HaftasonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Rosatom’u tanıma dersleri -2

0

Gün geçmiyor ki  Türkiye’nin ilk nükleer santrali olmaya namzetmiş Akkuyu Nükleer Güç Santrali‘nin (NGS)’nin inşaat sürecine dair yeni bir haber duymayalım! Kor tutucunun nükleer santral sahasına getirilişinden ekipman setinin imalatına,  hatta boruların alana ulaşmasına varan detayda muştulanan haberlerle kamuoyunda “Güçlü Türkiye” algısının oluşturulmasının amaçlandığı herkesin malumu.

Ne var ki, 2004 yılında yaşadığımız Hızlandırılmış Tren, nam-ı diğer Pamukova Tren Faciası’yla başlayıp Soma Maden Faciası’yla devam eden içimizi yakan kazalar silsilesine en son Adapazarı’nda bir havai fişek fabrikasında meydana gelen kazanın da eklenmesiyle bu algı oyununa insan istese de kapılamaz. Yedi kişinin yaşamını yitirdiği bu kazanın hemen ardından, havai fişeklerin soğutulması için gereken 15 günlük süre beklenmediği için üç kişinin daha yaşamını yitirdiği ikinci bir kazanın yaşanmış olması da Türkiye’de on yıllar boyunca soğutulması gerekecek nükleer yakıt çubuklarıyla nasıl bir deneyim yaşanabileceği sorusunu bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor.

Akkuyu NGS için sahaya getirilen lojistik envanterinin sayılıp dökülmesiyle “güçlülük” algısının yaratılmaya çalışılmasına benzer diğer bir çaba da “şeffaflık” böyle olur hissi yaratmak. Oysa Akkuyu NGS sahasındaki çatlak haberlerinin aylarca saklanması ve ikincisi olana kadar kamuoyuna duyurulamaması Rosatom kontrolündeki işletim sürecinin nasıl bir “şeffaflık”zeminine oturacağını net olarak göstermişti.

Nitekim şirketin daha önce tartıştığımız şu yazıda geçen hadiseler karşısındaki ketum ötesi tutumu, en son haziran ayında Avrupa üzerinde tespit edilen sezyum 134, sezyum 137, rutenyum 103 ve iyot 131 radyoaktif izotoplarının adresinin Rusya’nın batı bölgesindeki Kola ve Leningrad nükleer santralleri olduğu yönündeki iddiaları yalanlamasıyla kendini bir kez daha gösterdi. Barentobserver‘ın haberine göre başta İsveç, Norveç ve Hollanda’dan yetkili kuruluşların, bundan on gün sonra da Finlandiya Toplum Sağlığı ve Çevre Ulusal Enstitüsü’nün açıklamalarına rağmen iddialar üç yıl önce Türkiye Atom Enerjisi Kurumu‘na(TAEK) sorular yöneltmemizi gerektiren haberdeki gibi Rus yetkililerce reddedildi.

Metsamor’un modernizasyonu da Rosatom’da

Rosatom’un hayatımıza müdahil oluşu dünya genelindeki diğer projeleri üzerinden de söz konusu. Bu açıdan dünyanın en tehlikeli reaktörü olarak bilinen ve Türkiye’ye yalnızca 16 kilometre mesafede yer alan ve bugün bir de Azerbaycan’la çatışma içinde olan Ermenistan’daki Metsamor Reaktörü’nün modernizasyon işlerini üstlenmiş olması önemli. Dolayısıyla Akkuyu NGS’nin sahibi Rosatom’u sizlere daha yakından tanıtmak amacıyla başladığımız yazı dizisine, bu şirketin  dünyanın en tehlikeli nükleer santrallerinden bir olduğu için 1 Temmuz’da kapatılması gereken yanı başımızdaki Metsamor’un modernizasyon çalışmalarına başladığını değerlendirerek devam ediyoruz.

Ermenistan’ın Sovyet Rusya tarafından ilki 1976 yılında, ikincisi ondan üç yıl sonra inşa edilmiş olan iki reaktörü var. Bugüne dek beş büyük 150′ ye yakın küçük kazanın yaşandığı tesiste aktif olan ve şimdi modernizasyon sürecine sokulan reaktörün devreden çıkarılması gerek depremsellik riski gerekse eski oluşu nedeniyle Avrupa Birliği tarafından yıllardır öneriliyor.Zira 1988 yılında merkez üssü santralden  75 kilometre mesafede olan ve 25 bin kişinin yaşamını yitirdiği  6,8 şiddetindeki Spitak Depremi’nden hemen sonra devreden çıkarılan reaktörlerden ikincisi, enerji ihtiyacı gerekçesiyle 1995 yılında tekrar devreye alınmıştı. Bu reaktör, 30 yıldan fazla bir süre işletilerek miadını çoktan doldurmuş olmasının ötesinde, fay hattının üzerinde oluşuyla  hem kendi toprakları hem de  Türkiye dahil komşuları olan Gürcistan, Azerbaycan ve İran için de sağlık ve çevre açısından  yıllardır büyük risk teşkil ediyor.

 1988 yılında Spitak Depremi'nin merkez üssü ve 75 Kilometre mesafedeki Metsamor Nükleer Santrali
1988 yılında Spitak Depremi’nin merkez üssü ve 75 Kilometre mesafedeki Metsamor Nükleer Santrali

Ne var ki verimli bile olmamasına rağmen aksi iddia edilerek yıllarca çalıştırılan reaktörün 2017 yılında  Ermenistan hükümetiyle AB arasında imzalanan Kapsamlı ve Genişletilmiş Ortaklık Antlaşması (CEPA) doğrultusunda devreden çıkarılması kararının ardından, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile yapılan görüşmeler neticesinde yenilenmesine, diğer bir deyişle modernizasyonuna karar verildi. Böylece 440 Megavat kapasitesi kullanılsa dahi ülkenin ülkenin elektrik ihtiyacının yarısını karşılayacağı iddia edilemeyecek bu reaktörün ömrünün ülkenin başka bir enerji kaynağı olmadığı gerekçesiyle hükümet tarafından 2026’ya kadar uzatıldığı açıklandı. Tahmin edeceğiniz gibi reaktörün ömrünün  uzatılmasını destekleyen kararın diğer ucunda Rosatom duruyor. Netice itibariyle Metsamor Nükleer Santrali’nin aktif olan ikinci reaktörünün modernizasyonu  1 Temmuz itibariyle Rusatom Hizmetleri tarafından başlatıldı.

Yap, borçlandır, işlet…

Rosatom tarafından modernizasyon adı altında yürütülen bu çalışmanın temel amacı yapılan açıklamalara göre reaktörü depreme karşı güçlendirmek. Lakin proje, soğutma suyunu Aras Nehri‘nden alan santralin soğutma kulelerindeki mikro çatlaklarının onarılmasını da  kapsıyor. Projenin maddi boyutu ise, Rosatom’un yurt dışındaki VVER tipi reaktörlerine yönelik  bakım onarım hizmeti veren şirketi Rusatom Hizmetleri tarafından 130 Milyon Dolar’a tekabül ediyor.

Esasen  başlangıçta Rusya tarafından verilecek olan 270 Milyon Dolar kapsamında gerçekleştirilmesi teklif edilmiş olan bu projenin daha sonra  Ermenistan Hükümeti tarafından devlet bütçesiyle yapılacağı açıklandı. Ne var ki Ermenistan’ın daha 2005 yılında Rusya’dan satın aldığı nükleer yakıt karşılığında Rusya’ya 100 Milyon Dolar borçlandığı ve bu şekilde santralin yönetimini neredeyse Rus RAO Birleşik Enerji Sistemleri (UES) şirketine kaptırmış olduğunu  göz önüne alırsak “hangi devlet bütçesi?”diye bir soru doğuyor. Hem de  nükleer yakıt borcunun  60 Milyon Dolarından fazlasını Ermenistan hükümeti  üstlenemediği için geri kalan 40 Milyon Dolarının silinmesi karşılığında Erivan’daki Hrazdan Nehri üstünde  ülkenin %10 elektriğini sağlayan 560 Megavat kapasiteli, hidroelektrik santrali [1] hediye edilmişken. Bu noktada işlerin nasıl yürüdüğüne örnek olması için Rusya’nın izleyen süreçte bu barajı Ermeni -Rus Tashir Grup Şirketi‘ne %30 karla satmış olduğunu da belirtelim.

Ermenistan’ın Metsamor üzerinden Rusya ile kurduğu ilişki henüz operasyona geçmiş bir ticari bir nükleer santrali  olmayan bizim için Rosatom ve iştiraklarini tanımayı sağladığı kadar, nükleer santral süreçlerinde işlerin nasıl yürüdüğüne dair de önemli ipuçları barındırıyor. Dahası, bulunduğu coğrafyada  “ye kürküm ye” misali  ülke ihtiyacının %40’ını karşıladığı [2] karşıladığı gerekçesine dayandırılarak verimsizliğine, risklerine rağmen reaktörüne tutunan bir yönetimin süreklendiği halin kendisi bir ders niteliğinde. Son yıllarda kendi ülkemizde  bu soruyu fazlasıyla tüketmiş oluşumuzun sorunun mahiyetini değiştirmeyeceği önkabulüyle, size de nükleer yakıtın borcu için elden çıkarılan  hidroelektrik barajının akıbeti tefeciye yapılacak ödeme için başka kıymetlerin gözden çıkarılması anlamına gelmiyor mu? Üstelik reaktörün çalıştırılacağı yıllar boyunca yakıt alımı devam edeceği için diğer hükümetler de borçlanmaya devam edecek.

Deprem görmeyen ülkeden fay hattına santral

Tüm bunlara ek olarak, Rosatom’un sözlüğünde pek de rastlamadığımız şeffaflık kavramının anlam ve önemi, önümüzdeki 65 gün boyunca Metsamor’un modernizasyonu çerçevesinde yeni bir boyut kazanacak.  Zira Çernobil Nükleer Felaketi’ne yol açan aynı VVER-440 tip reaktörün modernizasyon sürecini, reaktörü depremlere dirençli kılma görevini depremsellik deneyimi olmayan bir ülkenin şirketinin üstlenmiş olması bizi  potansiyel Çernobil’e de yaklaştırıyor. Bu noktada Rosatom iştiraki olan Rusatom Hizmetleri’nin gerek Ermenistan kamuoyuna gerekse sınır aşan etkileri bağlamında ilk etapta etkilenecek olan sınırdaşları Gürcistan, Azerbaycan, İran ve Türkiye’ye  yaşananları eksiksiz raporlaması  hayati önem taşıyacak.

Metsamor’un, Ağrı Dağı fay hattı üzerinde kurulmuş olması son dönemde Türkiye’de artan deprem fırtınasıyla birlikte düşünüldüğünde depremsellik açısından yeterince büyük bir risk teşkil ederken bölgenin halihazırda savaş gibi insan eliyle yaratılan başka türden bir depreme sahne olması ise yine bir problem. Açıkçası, Dağlık Karabağ’da Ermenistan ile Azerbaycan  arasında yaşanan çatışmanın Metsamor üzerine olası bir yansıması, diğer bir deyişle santralin şu haberdeki gibi taraflar arasında bir tehdit aracı olarak kullanılması her zaman ihtimal dahilinde. Kaldı ki bu tehdidin gerçeğe dönüşmesi halinde o ülkelerin dışındaki coğrafyalar da geri dönüşü olmayan bir felaket yaşayabilir.

Sonuç olarak  dört komşusundan ikisiyle siyasi ilişkileri bozuk olan Ermenistan’ın bir felaket halinde onları bilgilendirmesi de pek mümkün görünmüyor.Tüm bu gerekçeleri üst üste koyduğumuzda bir kez daha anlaşılıyor ki, nükleer risklerin bertaraf edilemediği noktada sivil toplumun  Fukuşima sonrası Japon toplumunun yaptığı gibi kendi bilgi edinme sürecini inşa ederek kendini koruma  mekanizmaları kurması da önemli bir ihtiyaç. Dolayısıyla sizlere ulaşan bu satırlar vesilesiyle altını çizmek isterim ki,  durumun hassasiyeti Türkiye’deki  meteoroloji  istasyonlarının, sivil toplum örgütlerinin, özellikle doğu illerimizdeki üniversitelerin enstitülerin ve konuyla ilgili bilim insanlarının  en azından önümüzdeki 65 gün için Metsamor’u takip edebilecek şekilde birbirleriyle haberleşme ağları tesis etmesine; bu ağların ulusal ve uluslararası ölçekte geliştirilmesine muhtaç.

Dizinin ilk bölümü için tıklayın

*

[1] Bugün santral Rus şirketi tarafından da Rus-Ermeni Tashir Grup’a karlı bir şekilde satılmış bulunuyor. https://caucasuswatch.de/news/2259.html

[2]Gerçekler ise tüketilen elektriğin ancak %7’sini karşılayabildiğini gösteriyor.

(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır)

 

 

More in Haftasonu

You may also like

Comments

Comments are closed.