59’uncu Altın Portakal Film Festivali‘nde gösterimi yapılan Narperi’nin Bileziği isimli belgeselin film ekibi ve oyuncuları, İran’da saçı gözüktüğü gerekçesiyle ahlak polisi tarafından katledilen Mahsa Amini‘nin ardından ayaklanan kadınlarla dayanışmak için sahnede saçlarını kesti.
Belgeselde, Denizli‘nin Bozkurt ilçesinde bir kooperatif kuran 20 kadının hikayesi anlatılıyor.
Belgesele konu olan Bozkurtlu emekçi kadınlar, Bozkurt Belediye Başkanı Birsel Çelik, filmin yönetmeni Jale İncekol ve film ekibi, gösterimin ardından sahneye çıktığında saçlarını kesti.
İncekol, şöyle konuştu:
“Mahsa Amini’nin polis şiddetiyle katledilmesinden sonra İran’da kız kardeşlerimizin başlattığı mücadelenin bir parçası olduğumuzu göstermek istedik. İran’daki kız kardeşlerimiz çok büyük bir mücadele başlattılar. Biz şu an filmin ekibi olarak onların yanında durduğumuzu söylemek istiyoruz. Hepimiz Mahsa Amini’yiz.
Yalnızca İran’da değil, ülkemizde kadınlara uygulanan şiddetin son bulması en büyük dileğimiz. Bu mücadelenin bir parçası olmak hepimizin sorumluluğu. Biz sonuna kadar insanların özgürce yaşayabilmesi için mücadele edeceğiz.”
Kadınların kestiği saçlar daha sonra bir kutuda toplandı. Birsel Çelik, Bozkurtlu kadınların hikayesinin anlatıldığı belgesele dair konuştu:
“Üretmezsek tükeniriz, Türkiye’nin kurtuluşu Türk üretiminden geçer. Hele bir de kadın üretirse neler yapacağını göstermek lazımdı. Onun için, dünyayı kadınlar kurtaracak diyorum.”
Ahmet Yıldız’ın eşcinsel olduğunu söylediği babası tarafından 2008 yılında öldürülmesinin ardından açılan dava hala sonuçlanmadı. Dava 2009’da açılmıştı. 26 yaşındaki Marmara Üniversitesi öğrencisi Yıldız yönelimi nedeniyle öldürüleli 14 yıl oldu. Yıldız öldürüldüğünde olay sırasında başka bir kişi daha yaralanmıştı. Yaralanan kişinin şikayeti üzerine 8 Eylül 2009’da başlayan dava süreci hala sonuçlanamadı. Davanın 36’ıncı duruşması bugün 12.20’de Kartal 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
Ahmet Yıldız öldürülmeden iki ay önce BeaRGi dergisinde yayımlanan yazısında şu sözleri kaleme almıştı:
“Görüşmemizden sonra da silahlar doğrultuldu. SMS’ler geldi, aramaların ardı arkası kesilmedi. Ben ailemi kazanmak istiyordum. Dostum olarak yaşamımda olmalarını istiyordum. Ama sanırım vazgeçmek daha doğru. Onların bu konudaki düşüncelerini değiştirmek istemem ne kadar haklı bir istekti ki onlar da aynısını benden isterken? Bir taraf vazgeçmeyecek, vazgeçmemelerimiz ise sadece huzursuz görüşmeler yaşatacak bize. Sanırım yine zamanın gücüne inanmak ve görüştükçe ağlatan iletişimlerimizi azaltmak zorundayım. Evet, inanıyorum zaman halledecek. Bir süre daha AİLESİZ kalmalıyım.”
Ahmet Yıldız’ın, 15 Temmuz 2008’de, İstanbul’da sokak ortasında vurularak öldürülmesinin üzerinden geçen on dört yılı aşkın sürede firari katil baba Yahya Yıldız’ı adalete teslim edilen kimse olmadı.
Af Örgütü Türkiye tarafından sosyal medya üzerinden Ahmet Yıldız’ın katilinin hala sanık sandalyesinde oturtulmamış olmasına ve davanın bugün görülecek duruşmasına ilişkin açıklama yapıldı:
Türkiye’de LGBTİ+’lara karşı baskı ve nefret söylemi devlet eliyle sürüyor
Daha geçtiğimiz ay İstanbul, Saraçhane’de Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu’nun LGBTİ+ düşmanı “Büyük Aile Buluşması” tüm kamuoyu tepkilerine rağmen İstanbul Valiliği’nden izinli olarak gerçekleştirildi.
Nefret söylemi paylaşımlarının ardından birçok sivil toplum kuruluşu, sanatçılar ve vatandaşlar tarafından söz konusu mitingin halkı kin ve düşmanlığa sürükleyeceği yönünde uyarılar yapılmış, iptal edilmesi talep edilmişti.
Ancak mitingin iptal edilmesi yerine Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) dahi eylem için oluşturulmuş, videoya kamu spotu diyerek radyo ve televizyonlara servis edilmesine izin vermişti.
Öte yandan birçok LGBTİ+, mitingin hayatlarını tehdit ettiğini belirtmiş ve Onur Yürüyüşü ile Onur Haftası’na getirilen yasaklara dikkat çekmişti.
Yüzlerce insanın gözaltına alındığı Onur Yürüyüşü’yle akıllara kazınan Onur Ayı ve 30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’na ilk kez bu sene yasaklama getirilmişti.
Onur Haftası’na da yasak gelmişti
Yüzlerce insanın gözaltına alındığı Onur Yürüyüşü’yle akıllara kazınan Onur Ayı ve 30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’na ilk kez bu sene yasaklama getirilmişti.
🔴CANLI 17.00:Yürüyüşe katılan en az 49 eylemci ters kelepçe ile gözaltına alındı. Eylemciler iki otobüsle hastanenin ardından Vatan Emniyet'e götürüldü.
Yasaklamanın gerekçesi iki ay sonra ortaya çıkmıştı: Küresel güçler, şer odakları. Benzer şekilde LGBTİ+ karşıtı mitinge katılanların ağızlarından aynı kelimeler döküldü: Küresel güçler, şer odakları…
Bu yasağın öncesinde Maçka’da piknik yapmak isteyen LGBTİ+’lara da engel olunmuş, sadece cinsel yönelim ve kimlikleri nedeniyle insanlar dışlanmış, polis tarafından çimenlerde oturan LGBTİ+’lara “Burada durma, git başka bir yerde dur” denmişti.
İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın bütün etkinlikleri Kadıköy Kaymakamlığı ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın kararıyla yasaklanmıştı.
26 Haziran günü saat 17.00’de başlaması planlanan yürüyüş öncesi saat 11.00’den itibaren Taksim’e çıkan metro durakları kapatılmıştı.
Onur Yürüyüşü’nde 373 kişi gözaltına alınmıştı
Taksim’in birçok sokağı polis ablukası altına almıştı. Basın mensuplarıyla eylemcilerin bir araya gelmemesi için polis üst düzey güvenlik önlemleri almış, gazetecilerin görevlerini yapmaları engellenmişti. Gün boyunca devam eden polis saldırılarıyla 373 kişi gözaltına alınmıştı.
LGBTİ+’lara karşı baskı ve şiddet Türkiye’deki iktidar ve kolluk kuvvetleri eliyle sürdürülüyor.
Dün yayımlanan 2022Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu’na (WNISR2022) göre nükleer enerjinin küresel brüt elektrik üretimindeki payı 2021’de ilk kez yüzde 10’un altına düşerek raporun hazırlandığı kırk yılın en düşük seviyesine geriledi.
Buna göre küresel nükleer enerji üretimi, geçen yıl 2 bin 653 terawatt saat elektrik üreterek küresel üretimin yüzde 9,8’ini oluşturdu.
Öte yandan aynı zaman diliminde, rüzgar ve güneş enerjisi tek başına yüzde 10,2’lik bir güç payına ulaşarak ilk kez küresel gücün yüzde 10’undan fazlasını sağladı.
Nükleerin ana rakipleri olan yenilenebilir enerji (hidroelektrik hariç), üretimlerini yüzde 16 oranında artırdı ve küresel elektrik üretimindeki payı 1,1 puan artarak yüzde 12,8’e yükseldi.
Rapor 2022’nin ilk yarısında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sebebiyle bu yıl savaş durumlarında nükleer santrallerin güvenlik durumları ve güvenlik açıklarını değerlendiren Nükleer Güç ve Savaş üzerine özel bir odak bölümü de içeriyor.
Raporda, 70’li yıllardan itibaren dünya çapında yaygınlaşarak 90’lı yıllarda zirveye çıkan nükleer güç santrallerinin artık dünya çapında yaşam beklentilerinin sonuna gelindiğine ve birçok yeni santralde gecikmeler yaşandığına dikkat çekiliyor.
Neler oldu?
Raporda geçtiğimiz birkaç yıla dair şu değerlendirmeler yapıldı:
2021’in büyük bir kısmına damga vuran COVID-19 pandemisi ile yılın sonunda doğal gaz ve elektrik için benzeri görülmemiş fiyat seviyeleriyle önümüzdeki yıllarda sistemleri derinden etkileyecek küresel bir enerji krizinin başlangıcına tanık olundu.
Ukrayna’daki savaş, enerji krizini çarpıcı biçimde şiddetlendirdi ve uzun vadede uluslararası jeopolitiği derinden değiştirecek.
Tarihte ilk kez, faaliyet gösteren ticari nükleer tesislere doğrudan saldırı düzenlendi ve ardından tam ölçekli bir savaş sırasında düşman güçler tarafından işgal edildi.
İlhak edilen Ukrayna topralarında bulunan Zaporijya Nükleer Santrali bugün itibariyle artık Rusya’nın elinde.
Analize göre dünyada nükleer enerji konusunda genel tablo şöyle:
2022’nin ortalarından itibaren 33 ülkede toplam 411 reaktör faaliyet gösteriyor. Bu sayı 2002 zirvesi olan 438’in altında.
2021’de küresel nükleer kapasite 2.653 net terawatt-saat elektrik üretti. 2020’deki düşüşün ardından nükleer üretim 2021’de yüzde 3,9 arttı, ancak 2019 seviyesinin altında kaldı.
Dünyanın en fazla nükleer gücü ABD’de üretiliyor.
Çin,tek başına yüzde 11,3 artışla, art arda ikinci yıl Fransa‘dan daha fazla nükleer elektrik üretti ve yine en önemli nükleer güç jeneratörleri konusunda ABD’nin ardından ikinci sırada.
Çin dışındaki bölgelerde ise nükleer üretim yüzde 2,8 artarak 2017’dekine benzer bir seviyeye ulaştı.
Dünyada nükleer enerjinin gidişatına dair 2050 yılına kadar çizilmilş projeksiyon: Mavi ile gösterilen eklenecek kapasite, kahverengiler ise kapatılacak kapasiteyi gösteriyor.
2021’de nükleer enerjinin küresel ticari brüt elektrik üretimindeki payı 9,8 oldu yüzde (kırk yılın en düşük değeri) ve 1996’daki yüzde 17,5’lik zirveden yüzde 40 daha düşük.
Yeni projeler yavaş ilerliyor, şu anda yapım aşamasında olan 53 reaktör projesinin en az yarısı ertelendi. Reaktörlerin ortalama yaşı ise yaklaşık 31.
Bu yılın ilk yarısında beş yeni ünite faaliyete geçerken, geçen yıl sekiz ünite kapandı.
2002-2021 yılları arasında 98 yeni girişimin yanı sıra ve 105 kapanış oldu. Bu girişimlerin 50 tanesi Çin’deydi ve hiçbirini kapatmadı.
Çin dışında aynı dönemde 57 ünitelik net bir düşüş yaşandı; şebeke kapasiitesi 25 GW düştü.
Nükleer vs yenilenebilir enerji
Raporda “2021 raporundan beri geçen sürede iklim değişikliği ve enerji güvenliği, nükleer enerji ve yenilenebilir enerji açısından çığır açıcı şekilde değişti ve iklim değişikliği siyasi gündemlerin en üstünde yer aldı” değerlendirmesine yer verildi şöyle devam edildi:
“2021’in ikinci yarısında gündem, yaklaşan enerji kriziydi. Açık şekilde 2022’ye, kısa ve orta vadede enerji politikası kararları üzerinde önemli etkileri olan Ukrayna’daki olaylar hakim oldu.”
Avrupa Birliği’ndeki 27 ülkede yıllar içinde rüzgar, güneş ve nükleer enerjideki kapasite ve üretim miktarları. Rüzgar mavi, güneş sarı, nükleer mor renkte gösteriliyor.
Rapor, yenilenebilir enerji ile elektrik üretimi ve nükleer gücü karşılaştırdığında ise şu bugulara ulaştı:
2021’de hidroelektrik dışı yenilenebilir enerji ile elektrik üretimi, nükleer enerji üretiminden yüzde 30,6 daha iyi performans gösterdi ve aradaki uçurum açıldı.
Geçen yıl yeni nükleer inşaat projelerine yapılan küresel yatırım yaklaşık 24 milyar dolardı ve hidro-elektrik dışı yenilenebilir enerji projelerine yapılan ise 366 milyar dolar oldu.
Reaktör inşası giderek daha az ekonomik ve daha yavaş hale geldi ve bu da nükleer enerjinin maliyet açısından da yenilenebilir kaynaklara karşı kan kaybetmesine neden oldu.
Buna göre, bir tesis inşa etme ve çalıştırmanın toplam ömür boyu maliyetini – ömür boyu çıktıyla karşılaştıran seviyelendirilmiş enerji maliyeti;
Güneş enerjisi için 2009’da megavatt saat başına 359 dolardan 36 dolara,
Rüzgarın maliyeti ise 135 dolardan 38 dolara düştü.
Ancak, nükleer için bu maliyet yüzde 36 artarak aynı zaman diliminde Megavatt saat başına 123 dolardan 167 dolara yükseldi.
Reaktörler bir bir kapatılıyor
Rapor, dünya çspında nükleer enerjiden çıkışa dair de bir resim sundu ve şu değerlendirmeyi yaptı:
“Gittikçe daha fazla sayıda nükleer tesis, ya önceden belirlenmiş işletim ömürlerinin sonuna ulaştığı için ya da kötüleşen ekonomik koşullar nedeniyle kapatılıyor, bunların hizmetten çıkarılması önemli bir zorluk haline geliyor. Üstelik bu analizde radyoaktif atık yönetimi statüsünün bunun bir parçası olarak ele alınmadığını da not etmek gerek.”
Kapatılan güç reaktörlerinin sayısı 2021 sonunda 200’ü aştı.
2022 ortalarında kapatılan 204 ünitenin toplam kapasitesi 97.4 GW idi.
Beş yıldan fazla süredir çalışan 182 ünite ise ya kapatılmayı bekliyor ya da hizmetten çıkarmanın çeşitli aşamalarında.
Öte yandan tamamen hizmet dışı bırakılmış oldu. ABD’de 17, Almanya’da dört ve Japonya’da bir ünite olmak üzere yalnızca 22 ünite tamamen hizmet dışı bırakılabildi. Diğerleri ise kapanma aşamalarında değişik fazlarda kaldı.
Kapatılmak istenen reaktörlerin yüzde 85’ine ev sahipliği yapan 11 büyük ülkenin analizi, kapatma aşamalarındaki ilerlemenin yavaş kaldığını gösteriyor:
İlk nükleer enerji kullanan devletlerin hiçbiri –İngiltere, Fransa, Rusya ve Kanada– henüz bir reaktörü tam olarak hizmet dışı bırakabilmiş değil. Hizmetten çıkarma sürecinin ortalama süresi, kapasiteye göre 6-45 yıl arasında değişse de ortalama yaklaşık 21 yıl.
AB27 ülkelerinde 1959’dan 2022 yılına kadar kapatılan ve yeni açılan reaktörlerin grafiği. Mavi olanlar yeni reaktör girişimlerini, kahverengiler ise kapatılanları gösteriyor.
Dünyada yeni reaktör inşa eden iki ülke Bangladeş ve Türkiye: İkisi de Rus iştiraki
2022 Raporu, bu yılın enerji günemine damga vuran Ukrayna’daki savaş nedeniyle Rusya ve enerji arzına yönelik ek değerlendirmeler de sunuyor.
Ukrayna’daki savaşın, enerji krizini çarpıcı biçimde şiddetlendirdiğini ve uzun vadede uluslararası jeopolitik derinden değiştireceğini söyleyen uzmanlar, Rusya’nın pazardaki tekeline de değiniyor:
Buna göre Rusya, nükleer teknolojisi tedarikçisi olarak uluslararası pazara büyük ölçüde hakim ve 2022 ortası itibariyle dünyada yapım aşamasında olan Rus menşeili 20 üniteden sadece üç tanesi Rusya topraklarında inşa ediliyor. Kalan 17 ünite ise yedi ülkede yapılacak.
İki potansiyel ülke, 2022’nin ortalarından itibaren yapım aşamasında olan nükleer reaktörlere sahip olan iki ülke Bangladeş ve Türkiye.Mısır‘daki proje de kısa bir süre sonra inşaata başladı. Tüm bu projeler, Rus nükleer endüstrisi tarafından uygulanmakta.
Nijerya, Polonya veya Suudi Arabistan gibi diğer ülkelerin de planları olsa da, şimdiye kadar tasarımı biten ya da finansman paketi sağlanan bir inşaat yok.
Endonezya, Ürdün, Kazakistan, Tayland, Özbekistan ve Vietnam da dahil olmak üzere birçok ülke nükleer planını askıya aldı veya planları iptal etti.
Akkuyu NGS 4’üncü ünitesinin temel atma töreni.
Akkuyu: 4’üncü reaktörün inşası Ukrayna’daki savaşın ortasında başladı
Raporda Türkiye’de Rus devlet enerji şirketi Rosatom‘un inşa ettiği Mersin Akkuyu NGS ile ilgili şunlar söyleniyor:
“Akkuyu sahası 1976’da seçildi ancak projeyi uygulamak için yapılan girişimlerin hepsi, 2010’da Rusya ile dört reaktör inşa etmek için yapılan anlaşmaya kadar başarısız oldu.
Tekrarlanan gecikmelerden sonra, dört ünitenin inşaatı 2018 ile 2022 arasında başladı. Ünite 4’ün inşaatı, Ukrayna’daki savaşın ortasında, Temmuz 2022’de başladı.
Türk makamları, 1’inci üniteyi 2023’te, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yıldönümüne denk gelecek şekilde şebekeye bağlamayı umuyor.”
Raporda, Akkuyu dahil Rus iştiraki nükleer enerjii santrali projelerine dair, “Ukrayna’nın işgalini takiben ortaya çıkan jeopolitik gelişmeler ile bu projelerin Rusya ve diğer ülkelere uygulanan yaptırımlardan ne ölçüde etkileneceği ve neyin ne olacağı belirsiz” yorumu yapılıyor.
Öte yandan Avrupa’nın, Ukrayna’da başlayan savaşın ardından enerjide Rusya’ya bağımlılığı azaltmak için ortaya koyduğu REPowerEU gibi yenilenebilir enerji hedefleri hatırlatılarak, “Yeni Avrupa enerji politikası tam olarak uygulanırsa AB temelde yenilenebilir enerjinin hakim olduğu bir enerji sektörüne sahip olacak” denildi.
AB27 Üye Devletleri’ndeki mevcut şebekeye sadece 13 reaktör bağlı. Bunların yaklaşık yarısı Fransa’da, biri Finlandiya’da, geri kalanı Doğu ve Orta Avrupa’da. 2002’den beri ise yalnızca üç yeni reaktör devreye girdi: Çek Cumhuriyeti’nde, Romanya’da ve Finlandiya’da birer tane.
Aralık 2021’de Brokdorf, Grohnde ve Gundremmingen-C santrallerinin kapatılmasıyla, AB’dede kalıcı olarak kapatılan reaktörlerin sayısı 72’ye çıktı. Bu kapatılan reaktörlerin yarısından fazlası Almanya’da. 2000 yılından beri toplamda 34 ünite kapatıldı.
Nükleer ve savaş
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin , birçok nükleer operasyonda benzeri görülmemiş durumlara yol açtı tam ölçekli bir savaş sırasında ticari nükleer santrallerin durumuna ilişkin tartışmaları alevlendirdiğini belirtti:
Dünyada hiçbir nükleer santral savaş koşulları altında çalışmak için tasarlanmamıştır.
Savaş sırasında temel zorluğun, reaktör kapatıldıktan sonra bile reaktör çekirdeğinin ve kullanılmış yakıt havuzunun sürekli soğutulmasını sağlamak olduğunu belirten uzmanlar, riskleri şöyle sıraladı:
Isının tahliye edilmemesi, saatler içinde çekirdeğin erimesine veya potansiyel olarak büyük radyoaktivite sızıntılarına sebep olabilir, günler veya haftalar içinde de kullanılmış yakıt havuzunda yangına neden olabilir.
İlhak edilen Ukrayna topralarında bulunan Zaporijya Nükleer Santrali bugün itibariyle artık Rusya’nın elinde.
Soğutma, güvenilir bir elektrik ve su kaynağı gerektirir. Ancak savaş sırasında, elektrik ve su tedarikinin kesintiye uğramasına yol açabilecek birçok güvenlik açığı ve olası kasıtlı ve tesadüfi etkiler vardır.
Ayrıca bir nükleer tesisin işletilmesi motivasyonu iyi, dinlenmiş ve vasıflı personel gerektirir, ancak operatörlerin bir savaş sırasında veya askeri işgal altındayken ciddi stres altında olmaları muhtemeldir. Dışarıdan gelen uzmanlar ise ve nükleer santraldeki operasyonları sürdürmek veya onarımlar yapmak için gerekli tesise erişim sağlayamayabilir.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin‘in, Ukrayna‘nın Zaporijya Nükleer Santrali‘nin Rus mülkiyetine geçirilmesine yönelik kararname imzaladığı bildirildi.
Kremlin Sarayı‘nın internet sayfasından yayımlanan Putin’in imzaladığı kararnamede, Zaporijya Nükleer Santrali‘nin çalıştırılmasına ilişkin gerekli izinlerin verileceği belirtildi. Kararnamede, bu santralin Rusya’nın federal mülkiyetine geçirileceği ve bu yönde Rus hükümetine talimat verildiği kaydedildi.
Eylül’de Zaporijya Nükleer Santrali‘ndeki çalışan son operatör de kapatılmıştı.
Altı reaktörü bulunan Avrupa‘nın en büyük nükleer santrali Zaporijya’nın Ukrayna’nın ana elektrik şebekesiyle bağlantısı, Eylül başında tesis etrafındaki çatışmalar nedeniyle tamamen kopmuş ve tesis tüm dış güç kaynağını kaybetmişti.
Bu sebeple birkaç gün boyunca tesis “ada modunda” çalıştırılmış ve kalan tek operasyonel reaktör, radyasyon sızıntısını önlemek için hayati olan soğutma sistemlerini çalıştırmak için elektrik üretimine alınmıştı.
Ukrayna devleti nükleer operatörü Energoatom, 11 Eylül’de yaptığı açıklamada tesisin Ukrayna’nın elektrik şebekesine yeniden bağlandığını ve böylece son reaktörün de faaliyetinin durdurulabildiğini açıklamıştı.
Energoatom, aylardır uluslararası kamuoyu tarafından yapılan “Rus güçlerine tesisten ayrılma ve çevresinde “askerden arındırılmış bölge oluşturulmasına izin verme” çağrısını geçen ay yinelemişti.
Dünyanın en büyük 10 atom santralinden biri ve Avrupa’nın en büyüğü olan tesis, savaşın ilk haftalarından beri Rus güçlerinin işgali altındaydı. Ukrayna ve Rusya, santrali şebekeye bağlayan elektrik hatlarına zarar veren bombardımanlardan birbirini suçluyordu.
Aylarca süren müzakerelerin ardından, nükleer gözlemcilerden oluşan 14 kişilik bir Birleşmiş Milletler ekibi tesise Eylül’de girebilmişti.
6-18 Kasım tarihlerinde Mısır’ınŞarm El-Şeyh kentinde düzenlenecek 27. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı‘nda (COP27) Coca Cola’nın sponsor olması iklim aktivistlerin tepkisini çekti. Aktivistler sponsorluğu yeşil yıkama (greenwashing) olarak değerlendirdi.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı, uluslararası kamuoyu tarafından izlenen ve şirketlerin, hükümetlerin ve çeşitli kurum ve kuruluşların iklim krizinin önüne geçmek için verdikleri taahhütleri yerine getirip getirmediğinin takip edildiği bir etkinlik.
Her yıl farklı bir ülkede gerçekleştirilen COP27’nin en önemli gündem maddesi ise COP26’da verilen iklim finansmanı sözlerinin takibi olacağı belirtilmişti.
Ancak Coca Cola gibi adeta yeryüzünde plastik akışına neden olan bir şirketin etkinliğe sponsor olması ise iklim aktivistlerinin tepkisini topladı. Sponsorluk anlaşması geçen hafta imzalandı.
BBC Türkçe’de yer alan habere göre; şirketin Kamu Politikaları ve Sürdürülebilirlik Bölümü Küresel Başkan Yardımcısı Michael Goltzman, “COP27 ortaklığıyla Coca Cola, iklim krizine karşı toplu bir şekilde harekete geçilmesini destekliyor” dedi.
Coca Cola ise “Atık sorununu tamamen ortada kaldırma hedefini desteklediğini ve bu konuda farkındalık yaratma çalışmalarının önemini anladığını” paylaştı.
Aktivistler, dünyada plastiğin büyük bir kısmının fosil yakıtlar ile yapıldığını dolayısıyla sponsorluğun iklim zirvesinin çıkarlarına aykırı olduğunu söylüyor. İklim aktivistleri ortaklığın iptal edilmesi için bir dilekçe hazırladı. Dilekçeyi şimdiye kadar 12 binden fazla kişi imzaladı.
Coca Cola, 2019 yılında yaptığı bir açıklamada şişe ve ambalajları için her yıl yaklaşık 3 milyon ton değerinde plastik kullandığı iddialarını doğrulamıştı.
2021 yılında Plastikten Kurtul (Break Free From Plastic) adlı kuruluş ise Coca Cola’nın dünyadaki en büyük plastik kirletici olduğunu söylemişti.
Dünyanın dört bir köşesinde, okyanusların içinde ve artık doğmamış bebeklerde bile bulunan plastik, dünyada kirliliğin en büyük nedenlerinden bir tanesi.
Günümüzde küresel plastik üretiminin yüzde 99’u fosil yakıtlar kullanımıyla yapılıyor. Bu işlem sera gazı salımlarına yol açıyor ve iklim krizini körüklüyor.
Gençler tarafından kurulan Uluslararası Dünya Ayaklanması (Earth Uprising International) temsilcisi Mohammad Ahmadi, “COP27 yönetimi tarafından alınan bu karar etkinliğin hedeflerine tamamen aykırı” dedi.
Mısır hükümetinin anlaşmayı iptal etmesini talep eden Çevre Adaleti Vakfı (Environmental Justice Foundation) Yöneticisi Steve Trent ise, “Coca Cola’nın işletme modeli tamamen fosil yakıtlara dayalı. Şirket daha önce geri dönüşüm konusunda verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı” dedi.
COP27’nin Mısır yönetimi ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), anlaşma hakkındaki soruları yanıtlamadı.
BBC’ye açıklama yapan Coca Cola ise şirketin plastik kullanımıyla ilgili daha çok çalışma yapması gerektiğini söyledi.
Açıklamada, “‘Atıksız Dünya‘ hedefimize doğru ilerlemeler kat etmiş olsak da daha hızlı çalışmamız gerektiğini biliyoruz. 2030 yılına kadar sattığımız her kutu veya şişe karşılığında bir şişeyi geri dönüştürmeyi hedefliyoruz” ifadelerine yer verildi.
Climate Meetings Have Become Conferences of Polluters
Without serious sponsors beyond @CocaCola the Egyptian UN climate conference, @COP27P (Conference of state Parties), looks doomed to be a conference of procrastinators threatening the planet and its peoples. #MakePollutersPayhttps://t.co/Bip9pbsCmD
BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (UNOCHA) temsilcisi ve Ugandalı iklim aktivisti Nyombi Morris, “Kirletici şirketler iklim müzakerelerinde baskın bir rol oynadığında sonuçlar iyi olmuyor. Afrikalı bir aktivist olarak göllerimizin yeniden plastikle dolup taşmasından korkuyorum” dedi.
‘Dünyanın en uzak postanesi’ Port Lockroy‘u işletecek ve adanın penguenlerini saymak da dahil olmak üzere işleri yönetecek ekip için açılan başvuru sonucunda göreve Birtanyalı Clare Ballantyne, Mairi Hilton, Natalie Corbett ve Lucy Bruzzone seçildi.
UK Antarctic Heritage Trust (UKAHT) yardım kuruluşu tarafından açılan iş başvurusuna 6 bin kişi başvurmuştu.
Dört kadın, Antarktika’nın uzak bir bölgesi Goudier Adası‘ndaki tarihi Port Lockroy bölgesinin yönetiminden sorumlu olacak.
Ekip, beş ay boyunca sıfırın altındaki sıcaklıkların ve neredeyse sürekli gündüzün yaşandığı, musluk ve sifonlu bir tuvaletin olmadığı bir yerde yaşayacak ve bir gentoo penguen kolonisi ile adayı paylaşacak.
Port Lockroy
İskoçyalı koruma biyologu Mairi Hilton bu penguenleri izlemekten sorumlu:
Mairi Hilton, yaban hayatı gözlemcisi
“Ben bir biyologum, bu yüzden kişisel olarak penguenleri ve deniz kuşları ve balinalar gibi diğer vahşi yaşamı görmek için sabırsızlanıyorum. Bu benim Antarktika’daki ilk seferim olacak ve beyaz kıtaya gideceğim için çok heyecanlıyım. Oraya vardığımızda ne bekleyeceğime dair hiçbir fikrim yok; hava ne kadar soğuk olacak, postaneye karda ulaşmak için yolumuzu kazmamız gerekecek mi…”
Adadaki mağazayı işletecek olan Natalie Corbett, yeni evlilik yapmış ve görevi “yalnız balayı” olarak adlandırıyor. On yıldan fazla bir süredir perakende sektöründe çalışan Corbett, adada çalışma fırsatına karşı koyamadığını söylüyor:
Natalie Corbett, mağaza müdürü
“Gezegenin en ücra köşelerinden birinde, penguenlerle dolu bir adada beş ay çalışarak kim istemez ki? Sadece Haziran ayında evlendiğim eşim George’u geride bırakacağım, bu yüzden bunu ‘yalnız balayı’ gibi düşünüyorum.”
Oxford Üniversitesi‘nde yer bilimleri alanında yüksek lisansını henüz tamamlamış olan yeni posta müdürü Ballantyne, siteden her yıl 100’den fazla ülkeye gönderilen yaklaşık 80 bin kartla ilgilenecek:
“Goudier Adası’na adım atmayı ve penguenlerin kakofonisini ve keskin kokusunu, buzulların ve Fief dağlarının havasını içime çekmeyi ve önümüzdeki birkaç ay boyunca buraya ‘evim’ diyebilmeyi dört gözle bekliyorum.”
Clare Ballantyne, posta müdürü
Üs lideri olarak ekibi yönetecek ve adaya yapılan tüm gemi ziyaretlerini koordine edecek olan bilim insanı Lucy Bruzzone, daha önce Norveç’in Svalbard takımadalarında bir Kuzey Kutbu seferi için üç ay geçirmiş. Bu fırsatı da “ömür boyu hatırlanacak bir rüya” olarak nitelendiriyor.
İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, bu yılın Nobel ödülü sahiplerini açıklamaya devam ediyor. Bu hafta başlarında açıklanan tıp ve fizik ödüllerinin ardından kimya Nobel’i de açıklandı.
2022 Nobel Kimya Ödülü‘nü moleküllerin yeni bileşikler oluşturmak için bir araya gelmesine izin veren ve hücre biyolojisi hakkında fikir veren reaksiyon keşifleriyle bilim insanları Carolyn Bertozzi, Morten Meldal ve K. Barry Sharpless aldı.
Dr. Bertozzi, ödüle layık görülen sekizinci kadın oldu.
Dr. Sharpless da bu ödülle iki Nobel ödülü kazanan beşinci bilim insanı olarak tarihe geçti. Sharpless aynı ödüle 2001 yılında da layık görülmüştü.
İki Nobel ödülü sahibi diğer isimler arasında Fizik ödülünü iki kez kazanan John Bardeen, Fizik ve Kimya ödülü kazanan Marie Curie, Kimya ve Barış ödülü kazanan Linus Pauling ve Kimya ödülünü iki kez kazanan FrederickSanger bulunuyor.
Bertozzi, Stanford Üniversitesi‘nde, Sharpless Kaliforniya Scripps Araştırma Enstitüsünde, Meldal ise Kopenhag Üniversitesi‘nde görev yapıyor.
Sharpless’ın çalışmaları sayesinde kendisi ve ekibi, glikanlar olarak bilinen hücre yüzey yapılarını görselleştirmeyi ve anlamayı başardı ve bu kanser bağışıklık tedavisinde yeni bir fikre yol açtı.
Akademi, ödül sahiplerinin keşiflerinin onkolojinin çok ötesinde kullanıldığını ve antimikrobiyaller, herbisitler, teşhis testleri, korozyon geciktiriciler ve parlatıcı maddeler gibi ürünlerde de kullanıma olanak sağladığını söyledi.
K. Barry Sharpless
‘Klik’ kimyası ve biyoortogonal kimya alanındaki çalışmaları, kanser ilaçları konusunda yapılan deneylerin yanı sıra, tarım alanında ve endüstriyel uygulamalarda da kullanılıyor.
Dr. Sharpless’ın bu kavramı 2000’lerde ortaya atmasından kısa bir süre sonra, hem kendisi hem de Dr. Meldal bağımsız olarak, bugün klik kimyasının baş tacı olarak bilinen bakır katalizli azid-alkin siklo ilavesi adı verilen bir kimyasal reaksiyon keşfetti.
Carolyn R. Bertozzi
Stanford’da kimyager ve profesör olan Dr. Bertozzi de bu reaksiyonu, gözlemlediği hücrelerin kimyasını etkilemeden canlı organizmalarda sıklıkla hücre yüzeylerinde bulunan biyomoleküllere uygulayabildi.
Glikanlar (şeker zincirleri) ile ilgili kapsamlı araştırmalarından önce, bilim insanlarının glikobiyolojinin bu alt alanını anlamaları, canlı hücrelerde hareket halindeki molekülleri görememeleri nedeniyle mümkün olmuyordu.
Ödülün sahiplerinin duyurulduğu açıklamada, “Basit kimyasal yapı taşlarını birleştirmek, neredeyse sonsuz çeşitlilikte molekül oluşturmayı mümkün kılıyor,bazen basit cevaplar, en iyisidir” denildi.
Mortan Meldal
Meldal, ‘klik’ kimyasını, “karmaşık yapılar inşa etmenin ve bunları Lego’nun parçalarıymış gibi birbirine bağlamanın bir yolu” olarak tanımlıyor.
Bu teknoloji, hücreler hakkında daha fazla bilgi edinmek ve biyolojik süreçleri izlemek için küresel olarak kullanılıyor. Ayrıca bu alandaki çalışmalarda istenmeyen yan ürünler yaratan ve deneyleri aksatan eski yöntemlerin aksine, kararlı moleküllerin laboratuvarda birleştirilmesine de olanak tanyor.
Dr. Bertozzi, ödülü kazandıktan sonraki açıklamasında şöyle dedi:
“Klik kimyası alanı hala erken evrelerinde. Biyoteknoloji gibi endüstrilerde ve hastalıkların tedavisinde ve teşhis edilmesi kullanılmak üzere keşfedilecek ve icat edilecek birçok yeni reaksiyon var.“
Güneydoğu’ya, kıyıya ve Somali’nin başkenti Mogadişu’ya doğru uzanan yolda, kuraklık yüzünden evlerinden olan aileler, kuraklıktan parçalanmış topraklar üzerinde yiyecek ararken yaptıkları uzun yürüyüşleri ve acı hikayelerini anlatıyor.
Yeni bir araştırmaya göre kamplardaki küçük çocuklar ve hamile kadınların neredeyse üçte ikisi akut yetersiz beslenmeyle karşı karşıya. Yüksek ölüm oranıyla birleştiğinde bu durum, ülkede açlık yaşandığının resmen ilan edilmesinde geç kalındığına işaret edebilir.
BBC’den Andrew Harding’in Somali’de kuraklık ve kıtlığa karşı mücadele veren insanların ifadelerine yer verdiği haberde, iklim krizinin dezavantajlı topluluklar için şimdiden bir ölüm kalım savaşına dönüştüğü ve krizin boyutu gözler önüne seriliyor.
Dahir (solda) Fotoğraf: BBC
Açlıktan çökmüş yanaklarından süzülen gözyaşları içinde 11 yaşındaki Dahir:
“Sadece hayatta kalmak istiyorum.”
‘Oğlumun yasını tutamam. Zaman yok. İş bulmam ve diğerlerini hayatta tutmam gerek’
Baidoa kentinin dışındaki tozlu düzlükte, ailesinin derme çatma çadırının yanında otururken, yorgun annesi Fatuma Ömer, ağlamamasını söylüyor, “Gözyaşların kardeşini geri getirmeyecek. Her şey yoluna girecek” diyor.
Fatuma’nın ikinci oğlu 10 yaşındaki Salat, iki hafta önce aile köylerinden üç günlük yürüyüşle Baidoa’ya ulaştığında açlıktan öldü.
Yeni evlerinin birkaç metre ötesindeki taşlı toprağa gömüldü. Mezarının üstü şimdiden çöplerle kaplı ve yeni gelenler etrafında çadır kurdukları için yerinin bulunması da giderek zorlaşıyor.
Fatuma “Oğlumun yasını tutamam. Zaman yok. İş bulmam ve diğerlerini hayatta tutmam gerek” diyor. Bunları söylerken bir yandan dokuz aylık en küçük kızı Bille’ye sarılıyor ve diğer yandan kulak tırmalayıcı bir şekilde öksüren altı yaşındaki kızı Meryem’e bakıyor.
‘Kızımı gömecek takatim yoktu’
Buulo Ciir adlı bir köyden Baidoa’ya ulaşmak için, dokuz çocuğuyla en az 15 gün yürüyen Fatuma “Üç yaşındaki kızım Farhir’in ölümünü kendi gözlerimle gördüm ve hiçbir şey yapamadım” diyor.
“Onu 10 gün boyunca taşıdım. Yolun kenarına bırakmak zorunda kaldık. Gömecek takatimiz yoktu. Sırtlanların yaklaştığını duyabiliyorduk” diye devam ediyor.
Habiba Mohamud – Fotoğraf: BBC
50 yaşındaki Habiba Mohamud bir eliyle bir parça ipi tutarken “Üzerimde hiçbir şey getirmedim. Evde bir şey kalmadı. Sığırlar öldü. Tarlalar kurudu” diyor ve asla köyüne geri dönmeyeceğini kabul ediyor.
İklim değişikliğiyle iyice güç kazanan, ardı ardına gelen kuraklıklar, Afrika Boynuzu‘nda yüzyıllardır süren kırsal yaşam biçimini sona erdirme tehdidi oluşturuyor.
Diğer yeni gelenler gibi Habiba da dallardan, ip parçalarından ve bulabildikleri karton ve plastik örtülerle ailesi için bir çadır yapmaya çalışıyor ve gecenin ayazı vurmadan önce çadırı bitirmeyi umuyor. Ancak bunları yaptıktan sonra, beş çocuğu için yiyecek ve tıbbi yardım aramaya çıkabilir.
Kentin başlıca hastanesinde Dr. Abdullahi Yusuf, yatakların arasında dolaşıp, küçük, güçten düşmüş hastalarını kontrol ediyor. Çocukların çoğu iki ay ila 3 yaş arasında.
Hepsinde ciddi yetersiz beslenme var. Bazıları zatürre ve yeni kızamıksalgınıyla da mücadele ediyor.
‘Hızla bir şeyler yapılmazsa, bu bölgede felaket bir durum yaşanacak’
Küçüklerin çok azının ağlayabilecek gücü var. Bazılarının cildinde ciddi yaralar var. Ciltleri çok ağır açlık vakalarında görülen şişlikler nedeniyle çatlamış.
Dr. Abdullahi, ağlayan iki yaşındaki bir çocuğa damar yolu açmaya çalışan ekibini izlerken “Birçoğu hastaneye ulaşamadan ölüyor” diyor.
Somalili yetkililer ve uluslararası kuruluşlar, ülkenin güneybatısında yaklaşan açlığa aylardır dikkat çekmeye çalışırken, Dr. Abdullahi, hastanesinin çocuklar için besleyici ek gıdalar da dahil birçok malzemeyi bulmakta sıkıntı yaşadığını aktarıyor.
Baidoa Fotoğraf: BBC
Doktor, görünür öfkesiyle “Bazen malzeme bulamıyoruz. Dehşet verici, çünkü insanlar ölüyor ve biz onlara destek olamıyoruz. Yerel yönetimimiz bu durumla başa çıkamadı. Kuraklık ve evlerinden olan ailelerin gelişi için planlama yapılmadı” diyor.
Yerel yönetimden bir bakan, bazı alanlarda yetersiz kaldıklarını kabul ediyor.
Güneybatı Eyaleti İnsani İşler Bakanı Nasir Arush, Baidoa’daki kamplardan birine yaptığı kısa ziyaret sırasında “Şu andakinden daha hızlı, daha isabetli ve daha etkili olmalıyız” diyor.
Ancak daha fazla uluslararası yardımın büyük öneme sahip olduğunu da vurguluyor. “Gereken yardımı almazsak, yüzbinlerce insan ölecek. Şu anda yaptığımız şeyleri üç ay önce yapmalıydık. Yavaş kaldık. Hızla bir şeyler yapılmazsa, bu bölgede felaket bir durum yaşanacak” diyor.
Açlık ilanı: Teknik bir süreç…
Genelde bulunması zor verilere ve sıklıkla siyasi mülahazalara dayanan “resmen açlık ilan etme” süreci karmaşık olabiliyor.
İngiltere’nin Mogadişu Büyükelçisi Kate Foster bunun “özünde teknik bir süreç” olduğunu söylüyor.
Foster 2011’deki kuraklıkta “260 bin ölümün yarısının açlık ilan edilmeden önce gerçekleştiğine” dikkat çekiyor.
Somali’nin uluslararası toplumdan yardım bulma çabalarına önderlik eden Cumhurbaşkanlığı temsilcisi, ABD hükümetine ve özellikle de geçtiğimiz günlerde sağladığı fona teşekkür etti ve “bize umut verdi” dedi.
Ancak Abdirahman Abdishakur, daha fazla yardım alınmazsa, ülkenin bir kısmında yaşanan krizin çabucak kontrolden çıkabileceği uyarısında bulundu.
Abdishakur “Alarm zillerini çalıyorduk. Ancak uluslararası toplumun yanıtı yeterli değildi” diyor.
Kanada’nın Toronto kentindeki bir aktarma sırasında telefonla konuştuğumuz Abdishakur “Açlık tahmin ediliyordu. Somali’nin bazı yerlerinde, bazı noktalarında çoktan başlamıştı. Ancak felaket düzeyindeki bir açlığı engelleyebiliriz” ifadelerini kullanıyor.
‘Şehre yeni gelen yetişkinlerin neredeyse hepsi kadın’
Tahminler değişse de son birkaç ayda Baidoa’nın nüfusu dört katına çıkıp, 800 bine yükseldi.
Kenti ziyaret eden herhangi biri, çarpıcı bir gerçeği hızla fark edebiliyor; şehre yeni gelen yetişkinlerin neredeyse hepsi kadın.
Somali savaşta bir ülke. Çatışmalar merkezi yönetimin 30 yıl önce çökmesinin ardından farklı görünümlerde devam ediyor ve ülkenin her kesimini etkilemeyi sürdürüyor. Erkekleri, bir dizi silahlı grup adına savaşmak için ailelerinden kopartıyor.
‘Akrabalarım kaçtı ve ormanda saklanıyor’
Baidoa’ya ulaşanların çoğu gibi, Hadija Abukar, radikal İslamcı örgüt Eş Şebab tarafından kontrol edilen bölgelerden kaçmış.
Baidoa’daki küçük bir hastanede yatan hasta çocuğunun yanında otururken “Şimdi bile ailenin geri kalanından telefonlar geliyor. Hükümet ve Eş Şebab arasında çatışmalar var. Akrabalarım kaçtı ve ormanda saklanıyor” diyor.
Diğer kadınlar, eşlerinin ve yaşı büyük erkek çocuklarının militanların kontrol ettiği bölgeleri terk etmesinin engellendiğini ve yıllarca örgütün kendilerini haraca bağladığını anlatıyor.
Baidoa’nın kendisi Eş Şebab’ın kuşatması altında değil. Ancak yine de sığınmak için tehlikeli bir bölge. Uluslararası yardım kuruluşları ve yabancı gazeteciler yoğun güvenlik olmadan dolaşamıyor ve şehir sınırları dışına seyahat de çok tehlikeli bulunuyor.
Orta ve Güney Somali’de Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu UNICEF’in direktörlüğünü yapan Charles Nzuke “Kuşatma altında bir nüfus söz konusu. Bazen umutsuzluğa kapılıyorsunuz” diyor.
Bazı tahminlere göre, şu andaki kuraklıktan etkilenenlerin yarısından fazlası Eş Şebab’ın denetimindeki yerlerde. Terör örgütü ilan edilen grupların faydalanabileceği yerlere yardım yapılmasını engelleyen sıkı Amerikan kuralları, birçok umutsuz topluluğa ulaşma çabalarını daha da karmaşıklaştırdı.
Ancak uluslararası kuruluşlar ve Somali makamları, yardımlara erişimi artırmak için küçük, yerel ortaklarıyla çalışıyor ve şimdi de havadan gıda yardımı atılmasını değerlendiriliyorlar.
‘Eş Şebab neredeyse her şeyden vergi alıyor’
Yine de adının yazılmaması şartıyla konuşan bir yardım görevlisi, gıda ya da para yardımının Eş Şebab’ın eline geçmesini önlemeyi garanti etmenin neredeyse imkansız olduğunu vurguluyor. Görevli “Saf olmayalım, Eş Şebab neredeyse her şeyden vergi alıyor, nakit yardımlardan bile” diyor.
Yıllar geçtikçe örgüt, sadece şiddet ve yıldırma alanında değil, yolsuzlukla ünlü ülkede adalet dağıtmak gibi bir şöhret de kazandı.
Baidoa yakınındaki en az dört köyde örgütün, kent sakinlerinin ve hatta Mogadişu ve ötesinden gelen insanların iş ve toprak anlaşmazlıklarını çözmek için başvurduğu Şeriat mahkemeleri olduğu belirtiliyor.
Daha kuzeybatıda, Eş Şebab’a karşı yerel toplulukların ve aşiret milislerinin başlattığı ve merkezi hükümetin de büyük destek verdiği isyan, örgütün onlarca kasaba ve köyden çıkartılmasını beraberinde getirdi.
Askeri başarılar iyimserliği artırsa da, bunun açlıkla mücadeleye yardımcı olup olmayacağı net değil.
Yerel Bakan Nasir Arush “Yardımcı olabilir de, olmayabilir de. Bence daha çok sivilin yerlerinden olmasına yol açacak. Ya da hükümet daha çok alanı özgürleştirecek ve daha çok insan yardımlara erişebilecek” diyor.
Onyıllarca süren savaşın ve ihmalin izlerini taşıyan, Baidoa’nın dar sokaklarında, pirinç gibi temel gıda maddelerinin fiyatları son bir ayda iki katına çıktı. Birçok kişi kuraklığı suçlarken, bazıları sorunu daha da uzaklarda arıyor.
‘İklim adaleti fonuna erişim sağlamak zor’
38 yaşındaki Shukri Moalim Ali, kurumuş kuyusu ve sebze bahçesinin üzerinden yürürken “Un, şeker, yağ, hepsi aynı oranda arttı. Bazen öğün atlamak zorunda kalıyoruz. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşı duydum. İnsanlar bunun sorunun temeli olduğunu söylüyor” diyor.
Bölgede, daha derin ve yaygın bir açlığı önlemek başlıca odak noktası olsa da, Somali’nin yeni hükümeti ileriye de bakıp, gelecekteki yaşamsal sorunları çözmeye çalışıyor.
Abdirrahman Abdishakur “Kuraklığa çare bulmak, Eş Şebab’la savaşmak ve uluslararası iklim adaleti fonuna erişim sağlamak zor bir görev” diyor.
“Genç bir nüfusumuz var, büyük bir diasporamız ve girişim kabiliyetlerimiz var. Bu bize umut veriyor. Bu zor bir mücadele ama başka şansımız yok.”
Rusya devletinin enerji kuruluşu ve Mersin‘de inşa edilen Akkuyu Nükleer Santrali‘nin de büyük ortağı Rosatom şirketi, 3 Ekim’de düzenlenen Rusya Federasyonu Denizcilik Kongresi‘ndeki anlaşmaya göre, Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi Deniz Araştırmaları Merkezi ile 2022-2023 yıllarında Kuzey Kutbu’nda ‘çevre izleme’ alanında işbirliği yapacak.
İşbirliği anlaşması, 2022-2023 yıllarında Rusya Federasyonu‘nun Kuzey Kutbu Bölgesi sularında su üstü ve su altı çevre güvenliğinin kapsamlı bir şekilde araştırılması ve izlenmesine devam edilmesi amacını taşıyor.
Anlaşmaya Rosatom adına Kuzey Kutbu’nun Kalkınması Özel Temsilcisi Vladimir Panov ve Moskova Devlet Üniversitesi adına Genel Müdür Dmitry Korost imza attı.
“2021-2022 yıllarında Kuzey Deniz Rotası (NSR) sularında bulunan 50 izleme istasyonunda benzersiz ve kapsamlı çalışmalar yürütüldü. Çalışmanın sonuçlarına dayanarak çıkarılabilecek en önemli sonuç, ticari gemiciliğin şu anda Kuzey Kutbu’ndaki deniz ekosistemleri üzerinde önemli bir etkisi olmadığıdır. Bu yıl da devam eden araştırmalar, NSR’nin kapsamlı bir çevre izleme programını oluşturmak üzere tasarlanmıştır. Bu programın, ayrı bir ulusal çevre izleme alt sisteminin temelini oluşturacağına inanıyoruz.”
Dmitry Korostda “Bu yıl, deniz ekosistemlerinin incelenmesindeki eksiklikleri tespit etmek ve gidermek, deniz taşımacılığının bunlar üzerindeki etkisini değerlendirmek için çalışmalara devam ediyoruz” dedi:
“Kuzey Kutbu’ndaki çevresel durum hakkında gerçek zamanlı olarak bilgi edinmemizi sağlayacak dijital hizmetler geliştireceğiz. Ayrıca NSR sularında saha çalışmaları sürüyor. Çalışmaların keşif aşaması şu anda Doğu Arktik‘te devam ediyor.”
59’uncu Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden Gezi Davası tutukluları Çiğdem Mater ve Mine Özerden‘e destek mesajları gelmeye devam ediyor.
Geçen hafta gerçekleşen ödül töreninde jüri üyeleri ve ödül alan kadın yönetmenler de, Çiğdem Mater ve Gezi tutuklularına destek mesajları vermişti.
Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın Jüri Başkanı Yeşim Ustaoğlu konuşmasında tutuklular için özgürlük talep etmiş, jüri üyelerinden Yönetmen Elif Ergezen, “Çekilmemiş belgeseli gerekçe gösterilerek tutsak edilen arkadaşımız Çiğdem Mater’e ve siyasi tutsaklara selam gönderiyoruz” ifadelerini kullanmış; En İyi Edebiyat Uyarlaması Senaryo ödülünü kazanan Burcu Aykar, konuşmasını “Aşk aşktır, Gezi onurumuzdur” diyerek bitirmişti.
— Çiğdem Mater'e Özgürlük (@freecigdemmater) October 5, 2022
Festivalde yarışan ve Mater’in de yapımcıları arasında yer aldığı Kurak Günler filminin yönetmeni Emin Alper, filmin gösterimi öncesinde yaptığı konuşmada “Çok meşakkatli bir sürecin sonunda burada sizinle olmak, Antalya’da prömiyer yapmak çok mutluluk verici. Hepimizin bildiği gibi bu mutluluğumuzu gölgeleyen bir şey var” dedi:
“Yardımcı yapımcımız Çiğdem Mater şu an aramızda değil. Onunla birlikte Mine Özerden… Dolayısıyla mutluluğumuz buruk ama hepimizin inancı tam. Bu karanlık, bu kötü günler geçecek ve dostlarımızı bir şenlik havasında tutuldukları yerlerden çıkarıp layık oldukları yerlere oturtacağız.”
Arkadaşlarımızı geri istiyoruz
Festivalde yer alan Bomboş filminin yönetmeni Onur Ünlü de yaptığı konuşmada, Mater ve Özerden’in isimlerinin yazıldığı sandalyeleri göstererek, “Çiğdem Mater, Mine Özerden de burada bizimle” dedi: “Arkadaşlarımızı geri istiyoruz.”
Törende gösterimi yapılan diğer bir fim Ayna Ayna‘nın yapımcısı ve senaristi Haşmet Topaloğlu da konuşmasında “Bu kadar insanın izlemeye gelmesi mutluluk verici. Ancak salona bakarken, belki hepinizin aylardır hissettiği eksikliği burada bu boş iki sandalyeye bakarken yeniden hissediyorum” dedi:
“Arkadaşlarımız, sinemaya emek vermiş iki isim, keşke aramızda olsalardı ama ne yazık ki özgürlüklerinden edilmiş durumdalar. Onlara ve onlar gibi şu an haksız bir şekilde tutulan herkese özgürlük diliyoruz.”
Gidiş O Gidiş filminin yönetmeni Burak Çevik de sahneedeki konuşmasında boş sandalyeleri gösterdi ve şunları söyledi:
“Çiğdem Mater ve Mine Özerden hukuksuzca yargılandılar ve hapisteler. Bu vesileyle hukuksuzca yargılanan herkese, onların yanında olduğumuzu belirtmek istiyorum.”