Kapadokya‘da Ortahisar-Göreme arasında, manastırın tam önünde bulunan, peri bacalarına, manastırlara ve tarihi yapılara ciddi zarar veren yol inşaatı sürüyor.
Kamuoyundan geniş çapta tepkiler gelmesine rağmen devam eden yol inşaatı kapsamında bölgede ağır iş makineleriyle çalışılıyor.
Çalışma manastır yemekhane bölümündeki odacıklara ve etrafında bulunan kaya oluşumlarına titreşimler nedeniyle büyük zararlar vermişti. Kaya oluşumlarının yıkıldığı görüntüleri, sosyal medya üzerinden paylaşan birçok kullanıcı yıkıma tepki göstermişti.
Kapadokya Çevre Platformu Koordinatörü Mükremin Tokmak, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un açıklamalarına dikkat çekerek bölgede yapılan çalışmanın boyutunun söylenenden daha geniş çapta olduğunu görüntüledi.
Göreme ile Ortahisar’ı birbirine bağlayan 5 ila 7 metre genişliğindeki yolu 10 metreye çıkarmak için İl Özel İdaresi’nce projelendirme yapılmıştı. Proje, geçen yıl ekim ayında Kapadokya Alan Komisyonu’nca onaylanmıştı. Tokmak’ın çektiği görüntülerde yolun 10 metre değil, 20 metreye çıktığı görüldü.
Yol çalışmasının son 500 metrelik kısmında yer alan Bizans Manastırı kompleksi, peri bacası ve kaya oluşumları çalışmalardan olumsuz etkilendi.
Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Alan, Yeşil Gazete’ye yolun Göreme Açık Hava Müzesi’nin giriş kısmında sonlandığını 3-4 tane peri bacasına zarar verildiğini bunların bir kısmının dozerlerle kazılmaya devam edildiğini ve tahrip edildiğini gördüklerini söylemişti.
Bölgede yapılan yolun trafik yoğunluğunun insan sirkülasyonunu, doğal erezyon ve yapıyı hızlı bir şekilde yok ederek ağır hasarlar meydana getireceği belirtilmişti.
Kapadokya’nın ortasından geçirilen yol inşaatının durdurulmaması üzerine UNESCO’yu göreve çağıran TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi de Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Türkiye Milli Komitesi’ne bir mektup göndererek yol ile yapılaşmaların yerinde incelenmesi için bir Çalışma Komisyonu görevlendirilmesi talebinde bulunmuştu.
Mektupta, yol ile çeşitli yapılaşmaların hem Türkiye’deki koruma mevzuatlarına hem de Avrupa Peyzaj Sözleşmesi‘ne aykırı olduğu bildirilmişti.
Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin (ODD) verilerine göre Ocak-Ağustos 2022’de geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık üç kat artışla 3 bin 283’e yükseldi.
2021’in aynı döneminde 1196 elektrikli otomobil satışı yapılmıştı.
Elektrikli otomobillerin toplam satışlardaki payı yüzde 0,3’ten yüzde 0,9’a ve hibrit otomobillerin payı da yüzde 8,5’ten yüzde 9,7’ye çıktı.
Bu 8 ayda otomobil satışları yüzde 9,4 azaldı ve 354 bin 543 adet olarak kaydedildi. Hafif ticari araç satışları da yüzde 5,2 düşüşle 103 bin 903 adet olarak gerçekleşti.
Benzin ve dizel hala ilk sırada, ancak düşüşte
Otomobil pazarında bu dönemde benzinli otomobiller 250 bin 401 adetlik satışla birinci, dizel otomobiller ise 60 bin 316 adetle ikinci sırada yer aldı.
2021’in aynı döneminde ise 80 bin 643 dizel otomobil satılmıştı. Üreticilerin geçmiş yıllara kıyasla daha az dizel motorlu aracı piyasaya sunması da dizel satışlardaki azalışta önemli etkenlerden biri olarak kabul ediliyor.
Hibrit otomobil satışları bu yıl 34 bin 265 adet olurken, oto gazlı otomobil satışları 6 bin 278 adet ve elektrikli otomobil satışı da 3 bin 283 adet olarak kayıtlara geçti.
Bloomberg’ün yorumuna göre, gelecekte içten yanmalı motorlu otomobillerin yerini alması beklenen hibrit ve elektrikli otomobillerin -adet bazında düşük olmasına karşın- satışlarındaki büyüme hızı, tüketicilerin elektrikli otomobillere olan ilgisini ortaya koyuyor.
İspanyol hayvan hakları partisi PACMA ve binlerce hayvan hakkı savunucusu, Cumartesi günü dünyanın en büyük boğa güreşi arenalarından biri olan Madrid’deki Las Ventas arenasında boğa güreşi karşıtı gösteri yaptı.
Arena çevresinde yeşil renkli bayrakları, pankart ve davullarıyla yürüyüş yapan kalabalık, ardından ana giriş binası önünde eyleme devam etti.
Yapılan konuşmada “İspanya genelindeki boğa güreşlerinde her yıl binlerce hayvan en acımasız şekillerde öldürülüyor. Boğa güreşlerinin toplumun çoğunluğu tarafından reddedilmesine rağmen yönetimler bunu kamu parasıyla sübvanse etmeye devam ediyor ve PACMA dışındaki tüm siyasi partiler taraf olmaya devam ediyor” denildi.
PACMA’nın sözcüsü Yolanda Morales, protestonun “İspanya’da hem boğa güreşlerinin hem de tüm boğa güreşlerinin ve hayvanlarla yapılan acımasız şenliklerin tamamen kaldırılmasını” amaçladığını söyledi.
Morales konuşmasının devamında partilerin ve yönetimlerin bu uygulamanın kaldırılmasını sağlamak için taahhütte bulunmasını istedi.
Gösteriye ülkenin farklı bölgelerinden hayvan hakları gruplarının temsilcileri ve ana panartla birlikte yürüyen ülkenin nlü sunucusu Jorge Javier Vázquez gibi bazı tanınmış isimler de katıldı.
Ukrayna’nın doğusunda Rusya yanlısı ayrılıkçıların kontrolündeki Donetsk ve Luhansk (Donbas), Zaporijya ve Herson bölgelerinde Rusya Federasyonu’na katılmak için düzenlenen referandumlar bugün üçüncü gününde.
Yedi aylık Rus işgalinin ardından düzenlenen ferandumun sonucunda Rusya’nın bu bölgeleri ilhak ederek 2014’te ilhak ettiği Kırım‘a katması bekleniyor. Ayrıca, ilhak edilecek bölgelerin savunması için Rusya tarafından stratejik nükleer silahlar yerleştirileceği endişesi de bulunuyor.
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, iki gün önceki açıklamasında referandumların ardından bölgelerin Rusya’ya katılmalarıyla ilgili sürecin “hızlı” şekilde ilerleyeceğini söyledi.
Peskov ayrıca Rusya’ya katılım için “evet” kararı çıkması halinde Rus Anayasası’nın bu bölgelerde derhalyürürlüğegireceğini belirtti.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in geçen hafta ulusa sesleniş konuşmasına açıkladığı referandum, dünya liderleri tarafından şimdiden reddediliyor.
Ukrayna, işgal altındaki bölgelerde yapılan ‘sahte referandumların’ hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini’ belirtirken Batılı pek çok lider de referandumu tanımayacağını söylemişti.
2014 yılında Kırım’ın ilhakının ardından düzenlenen referandumun sonucu da dünyanın çoğu ülkesi tarafından tanınmıyor.
Öte yandan hafta sonu boyunca süren referandum Rus askerlerinin gözetiminde devam etti.
Luhansk valisi Serhiy Haidai, oylamanın silah namlusu altında sürdüğünü söyleyerek ve Moskova yanlısı yerel yetkililerin seçim yetkililerinin yanında silahlı güçler gönderdiklerini ve karşı oy kullananların isimlerini not aldıklarını ileri sürdü.
Rusya basınına göre bu yetkililer yarına kadar kadar taşınabilir sandıklarla kapı kapı gezecek.
Rusya, 750 bin kayıtlı kişinin referandumda oy kullanacağını iddia ediyor. Ancak bölgede yaşayan sakinlerin bir kısmının evini terk ettiği belirtilirken, yerel halkın referandumlar öncesinde baskıya maruz kaldığını ve bazılarına rüşvet verildiğini söylemişti.
Rus birlikleri ve yerel ayrılıkçı güçler Luhansk bölgesinin tamamını, Donetsk bölgesinin ise yarısından fazlasını kontrol ediyor.
Görsel: AA
Ukraynalı yetkililer, Rus işgali altındaki dört bölgenin sakinlerine, oy kullanmaları halinde cezai yaptırımla karşı karşıya kalacaklarını bildirdi ve bölgeden ayrılmalarını tavsiye etti.
Moskova yanlısı ayrılıkçılar ‘Kırım’ı ilhakından beri bu bölgelerin de Rusya’ya katılma hayaliyle yaşadığını’ iddia etse de Batı medyasının konuştuğu yerel sakinlerin açıklamalarına göre halk, Rusya’nın burayı ilhak edip Putin’in yakın zamanda ilan ettiği seferberlik için buradan asker toplayacağından endişe ediyor.
Komet ismiyle tanınan ressam, gravür sanatçısı ve şair Gürkan Coşkun, 81 yaşında yaşamını yitirdi.
Usta sanatçının ölüm haberini Alef Yayınevi, ”Hoşçakal Komet” mesajıyla Twitter’dan duyurdu.
Kuyruklu yıldız anlamına gelen Komet ismiyle taınan sanatçının İstanbul ve Avrupa‘da onlarca eseri müzelerde sergileniyor. Coşkun’un ölümünün ardından kültür ve sanat camiası üzüntülerini sosyal medyadan paylaştı.
32. İstanbul Film Festivali’nde jürilik yapmış ressam ve şair Komet'i kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. 🙏🏼 pic.twitter.com/SZT3puwdgP
“Komet” adıyla bilinen kıymetli ressam ve şair Gürkan Coşkun’u kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Ailesinin, sevenlerinin ve sanat camiasının başı sağ olsun. pic.twitter.com/na6QWFS6lQ
— CHP İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT KOMİSYONU (@KulturSanatCHP) September 25, 2022
Komet Gerçek ve Gerçek olmayan arasında gezinirdi. Kendiliğinden oluşmuş formların içine sızarak onu bir resme dönüştürürdü. Resmi bin yıldır orada duran bir duvar lekesi ile usta ressamın o saniye kurduğu bir duygusal patlama arasında seyahat ederdi. pic.twitter.com/uRp9SuKxID
Değerli ressam, kadim dostum Komet’in vefatını büyük üzüntüyle öğrendim. Çok değerli bir sanatçımızı yitirdik. Işıklarda uyusun Komet. pic.twitter.com/B5L48fC7s1
Yaşamını Paris ve İstanbul’da sürdürmüş olan ressam, 1941 yılında Çorum’da doğdu ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde eğitim gördü.
Halil Dikmen ve Zeki Faik İzer atölyelerinde çalıştı. Çeşitli insan görünümlerini karmaşık ve kalabalık gruplar halinde fantastik bir yönelimle tuvale yansıttı. Bu dönem resimlerinde en çok siyah rengi kullanan ressam; kırmızı, pembe ve sarılarla ölüm ve acı temasını vurguladı.
1971’de devlet bursuyla Paris’e gitti ve Vincence Üniversitesi Plastik Sanatlar Bölümü’nde eğitim gördü. İlk sergisini 1974’te Fransa’nın Rouen kentinde açtı.Bu yıldan itibarn Salon de Mai sergilerine düzenli olarak katıldı.
Paris’te bulunduğu dönemde Rönesans öncesi İtalyan sanatını, Pompei resimlerini ve İtalyan Primitifleri’ni inceleyen sanatçı, bilinçaltının gizemli dünyası üzerine kurulu ancak gerçeklikle bağını koparmayan eserler verdi.
Türkiye çağdaş sanatının önemli isimlerinden olan Coşkun, Türkiye’de on beş, Paris’te dokuz, Viyana, Salzburg, Lozan ve Brüksel‘de ise birer kişisel sergi açtı ve birçok uluslararası sergiye katıldı. Eserleri, Lozan Canton Müzesi, Viyana Modern Sanatlar Müzesi, Kopenhag Grafik Sanatlar Müzesi, Paris Modern Sanatlar Müzesi ve İstanbul Modern gibi müzelerde yer alıyor.
Genç aktivistler, küresel ısınmanın etkilerini vurgulamak ve aşırı hava olaylarının sonuçlarından etkilenen yoksul ülkelere daha fazla yardım talep etmek için dünya çapında “küresel iklim grevi” düzenledi.
23 Eylül’deki küresel iklim grevi kapsamında Yeni Zelanda’dan Japonya’ya, Almanya’dan ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne kadar birçok ülkede eylem gerçekleştirildi.
Viyana, Avusturya. Fotoğraf: Lisa Leutner/Reuters
Türkiye’nin de çeşitli şehirlerinde gençler bir araya gelerek iklim krizinin hayalleri üzerinde bir sis bulutu gibi durduğunu ve karar vericilerin en kısa sürede çözüme dair hareket alması gerektiğini aktardı.
‘Çok geç değil’
Eylemciler ayrıca İstanbul, Jakarta, Tokyo, Roma, Berlin ve Montreal‘de sokaklara dökülerek, “Çok geç değil” gibi sloganların yazılı olduğu pankartlar taşıdı.
Jakarta, Indonesia. Fotoğraf: Achmad Ibrahim/AP
Jakarta’dan Meta isimli bir protestocu eylemde şunu sordu:
“Jakarta’yı su basarsa, parası olan herkes gidebilir. Nereye giderim? [Endonezya’nın başkentinde] Burada, Jakarta’da, boğulacağım.”
Yaklaşık iki bin protestocu iklim eylemsizliğini kınamak için New York City sokaklarında yürüdü.
Berlin, Almanya. Fotoğraf: Christian Mang/Reuters
17 yaşındaki Dinah Landsman, iklim değişikliği nedeniyle yaşlandıkça nasıl bir geleceğe sahip olacağını her gün kendine sorduğunu söyledi. Kendi kuşağına harekete geçmeleri gerektiğini söyleyerek şunları aktardı:
“Başka kimse yapmayacak. En çok tehlikede olan biziz.”
Türkiye’de gençler sokaklarda iklim için eylemdeydi
Gençler karbon nötr bir gelecek ve yaşanabilir bir Türkiye için karar alıcılara çağrıda bulundular:
“Karbon nötr bir gelecek için, Türkiye 2030’a kadar en az yüzde 35 mutlak emisyon azaltımını hedeflemeli.“
İklim İçin Gençlik, İklim Öncüleri ve İklim İçin Türkiye ekiplerinin çağrı yaptığı ve birçok kurum ile gençlik örgütü tarafından desteklenen 23 Eylül Küresel İklim Grevi Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleşti.
Türkiye’den gençlerin talebi ise Kasım ayında Mısır’ın Şarm El Şeyh kentinde gerçekleşecek 27. Taraflar Konferansı’na kadar Türkiye’nin, 2030’a yönelik en az yüzde 35 mutlak emisyon azaltım hedefi vermesiydi.
“Bizler kârı değil, yaşamı savunuyoruz! Kaldı ki kâr uğruna yapılan hiçbir şeyin, yaşanılacak bir Dünya kalmadığında bir anlamı olmayacak,” diyen genç iklim aktivistlerinin İstanbul’daki buluşma noktası Kadıköy oldu.
Pankartları ve sloganlarıyla taleplerini dile getiren, karar vericilere seslerini duyurmak isteyen genç iklim aktivistleri Özgürlük Parkı’nda basın bildirisi okudular.
İzmir Fotoğraf: Güneş Akçay/ Yeşil Gazete
‘Bir nesilden hayal kurmaları istendiğinde iklim krizi bir sis bulutu gibi çöküyor önlerine’
İklim Öncüleri ekibinden genç iklim aktivisti Alen Zinzal basın açıklamasında, “Şu an ben bu konuşmayı yaparken bir ağaç daha rant uğruna kesildi, bir nehir daha zehirlendi, bir canlı daha değişen iklim koşulları nedeniyle yuvasından ayrıldı ya da öldü. Ayrıca pek çok insan, ekolojik yıkımın psikolojisiyle mücadele ediyor. Bir nesilden hayal kurmaları istendiğinde iklim krizi bir sis bulutu gibi çöküyor önlerine” ifadelerini dile getirdi.
‘Türkiye 2030’a kadar karbon salımlarını yüzde 35 azaltsın!’
Türkiye’nin, doğanın 2022 yılı boyunca kullanılmak üzere sunduğu kaynakları daha yılın yarısında tükettiğinin altını çizen Alen, “Türkiye 2053’te karbon nötr olma hedefine giden yolda, 2030’a yönelik güçlü bir emisyon azaltımı hedefi belirlemeli ve bu hedef uzmanların da belirttiği gibi, en az yüzde 35 mutlak azaltım olmalıdır. Yani boş vaatler değil, somut adımlar gerekiyor!” çağrısında bulundu.
Türkiye, küresel karbon emisyonları sıralamasında on dördüncü sırada
küresel bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu ve durumun adaletsizliğini tüm dünyaya duyurmak için burada olduklarını belirten İklim için Türkiye ekibinden genç iklim aktivisti Bahar Sekban, “Belki de çoğumuz Türkiye’nin bu konudan etkileneceğinin ya da sorumlularından biri olduğunun farkında değiliz ama ülke olarak küresel karbon emisyonları sıralamasında on dördüncüyüz. Buna rağmen iklim krizinin etkilerini gün geçtikçe artacak sel felaketleri, sıcak dalgaları, yangınlar, kuraklık, gıda sıkıntıları ve daha sayısız şekilde yaşama ihtimali olan ülkelerden biriyiz. Bu yüzden başta Türkiye’deki karar alıcılar olmak üzere herkese sesimizi duyurmak için toplandık” ifadelerini kullandı.
‘Rüyadan uyanmak şart!’
“Hepimizin sadece tüketim çılgınlığı, sınırsız kar elde etme hırsı ve sırf daha ucuz diye doğayı katleden plastik üretiminin olduğu bir rüyada olduğumuzu düşünün ve bu rüyada Dünya adlı bir gezegende yaşadığımızı hayal edin. Ben de gelip size iklim krizini durdurmak için yaklaşık yedi senemiz kaldığını söylesem hepiniz korkuyla rüyalarınızdan uyanırsınız diye düşünüyorum. Bu rüyadan uyanmak şart!” diyerek sözlerine başlayan genç iklim aktivisti Seren Anaçoğlu, Türkiye’nin 2053’te karbon nötr olmaya giden yolda güçlü ve gerçekçi bir ara hedef koymasını ve change.org’da başlatılan kampanyada uzmanların belirttiği ve bizim de desteklediğimiz şekilde Kasım’da Mısır’da gerçekleşecek 27’nci iklim zirvesine, 2030’a kadar yüzde 35 emisyon azaltım hedefi koyarak gitmesini ve bunun için özel denetimlerin artırılmasını istediklerini vurguladı.
Gençler konuşmalarında Erzincan İliç’te gerçekleşen siyanür felaketine, madenlere feda edilmek istenen Akbelen Ormanı’na ve bir senedir orman nöbeti tutan İkizköy Direnişi’ne değinerek oradaki yaşam savunucularına destek mesajlarını ilettiler.
İzmir Fotoğraf: Güneş Akçay/ Yeşil Gazete
Basın açıklaması, “İklimi değil, sistemi değiştir”, “Ne istiyoruz? İklim adaleti! Ne zaman istiyoruz? Şimdi!”, “Güneş, rüzgar, bize yeter” “Maden, santral, nükleer, gezegeni yok eder!”, “Filizlenen tohumlar betonları kıracak!” “Hayvana, insana, yeryüzüne özgürlük!” sloganlarının atılmasıyla sona erdi.
İklim grevi akşam saatlerinde Özgürlük Parkı’ndaki konuşmalar ve müzik dinletisi ile devam etti. Açık mikrofonda isteyen genç iklim aktivistleri söz alarak iklim krizine karşı endişelerini dile getirdi ve harekete geçme çağrısında bulundu. İkizköy Çevre Komitesi’nden genç aktivist Anıl Işık, dört senedir sürdürdükleri Akbelen direnişlerinden bahsederek mücadelelerine destek çağrısında bulundu.
Genç aktivistlerin de destek verdiği “Türkiye 2030’a Kadar Karbon Salımlarını yüzde 35 Azaltsın!” kampanyasına imza desteği sürüyor.
Bazı ağaçları anlatmaya gücüm yetmiyor; bademi olduğu kadar kızılçamı da, sediri de. Oysa badem bu dağın ekmeği. Gündelik yaşama bitkilerden kurulu bir dünyayı iliştirebilmek, bir otun, ağacın üzerine saatlerce konuşabileceğimiz bir dile katkı sunabilmek için bademin cümleden gövdesine sarılacağım yine de. Ve bana öyle geliyor ki bademde bir iş var. Her ne kadar anekdotların tıbbi açıdan bir önemi olmasa da şifasına iman etmemin de gevezeliğimde payı var elbet. Üstelik eğer bademli pilavı saymazsak, kabuklu kabuklu yiyorum.
Bademler bu toprakların yerlisi olduğu için Türkiye‘de karışık bir gen havuzu oluşturabilmiştir. Çeşit çeşit badem, birlikte, biri diğerini ötelemeden, kovmadan, düşmanlaştırmadan yaşar. Meyve yapabilmek için birbirlerini kollarlar. Endemik iki badem türümüz, bir alt türümüz ve bir varyetemiz bile var. Onları bilimsel olarak sınıflandırmak eğitimli bir göz istiyor; dikenli, dikensiz olmalarına, sürgün biçimlerine, yapraklarına, tüy örtülerine göre tanınabiliyorlar. Bilim, türleri böyle tanımlarken ağacı ekip büyütenler daha kolay anlayabileceğimiz bir sınıflandırmaya tabii tutmuş; çok sert kabuklu bademlere “taş bademi”, sert kabuklu bademler, dişle kırılabilenlere “diş bademi”, elle kırılabilenlere “el bademi” , yiyemeyeceğimiz kadar acı olanlara da “acı badem” demişler.
Toprakla haşır neşir olmanın, bir bademin gölgesinde oturmanın, her mevsim büründüğü hali görmenin, dağ taş yürürken komşu bademlerin tadına bakmanın, acı çıkarsa tükürüp bir menengiç meyvesini veya sakızını ağzına atarak dilindeki tattan kurtulmaya çalışmanın yarattığı bilgi farklıdır. “Çiçekli bilgi” diyorum ben buna. Gövdesini büyütüyor, yaprak yapıyor, çiçek açıyor, meyveye duruyor, ölüyor ve yeniden doğuyor; bütün anılarla.
Bademin parçaları
Bademe, payam veya bayam da diyoruz. Örneğin bu bölgede, köylünün hafızasından başka bir yerde bulunamayacak yer adlarından biri de; Bayamlı Ören. Bir diğer yere “Göğebakan Ormanı” denirken, ötekine “Topal Ağaç”, berikine “Mihrap Ormanı”, şuradakine “Çevt İni” adı verilmiş. Mihrap ve Göğebakan Ormanları yağmur çeken ormanlarmış. Çevt İni’ne gitseniz sizi asırlık meşeler karşılar, bir zamanlar deri tabaklama için kullanılan palamutlar buradan kamyonlara yüklenirmiş (Çevt, palamut meyvesinin yerel adı). Topal Ağaç’sa, bir armut ve hâlâ yaşıyor. Ümit’le nerede buluşulacağı, Sibel’in evinin nerede olduğu bu adlarla tarif ediliyor. Her ağacın, her ormanın farkında olunan bir yer burası. Bayamlı Ören’in ardından tüm bu parçalar koşturarak bir araya geliyor.
Badem ağaçlarında çeşitliliğin fazla olması tohumdan ekimlerde istenilen sonuçların elde edilmesini engelleyebileceği için kültür bademleri genellikle aşılama yoluyla üretilse de, benim önceliğim tohum. Çünkü acı bademi unutturmayacak bir tadı arıyorum. Tanışabildiğim bademlere göre, taş bademlerinde aradığım tatla karşılaşmak daha kolay oluyor. Bu tadı arayan bir tek ben de değilim. Çok sevdiğimiz bir köylü elime bademleri tutuşturup “bunları mutlaka ek. Anam babam bademi diyorum ben bunlara. Çocukken yediğim bademlerin tadına benziyor, tadı”, diyor. Şıp diye anlıyorum onu. Ve ekiyorum, çıkıyor anam babam bademi. (Tohumdan ekimlerde çıkacak ağaç beklentilere uymayabilir. Ancak bu genetik çeşitliliği de tohumdan ekimlere borçluyuz.)
Anam babam bademiEceabat bademi.
Acı bademler kimi kültürlerde özel işlemlerden geçirilip yenilebiliyor olsa da acı badem kurabiyesi buna dahil değil. Çünkü kurabiye acı bademle değil tatlı badem unuyla yapılıyor. Ama hangi tatlı bademin unu? Taş bademi mi? Yoksa, eğer bulunabilirse üzerine yerleştirilen tek bir acı bademin kokusu, tadı tüm kurabiyeyi sarmalıyor mu?
Sonu tatlıya bağlanan bir hikâye
Acılık; baskın genin bulunmadığı veya daldığı ortamlarda ortaya çıkıveren bir sürpriz. Aynı zamanda şifa ile zehir arasında salınan bir sarkaç. Bu gen çekinik olduğu için bademin ıslahı kolaylaşıyor. Acımsı tadın sorumlusu amigdalin, ağız yoluyla alındığında hidrojen siyanür gibi zehirli kimyasallara ayrılıyor. Elbette bu bileşikler sadece bademlerde değil, şeftali, kayısı, erik gibi gülgiller üyelerinde veya baklagiller, buğdaygiller, sütleğengiller gibi toplulukların üyelerinde de bulunuyor. Bitkiler amigdalin benzeri siyanojenik glikozitleri parazit ve otoburlara karşı bir savunma yöntemi olarak üretir. Böylece hayvanlar örneğin tohumu çevreleyen etli meyveleri yerken yeni bir ağaca dönüşmeyi uman tohumu arkasında sapasağlam bırakabilir. İlginç bir örnek de Türkiye’de yetişmese de milyonlarca insanın temel gıdalarından biri olan ve nişastalı yumru kökleri için yetiştirilen “manyok” bitkisidir. Birçok türü işlenmeden yenildiği takdirde zehirlidir. İklim krizi sebebiyle havadaki artan karbondioksit oranlarının bitkinin yapraklarındaki siyanür seviyelerini artırdığı görülmüştür.
Acı bademleri sürekli en tatlı olanlarını seçerek yetiştirmeye çalışmışız. Hatta acı bademi tatlı yapmak bir övünç kaynağı olarak görülmüş. Tarih bunun için farklı teknikler kullanıldığını da gösteriyor; Kapodokya’da yaşayan Yunan çiftçiler acı badem ağacını köke yakın bir yerden delerek, deliği çam yağıyla doldurunca tatlı bademler elde ederlermiş.(*) Sonunda da istediğimiz olmuş gibi görünüyor. Bademin genom dizilişi incelendiğinde bir mutasyonun bademlerin acı bileşikler üretme yeteneğini değiştirdiği gözlemlenmiş. Bu mutasyon sayesinde amigdalin üretimi neredeyse tamamen engellenmiş oluyor, en azından tatlı bademlerin içerdiği amigdalin bizi zehirlemeye yetmiyor.
Acıbadem.
Badem baktı ki tohumlarını tatlı yapınca onu ekip büyüten olacak, böylece gidemeyeceği coğrafyalara taşınacak, durur mu? Kültür bitkileri söz konusu olduğunda, kendime neredeyse insanlaşmış bir bitkiye baktığımı daha sık hatırlatmalıyım. Ne sevinmiştir tatlı bademi ilk ağzına atan. Ne değerlidir o badem. Kendimi tam o anda hayal edince bademleri çıkınıma dolduruyor, sevdiklerimin yanına koşuyorum.
Sana sığınıyorum
Bilimsel cins adı Amygdalus, Antik Yunanca amygdálē sözcüğünden türetilmiş. Tanıdık geliyor mu? Beynimizin bademe benzettiğimiz bir bölümüne de “amigdala” diyoruz. İsmi 1822’de nöroanatominin öncüsü kabul edilen Karl Friedrich Burdach vermiş. Görece yeni bir isimlendirme sayılabilir. Çok eskiden ise yabanıl insanlar kendini iyileştirmek için örneğin dişleri hastaysa dişe benzer bir otu, kalpleri hastaysa kalbe benzer bir otu kullanırmış. Bu yöntemler artık geçerliliğini yitirmişse de, tıp, geleneksel bitki bilgeliğimizin yavrusu. Yani dün de bitkilere sığınıyorduk, bugün de öyle. Beyni parçalara ayırmak hepsinin ayrı bir görevi olduğunu bilmek mümkün olsaydı, bir de tatlı bademe denk gelselerdi belki beyinlerini iyileştirmek için bol bol badem yerler, çok da isabetli bir şey yapmış olurlardı. Kültür bademlerinin ilk ikna edici kanıtları ise bizi M.Ö. 3000 -2000 yıllarına ve Levant bölgesine götürüyor. Hemen sonra M.Ö 1327 tarihli Mısır firavunu Tutankamon‘un mezarında da badem bulunmuş. Öte dünyaya götürmek için iyi bir atıştırmalık.
Olgun badem.
Eğer yememeyi becerebilirsem her biri ağaç olacak. Hem de kuraklığa dayanıklı bir ağaç. Kimi badem ağaçları baş edemeyeceği bir sıcağa maruz kaldığında yapraklarını dökerek, sonraki sene daha “normal” yazlarla karşılaşmayı bekleyebiliyor.
Çoğunlukla yabancı döllendiği için bir badem bahçesi en az iki farklı çeşitle kurulur. Bizim bahçeyi ise kendiliğinden yetişen, kültür ürünü ve tohumdan ektiğim birçok badem dolduruyor. Tozlaşmayı sağlayan arılar tembellik edip aynı çeşitte sıra sıra bademi gezmesin diye de hepsini karışık ektik. İlkbaharın en erken açan çiçekleri bademe ait olunca, ilkbahar donlarının etkili olmadığı Datça‘daki bademler kadar mutlu olduklarını söyleyemem. Sulanmadan, kara düzen büyüyorlar. Literatürde ekimden sonraki üçüncü yılda ekonomik bir ürün vermeye başlar dense de, üst üste yaşadıkları kuraklarla baş etmeye çalışmaktan meyve yapmaya fırsatları olmuyor. Hayata tutunuşlarında kırılgan bir şeyler var, sanki çok yaşlanmışlar da bir ayakları çukurdaymış gibi. Yine de damarlarındaki yabanıllığa güveniyorum. İkimizin işi de umut etmek.
Sincabın, kurdun, insanın payı
Ayrıca, dünyada, kendi ektiğin, büyüttüğün meyveyi toplamaktan, yemekten daha güzel bir şey varsa, bu da bir arkadaşının bahçesine yardıma gitmek, hiç beklemesen de toplanandan sana da pay ayrılmasıdır. Bu senenin bademini böyle topladık. Esaslı bir hayalim var; bir bahçe bostan ekecek, bir bahçe meyve ağacı, bir bahçe buğday, biri bağ, biri zeytin misal. Böyle dolana dolana bahçelerde eyleşerek herkes sofrasını kurabilecek.
Silifke’de sincaba kale, kalle, gale deniyor. Arapkir’de cövüz pisiği denirmiş. Hakikatli isim diye buna denir. Cövüz zamanı yakındır. Pisiği de etrafında eyleşiyor bak.
Daha çağlayken yiyor kalle bademi. Yetişemediğini de biz yiyoruz. Badem ağaçları altında yüzlercesini avuçlayabileceğim bu yarısı yenmiş bademler, hep sincapların eseri.
Sincabın yedikleri…
Bademi toplamak da maharet istiyor. Vurarak toplasak da incitmemek için içi kurtlu olanların dökülmediğini, zamklandığını bilmek gerekiyor. Yani dalı salladığında düşen neyse senin payın işte o. Kurt büyüyüp bir sineğe dönüşene kadar badem dala tutunmaya devam edecek. Neyse ki, meyvesini yiyebilmek için son ana kadar beklemeye gerek yok, tazeyken çağlası, azıcık daha bekleyince iç bademi olur.
Sağlıklı gıdanın birçok tarifi var; tıpkı ekicilerin bademi türlere ayırması gibi bu tarifi de basitleştirebiliriz; dostunla, sincapla, kuşla, toprakla, kurtla paylaşarak yetiştirdiğin her gıda sağlıklı gıdadır. Sağlığın bademin kabuğuyla alakalı olduğunu düşünenlere şaşıyorum. Hiçbir daldan meyve koparıp yemenin, biriyle bölüşmenin neşesini yaşamadılar mı acaba?
Kahverengi kabuklarıyla öylece yenilebileceği gibi haşlanıp soyulup yemeklere eşlik de edebilir. Kahve bu kadar popüler olmadan önce bu rengin tarifi neymiş acaba? İşe bakın ki yine bir meyveyle tarif etmişiz; “fındıki”. Bize renkleri de bitkiler öğretti.
Eski bir oba
Her bir taş bademi ağzımda dağılırken dağda kendi kendine bitip de kimsenin yüz vermediği acı bademlere sesleniyor. Bir rayihaya, yani ruha, yani ilk analara. Antakya’da faaliyet gösteren küçük bir acı badem kurabiyecisine sonra. Tarifini almayı düşünürken, son kuşağın temsilcisinin işi devredecek birini bulamadığı için pastaneyi kapattığını öğreniyorum. Bahçedeki taş bademleri acı bademlere öykünürse belki geç kalmış sayılmam. Kurabiye yapmaya bademini yetiştirmekle başlamak iyi bir girişimcilik örneği sayılmasa da bana doğru yoldaymışım gibi geliyor.
Eğer badem için pazara muhtaçsak; taş bademinin kilosu 35 lira. El bademinin 100 lira. El mi el bademine göre, el bademi mi ele göre? Kimin bu el?
Taş bademini kırmaya da el gerek. Bir tantır taşı, bir tepeli taş, iki de eliniz var ise buyurun tezgaha. Bazen bademin taşı fazla kaçmıştır, kırılmam da kırılmam der, seker tezgahtan yere düşer. Sincaplar henüz kabuğu kurumadan bademi yiyorsa bir bildikleri var değil mi? Bazen elin abrası kaçar badem un ufak olur, yine de seçilir o ufaklar özenle. Görülmeyecek, seçilmeyecek kadar ufak olan da kalır sofrada. Kuşa, karıncaya çırpılır.
Ceviz kıracağı da, badem kıracağı da işe yaramaz taş bademinde. Öyle satılır filin çoktan girdiği züccaciyelerde. Kimi de der ki işte insan şunca yılda buraya mı geldi? Bademi taşla kırmaya mı?
Tatlıdır taş bademi, taşla kırılırsa. Eğer ki taşla kırılırsa deruna ayrılmış zamandır, en ilkelinden.
Taş bademi insanı bir obaya bağlar, eski bir obaya, hey.
(*) Çam yağı diye çevirdim ama muhtemelen hatalıdır. Orjinal metne bakınız.
İçimiz iklim krizi kavramını kabullenmediği müddetçe çevremizdeki aşırı hava olaylarına, çoğunlukla bilmeden, sebepleri bizi aşan doğa olayları gibi davranıyoruz. Hatta bazen bunlara fiyakalı isimler veriyoruz ki olayın karmaşıklığı daha da bir derin görünsün. “Arkadaş Pakistan’daki tüm bu sellerin nedeni aslında Üçlü La Nina. Bu olay yüz yıldır ilk defa görülmüş, ondan dolayı normalin üç katı yağış düşmüş” deyince biz, birden kendimizi olaydan soyutlamış oluyoruz. Oysa bu olayların tümü oldukça iyi anladığımız bilimsel konular. Elbette doğanın kendi değişkenliği de katkıda bulunuyor ama bizim de ne olup bittiğini doğru kavramamız gerekiyor.
Dünya’nın dörtte üçü suyla kaplı. Bu kadarı suyla kaplı bir gezegendeki atmosfer olaylarının çoğunun da suya bağımlı olması gayet normaldir. Dünya’daki en önemli su kütlesi Pasifik Okyanusu’dur. Pasifik Okyanusu’nda olan her türlü değişikliğin tüm gezegenin atmosferini de derinden etkileyeceğini söylememiz hiç de yanlış olmaz. Pasifik Okyanusu’nun güney yarısında suların bir ortalama sıcaklığı vardır. Suların sıcaklığı doğuya doğru bir akıntı ile normalin üzerine çıkarsa bu olaya El Nino, normalin altına düşerse de buna La Nina adı verilir.
Genelde normal durumda, El Nino da La Nina da yıllarca süren durumlar değildir, çoğunlukla birkaç mevsim içerisinde azalarak diğer durumlara dönüşür. Bazen bu olaylar çok şiddetli olur. Mesela 1998 ve 2016’da görülen aşırı El Nino olayları yeryüzünün ortalama sıcaklığının rekor seviyeye ulaşmasına neden oldu. Yalnız birer yıl süren bu dönemler zayıflayarak normal duruma ve sonrasında da La Nina’ya dönüştüler.
İçinde bulunduğumuz döngü ise Pasifik sularının normalden serine dönmesiyle Haziran 2020’de başladı. Gittikçe şiddetlenen La Nina, Ocak 2021’de tepeye ulaştı ve hızla azalmaya başladı. Azalıp normal duruma geçmesi beklenirken Eylül 2021’de tekrar şiddetli bir La Nina’ya döndü. Bu sene Temmuz ayında zayıflayıp normal duruma geçmesi beklenirken tekrar şiddetlenmeye başladı. Geçtiğimiz dönemlerin grafiklerine baktığımızda bu olayın fazla garip karşılanmayacağını anlamak pek de zor değil. Genelde El Nino ve La Nina bu kadar uzun sürmüyor ama sürdüğü de oluyor. Şu anda da süren La Nina’nın üçüncü dönemine giriyoruz.
Bu ülkemiz açısından ne anlama geliyor? Aşırı değişik bir durum yaşamıyoruz. Belki korkulandan az daha serin ve belki biraz da yağışlı bir dönem geçiriyoruz ve geçirmeye devam edeceğiz. Ama bu olayların temel etkisi büyük su kütlelerine daha yakın bölgelerde görülüyor. Mesela Pakistan mayıs ayında inanılması zor bir sıcaklık olan 50℃ gördü. Bu sıcaklıklar Himalayalar‘a kadar uzandığından o bölgedeki buzulların erimesi hızlandı. Ardından da normalden şiddetli bir muson sezonu geçirince 33 milyon kişi sellerde evsiz barksız kaldı. Benzer şekilde Avrupa’nın batı kesimleri de aşırı sıcaklarla baş etmek zorunda kaldı. ABD’nin batı kesimlerinde şiddetli kuraklık görülürken doğu kesimleri de fazla yağış aldı. Avustralya’nın güney doğu eyaletleri sellerle boğuşmak zorunda kaldı.
İklim krizi büyüdükçe, bu olaylar da artacak
Tüm bu hava olaylarına baktığımızda anlamamız gereken birkaç önemli nokta var. Öncelikle bu olaylar yeryüzünün bir noktasını değil her noktasını az ya da çok etkiliyor. El Nino ya da La Nina neden bu kadar uzun sürdü ya da neden bu kadar şiddetli oldu sorusuna verecek bilimsel bir cevabımız henüz yok. Bu olaylar iklimin doğal değişkenliğinin bir parçası. Ama iklim krizinin ortalama sıcaklığı artırmasından dolayı genelde daha fazla El Nino olayı görülmesine yol açacağı tahmin ediliyor. Ayrıca iklim krizi atmosferde gördüğümüz tüm olayların daha da şiddetlenmesine yol açıyor. Yani kuraklık daha uzun sürüyor, sıcak hava dalgası daha sıcak bir hava getiriyor ve bu durumun sıklığı artıyor, yağışlar ise daha ani ve daha şiddetli oluyor.
Biz doğanın düzenini bozduğumuzda doğanın da buna tepki vereceğini biliyoruz. Bu tepkinin şiddetini ve nerelere yayılacağının da az çok farkındayız. Eksik olan iki eylem bu olayların artmasını engelleme ve kendimizi bu olaylardan koruma tarafında. “Tüm bu olaylar neden gerçekleşiyor?” sorusuna verdiğimiz cevap “biz sera gazı salarak iklimi bozduk ve meydana gelen felaketlere karşı yeterince önlem almıyoruz” yerine “üçlü La Nina varmış, bu olaylar ondan oluyormuş” şeklinde olduğu müddetçe de çözüm konusunda ilerlememiz mümkün olmayacak.
14 Eylül’de, Lancet’in Covid-19 pandemisini başlangıcından bu güne izleyen bilim insanlarından kurulu komisyonu iki yılı aşan pandemi dönemini inceleyen ve yeni pandemilere hazırlıklı olmak açısından gelecek ile ilgili önerilerini kapsayan 57 sayfalık bir rapor yayınladı.
Raporda iki yıllık süreç için yapılan tespitler arasında Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) pandemi ilanı ve maske kullanımı gibi kararları almakta geç davrandığı, dünya üzerinde aşı dağıtım adaletinin sağlanamadığı, COVAX sisteminin işlemediği, virüsün yayılımını yavaşlatmak için hükümetler arası işbirliğinin yetersiz kaldığı, yüksek gelirli ülkelerin orta ve az gelirli ülkelere destek olmadığı, birçok ülkede halk sağlığı hizmetlerinin zayıf kaldığı ve halk sağlığı önlemlerinin erken kaldırıldığı gibi hatalar da yer alıyor. Bunların yanı sıra tüm dünyada ekonomik eşitsizliklerin derinleştiği, gelir dağılımının daha da bozulduğu tespiti yapılan raporda 2015 Aralık ayında imzalanan Paris İklim Antlaşması ile ilgili de uygulanması açısından ciddi endişeler var. Lancet Komisyonuna göre “sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ve Paris İklim Anlaşması’nın amaçlarına ulaşmak için gereken yatırımların pandemi döneminde yetersiz finanse edilmesiyle bu hedeflere ulaşmak daha ileri tarihlere kaldı.”
2022 bir önceki yıldan sıcak olacak, 2023 daha da sıcak…
Raporun pandeminin küresel iklim değişikliği ile ilgili bölümünde şu tespitlere yer veriliyor: “Dünya şu anda sanayi öncesi dönem sıcaklığından 1.2 ° C daha sıcak ve 2014’ten bu yana geçen 8 yıl, kayıtların 1870’te başlamasından bu yana en sıcak sekiz yıl olmuştur.”
Büyük olasılıkla 2022 yılı da bir önceki yıldan daha sıcak olacak. Raporda 2023 için de ürkütücü bir tahmin var: “Belki de 2023 gibi erken bir tarihte meydana gelen bir sonraki El Niño olayının, dünya çapındaki sıcaklıklarda büyük bir yukarı doğru kaymaya neden olması muhtemeldir ve dünya çok yakında Paris İklim Anlaşması tarafından korkutucu sınır olarak kabul edilen 1.5°C eşiğini aşabilir.” Rapor küresel iklim değişikliğinin krize dönmesinin küresel istikrarsızlığı daha da derinleştireceğine dikkat çekerek derhal iklim ve ekosistem krizlerinin de ele alınması önerisi getiriyor. Çözüm için ise komisyonun tek ciddi önerisi AB ülkelerinin Yeşil Antlaşması’na dayanıyor.
Lancet komisyonuna göre “yeni pandemilere hazırlık ve müdahaleye odaklanma daha geniş küresel iklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden uzaklaşmak anlamına gelmiyor.” Komisyon AB’nin Yeşil Antlaşma ile yarattığı 750 milyar Euroluk kaynağın en az %37’lik diliminin iklim değişikliği ile mücadele için kullanılmasını da öneriyor. Lancet komisyonunun dikkat çektiği diğer bir konu ise orta ve düşük gelirli ülkelerin durumu… İki yıldan fazla süren pandemi nedeniyle bu ülkeler çok daha büyük ekonomik kayıplara uğradı, zaten yüksek olan işsizlik bu ülkelerde daha da yükseldi. Bu gruptaki ülkelerin ‘ekonomik açıdan toparlanmalarının’ gelişmiş ülkelere oranla daha uzun süreceği tespiti yapan komisyon, bu ülkelerin ekonomik nedenlerle Paris İklim Antlaşması taahhütlerini yerine getiremeyeceğini belirtiyor. Yıllık olarak anlaşmaya uyum için bu ülkelerin maddi açığının 300 ile 500 milyar dolar olduğunu hesaplayan komisyonun çözüm önerisi ise açık ve uygulanabilir değil. Zaten borç yükü altında olan ve bu yükü pandemi döneminde daha da artan bu ülkelere komisyon borçlanma tahvilleri çıkartmalarını öneriyor ve uluslararası bankaları adres gösteriyor.
Rusya-Ukrayna savaşının etkileri
Pandeminin etkilerinin yanı sıra 57 sayfalık raporunda Lancet Komisyonu’nun sadece birkaç cümle ile değindiği Paris İklim Antlaşmasını zora sokacak başka bir gelişme ise Ukrayna ile Rusya arasındaki savaş… Savaş nedeniyle doğal gaza bağlı enerji politikaları nedeniyle zor duruma düşen Avrupa ülkeleri, Paris İklim Antlaşmasına ve Glasgow’da yapılan 26. COP toplantısının sonuçlarına rağmen yoğun bir şekilde kömüre dönmeyi, kapattıkları veya kapatmaya hazırlandıkları kömürlü termik santralleri yeniden çalıştırmayı tartışıyor. Bu arada pandemi nedeniyle ortaya çıkan ekonomik sorunların arkasına saklanan gelişmiş merkez kapitalist ülkeler orta gelirli ve fakir ülkelere yenilenebilir enerji kapasitelerini geliştirmeleri için Paris İklim Antlaşması ile vermeyi taahhüt ettikleri yıllık 100 milyar dolarlık maddi yardımı da yapmıyor.
Zaten imzalandığı 2015 Aralık ayından bu yana uygulamasında çeşitli sorunlarla karşılaşılan antlaşmanın hedeflerinden pandemi nedeniyle iyice uzaklaşıldığı, pandemi nedeniyle oluşturulan Lancet Bilim Komisyonu’nun raporu ile bir kez daha gözler önüne seriliyor. Komisyonun raporundan, bu hedeflere yeniden dönmenin ve başta fosil yakıtların kullanımının terk edilmesi olmak üzere, bugüne kadar uygulanamayan önlemleri telafi etmenin çok zor olduğu anlaşılıyor. Küresel iklim değişikliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkacak yeni pandemilere ve gün geçtikçe daha da ağırlaşan küresel iklim değişikliğinin günlük yaşamımızı artan oranda etkileyen sonuçlarına hazırlıklı olmak önümüzdeki tek izlenecek yol gibi duruyor.
Bir şarkının başından sonuna stil, ton ve tempo değişiklikleriyle bir bütün olarak yazılması ana akım rock ve pop müzik formatında nadir görülen bir formattır. 1970’li yıllarda Jethro Tull, Genesis, Emerson, Lake & Palmer gibi İngiliz gruplarının öncülüğünü yaptığı “Progresif Rock” müzik akımı ise parçaların içindeki dramatik zıtlıklarla ve kompozisyonun bir bölümünden diğerine, tempo ve ritmdeki değişimlerle karakterize ediliyordu. Led Zeppelin ve Beatles, şarkılarında senfonik öğeleri kullanmışlardı ama progresif rock gruplarının hiçbiri rock müziğe “mini bir opera” öğesi monte etme cüretini göstermemişti.
Queen’in bütün kuralları yıkan ve rock müzik tarihinde bir kilometre taşı niteliğindeki epik şarkısı “Bohemian Rhapsody” ise a capella bir giriş bölümü ile başlar ve bu etkileyici girişin ardından şarkı piyano ve gitar eşliğinde bir balada dönüşür. Brian May’in eşsiz rock gitar solosunu izleyen ve dinleyiciyi şaşırtan, oldukça cüretkar bir mini opera bölümünün ardından giderek hızlanan gösterişli bir hard rock sekansı; son olarak piyano eşliğindeki duygusal finalde Freddie Mercury‘nin “Hiç bir şeyin gerçekte önemli olmadığını” söylemesiyle sona erer.
‘Anne… az önce bir adamı öldürdüm’
Mercury’nin “Taklit Opera” olarak tanımladığı bu progresif rock şahaserinin hikayesi, 60’lı yılların sonunda sanatçının Ealing Sanat Okulu’nda öğrenciyken kağıt parçalarına karaladığı birkaç fikir olarak başlamıştı.
Grubun gitaristi Brian May, 70’li yılların başında Mercury’nin gruba şarkının ilk ipuçlarını verdiğini ve ilk mısradaki “Anne…az önce bir adamı öldürdüm” sözleri nedeni ile şarkıya “Cowboy şarkısı “adını verdiğini hatırlıyordu.
1975 yılında grup yeni albümleri için provalara başladığında Freddie Mercury, elinde üç farklı şarkı yapacak yeterli materyali olduğuna inandığını ama tüm bu söz ve müzikleri birleştirip uzun ve abartılı tek bir şarkı yapmayı planladığını söylediğinde, grup arkadaşları buna şüphe ile yaklaşmışlardı. Fakat kısa bir süre sonra Freddie’nin kafasında bütün şarkının çoktan tasarlanmış olduğunu göreceklerdi.
Opera bölümün kaydı için grup tam bir hafta çalışmıştı. 24 kanallı analog kayıt cihazında 180 vokal bölüm kaydedilmiş ve bunlar üst üste getirilerek mükemmel sonuca ulaşılmıştı. Bu sofistike kayıt nedeni ile girişteki a capella bölüm ile opera bölümünün konserlerde canlı olarak söylenmesi mümkün olamayacaktı.
“Bohemian Rhapsody”de Freddie Mercury’nin kullandığı sıra dışı, hayali ve yaratıcı dil ve şarkıya monte ettiği karakterler, onun bir “söz yazarı” olarak ne denli yetenekli olduğunun bir kanıtı gibiydi. Sanatçı şarkıda, bir dizi klasik ve tarihi karaktere de hayat vermişti. “Scaramouche”, Commedia dell’arte‘de bir palyaçoydu. Figaro; Beaumarchais’nin “Seville Berberi” ve Mozart’ın “Figaro’nun Düğünü” adlı operalarındaki karakterdi. Beelzebub, Yeni Ahit’teki “Şeytan ve İblislerin Prensi”nin arkaik adı idi ve Kuran’dan alıntı olan “Bismillah”, “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” manasına geliyordu.
Mercury’nin şarkıda, 16.yüzyıl astrologu ve modern bilimin babalarından Galileo’nun ismini defalarca kullanmasının nedeninin, astronomiye tutkulu bir ilgi duyan ve müzik kariyeri için 37 yıl ara verdiği doktorasını 2007 yılında vermeyi başaran grup arkadaşı Brian May’i onurlandırmak olduğunu tahmin etmek zor değildi.
Freddie Mercury şarkının sözlerinin ne manaya geldiğini hiç bir zaman açıklamak istemedi. Sanatçının biyografisini yazan Lesley Ann-Jones, Mercury ile söyleşi yapabilmiş olsa da bu konudaki sorularına hiçbir zaman net bir cevap alamamıştı. Aradığı cevabı kendisine, Queen’in “Barcelona” adlı şarksında Freddie Mercury ile beraber çalışan ve The Lion King ve Evita gibi ünlü filmlerin söz yazarı Sir Tim Rice vermişti. Rice’a göre “Bohemian Rhapsody”de Mercury’nin kendisini anlattığı çok açıktı. “Anne…az önce bir adamı öldürdüm”, “Kafasına silah dayadım ve şimdi öldü” sözleriyle olmaya çalıştığı “erkeği” kafasında öldürüyor ve yeni Freddie olarak hayatına devam etmek istiyordu.
Ölen adamın yeniden doğuşu
Zerdüşt dinine bağlı, oldukça dindar bir ailede yetişen Freddie Mercury, toplum içinde gösterişli bir yaşam sürme özgürlüğüne sahip olmamıştı. Eşcinselliği kabul etmeyen dinleri nedeni ile ebeveynlerini gücendirmiş olacaktı. Yedi yıl boyunca beraber yaşadığı sadık kız arkadaşı Mary Austin’e biseksüel olabileceğini itiraf ettiğinde, Mary ona “Hayır Freddie, sen biseksüel değil, eşcinselsin” demişti. Erkek kimliği artık ona dar geliyordu ve “Bohemian Rhapsody”de bir metafor olarak heteroseksüel imajını öldürüyor olabilirdi.
Plak şirketi altı dakika süren “Bohemian Rhapsody”yi önce single olarak çıkarmak istemedi. Parça çok uzundu ve DJ’lerin tamamını çalması mümkün olamayacaktı. Kısa bir versiyon çıkarılmasını da Freddie Mercury şiddetle reddediyordu. Sonunda grubun istediği oldu ve yardımlarına da Freddie’nin yakın arkadaşı olan Capital Radyo’nun DJ’i Kenny Everett yetişti. Hafta sonu boyunca şarkıyı radyosunda 14 kere çalan DJ, şarkının hızla 1 numaraya yükselmesine destek olmuştu.
3.500 Pounda mal olan ve sadece üç saatte çekilen video, çok açılı çekimleri ve Mercury’nin en çok sevdiği Marlene Dietrich pozuyla harika bir pazarlama aracı olacak ve videonun başarısı müzik videosu endüstrisinin gelişiminin önünü açacaktı.
“Bohemian Rhapsody”, İngiltere’de dokuz hafta boyunca zirvede kaldı. 1991’de Mercury’nin ölümünden sonra tekrar 1’nci sıraya yükselen şarkı bu kez beş hafta boyunca zirvede kalarak Birleşik Krallık’ta tüm zamanların en çok satan üçüncü single’ı olacaktı.
“Bohemian Rhapsody” Ekim 1975 yılında yayınlandığında ABBA’nın “Mamma Mia”sını zirveden indirerek ilk sıraya yükselmişti. ABBA’nın ünlü üyesi Bjorn Ulvaeus’un yorumu oldukça dikkat çekiciydi: “Bohemain Rhapsody’yi dinledikten sonra kıskançlıktan yemyeşil oldum. Pop ve Rock müziği normal yolundan saptıran, saf orijinalite içeren bir parçaydı. ”
Rolling Stone dergisi tarafından “Tüm Zamanların En İyi 500 Şarkısı” listesinde 17’nci sırada gösterilen “Bohemian Rhapsody”,Nirvana’nın “Smells Like Teen Spirit”ini de geride bırakarak, tüm platformlarda 20’nci yüzyılın en çok dinlenen şarkısı oldu. Şüphesiz bu başarıda, 2018 yılında vizyona giren ve dört Oscar ödülü alan “Bohemian Rhapsody” filminin, şarkıyı üçüncü kez listelerin üst sıralarına taşımasının rolü büyüktü.
Kaynakça
Chilton M., ’Bohemian Rhapsody’: The Story Behind Queen’s Rule-Breaking Classic Song, 20.11.2021
Jones,L.A., ‘Bohemian Rhapsody Was Freddie Mercury’s Coming Out Song’, 09.04.2017
Duncan A., What does Bohemian Rhapsody mean and what is the story behind it?, 24.10.2018
Beviglia J., Revisiting the Meaning of “Bohemian Rhapsody”by Queen,American Songwriter, 2022