akkuyu Nükleer A.Ş, TSM Enerji isimli şirketle anlaşmıştı.

Öncesinde santralin büyük ortağı Rus devlet enerji firması Rosatom, usulsüz harcama, inşaattaki gecikmeler ve iş güvenliğinin sağlanmaması gerekçeleriyle Rus-Türk ortaklığı Titan2 – IC İçtaş ile sözleşmesini feshetmişti.

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, yeni anlaşmanın imzalandığının açıklanmasından önce, fesih iddiaları gündeme geldiğinde “Bir hafta içinde ne oldu da sözleşme fesih durumuna geldi?” diye sormuştu: 

“Daha bir hafta önce Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin 4’üncü reaktörünün temeli atılmış ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu Rosatom’un Genel Müdürü Aleksey Likhachev de katılmıştı. Fatih Dönmez’in açıklama yapması elzemdir. 

Yollanan fesih ihtarnamesinin gerekçelerinden biri de gönderdiği paraların Titan-2 IC İçtaş A.Ş. tarafından gerektiği şekilde harcanmaması olduğu ifade ediliyor. Orada çalışan 20 bin işçi bir anda işsiz kalacak. Devletin gözetim ve denetim yükümlülüğü olmasına rağmen İCTAŞ’ın haksız fesihe gerekçe gösterdiği iddiasının kaynağı nedir? Siyasi iktidar bu iddiaları araştıracak mıdır?”

‣ Akkuyu inşaatında üç aydır maaş alamayan işçiler iş bıraktı

‣ Akkuyu’da yine kaza: Biri ağır 13 yaralı

‣ Pınar Demircan: Türkiye, Akkuyu Nükleer Santrali’yle kendi Fukuşima’sını yaratıyor

CHP Mersin Milletvekili Alpay Antmen, 30 Temmuz’da yaptığı sosyal medya paylaşımında şu ifadeleri kullanmıştı: 

“Mersin Akkuyu Nükleer Santrali’nde işe gelen Türk işçilerin giriş kartları iptal edildi. Akkuyu Türklere yasak! Bilmeyenler için anlatayım: AKP, Akkuyu’yu tamamen Rusların kontrolüne verdi. İçeride artık ne olduğunu iktidar bilmiyor. Ruslar orayı adeta askeri üs yaptı.”

 İçtaş duruma itiraz ederek, “Fesih girişimindeki esas amaç projenin yönetimindeki Türk şirketlerin varlığını azaltmak ve taşeron seviyesine indirgemek olduğu açıktır” şeklinde bir açıklama yayımlamıştı.

Akkuyu’daki problemlerin çözümü için Ağustos başında Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir görüşme gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söylemişti:

“Akkuyu’daki çalışmaları bizzat heyetimle izleyeceğim. Ondan sonra Sayın Putin’e gelinen durumu aktaracağım. Ona göre yol haritamızı belirleyelim diyeceğim.”

Erdoğan, 9 Ağustos’ta Akkuyu’daki inşaatta incelemelerde de bulunmuştu.

Cengiz Holding’in 11 yılı: Şirkete milyarlarca liralık ihale yağdı

Doğa talanları ve milyarlarca liralık ihalelerle bilinen ve muhalefet tarafından “beşli çete” olarak nitelendirilen şirketlerden biri olan Cengiz Holding’e son 11 yılda milyarlık ihaleler yağdı.

Cengiz İnşaat’ın 2011-2022 döneminde kamudan aldığı ihaleleri inceleyen CHP milletvekili Murat Emir’in çalışmasına göre şirketin kamudan aldığı 19 milyar 717 milyon TL maliyetli 34 dev ihaleden yalnızca ikisinde açık ihale yöntemi kullanıldı.

BirGün’den Mustafa Bildircin’in aktardığına göre; halka küfür eden iş insanı Mehmet Cengiz‘in başında olduğu Cengiz Holding bünyesindeki, Cengiz İnşaat kamudan en fazla ihale alan beş şirket arasında yer alıyor.

Emir, Cengiz’in bu ihalelerin 17’sini tek başına üstlendiğini, 17 ihalede ise iş ortaklığına başvurduğunu kaydetti.

Murat Emir, dev kamu ihaleleri ve çevre felaketlerine yol açan projeleri ile tartışılan Cengiz İnşaat’ın aldığı ihalelerin büyük bölümünün, “pazarlık” yöntemi ile gerçekleştirildiğini vurguladı. Buna göre, Cengiz İnşaat’ın tek başına ya da iş ortaklığı ile üstlendiği 34 kamu ihalesinden 16’sı, pazarlık yöntemi ile gerçekleştirildi.

Pazarlık yöntemi ile gerçekleştirilen ihalelerin toplam sözleşme bedeli ise 7,7 milyar TL oldu. Emir, bu ihalelerde kamu lehine indirim oranının yüzde 18 olarak hesaplandığını söyledi.

Belli istekliler arasında 16 ihale

Emir, Cengiz’in aldığı 16 ihalenin ise “Belli istekliler arasında” yöntemiyle gerçekleştirildiğini kaydetti. Belli istekliler arasında gerçekleştirilen ihalelerin maliyetinin ise 11,3 milyar TL olduğu bildirildi. Verilere göre, Cengiz’in yüklenicisi ya da yüklenicileri arasında olduğu 34 ihaleden yalnızca ikisinde açık ihale yöntemi kullanıldı.

Cengiz Holding’in icraatları

Öte yandan birçok doğa tahribatı faaliyetinde öne çıkan şirketler de muhalifler tarafından beşli çete olarak adlandırılan Cengiz Holding, Limak Holding, Kalyon Grup, Kolin Holding ve Makyol Grubu. Şirketlerin böyle adlarılmasının sebebi ise AKP’ye yakınlığı ve ihalelerde öne çıkan isimler olmaları. Çevreye verdiği zararlarla adından sıkça söz ettiren Cengiz Holding’in hayata geçirdiği ve geçirmek istediği bazı projeler şöyle:

  • Holding, İstanbul’un ekolojisine ciddi zararlar veren İstanbul 3. Havalimanı projesinin ihalesini Mapa, Limak, Kolin ve Kalyon ile beraber alan şirketlerden biri.
  • Holding, Artvin Cerattepe‘de 2016’da maden arama ve çıkarma çalışmalarına başladı. Maden arama çalışmaları için holdinge yeni ruhsatlar verildi.
  • Cengiz Holding, Kazdağları‘nda yıllardır arama faaliyetleri sürdüren Truva Bakır İşletmeleri A.Ş maden işletmesini, Liberty Gold ve Teck Resorurces’dan satın aldı. Alamos Gold‘un yerli ortağı Doğu Biga Madencilik, Kazdağları’nda 2019 yılında biten inşaat ruhsatının yenilenmemesinden dolayı bölgedeki çalışmalarına son vermişti.
  • Holding, Rize İyidere’de İyidere Lojistik Liman Projesi‘nin yapımını üstlenmiş, projeye taş temin etmek için İkizdere’de taş ocağı yapımına başlamıştı. İkizderelilerin taş ocağına karşı mücadelesi uzun bir süredir devam ediyor.
  • Holding, Çanakkale Bayramiç’te faaliyete geçirilmek istenen Halilağa Bakır Madeni Projesi‘ni yapmak için de çalışmalarını tüm hızıyla sürdürüyor.
  • Cengiz Holding’e bağlı Cengiz Elektrik ŞirketiDiyanet İşleri BaşkanlığıTürkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın ardından İçişleri Bakanlığı’nın da milyonlarca liralık elektrik enerjisi ihalesini aldı.
  • Holding, bunların yanında Akkuyu Nükleer Santral LimanıOrdu-Giresun Havalimanı Rize-Artvin HavalimanıAnkara Hızlı Tren GarıHüseyin Avni Paşa Korusu gibi birçok projenin yapım işlerinde de yer aldı.